RSS Feed for This Post

Modern Bir Put: Bilim

“Din ve bilim çatışır dahası din ve bilim birbirinin sahasına girmemesi gereken iki ayrı disiplinlerdir ve hatta din bilimin önünde engeldir…” gibi pozitivizmi yüksek dozajlı eleştirileri duyar gibiyim. Oysa mesele hiç de öyle değil. Neden mi? Son iki üç asırdır, pazardan domates satın alır gibi fikir ve düşünce ithal eden Müslüman dünyasının aydını, yukarıdaki argümanları da Batıdan almıştır da ondan.

Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, Ortaçağda kilisenin menfaatlerini elden kaçırmamak için ilmin gelişmesine engel olması, ilim adamlarını aforoz etmesi, yakması, hapsetmesi, kilise ile bilim arasında bir çatışma olduğu fikrini doğurmuştur. Söz konusu anlayış, tabiatı ve tabiatın bilgisini Allah’tan alıkoyan bir perde gibi görmüş ve bu katı tutum, Reform hareketlerini de beraberinde getirmişti. Böylece kilise ve din anlayışı tekrar sorgulanır olmuştu. Akabinde insanlığı ve dünyayı felakete götüren naturalizm, pozitivizm ve metaryalizm gibi akımların doğmasına vesile olunacaktı.

Günümüzde ise bu sığ anlayışın devamı niteliğinde bir başka tezahür ortaya çıkmış, özellikle batıda bilim, dinden kopuk ve belli ölçülerde de ona karşı geliştiği için din ve bilim sanki iki ayrı sahalarmış gibi günümüz modern insanına servis yapılmıştır.

Oysa Bilim (külli) irade ve Kudret’e dayanan “İlahi Kanunların” keşfi neticesinden ortaya konan prensiplerden başka bir şey değildi. Bilime şu an ki olağanüstü  mevkiini verenler, dini inkar veya kasten göz ardı eden bilim adamlarıyla, onlarla ittifak eden birtakım sermaye ve güç merkezleri olmuştur.

Bu küçük hatırlatmayla maksadım; İslam coğrafyasına da (Böyle bir coğrafyanın olduğuna şimdiler de pek inanmıyorum) bulaşan ya da ithal edilen bu zararlı akımların ve virüslerin kaynağına işaret etmek ve bizi rahatsız eden sivrisinekler bu bataklıktan geliyor diyebilmektir. Zira yakın tarihimizde de dinde reform hareketleri görülmemiş bir vaka değildir. (Bakınız : Türkçe Ezan, Tercüme ibadet: Kültürel bir şizofreni)

Tahrif edilmiş Hıristiyanlıkla (Vatikanizm) bilim arasında ortaya çıkan bu tarihsel çatışma, İslam ile bilim arasında da varmış gibi gösterilmesi de ayrı bir trajikomik bir hadisedir.

Konumuza dönersek;

Meseleyi iki boyuta indirgemek, İslam-Hiristiyanlık düzleminde ele almak yerine, İslam ve bütün İlahi dinlerin temeli olan Tevhid çerçevesinde konuyu ele almak daha sağlıklı  olacaktır kanaatimce…

Bakalım Din ve Bilim birbiriyle çatışıyor muymuş?

Bilim adamları, kainatın yaşını  5-15 milyar yıl olarak tahmin etmektedir. Kainat bu kadar yıldır hiç bozulmadan, muhteşem bir denge içerisinde sürüp gitmektedir. Oysa gerek kainatın teşekkülü gerekse varlığının mucizevi bir şekilde devam etmesi, olasılık hesaplarına göre mümkün değildir. Aynen aşılanmış bir yumurta ve tek hücre olarak anne karnına düşen insanoğlunun hayat macerasının devam etmesi gibi…

Zira anne karnındaki cenin, annenin topraktan aldığı besinlerle beslenmeye başlar.  Bu gıdalar zerreler halinde cenine yapı taşları olmaya başlar. Her geçen gün binlerce zerre cenine eklenmeye devam eder ve mükemmel bir insan vücudu ortaya çıkmaya başlar…Mesela bu esnada insan cenine yapı taşları olarak giden milyarlarca zerreden bir kaçı yanlış bir yere gitse, göze gidecek bir hücre kulağa gitse ya da dişe gidecek bir zerre beyne gitse ortalığı bir kaos alacak, denge ve düzen bozulacaktır. Sahi bu zerreler, yapı taşları tesadüfen mi gidecekleri yerlere gidiyorlar ya da çok mu zekiler? Ya da onları yönlendiren İlahi bir kudret mi vardır?

Daha bitmedi. Aynı gerçek insanın doğumundan sonraki hayatı için de geçerlidir. Zira insan doğduktan sonra da temelde topraktan aldığı gıdalarla beslenmeye devam etmekte, söz konusu yapı taşları yine ilgili organın ilgili hücresine şaşmaz bir düzen içerisinde gitmektedir.

Bugün 7 yaşındaki oğlum süt dişini döktü. Belli ki süt dişi görevini tamamlamıştı. O küçücük, bembeyaz diş, cismani olarak küçük olsa da ben de büyük bir tefekkür kapısını aralamaya yetmişti. Öyle narin ve mükemmel bir yapısı vardı ki, insan düşünmeden edemiyor ve bütün bu olup bitenleri kuru bir tesadüfe bağlamak ya da oluruna bağlamak ve yahut olanlara duyarsız kalmak, perde arkasındaki Yüce gücü görmemezlikten gelmek sanırım nankörlükte son nokta olmalıydı. Aklı ve iradesi olmayan diş hücreleri, dişimize değil de gözümüze gitseydi elden ne gelirdi demeden kendimi alamadım. Kainatta yaratılan her şeyin bir görevi olmalıydı. Tabi insanın da.

Bunun  yanında insan aynı topraktan, aynı gıdalarla beslendiği halde simadan karaktere, parmak izinden fıtratına kadar farklı bir alemdi.

Bir diğer mevzu, insanın meydana gelmesinde olduğu gibi hayatının devamı da  aslında adeta mümkün değildir. Zira mikroskobik bir yapı olan hücrelerde herhangi bir arıza olmaması ya da kılcallardan birinin tıkanmaması için hiçbir sebep yoktur. Ve hatta Hz. Ali’nin ifadesiyle “Her yudumda her lokmada -Hatta teneffüs edilen her havada- ölüm vardır”

O halde insanın da, kainatın da meydana gelebilmesi ve varlığını devam ettirmesi tam bir mucizedir. Bu mucizenin gerçekleşebilmesi için sonsuz bir ilim sahibi, sonsuz bir kudret sahibini gerektirmektedir. Bu kudret, ilim ve irade tek bir varlıkta toplanmalı ki, bu sistem bütün ahengi ve muhteşem düzeniyle meydana gelebilsin ve yine o Yüce kudretin istediği ana kadar devam edegelsin.

İşte adına “Allah” dediğimiz sonsuz ilim, kudret ve irade sahibi, dinin de ilmin de gerçek sahibidir.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle;

“Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmazVotre navigateur ne gère peut-être pas l'affichage de cette image. sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamazVotre navigateur ne gère peut-être pas l'affichage de cette image. biliyorsun. Nasıl oluyor kiVotre navigateur ne gère peut-être pas l'affichage de cette image. nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?”

Evet böyle bir şey ihtimal dahilinde bulunmuyor. Hiçbir şey sahipsiz değil. Hiç kimse başıboş  değil. Öyle değil mi ?

Evet bir resim ressamsız da olmaz. Lakin ressamı, resmin içinde arama gayretleri de boşuna. Buna mukabil Yaradan bizlere, varlığına delil olsun diye sayısız işaretler de bırakmış. Bu işaretler ancak, gönül gözüyle, iman dürbünüyle görülürler. Aksi taktirde, kainattaki bu muhteşem ahengi, bu mucizevi hadiseleri, olup bitenlerin asıl failini terk edip işi tesadüflere bırakmaktan ya da materyalist felsefeye sarılmaktan başka seçeneğiniz ve hatta yapacağınız hiç bir şey yoktur.

Bu doğrultuda insana düşen görev; başını kaldırıp, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kudretli bir Zât’ın hârika işlerine bakmak ve  başıboş olmadığımızın farkına varıpVotre navigateur ne gère peut-être pas l'affichage de cette image. bu hadiselerin de başıboş olamayacağını idrak ederek Ve yine O’nun adıyla hadiseleri ve kainatı okumak olmalı değil midir? Evet kainattaki her hadise, yaşadığımız her anımız, düşünen bir insan için, Allah’a götüren birer ayet olması gerekmez mi? Aksi takdirde her türlü bilimi sular seller gibi yutmuş da olsak, “Kitap yüklü merkepler” ötesine varabilir miyiz sizce?

Meselenin bir başka boyutunda ise; bilimin, belli bir zümrenin tekeli altına alınmasıyla sermaye ve güç merkezlerine ve hatta ideolojik araçlara hizmet eder hale gelmesi, bakış açılarımızı çarpıtması ve kalın bir duvar olarak önyargılarımızı beslemesi vardır.

Mesela Nahl Suresi 66 .ayette;

“Şüphesiz (sağmal) hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından (süzülen) içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz.” buyrulmaktadır.

Dekart’ın “Kartezyen Dualizm”inin düştüğü hataya düşmeden başka bir deyişle, dini bilime mahkum etmeden bu ayete biraz açıklık getirirsek;

Bugün bilim adamları, 1 kg sütün oluşması için, sağmal hayvanın memesine ortalama 10 ton kanın gidip gelmesi ve sirkülasyon yapması gerektiğini vurguluyorlar. Günde 40 kilo süt veren bir sağmal hayvan için, ortalama 400 ton kan sirkülasyon yapıyor demektir. Lakin bu verilerden bahseden bir cami hocasına bilimperestler yada seküler zihniyet hiç şüphesiz burun kıvıracaklardır. Tıpkı “Sütten denizler, baldan ırmaklar, meşrubattan nehirler” gibi cenneti anlatan ayetlere burun kıvırdıkları gibi…

Din ve bilim aynı  gerçeğin iki farklı düzlemdeki ifadesinden bir açıdan da birbirini tamamlayan iki yüzünden ibarettir. Dolayısıyla aralarında en ufak bir çatışma veya çelişki olamaz…

Bilim, 108.000 km/saat hızla “dünya dönüyor” diyor, din ise; sebepler dairesinde ve hikmetine binaen Yüce Kudret tarafından “dünya döndürülüyor” diyor… Maneviyattan ve vahiyden kopuk bilim olayın failini terk ediyor ve işi tesadüflere bırakıyor…Aradaki tek fark bu kanaatimce. Ancak sonuçları itibarıyla önemli bir fark!

Kaldı  ki, din bilhassa İslam taklidi bir imanı değil, araştırmaya ve delile dayalı bir inanmayı esas alır. Din’e taklidi bir imanla da girilebilse de, bu pek tasvip edilen bir durum değildir. Bu şekilde ki bir iman yapısı da çok çabuk sarsılabilir ve hatta yıkılabilir yapıdadır. Bu nedenle Kuranı Kerim ısrarla “düşünmüyor musunuz, aklınızı kullanmıyor musunuz, bakıp gözlemlemiyor musunuz” şeklinde ikazlar da bulunarak, hayat, tabiat, düşünce, bilim ve akıl arasında derin ve kopmaz bir münasebet kurar.

Bununla birlikte, “Tabiat” bilimin çalışma alanıdır. Gözlemlenebilen ve üzerinde deney yapılabilen maddi bir sahadır. İslam’da tabiat, Allah’ın Esma-ül Hüsna’sının mevcilenme yeridir. Ve tabiat bu özelliği ile Allah’a ulaştıran nurdan basamaklar diyarıdır. Dolayısıyla tabiat Kur’an gibi bir kitaptır. Kur’an ise, onun anlamını, kendisinden nasıl istifade edileceğini açıklayan kutsal bir broşür mesabesindedir. İnsan ise, aynı kitabin üçüncü nüshasıdır.

Kur’an, “güneşe, aya, yıldıza, yere, göğe, gündüze geceye, zamana, insanın benliğine, incire, zeytine” yemin ederek insanı tevhid, ibadet, adalet hedefleri istikametinde bütün bunları araştırmaya sevkeder. Evet Kur’an’da geçen bu yeminler, gaflet uykusuna yatmış, tefekkür etmeyen, düşünmeyen, akıl etmeyen insanların başına birer tokmak etkisindedir.

Günümüz tarih bilimlerine baktığınızda, adeta insanoğlu eski Yunan Medeniyetinden önce adeta kara cahillikle ve ilkellikle boğuşuyor olması lazım gelir. Zira, günümüz bilimcilerin bu bakış açısı, tek yönlü ileriye doğru terakki anlayışına göre, insanlık devrini taş devri, yontma taş devri, cilalı taş devri, tunç devri gibi çağlara ayırdı. Ancak bu çağlara nasıl geçildiğini mesela  ateşin, tekerleğin, yazının ve bunun gibi nice keşiflerin nasıl keşfedildiğini açıklamadı. Oysa bir keşfin oluşabilmesi için başta malzeme, ihtiyaç, akıl yorma ve de en önemlisi bazı ön bilgilerin ve kesinleşmiş temel bilgilerin olması zaruridir. Arşimet ifadesiyle bir destekle dünyalar yerinden oynatılabilirdi ancak o destek olmadan bir adım öteye gidilemezdi.

Evet, deney ve gözlemine alamadığı hususları bilimsel kabul etmeyen, din ve manevi meseleleri dogmatik sayan, dolayısıyla değersiz bulan ve bunları da büyük ölçüde teori kümelerinden ibaret sosyoloji ve psikoloji gibi sosyal bilimlere havale eden dahası kendi prensiplerini kutsallaştıran günümüz bilimleri ya da bilimperestleri, mesela ilk gemiyi kimin yaptığını ve nasıl yaptığını, ilk saati kimin neye ve hangi bilgiye dayanarak bulduğunu açıklamak zorundadır. Mesela ilk elbiseyi insanın nasıl ve neyle diktiğini, iğne ve ipliği nasıl keşfettiğini açıklamak zorundadır. Zira ne bilim ne de keşiflerin tarihi 16. yüzyılda başlamıştı ne de insanoğlunun en büyük buluşu, uçak, füze, internet ya da elektronik aletlerdi. Bunlar olmadan da insan yaşayabilirdi. Ancak insan yemeden içmeden ve hatta giymeden yaşayamazdı. Taa baştan beri insana ne yiyip ne içmesi gerektiğini ona kim öğretti veya ilham etmişti acaba? Öyle ya insanoğlu, kendine neyin faydalı neyin zararlı olduğunu keşfedinceye kadar, soy sop, sahibi olması bu denli uzun yaşaması dahi ihtimal dışıdır…      

 

“Oku, Yaratan Rabbinin adıyla! O, insanı “alak”dan yarattı.  Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir. Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder. (Alak Suresi 1-7.Ayet)”

Evet, bilimin açıklayamadığı  veya ısrarla açıklamaktan kaçındığı soruların cevabı burada…

Bunun yanında ortada henüz okunacak bir kitabın varlığı dahi yokken, “Oku” emrinin verilmesi oldukça manidar. Demek ki, kitap olmasa da ortada okunacak koca bir kainat ve onun fihristi insan var. Oku emriyle bilimsel çalışmalara herhangi bir sınır getirilmemekte ancak bu okumanın yine Allah’ın adıyla yapılması istenmektedir. Zira ancak öyle olursa yapılan faaliyetlerin insana yada kainata bir zararı dokunmazdı. Ancak Allah’ın adıyla olursa, ortaya çıkacak bilimin neticelerinden insanoğlu kendini emin hissedebilirdi. Ancak Allah’ın adıyla olursa, ortaya çıkan neticeler, doğayı kirletmede, insanı öldürmede, insanı yok etmede, haksız hakimiyet kurmada ve yeryüzünde fesat çıkarmada kullanılmazdı. Ancak Allah’ın adıyla olursa, bilimin neticeleri ancak o zaman, yeryüzünü imarda, bütün insanlığın faydasına ve insanın maddi-manevi terakkisi, huzur ve güveni adına kullanılırdı.

Bilim kendini dinden soyutladığı müddetçe, belki küçük bir azınlığa MADDİ bir ferah getirse de, yol açtığı inkar, dolayısıyla huzursuzluk, güvensizlik girdapları yanı sıra, görülmemiş sömürü düzenleri, zengin-fakir uçurumu, sonu gelmez savaş ve çatışmalar, bir defada toplu katliamlar (Bakınız Hiroşima, Nagasaki ve dünya savaşları), derin yaralar, gibi pek çok felaketleri de beraberinde getirecektir ve öyle de olmuştur.    

Sahi, Din ve Bilimin iki ayrı sahaya hitap eden, iki ayrı disiplinler olması gerektiğini, düşünenler hala var mıdır? Ya da din ve bilimin çatıştığı tezinde ısrarcı olanlar?

Sonsöz:

Bilim (külli) irade ve Kudret’e dayanan “İlahi Kanunların” keşfi neticesinden ortaya konan prensiplerden başka bir şey değil. Sadece bilim mi, her şeyin hükmünü ve kanununu koyan O’dur. İstisnasız, biz insanoğlu dahil bütün canlı ya da cansız varlıklar O’nun emrini yerine getiririz. O’nun hükmünü ve kanunlarını uygularız. Şöyle ki;  O’nun gör diye verdiği gözü görmekte, işit diye emrettiği kulağı, O emretti diye tam bir itaatle işitmekte kullanırız. O’nun dinine dair ileri geri konuşurken bile, O’nun konuş diye verdiği dil, damak ve gırtlağımızı O’nun dediği biçimde hiç itirazsız kullanırız.

İnanan inanmayan istisnasız herkes, O’nun kurallarına, korkutucu ifadeyle (?) O’nun şeriatına zaten taraftarız.

Bilmeyenler için küçük bir hatırlatma; “Şeriat”, “kurallar” demektir. Sadece dinin kurallarını  değil, yaşamanın kurallarını/şeriatını  da, O belirliyor. Güneş hâlâ  doğudan doğuyor şeriat bunu gerektirdiği için… Nefesiniz doğdunuz günden beri akciğerlerinizdeki alveoller üzerinden, kalbinizin özel kaslarının istikrarlı ve sessiz çalışması sayesinde kanınızı tazeliyor. Anlayacağınız nefes alıp veren herkes Şeriatçı. Nefes alıp verme esnasında gırtlaktan çıkan “HUU” nameleri de işin çabası.

Din ve bilim aynı  gerçeğin iki farklı düzlemdeki ifadesinden bir açıdan da birbirini tamamlayan iki yüzünden ibarettir dedik. Dolayısıyla aralarında en ufak bir çatışma veya çelişki olamaz…Çatışma ilim adamının zihninde olur. Onun henüz gerçekleri kavrayamayışından, teorilerden hakikatlere geçemeyişinden veya yanlış bir din anlayışına sapmış olmasındandır.

İnsanlığa faydadan çok zarar getirmiş, imandan çok inkar hesabına kullanılmış olan günümüz bilim anlayışı, vicdanını ve insanlığını askıya almış robot insanların elinde kaldığı ve Allah adına okunmadığı müddetçe insanlığın, kendi eliyle yontup sonrada taptığı gibi, bu modern puttan daha çok çekeceği var demektir.  

 

Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat tarihi, Mimarî, Ateizm, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Tarih, Felsefe… Bugün 82 kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin… 

 

Kemalist Eğitimin Zararları

Dikkat Kitap: Kemalist Eğitimin Zararları Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin“3 tarafı deniz, 4 tarafı düşmana çevrili cennet vatan” paranoyası neden üretildi? Çağdaş ve laik Türkiye’nin evlâdı, Kavala yahut Halep’te yatan dedesinin mezarına bile pasaportla gidecekti. Eskiden vali gönderilen yerlere şimdi büyük elçi atanıyordu. Churchill’in dediği gibi “iki petrol kuyusunun etrafına sınır çizen” İngiliz, bir gecede ülkeler icad edilmişti. Ama Kemalist millî(!) eğitimin iğdiş ettiği beyinler bunu sorgulamaktan aciz. Körfez ülkeleri, Basra yolunun, İsrail, Doğu Akdeniz’in petrol tıpası olacaktı. Türkiye hem Rusya’nın güneye doğru genişlemesini engelleyecek hem de Bakü petrolünün Avrupa’ya ulaşıp fiyat kırmasına mani olacaktı. Diğer yandan Lazkiye ve Hayfa’dan dünya piyasalarına erişen Musul ve Kerkük petrolü bir gün pekâlâ Türkiye’den geçip İskenderun’a akabilirdi ve bu da Londra için büyük bir risk unsuruydu.

Kısacası, Britanya için gerçek tehdit güçlü bir ordu veya zengin devletler değil Türklerin uyanıp kim olduklarını hatırlamalarıydı. Şu halde dünya petrollerinin %60’ına çökmüş, Afika ve Asya’yı sömüren İngilizler için yapılacak tek bir şey vardı: Kullanışlı aptallar yetiştirecek bir eğitim sistemi kurmak ve bunu Türklere “millî eğitim” diye yutturmak.

Eğitimle ilgili sorunlarımız nasıl düzelir? Yahut birgün düzelir mi? Elinizdeki bu kitapta Ufuk Coşkun Kemalist eğitimin sorunlarına işaret etmekle kalmıyor, bir yandan çözümler önerirken bir yandan da millî eğitimin ideolojik, tarihi ve kültürel arka planını gözler önüne seriyor. Milat Gazetesi yazarı, bolgepostasi.com Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Coşkun’u televizyondaki tartışma programlarından ve eğitim konulu çalışmalarından tanıyorsunuz. Bizzat eğitim dünyasının sorunlarını içeriden yaşayan Coşkun aynı zamanda “Kürdüm Doğruyum Çalışkanım” ve “Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü” kitaplarının da yazarı. Ufuk Coşkun’un “Kemalist Eğitimin Zararları” adlı kitabını buradan indirebilirsiniz.

Petrol kandan ağırdır

Petrol kandan ağırdır Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

(Son güncelleme: 2ci sürüm, 27 Mart 2018)

Petrolün fiyatının 50$ üzerinde kalması için yılda ortalama 75.000 insanın ölmesi gerekiyor. Süveyş kanalının Mısır tarafından kamulaştırılması, petrol krizleri, 6 sün savaşı, İran-Irak savaşı, Irak’ın işgali ve Suriye… İnsan kanıyla para basan bu makine 50 senedir asker, sivil, kadın çocuk demeden insan öğütmeye devam ediyor. Nasıl? 1ci Dünya Savaşı tarihteki ilk küresel karbon savaşı oldu. Kömürle beslenen fabrikalar kömür ve petrolle işleyen makineler ürettiler ve insanın öldürme kapasitesini binlerle çarptılar. Ama makineler savaşta insanın yerini almadı. Bunun yerine daha çok insanı daha hızlı şekilde cepheye göndermek için kullanıldı. Cepheler genişledi ve muharebeler uzadı. Alman-Fransız sınırındaki zengin kömür yataklarından İslâmistan’daki petrol kuyularına uzanan savaşta insanlar karbon için öldüler, öldürdüler. Petrolcüler, kömürcüleri yendi. Endüstrileşen savaş sadece savaş makinelerinin değil üretim, sevk ve idare kapasitelerinin de savaşıydı. Elinizdeki 55 sayfalık bu e-kitap şu sorunun cevabıdır: İnsan kanıyla para basan bu makine nasıl çalışıyor? Buradan indirebilirsiniz.

Savaş Meydanda Değil Masada Kazanılır

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinDünya ticaretinin %80’i denizden yapılıyor. Ülkelerin hayatta kalması yani gıda ve enerji tedariki için deniz yollarına erişmeleri şart. Panama, Süveyş, Malaka ve Cebelitarık gibi bütün stratejik noktalar ABD, Britanya ve Fransa’nın kontrolünde. Bu üç devlet istedikleri ülkenin ekonomisini petrolsüz ve dövizsiz bırakıp boğabilecek bir güce sahip.(Bkz. Petro-dolar sistemi)

Komplo teorisi mi? Değil, her şey ortada: Akademisyenler, amiraller, bakanlar ve diplomatlar, doktrinlerini açık açık yazmışlar ve yazdıklarını harfiyen tatbik etmişler: Alfred Mahan, Halford Mackinder, Nicholas Spykman, Zbigniew Brzezinski, Edward Luttwak, Samuel Huntington, Joseph Nye, David Peraeus, Henry Kissinger… Jeopolitiğin bu ünlü isimleri, İngilizlerin ve Amerikalıların dünyaya sürekli hükmetmesi için neler yapılması gerektiğini her ortamda açıkça ifade etmişler. Tabi bu tahakküme bir takım kılıflar uydurulmuş: Önce Hristiyanlık, sonra üstün(!) beyaz ırk ve nihayet serbest ticaretle demokrasi adına verilen bir mücadele gibi gösterilmiş. Yani sınır tanımayan Anglo-Saxon şiddetine, ideolojik meşruiyet zeminleri ihdas edilmiş. Ama değişen ideolojilere ve teknolojinin ilerlemesine rağmen 150 yıldır değişmeyen jeopolitik sabitler var. 21 harita ve 11 makaleden oluşan bu kitap, Anglo-Saxon hakimiyetini mümkün kılan şartları ve Avrasya’nın kurtuluş yollarını sorguluyor. Coğrafî engellerden ekomik savaş araçlarına ve psikolojik harbe kadar… Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-4

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinİslâm coğrafyasında sürüp giden petrol savaşları deniz yollarından ayrı düşünülebilir mi? Sudan petrolünü Çin’e taşıyan yol Yemen ve Malaka boğazından geçiyor. İran ve Arap petrolünü Avrupa’ya taşıyan yol ise Mısır’daki Süveyş kanalından. Akdenizi’in Atlantik kapısı olan Cebelitarık ve Pasifik’i Altantik’e bağlayan Panama da aynı “uygarların” kontrolünde. Bütün deniz yollarını kontrol eden bu ülkeler hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahipler hem de dünyadaki silahların %90’ını üretip satıyorlar. Ve aynı ülkeler sürekli dünya barışı ve özgürlük için çalıştıklarını söylüyorlar! Kendisini dünyanın mâliki gibi gören bu “uygarlığın” önüne çıkan liderler öldürülüyor, ülkeler işgal ediliyor, hükümetler darbe ile, halklar ise terörle “terbiye” ediliyor. Evet… Bu konulara odaklanan Fikir Kırıntıları serisinin 4cü kitabını ilginize sunuyoruz. Konu başlıkları şöyle:

  1. Bazı çocuklar çikolatadan nefret eder!
  2. Lityum savaşları başladı!
  3. Savaşsızlık, barış değildir!
  4. Bilimsellik aklın emaresidir; bilimcilik ise akılsızlığın!
  5. Denizlere hâkim olanlar nasıl dünyaya hâkim oldular?
  6. Modern savaşlarda neden insan değersizleşiyor?
  7. Teröre karşı sıradan vatandaşların yapabilecekleri 3 şey

“Fikir Kırıntıları-4” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinDerin Savaş

Savaş bir şiddet hareketidir ve bu bilkuvve (potansiyel) şiddetin sınırı yoktur. İnsanlık olarak sürekli savaşmıyorsak bunun sebebi yüksek ahlâkımız(!) değil menfaatlerimizdir. Ancak savaşı sonuçlarından tecrid ederek, sağlıklı bir şekide düşünmek kolay değil. Çünkü yol açtığı ölümler ve maddî zarar o kadar büyük ki her ne pahasına olursa olsun kaçınmak gereken bir anormallik veya uluslararası ilişkilerde bir aksama gibi görünüyor. Oysa her savaşsızlık hâli barış değil; geçici bir ateşkesten ibaret. (Bkz. Barış / Sulh / Peace / Paix / صلح / سلام ) Meselâ iki dünya savaşı arasındaki 1918-1939 dönemine kim “barış” diyebilir? Üstelik her ne pahasına olursa olsun savaştan kaçan bir lider, düşmanlarının ölçüsüz şantajına çanak tutmuş olmaz mı? Adolf Hitler’e akıl almaz ödünler veren Birleşik Krallık Başbakanı Neville Chamberlain gibi savaştan kaçmak için “her pahayı” ödemek, üstelik sonunda yine de savaşmak zorunda kalmak iyi bir strateji mi? Ölmenin değil yaşamanın tesadüf olduğu  savaşta asker, sağdaki yahut soldaki sipere koşarken serbesttir. Belki de en güvenli siperi, bir robot veya bir hayvan, insandan daha iyi seçebilir. Ama insan, vatanı için ileri atılmakla nefsi için geri kaçmak husunda özgürdür. İşte savaşın neticesi üzerinde çok ağır basabilen insanlık faktörü tam buradadır. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür…) Savaş, bütün sosyal bilimcileri zorlamış bir saha. Elinizdeki bu kitap, savaşın mekanik ve insanî veçhelerini en dengeli şekilde işleyen müelliflerden biri olan Prusyalı General Carl von Clausewitz’in fikirlerinden istifade ederek yazılmış bir deneme. Teknolojik ilerlemenin eskitemediği ilkeleri bugünün savaş şartlarında değerlendirdik: Strateji, taktik, cesaret, savaşta aklın önemi ve sınırları… Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-3

fikir-kirintilari-3-kapak Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinArtık gazeteler okurlarıyla, TV kanalları seyircileriyle rekabet halinde. Kimilerine göre Donald Trump bile seçimi sosyal medya sayesinde kazandı. Rakibi Hilary Clinton, Başkan Obama, hatta CNN, FOX gibi kanallar sürekli sosyal medyadan yayılan “yalan haberlerden” (fake news) yakınıyorlar. Belki de yalan haberden değil yalan tekelini kaybetmekten rahatsız oldular? Gerçek ne olursa olsun teknoloji eskiden bir oligarşiye ait olan medya gücünü -bir parça da olsa- sıradan insanların eline verdi. Sosyal medya elbette ırkçılık, iftira ve hakaretin yayılması için uygun bir zemin ama “haber” ve “bilgi” ve bunlara ait yorumları herkesin erişebileceği bir noktaya getirmesi açısından ilginç. Fikir Kırıntıları-3 Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran bir çalışma. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1ve Fikir Kırıntıları-2’nin gördüğü ilgi bize yine cesaret ve güç verdi. Tabi her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için makale ve kitap da tavsiye ettik. “Fikir Kırıntıları-3” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.

Rönesans’ın Kara Kitabıronesans-kara-kitap-kapak Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Rönesans sanatın yeniden doğuşu değil ölümü oldu… ve daha bir çok şeyin! Rönesans’ın fikir dünyamızda açtığı yaralar bugün dahi kapanmış değil. Maddenin mânâyı tahakküm aldığı, adına “Aydınlanma” dediğimiz karanlık çağların miladı hiç şüphesiz bu dönem. Güzel ahlâk ile güzel sanatın irtibatının kopuşudur Rönesans. Bu kopuş yüzündendir ki insanlık sadece sanatta değil siyaset, bilim, felsefe, iktisatta lâdini dünya görüşünü Hakikat’in yerine koydu. Sonradan bütün dünyaya dayatılacak olan Avrupa sanatı Rönesans’tan itibaren bilimselleşti. Anatomi, optik, matematik kuralları ve özellikle de merkezî perspektif sanatta insanî ifade imkânını sınırladı. Sömürgeciliği, dünya savaşlarını ve insanları homo-economicus zanneden ideolojileri doğuran işte bu zihniyet oldu. İnsanlık asırlardır hapsolduğu Rönesansçı perspektiften kurtulabilir; kurtulmalıdır da. Bu kurtuluşun neticeleri ise sadece sanatla sınırlı kalmayacak, ahlâkî, siyasî, felsefî tekâmüllere kapı açacaktır. Rönesans’ın Kara Kitabı bu kurtuluşa katkıda bulunmak amacıyla yazıldı. Başta Pavel Florenski ve Erwin Panofsky olmak üzere George Orwell, Juhani Pallasmaa, Michel Foucault, Ahmed Yüksel Özemre, Zygmunt Bauman, Stanley Kubrick, Cemil Meriç, Henri Lefebvre, Lucien Lévy-Bruhl, Rasim Özdenören, Mircea Eliade, René Guénon gibi sanatçı ve düşünürlerin eserlerinden ve iki değerli araştırmacımızın, Ozan Avcı ile Gönül Eda Özgül’ün makalelerinden istifade edildi. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Medeniyetderin-medeniyet Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Nedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير) Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.

fikir-kirintilari-2 Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinBir kez daha sosyal medyada paylaştığımız mesajları kitaplaştırdık. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 o kadar çok ilgi gördü ki biz de yeni e-kitabı ilginize sunmak için elimizden geleni yaptık… Ve her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Fikir Kırıntıları-2’nin konuları şöyle: Taktik ve Strateji, Enerji, Vatikanizm, Gündem Zehirlenmesi, İslâm Sanatı, Kanlı Fotoğraf Yayma, 1 Mayıs, Amigo-Tarihçi, Futbol, mafya, uyuşturucu, fuhuş ve terör, Namaz illâ namaz, Müslümanlarda içe kapanma ve dışa açılma, Neden okuyalım? Ne okuyalım? Nasıl okuyalım?, Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz?, Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî, Sosyal Medya, Gurbet, Çirkin Şehir, Devrim, Yeni PKK ve “Private Security”, Şifalı ottan zehir yapma, Kadına Karşı Şiddet, Liberalizm, Gerçeği görme, Çalışan kadın, Suriye, Tasavvuf, Hollywood-Pentagon, Beyin yıkama ve psikolojik harp. Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları – 1fikir-kirintilari Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak  bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 7kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimlerde bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.Önceki kitap sohbetleri:

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinDerin Lügat 9.0

Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

  • 9cu sürümdeki yeni kelimeler: Tarihin Sonu, Beyin Göçü, Kölelik, İnsanlık, Maske, Vermek.
  • 8ci sürüme eklenen yeni terimler: Fetih, Estetizasyon, Rönesans, Amerika’nın keşfi, Çelişki, Mecazî aşk, Big Data, Nobel Barış Ödülü, Allah korkusu, İnsan Kaynakları, Gaflet, Batı, Objektif Bilgi.
  • 7ci sürüme eklenen yeni terimler: Uluslararası adalet, Az gelişmiş ülke, Hoşgörü, Kabz, Büyüme, Gerçek sonrası, Realpolitik, Kaos.
  • 6cı sürüme eklenen yeni terimler: Demokrasi, Muhafazakârlık, Kuvvetler ayrılığı, İnovasyon, İlerleme, Erken – Geç.
  • 5ci sürüme eklenen yeni terimler: Hissiyat – Maneviyat, Tanrı Parçacığı, Bâkî, Kelime, Cehalet, Mürşid, Evvel, Büyük Patlama.
  • 4cü sürüme eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.
  • 3cü sürüme eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik? “Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın(intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir. İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinGüzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”. İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocuklarıoteki-sinemanin-cocuklari Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Yakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeleryerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6 Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

tezyin_kapak-150 Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinT.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.

freud-kapak Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor. Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinFethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: 5inci sürüm, 11 Ağustos 2016)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde “pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. Sonra bir gün… Mavi Marmara! Doğu Akdeniz’de, uluslararası sularda oyuncak ve gıda taşıyan bir gemi saldırıya uğradı. Masum ve silahsız insanlar öldü. Psikopat bir devletti bunu yapan. İsraillileri hapsettiği korku duvarları Filistin’i hapseden beton duvarlardan daha yüksekti. Ama Fethullah Gülen İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Bu terörist devletten “otorite” diye bahsediyordu. Gülen’e göre İsrail Doğu Akdeniz’in efendisiydi, uluslararası sularda bile masum sivilleri öldürme hakkına sahipti. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyordu. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyordu. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişiminde yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların teşkilâtı sonradan mı kokuştu?  Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdıryitik Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir? Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.

İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirindemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor. Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?Hükümeti_devirmek_kapak Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı. Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcular Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinAleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek. Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

kitap tanitan kitap 5 Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinKitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz. hamza_yusuf Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin 

Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reform konulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kc Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”. Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitapBatı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinİnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 4

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinAlışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitapAktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)
Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinBir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu. Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 8 mayıs 2013)

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinYokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.

Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen ScarboroÜcretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?

“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)

Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinSöz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımız Mehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil, yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinHalkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008’de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99’un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinEtnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinDerin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinKitap Tanıtan Kitap 2

Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.

Ölümden Bahseden Kitap

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinÇocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinİnsan’sız Sinema Olur mu? Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır. Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinÖyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinRoman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Değerli yazarımız Suzan Nur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinİslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câzMesnevîMakasıt-ül Felasife Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinZaman insanın hissiyatıyla algılayamadığı, bilimsel, düşünsel, hatta psikolojik boyutları olan bir gerçeklik. Zaman yaşadığımız hayatın kendisi. Ama bu kadar önemli olan Zaman ile aramıza mesafe koymak, Zaman’ın dışına çıkıp onu keşfetmek mümkün mü?

Zaman konusundaki bu ilk kitabımızda Derin Düşünce yazarları zor bir işe girişiyorlar: Zaman’ı düşünmek ve Zaman’ı yazmak. Zaman’ın NE? olduğunu sorgulayacağımız ikinci kitaptan önce NASIL? olduğuna baktık bu ilk makalelerde. NE? ve NASIL?soruları Zaman’a bakışımızda ana ekseni oluşturuyor çünkü bilimsel yolla, deney ve gözlemle ilerleyemediğimiz anlarda düşüncenin yardımına Sanat yetişiyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinEvet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 1

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinKitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinKendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinGazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinAlaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970’lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinDerin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına”kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır 🙂

Liberalizmin Kara Kitabı

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinLiberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARIda var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinMaymunist imanla nereye kadar? (Tartışma)

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşkyoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin epistemolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 6 Nisan 2014)

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinİnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

Ermeniler ve Türkler

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Ermeni kimliği var oldukça 1923 model Türk kimliği bozuk bir makine gibi gıcırdamaya devam edecek. […] Neden bize bu kadar benziyorlar? Pastırması, sucuğu, yaprak dolması, müziğiyle, gelenekleri, ailelerine bağlı oluşlarıyla bir de Türk’ten daha fazla Türk mü onlar? Yoksa bu mu bizi sinir eden? […] Artık Anadolu insanının %100 safkan Türk olmadığını, tersine bütün bu etnik unsurların karışımı ve mirasçısı olduğunu idrak etme vakti gelmedi mi? Artık TEK BİR “BİZ” olduğunu, atalarımızın bir kısmının Kürt, diğer bir kısmının Rum, Gürcü, Arap, hatta ve hatta Ermeni olduğunu idrak etmemiz gerekmiyor mu? Buradan indirin.

Yahudi oldukları için mi zalimler?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinİsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Ak Kitabı

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın”çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Para Yenir mi?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinİnsanlık endüstri devriminden bu yana doğayı şekillendirecek güce sahip. Ancak bu şekillendirme gücü yaşamı değil de maddî çıkarları koruyacak biçimde kullanılıyor. Fakir ülkeler, aynı ülke içinde yaşayan fakir insanlar, bitkiler ve hayvanlar “vahşi doğadan” bile daha vahşi bir kirletme özgürlüğünün(!) kurbanı oluyorlar. Gelecek asırda hep beraber keşfedeceğiz paranın yenip yenmeyeceğini. Yok ettiğimiz balıkların yerine Amerikan doları koyup koyamayacağımızı… Buradan indirebilirsiniz.

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Türkiye bölünür mü?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

Derin İnsan

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinSuzan Nur Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinDevlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinAmerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz.ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 

musluman-zamanla-imtihan-surum-2 Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinMüslüman’ın Zaman’la imtihanı 

(Gözden geçirilmiş 2ci sürüm, 5 Mayıs 2016)

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmeninbedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 122 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Bir pozitivizm eleştirisi

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinHayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericiliklebağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradanindirebilirsiniz.

“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin”bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız. Buradan indirin.

Zorunlu Askerlik Gerekli mi? (Tartışma)

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinZorunlu Askerlik bir çok insanımız için bir görev ama aynı zamanda bir çile. Ülkemizi savunmanın daha akıllıca bir yolu yok mu? Bu konuyu yaklaşık bir yıl boyunca tartıştık. Üç makale işaret fişeği görevi yaptı. Yüzlerce okurumuz değişik önerilerde bulundu. Kimileri “aman dokunmayın, böyle çok iyi” derken askerliğini yapmış olan arkadaşlar tecrübelerini paylaştı. Evet, belki de ilk defa bu konu gerçekten muhatabı olanlara yani Türkiye’nin vatandaşlarına soruluyor. Zorunlu askerlik gerekli mi? Bir yıllık kolektif çalışmanın ürünü olan bu 276 sayfalık kitap konuyla ilgili herkes için birinci elden bir bilgi kaynağı. Buradan indirebilirsiniz.

Kadın hakları ve Kemalizm

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

Türk solu iktidar olur mu?

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinKendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirinYazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Ücretsiz kitap indirin82 kitap indirin

Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010

”Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010″ adlı bu çalışma son iki yıl süresince en çok konuşulup, tartışılan temel sorunlarından biri olarak karşımızda duran başörtüsü yasağına dönük bir dökümantasyon çalışmasıdır. Raporun ana omurgasını, iki yıllık süreçte başörtüsü eksenli yaşanan hak ihlalleri ve buna karşı sergilenen tutumların, davranışların ve tavırların kronolojik bir sırada aktarıldığı almanak tarzı bir arşivleme çalışması oluşturmaktadır. Raporun sadece yasak uygulamalarından ibaret kalmaması; soruna dair gösterilen tepkilerin, politik aktörlerin demeçlerinin ve yasak karşıtı çeşitli etkinliklerin de yer alması; konu etrafında oluşan gündemin ana hatlarıyla aktarılarak, dönemin genel fotoğrafını çerçeveleme kaygısıyladır. Böylece araştırmacılar, bugün ve ileride başörtüsü sorunu etrafında yapacakları çalışmalarda, Türkiye’de ve dünyada başörtüsü sorunu etrafında 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan gelişmeleri, oluşan gündemi izleme imkânı bulabileceklerdir. Raporu buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 105 Yorum

  2. Yazan:Mustafa Tarih: May 4, 2010 | Reply

    Sag olun Mehmet bey…
    Ilim ve dinin catisma icinde oldugundan kasd edilen nedir hic sorulmamisti.
    Burda “din” hiristiyanliktir. Batida felesede “din” denildimi daima veya cogu zaman hiristiyanlik kasd ediliyordu.
    Bunun en acik isbati “din” konusunda izahlari baglantilari daima hiristiyanligin meseleleridir.
    Evet dogrudur hiristiyanligin ile ilimin bir baglantisi yoktur. Teslis inanci akla mantiga zittir. Bunu Tertullian isimli ilk kilise babalarinin ta 4.-yy. ifade etmisler. Kücük cocugun günahli dogmasi sonra HZ.Isaya ilah demeleri. Ve üstelik ellerindeki incil nüshalarin kaynalarinin karanlik olusu ve uzun zamanlar sonra yazilmasi ve bircok Eski ahitde olan ilme mantiga zit ifadeler gibi nice konular hakki ile bu din ile ilimin ayri yollar gittigini acikca barizce ifade eder. Üstelik kilise eflatunculukdan aristotelizmden fen ilimlerine zit bircok inanclar almislardi. Buda mühim konu.
    Kilise inanclarinin temellerini inkar etmedikce yeni fen bilgilerine prensib olarak kars cikmamisti. Büyük hata eski yunandan kalma bazi tabiat fesefesinden kaynaklanan inanclarda israr etmesi idi )mesela gökyüzündeki gezegenler yildizlar mutlaka daire seklinde hareket etmeli imis. Nicolas Kepler bu dairelerin yuvarlak degil eliptik seklinde oldugunu isbatlayinca kilisenin basina “kubbe yikildi”). Sonra ilim düsmanligi su sebebdende ortaya cikti. Ihtilaller ve aydinlanma zamanlarinda genelde kilise karsi gücü savundular. Krrallari, asilzadeleri ve toprak zenginlerini…bu aydinlarda müthis alerji yapti. Kilise kritigidin kritiginedönüstü. SOnralari teknolojik gelismelere bakip “artik fen ve teknik hayatimizi ve dünya görüsümüzü belirler” deyip kilise ve dinin “luzumsuzluguna” inananlar az degildi.

    Din ve ilimin farkli oldugunu iddia edenler oldugu gibi karsit oldugunu iddia edenlerde vardir. Farklilik inanci eflantunculuktan gelmedir. Eflatun inanmayi ve bilmeyi farkli tutar ve bilmegi inanmanin üstüne yerlestirir. Velakin Eflatun hangi ve tür inanmagi kasd etti onu bilmek isteyen pek cikmaz. Yahudilikte din ve ilim zit veya farkli degildi. “Hikmet” kelimesi hem ilahi hikmeti hem insanlarin dogru olarak hesabladiklari ve teknik bilgilere “hikmet” ve özü cümlelerede hikmet diyorlar. Hiristiyanlik ise eflatunun yolundan gitti ve Paulus denilen esasta hiristiyanligin kurucusu lan bu adam “ilahi hikmet” ile “dünya hikmetini” birbirine ters görür. Ikincisi kötüdür onda. Aydinlanma hareketinde özellikle alman aydinlanmasinda fransizlardaki gibi sert din düsmanligi yapilmadi. Sahalari bölmek istediler. Kant isimli filozof “inanmaya yer acabilmek icin bilmenin/ilimin sinirini daralttim.” diye yazmisti. Yani hiristiyanligin temelden ilim ve bilim ile derin meselesi oldugu icin ve bilim ilerlemesi ile kilisenin ilim iddiasini tutamayacagi icin kilisenin kendiliginden “ilim iddiasindan” vazgecmesi söz konusudur. Nitekim öyledir artik. Batida siddetli bir inanc var : ilim ve din farklidir inanci. Her okulda her universitede öyleokutuluyor ve nice felsefi akimlar aynisini söylüyor.
    Simdi müslümanlar “ilim ve din aynidir” veya Islam ilim dini” dedilermi bunlar hemen kiyas yapiyorlar. Yani hiristiyanlik icin gecerli olani bütün dinlere genellestirmek istiyorlar.
    Batida felsefede “ilim teori” denilen inglizce “philosophy of science” denilen almanca “Wissenschaftstheorie” denilen dalda ilimin tarifi yapiliyor. O tariflerde Kantdan beri su sinirlama getirilmis : “his organlari ile baglantili olmak” yani tecrübe edilemeyen his edilemeyen veya aletlere ulasilamayan seyleri ilmi sahadan uzak tutmak. Böylelikle metafizik konulari uzak tutmaga gayret ediyorlar. Bu tarifin problemligi vardir ama maksat önemli ölcüde siyasidir : Universitelerde ideolojik ve dini nufusu uzak tutmak icin. Ateist, dindar, cesitli dinlerdeki insanlar universitelerde dini ve felsefi konulardan girmemelerini istemek. Universitelere tek hakim devlet olsun arzusu.

    Naturalizm, positivizm felan bunlar din-ilim karsitligini savunmaktan ileri gelmediki Hiristiyanligin biraktigi boslugu cesitli felsefeler dolduruyordu ve teknik ve fen ve cesitli ilimlerin parlamasi ile 19.yy da insanlarda psikolojilerinden büyük degisme oldu. O zamanlardaki icatlar vekesfler insanlari büyülüyordu. Düsünün 1760larda genc universiteli insanligin tarihini 7000 yil biliyor ve bütün profesörleri öyle anlatiyor. 20 sene sonra bu adam insanligin tarihini yüzbin yillar olamasi gerektigine inaniyor. Nice kesfler ve buluslar eski ile yeni arasinda büyük ucurum gösteriyordu. Ilimi gelismeler “sihirli” gibi insanin suuruna büyk tesir yapiyordu. Elektrik lambanin kesfini düsünün veya makinelerin icadi. Asiri gelismelerin getirdigi serhosluk icinde “hersey maddedir” herseyi fen ilimi belirleyecek” diye azitanlar oldu. 1. dünya savasinin getirdigi vahset ile o asiri hallerde gerileme oldu.

    Biz batiyi ismanin ilmi oldugunu inandiramayiz cünkü siddetli bir inanctir onlarda din ile bilim ayri olusu. Bu inanci tesvik eden devlettir. Düzeni korumak icin bunu sart görüyor. Yani profesörleri entellektuelleri ikna etmek ile birsey degismeyecek. Zaten onlarin kariyerleri o an biter. Darvinizm konusu bariz sekilde ortada. Darvinizmin dogru oldugu icin degil veya yanlis oldugu degil sadece inasanlari “nereden geldik” sorusunu dinlere birakmamak icin. Kiliseyiuniversiteden ve ilimlerden uzak tutmak icindir. Darvinizm isbatlamak mümkün degil zaten büyük biyologlar inanmiyorlar darvnizme ama halka isbatlanmis genelde kabul görülmüs gibi yutturuluyor. Burdada konu devlet siyasetidir.

    Nurcularin “ilim ve dini baristirmak” lazim gibi sözlere dikkatli olsalar yeridir cünkü ilim ve islamin ayri kalabilecegini kabullenmek vardirki bu mümkün degil.
    Müslümanlar, yahudiler, hindular vesaire ilim ve din farkli degildir. Hiristiyanlar ise bir hastaliklari var herseyi belirleyebileceklerine inaniyorlar. Herkesi kendileri gibi zan ediyorlar. Onun icin b konularda onlarla munazara coook zor.

  3. Yazan:Atılım Ateş Tarih: May 4, 2010 | Reply

    Mehmet Bey,

    Yazınızı ilgiyle okudum. Bilime ve bilimsel metoda karşı çoğu son derece tanıdık olan eleştirileri akıcı bulduğum bir tarzda sıralamışsınız. Birikimim el verdiği ölçüde bu eleştirilerden bazılarını cevaplamak istiyorum.

    Cevaplamaya başlarken ortak bir zeminimiz olduğunu vurgulamak istiyorum; sizin sözlerinizle

    Din ve bilim aynı gerçeğin iki farklı düzlemdeki ifadesinden bir açıdan da birbirini tamamlayan iki yüzünden ibarettir…

    Ayrıca

    Bilim (külli) irade ve Kudret’e dayanan “İlahi Kanunların” keşfi neticesinden ortaya konan prensiplerden başka bir şey değildir.

    sözünüze de katılıyorum.

    Fikir ayrılığımız bundan sonra başlıyor. Öncelikle son alıntıladığım sözünüzün devamında dile getirdiğiniz

    Bilime şu an ki olağanüstü mevkiini verenler, dini inkar veya kasten göz ardı eden bilim adamlarıyla, onlarla ittifak eden birtakım sermaye ve güç merkezleri olmuştur.

    gözleminize itirazım var. Bilime olağanüstü mevkiini verenler bizleriz Mehmet bey, ben ve siz bugün bilimin nimetleri sayesinde haberleşiyoruz. Hergün işe giderken bindiğiniz araçlar bilimin nimetlerinden biri. Gece olunca bir düğmeye basıyorsunuz, bilim size ışık sağlıyor. Tüm bu nimetlerin karşılığında para veriyorsunuz, bilime mevkii veriyorsunuz.

    Üstelik bu gözleminiz, tüm bilim adamları dini inkar eder ya da kasten göz ardı eder gibi bir kabulü içeriyor yanlış anlamıyorsam. Dindar, iman eden bilim adamı yok mudur?

    İkinci itirazım, aslında yazınızın büyük bir kısmını oluşturan bilimi cevaplayamadığı sorular üzerinden eleştirmenizdir. Bilim tüm sorulara hemen bugün cevap bulma iddiasında değildir, olamaz da. Öyle bir iddia, şüphesiz kainatı yaratan kudrete hakarettir. Kainatın yaradılışının sırrına bir günde vakıf olunmaz, bir ömürde vakıf olunmaz, hatta belki hiç vakıf olunmaz. Ama sır perdesinin ucu az da olsa kaldırılabilir.

    Tabii bu sır perdesini aralamaktaki motivasyon, genelde kanunları anlayıp onları kullanmaya yöneliktir. İtirazınız bu motivasyonaysa, bunu konuşalım.

    Taa baştan beri insana ne yiyip ne içmesi gerektiğini ona kim öğretti veya ilham etmişti acaba? Öyle ya insanoğlu, kendine neyin faydalı neyin zararlı olduğunu keşfedinceye kadar, soy sop, sahibi olması bu denli uzun yaşaması dahi ihtimal dışıdır…

    demişsiniz. Dünyada binlerce farklı kavim var, ve bu kavimlerden bazıları çıplak da yaşıyor. Her kavim farklı şeyler yiyip içiyor. İlk defa nerede ve nasıl (ve belki de neden) yerleşik düzene geçilip toprağın ekildiğine dair araştırmalar da sürüyor. Belki de cevaba çok yakınız, belki bu sır perdesi de aralanacak.

    O zaman inancınız zayıflayacak mı Mehmet Bey? Belki Allah’ın bize verdiği, bilginin kendisi yerine inceleyip anlama ve kullanma becerisidir. Bir de bu açıdan baksanız? Allah’ın kudretini bugün bilmediklerimize bağlamak yerine, her gün keşfettiklerimize bağlasanız?

    Oysa gerek kainatın teşekkülü gerekse varlığının mucizevi bir şekilde devam etmesi, olasılık hesaplarına göre mümkün değildir.

    Bu olasılık hesaplarından bahsedilip duruyor. Ama ben bir türlü bu hesaplara denk gelemedim. Elinizde bu konuya dair bir link varsa bana gönderebilir misiniz? Ayrıca kainatın nasıl teşekkül ettiğine dair bir fikrimiz yok bildiğim kadarıyla, teşekkül ettikten hemen sonra neler olmuş o konuda teoriler var sadece. O yüzden başka ne olasılık vardı, ya da olasılık var mıydı bilmiyoruz.

    Mesela bu esnada insan cenine yapı taşları olarak giden milyarlarca zerreden bir kaçı yanlış bir yere gitse…

    Hamilelikler neden bazen düşükle sonuçlanır?

    Zira insan doğduktan … söz konusu yapı taşları yine ilgili organın ilgili hücresine şaşmaz bir düzen içerisinde gitmektedir.

    İnsanlar neden kanser olur?

    O halde insanın da, kainatın da meydana gelebilmesi ve varlığını devam ettirmesi tam bir mucizedir.

    Bir mucize olduğu doğru, ama neden bu mucizeyi illa bilgi dağarcığımızdaki boşluklarda arıyoruz?

    Bilim, 108.000 km/saat hızla “dünya dönüyor” diyor, din ise; sebepler dairesinde ve hikmetine binaen Yüce Kudret tarafından “dünya döndürülüyor” diyor…

    Burada Gazali’den bir alıntı yapacağım. Tahafut Al-Falasıfah kitabının İngilizce çevirisinden Türkçe’ye çevirerek yazıyorum:

    Eğer siz, güneş ve ay tutulmasının olacağı zamanı, tutulmanın tam mı parçalı mı olacağını ve ne kadar süreceğini öngörebilecek kadar bu konuya çalışmış, bu konudaki tüm verileri incelemiş birisine derseniz ki: bunlar dine aykırıdır, onun dine inancını zayıflatırsınız, bu şeylere değil. Dine daha büyük zarar, dinin sistemli çalışan düşmanlarından çok sistemsiz/usule uygun olmadan çabalayan taraftarından gelir. Atasözünün dediği gibi, akıllı düşman cahil dosttan iyidir.

    Yazınızdan bir paragrafı kendimce yeniden yazarak yorumumu bitireceğim:

    Din ve bilim aynı gerçeğin iki farklı düzlemdeki ifadesinden bir açıdan da birbirini tamamlayan iki yüzünden ibarettir dedik. Dolayısıyla aralarında en ufak bir çatışma veya çelişki olamaz… Çatışma bazı dindarların zihninde olur. Onun henüz gerçekleri kavrayamayışından, teorilerle hakikatlerin bağlantılarını göremeyişlerinden veya yanlış bir bilim anlayışına sapmış olmasındandır.

    Bilim dinle çatışmaz. Bilim, Allah’ın sıfatlarını bilmediklerimizde arayan bakış açısıyla çatışır. Çünkü bu bakış açısına göre: Bilimin attığı her adım Allah’ın kudretini azaltır, insanların gönlündeki imanı zayıflatır. Ama bu bakış açısı hiç düşünmez, benim iddialarım bilim karşısında yanlışlandıkça beni dinleyenlerin imanı zayıflar diye.

    Soruyorum size, imanı zayıflatan bilim midir, başından beri bilinmezlikleri Allah’ın kudretine işaret kabul eden anlayış mı? Bilime daldıkça dinden uzaklaşan insanların vebali kimin boynunadır, bilimle uğraşan insanın kendisinin mi, bilinmezlikten keramet yaratmaya kurgulanmış bir anlayışla ona dini anlatan büyüklerinin mi?

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  4. Yazan:MY Tarih: May 4, 2010 | Reply

    iman da bir “bilme” seklidir ama 2010’da yasayan insanlar bu bilme seklini unuttular ya da kaybettiler. Yaziyi okurken aklima gelen bu oldu. Dogayi seyretmek ama ibret ile seyretmek lâzim. Bati dillerinde güzel bir kelime var: conTEMPLation. Tapinak ile etimolojik bir ortakligi var bu kelimenin. Kimi sözlüklerde TANRI’YA YAKLASTIRAN BAKIS olarak geçiyor. Zannediyorum ibret ile bakmaya yakin bir kavram neticede.

    Evet, yazar Mehmet Bahadir kardesimin o küçücük çocuk disine “hayretle” bakabilmesi sadece bir iman vesilesi degil bir ögrenme metodu, bir bilme sekli. Bir son degil, bir baslangiç.

    Meselâ çok güzel bir tabloya bakarken insan bazen o kadar etkileniyor ki tuali delip geçiyorsunuz ve ressamin o anki hislerine, arzusuna temas ediyorsunuz. Bunu yapamayan bir insan (kanaatimce) insanligini da tam olarak yasaMIyor demektir. Meselâ günes batarken husu içinde denizi seyredenlere gidip “amma da abarttiniz, bak bak su iste!” deseniz ya size gülerler ya da acirlar degil mi?

    Simdi bir gün batisini ya da bir bebek gülüsünü seyrederken bunu Yaratan’in sanatini görMEmek körlük degil midir? Böylesi bir güzellige odaklanip da insanin bir an için olsun benliginden siyrilmasi, içinin titremesi ve gözlerinden yas gelmesi gerekmez mi?

    Nasil ki kelimelerin mânâlari varsa dogadaki sekillerin, renklerin, hayvan ve bitkilerin de mânâlari var. Yoksa köpek/dog/chien kelimesi havlamaz, elma/apple/pomme kelimesi yenmez. Ne mutlu Sanat’a bakip Sanatçi’yi idrak edebilene…

    tefekkur

  5. Yazan:Amir Töre Tarih: May 4, 2010 | Reply

    Yazının başlığı bilimden (aslında) pek de hoşlanmayan bir zihniyeti ifade ediyor. Yazının ana fikrine itirazlarım var. Bilim ile din çatışabilir. Bu gayet doğaldır. Bunun temel nedeni de yöntem farklılığıdır. Din kutsallığı olan mutlak doğruları kabul eder ve diğer bütün olguları da bunlara dayandırır. Bilim için ise kutsal ya da mutlak doğru yoktur. Sadece yanlışlanma potansiyeli olan hipotezler vardır. Hipotezler yanlışlanma sınavlarından geçtikçe teori adını alır ve gerçeğe bir adım daha yaklaşırlar. Bu süreçte bilim dini ön kabullerle karşılaşınca da onları sorgulamak zorundadır, aksi halde bilim olmaktan çıkar. Bu nedenle bilim din ile çatışabilir. Dünya tarihinde bilimin sorgulaması ile karşılaşan dini ön kabullerin önemli bir kısmı değişmiştir. Modern bilim Hristiyan toplumlarda gelişmeye başladığı ve karşısında da kilise gibi güçlü ve somut bir kurum olduğu için bu çatışma daha gözle görünür şekildedir. Ancak bu durum İslam dini tamamen modern bilimle uyum halindedir anlamı çıkmaz. İslam önderlerinin doğa bilimleriyle ilgili iddiaları kilisenin iddiaları kadar keskin olmadığı, İslam temel iddialarını doğa bilimlerine dayandırmadığı için İslam’ ın bilimle çatışması çok ön planda olmamıştır. Ancak gene de günümüz bilimiyle İslam’ ın önemli çatışmaları vardır. Bunlara en tipik örnek evrim teorisidir. Tamamen bilimsel bir teori olan ve eldeki kanıtları en iyi şekilde açıklayan bu teori, birçok müslüman tarafından İslam’ a uygun değil düşüncesiyle doğru dürüst incelenmeden yanlış olarak kabul edilmektedir. İşte bu açıkça Bilim ile İslam’ ın çatışmasıdır. Bir bilimsel teoriyi yanlışlamak için bilimsel kanıt getirmek gerekir. Kuran^da yazılı olanlara dayanarak bilimsel bir teori yanlışlanamaz.
    “Bilim ile Din çatışmaz” demek sadece bir “wishful thinking” örneği olarak adlandırılabilir.

  6. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: May 4, 2010 | Reply

    Atılım Ateş Bey

    Hamilelikler neden bazen düşükle sonuçlanır?
    İnsanlar neden kanser olur?(A.A)

    Şunun için olabilir mi Atılım Bey;

    “Ey kulum, bütün hadiselerdeki ahenk, nizam, seni oyalamasın, olayın failini sana unutturmasın. Bak ben istersem sebepler dahilinde ve sır perdesinde ahenk ve nizamı da bozarım. Hem ben ölümü ve hayatı imtihan için yarattım. Her şey benim iradem neticesinde gerçekleşir. Herşey bir makine gibi tam otomatik işliyor demeyesin diye sana varlığımı hatırlatıyorum. Bunda insanoğluna ibretler vardır ” mealinde bir mesaj olarak algılayabilir miyiz?

    Allah’ın kudretini bugün bilmediklerimize bağlamak yerine, her gün keşfettiklerimize bağlasanız?(A.A)

    İnsana da pay biçelim öyle mi?
    Sahi insanoğlu neyi keşfetmiştir Atılım bey…Beşerin başarıları nelerdir mesela bir sıralasanız da aydınlansak? Uçak mı, füze mi, denizaltı mı ? Bu durumda, esir ve hava denizinde yüzen yıldızlar ve seyyareler bu (sözde) başarıya karşı çıkmaz mı? Yerküre, ay, Güneş; Kur’an adına sözde bu başarılara ve keşiflere “burada cirmin ve değerin kadar yer alabilirsin” demez mi?

    Beşerin elektriği mi, ampulü mü başarı ? Güneşi yıldızları nereye koymayı düşünürsünüz bu durumda ?

    Hepsini geçtim…Tek bir sinek örneği versem size…Evet tek bir Sinek beşerin en ince sanat ve harikalarının karşısına çıkıp, “Susunuz, sizin benim bir tek kanadım kadar değeriniz yoktur. Sizdeki bütün ince cihazlar ve hassas sanatlar bir araya toplansa, benim vucudumdaki ince sanat ve nazenin yanında hatta bir kanadım yanında pek bir sönük kalır ” diyecek ve “Allah’tan başka ilah diye çağırıp kendilerine yalvardıklarınızın hepsi bir araya gelse bir sineği yaratamazlar” (Hacc 73.ayet) mealindeki ayet onları susturacaktır. Başarılarıyla gurura kapılan beşer bilseniz ne kadar zavallıdır.Tek bir ot karşısında bile mahcuptur anlayana…

    İkinci olarak;

    Dünyada binlerce farklı kavim var, ve bu kavimlerden bazıları çıplak da yaşıyor. Her kavim farklı şeyler yiyip içiyor. İlk defa nerede ve nasıl (ve belki de neden) yerleşik düzene geçilip toprağın ekildiğine dair araştırmalar da sürüyor. Belki de cevaba çok yakınız, belki bu sır perdesi de aralanacak.
    O zaman inancınız zayıflayacak mı Mehmet Bey?(A.A)

    Bilimsel buluşlar, ve çoğu doğrular, teori veya geçici doğrular mertebesindedir. Dolayısıyla her an yanlış oldukları ortaya çıkabilir. Bu yüzden Kur’anı hemen yeni bir bilimsel buluş ve teoriyle tefsire girişmek, birtakım zihinlerde tamiri zor şüpheler doğuracağı gibi, Kuranın o nihayetsiz manasını da daraltacaktır. Ben bu yazıda öyle bir yanlışa düştüğümü sanmıyorum… Özellikle Dekat’ın, Kartezyen Dualizminden bahsettim.
    Kuranı açıklamaya çalışırken bilimden faydalanmak ayrıdır. Kuranı bilim istikametinde açıklamaya çalışmak ayrıdır…

    Son olarak

    Seyredenin gözünde en ufak bir aşk pırıltısı yoksa, kainat ve hadiseler basit bir görüntüden başka bir şey değildir. Güneş bilmem ne kadar uzaklıkta bir ışıldaktır. Yıldızlar bulutların ötesinde donuk ve bulanık bir ortamda titreşirler. Ağaçlar kütüktür. Isınmaya yararlar. Cinsel organımız sex ve haz için vardır. Çiçekler ve böcekler sadece ürerler. Ateş yakar, su ıslatır…

    Toprak ise asfaltlanacak bir zemindir.
    “Aşk imiş her ne varsa alemde ” diyen Fuzuli ne demek istemişse ?
    Ancak bakmasını ve okumasını bilene…
    Rabbim bizleri, okumasını ve bakmasını bilenlerden eylesin inşallah…

    Yazıdan çok bir şey anladığınızı düşünmüyorum. Ya da ben derdimi anlatamadım.
    Bu yüzden oldukça üzgün olduğumu belirtmeliyim.

    Saygılar…

  7. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 5, 2010 | Reply

    Amir bey,

    Bu ülkede aydınlarımızın en sık yaptığı hatalardan biri İslam’ı, Batı gözünden okumaktır. Kiliseleri, papası, engizisyonu, afarozu, günah çıkarması, bilmemnesi olan “Hristiyanlık” yerine, o da din, bu da din diye “İslam” konur ve İslam’ın bilimle çatışacağı a priori kabul edilir. İslam’ın bilimle çatışması diye bir şey absürddür. Allah’ın yarattığı ile söyledikleri nasıl çatışır? Şeriat dediğimiz şey Kur’an hükümlerinden ibaret değildir; fotosentez de, suyun kaldırma kuvveti de, yerçekimi de şeriattır. Çatışma ancak insan zihninde olabilir.
    Evrim teorisine gelince; bu teori, Dawkins’in dediği gibi ateistlere tutunacak bir dal olmuş bir teoridir. Sözümona bir tanrıya ihtiyaç olmadan da evrenin ve canlıların oluşabileceğini açıklayabilmektedir. Doğrusu Darwin’in değil ama Darwincilerin bu küstah tavrı dindarların teoriye soğuk bakmasına sebep olmuştur. Halbuki canlı çeşitliliğini anlamaya çalışan müslüman bilim adamları Darwin’den yüzlerce yıl önce tekamül nazariyesini ortaya atmışlardır. Ama tarihin son iki yüzyılı dışında, hiçbir zaman ateizm diye bir olgu bulunmadığı için bunun tanrıtanımazlık için bir araç olarak kullanılacağını düşünmemişlerdir bile.
    Yani ortada dinin bilimle değil ama bilimi kendi felsefesine alet edenlerin dinle bir çatışması olduğundan bahsedilebilir.
    Bilim adamları, gözlem-deney-objektivite sınırlarını aşıp felsefe yapmaya başlayınca din-bilim elbette çatışır.
    Evrim teorisi önemli bir teoridir ve birçok bilim disiplininde farklı açılımlara yol açmış, insanlığa büyük hizmette bulunmuştur. Newton da, mesela, sanayinin önünü açan bir adamdı. Çok şükür bilim onda takılıp kalmadı. Bugün işlerin hiç de bu kadar basit olmadığını biliyoruz. Darwinizm de önce ne idüğünü bilmediği hücreyi canlının en basit yapı parçası olarak kabul etmişti. Sonra elektron mikroskobu icad oldu. Bir baktık ki hücre, bir şehir gibi kompleks bir yapı taşıymış. Hem hiç de öyle tuğla gibi birbiriyle ilişkisiz değil, bütüne dönük çalışan muazzam bir yapıymış. Sonra neo-Darwinizme dönüştü, mutasyonlarla açıklamaya başladılar çeşitliliği. Bilim durağan değil, sürekli kendini yeniliyor.
    Yalnız şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bilim hiçbir zaman “vee Tanrı varmış…” veya “sonunda Tanrının olmadığı bulundu” gibi bir keşifte bulunmayacak. Bu tip çıkarımlar insanların felsefelerinin ve hislerinin ürünüdür. Ve şöyle bir geçmişe bakınca, öldükten sonra yanlış olduğu ortaya çıkan bilimsel sonuçlarla telef olan o kadar çok insan görüyoruz ki, insanın bu felsefi çıkarımları yaparken ne kadar dikkatli olması gerektiği ortaya çıkıyor. Kur’an’da “sizden evvelkilerin başına gelenler” derken, ben bu ayetlerde tufan, taun, yıldırımdan çok musibet olarak inkar, küstahlık, baş kaldırma görüyorum.
    Allah var mı yok mu tartışmaları da çocuk oyunlarıdır. Allah’ın varlığına delil için çöller aşmak, gezegenlere gitmek gerekmez. İçinde O’nu hissedemiyorsan zaten iş bitmiştir.
    Ararsan Mevla’yı kalbinde ara
    Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir

  8. Yazan:otomatik mandalina Tarih: May 5, 2010 | Reply

    “Ama tarihin son iki yüzyılı dışında, hiçbir zaman ateizm diye bir olgu bulunmadığı için bunun tanrıtanımazlık için bir araç olarak kullanılacağını düşünmemişlerdir bile.”

    ekrem bey,

    belki şöyle desek daha doğru olacak : son iki yüzyıl dışında ateizm hiç bu kadar taraftar bulmamış ve felsefi bir düşünce olarak hiç bu kadar itibar görmemişti. son iki yüzyıl dışında ateizm hiç bu kadar akıllıca (!) ve kurnazca savunulmamıştı.

    çünkü vedantaların evren tasvirini fazla abstract bulan bazı hintlilerin ateizmi epey benimsediğini biliyoruz. en azından ben buraya kadar takip edebiliyorum.

  9. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 6, 2010 | Reply

    sayın otomatik mandalina,

    Evet dediğiniz gibi olmalı. Belki argüman eksikliğinden sinik kaldıklarından bahsedilebilir. Son dönemeçte iyi depar attılar, dindarlarla dalga geçmeye bile başladılar. Maçın sonucunun nasıl olacağını hepimiz merak ediyoruz. Aslında filmin sonunu biliyoruz da, böyle merak eder gibi yapmak zevkli oluyor…

  10. Yazan:otomatik mandalina Tarih: May 6, 2010 | Reply

    ekrem bey,

    velayetin bir mertebesinde, kişiye cennet ve cehennem gezdirilir. kuranda, sünnette ve hatta israiliyatta dahi yer almayan cennet ve cehennem sahnelerini anlatan evliyanın bilgi kaynağı aslında bu müşahadeleridir. gazali de, ibn arabi de, abdülkerim cili de bunlardan birkaçıdır.

    abdülkerim cili kitabında bir cehennem sahnesi anlatır. cehennemin bir katında garip bir tayfa gördüğünü söyler. o garip tayfanın, ateşte yanıyor olmalarına rağmen Allaha şöyle seslendiklerini yazar : “ey tanrı! yeryüzünde senin varlığını bilecek ve onaylayacak kadar delilimiz yoktu. hem yeterince delil göndermiyorsun, hem de varlığını tanımayınca bizi yakıyorsun. biz burayı haketmiyoruz. bizi burdan çıkar”. tanıdık geliyor değil mi? ama cili’ye pek tanıdık gelmemiş olacak ki kendisine tuhaf geldiğini yazıyordu.

    maçın sonu böyle bitecek ekrem bey. ikimizin de bildiği malumu ilam ediyim dedim.

    p.s. : insanların yüzde doksandokuzunun cehenneme gireceği hadisi bana ulaştığı için ben de yerimden emin değilim.

  11. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 6, 2010 | Reply

    sayın otomatik mandalina,

    Bilmek, bulmak ve olmak yolunda daha ilk basamakta “var mısın, yok musun?” ve çarh-ı felek oyunlarıyla vakit tüketen adamı cennete koysan ne fayda? Bir öküzü Picasso sergisine götürmek gibi bir şey. Adam “insan” olamıyor ki lütfun, cemalin, hatta kahrın tecellisinin zevkini alsın. “Mööö”lemeye devam edecek tabi.

    Bunun yanında tüm merhametin asıl sahibi olan Rahim kullarını cehennemde yakmaz. Annenin çocuğuna “kafanı kırarım!” demesi gibidir o… diyor Cemal tecellisindeki büyükler. Havfınız recaya tahvil olsun deyu 🙂

  12. Yazan:Amir Töre Tarih: May 6, 2010 | Reply

    “abdülkerim cili kitabında bir cehennem sahnesi anlatır. cehennemin bir katında garip bir tayfa gördüğünü söyler. o garip tayfanın, ateşte yanıyor olmalarına rağmen Allaha şöyle seslendiklerini yazar”

    “tüm merhametin asıl sahibi olan Rahim kullarını cehennemde yakmaz.”

    Sayın yorumcuların yukarıdaki cümleleri ana fikir yönünden birbirine zıt. İlkinde günahkarların cehennemde yandığı, diğerinde ise Allah’ ın kullarını cehennemde yakmayacağı yazılı. Söyler misiniz lütfen sizce hangisi doğrudur? İslam’ da sonsuza kadar cehennemde yanma cezası yok mudur? Buna evet diyenlerin cevaplamasını dilediğim bir sorum daha var: Toplum içinde iyi bir insan olan, kimseye kötülük yapmayan, ancak ateist olan; ya da bir Tanrı’ ya inanmasına karşın, dinlerin Tanrı’ sının evreni yaratan Tanrı ile aynı varlık olmadığını, dinlerin insan yapımı olduğunu düşünen bir kişinin sonsuza kadar cehennem ateşinde yanması doğru ve adaletli midir?

  13. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 6, 2010 | Reply

    Amir bey,

    Cennet hakdır, cehennem de haktır. Elbette adalet sağlanacak; zerre kadar kötülük cezasız kalmayacaktır. Ama Allah, haşa sadist değildir. Rabdir, terbiye edicidir. Cehennem ise bir rehabilitasyon merkezidir. Ham ruhların olgunlaşma enstitüsüdür.
    İyi bir insan olan, kimseye kötülük yapmayan adam; samimi ise Allah zaten ona ölmeden iman nasip eder. Karşılıksız iyilik yapmak ise her babayiğidin harcı değil. “Bana iyi desinler”, “insanlara iyi davranayım ki onlar da bana iyi davransınlar, böylesi daha konforlu” diye iyilik yapıyorsa veya kötülükten kaçınıyorsa bu pek samimi bir durum olmasa gerek.
    Dinlerin insan yapımı olduğunu düşünmek masum bir suç gibi görünüyor. Halbuki biraz kazıyınca altından şu çıkıyor:
    – Bu dünya, bu nimetler, bu bedenin Allah’ın bir hediyesi değil, bir sahibi yok, benim malım. Özgürüm, tepe tepe kullanırım.
    – Evrendeki canlı, cansız her varlık anlamsızdır. Hiçbir fonksiyonları yoktur. Hiçbir şey anlatmıyorlar.
    – Aşk hormonlarla ilgilidir, şefkat içgüdüsel bir saçmalıktır, merhamet, adalet… evren hiçbirini anlatmaz, absürd bir boşluktur her şey.
    – İnsan başıbozuk bir varlıktır. Bir sorumluluğu yoktur. Nereden gelip, ölümle ne olacağını ve varlık amacını sorgulaması anlamsızdır. Bu konuda bir gayrete bile girmesine gerek yoktur. Çünkü zaten bu soruların cevabı açıktır. (Loop argument)
    – Uçan spagetti canavarının olması ne kadar “mantıklı” ise Tanrı da o kadar mantıklıdır.
    – Bütün peygamberler sahtekardır.
    uzar gider…
    Şimdi bu kadar itham sonunda bir mahkeme kurulup aşağıdaki davacılarla muhatap olmanız gerekecek:
    Davacı: Bütün canlı ve cansız varlıklar.
    Dava konusu: Tanrının delili olarak yaratılan birer mektup olan bizleri anlamsızlıkla suçladı.
    Davacı: Davalının bedeni ve tüm azaları, hücreleri
    Dava konusu: Kalp atışından tut, ter bezlerine kadar hiçbir şey kontrol altında olmamasına karşın kendi kendine sahip olduğunu ve özgür olduğunu iddia etti.
    Davacı: Davalının ruhu
    Dava konusu: Olmadığımı iddia etti, hiç bir delili olmamasına karşın madde dışında bir şey olmadığından çok emindi, gayb ve gayba ait her şeyi bir çırpıda sildi attı, bir ihtimal kapısı bile bırakmadı
    Davacı: 124 bin peygamber, milyonlarca aziz, evliya
    Dava konusu: Bize yalancı dedi
    Davacı: Ekrem Senai
    Dava konusu: Kendilerine arz etmemize rağmen, bir bildiğimiz var, gel bu kapıdan gir sen de göreceksin dediğimiz halde dil çıkartıp “saçma!” dedi, kıçını döndü gitti.
    Liste uzar gider. Bu davanın sonucunun müebbet olması bana oldukça adaletli geliyor.
    İddia ettiğiniz gibi iyi bir insansanız zaten size iman nasip olur. Bu biraz kibirden, dik-başlılıktan, kendini beğenmekten uzaklaşmakla mümkün. En azından, belki 70’ine gelince fikirlerim değişir, pişman olacağım şeyler söylemeyeyim diye temkinli olmakta fayda var.

  14. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 6, 2010 | Reply

    Bu arada konu bilimden iyice uzaklaştı. Mehmet Bahadır kardeşime haksızlık etmeyeyim.
    Müslümanların, üç boyutun dışında olan gayba ait varlıkları, mucizeleri bilime isbat ettirmeye çalışmaları iyi niyetli ama beyhude bir çabadır. Son zamanların bilimci ve akılcı yaklaşımının getirdiği bir komplekstir.
    Aynı şekilde bilim(ci) tayfanın da bilimsel buluşlarla her şeyin açıklamasını yapacaklarına inanmaları da aynı derecede sakat bir inançtır. Daha önce bahsettiğim gibi bilim(ci)ler kendi pozitif bilimleriyle iştigal edip, buluşların felsefi çıkarımlarını başkalarına bıraksalar zaten böyle bir çatışma olmayacak.
    Bir de metodolojik natüralizm denilen ve laboratuvara girerken Tanrı fikrinden tamamen soyutlanman lazım saçma fikrini üretenler de yanılıyorlar. Nobelli bilim adamı Hawthorne’un dediği gibi ‘Bilim insanı için inanç, başlamak için bile gereklidir, derin inanç ise zorlu işlerini başarmak için gereklidir. Neden? Çünkü evrende düzen bulunduğuna güven duymalıdır ve insan aklı- aslında kendi aklı- bu düzeni anlamak için iyi bir şansa sahiptir. ‘
    İnanç sahibi olmak bilimselliğe gölge düşürmek filan değildir. Hawthorne’un söyleşisini okumanızı tavsiye ederim.

  15. Yazan:Amir Töre Tarih: May 6, 2010 | Reply

    Ekrem Senai bey,

    “İddia ettiğiniz gibi iyi bir insansanız zaten size iman nasip olur”

    Kendi kişiliğimle ilgili hiç bir şey yazmadım, herhalde yanlış anladınız. Sadece düşüncelerle ilgilenin lütfen, kişilerle değil.

    “Cehennem ise bir rehabilitasyon merkezidir. Ham ruhların olgunlaşma enstitüsüdür.”

    Bu sonuca nasıl varıyorsunuz bilemiyorum. Bence, Kuran’ daki cehennem tasvirlerinden çıkan sonuç buranın günahkarlardan intikam alındığı ve işkence yapıldığı bir ceza ünitesi olduğudur.

    Yukarıdaki konuyla ilgili benim düşüncelerim şunlardır: Hiç bir ceza için sonsuza kadar alevli işkenceler içeren bir ceza verilmemelidir. Hele ki sadece bir düşünce suçu -şayet düşünce suçu diye bir kavramı kabul edilirse- niteliğinde olan Tanrı’ ya inanmamanın böyle cezalandırılmasının adaletli olması mümkün değildir. Bu ceza müslümanların inandığı Allah’ ın adil sıfatıyla bağdaşmaz.
    Bir dava mizanseni yapmışsınız. Canlı ve cansız varlıklar anlamsızlıkla suçlanıyor, peygamberler yalancılıkla suçlanıyor vs vs. Tutun ki söylediğiniz gerçek olsun. Böyle bir suçun cezası sonsuza kadar canlı canlı ateşte yakılmak, çektiği acı azalmasın diye derinin her seferinde yenilenmesi vb işkenceler mi olması gerekiyor. Bu suçun cezasının bu şekilde olmasını vicdanınız kabul edebiliyor mu?
    Son bir not:
    124.000 peygamber olduğunu nereden biliyorsunuz? Bununla ilgili olarak bazı dinsel önderlerin beyanı dışında somut tarihsel bir kanıtınız var mı? Her söylenene inanmak, hemen gerçek kabul etmek mecburiyeti mi var?

  16. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 6, 2010 | Reply

    Amir bey,

    “İddia ettiğiniz gibi iyi bir insansanız zaten size iman nasip olur”

    Kendi kişiliğimle ilgili hiç bir şey yazmadım, herhalde yanlış anladınız. Sadece düşüncelerle ilgilenin lütfen, kişilerle değil.

    O halde şöyle diyelim, “ateistler iddia ettikleri gibi iyi bir insanlarsa onlara zaten iman nasip olur”. Maksadım kişiselleştirmek değil, yanlış anlamışsınız.

    Bu sonuca nasıl varıyorsunuz bilemiyorum. Bence, Kuran’ daki cehennem tasvirlerinden çıkan sonuç buranın günahkarlardan intikam alındığı ve işkence yapıldığı bir ceza ünitesi olduğudur.

    Kur’an’ı sizin anladığınız gibi mi anlamalıyım. Bunu mu söylüyorsunuz?

    Yukarıdaki konuyla ilgili benim düşüncelerim şunlardır: Hiç bir ceza için sonsuza kadar alevli işkenceler içeren bir ceza verilmemelidir. Hele ki sadece bir düşünce suçu -şayet düşünce suçu diye bir kavramı kabul edilirse- niteliğinde olan Tanrı’ ya inanmamanın böyle cezalandırılmasının adaletli olması mümkün değildir. Bu ceza müslümanların inandığı Allah’ ın adil sıfatıyla bağdaşmaz.

    Hiçbir düşünce, düşünce olarak kalmaz. Bazen “hiç bir şey yapmamak” bile bir suç olabilir. Yeterli iman donanımına sahip değilseniz, yaşamınız yanlışlarla dolar. Hayat uzundur. Yol üzerinde çok imtihanlar vardır. Bunları “iman” olmadan başarıyla atlatmak ihtimali sıfıra yakındır. Mesela birisine olmadık iyilikler yaparsınız ve karşılığında bir nankörlük bulursunuz; birisini çok seversiniz, karşılığında ihanet görürsünüz. Gözünüzün önünde haksızlıklara ses çıkartıp çıkartmama konusunda kararsız kaldığınız zamanlar olur. Sevdikleriniz ölür, sakat kalırsınız veya çok zengin olursunuz ve yanınızda birçok insan çalıştırırsınız. Binlerce kişiye yardım etme imkanınız ortaya çıkar, ama o hep almayı düşlediğiniz Porsche da galeri de sizi beklemektedir. Hayat durağan bir şey değildir. Hayat, Tanrı var mı yok mu salak tartışması çevresinde dönen bir şey değildir. Düşüncelerin eylemlerini yönlendirir. Ben bir Tanrı’ya inanmadan da bu kararları doğru bir şekilde verebilirim diyen bir adam varsa ben yargıç değilim. Onu da Allah’ın en adil şekilde yargılayacağını bilirim.

    Bir dava mizanseni yapmışsınız. Canlı ve cansız varlıklar anlamsızlıkla suçlanıyor, peygamberler yalancılıkla suçlanıyor vs vs. Tutun ki söylediğiniz gerçek olsun. Böyle bir suçun cezası sonsuza kadar canlı canlı ateşte yakılmak, çektiği acı azalmasın diye derinin her seferinde yenilenmesi vb işkenceler mi olması gerekiyor.

    Siz neden bu cezaları kendi üzerinize alıyorsunuz ki? Kur’an’da , agnostiklerin derileri yakılacak mı deniyor. Yoksa, o ayetler, peygamberleri canlı canlı ateşe atan Nemrut gibi adamların kıssalarında mı geçiyor? Ceza amelin cinsindendir. Herkes yaptığının karşılığını görür. Kimseye bir zararı olmayan iyi huylu ateistlerin cezası konusunda malumatım yok. Bu konuda hadislere müracaat edebilirsiniz.

    124.000 peygamber olduğunu nereden biliyorsunuz? Bununla ilgili olarak bazı dinsel önderlerin beyanı dışında somut tarihsel bir kanıtınız var mı? Her söylenene inanmak, hemen gerçek kabul etmek mecburiyeti mi var?

    Mantıklı düşünelim. Eğer bir Allah varsa, ve insanlığın tarihi- mesela 20 bin sene ise, yeryüzünde 250 kadar kavim olduğunu kabul eder ve her peygamberin ortalama 50 sene yaşadığını düşünürsek:
    20000/50×250=100 bin eder. Küsuratları tutturmak için daha detaylı araştırma yapmak lazım tabi.
    124 bin peygamber olduğuna, tabi ki müslüman olduğum ve peygamberim böyle söylemiş olduğu için inanıyorum. Tabi bu sözün peygambere ait olmaması da mümkün ama Allah’ın insanlarla, peygamberler aracılığıyla seslendiğini ve bunun her zaman ve zeminde olduğunu düşündüğüm için bana oldukça mantıklı geliyor ve kabul ediyorum. 124 bin peygamber gelmiş olması mantığın alamayacağı çok acayip bir şey olsaydı elbette bunu değerlendirirdim.
    Tarihsel kanıt dediğiniz şeyler yine kutsal metinlere dayanıyor. İnsanlar yazıyı bulalı daha kaç yıl oldu ki benden tarihsel kanıt istiyorsunuz?
    Dünyanın hemen her bölgesinde tek tanrıcılığa ait izlerin bulunması yeterli midir?
    Nasıl bir kanıt istiyorsunuz bilmiyorum ki?
    Görünmez bir tanrının varlığına çağıran insanlara ait nasıl bir bulgu sizi tatmin eder?

  17. Yazan:otomatik mandalina Tarih: May 6, 2010 | Reply

    Görüşlerim Ekrem bey’in yazdıklarıyla aynı doğrultuda. Ekrem bey’in yazdıkları da Bediüzzaman, Mevlana ve İbn arabi’nin eserleri ile aynı doğrultuda. İnşallah hepimiz de cennette aynı doğrultuda oluruz:-)

    Yukarda Amir bey’in yazdıkları aslında modern insanın görüşlerini gayet açık bir biçimde ortaya koyar cinsten : İnsan, hayatın okul olduğunu unutuyor.

    Söylenecek çok söz var. Bu sözleri kendim söylemek yerine, Ouspensky’ye kulak vermenizi rica edicem. Çevirileri bir hafta önce acele ve sathi olarak yaptım. Hata bulursanız düzeltebilirim.

    “We do not know whether it is good to forgive or not, whether it is good to forgive always, or whether in some cases it is better to forgive and in some cases better not to forgive. If we think more about it, we may come to the conclusion that even if we could forgive, perhaps it would be better to wait until we knew more, that is, until we knew in which cases it is better to forgive and in which cases it is better not to forgive.”

    Türkçe anlamı şu :

    Affetmenin iyi bir şey olup olmadığını bilmeyiz. Her zaman affetmenin, ya da kimi zaman affedip kimi zaman affetmemenin de iyi bir şey olup olmadığını bilmeyiz. Eğer bunun üzerine daha fazla düşünecek olursak şu sonuca varırız : Eğer affedebiliyor olsaydık bile, muhtemelen (şartlar) hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için beklememiz daha iyi olacaktı, yani daha fazla bilgi demek affetmek konusunda daha doğru bir karar almak demektir.

    Buraya kadarki alıntıdan yola çıkarak “herşeyi anlamak demek herşeyi affetmek demektir” gibi bir çıkarım yapabilir insan. Allah herşeyi anlıyor, öyleyse Kendi varlığına ikna(!) olmayan ateistleri de affedecektir. Acaba öyle mi? Alıntıya devam edelim :

    Suppose for a moment that there actually was some benevolent and rather stupid deity who could forgive our debts, and who would really forgive them and wipe them out. It would be the greatest misfortune that could happen to us. There would be no incentive for us to work then, and no reason to work. We could go on doing the same wrong things and having them all forgiven in the end. Such a possibility is quite contrary to any idea of the work. In the work we must know that nothing will be forgiven. Only this knowledge will give us a real incentive to work, and at least prevent us from repeating the same things which we already know to be wrong.

    Türkçe anlamı hemen hemen şu :

    Farzedin ki, müşfik ve gerçeği konuşmak gerekirse müşfikten ziyade aptal bir tanrımız var (sümme haşa…) ve bizim günahlarımızı (sin yerine debt ifadesi kullanılmış. debt, “borç” anlamına geliyor aslında. eğer daha uygun bir anlamı varsa düzeltilebilir) affediyor. Bu büyük bir talihsizlik olurdu. Bu durumda çalışmak için hiçbir insiyakımız ve makul nedenimiz kalmayacaktı. Hayatımızdaki aynı yanlış şeyleri yapmayı sürdürecek ve sonunda affedilmesini bekleyecektilk. Bu, çalışmanın (work = aslında dördüncü yolda, gaflet uykusundan uyanmak için kullanılıyor galiba) ruhuna aykırı bir durum olurdu. Çünkü çalışma sırasında hiçbirşey affedilmez. Affedilmeyeceğinin farkında olunmak, çalışmak için bizi teşvik edecek ve aynı yanlışları tekrarlamaktan bizi alıkoyacaktır.

    Devam edelim alıntıya :

    It is interesting to look at schools from this point of view and to compare schools with ordinary life. In life people may expect forgiveness, or at least hope for it. In school nothing is forgiven. That is an essential part of a school system, school method and school organization. Schools exist precisely for not-forgiving, and because of this fact one can hope and expect to get something from a school. If things were forgiven in schools, there would be no reason for their existence.

    Türkçe anlamı hemen hemen şu :

    Okullara bu zaviyeden bakmak ve okulları sıradan yaşamla mukayese etmek ilginçtir. Reel hayatta (sıradan yaşamda) insanlaar affedilmeyi umarlar. Okulda ise, hiçbirşey affedilmez. Bu, okul sisteminin önemli bir parçasıdır. Okullar, tam olarak affedilmeme üzerine kuruludur. Eğer okulda yapılanlar affedilseydi, bu durumda okulların varlık anlamı kalmayacaktı.(burda okuldan, sadece liseleri ve üni’leri değil, mistik okulları ezoterik okulları ve hatta hayat okulunu da anlamak gerekiyor)

    Şimdi, affetmek kavramını biraz tahlil edince şu çıkıyor ortaya :

    -Siz hiç okulda müdür’ün affettiğini gördünüz mü? ( ya temiz bir tokat yersiniz, ya azar işitirsiniz, ya herkesin içinde küçük düşürülürsünüz ya da disiplin cezası alırsınız. özetle okulda yapılan herşeyin bir karşılığı vardır.

    -Siz hiç tabiat kanunlarının affettiğini gördünüz mü?

    -Siz hiç Efendimiz’in ashabından hata yapanları affettiğini gördünüz mü? (yapılan her hatanın bir karşılığı vardı. ayrıca burdaki affetmekten kasdım, hiçbir karşılığı olmadan, hiçbir muamelede bulunmadan, o suçun işlenmemiş gibi davranılmasıdır.)

    Ayrıca, avam dediğimiz ve “ben müslümanım.. ben hristiyanım.. ben museviyim..” dese bile tahkiki imana sahip olmayan, dedikodu yapan, yalan söyleyen, işine hile hurda karıştıran kimselerin cennete gireceğini mi sanıyorsunuz? Ben nihai yargılayıcı değilim elbette, amma bu kimselerin sırf folklorik ve ananevi bir dinsel yetiştirilmeden dolayı cennete gireceklerini düşünmek safdillik olur. (İnşallah ben de bu avama dahil değilimdir ya da ilerde bu avamlıktan kurtulurum)

    Son bir değinide bulunayım. Cehennemin ebediliği meselesi tartışmalı bir meseledir. İbn Abbas ve Hz. Ömer gibi zatlar dahi cehennemin ebedi olmadığına kâni olmuşlardır. Kuranda geçen cehennem tasvirlerinin asıl maksatlarını da mealden yola çıkarak yorumlamanın ne kadar hatalı olduğunu söylememe bilmem gerek var mıdır? Benim cehennem konusundaki nihai kanaatim, cehennem ebediyyen var olacak ve fakat azap ebediyyen sürmeyecektir. Küfür ehli orda kalacak ve fakat dünyaya benzer bir yaşam sürecekler.

    p.s. : Dağınık üslubumdan dolayı beni “affedin”:-)

  18. Yazan:D Tarih: May 6, 2010 | Reply

    Merhaba,

    Oncelikle yazida bilime ve bilimcilere yonelik kullanilan ifadeleri bilimcilere dair toptan bir anlayisin ifadesi olarak gormemek mumkun degil. Buna gore, tum bilimcileri ayni kefeye koymak -en azindan dindar olmayanlarinin- cesitli ideolojilere hizmet ettigini soylemek, hafif tabirle iftira olur. Toptanci analiz yaptiginiz kanaatindeyim.

    Gelelim diger taraflara, bence yazida bazi sorunlar mevcut. Oncelikle bilimle ilgili yazilarda Kuran’dan alinti yapmanin bir tur fasit daire olduguna inaniyorum. Cunku bilimin elestirilebilecek cok yani olsa da, bunu bu tip dayanaklarla yapmak anlamli degil. Eger dine sirf pozitivist araclarla yaklasmayi anlamsiz buluyor ve ontolojik olarak farkli bir dunyada oldugunuzu savunuyorsaniz / siz de bunu karsiya yonelik dusunmek durumundasiniz.

    Benim yazida takildigim birkac nokta var. Onlari siraliyorum:

    (1)

    Bilim adamları, kainatın yaşını 5-15 milyar yıl olarak tahmin etmektedir. Kainat bu kadar yıldır hiç bozulmadan, muhteşem bir denge içerisinde sürüp gitmektedir. Oysa gerek kainatın teşekkülü gerekse varlığının mucizevi bir şekilde devam etmesi, olasılık hesaplarına göre mümkün değildir

    denmis. Bu probabilistik hesaba dair bir bilimsel referans gerekir.

    (2)

    Evet bir resim ressamsız da olmaz.

    Bu gibi deyisler bana gore bilimsel bir tartisma icin oldukca dusuk duzeyde kaliyor. Evrim diyince yuzunuzu eksittiginizi, akliniza benim bile tiksindigim turlu ateist ahmaklarin zirvalarinin geldigini biliyorum – ama en basit anlamda evrimsel bir surec ressamsiz bir resim yaratabilir. Nasil mi: Suradaki makalede var.

    (3)

    Bilimi ve bilimcileri demonizasyon surecinden gecirmeye calismaniz, en hafif tabirle ayiptir. Bilimci olan birilerinin sizin yasaminiza cesitli sekillerde kastediyor olmasi, toptan olarak o yasam tarzini otekilestirmeyi mesru kilmaz. Nasil muslumanlik adina teror yapanlardan sonra tum muslumanlari teroristlerle esdeger tutmuyor isek, bilimi ve bilimcileri de basimiza gelen tum felaketlerin babasi sayamazsiniz. Bunlarin hepsi buyuk ithamlardir, boynunuza kalir. Eger bu yonde kör bir inanca sahip degilseniz, bir dahaki yazilarda uslubunuzu toparlamanizi, hedef gosterme egiliminizi regule etmenizi oneririm. Zira bu tavir, hicbir yerde diyaloga acik olmaz. Sonra Sevan Nisanyan sert konustu diye kizarsiniz.

    Iyi aksamlar,

  19. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Sayın D

    Bu probabilistik hesaba dair bir bilimsel referans gerekir.(D)

    Albert Einstein şöyle diyor: “Tanrı hiçbir şeyi tesadüfe bırakmaz. Çünkü, Tanrı zar atmaz” Bu size bilimsel referans olsun 🙂

    bilimi ve bilimcileri de basimiza gelen tum felaketlerin babasi sayamazsiniz. Bunlarin hepsi buyuk ithamlardir, boynunuza kalir. Eger bu yonde kör bir inanca sahip degilseniz, bir dahaki yazilarda uslubunuzu toparlamanizi, hedef gosterme egiliminizi regule etmenizi oneririm. Zira bu tavir, hicbir yerde diyaloga acik olmaz.(D)

    Maksadım bilimi ya da bilimcileri suçlamak, hedef göstermek ya da ötekileştirmek değil elbette. Her zaman da diyalogu savunmuşumdur. Böyle bir gayem olsa en başta kendimi suçlamış, kendimi hedef göstermiş ve ötekileştirmiş olurum. Zira ben de bilimle uğraşıyorum ve bilimin içindeyim. Söylediğim şudur ; (önemli gördüğüm vurguları bold yaptım )

    “Oku” emriyle bilimsel çalışmalara herhangi bir sınır getirilmemekte ancak bu okumanın yine Allah’ın adıyla yapılması istenmektedir. Zira ancak öyle olursa yapılan faaliyetlerin insana yada kainata bir zararı dokunmazdı. Ancak Allah’ın adıyla olursa, ortaya çıkacak bilimin neticelerinden insanoğlu kendini emin hissedebilirdi. Ancak Allah’ın adıyla olursa, ortaya çıkan neticeler, doğayı kirletmede, insanı öldürmede, insanı yok etmede, haksız hakimiyet kurmada ve yeryüzünde fesat çıkarmada kullanılmazdı. Ancak Allah’ın adıyla olursa, bilimin neticeleri ancak o zaman, yeryüzünü imarda, bütün insanlığın faydasına ve insanın maddi-manevi terakkisi, huzur ve güveni adına kullanılırdı.

    Bilim kendini dinden soyutladığı müddetçe, belki küçük bir azınlığa MADDİ bir ferah getirse de, yol açtığı inkar, dolayısıyla huzursuzluk, güvensizlik girdapları yanı sıra, görülmemiş sömürü düzenleri, zengin-fakir uçurumu, sonu gelmez savaş ve çatışmalar, bir defada toplu katliamlar (Bakınız Hiroşima, Nagasaki ve dünya savaşları), derin yaralar, gibi pek çok felaketleri de beraberinde getirecektir ve öyle de olmuştur.

    İnsanlığa faydadan çok zarar getirmiş, imandan çok inkar hesabına kullanılmış olan günümüz bilim anlayışı, vicdanını ve insanlığını askıya almış robot insanların elinde kaldığı ve Allah adına okunmadığı müddetçe insanlığın, kendi eliyle yontup sonrada taptığı gibi, bu modern puttan daha çok çekeceği var demektir.

    Daha çocuksu(safihane) bir ifadeyle;

    “Bıçak faydalıdır. Ekmek kesmeye, elma soymaya kullanırsanız çok faydalıdır. Adam öldürmeye kullanırsanız zararlıdır. Felakettir”
    Bu kadar basit.

    evrimsel bir surec ressamsiz bir resim yaratabilir.(D)

    Bu tartışmanın sonu gelmeyeceğe benziyor…
    Size cevabım şu olur : “ÖLELİM DE GÖRELİM”

    saygılar

  20. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 7, 2010 | Reply

    evrimsel bir surec ressamsiz bir resim yaratabilir.

    Bu ilginç bir iddia. Verdiğiniz linki inceledim. Özetle şöyle diyor: Rastgele renk ve motifleri bir tuvale saçar ve bir halta benzememiş olanları ayıklarsan eninde sonunda bir ressamın yaptığına benzer bir resim elde etmek mümkün.
    Ortaya çıkan tablolara da örnek vermiş.
    Güzel bir çalışma. Aynı Turan Dursun’un ateist olmaya karar verme anını hatırlatıyor. Hani bir kova boyayı duvara boca etmiş ve çıkan şekil hoşuna gitmiş olacak ki, evren de tesadüfen oluşmuş olabilir diye düşünmüş.
    Bu iddianın gerçekleşmesi için önerilen sistem şu anladığım kadarıyla:
    Dene- olmadı at!
    Dene- olmadı at!
    Dene- olmadı at!
    Dene- olmadı at!
    Dene- olmadı at!
    882.388.484. deneme
    Dene- biraz oldu, şimdi bunu çoğalt!
    Evet, 882.388.484. denemede ressam resmini andıran bir resim bulduk. (Bu çok iyimser bir tahmin)
    SONUÇ:
    Bir resim ressamsız olabilir.
    İHTİMAL:
    0,00000011332877%
    O halde ben bundan şu sonucu çıkarıyorum, yanılıyor muyum?
    99,99999988667120% ihtimalle bir tanrı var.
    Ama 0,00000011332877% ihtimalin doğru olması daha “mantıklı”. Vay be!

  21. Yazan:Uluğ Tarih: May 7, 2010 | Reply

    evrimsel bir surec ressamsiz bir resim yaratabilir.

    Buna bir kaç cihetten cevap vermek istiyorum:

    i-) Ressam, elbetteki evrimsel süreci yaratandır. Bu ressam genetik algoritmayı yazan mühendise tekabül ediyor. Yani ortada tasarlanmış bir süreç olduğunu düşünebiliriz. Verilen linkte söylendiği gibi bu algoritmayı biyologlar keşfetmemiş olsaydı mühendisler keşfederdi.

    Elbette canlılarda gerçekten de iyi işler çıkaran bir evrim mekanizması var. Bakteriler, şartlar yaşamaları için imkansız hale geldiğinde mutasyonları artırarak(intihar ederek) evrim mekanizmasını devreye sokarlar. (Bonus soru: Bakteriler evrim mekanizmalarını kullanma özelliğini yine evrim mekanizmaları yoluyla mı kazanmışlardır?)

    Canlılığın temel taşı olan proteinlerdeki esneklik/kullanışlılık bu mekanizmanın iyi çalışmasındaki temel faktörlerden biridir.

    ii-) Genetik algoritmalarda hep işe yarayan(fit olan) seçilir. Gerçek hayatta ise yaşamayı beceremeyen ölür. Aslında bu çok önemli bir farktır.

    iii-) Damlaya damlaya göl olur. Gerçekten de göl olacak bir zemin varsa:-) Böyle bir zemin yoksa damlalar boşa gider… Değişiklikler birike birike büyük değişiklikler ortaya çıkar mı? Yani mikroevrim doğruyken bunun makrosu da doğru mudur?

    Mikro evrim örneklerine bakalım:

    Bakteri naylon ile beslenmeye başlıyor. Belli bir sıcaklıkta yaşamaya adapte oluyorlar. Bir ilaca direnç kazanıyorlar v.s.

    Birbiriyle alakasız bu değişiklikler birikerek canlılarda gördüğümüz sistemleri nasıl oluşturabilir? Birbiriyle uyumlu onlarca, yüzlerce parçayı oluşturan ve sonra bunları birleştirip bir sistem oluşturan mekanizma nedir? Kısaca product integrationı sağlayan mekanizma nedir?

    Mühendislik uygulamalarında Genetik algoritmalar(GA) bir problemin çözümünü yaparlar. Çözülecek yüzlerce problem vardır. Bunların bazısında GA’ları kullanabilirsiniz, hatta hepsini GAlar ile çözmüş olabilirsiniz. Ama bu çözümleri uygun şekilde bir araya getirip ortaya bir ürün çıkaran bir bilinç(mühendisler topluluğu) hep vardır. Boeing’deki mühendislerin kanatlarda GA ile optimizasyon yapması uçakların rastgele ve kendiliğinden(RESSAMSIZ) yapıldığını mı gösterir?

    ********************************

    iv-) Evrimsel bir yaratmanın İslam’a aykırı olduğunu düşünmüyorum. Kuran’da Hz. İsa’nın yaratılışı bir mucize olarak anlatılır. Allah’ın “Ol” demesiyle olduğu anlatılır. Ama yine aynı Kuran’da Meryem’in İsa’yı doğurması anlatılır. Yine sebepler dairesinde hareket edilmiştir…Nasıl dünyamız/evren bu haline bir takım merhalelerle ulaşmışsa…

    v-) Yazının başlığı bilimden (aslında) pek de hoşlanmayan bir zihniyeti ifade ediyor.
    “Bilimden pek de hoşlanmayan bir zihniyet” ifadesi bile ne kadar bilimperesetce bir ifade. Bilimden hoşlanmak/hoşlanmamak ne demek? Bilim de ancak edebiyattan hoşlanmam/hoşlanırım, tarihi severim/sevmem cümlelerinde geçtiği şekilde ifadesini bulması gereken bir mefhum değil midir? Pardon unutmuşum, karanlığın üzerine doğan bir güneştir o.

  22. Yazan:Atılım Ateş Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Mehmet Bahadır Bey,

    Öncelikle size bir özür borçluyum, çünkü aslında en önemli ortak zeminimizi gözden kaçırarak yapmışım önceki yorumumu: Bu evrene ve onu yaratana karşı duyduğumuz hayret.

    Şimdi bakınca yazınızda üç ayrı yaklaşımın iç içe geçtiğini görüyorum, bu üç yaklaşımdan biri ortak zeminimiz olan hayret. Öteki yaklaşım da evrende kuralların ve tutarlılığın var olduğunu, bu kuralların da Allah’ın şeriatı olduğu.

    Bu yukarıdaki noktalara dair gerçekten diyebileceğim hiçbir şey yok. Geçen yorumumda sizin hayrete değer bulduğunuz bazı şeylere yaptığım negatif yorumları ise, yazınızdaki üçüncü yaklaşıma karşı bir savunma refleksiyle yazdığımı fark ettim, lütfen kusuruma bakmayın.

    Ama bu üçüncü yaklaşım, yani bilimi ve bilim adamlarını kısa yoldan suçlu ilan eden yaklaşım, ki örneklerini bu sitede çok sık görmekteyiz, canımı yakıyor.

    Evrene hayret duymak konusunda aramızdaki farkın bilinmeyene hayret duymakla bilinene hayret duymak olduğu konusunda fikrimi değiştirmedim. İnsana pay biçmeye karşı çıkmışsınız, sizce Kur’an okuyan gözün hiç mi payı yok? Biz okumadıkça kitap rafta toz tutar, bundan değil mi ilk emrin “Oku!” olması? Her bilim adamı böyledir diyemem, ama sonuçta bilim adamlarının yaptığı da Allah’ın eserini okumak. Bazı bilim adamları okuduklarından hayrete düşer, bazıları ise hayret hissini yitirmiştir; nasıl ki bazıları Kur’an okuduğunda uyulacak kurallar listesinden ve cehennem korkusundan başka bir şey görmez, bazısı ise yine hayret eder ve aşk duyar ise…

    Bilime dair bu sitede yazılan çoğu yazıda olduğu gibi, bu yazıda da yorumlar muhtelif teorilerin tartışılması noktasına doğru kayıyor gördüğüm kadarıyla. Bu gibi platformlarda bilimsel teorilerden çok belki de bilimin hayret uyandırıcı yanlarını ön plana çıkarmaya gayret etmeliyiz ki bu bilim karşıtı havayı azıcık yumuşatabilelim.

    1980’de Carl Sagan vardı, 30 yıl sonra yeni kuşaklara bilimin hayret verici yönlerini anlatacak yeni bir elçi gerekiyor sanırım.

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  23. Yazan:Amir Töre Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Uluğ,

    “Bilimden pek de hoşlanmayan bir zihniyet” ifadesi bile ne kadar bilimperesetce bir ifade…..”

    Benim yazdığım sadece bir tespit. Yazarın kullandığı “put” tanımlamasından bilimden pek hoşlanmadığı izlenimi aldım. Tabi ki bilimden hoşlanmak gibi hoşlanmamak da doğaldır. Kimseyi bilimden hoşlanmıyor diye kınamıyorum. Ancak bilimsel yöntemi kabul etmeyenler sanki bilimsevermiş gibi görünmeye çalışırlarsa bunu eleştirmem de doğaldır. Bir kişiye bilimperestlik yaftası yapıştırmak bu kadar kolay değildir.

  24. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 7, 2010 | Reply

    “Bu sitede bilim adamlarını kısa yoldan suçlu ilan eden bir yaklaşım” ithamı, sitede anlatılanların iyi okunmadığı anlamına geliyor.
    Kusura bakmayın, genelde okurlarımızda böyle bir akıl tutulması görüyorum. Metodolojik natüralizmi eleştiriyorsunuz, hemen “bilim en hakiki mürşittir, her şeyimizi ona borçluyuz bla bla…”. Bilim adamları kardinalleşti, kendilerini her konuda söz söylemeye yetkili papa zannediyorlar filan diye eleştiriyorsunuz, hemen “ah bilim çok iyidir, Kur’an bile önce oku demiş bla bla”.
    Kardeşim biz bilimi eleştirmiyoruz, tekrar yazayım “BİLİMİ ELEŞTİRMİYORUZ”. Bize bilimin ne kadar özel, güzel filan olduğunu anlatmayın. Biz de sizinle aynı eğitim sıralarında okuduk, Arabistan’dan filan gelmedik. Bilimin ne olduğunu da, bu işlerin nasıl yürüdüğünü de biliyoruz. “Evrim teorisi ateizme alet ediliyor. Bilimsellikten uzak propoganda yöntemiyle kabul ettirilmeye çalışıyor” diye yazıyorsak buna “evrim çok saygın bir teoridir, evrime karşı çıkmak bilime karşı çıkmaktır” şeklinde karşılık verilmemeli; veya “Bilim kendine hayatı açıklamak misyonunu edinemez” temalı bir yazı yazdıysak bunun karşı argümanı “bilim çok iyi bir şeydir, herşeyimizi ona borçluyuz” olmamalı. Hele, bir de “siz her fırsatta bilime çakıyorsunuz, sizi gidi gericiler, bilimin aydınlığından korkan örümcek kafalılar sizi…” tarzı yorumları okuyunca benim nevrim dönüyor. Hani bu yorumları yazanlar da MIT’de çift dal yapmış, halen Harvard’da laboratuvar şefliğini sürdüren bilmemkim olsa. En azından bak adam işin içinde hakikaten biz yanlış biliyormuşuz, bilimde vatikanlaşma yokmuş filan deriz. Bu sitedeki yazıları yazan adamlar Kral Fahd üniversitesinde veya El-Ezher’de okumadılar. Bu ülkenin üniversitelerinde okuduk. Bir kısmı zaten bilimle iştigal ediyor. Bu işin hocalığını yapan var. Bu yüzden yorumculardan ricam-bir etkisinin olacağını sanmıyorum ama-lütfen burada bize bilimin ne kadar önemli bir şey olduğunu anlatmasınlar.
    Yazının argümanı neyse onu tartışsınlar.

  25. Yazan:Atılım Ateş Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Ekrem Bey,

    Benim yorumum üzerinden herkese cevap vermeye çalışmışsınız. Benim yorumumda “bilim en hakiki mürşittir” yollu bir yaklaşım var mı ki? “Kur’an en önce oku demiş, öyleyse bilim iyidir” gibi bir çıkarımda da bulunduğumu sanmıyorum. Tek dediğim, Allah’ın eserini okurken hayret duyan göze de pay biçilmesi gerektiği.

    Benim yorumumda evrimle ilgili bir şey yok, araya onu da sıkıştırmışsınız. Üstelik kimseye gerici ya da örümcek kafalı demişliğim de yok, bana hitaben yazdığınız yorumda bu yollu sözler görünce de benim nevrim dönüyor.

    Üstelik bir de “Qualification”larınızı vermişsiniz. Bu mudur yani, diplomalarımızla mı konuşacağız? Her şeylerimizin boyunu ölçüştürdük, sıra diplomalara mı geldi?

    Bu sitede bilimle ilgili yazılan yazılara gelen standart cevaplar var sanıyorum, siz de benim yorumumu o standart cevaplardan biri gibi okumuşsunuz. Zaten ben de dikkat ettiyseniz eğer standart yaklaşıma (kanımca bilim adamlarını suçlu ilan eden bakış) standart cevaplar verilmesine (bazı teoriler üzerine odaklanıp işin esasını kaçırmak) itirazımı dillendirdim.

    Ben, Mehmet Bahadır Bey’le ortak bir zemin bulduğumu düşünüyorum, ve diyaloğumuzun gidişi kendisine “bilimin ışığını” gösterme yönünde değildir kesinlikle. Evrene, Allah’ın eserine hayretle bakan bir insana kendimi anlatmaya çalışıyordum.

    O yüzden sizden ricam, kime hınçlandıysanız ona hitaben cevap yazmanız. Güzel gelişebilecek bir diyaloğa öfke bulaştırmayın lütfen.

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  26. Yazan:Amir Töre Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Bilimle dinin çatışması konusuna sayın Ekrem Senai’nin yukarıdaki bir yorumu üzerinden devam etmek istiyorum. Sayın E. Senai diyor ki:

    “124 bin peygamber olduğuna, tabi ki müslüman olduğum ve peygamberim böyle söylemiş olduğu için inanıyorum. Tabi bu sözün peygambere ait olmaması da mümkün ama Allah’ın insanlarla, peygamberler aracılığıyla seslendiğini ve bunun her zaman ve zeminde olduğunu düşündüğüm için bana oldukça mantıklı geliyor ve kabul ediyorum. 124 bin peygamber gelmiş olması mantığın alamayacağı çok acayip bir şey olsaydı elbette bunu değerlendirirdim.
    Tarihsel kanıt dediğiniz şeyler yine kutsal metinlere dayanıyor. İnsanlar yazıyı bulalı daha kaç yıl oldu ki benden tarihsel kanıt istiyorsunuz?”

    Yani özetle, İslam peygamberinin demiş olduğunu kabul ettiğimiz herşey doğrudur, bununla ilgili başka araştırma gerekmez. İşte bu dinsel bakış açısıdır.

    Peki bilim bize ne der? İki şey söyler:
    1- Söylenen ifade peygambere ait olmayabilir, araştırmak gerekir.
    2- Söylenen ifade peygambere ait olsa bile, bilim bunun mutlak doğru olduğunu varsaymak zorunda değildir. Zaten bu tür ön kabuller bilimin doğasına zıttır. Somut iddiaların bilimsel yöntemle sınanması gerekir. Bilimsel bakış açısıyla, kimsenin bu durumda dokunulmazlığı yoktur, peygamberlerin bile.

    Peki bilimsel bir sınama yaparsak ne bulabiliriz? Biraz uzun olacak, kusura bakmayın. Önce yöntem belirleyelim, diyelim ki yazının bulunmasından önceki dönemlerde gelmiş olabilecek peygamberlerle ilgili bilgiler güvenilir olamaz. Yazının bulunuşundan sonrasını esas alalım. Milattan önce 4000′ den son peygamberin ortaya çıktığı tarihe kadar yaklaşık 4600 yıl süre var. Sayın E. Senai’ nin yorumundaki 20000 yıllık insanlık tarihi süresini esas alırsak, peygamberlerin de homojene yakın bir düzende geldiğini kabul edersek, 124000×4600/20000 hesaplamasından 28520 sayısını elde ederiz. Yani yazının bulunmasından son peygambere kadar geçen sürede yaklaşık 28500 peygamber olması gerekiyor. Peki bunların kaç tanesine ilişkin yazılı kayıt var? Bilmiyorum, ancak hemen hemen hiç düzeyinde olduğunu sanıyorum. Kutsal kitapları da tarihsel bir belge sayıp burada ismi geçen peygamberlerin de gerçekten yaşamış insanlar olduğunu kabul etsek bile muhtemelen 100 sayısını geçemeyiz, 28500′ e göre çok küçük bir sayı. Diğer bir sorun da kutsal kitaplarda yazılı olan peygamberlerin hepsinin Ortadoğu toplumlarına gönderilmiş olmasıdır. Mantıken diğer topluluklara da peygamber gönderilmiş olması gerekir. Bunlara ilişkin belgeler nerede? Nerede Çinlilerin, Hintlilerin, Japonların, Kızılderililerin, Eskimoların, Eski Yunanlıların, Romalıların ve Eski Türklerin peygamberleri? Bir not olarak şunu belirtmek istiyorum. Bir toplumda sivrilmiş, ismi bilinen inanç ve fikir önderleri hemen peygamber olarak tanımlanamaz. Herkesin bildiği gibi, peygamberler Tanrı’ dan aldığı vahyi insanlara ulaştırdığı varsayılan kişilerdir. Yani Buda, Konfüçyüs, Sokrat vb peygamber olarak kabul edilemez. İkinci bir notum da şudur. Herhangi bir topluluğun Tanrısal bir varlığa inanması otomatik olarak burada bir peygamber olduğu sonucunu doğurmaz, insanların inanç şekilleri tarih boyunca bir çok değişkenlik göstermiştir, peygamberlerin varlığı ayrıca kanıtlanmalıdır.

    Görüldüğü gibi, 124 000 peygamber iddiası bilimsel sınamadan geçebilecek gibi görünmüyor. Gene de bu iddiayı bilimsel yöntemle ispat etmek isteyen varsa buyursun somut kanıtlarını getirsin, yalnız kanıt olmayan bir iddiaya sırf Peygamber ya da diğer din büyükleri söylemiştir diye körü körüne inanılmasını da lütfen beklemeyin. Unutmayın ki herkes Müslüman olmak zorunda değil.
    Sonuç olarak, sanıyorum ki, bu örnek bilim ile dinin nasıl çatışabileceğini açık olarak göstermektedir.

  27. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Atılım bey,

    Mehmet Bahadır bey’le uzlaşacaksınız diye siteye giydirip duruyorsunuz. Bunu kabul etmem mümkün değil.

    Ama bu üçüncü yaklaşım, yani bilimi ve bilim adamlarını kısa yoldan suçlu ilan eden yaklaşım, ki örneklerini bu sitede çok sık görmekteyiz, canımı yakıyor.

    Bilimi ve bilim adamlarını kısa yoldan suçlu gösterdiği ithamına cevap verdim. Bu cevabı hakettiğinizi düşünüyorum.

    Özellikle şu ifadelerinizle:

    Bilime olağanüstü mevkiini verenler bizleriz Mehmet bey, ben ve siz bugün bilimin nimetleri sayesinde haberleşiyoruz. Hergün işe giderken bindiğiniz araçlar bilimin nimetlerinden biri. Gece olunca bir düğmeye basıyorsunuz, bilim size ışık sağlıyor. Tüm bu nimetlerin karşılığında para veriyorsunuz, bilime mevkii veriyorsunuz.

    Bunun, bahsettiğim şey ile birebir örtüştüğünü düşünüyorum. Gece olunca düğmeye basınca bilim bize ışık sağlıyormuş. Bu tarz didaktik ifadeler son derece sinir bozucu.

    Üstelik bir de “Qualification”larınızı vermişsiniz. Bu mudur yani, diplomalarımızla mı konuşacağız? Her şeylerimizin boyunu ölçüştürdük, sıra diplomalara mı geldi?

    Bunun bu şekilde yorumlanacağını tahmin etmiştim. Söylediğim şey çok basit: Burada bize bilimin ne olduğunu öğretmeye kalkışan adam önce kendi çapını değerlendirmeli. İnsan haddini bilmeli, biraz tevazu sahibi olmalı.

    Bu sitede bilimle ilgili yazılan yazılara gelen standart cevaplar var sanıyorum, siz de benim yorumumu o standart cevaplardan biri gibi okumuşsunuz. Zaten ben de dikkat ettiyseniz eğer standart yaklaşıma (kanımca bilim adamlarını suçlu ilan eden bakış) standart cevaplar verilmesine (bazı teoriler üzerine odaklanıp işin esasını kaçırmak) itirazımı dillendirdim.

    Valla öyle okudum. Doğru okuduğumu düşünüyorum.

    O yüzden sizden ricam, kime hınçlandıysanız ona hitaben cevap yazmanız. Güzel gelişebilecek bir diyaloğa öfke bulaştırmayın lütfen.

    Peki, yorumumun başındaki hitabı kaldırdım. Lafı ortaya koyayım, kim isterse alsın.

  28. Yazan:HG Tarih: May 7, 2010 | Reply

    ”Ancak bu çağlara nasıl geçildiğini mesela ateşin, tekerleğin, yazının ve bunun gibi nice keşiflerin nasıl keşfedildiğini açıklamadı. Oysa bir keşfin oluşabilmesi için başta malzeme, ihtiyaç, akıl yorma ve de en önemlisi bazı ön bilgilerin ve kesinleşmiş temel bilgilerin olması zaruridir”

    Merhabalar efendim.

    Öncelikle acizane şahsiyetim üniversite öğrencisidir.Yani bizlere bilim yapıcıların ürettikleri bilgileri çeşitli kaynaklar vasıtasıyla öğrenen,sizin deyiminizle ”ilm’l yakin” mertebesinin başlangıcındayım.

    Uzun zamandır yazılarınızı takip eder,çeşitli mekan ve zamanlarda bu yazdıklarınız aklıma gelir.

    Dersin Adı: Medeniyet ve Bilim Tarihi,Bilim felsefesi.
    Ders hocası ders kitabı olarak kendi deyimiyle ”Dinsiz imansız Allahsız” bir kitap verdi bizlere.
    Orada Diyor ki:Teknolojini kökeni aslında biyoloji içerisindedir.Bazı maynun ve iri maymunların alet oluşturup kullanmakta ve bunu da kültürel bir süreç olarak nesilden nesile aktarmakta olduğunu söylüyor.Mesele tıppın kökenini şempanzelerin bitkiler ile ilgili bilgi birikimini kültürel olarak aktardığına dayandırıyor. ”IMO” adlı bir maymunun plaja atılan bir patatesin üzerindeki kumları ayıklamak için patatesi denizde yıkama pratiğini bulması gibi…

  29. Yazan:Atılım Ateş Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Ekrem Bey,

    İlk yorumumdan aldığınız paragraf için (ve sizin alıntılamadığınız ama benim gayet negatif bulduğum diğer kısımlar için) zaten özür diledim Mehmet Bey’den, daha ne dememi bekliyorsunuz? Alınganlık yaptım dedim, negatif cevaptı dedim, doğrusunun ortak zemin arayışı olduğunu dile getirdim.

    Ben ayıp ettim dedikçe siz üzerime geliyorsunuz, bravo size.

    Siteye giydiriyorsunuz diyerek ne kastettiğinizi de anlamadım. Ortada bilimi sadece roket, uçak, bomba olarak gören bir yaklaşım var, ben de bunu kendi adıma yaralayıcı buluyorum. Bunu dile getiriyorum, ve bunun bu platformda sık yapıldığını söylüyorum.

    Öyleyse siz, “siteye giydiriyorsunuz” diyerek bu yaklaşımın yanlış olduğunu, ama sitede bu yaklaşımın çok taraftar bulmadığını ve benim haksızlık ettiğimi söylüyorsunuz. Söylediğiniz buysa tüm site ahalisinden bu yaptığım yersiz genelleme için özür dilerim, demek ki yazılanların bir kısmını ön yargıyla okumuşum. Yine de bilim konusunda yukarıda bahsettiğim anlayışa sahip yazarlar ve yorumcular var bence, ben de buna dair hislerimi ortaya koydum.

    Ekrem Bey, kendinize yapıştırdığınız ODTÜ etiketi sizi otomatik olarak bilim otoritesi yapmıyor, biliyorsunuz değil mi? Daha da önemlisi bir konuda fikir beyan ederken çap çok mu önemli? Eğer birileri sizin sözünüzle hayatına dair önemli bir karar verecekse, evet. Ama neticede bir fikir platformundayız, düşüncelerimizi paylaşıyoruz, farklı bakış açılarını anlamaya çalışıyoruz. Bu platformda kimse benim müridim değil (öyle bir çapım ya da beklentim de yok), kimsenin de müridi değilim. Karşılıklı iki insan olarak konuşmak yerine siz ODTÜ’lü insan kimliğine bürünerek konuşmak istiyorsanız, bir şey diyemem. Ben bu platformda kendime etiket yapıştırmayı izninizle reddediyorum.

    Ve farkındaysanız konu yine kaydı gitti. Bunda çok vebalim olduğunu da sanmıyorum.

    Selamlar,

    Atılım ateş

  30. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Amir bey,

    Yani özetle, İslam peygamberinin demiş olduğunu kabul ettiğimiz herşey doğrudur, bununla ilgili başka araştırma gerekmez. İşte bu dinsel bakış açısıdır.

    Evet doğru anlamışsınız. O dediyse doğrudur. Araştırmam da gerekmez. Ben dogmalara inanan bir dinciyim. Haşmetmeabları da tuvaletini bile bilimsel olarak yapan bir şansölyesiniz.

    Peki bilim bize ne der? İki şey söyler:
    1- Söylenen ifade peygambere ait olmayabilir, araştırmak gerekir.
    2- Söylenen ifade peygambere ait olsa bile, bilim bunun mutlak doğru olduğunu varsaymak zorunda değildir. Zaten bu tür ön kabuller bilimin doğasına zıttır. Somut iddiaların bilimsel yöntemle sınanması gerekir. Bilimsel bakış açısıyla, kimsenin bu durumda dokunulmazlığı yoktur, peygamberlerin bile.

    Siz kendi bilimciliğinizle istediğiniz şeyi sınayabilirsiniz. Benim neye iman ettiğim ise sizi ilgilendirmez. Sabahtan beri din ile bilimin kulvarlarının farklı olduğunu, bu yüzden bir çatışmanın ancak bilimin, dinin alanına sarkıp küstahça yargılarda bulunmasıyla mümkün olduğunu söylüyorum. Sayenizde bunun somut bir örneğini görmüş olduk. Melek var mıdır? Görmüyoruz, duymuyoruz, hissetmiyoruz, demek ki yoktur… 124 bin peygamber var mıdır? Ansiklopedide bu konuda bir bilgi yok, demek ki yoktur. İman işte bu sorgulamaların ötesine geçmek demek. “Gayb” diye duyu organlarının ötesinde ve deney ve gözlem dışında bir şeyin olma ihtimalini kabul etmeyen bir insanın iman etme şansı yoktur. Etmesin de zaten. Yeter ki bana neye nasıl iman etmem gerektiğini dikte etmesin.

    Mantıken diğer topluluklara da peygamber gönderilmiş olması gerekir. Bunlara ilişkin belgeler nerede? Nerede Çinlilerin, Hintlilerin, Japonların, Kızılderililerin, Eskimoların, Eski Yunanlıların, Romalıların ve Eski Türklerin peygamberleri?

    Ne belgesinden bahsediyorsunuz? Nasıl bir belge istiyorsunuz? Size modern tarihçilik 1800lü yıllarda başladı. Mitolojik çağlara ait tarih tamamen incil ve tevrat kaynaklıdır diyorum, ya söylediğimi okumuyorsunuz, ya anlamıyorsunuz. Ne kayıdından bahsediyorsunuz? Peygamber künyesi mi bulalım size, kütük defteri mi istiyorsunuz? Arkeolojik bulgular size tek tanrı inancına dair bir belge sunmaz. Çünkü görünmeyen bir tanrıya tapılıyor. Hazret-i Musa’nın bir peygamber olduğuna dair elimizde bir belge mevcut mu Tevrat dışında. Elimizde ona dair hangi bulgu var? Olması mümkün mü? Bunu talep etmek bilimselliği bırak, temel zeka fakültelerine sahip olmayan birinin isteyeceği bir şey olabilir.

    Bir not olarak şunu belirtmek istiyorum. Bir toplumda sivrilmiş, ismi bilinen inanç ve fikir önderleri hemen peygamber olarak tanımlanamaz. Herkesin bildiği gibi, peygamberler Tanrı’ dan aldığı vahyi insanlara ulaştırdığı varsayılan kişilerdir. Yani Buda, Konfüçyüs, Sokrat vb peygamber olarak kabul edilemez. İkinci bir notum da şudur. Herhangi bir topluluğun Tanrısal bir varlığa inanması otomatik olarak burada bir peygamber olduğu sonucunu doğurmaz, insanların inanç şekilleri tarih boyunca bir çok değişkenlik göstermiştir, peygamberlerin varlığı ayrıca kanıtlanmalıdır.

    Al sevgili kardeşim sana Afrika’daki peygamberler ile ilgili bir tarih kitabı. Bunu oku, bize özet çıkar. Bitirince diğer kıtalara ait olanları da vereceğim. Buda’nın peygamber olmadığına dair bilimsel bir deliliniz var mıdır? Sokrat’ın peygamber olmadığına dair bilimsel bir deliliniz var mıdır? Vahiy almadıklarını nereden biliyorsunuz. Bizde peygamber olarak Farsçadan gelmiş olan sözcüğün Arapçası, nebi ve resul olarak değişir. Resul olan peygamberler, kendisine kitap indirilenlerdir ve sayısı bellidir. Nebiler ise, Allah’ın, buyruklarını iletmekle görevli her hangi bir kişi olabilir. Eğer, peygamberlerin izini bilimsel olarak sürmek istiyorsanız, tek tanrı inancının izini sürmelisiniz. Bilim, bize tek tanrı inancının insanlığın yaşıyla ortak olduğunu ve tüm kültürlerle bulunduğunu söylüyor.

    Unutmayın ki herkes Müslüman olmak zorunda değil.

    Herkes sizin gibi düşünmek zorunda da değil. Biraz da bunun üzerinde düşünün isterseniz.

    Sonuç olarak, sanıyorum ki, bu örnek bilim ile dinin nasıl çatışabileceğini açık olarak göstermektedir.

    Bu örnek somut olarak bilimi her şeyin açıklamasına kadir bir tanrı olarak gören birinin dinle çatışmasının kaçınılmaz olduğunu somut olarak gösteriyor. Başka bir şeyi değil.

  31. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Atılım bey,

    Üslubunuzdan farklı olduğunuz anlaşılıyor. Sizi yanlış anlamış olabilirim. Bu site, benim için değerli. Yapıcı eleştirilere her zaman açığız ama suçlayıcı ifadeler görünce şalterler atıyor. Bilimle ilgili şu linkteki kitabımızda bu konuda yazılmış yazılar derlenmiş durumda. Bu yazıları insafla incelerseniz bilim düşmanı olmadığımızı, eleştirdiğimiz şeyin pozitivizm olduğunu anlayacağınızı umuyorum.
    Fazla yüklendim, haksızlık ettim özür dilerim.
    http://www.derindusunce.org/img/pozitivizm_derin_dusunce_org.pdf

  32. Yazan:Atılım Ateş Tarih: May 7, 2010 | Reply

    Bilimle dinin çatışması konusunda size ilginç gelebileceğini düşündüğüm bir alıntı yapmak istiyroum, tabii ki Gazali’den.

    El-Munkızu Min-ad-Dalal, Hilmi Güngör çevirisi, sayfa 30-32’de, Felsefe’nin kısımlarından olarak tanımladığı Riyaziye’ye (hesap, hendese ve heyet ilimleri olarak açıklamış, matematik olarak anlıyorum) dair bir gözlemi var.

    Fakat bunlardan iki fenalık doğmuştur. Biri şudur: Bu ilimleri mütala eden kimse ondaki incelikleri ve delilleri hayret ve taaccüp ile karşılar… Zanneder ki felsefecilerin bütün ilimleri açık olmak ve kuvvetli delile dayanmak hususunda bu ilim gibidir. Sonra felsefecilerin küfrünü, Allahı inkar ettiklerini, maneviyata kıymet vermediklerini şundan bundan işitir, sırf onları taklit etmek sebebiyle kafir olurlar.

    Taklit ile doğru yoldan çıkan bu adama “Bir ilimde mahareti olan kimsenin diğer işimlerde de mahir olması lazım gelmez. Fıkıh, kelam ilimlerini iyi bilen bir insanın tıp ilminde de hazık olması icap etmez…” dense kulağına girmez, kabul etmez.

    Gazali, bugünün bazı ateistlerini birebir tanımlıyor, üstelik bundan bin yıl önce. Tabii bu gözleminin bir de öbür yüzü var:

    İkinci fenalık, İslam dinin cahil taraflarından gelmiştir. bunlar felsefecilere ait bütün ilimleri inkar etmeyi dine hizmet ve yardım saydılar… Cahillere yakışan bu iddialar, ay ve güneşin tutulmasını kat’i bürhan (akli delil) ile bilen bir kimsenin kulağına vardiğı zaman kendi delilinde şüpheye düşmez, ancak islam dininin cehil üzerine kurulduğuna … hükmeder, felsefeye karşı sevgisi artar, İslam dininden yüz çevirir.

    Gazali bu konulara başka eserlerinde de çok geniş yer ayırmış gördüğüm kadarıyla. Bu durumda aslında insanların zihninde bilim ve dinin çatışmasının tarihi bizim sandığımızdan eskilere dayanıyor galiba.

    Mehmet Bahadır Bey’in de bahsettiği batı etkisi tüm bunların üzerine tuz biber olmuş sanki. Ama bu çatışma sadece batı kaynaklı değil gibi görünüyor, besinin bugün batıdan alıyor gibi dursa da kökleri yine bu topraklarda.

    Sorunun kaynaklarından biri insanın çok çabuk taklide yönelmesi, doğru. Ama sanıyorum bir ikinci kaynak da bize yabancı olan bir alanda insanların verdiği emeği göremeyişimiz. Bunu sadece bilim için söylemiyorum: Ben kendi adıma bir ekmek fırınında harcanan emeğin bile ayırdında değilim. Bize öyle öğretildi diye ekmeğe saygı gösteriyoruz, ama saygının kaynağı belki de esas o ekmeği yapanın, o unu öğütenin, o buğdayı biçenin, ekenin emeği. Ve böyle konuştuğuma bakmayın, o ekmek fırını karşısında kirpikleri kavlanmayan benim yaptığım gibi boş konuşur.

    Aynı şey bilim için de geçerli. Bugün el emeği gibi zihin emeği de var, o da değerli. Gerçekten masa başında insanın dirseği çürüyor, saçına ak düşüyor. Üstelik o gün çalıştığınızın karşılığını o gün görmüyorsunuz, mis kokulu ekmek fırından hemen çıkmıyor. Aylarca uğraşıyorsunuz, gözleriniz bozuluyor ekrana bakmaktan, akşam eve gittiğinizde iki kelimeyi bir araya getiremez hale geldiğiniz oluyor. Ve bazen sonuç çıkmıyor, herşey baştan başlıyor.

    Sakın yanlış anlaşılmasın, herkes kendi alanında konuşsun demiyorum. Herkes her alanda konuşsun, ama hepimiz biraz daha mütevazı olalım, olmaz mı?

    Ve Gazali’nin dediği gibi, ateistin cahiliyle din taraftarının cahili fenalık yapıyor diye bilim adamlarını mahkum etmeyelim. Bilim ile tanrıya ulaşılmaz, yokluğu da kanıtlanmaz. Kimi Allah’ın işlerine hayret eder, kimi etmez.

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  33. Yazan:Amir Töre Tarih: May 8, 2010 | Reply

    Ekrem Senai bey,

    Yazdıklarınızdan alıntılar:

    “Haşmetmeabları da tuvaletini bile bilimsel olarak yapan bir şansölyesiniz. “
    “Bunu talep etmek bilimselliği bırak, temel zeka fakültelerine sahip olmayan birinin isteyeceği bir şey olabilir.”

    Muhatabınızı aşağılamak, hakaret etmek sizin fikrinizin doğru olduğunu göstermez. Benim sizin kişiliğinize karşı en ufak bir aşağılayıcı cümlem olmadı. Ancak siz, fikire fikirle yeterince karşılık veremeyince kolayca hakaret yolunu seçtiniz. Tartışma adabına uymayı becerebiliyorsanız uyun. Sizin fikirlerinize uymayan fikir sahiplerinin kişiliklerine de saygı göstermeniz gerektiğini hatırlatırım.

    Konuya devam edersek,
    “Gayb” diye duyu organlarının ötesinde ve deney ve gözlem dışında bir şeyin olma ihtimalini kabul etmeyen bir insanın iman etme şansı yoktur.”

    Çarpıtmayın. Bahsettiğimiz konu gayb ile ilgili değil. Peygamberler etten, kemikten, canlı insanlardır. Dolayısıyla tarihte yaşadığı iddia edilen peygamberlerin yaşadığını ispat eden bir takım kanıtlar istenmesi gayet doğaldır. Peygamberlerin varlığını soruşturmak meleklerin varlığını soruşturmakla aynı şey değildir. Ayrıca benim sizden talep ettiğim bir müslümana peygamberlerin varlığını kanıtlamanız değil. Müslüman olmayan birine peygamberlerin varlığını nasıl kanıtlayacağınız. “Buna gerek yok, herkes müslüman olmalı” diyorsanız, zaten konuşacak bir şey yok. Ancak ben bu siteyi zaten bunun ötesinde konuşacak bir şeyleri olan insanların yazdığını düşündüğüm için izliyorum. Sizin de bu aşamada olduğunuzu ümit ediyorum.

    “Ne belgesinden bahsediyorsunuz? Nasıl bir belge istiyorsunuz? Size modern tarihçilik 1800lü yıllarda başladı. Mitolojik çağlara ait tarih tamamen incil ve tevrat kaynaklıdır diyorum, “

    Bir çarpıtma daha. Yani ne demek istiyorsunuz ? Tarih 1800 yılında mı başladı? Daha önceki yıllar araştırılamaz mı? Mitolojiden falan bahsetmiyorum. Yazının bulunduğu milattan önce 4000 ve sonrasından bahsediyorum. Bu süreçte incil ve tevrat dışında bir çok yazılı belge bulabilirsiniz. Tarihteki hükümdarlar, bilginler, sanatçılar, önde gelen kişilerle ilgili kutsal kitaplar dışında da birçok yazılı kaynağa ulaşabilirsiniz. Peki binlerce peygamber ile ilgili neden kaynak yok? Belgeleri hazırlayanlar peygamberleri önemsiz kişi olarak görmüşler de o yüzden mi kaydetmemişler?

    “Hazret-i Musa’nın bir peygamber olduğuna dair elimizde bir belge mevcut mu Tevrat dışında. Elimizde ona dair hangi bulgu var? Olması mümkün mü”

    Tabi ki mümkün. Biliyorsunuz ki Eski Mısırlılar yazı yazabilen insanlardı, o devre ait pek çok kayıt vardır. Dolayısıyla, Mısırlıların inancına ters düşse dahi, en azından kötülemek amacıyla, peygamber olduğunu iddia eden bir kişiyi kaydetmiş olmaları beklenir.

    “Buda’nın peygamber olmadığına dair bilimsel bir deliliniz var mıdır? Sokrat’ın peygamber olmadığına dair bilimsel bir deliliniz var mıdır? Vahiy almadıklarını nereden biliyorsunuz”

    Bunlar da açıkça bilimsel yönteme inanmayan bir kişinin sözleri (bilimsel yöntemi bilmiyorsunuz demeyeceğim, yukarıda ODTÜ’ lü olduğunuzu belirtmişsiniz, bilmemeniz söz konusu olamaz). Cevap açık ama kayda geçmesi için yazıyorum. İspat yükümlülüğü Buda ya da Sokrat’ ın peygamber olduğunu iddia edenlere aittir. Bu da sınanamayacak bir konu değil. Buda ya da Sokrat’ ın Tanrı’ dan vahiy aldıklarını belirttikleri beyanları olduğunun gösterilmesi yeterlidir. Varsa elinizde Buda ya da Sokrat’ ın Tanrı’ nın elçisi olduklarını belirten sözleri, gösterebilirsiniz. Sakın buna da “Gayb” demeyin.

    “Bu örnek somut olarak bilimi her şeyin açıklamasına kadir bir tanrı olarak gören birinin dinle çatışmasının kaçınılmaz olduğunu somut olarak gösteriyor. Başka bir şeyi değil”

    Çarpıtma, çarpıtma, çarpıtma…. Benim “bilim herşeyi açıklar, herşeye kadirdir” diye bir sözüm oldu mu? Kesinlikle hayır. Zaten öyle olmadığı da açıktır. Bilimin açıklayamadığı pek çok şey vardır ve öyle de kalacaktır. Aslında sizin bu cümleniz dinin kabul ettiği herşeye kayıtsız şartsız inanmakla kendini sorumlu gören dindarların, kendilerini rahatlatmak için yaptığı tipik bir projeksiyon mekanizmasının ifadesidir. Merak etmeyiniz, ben bilime Tanrı gözüyle bakmıyorum, benim gibi düşünenlerin hiç biri de öyle değildir.

  34. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 8, 2010 | Reply

    Amir bey,

    Ucuz taktiklere girmeyelim isterseniz. Size saygı gösterebilmem için aynı saygıyı sizde görebilmem gerekir.
    Tarihte yaşadığı söylenen peygamberlerin yaşadığına dair herhangi bir belge yoktur. Hatta Hz.İsa’nın (S) hiç yaşamadığını iddia edenler olduğu gibi, çok şaşırdım Hz.Muhammed’in (S) yaşamadığı iddia edenler dahi mevcut. Bu delil isteme sapkınlığı pozitivizmle iğdiş edilmiş beyinlerin genel bir alışkanlığıdır. Septisizm dozunda olursa insana bir şeyler öğretir. Herşeyi sorgulamaya başlayan insan ise bence hastadır, tedaviye muhtaçtır. Siz anne babanızın kendi anne babanız olduğundan emin misiniz? Kan tahlili yaptırdınız mı? DNA testi sonucunuz var mı? Neden körü körüne onların kendi anne babanız olduğunu savunuyorsunuz. Bir fani adamın (=babanızın) sözüyle mi hareket ediyorsunuz?… İnsanlar her zaman sorgulamaktan “dogmatiklikleri” sebebiyle kaçmaz. Sorgulamak da her zaman bilimsel bir uğraş değildir. Eşim beni aldatıyor mu diye hasta olan insanlar vardır. Eşlerinin cep telefonlarını kurcalarlar filan. Psikosomatik bir durumdur, evlilikleri heder olur böyle adamların. Bizim pozitivizmle iğdiş edilmiş beyinler de böyledir. Bu adamlar sevemezler, aşık olamazlar, iman edemezler. Bu melekeleri, herşeyi akıl çerçevesine sıkıştırma çabasının bir sonucudur. Bir insanın “124 bin peygamber geldi mi gelmedi mi acaba?” diye düşünmesi böyle psikosomatik bir rahatsızlıktır. “20 bin tane gelse ne olur, 250 bin tane gelse ne olur?”. Bunu tarihe doğrulatsan ne olur, yalanlatsan ne olur? Başın göğe mi erer, imanın mı artar?
    Bizim eve bir halı yıkama makinesi pazarlamacısı gelmişti. Böyle mavi bir ışık veriyor, havadaki tozları görüyorsun. Sonra tozlar üzerindeki mite’ların yakın fotoğraflarını gösteriyor. Artık o vesveseyle yaşamana imkan yok. Sürekli içinde o maytların seni nasıl kemirdiğini düşünüp duruyorsun. Ben, bu pazarlamacıları kapı dışarı eden bir tipim. Su arıtma cihazcılar da böyledir. Kardeşim ben halimden memnunum. Sizin yönteminiz her bir duyduğunuzu sorgulamaksa buyrun. Benim yöntemime karışmayın. Despotluk bu başka bir şey değil.

  35. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 8, 2010 | Reply

    Fazla uzatmayacağım. Alakasız bir mevzuda kullandığım bir sözü cımbızlayıp utanmadan kaç gündür aptalca bir tartışmayla meşgul ediyorsunuz.

    Tarihteki hükümdarlar, bilginler, sanatçılar, önde gelen kişilerle ilgili kutsal kitaplar dışında da birçok yazılı kaynağa ulaşabilirsiniz.

    Ezberden konuşuyorsunuz. Ne kaynak bilirsiniz, ne araştırmışlığınız var, sallayıp duruyorsunuz. Sanki yazının icadından sonra insanlar sayfa sayfa roman, anı kitabı filan yazıp bastırmışlar!. Elinde belge namına dünyanın 15-20 müzesinde tabletler, anıtlar, hiyeroglifler var. Yılan resmi, el resmi, kafa, kol resmi. Tarihte “ismi” zikredilen hükümdar, sanatçı, önde gelen kişilerle ilgili hiç de öyle çok belge filan yok. Bir araştırın bakalım, bana çok değil, MÖ.4000 ile M.Ö. 3000 arasında yaşamış- az değil 1000 sene içinde yaşamış- 5 tane sanatçı ismi araştırın bulun yazın bakalım. Hz.Musa ile ilgili elinizde belge var mı diye sorunca da şöyle yazımışsınız:

    Tabi ki mümkün. Biliyorsunuz ki Eski Mısırlılar yazı yazabilen insanlardı, o devre ait pek çok kayıt vardır. Dolayısıyla, Mısırlıların inancına ters düşse dahi, en azından kötülemek amacıyla, peygamber olduğunu iddia eden bir kişiyi kaydetmiş olmaları beklenir.

    Söylediklerinizden şu sonuç çıkıyor. Hz.Musa diye biri tarihte yaşamadı. Çünkü hiyerogliflerde böyle bir şey yok. Bir kafa ile kol resmi var ama ben benzetemedim. Dolayısıyla bilimsel araştırmalarımız bize Musa’nın (S) hiç yaşamadığını söylüyor. Tevrat’ı da yahudiler bir yerlerinden uydurmuşlar. Böylece bilimselliğin üzerine kakamızı yapıp üzerine bir gonca yaprağını konduruyoruz ve eserimizi gururla sergiliyoruz, bravo !

    İspat yükümlülüğü Buda ya da Sokrat’ ın peygamber olduğunu iddia edenlere aittir. Bu da sınanamayacak bir konu değil. Buda ya da Sokrat’ ın Tanrı’ dan vahiy aldıklarını belirttikleri beyanları olduğunun gösterilmesi yeterlidir. Varsa elinizde Buda ya da Sokrat’ ın Tanrı’ nın elçisi olduklarını belirten sözleri, gösterebilirsiniz. Sakın buna da “Gayb” demeyin.

    Siddharta’nın Buda olması bir incir ağacı altında vahiy almasıyla olmuştur. Bundan sonraki hayatını tebliğle geçirmiştir.
    Bakın şu linkte bu konuda ezberinizi bozacak bir açıklama var:
    http://www.vgweb.org/bsq/revelation.htm
    Ayrıca Sokrat’ında kendisine ilham geldiğine dair sözleri vardır.
    Aslında ispat yükümlülüğü size aitti. Çünkü “Buda’nın, sokrat’ın, konfüçyüs’ün peygamber sayılamayacağı” sizin iddianızdı. Ben sadece “why not?” diye sordum. Yoksa hiç de umurumda değil ne oldukları. Ama görüyoruz ki bilim adamları da demek ki farklı bakış açılarına sahip olabiliyor. Bilim bir rehber değil; ancak önümüzü aydınlatan bir ışık olabilir. Işık olsa da yine yolumuzu bulmamız için rehbere muhtacız.

  36. Yazan:amir töre Tarih: May 8, 2010 | Reply

    Ekrem Senai bey,
    Ben size şu ana kadar hiç bir saygısızlık yapmamama rağmen siz saygısız davrandığım iddiasıyla aynı hakeratamiz üsluba devam ediyorsunuz. Herhalde kendinizi her türlü saygısızlığı yapmakta serbest, karşıdakini ise size saygılı davranmaya mecbur sanıyorsunuz. Bu zihniyette bir kişiyle tartışmaya çalışmak benim açımdan boşa harcanmış zamandır. Sizinle hakaret yarışına girecek değilim. Empati hissinizin gelişmesi dileğiyle kendi adıma tartışmayı bitiriyorum.

  37. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: May 9, 2010 | Reply

    Atılım Ateş Bey

    Size cevabımı geciktirdiğim için, kusuruma bakmayın. Bilimsel bir seminere katılmak üzere iş gezisindeydim inanın. Gördüğünüz gibi bizler de bilimin içindeyiz ve bilimle uğraşıyoruz. Ekrem Senai Bey’in de ifade ettiği gibi burada kimse bilim düşmanlığı yapmıyor. Bilimi ya da bilim adamlarını mahkum etmiyoruz. Zira ne hakikatın peşindeki bir bilim adamının inkarcı olması mümkündür ne de başka maksatlar taşımadığı sürece bilimin, inkara destek ve temel kılınması mümkündür. Burada tenkit konusu, bilimin bizatihi kendisi değil, dine muhalefet ve inkar adına, bilime biçilen ROLedir bütün eleştirilerimiz. Bilimi değil, bir zihniyeti bir algıyı eleştiriyoruz. Ya da kısaca pozitivizm eleştirisi olarak değerlendirebilirsiniz.

    Ortak bir zemin aramanız ve beni anlamaya çalışmanız güzel…Bu üzüntümü hafifletti.
    (Bu sıralar Sayın D ve Amir Bey fena halde üzmekteler beni).

    Amir Bey
    Fazla alınganlık gösteriyorsunuz. Ekrem Bey sizin iyiliğinize uğraşıyor.
    Aşağıda yapacağım hatırlatma da inanın sizin iyiliğinize;(Bunu bir hakaret ya da haşa bir savcılık gibi algılamayın lütfen. Sadece küçük bir hatırlatma…)

    Sayın D ve Amir Bey’e bir hatırlatma: “Eğer öldükten sonra gideceğiniz yerin
    girişinde “size bir uyarıcı gelmedi mi” diye sorarlarsa, “hayır” deme şansınız giderek azalmakta. Bu nedenle Ekrem Bey’in uyarılarını ve bahsettiği davaları ve hatta kamu davalarını da unutmamanızı dilerim.(Gaybı tabii ki Allah bilir.)

    Son olarak yorumumu bir alıntı ile bitireyim

    Robert Jastrow “God and the Astronomers” (Tanrı ve Astronomlar) adlı kitabındaki şu ilginç yorum dikkatimi çekti.

    “… Aklın gücüne inanarak yaşamış bir bilim adamı için, serüven beklenmedik şekilde sona erer. O cehalet dağlarını tırmanmıştır; en yüce zirveyi fethetmek üzeredir, en son kayaya doğru kendini çeker ve tam o sırada, asırlardır orada oturan bir grup ilâhiyatçıyla karşılaşır.” 🙂

    saygılar…

  38. Yazan:aziz yilmaz Tarih: May 9, 2010 | Reply

    Sevgili Mehmet kardeşim,

    Tevazuyuyla kaleme aldığınız yazıları gözlerim hep arıyor.Neden diye soracak olursanız,öncelikle içten yazıyorsunuz.Kibirden kaçınıyorsunuz.Ve ayrıca hep barışı,diyalogu,hoşgörüyü şiar edinerek bu yolda çaba harcıyorsunuz.Bu güzel bir haslettir.Temiz ahlaktır,saygıdır,sevgidir.Kişinin dünya görüşü,inancı ne olursa olsun bu yöndeki çabalar takdire değerdir ve örnek alınmalıdır.Ben de yaşça benden çok küçük olduğunuzu bildiğim halde davranışlarınızı kendime örnek alırım.

    Bu yazınızda da çıkış noktanız aynı olmuş.Özetle birbirinin zıddı gibi görünen iki farklı alanın(din ve bilim)birer rakip değil bilakis birbirinin tamamlayıcısı olduğunun altını çizmişsiniz.Makul ölçüde “buluşturmaya”çalışmışsınız ki,bana göre de doğrusu budur.

    Zira ne din,ne felsefe,ne bilim ne de sanat birbirinden kopuk,birbirinden bağımsız alanlar değildir.Neresinden bakarsak bakalım bu alanların birbirleriyle ilişkileri vardır.Hepsinin bir manası vardır.Bu mananın sırlarını tam olarak keşfetmeye vakıf olmasak da insanlık alemi,hakikat ve doğrular kendi içerisinde bir mana barındırır.Ve elbette farklı alanlarda bu mananın sırlarına erişmek isteriz.Bilimle katılırız bu keşif serüvenine,manevi inancımızla bir şey katmak isteriz bazen,bazen de hisettiklerimizi başka yollarla ifade ederiz;yazarken,düşünürken,sorgularken!

    Tabii bu çeşitlilik ve ahenk içinde kendimizi gerçekleştiriken rehber edindiğimiz alanlar bazen çakışır,bazen çelişir.Ortak alanlar olabilir,ihtilafler olabilir.Sanırım yaptığımız da bu.Zira doğrularımız,inadıklarımız vardır.Olacaktır.Ancak inadığımız doğruları asla bir başkasına kabul ettirme yoluna gitmemeliyiz.Zira ortak zemin aramak ya da kendi doğrularımız istikametinde bir başkasını kazanmayı amaçlarken, bazen aradaki duvarlar daha da yükselerek,kazancaklarımızı kaybedebiliyor ya da farkında olmayarak uzaklaştırabiliyoruz.O halde bence temel prensip,birbirimizden uzaklaşmak yerine davranışlarımız anlama ve anlaşılmayı esas alan bir çabaya dönüşmeli.Daha açık bir ifadeyle kimse kimseye bir şey ıspatlamak zorunda olmamalı.Fakat maalesef konu din ve bilim ilşkisi olunca sonu gelmez sınamalar,ıspat yarışları başlıyor.Durum böyle olunca da hem konu dağılıyor hem de alabildiğine bir rekabet hasıl oluyor.Netice:bir arpa boyu yol almadan kavga ile sonuçlanan tatsızlıklar kaçınılmaz oluyor.Tabii çok daha verimli olacak,istifade edilecek bir istişare de heba edilmiş oluyor.Ki bu noktaya gelmesi gerçekten üzüntü verici.

    Yine de bazı alınganlıklar,sertleşen tartışmalar yaşansa da elbette bu tartışmaların bir yararı oluyor.Sonuçta bir amaç için yapıyorsak elbette biraz yıpranmayı göze alacağız.Bu gün olmasa da belki başka bir zamanda doğruyu bulmada bize faydası olacaktır.

    Emeğiniz ve çabanız için de ayrıca teşekkür ediyorum.

    Ancak başlık konusunda naçizane bir önerim olacak izninizle.Evet biz insanın doğasında kişiyi,bir olay ya da olguyu-hatta cansız bir nesneyi-“putlaştırma” eğilimi var maalesef.Kısacası bu eğlim potansiyelini taşıdığımız bir gerçek.Dolayısıyla putlar yoktur,onları putlaştırma derecesine getiren bizim algı,duygu ve düşüncelerimizdir.

    Bundan hareketle bilim bir “put” değildir.Zira bilim put olamaz,bu eşyanın tabiatına aykırı.Ama “bilimcilik adı altında bilim bir dogmaya dönüştürülüyor ve dolayısıyla putlaştırılıyor”derseniz bu kabul edilebilir bir tespittir.Dolayısıyla bilimle özdeşleşen bir atıf yerine bilimi amacından saptıran anlayışlara gönderme yapan bir başlık daha isabetli olurdu diye düşünüyorum.Zira kendinizi dahil ettiğiniz inançlı müslümanların da bilimle iştigal ettiği düşünülürse-ki bu yerinde bir saptamadır-başlıkta yanlış anlaşılmaya mahal veren bir yorum hatasına neden oluyor.Misal,”putlaştırma”kavramı irdelenirken,bilimden esinlenmiş bir zihniyet algısına işaret ederek kesin bir tanım kullanmak yerine,bilimi modern bir ideoloji aracına dönüştüren zihin yapısını merkeze alan bir belirleme yazınızla daha uyumlu olurdu.Tabii bu bir öneri,ya da dost tavsiyesi.Elbet yanılmış da olabilirim.Sadece paylaşmak istedim.
    Sevgilerimle.

  39. Yazan:Mustafa Tarih: May 10, 2010 | Reply

    Amir bey yaziyor:

    “…. İslam’ da sonsuza kadar cehennemde yanma cezası yok mudur? Buna evet diyenlerin cevaplamasını dilediğim bir sorum daha var: Toplum içinde iyi bir insan olan, kimseye kötülük yapmayan, ancak ateist olan; ya da bir Tanrı’ ya inanmasına karşın, dinlerin Tanrı’ sının evreni yaratan Tanrı ile aynı varlık olmadığını, dinlerin insan yapımı olduğunu düşünen bir kişinin sonsuza kadar cehennem ateşinde yanması doğru ve adaletli midir?

    Dogru ve adaletlidir. Cünkü Adalet bir kimsenin kendi malini sahib oldugu seyi arzu ve istegine göre kullanabilir. Herseyin sahibi Allah olduguna göre O isterse seni yaratir, ihtiyarlastirir öldürür yeniden diriltir sonra hak ettigin cezayi verir. O sadece Kudret sahibi degil Hakimdir ve Adildir. Kimseye zulm etmez. Bir insan birsey calsa o caldigi seyin karsiligini veya o seyi geri iade etmesini arzulariz ve buna adil deriz. Neticede suc ve ceza sinirlidir. Simdi sonsuz cehennemde yanmagi hak eden ne tür suc islemis ona bakalim. Allahu teala her kafiri sonsuz cehennemde yakmayacak. Ilahi teklifleri taniyip red edeni yakacak. Tekliflere kavusamamis kisileri ne cehenneme nede cennete alacak onlari yok edecek. Islami tanidikdan sonra ilahi teklifleri red eden sunu red etmis oluyor. Biraz basit cümleler ile izah edeyim : Allahu teala emr ediyor yarattigi kuluna aklini kullan, peygamberleri dinle ve teklifleri kabul et huzur bul. seadete er. Kendini ve alemleri ve Rabbini tani. Ahiretdede cenneti ihsan olarak verecegim. Beni red edersen ve her hayr ve iyiligi ben yarattigim icin benim sifatlarida red ettigin icin sana hicbir hayr ve iyilik kalmiyor. Yok olmak bile bir nevi hayrdir sonsuz azaba nisbeten. Ona bile kavusamiyacaksin. Allahu teala bunu bariz sekiller ile anlatti Peygamber efendimiz izah etti. Isteyen inanir hayrlara kavusur isteyen red eder ve neticesinede katlanir. Ahiretde kafirler cehenneme giderken söyle diyecekler:

    “keske aklimizi kullansak idik keske peygamberleri dinlesek idik. Vay halimize.”

    Kurani kerimde bu manada geciyor.
    Bütün bu yazdiklarimiz mesela Imam Maturidinin “Kitab ut tevhid” isimli eserinde izah ediliyor (Türkce tercemesi mevcud, Sayfa 470 ve sonrasi) tabi benim cümlelerden daha iyi sekilde.
    Kisaca Allahi red edene hayrdan ihsan etmek hikmete uygun degil. Ilahi teklifi red eden önceden rizasini belirtiyor kabul ediyor cehennemde sonsuz yanmagi kabul ediyor. HZ.Nuha “Hani ilahi azab gelecek idi. Daha gelmedi. Azabi göndersin!” demislerdi kafirler.

    Kafiri affetmek hikmetce mümkün degil. Cünkü kafir affi taleb etmiyor ve Rabbini kabul etmiyor (teklifi red etmek ile Rabbinide red ediyor. Her ne kadar Allaha inansa bile. Hiristiyan der Allaha inandigini ama Allahdan gelen ilahi teklifleri red eder (Kurani) ve dolayisi ile netice ayni yere varir. Rabbini red ediyor.Kafiri günahkar mümin ile ayni tür cezaya kavusmasida hikmete uygun degil. Kafir Rabbini red ediyor. Rabbinden birsey istemiyor. Herhangi hayr beklemiyor. Buda maksimum suc. Ahiretde hic kimsenin itirazi kalmayacak “bana haksizlik yapildi veya hak ettigime kavusmadim” diyecek kimse olmayacak.
    “keske aklimizi kullansak idik keske peygamberleri dinlesek idik. Vay halimize.” diyenler kendilerini kritik ediyorlar. Bu noktanin altini cizelim.
    Kim olursa olsun hakikati seven ve arastiran dogru yolu arzulayan ve hayatin gyayesini hakikaten bilmek isteyen kisaca “Rabbini arayani” Allahu teala dogru yola kavusturacagini söylüyor Ankebut suresinde. Bu dünyada akli olan herkeze ayni derece hakikat ve kurtulus yakin. Tabi arzu edene…isteyen aklini ve elcileri dinler isteyen red eder. Allahu teala bize bu hürriyeti dünya hayatimiz icin hepimize vermis.

  40. Yazan:Amir Töre Tarih: May 11, 2010 | Reply

    Mustafa Bey,

    “….Adalet bir kimsenin kendi malini sahib oldugu seyi arzu ve istegine göre kullanabilir. Herseyin sahibi Allah olduguna göre O isterse seni yaratir, ihtiyarlastirir öldürür yeniden diriltir sonra hak ettigin cezayi verir. O sadece Kudret sahibi degil Hakimdir ve Adildir. Kimseye zulm etmez…”

    Aslında bu konu din-bilim çelişkisi ile alakalı değil. Çok uzatmak istemiyorum. Ancak bana çok ilginç gelen, değişik fikirleri ve cevapları duymak istediğim bir sorun olduğu için müsaadenizle size bir yanıt vermek istiyorum.
    Şöyle bir sahneyi gözünüzde canlandırın lütfen: Günümüzden 200-300 yıl sonra yaşayacak bir robot üreticisi olduğunuzu düşünün. İnsana çok benzeyen robotlar üretiyorsunuz, öyle ki bu robotlar düşünüyor, akıl yürütüyor, acı çekebiliyor. Ürettiğiniz robot tümüyle size ait, sahibi sizsiniz. Günün birinde robotlarınızdan bazıları size diyor ki: ” sen bizi üretmiş olamazsın, biz doğal koşulların etkisiyle ortaya çıktık, kendiliğinden oluştuk”. Siz de, bu durumda, sizin onları ürettiğinize dair kanıtlar ortaya koyuyorsunuz, gerçeği anlatmaya çalışıyorsunuz, onlar sürekli reddediyorlar.
    Bu durumda ne yaparsınız? seçenek sunayım:

    A- Serbest bırakırım, ne halleri varsa görsünler ilgilenmem, başka robotlara zararları olmadıkça cezalandırmam. Çünkü salt düşünce cezalandırılamaz.

    B- Belli süre hapis, kısa süreli acı verme şeklinde cezalar uygularım.

    C- Bu robotların varlığını sonlandırırım, bir daha böyle robotlar üretmem.

    D- Robotlara ateşte yakma, asit dökme vb çeşitli işkenceler uygularım. Bunları öyle yaparım ki robotun bilinci hiç kapanmaz, sürekli acı çeker, parçaları bozuldukça yenilerim ve işkenceye devam ederim. Dünya durdukça bu cezayı sürdürürüm. Çünkü robotlar benim malımdır, düşünce özgürlükleri yoktur. Benim istediğim şekilde düşünmezlerse onlara en ağır cezayı veririm, bu ceza hiç bitmemelidir.

    Ne düşünüyorsunuz? Benim düşüncem odur ki, doğru yanıt A şıkkıdır, 21. yüzyıldaki bilincimize, insan hakları ve düşünce özgürlüğü kavramlarına en uygun olanı budur. Ancak sanıyorum siz D şıkkının doğru olduğu kanısındasınız. Bence bu şık ancak 7. yüzyıldaki toplum yapısı ve hak algılamasına uygun olabilir.

    Son söz olarak da şunu söyleyeyim. Kişiliklere karşı hiç bir saygısızlık yapmamaya özen gösteriyorum. Ancak dindarların en ufak bir din eleştirsini dahi büyük bir küfür sayıp kendilerine yöneltilmiş bir hakaret gibi algılama eğilimi var. Durum bu olunca bazı konularda diyalog zorlaşıyor. Umarım bu sitedeki yorumcular bu algılamayı aşacak olgunluk gösterirler ve din eleştirilerini kendilerine yönelmiş hakaret gibi algılamazlar.
    Saygılarımla.

  41. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 11, 2010 | Reply

    Robot, ustasına “hadi len, usta musta yok. Kendi kendime oldum ben!” dediği zaman ustanın tavrı ne olmalıdır?
    a) Tabi evladım. Düşüncene saygı duyuyorum. Demokrasi diye bir şey var. Ben zaten sizi ve bütün bu imalathaneyi yeşillik olsun diye imal ettim. Emeklilik, vakit geçmiyor na’parsın?
    b) Düşünce suçları şu tarafa lütfen… Robot kardeş, sen öyle odun gibi durmuşsun, hiçbir şey yapmamışsın. Kimseye ne bir faydan, ne bir zararın olmuş. Demokrasi diye bir şey var, neden cezalandırılacağım diyormuşsun. Sen böyle odun gibi durasın diye mi yaptık seni vicdansız? Sürekli yakıtla besliyoruz. Yakıtını eksik mi bıraktık? Civataların paslanmasın diye özel klima sistemi kurduk insafsız. Eklemlerin gıcırdamasın diye sürekli yağlayıp durduk. Devrelerini sürekli upgrade ettik. Evrile, devrile ben böyle oldum diyormuşsun. Ulan nankör! Ben sana daha ne yapayım? Hello ben buradayım diye el mi sallayayım. Belki oturup düşünürsün diye raf ömrünü de sınırlı tuttum. Belki varlık sebebini düşünürsün, ustanın talimatlarına uymak konusunda adım atarsın diye. Anlamadın ki kaz kafalı… Şimdi ben sana ne yapayım? Orada emirlerime harfiyyen uyan ve ustasına aşkla hizmet eden robotlar bakıyor görüyor musun?. Herhalde onlarla aynı muameleye tabi olmayı beklemiyorsun. Bu adil olmaz öyle değil mi? Sen “özgürüm” diye her bir haltı işlerken onlar talimatların dışına çıkarız da ustamızı rencide ederiz diye titriyorlardı. Sen iyi bir robot değildin. Sorumluluk bilincine hiçbir zaman sahip olamadın. Olanlara burun kıvırdın, hatta dalga geçtin. Bir robot için ustaya ihtiyaç yok, kendi kendine de olabilir, mantıklı olan budur dedin. Şimdi mantıklı olan şey şudur ki: Usta, yapılış amacı dışına çıkan bu robotu cezalandıracak. Çünkü ancak bu şekilde sorumluluklarının bilincinde olan ve ustasını tanıyanla eşit duruma gelebilirsin. Merhamet uğruna adaletten taviz verilemez. Hiçbir devlet, yönetimini tanımayan asileri cezasız bırakmaz. Bana ne kanundan, kanun tanımam, bilmem demen seni sorumluluktan kurtarmaz.
    Bana 2.şık çok makul geldi.
    Ayrıca, hiçbir kötü düşünce masum kalmaz. Varlığım tesadüf eseri ve ölünce yok olacağım diye düşünen bir adam mesela bir can kurtarmak için hayatını tehlikeye atmaz. Atarsa bu düşüncesine aykırı bir anormalliktir. Ve emir için binlerce insanın ölümü için bir düğmeye basmak onun için çok fazla bir şey ifade etmez. Belki, hayatında hiç böyle imtihanlara maruz kalmamış olabilir. Ama maruz kalırsa sonucun ne olacağını bilmemiz, bize aslında düşüncenin de sonucu besleyen önemli bir kaynak olduğunu ispat ediyor. Önemli olan her türlü imtihandan başarılı olarak çıkacak insanlık düzeyine erişmektir. Bunun nasıl olacağını insanlara fiilen anlatmak için de bütün peygamber ve veliler ağır imtihanlardan geçirilirler. İman, Allah var mı yok mu dan ibaret bir şey değildir. Hele biraz büyüyün anne-babanızın harçlığından uzak kalın, hayatın hiç öyle “düşünce suçu” basitliğinden kalmadığını göreceksiniz. Her nefesin imtihan.

  42. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: May 11, 2010 | Reply

    Sevgili Aziz Bey

    O kadar yapıcı, narin ve zarif bir üslubunuz, ince düşünceleriniz ve güzel ahlakınız var ki; kamil insan olma yolunda “işte budur” diyorum. “İşte benim “OL”mak istediğim, varmak istediğim nokta” diyorum inanın. Demek ki alınacak daha çok mesafe, daha çok yolum var diyorum kendi adıma. Ve kendi inanç penceremden bakarak, yolun sonunda Peygamber Efendimin (S.A.V) kucak açarak beklediğini hayal ettim bir an için ve çok duygulandım. Bana bu ulvi duyguları yaşattığınız için, ne kadar teşekkür etsem azdır.

    Ancak inandığımız doğruları asla bir başkasına kabul ettirme yoluna gitmemeliyiz.Zira ortak zemin aramak ya da kendi doğrularımız istikametinde bir başkasını kazanmayı amaçlarken, bazen aradaki duvarlar daha da yükselerek,kazanacaklarımızı kaybedebiliyor ya da farkında olmayarak uzaklaştırabiliyoruz.O halde bence temel prensip,birbirimizden uzaklaşmak yerine davranışlarımız anlama ve anlaşılmayı esas alan bir çabaya dönüşmeli.

    Ne kadar güzel tespitler Aziz Bey. Bu tespitlere katılmamak mümkün mü? İnsan bazen duygusal davranıyor. Duygu aklın önüne geçebiliyor. Ve bu durum beraberinde ister istemez hataları da getiriyor malesef. Bu bağlamda farkında olmadan, bilmeden sürçi lisan ettiysem, gönül kırdıysam tüm okurlardan özür dilerim…

    Başlık meselesine gelince… Tavsiyenizi, önerinizi dile getiriş tarzınız dahi bir zerafet kokuyor Aziz Bey. Çok teşekkür ederim ve kesinlikle haklısınız. Yorumlarımda da belirtmiştim burada eleştiri konusu bizatihi bilimin kendisi değil…

    Aslında yazının mesajı, başlığa da bir şerh mahiyetindeydi. Bunu okurlar çözsün istedim. Bir de önyargılı bakışların insanları nasıl ters köşeye yatırabileceğini göstermesi bakımından belki de faydalı olmuştur. Ya da ben yanılıyorumdur…

    Yazı başlığının tasarrufunu Sevgili Mehmet Yılmaz Bey’e bırakmak istiyorum. Gerçekten onun düşüncelerini de merak ettim şimdi 🙂
    Bu vesileyle Mehmet Yılmaz Bey’e sevgilerimi göndereyim…

    Muhtemelen bir sonraki yazı olarak düşündüğüm “Varlığın Anlamı” adlı yazımın ön paragrafından, Senai Demirci’den bir alıntı ile bitireyim…

    Bilgi kabuk, amel özdür, ihlas ise özün içinde yağ… Kabuk öze zarar gelmesin diye çok değerlidir. Öz de içindeki yağ hatırına saklanır. Kabuğun içinde korunmaya değer olmayan öz yoksa, neye yarar? İçinde yağ yoksa, öz ne ne işe yarar?

    Değerli yorumunuz, güzel tespitleriniz ve ince ruhlu tavsiyeniz için çok çok teşekkür ederim.

    Kardeşiniz MB

  43. Yazan:hülya erkurt Tarih: May 13, 2010 | Reply

    din çevrelerinde,alabildigine yaradılış ve evrim tartışması var,birileri her an evrimcilere küfredip kafir ilan ediyor,merak ettigim,bir gün evrim red edilmez şekilde isbatlkanınca,dinci çevreler Allah a imandan vaz mı geçecek?
    dinle bilim gazzaliden beri küs degil mi zaten?
    hemen hıristiyanların üzerine gidilir,kilise çatışma vs ,müslüman alemi de kendi ortaçagına girmiş degil mi?
    herşey sebeblerle olup bitiyor ve matematik saglam bir temelde duruyorken,kainatın yaşının yaşamının bu kuraldan ayrı olması mümökün müdür?kainatta düzenli kurallı bir sirkilasyon,dogum yaşam ve ölüm süreçleri varken ve genişleyen bir evrende beslenme,yani maddenin yogunlaştıgı bir atom altı geçişkenliginden bahsediliyorken,mucize iln etmek etik mi?
    bilim cüze bakar,kuralları bulur faili aramaz,bilim adamı çalışandır,karşılıgını da alır,aradıgını aradıgı kadar bulur,neticede herkes istifade eder..ama deseydin ki,bilim bazı tekellerin elinde ve tüm insanlıgın faydasından çok,bazı elitlere hizmet ediyor ve gelecekte de meçhul hedefler var..o zaman başka detaylar girerdi..bilimi dinle kuşatmadan dini bilimle kuşatabilirsek,insanlık için ileri gitme şansı da dogabilir

  44. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 13, 2010 | Reply

    din çevrelerinde,alabildigine yaradılış ve evrim tartışması var,birileri her an evrimcilere küfredip kafir ilan ediyor,merak ettigim,bir gün evrim red edilmez şekilde isbatlkanınca,dinci çevreler Allah a imandan vaz mı geçecek?

    Evrim bir gün “red edilmez şekilde ispatlanınca” sözünüz zımnen ortada red edilebilecek bir teorinin varlığını ve elinizde “reddedilemez deliller” olmamasına karşın teorinin gerçekliğine “iman” ettiğinizi ispatlıyor. Böyle iman hiçbir müminde yok. Bu yüzden merak etmeyin “dinci”ler sizden çok daha açık görüşlüdür. İspat edildiğinde elbette ikna olurlar.

    dinle bilim gazzaliden beri küs degil mi zaten?

    “Dinle bilim küslüğü” filmi bir Hristiyan yapıtıdır. Bizde bu filmi ezber eden bilimperestlerin din hazımsızlığı vardır sadece.

    herşey sebeblerle olup bitiyor ve matematik saglam bir temelde duruyorken,kainatın yaşının yaşamının bu kuraldan ayrı olması mümökün müdür?

    Determinizmle kimsenin bir sorunu yok. Yalnız Newton mekaniğinin üzerinden 200 yıl geçti. Artık görecelilik, kuantum, kaos teorisi filan konuşuluyor. CERN’de adamlar kilometrelerce boru döşüyor nasıl oldu da oldu diye. Sizin kadar geniş açıları yok demek ki, nedensellikten bir sonuca ulaşamamış garipler.

    kainatta düzenli kurallı bir sirkilasyon,dogum yaşam ve ölüm süreçleri varken ve genişleyen bir evrende beslenme,yani maddenin yogunlaştıgı bir atom altı geçişkenliginden bahsediliyorken,mucize iln etmek etik mi?

    Bu bahsettiğiniz şeyler mucize değil midir? Böyle fine-tuned evrendeki sürekli sirkülasyon, genişleyen evrende atom altı geçişkenlikleri size nedensellik ilişkileri ile açıklanabilecek basitlikte geliyorsa zaten siz mucizenin ne olduğunun farkında değilsiniz demektir hanımefendi.

    bilim cüze bakar,kuralları bulur faili aramaz,bilim adamı çalışandır,karşılıgını da alır,aradıgını aradıgı kadar bulur,neticede herkes istifade eder..

    Bu biraz Türk milleti zekidir, çalışkandır deyişi gibi oldu. Bu kadar bilimi seven insanların neden muhasebeci, bankacı, sigortacı filan olduğunu çok merak ediyorum. Bu aşk u şevkle dağlar delmeleri lazım halbuki.

    ama deseydin ki,bilim bazı tekellerin elinde ve tüm insanlıgın faydasından çok,bazı elitlere hizmet ediyor ve gelecekte de meçhul hedefler var..o zaman başka detaylar girerdi..

    Exactly! Girelim şu detaylara lütfen.

    bilimi dinle kuşatmadan dini bilimle kuşatabilirsek,insanlık için ileri gitme şansı da dogabilir

    Kimse kimseyi kuşatmasa, haddini bilse de insanlığı kurtarmak misyonunu da üzerine almasa. Hem, bilim cüze bakar, kuralları bulur diyorsunuz, hem de bilimin dini kuşatmasından bahsediyorsunuz.
    Ateizm kendini bilime yanaştırıp destek arıyor. Bildikleri de bir evrim teorisi. Onun aşkına bilim aşığı oluveriyorlar. Çok merak ediyorum. Bir gün kuantum teorisi ispatlanırsa ateistler materyalizmden tövbe edip idealist mi olacaklar? Bu imanla hiç sanmıyorum.

  45. Yazan:durhat Tarih: May 13, 2010 | Reply

    @hülya erkurt,

    din çevrelerinde,alabildigine yaradılış ve evrim tartışması var,birileri her an evrimcilere küfredip kafir ilan ediyor,merak ettigim,bir gün evrim red edilmez şekilde isbatlkanınca,dinci çevreler Allah a imandan vaz mı geçecek?

    merrak ettim,itirazınız yaradılış ve evrimciliğin tartışılmasına mı yoksa bu tartışmaya dindarların(özelinde müslümanların)katılmasına mı?

    şayet prensipte konunun tartışılmasına karşı iseniz,zanedersem sadece dindarların kafa yorduğu bir tartışma alanı değil;evrim teorisinin ortaya çıkmasından bu yana birbirinden oldukça farklı görüşlerle akedemik çevrelerde tartışılagelen bir konu.ayrıca evrim teorisinden önce de evren ve yaradılış fikri filozofların başlıca tartışma ve çalışma alanı olmuş.

    özetle konu sadece dindarlar tarafından tartışılmıyor.ama dindarların tartışmaya dahil olması özel bir nedenden ötürü kimyanızı bozuyorsa o ayrı.dolasıyla asıl sorunuzun “dinci”diye yaftaladığınız çevrelere duyduğunuz tahammülsüzlükten kaynaklı olduğu çok net anlaşılyor.bu tahammülsüzlük psikolojisinin nereden beslendiği konusuna girmeyeceğim.

    ancak bu psikolojinin dışında da olaylara ne kadar dar bir ufuk penceresinden baktığınızı o kadar ele veriyorsunuz ki.bakın burada bilim ile din ilişkisi konu edilmiş(kimsenin kimseye küfür ettiğ de yok,gayet medeni bir tartışma)siz ise bodoslama evrim ve yaradılışa getirdiniz konuyu.ha,evrim ve yaradılış da pekala tartışılır ve tartışılıyor ama ne hikmetse bunu sakıncalı buluyorsunuz.neden?çünkü tartışmaktan korkuyorsunuz,çünkü tabuların arkasına gizlenmek daha kolay geliyor,çünkü her eleştiriyi kutsalınıza bir saldırı,şahsınıza yapılmış bir hakeret olarak algılıyorsunuz.oysa benim bildiğim,bilim yanlısı böyle bir psikolojiye hapsetmez kendini,tartışmaktan çekinmez.

    onun için kusura bakmayın siz bilim yanlısı falan olamazsınız.olsa olsa “bilimcilik” zırhı altında sağa sola saldırmayı marifet sayan biri olabilirsiniz.ateist falan olduğunuzu da düşünmüyorum.ateizm(ya da ateistlik)bir düşünce biçimidir,bir inançtır.sıkı sıkıya sloganlara,dogmalara sarılmak değildir.hele milliyetçilik hiç değildir.

    sanırım sizin,kaptırdığınız çelişkilerin nasıl anlaşılacağı gibi bir kaygınız bulunmuyor.biraz ondan biraz bundan…duruma göre yani.neden olmasın meşreb geniş olunca hem milliyetçi,hem şöven,hem slogancı,hem dogmatik;ama bilimden yana,ateist,biraz da sosyalist!hepsi bir arada olabilir dimii yani:))

    fazla söze gerek yok,sevan nişanyan’ın yazısının altına bıraktığınız yorum her şeyi açıklamaya yetiyor.isterseniz o yorumu kopyalayarak bilim üzerine verdiğiniz yukarıdaki nutukla birleştirelim nasıl bir kombinasyon oluştuğuna siz karar verin.

  46. Yazan:hülya erkurt Tarih: May 13, 2010 | Reply

    neden zıpladınız ki,bir şey mi sarsıldı,sizler azınlık bilinci ve din çatısı altında üstelik,örgütlü ve destegi kuvvetli bir araya gelip kötü bir kompozisyon çizebiliyorsunuz. ben buna hayretimi henüz gideremedim,sekiz senedir..
    Harun yahya gurubu gibi ve nerdeyse tüm din adına konuşanlar ,dindar oldugunu savunanlar ,evrime dogmatik bakmıyor mu.Karşıt yaradılış teorisini dayatmıyor mu ,evet.Bu bilgiyi vahy den mi alıyorlar?hayır..hem her şeyi Allah yarattı,hem dini o indirdi dendiginde zaten dinle bilimin çatışması mümkün degildir,eger birbirlerini dogrulamayan bir noktada çatışmışlarsa birinden biri yanlış olmalı,önermesinin bir sonucu olarak yazılan bu yazı ,islamın bilimle kıyasıya mücadele halinde oldugunun farkında degildir.
    …….
    yazıdan ne nevton çıkar ne de cern de aranandan farklı bir kuram iyi tahlil ediniz.
    kuşatma meselesi ise binlerce örnekle dolu en yakını ,cerndeki çalışmaları şeytanilikle özdeşleştiren kitleleri izleyiniz.
    sahi o bahsettiginiz yorumu bulamadım ,yapıştırırsanız memnun olurum..umarım tüm yorumlarım yayınlanır

  47. Yazan:MY Tarih: May 13, 2010 | Reply

    “Yazı başlığının tasarrufunu Sevgili Mehmet Yılmaz Bey’e bırakmak istiyorum. Gerçekten onun düşüncelerini de merak ettim şimdi 🙂

    Bu vesileyle Mehmet Yılmaz Bey’e sevgilerimi göndereyim…”(MB)

    Eyv. Güzel kardesim ve Sevgili Sadik Yorumcumuz Aziz Bey.

    ikinize de katilMAdigim noktalar var sanirim, açayim:

    insanlarin fikirlerini sonuna kadar saygiyla dinlemek, mümkün mertebe her inanca ve inançsizliga baski yapmadan bir arada yasamanin yollarini bulmak… çok sempatik geliyor kulaga ama eninde sonunda göreceli ahlâka yani ahlaksizliga açilan bir tünele girme tehlikesi yok mu?

    Bilimin PUT haline gelmesine ne adina olursa olsun saygi duyamayiz. Bütün vicdan sahibi insanlar buna direnmelidir. Pozitivist inanca saygi duyamayiz. Bunun gerekçelerini konuyla ilgili kitabimizda anlatmistik: http://www.derindusunce.org/img/pozitivizm_derin_dusunce_org.pdf

    Simdi bu konudan yani bilimcilikten kopmadan ahlâkî rölativizmi, çoklu ahlâk yaklasimini ele alalim, bizim onaylamadigimiz ahlâkî hatalari ne derecede kabul edebiliriz?

    Meselâ kiz çocuk istemeyen bir ailenin kürtaj yaptirma hakki var mi? Sakat dogacak bir çocugu öldürme hakkimiz var mi daha dogmadan?

    Yeni Gine’li Şimbüs halkının anneleri için ilk doğan erkek çocuğu öldürüp yerine bir köpek ya da domuz yavrusu emzirmek adettendir. Bir annenin kendi çocuğunu öldürmeyi reddetmesi ise bir suç. (J. Poirier, Histore des Moeurs – Gelenekler Tarihi 1990)
    Ama çocuk katli için bu kadar uzaklara gitmeye gerek yok. Napoleon 12 yaşındaki çocuk askerleri(!) kullanmadı mı kutsal(!) vatan toprakları uğruna? Ya Nazi Almanyası Berlin’i savunurken Rus tanklarını patlatmak için çocukları göndermedi mi üstün(!) Alman milletini temsilen?
    Burada bireysel psikolojik bozukluklar değil söz konusu olan. Toplumun ahlâkî ve vicdanî “doğruları” çocuk kurban etmeyi destekliyor. Eğer bir çılgınlıktan bahsedilecekse kollektif olabilir ancak. Toplum bir bütün olarak çocuk öldürmeyi meşrulaştırmıştır.
    Sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’nun bir çok yerinde ve tabi İsrail’de ölmek, öldürmek, yaşamdan daha yüce(!) değerler uğruna kendini feda etmek öylesine derin biçimde işleniyor ki kafalara, bireyler yaşayan birer ölüye dönüşüyorlar.
    (Yahudi oldukları için mi zalimler? isimli kitabimiz, sayfa 7-8)

    siyonizm

    intihar

    tukiye

    Gördügünüz üzere bir arada yasamasina imkân olmayan ahlâkî referanslar vardir ve bunlar Nasreddin Hoca fikrasindaki gibi “sen de haklisin, sen de haklisin, saçmaladigimi söylüyorsun? Öyleyse sen de haklisin” diyerek ayni çati altinda toplanamaz. Liberaller bunu yapmak istiyorlar ama olmuyor, olmayacak da.

    Evet, ulus-devletlerin, fasist diktatörlerin, komünist partilerin tepeden inmeci merkezî hukuk/ahlâk anlayisi çôkmüstür. Ama bu MUTLAK anlamda iyi/kötü ayriminin YOKLUGUNA isaret etmez.

    Bugün insanlik dallari bulutlara degen ama kökleri topragin derinlerine inMEmis bir agaç. Teknolojik ve ekonomik seviyemizin çok altinda bir BiLGELiK ve MANEViYAT seviyemiz var. Ne Kâinat’i anliyoruz ne birbirimizi ne de kendimizi. Elinde dolu bir silah verilmis bebek gibiyiz.

    bebek

    Zulümlerden, soykirimlardan vb üzüntü duyan, kendini sorumlu hisseden aydinlarin yapmasi gereken is zannettiklerinden de zor: Hakikat’i bulmak. Bir baska deyisle eski çaglarda hiç gerekmedigi kadar(?) Hakikat’e ihtiyacimiz var. Yani dini inanci, siyasî görüsü ne olursa olsun hemen her insanin vicdan huzuruyla boyu egecegi bir ahlâkî referansa ihtiyacimiz var!

    Bu çetrefilli konuyu size Schopenhauer’dan (1788-1860), bir benzetme ile anlatayim: Bir kirpi sürüsü düsünün. isinmak için birbirlerine yaklasiyorlar. Fazla yaklasinca dikenleri birbirlerine batiyor ve uzaklasiyorlar. O zaman da üsüyorlar. Yeniden biraz yaklasiyorlar.

    Iste insanlik bugün bu kirpi sürüsüne benziyor. Iyilik ve kötülügün menzili yani dikenlerimizin uzunlugu 40.000 km olmustur. Yani gezegenimiz kadar.

    inanmiyor musunuz? BlackWaters gibi bir firmayi ele alin meselâ. Parali asker sagliyor. Irak’in isgalinden beri sürekli sivilleri öldürerek gerginligi tirmandirdi. Kendisine olan ihtiyaci arttirdi!

    Resmen kiralik katiller sürüsü. Dünyada istediginiz yerde istediginiz yeri bombalatabilir, sivilleri öldürtebilirsiniz. Hem de tamamen YASAL olarak. Bu firmanin hisse senetleri dünya borsalarinda alinip satiliyor. Siz belki Istanbul’daki bir araci kurulustan satin alacaginiz finansal bir ürün ile bu firmaya ortak olabilirsiniz. Farkina bile varmadan! Veya Fransiz Dassault. Halepçe katliami sirasinda Kürtleri bombalayan Mirage uçaklarini üreten, Saddam’a satan ve pilotlari egiten firma.

    savas

    Uzatmayalim. Yaptigimiz veya yapmadigimiz her seyin menzili artik 40.000 km. Ucuz oldugu için filan marka çin mali bir ayakkabi aliyorsaniz adini bile bilmediginiz yerlerde çinli köylülerin devlet tarafindan kölelestirilmesine de ortak oluyorsunuz!

    Küresel Piyasa sayesinde(!) suç ile suçlu birbirinden koparildi, SORUMLULUK görünmez kilindi. Biz önümüzdeki kirmizi dügmeye basiyoruz, bizim gibi farz edelim 1000 veya 10.000 kisi daha basiyor, sonuç olarak çin’de, Arjantin’de veya Irak’ta bir çocuk ölüyor. O çocugun kani Piyasa’da aklaniyor(!) ve bize maas veya hisse senedi getirisi olarak geri dönüyor.

    Neden bir insani tabanca ile öldürmek biçakla öldürmekten kolaydir? Arada mekanizma vardir. Suç alettedir(!) Uçaktan bomba atmak daha da kolaydir. Simdi piyasa sayesinde öldürme/sömürme/fuhus gibi suçlari küçük parçalara, hisse senetlerine böldük. Herkese cinayetlerin 1/1000 gibi bir kismi düsüyor. Eskiden bu SORUMLULUK/ViCDAN TRANSFERi bürokrasi araciligiyla yapilirdi. Kemalistler, Stalinistler, Naziler vb bizim için neyin iyi oldugunu bilirlerdi(!) Emir kulu olan ALLAH’in kulu oldugunu unuturdu. Diyarbakir Cezaevinde o kadar Kürd’e böyle iskence yapildi. Ermeniler 1915’te emir-komuta zinciriyle yok edildi.

    Simdi fasizmin modasi geçti. Küresel Piyasa’yi kesfettik. En masum ekonomik aktivitelerimiz ile en kanli silah tüccarlari, çevre katilleri ayni sermaye pazarinda. piyasaya yatirim yapiyoruz. Paranin rengi, kokusu, dini, milliyeti yok.

    kapitalizm

    Bunun için ahlâkî görecelik sakattir diyorum. Bunun için Hakikat’e ihtiyaç var. Bunun için liberallerin ve kimi demokratlarin(?) savundugu “herkesin ahlâki kendine” ya da “ahlâk bireyseldir/içseldir” gibi ilkeler çok sakat.

    Piyasa ahlak üretmiyor. Kötülük de üretmiyor. Ama biz “küçük” suçlarimizi, para hirsimizi piyada akliyoruz. Fiati çok agir :((

    Not: Iran’da oldugu gibi kafasina her havlu saranin karisinin sabahligi ile sokaga çikip “ben Ayetullah’im, artik vicdana ihtiyaciniz kalmadi” demesi de bence ayni kapiya çikiyor. Bu konuyu Iran kategorisinde atesli biçimde tartismistik zaten.

    iran

  48. Yazan:durhat Tarih: May 13, 2010 | Reply

    Yazan:hülya erkurt Tarih: May 13, 2010 | Reply

    Nutuktan bazı kelimeleri alıp ,olumsuzluk yüklemek de ince sanat olsa gerek.
    Onu sevmenizi beklemek,anlamaya çalışacagınızı ummak hele hele düşmanı olmayacagınızı beklemek safdillik olur..elbette düşmansınız ve ardınızda koskoca küresel emperyalizm var..çıkarlarınız ve düşmanınızın ortaklıgı siz ,yobazları ve azınlıkları,yeni azınlıkları,hülasa Türk düşmanlarını biraraya getirmiş bir de kukla iktidar vermiş olsa da …çok güvenmeyin bence,biz de Atatürk eksik olmaz,çakalın hükmü kurt gelince kalmaz,daha ayaga kalkan yok diye,kurt soyu kesik sanmayın..

    buyrun hülya hanım.yoksa başkasına mı ait bu yorum.

    şimdi bilimsellik ve objektiflik iddiasında olan birinin yazacağı şeyler mi bunlar.bakın,bu başlık altına bıraktığınız bir önceki yorumunuzda bilim,evrim,yaradılış vs ne varsa önünüze katmıp götürmüşsünüz.neyse de.birileri Atatürk hakkında bir şey konuşunca neden “yalancı”,”düşman”falan oluveriyor.yoksa bu kompleksli ruh hali de “bilimsellik”konusu mu oluyor.

    düşünce özgürlüğüne duyduğunuz bu tahamülsüzlüğün gerekçesi nedir?

    neymiş efendim?”nutuktan bazı kelimeler alınıp olumsuzluk yüklenmiş”miş!kelimelerin listesi sözkonusu yazıda mevcut.dilerseniz bir daha gözden geçirebilirsiniz.peki sözkonusu kelimelerin anlam karşılıkları mı sizce olumsuz yoksa buna dikkat çekilmesi mi?

    misal size ait alıntıladığım iki paragraflık yorumunuzun ikinci paragrafında “sevgi-sizlik”,”anlayş-sızlık”,”düşman-lık”,”küresel emperyalizm yandaşlığı”,”çıkarcılık”,”düşmanla ortaklık”,yobaz-lık”,”türk düşmanlığı”,”kukla iktidar-lığı”…paragrafın neredeyse yarısı.bereket yorum kısa da bilgi dağarcığınızı bu kadarla sınırlamışsınız.”çakal,”kurt” metaforları da cabası.

    sormak lazım bu saydırdıklarınızın hangisi olumlu?ha,sizce birileri bunu fazlasıyla hakediyordur.fikir babında siz de bir güzel sıraladınız.okey.peki şimdi bu kelimelere ben mi olumsuzluk yüklemiş oluyorum,yoksa kendiliğinden mi olumsuluk yüklü?ne demeliydim?bu kadar pozitif(!) bir dili övmeli miydim yoksa?siz yüklediğinizi yüklemişsiniz zaten,yeni anlamlar yüklemeye ne hacet?

    yok yok bence ince sanat diye buna denir:)fazla mütevazı olmayın,ince sanatta bence üstünüze yok!elinize sağlık çok da güzel icra etmişsiniz sanatınızı.sakın vazgeçmeyin.devam edin önyargılarınızla yaşamaya.sakın sorgulamayın,her fırsatta nefretinizi kusun.sonra da bir güzel bilim üzerine ders verin.ne diyeyim,hepsi bir arada içinize siniyorsa mesele yok,yola devam.

  49. Yazan:hülya erkurt Tarih: May 14, 2010 | Reply

    Elbette ben yazdım,bilakis bilim adına sosyal bilimlerin hakkını yemeden yazdım hakikat bu..oldukça dogru tesbitler ve yerinde..sizleri burda yazanları yazılanların bazısını okuyunca da ha da kuvvetlenmiş kanaatler..sosoyoloji bölümleri adam gibi çalışsa idi ölçümlenmiş olarak da sunardım..
    elbette düşmansınız ve ardınızda koskoca küresel emperyalizm var..çıkarlarınız ve düşmanınızın ortaklıgı siz ,yobazları ve azınlıkları,yeni azınlıkları,hülasa Türk düşmanlarını biraraya getirmiş bir de kukla iktidar vermiş

    bak burayı hele çok begendim bir kez daha bir kez daha gözlerinize sokarak haykırıyorum..

  50. Yazan:EDiTÖR Tarih: May 14, 2010 | Reply

    Hülya Hanim,

    Sitemize hos geldiniz. Zit fikirlerdeki okurlarimizla tartismayi her zaman faydali bulduk. Yalniz rica ediyorum üsluba dikkat edin ve hizli yaftalamalardan kaçinin.

    Bir konuda çok ters düstügünüz bir yorumcu bir baska konuda “müttefikiniz” olabilir 🙂

    Bu bakimdan had bildirme, gün gösterme makanindan yazMAmaya gayret gösterin.

    Saygilar

  51. Yazan:hülya erkurt Tarih: May 14, 2010 | Reply

    teşekkürler..
    tansiyonum düşüktür,bu sitede fırladı kan beynimde fırıldak gibi dönüyorken haddi aşarsam özür dilerim..ama kabul ederim ki çok detaylı okumadan araştırmadan,yazdım..daha dikkatli olmam gerektiginin farkındayım..hb

  52. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 14, 2010 | Reply

    Hülya hanım,

    sizler azınlık bilinci ve din çatısı altında üstelik,örgütlü ve destegi kuvvetli bir araya gelip kötü bir kompozisyon çizebiliyorsunuz.

    elbette düşmansınız ve ardınızda koskoca küresel emperyalizm var..çıkarlarınız ve düşmanınızın ortaklıgı siz ,yobazları ve azınlıkları,yeni azınlıkları,hülasa Türk düşmanlarını biraraya getirmiş bir de kukla iktidar vermiş

    Her yorumunuzda azınlık, dış destek filan gibi komplolar çiziyorsunuz. Bu hain yaftalaması artık kabak tadı verdi. Ülkede kimlerin yıllardır nasıl hainlik yaptıkları ortaya çıktı. Şimdi eğer bu sitenin bir bağlantısının, sponsorunun olduğunu iddia ediyorsanız bunu ispat edin, yoksa müfterisiniz, tükürdüğünüz suratınıza yapışır. Bu sitenin hosting’ine bile kimse sponsor değil, cepten ödüyoruz. Bu manyak paranoyalardan kendinizi kurtarınız. Bir fikriniz varsa efendice ifade edersiniz. Sürekli hain olmakla yaftaladığınız insanlarla sağlıklı bir tartışma olmaz. Biz de buna izin vermeyiz.
    Bu site rehabilitasyon merkezi değil, sinir boşalması oluyorsa tansiyon haplarınızı alıp sitenin başına öyle oturun lütfen.

  53. Yazan:durhat Tarih: May 14, 2010 | Reply

    çok önemli bir noktaya temas etmişsiniz.evet Bir konuda çok ters düstügünüz bir yorumcu bir baska konuda “müttefikiniz” olabilir :)(mehmet yılmaz)

    evet,oldukça yerinde bir saptama bence.ama bunun idrak edilmesi biraz da araştırmaya bağlı.tabii bir de “aykırı”fikirlere tahammül edilebilmeli(kabul edilmeli demiyorum).kısacası katılmadığı fikrin sahibini düşman,hain,ajan,işbirlikçi vs ilan etmeden de tartışmak mümkün.

    neyse konuyu çok da uzatmak istemiyorum.ne de olsa hanımefendinin tansiyon problemleri varmış.umarım buranın “birbirinin gözünün içine bir şeyler sokma”yeri değil bir fikir platformu olduğunu kendisi de anlamıştır.

  54. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 14, 2010 | Reply

    Bir ilave: Çok kadınla tartıştım. Bir kadın için fazla faşist argümanlara sahipsiniz. Lütfen cinsiyetiniz neyse ona uygun bir nick yazın. Milleti aldatmayın.

  55. Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 14, 2010 | Reply

    Selamlar Mehmet(Yılmaz)bey,

    “Şurasına katılmıyorum” diyebileceğim bir yer yok yorumunuzda.Çağımızın önlenemeyen “küresel felaketi”i ancak bu kadar anlatılabilirdi.Araya serpiştirilmiş foto.lar ise,insanlığın halen karşıkarşıya bulunduğu ve gelecekte belki de daha ciddi tehditlere dönüşebilecek tüm felaketlerin birer ibretlik belgesi gibi.Kelimelerin anlatabileceğinden çok daha fazlasını anlatıyorlar çünkü.Teşekkür ediyorum emekleriniz için.

    Dedim ya itiraz edilecek bir şey bırakmamışsınız.Geriye yanıtı henüz bulunmamış/bulunamayan bir kaç soru kalıyor sadece:

    İnsanlığı iştahla bu çılgınlığa sürükleyen şey nedir?
    Ve bu cinnet halinden,bu çılgınlığın pençesinden insanı/insanlığı kurtarmanın bir yolu var mıdır?

    İnsan eliyle yeryüzünün cehenneme dönüşmesi karşısında duyduğumuz hayret,maalesef çaresizlik hissiyle sorulara dönüşür ve yine bu sorularda düğümlenerek öylece kalır.

    Kınıyoruz,insanlık suçu diyoruz,çılgınlık diyoruz,belki vicdanımız sızlıyor…Fakat diğer yandan farkında olmadan bu kirli çarkın ortağı ya da parçası oluyoruz.İki farklı nedenle:

    Birincisi küresel egemenliğin biz insanlara boyun eğdirerek oluşturduğu entegrasyon.Savaş endüstrisi,silahlanma,nüklüer kirlilik vb tahrip araçlarının ta gündelik yaşantımızın içine sokulması.Bu anlamda oluşturulan sisteme biz insanların dolaylı katılımı,”fiili ortaklık”.

    İkincisi ve belki de daha önemlisi ise,bu makenizmanın bilişim teknolijileri aracılığıyla evlerimize kadar girmiş olması…Rahat koltuklarımızda bu dehşetin tanığı durumunda olmamız.Ve bu tanıklığın geçici bir olumsuz imge yaratması dışında kötülüğün sıradanlaşması.

    Kısacası garip bir döngü ama gerçek.Irak’ta bir pazar alanına tahrip gücü yüksek bir bomba atılıyor…Yüzlerle ifade edilebilecek insan kayıpları yaşanıyor…Her taraf kan,ceset dolu,yıkılan yapı ve insan cesetleri birbirine karışmış;feryatlar,ağıtlar yükseliyor ama sehpamızın üzerinde çayımız kahvemiz duruyordur.Ya da mutlu bir aile yemeğindeyizdir.Bir an boğazımıza düğümleniyor belki.Peki ya sonrası?Ardından bir magazin haberi.O kareler unutulup gitmiştir.Belki de akşam yürüyüşüyle devam edecek programımız.

    Hayat böyle bir şey.Sıradanlaşan kötülük,acı ve neşe,seninç ve keder…Beklenen,umud edilen bir dünya ile gerçekte yaşanan bambaşka bir dünya!

    Bütün bunlar elbette göreceli ahlak dediğimiz menşei bize ait tasavvur ve düşünce dünyamızın birer sonucu,kaçınılmaz yansımaları.Suçluyuz ve sorumluyuz tüm kötülüklerden.Doğru.Ancak bundan bilimi sorumlu tutamayız.Bilim evet sebeptir…Atom bombası keşfedilmeseydi Nagazaki ve Hiroşima’da insanlar saniyeler içinde topluca ölmeyebilirlerdi.Ya nüklüer füzeler,roketatarlar,kimyasal silahlar,ölümcül gazlar?Hepsi de bilimin eseri.

    Sonuç:Bilimin kötü amaçlara araç edilmesi yine insanın eseridir.Bilim karşıtı veya yanlısı olmak neyi değiştirebilir ki?İran Irak savaşını hatırlayalım her iki taraf da müslümandı.Fakt hiçbir taraf bu bilim eseridir diye teknolojik silahları kullanmaktan kaçınmadı.Bugün islam adına yola çıkan ve dünyayı kana bulayan silahlı örgütler de bu “nimetten”sonuna kadar faydalanıyor.Peki burada ahlak’ı nereye koyacağız?Bu çlgınlığı önleyecek ahlaki kriter ne olmalıdır?

    Dolayısıyla evet,liberalizm sanıldığı gibi toz pembe bir dünya yaratamaz.Aksine bizatihi liberalizmin bu başaşağı gidişatı,kaosu yaratan bir yapıya sahip olduğu düşünülebilir.Çünkü bombaların patlamasına asıl neden olan da liberalizmin “bırakınız yapsınlar”ilkesinden kaynaklıdır.Bombalar,kimyasal silahlar boşuna atılmıyor çünkü.Daha fazla pazar alanı,daha fazla otorite,daha fazla güç!Sonrası malum,insan katlini ve doğa tahribatını mubah sayan ve birbirini besleyen devasa bir makenizma,vahşi bir döngü…Güç için “öteki” yokedilecek,ne varsa tahrip edilecek.Bunun için de araçlara,yokedici araçlara ihtiyaç olacak.Arz talep yani.Savaş nedeni için bahaneler gerekçeler udurularak talep oluşturulacak,talebin karşılnmsı için de silah üretilecek.Üretildikçe para muslukları akacak.Sistemin devamlılığı için ha bire ortalık karıştırılacak,gizli servislerle,ajanlarla,türlü komplo ve entrikalarla “piyasa”canlı tutulacak.Döngünün işleyişi özetle budur.Kısacası kendi kendini yenileyen devasa bir sistem.

    Neyse bu konulara girinci toparlayamıyorum.

    Kafamı kurcalayan şey şu:Peki ne yapmalıyız,hangi ahlaki normu ilke edinmeliyiz ki bu sistemi dünüştürebilelim.Devlet ve kurumların belirli bir disiplinle bunun üstesinden gelemiyeceği kesin.E kurumların etkisini ortadan kaldırmayı ilke edinen liberalizm de beraberinde farklı kaoslar yaratacağına göre bunun makul çözümü ne olabilir?

    Netice itibariyle son derece karmaşık bir durum.İş çözüme geldiğinde benim şahsen beynim stop ediyor:)Yani bilime karşı değilim.Asla da putlaştırma gibi bir eğilim içinde de olmadım.Dindar olmamakla beraber dine de karşı değilim.Fakat bu “olmak ya da olmamak”durumu maalesef memnun olmadığımız dünyayı değiştirmeye yetmiyor.

  56. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 15, 2010 | Reply

    “Kafamı kurcalayan şey şu:Peki ne yapmalıyız,hangi ahlaki normu ilke edinmeliyiz ki bu sistemi dünüştürebilelim.Devlet ve kurumların belirli bir disiplinle bunun üstesinden gelemiyeceği kesin.E kurumların etkisini ortadan kaldırmayı ilke edinen liberalizm de beraberinde farklı kaoslar yaratacağına göre bunun makul çözümü ne olabilir? “(Aziz Yılmaz)

    ister süper liberal isterse süper merkeziyetçi olsun rejimler iyiligin garantisi olamazlar. iyilik transfer edilemez, delegasyonu yok bu isin 🙂 iyiligin bekçisi insandir. insan ise manevî boyutu haizdir. Bu maneviyati yani însan’in mânâsini göz ardi eden her çözüm aslinda çözümsüzlüktür. Hangi manevî boyut? Islam? Hristiyanlik? Budizm? Hümanizm veya modern seküler bir felsefe? hangisi?

    Hz Gazâlî’den (mealen) su cümleyi okumustum: “insanlar arasinda din çoktur, ALLAH katinda din tekdir”

    Sizin ve benim vicdanimiz ayni yönü gösterdigi için bir yorumluguna olsun sizi “dindar” kabul edeyim ve size “islâmî” bir yanit vereyim müsadenizle 🙂 Zira çizdiginiz kara tablo (ki gerçektir) karsisinda dayanmak zor. ALLAH’a inancim olmasa ya kafayi yerdim ya da “vur patlasin, çal oynasin” diyen bir zevkperest olurdum.

    islâmi cevap diyorum, zira Islam’a göre ALLAH insani çok özel bir biçimde yaratmistir, insana kendi “Ruh’undan üflemis”, bize “emanetini” vermistir. Yani biz insanlik olarak bu dünyayi yok etmek ya da cehenneme çevirme özgürlügüne (=sorumluluguna) sahibiz. Tersi de dogru.

    Bu özgürlügün her bir insan tarafindan idraki kanaatimce çok mühim. Öyle bir çirpida söyleniveren bir kelime “özgürlük” ama determinizmden kaçabilen tek canliyiz biz:

    Bir tasi birakiyorsunuz, düsüyor. Bir hayvan düsmanini görünce ya kaçiyor ya da üstüne atliyor.

    ama insan düsmanlariyla dost olmak için gerekli erdeme, akla, zekâya, diplomatik-psikolojik-ekonomik bilgilere sahip. Bakin siz hiç gitmediginiz, dilini bile bilmediginiz ülkelerde ölen çocuklar için üzülüyorsunuz. Neden? Demek ki içinizde bir güzellik sakli. Sizin, komsularinizin hatta irkçilarin, katillerin içinde de sakli ayni güzellik ama uykuda.

    ikinci önemli nokta bu. Yani her bir insan bütün insanligi kurtarabilecek güçte bir güzellikle doguyor. Bunu da idrak etmemiz lâzim ki su an çok uzagiz. Derin Insan kitabinin Güzellik Matkabi isimli bölümünde anlatmistim bunu bütün detayiyla.

    islamî takilacaz dedik ya, devam 🙂

    Sonuca odaklanmak Islam’a uygun degil. Müslüman “iyi ama benim çabamla ne olabilir ki?” demez.

    Karamsar Müslüman Olur mu? isimli yazida da bunu anlatmistim:

    http://www.derindusunce.org/2009/12/14/karamsar-musluman-olur-mu/

    eger bu fikirleri begenirseniz devam edelim, olmazsa caniniz sagolsun 🙂

    Muhabbetlerim ve dualarimla

  57. Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 15, 2010 | Reply

    ister süper liberal isterse süper merkeziyetçi olsun rejimler iyiligin garantisi olamazlar. iyilik transfer edilemez, delegasyonu yok bu isin 🙂 iyiligin bekçisi insandir. insan ise manevî boyutu haizdir. Bu maneviyati yani însan’in mânâsini göz ardi eden her çözüm aslinda çözümsüzlüktür. Hangi manevî boyut? Islam? Hristiyanlik? Budizm? Hümanizm veya modern seküler bir felsefe? hangisi?

    Rejimler iyiliğin garantisi olamazlar elbet.Geçtim “iyilik”in garantörlüğünü,rejimlerin en kaba biçimiyle işleyen savaş,yıkım,sömürü,talan vb sonlandırma gibi işlev veya caydırıcılığa sahip olduğu dahi düşünülemez.Tarih bunun örnekleriyle dolu.Komünist rejimler,faşist rejimler,ulus devlet modelleri,totaliter yönetimler,diktatörlükler,sosyal demokrasiler…İçeriği ve tanımı ne olursa olsun insanlığa yeni bir kazanım getirmemiştir hiç biri.Aksine daha derin,daha travmatik,daha tahripkar sonuçlarıyla ağır bedeller ödettirmiş insana/insanlığa.

    Dediğiniz gibi bu deneyimlerin her biri hesapta “iyiliğin transferi”ni hedeflemiş oluyordu:Varolan “eski/kötü”nün yerine “yeni/iyi”olanı koymak.Dönüşüm dediğimiz şey.Ancak dönüşüm adına yapılan hesaplar tutmadı ve beklenen sonucu vermedi.Bu da “iyilik transfer edilemez”tezinizi doğruluyor.Ve evet galiba iyiliği transfer edecek delegasyonlar henüz keşfedilmedi.Burada hemfikiriz.

    Devamla,”iyiliğin bekçisi insandır”demişsiniz.Yalnız bana göre burada dikkatinizden kaçan bir ayrıntı var:rejimleri kuran/bekçilik eden de insan.Bu nedenle bence sorun bu “bekçiliğin”doğru yapılmamasıyla orantılıdır.Hukuk sistemini ele alalım.Görevi adaleti tesis etmek,hak ve hukuku sağlamaktır.Dolayısıyla her devlet/ülke/topluluk böyle bir mekanizmaya ihtiyaç duyar…Normlar belirler,suçları(kötülükleri)önlemek için yaptırımlar(ceza)uygular.Zira salt insanların iyi niyetine bırakılacak/terkedilecek bir alan değildir.İnsanın manevi boyutu,insan olma manası elbette önemlidir.Fakat ya bir şekilde bu mananın farkında olmayan insanlar var ise?İşte bir adalet ve hukuk sisteminin zorunluluğu tam da burada ortaya çıkıyor.Demek ki ortalama uyumu sağlayacak kurumlara da ihtiyaç var.Lakin uygulaycısı yine de insandır;manevi boyutu ne olursa olsun.İster dini inancı esas alsın ister modern seküler bir felsefeyi.Sonuçta iyi adına kötü icra ediliyosa bu sistemin değil bizatihi insanın zaafıdır.

    Yine örneğimize dönelim.Bir yargıç,savcı veya avukat düşünün.Tutun ki görevini kötüye kullanmış olsun.Herhangi bir nedenden ötürü(kişisel çıkar,taraf olma ya da bencillik sonucu)vicdani kanaatiyle adalet değil adaletsiliğe neden olsun.Peki bundan ötürü hukuk ve adalet gereksizdir ya da iyinin transferi bu yolla sağlanamaz diyebilir miyiz?

    Sonuç olarak bana göre sorun “iyiliğin transfer edilmesi”eğiliminden kaynaklanmıyor,aksine “transfer” hatalı yapılıyor(dur).Yoksa her insan bir şekilde iyi ve doğru olanı tasarlayabilir.İnsanların idealleri kadar doğal bir şey yoktur.Ha,bu ideallerin,tasarıların dayanak noktaları(manevi boyut) farklı olabilir sizin de değindiğiniz üzere.Ama sadece birinden birine iman etmek de yeterli olmayabilir.Zira birey iyi adına mükkemel bir donanıma sahip olabilir;erdem ve ahlak,salih amellere de.Ne var ki bir insanın böyle bir tutum ve kişiliğe sahip olması,kontrol ve denetimi ele geçirmiş güç imparatorluklarının zorbalıklarını engellemeye yetmiyor.Sonuçta buna dur diyecek delegasyonlar da olmalı.Sanırım eksik olan bu.

    Son olarak bir örnek daha vermek istiyorum.Şayet bugün BM dediğimiz uluslararası bağlayıcılığı haiz kuruluş adeleti,barışı,evrensel değerleri korumayı amaçlasaydı,ABD Irak’a girip tarumar edebilir miydi?Ya da İsrail Filistin halkına zulmederek bu halkı yoketmeye kalkışabilir miydi?Oysa istense pekala böyle bir misyonu üstlenebilir.
    ******

    Sevgili can dostum Mehmet bey,ne demek devam edelim mi?Sizin görüşleriniz benim başımın tacıdır.Okudukça feyz alıyorum,öğreniyorum,zenginleşiyorum.Elştiriye de her zaman açığım.Lütfen müsterih olun,inandığınız şekilde düşüncelerinizi paylaşın benimle.Kendimi müslüman hissetmeyebilirim.Henüz başaramadım.Ama müslümanca yapacağınız sohbet,öneri,nasihat benim için ayrı bir değerdir bunu böyle bilin.

    İlerde fırsat buldukça devam etmeye çalışırım.

    Sevgi ve dost selamlarımla.

  58. Yazan:aziz yılmaz Tarih: May 16, 2010 | Reply

    …ama insan düsmanlariyla dost olmak için gerekli erdeme, akla, zekâya, diplomatik-psikolojik-ekonomik bilgilere sahip.

    Bakin siz hiç gitmediginiz, dilini bile bilmediginiz ülkelerde ölen çocuklar için üzülüyorsunuz. Neden? Demek ki içinizde bir güzellik sakli. Sizin, komsularinizin hatta irkçilarin, katillerin içinde de sakli ayni güzellik ama uykuda.

    İlk cümleden başlarsak;
    insanlar arasındaki dostane ilşkilerin kurulması için değindiğiniz bilgi ve insani donanımlar şarttır,gereklidir.Zaten bu potansiyelin varlığı oranında “düşman-larıyla”tanımı yerini “diğer farklı unsurlara-dinler,medeniyetler,kültürler,topluluklar,aidiyetler vb-bırakacaktır.Ne var ki arzu edilen bu ilşkiler kurulamıyor.Nedeni elbette tersi karekterlere sahip olmaktan kaynaklı olabilir.Lakin en üstün zekanın bile düşmanlığı ortadan kaldıracağına dair şüphelerim var.Zira insan eliyle yapılmış en korkunç felaketlerin beslendiği kaynak zekadır.Bakınız hitler örneği.İşi insan ırkları arasında ayrıma,genetik özelliklere(üstün insan/üstün ırk)vardıracak kadar gözü dönmüş bu insanın zeka yoksunluğu çektiği söylenebilir mi?Sanmıyorum.Aynı şekilde akıl için de benzer durum geçerlidir.Akıl aynı zamanda muhsebe etme yetisidir.Yalnız bu muhasebe iyi-kötü ayrımında görecelik arzeder.Zira bir eylem ya da tasarı için işletilen akıl,akleden için doğrudur,yapılması gerekendir fakat bu aklın yol açtığı sonuç bir başkası için yıkım olabilir.
    Diplomatik-psikolojik-ekonomik birikime gelelim.

    Hitler Nazi vahşeti boyunca diplomasiyi tamamen devre dışı bırakmadı.Müteffikleri,dostları,düşmanları vardı.Fakat nasıl bir diplomasi icra ettiği tüm sonuçlarıyla ortadadır.Demek ki yanlış yapıldığında diplomasinin de pek kıymeti harbiyesi kalmıyor.

    Peki psikolojik olarak dengeli miydi?İşte burası tartışılır.Gelgelelim itiaat kültürüne ikna etmeyi başararak yığınları arkasında sürükledi ve sadist emellerine ortak etti.

    Ekonomik faydacılık da bu noktada tartışmaya değerdir.Ekonomi üretim,istihdam,verim ve paylaşımın konusudur.Toplumsal görev dağılımı ve sosyal paylaşım gibi dengeler bu işleyişin temel taşıdır.En üst verim hedeflenir ve dengeler bunun üzerine kurulur.Ancak maksimum üretim ve yüksek oranda üretim her zaman sosyal adaleti(paylaşımı)sağlamayabilir.Nitekim de yeryüzünde bu anlamda büyük mağduriyetler yaşanmadığını söyleyemeyiz.Sömürü ve insanlar arasındaki gelir dağılımında uçurumlar olduğu sürece huzursuzluklar da eksik olmayacaktır.Fakat burada asıl söylemek istediğim şey,gelenekselleşmiş insan emeği sömürüsüne dikkat çekmek değil.

    Şöyle düşünelim,insanları zor şartlar altında karın tokluğuna köle gibi çalıştıran bir işveren düşünelim.Peki insanları emeklerini satarak bu duruma razı eden sistem kimin fikri olabilir?Bence bu sistem yine ancak ekonomik bilgi ve birikimden destek bulacaktır.Kaynağı budur çünkü.Sonuç ise aynıdır:Hırsını ve bencilliğini tatmin eden için bu sistem doğrudur ama milyonlarca aç için sefalettir,işkencedir.

    Dolayısıyla hadise gelip vicdan dediğimiz şeye dayanıyor.Her şey orada başlar ve orada biter.Dini inanç ya da modern seküler düşünce…vicdan kararmış olduktan sonra karmaşa ve kaos çeşitli biçimlerde karşımıza çıkmaya devam edecek.

    Hitlerle başladık onunla bitirelim.
    Bir dönem geldi ve tarihte yankıları hiç bitmeyecek bir katliama neden oldu.Kötülüğün sembolü olarak daha uzun zamanlar hafızalrda kalacak muhtemelen.

    Peki bu kötülükleri işlemesine sebep ne idi?
    Ateist olduğu için mi?
    Hıristiyan olduğu için mi?
    Alman olduğu için mi?
    Bilim yanlısı/karşıtı olduğu için mi?

    Tersinden bakalım,
    acaba?
    Tanrı inancı haiz biri olması onu bu suçtan alıkoyr mıydı?
    Ya da yahudi veya budist?
    Kürt,Arap,Rum?
    Bilim yanlısı,evrimci?

    Sonuç olarak iyilik-kötülük isteği bence bireyin inancı ve/veya inançsızlığıyla doğrudan ilgili değildir.Bunun kaynağı vicdandır,merhamet duygusudur.

    Ancak vicdan ile merhamet gibi duygular ölçülemez ve dolayısıyla bilimin konusu olamazlar.Bu noktada bilim adına yanıltıcı çıkarımlar olabilir ve algı biçimi kesinlik atfedilerek bir dogmaya dönüştürülebilir.Bu muhtemeldir elbe ve bu yöntemde ısrar edenler vardır.Bunlara da bilimperest der geçeriz.Zira içi boşaltılarak ideoljiye dönüştürülen bir anlayış bilim olmaktan çıkarak bir tapınma aracına dönüşür.

    Ve evet bir altta dediğiniz gibi her şeyden önce insanın içinde güzellikler saklı ve bu güzellikleri ortaya çıkarmamız şart.Zaten uykuda olan bu güzelliklerin varlığını idrak ettiğimizde vicdan bizi ait olmamız gereken yere götürecektir.Kafamız karışık olsa bile “çoklu dinler”den Allah katında tek olan dine geçmek için engel nedir ki?

  59. Yazan:Toprak Tarih: May 17, 2010 | Reply

    Sorun şu ki Mehmet Bahadır Bey, dinin her konuda hemen hemen her önemli bilimsel soruya hazır bir cevabı zaten var. Kainatın yaşı kaç senedir? Dünyanın şekli nedir? Canlılık nasıl ortaya çıktı? Canlılar arasındaki çeşitlik neden kaynaklanır? Depremler nasıl oluşur? Hastalıklara ne yol açar? Faizin ekonomideki işlevi nedir? Her dinin (hatta dinlerin her bir mezhebinin) bilimin araştırma sahasına giren böyle sorulara, kendine göre verdiği bir cevap var. Hazırda cevap olduğu için, bilim adamı bağımsız olarak araştırıp kendi cevaplarını bulmak istediğinde, önce bir ne gereği var tepkisiyle karşılaşır. Bilim adamının o cevaplardan şüphe etmesi hoş karşılanmaz. Din adamlarına göre, bilim adamının görevi, dini cevapları destekler nitelikte bulgular ortaya koymaktır. Bilim adamının bulduğu cevap bunlarla çelişirse, o cevap önce inkar edilir. Bilim adamı ısrar ederse, dinsizlikle suçlanabilir. Ortaçağ Avrupasında bilimin gelişmesini engelleyen temel sebep, kilisenin bu katı yaklaşımıdır. Bu tutum, bugün de gelişmenin önüne engel olarak var olmaktadır.

    Bugün dünyada, içlerinde bazı Müslümanların da bulunduğu, milyonlarca insan dünyanın yaşının 7000 seneden az olduğuna inanıyor. Bu inancın neresini bilimle bağdaştırabiliriz? Bu insanlar arasından çıkan ve inancıyla araştırması arasına makul kalınlıkta bir çizgi çekemeyen birinin, doğru bilgiyi bulmasını bekleyebilir miyiz?

    Bir de, hangi hususların bilimsel olduğu meselesi var. Şu cümleyle başlayan paragrafi ele alalım: “Evet, deney ve gözlemine alamadığı hususları bilimsel kabul etmeyen…” Burada şöyle bir yanılgınız var. Bir meselenin bilimsel olmaması onun önemsiz olduğu anlamına gelmez. Bilim adamları kendilerini, deney ve yahut gözlem yoluyla elde edilen bulgularla test edilebilen soruların cevaplarını aramakla kısıtlamışlarsa ne olmuş? O soruların hangi ilhamlardan kaynaklandığı, o çabanın hangi güçten beslendiği, elde edilen sonuçların ardında bir mana olup olmadığı gibi sorulara da başkaları cevap üretsin. Onların bu çabasına bilim yerine, felsefe veya din denmesi bu çabanın değerini olumlu ya da olumsuz etkiler mi?

    Sizi anlıyorum. Bilimin ele aldığı soruları önemli, diğerlerini önemsiz bulan bir anlayış var. Ama çağdaş bilim o anlayışı aşıyor zaten. Günümüzde biliminin tek ihtiyacı, ilgilendiği dar alanda bağımsızca çalışabilmek. Din adamları ve filozoflar bilimin elde ettiği sonuçlara istedikleri gibi mana vermede serbestler. Yeter ki, dindarlar bilimsel yayınlara ve ders kitaplarına inançlarını sokmak için baskı yapmasınlar.

  60. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 17, 2010 | Reply

    Sayın Toprak,

    Kilise-bilim adamları ilişkilerini kesip İslam’a yapıştırınca böyle abukluklar oluyor işte. Ortaçağ’da Hristiyanlar bu çekişmeleri yaşarken İslam dünyası Aristo’yu, Platon’u Yunanca’dan Arapça’ya çevirmiş; tıptan matematiğe, optikten sosyolojiye kadar daha sonra Avrupa’ya miras bıracağı müthiş bir medeniyeti hazırlıyordu. Din’i batı klişeleriyle okumanız çok üzücü. Sizler yarın bu ülkenin aydını olacaksınız. İnanılmaz şeyler söylüyorsunuz.

    Bugün dünyada, içlerinde bazı Müslümanların da bulunduğu, milyonlarca insan dünyanın yaşının 7000 seneden az olduğuna inanıyor.

    Bugün dünyada dünyanın yaşının 7000 seneden az olduğuna inanan TEK BİR müslüman dahi yoktur. Bunu nereden çıkartıyorsunuz Allah aşkına? Saç baş yolmamak mümkün değil. İnsanlık tarihi filan demek istediniz yanlışlıkla yazdınız herhalde. Veya ömrünüzde hiç müslüman görmediniz, Kuzey Kutbunda mı yaşıyorsunuz?
    Din bilime karışmasın derken de skalayı öyle açmışsınız ki ne istediğinizi anlamak mümkün değil. Bilim adamı müslüman, hristiyan olmasın, hepsi ateist olsun mu diyorsunuz, ne istiyorsunuz?
    Din, doğa olaylarının nasıl olduğuyla ilgilenmez sayın Toprak, “neden” olduğuyla ilgilenir. “Nasıl” olduğuyla ilgili insanlar bilim ortaya çıkardıktan sonra belki ayetlerden yorum çıkartabilirler, bu ayrı bir şeydir. Ama tutup hiçbir müslüman, “Kur’an ayetinde böyle diyor, bilim böyle demiyor, bilim adamlarına ölüm!” filan demez. Olmayan şeyler üzerinden, ortaçağdaki kilise-bilim çekişmesini malzeme edip zorla müslümanlarla bilim adamlarını kavga ettirmeye çalışmanız abes. Yok böyle bir sorun. Varsa söyleyin. Mesela deyin ki bilmem kim hoca, bilimin şu bulgusuna Kur’an’a dayanarak karşı çıkıyor! Var mı böyle bir durum? Niye yok bir muhasebesini yapın bakalım.

  61. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: May 17, 2010 | Reply

    Aziz Bey Kusura bakmayin isyerimde acayip yogunluk var, yanit verecegim size.

    Dostlukla

  62. Yazan:Toprak Tarih: May 17, 2010 | Reply

    Ekrem Senai Bey,

    Anladığım kadarıyla, siz hiç Cübbeli Ahmet Hoca’yı dinlememişsiniz. Kendisini Müslüman’dan sayar misiniz bilmiyorum, ama inanın ben de az saçımı başımı yolmuyorum kendisini dinleyince. Maalesef muhteremin videolarından tek tek örnekler arayıp size sunacak zamanım yok. Dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğunu da, böyle bir videoda kulaklarımla duydum; ve bu duyduğum tek saçmalık değildi. Bana inanmayabilirsiniz; ama Google’da “dünyanın ömrü 7000 yıldır” diye aratırsanız, dünyada buna inanan Müslüman olup olmadığını öğrenebilirsiniz. Aslında şu kadarcık şeyi kendiniz de yapabilirdiniz; ama bir Müslüman’in böyle laf etmeyeceğine o kadar sıkı iman etmişsiniz ki, celallenip basit bir arama dahi yapmadan inkarı seçmişsiniz.

  63. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 18, 2010 | Reply

    Sayın Toprak,

    Google’da bahsettiğiniz aramayı yaptım. Tüm linklere teker teker girdim. Hepsinde istisnasız, Adem (S)’dan itibaren dünyanın yaşı 7000 olduğundan bahsediliyor. Dünya gezegeninin 7000 yıl önce yaratıldığına dair tek bir link bulamadım. Sizin bulun benim gözüme sokun, ben de hakikaten böyle müslümanlar da varmış diyeyim. Hiç gocunmam, gurur meselesi yapmam.
    Cübbeli Ahmed Hoca’yı da araştırdım. Adamcağız, şunu söylemiş:

    … İslam kaynaklarında, ehli sünnet ve İslam kaynaklarında bu süre Efendimiz (sav)’den geçti 1430 sene, İsa (a.s.)’dan arası 500-550 sene geçiyor. İsa (a.s.), Musa (a.s.) arası belli, işte diyelim 2000 sene … Şu anda İbrahim (a.s.) süresi bile 5000 senedir ortalama, buradan Adem (a.s.)’a bile gidilse 7000 gibi bir süre çıkıyor, yani 7000 gibi Adem (a.s.)’dan beri, buna şimdi ayet yok garanti veremeyiz, hadiste yok, yani hadis de olmadığı için garanti veremeyiz AMA YILLAR BELLİDİR … (CÜBBELİ AHMET HOCA, 2 AĞUSTOS 2009, TEKE TEK)

    Hatta adamcağıza yüklenmişler, nasıl hadis yok dersin filan diye.
    Dünya gezegeninin yaşı konusunda ise herhangi bir ayet, hadis bulunmadığı için yorumda bulunan pek bir alim yok. Sadece Bediüzzaman- nereye dayandırıyor bilmiyorum- evrenin yaşının 126 milyar sene olduğunu, canlıların yaratılmasının da 200 bin sene olduğunu söylüyor.
    Ah efendim, nasıl 200 bin sene der, yobaz işte, milyonlarca sene geçmiştir filan diyebilirsiniz tabi. Ama, adam bunu dayatmıyor ki kimseye, kendi görüşünü söylüyor. İsabet etmezse bu kendi hatası olur, bunun dinlei diyanetle bir ilgisi yok.

  64. Yazan:Ekrem Senai Tarih: May 18, 2010 | Reply

    Bediüzzaman şöyle bir hesap yapmış bu arada:

    “Rivâyet-i meşhure ile zaman-ı Adem’den kıyamete kadar eyyam-ı şeriye (şer’i gün çeşitleri) ile tabir edilen 7000…
    Şu halde nev’-i insanın ömrü yedi bin sene eyyam-ı ma’lume-i arzıye (dünyanın malum günleri) ile olsa, Küre-i arzın (dünyanın) hayata menşe’ (kaynak) olduğu zamandan harabına (yıkılışına) kadar eyyam-ı şemsiye (güneş günleriyle) ile iki yüz bin seneden geçer ve şemsüşşümüse (en büyük yıldıza) tabi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan dünyaların ömrü şemsüşşümüsün işarat-ı Kur’âniye ile her günü elli bin senelik olmasına binaen yedi bin sene o eyyam ile yüz yirmi altı milyar sene yaşarlar (kainatın ömrü).” (Osmanlıca Mektubat Fihrist Kısmı ve Rumuzat-ı Semaniye Risalesi)

  65. Yazan:MY Tarih: May 18, 2010 | Reply

    « Dediğiniz gibi bu deneyimlerin her biri hesapta “iyiliğin transferi”ni hedeflemiş oluyordu:Varolan “eski/kötü”nün yerine “yeni/iyi”olanı koymak.Dönüşüm dediğimiz şey.Ancak dönüşüm adına yapılan hesaplar tutmadı ve beklenen sonucu vermedi.Bu da “iyilik transfer edilemez”tezinizi doğruluyor.Ve evet galiba iyiliği transfer edecek delegasyonlar henüz keşfedilmedi.Burada hemfikiriz. »(AY)

    Aslında iyiliği hiç bir zaman transfer edemeyeceğiz, otomatik vitese bağlanabilen bir iyilik/erdem/ahlâk olamaz. Sistem, anayasa, ideoloji de olamaz. Hangi rejimi seçersek seçelim insan faktörü belirleyici olacaktır.

    “Normlar belirler,suçları(kötülükleri)önlemek için yaptırımlar(ceza)uygular.Zira salt insanların iyi niyetine bırakılacak/terkedilecek bir alan değildir.İnsanın manevi boyutu,insan olma manası elbette önemlidir.Fakat ya bir şekilde bu mananın farkında olmayan insanlar var ise?İşte bir adalet ve hukuk sisteminin zorunluluğu tam da burada ortaya çıkıyor.Demek ki ortalama uyumu sağlayacak kurumlara da ihtiyaç var” (AY)

    Aslında hukuk yani objektif biçimde tarif ettiğimız “erdem” ile günlük hayatta objektif olarak yaşadığımız erdem arasında bir açıklık/boşluk var. Bu da hep olacak. Çünkü hukuku inşa edenler içerinde yaşadıkları dönemin koşullarına göre yaparlar. Meselâ ortaçağda Avrupa’da hırsızlık yapanlar idam edilirmiş. İslâm’da kol kesme var meselâ. Bugün bir cep telefonu çalan kişinin elinin kesilmesi ne kadar saçma? Ya da internetten hırsızlama MP3 indiren her gencin elinin kesildiğini veya idam edildiğini düşünün.
    Ama kıs gelirken bir ailenin kilerini boşaltan veya çölde bir adamın devesini çalan için aynı şey söylenebilir mi? çölde bir insanı devesiz bırakmak ile onu öldürmek arasında ne fark var? Veya bir köylünün tarlasını süren atını çalmak onun bütün ailesini ölüme mahkum etmek değil mi?
    Demek ki hukuk objektif, herkes için aynı, mekanik bir sistem. Erdem ise kişiden kişiye, zamandan zamana yaşanış itibariyle sübjektif. Ama özünde altın bir kural var:
    “Sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma ve kendin için ne istiyorsan başkaları için de iste”.
    Kur’an, Budizm, Konfüçyanizm, Hıristiyanlık, Yahudilik… bildiğim bütün dinî ve felsefî referanslar bunu söylüyor. Devletin görevi ulusal/liberal/merkezî olmak değil bu altın kuralın uygulanmasını kolaylaştırmak olmalı. Türkiye’ye uygulayın: Türkçe’nin yasaklanması hoş bir şey mi? Değil. O zaman Kürtçe’yi de yasaklamayacaksın.

    “Yine örneğimize dönelim.Bir yargıç,savcı veya avukat düşünün.Tutun ki görevini kötüye kullanmış olsun.Herhangi bir nedenden ötürü(kişisel çıkar,taraf olma ya da bencillik sonucu)vicdani kanaatiyle adalet değil adaletsiliğe neden olsun.Peki bundan ötürü hukuk ve adalet gereksizdir ya da iyinin transferi bu yolla sağlanamaz diyebilir miyiz?”(AY)

    İnsanî anlamda “iyi” kanun olamaz. “iyi” ile kullanışlı, faydalı kelimelerini eş anlamlı kullanıyoruz ama bu bir hata. İyilik insanlara mahsus. İyi buzdolabı, iyi silah, iyi bomba olmayacağı gibi “iyi” kanun da olmaz bence. Kanunlar aletler gibidir.

    “…Lakin en üstün zekanın bile düşmanlığı ortadan kaldıracağına dair şüphelerim var.Zira insan eliyle yapılmış en korkunç felaketlerin beslendiği kaynak zekadır.Bakınız hitler örneği.İşi insan ırkları arasında ayrıma,genetik özelliklere(üstün insan/üstün ırk)vardıracak kadar gözü dönmüş bu insanın zeka yoksunluğu çektiği söylenebilir mi?Sanmıyorum.Aynı şekilde akıl için de benzer durum geçerlidir.Akıl aynı zamanda muhsebe etme yetisidir.Yalnız bu muhasebe iyi-kötü ayrımında görecelik arzeder.Zira bir eylem ya da tasarı için işletilen akıl,akleden için doğrudur,yapılması gerekendir fakat bu aklın yol açtığı sonuç bir başkası için yıkım olabilir. …” (AY)

    Unutmayalım ki akıl ve zekâ aynı şey değildir. Derin insan ve Derin Göz kitaplarda açıklamaya çalıştığım temel bilgilerden biri bu:
    http://www.derindusunce.org/img/derin_insan.pdf
    http://www.derindusunce.org/img/derin_goz.pdf
    Aş, eş ve düşmana yönelik zihnî faaliyetler akıl değildir. Ne yazık ki Batı’nın etkisiyle biz kendi dilimizi bozduk. Rasyonalizm’e hatalı olarak Akılcılık dedik. Neden hata? Zekâmı kullanarak bir atom bombası yaparım. Aklım bunun bir şehire atılmasına engel olur.
    Hz. Gazâlî’nin dediği gibi akıl hak ile batılı ayırd etmeye yarayan ilâhî bir nûrdur. Zekâ ise hayvanlarda da vardır. İslâmî kaynaklarda bazen Akl-ı meaş ve Akl-ı mead ayrımı yapılır. Akl-ı dünya, Akl-ı ilâhî.. Neticede bu ayrım aramakta olduğumuz Hakikat’in bir parçasıdır. Sadece islâm’a özgü de değildir. Meselâ Hıristiyan Filozof Sören Kierkegaard Türkçeye “YA, YA” diye çevrilen şahane bir kitabında aynı şeye işaret eder.

    Ekrem Senai kardeşim Araf Dağina Tırmanış adlı çok güzel bir makale çevirmişti. Kierkegaard’dan da bahsediliyor bu sayfada:
    http://www.derindusunce.org/2009/06/29/araf-dagina-tirmanis/
    Insan maymunlaşabilir mi? adlı makalemde biri TATMiN diğeri MUTLULUK arayan bu iki zihnî faaliyetten (akıl ve zekâ) çok detaylı biçimde bahsetmiştim.
    http://www.derindusunce.org/2008/04/11/insan-maymunlasabilir-mi/

    “Ekonomik faydacılık da bu noktada tartışmaya değerdir.Ekonomi üretim,istihdam,verim ve paylaşımın konusudur.Toplumsal görev dağılımı ve sosyal paylaşım gibi dengeler bu işleyişin temel taşıdır.En üst verim hedeflenir ve dengeler bunun üzerine kurulur.Ancak maksimum üretim ve yüksek oranda üretim her zaman sosyal adaleti(paylaşımı)sağlamayabilir.Nitekim de yeryüzünde bu anlamda büyük mağduriyetler yaşanmadığını söyleyemeyiz.Sömürü ve insanlar arasındaki gelir dağılımında uçurumlar olduğu sürece huzursuzluklar da eksik olmayacaktır.Fakat burada asıl söylemek istediğim şey,gelenekselleşmiş insan emeği sömürüsüne dikkat çekmek değil. (AY)

    Buradaki endişelerinizi anlıyor ve paylaşıyorum. İki makalede kımsen yanıtladığımı düşünüyorum bu sorgulamaları. Söz konusu yazıların dahil oldukları seri devam edecek elbette.
    Liberalizmin kusurları serisi:
    http://www.derindusunce.org/2010/04/13/bireysel-ozgurluk-yetmez/
    http://www.derindusunce.org/2010/05/18/liberalizmin-kusurlari2-calisan-bireyleri-intihara-surukler/

    “Şöyle düşünelim,insanları zor şartlar altında karın tokluğuna köle gibi çalıştıran bir işveren düşünelim.Peki insanları emeklerini satarak bu duruma razı eden sistem kimin fikri olabilir?Bence bu sistem yine ancak ekonomik bilgi ve birikimden destek bulacaktır.Kaynağı budur çünkü.Sonuç ise aynıdır:Hırsını ve bencilliğini tatmin eden için bu sistem doğrudur ama milyonlarca aç için sefalettir,işkencedir” (AY)

    Bireysel ahlâk kavramı sanırım hatalı şey. Ahlâk insanların birbirlerine ve canlı hayata (hak sahiplerine) karşı görevleri ise ancak grup ahlakı olabilir. Bireysel kısmı sakat buluyorum.
    Bu sebeple üşenmeden herkes bunun tarifine çalışmalı. Göreceli ahlâk, ahlâksızlıktır.

    “Tersinden bakalım,
    acaba?
    Tanrı inancı haiz biri olması onu bu suçtan alıkoyr mıydı?
    Ya da yahudi veya budist?
    Kürt,Arap,Rum?
    Bilim yanlısı,evrimci?
    Sonuç olarak iyilik-kötülük isteği bence bireyin inancı ve/veya inançsızlığıyla doğrudan ilgili değildir.Bunun kaynağı vicdandır,merhamet duygusudur.”(AY)

    Son yıllarda anladım ki Kimil Müslümanı olmak ile Müslüman olmak arasında dağlar kadar fark var : )

    “Ancak vicdan ile merhamet gibi duygular ölçülemez ve dolayısıyla bilimin konusu olamazlar.Bu noktada bilim adına yanıltıcı çıkarımlar olabilir ve algı biçimi kesinlik atfedilerek bir dogmaya dönüştürülebilir.Bu muhtemeldir elbe ve bu yöntemde ısrar edenler vardır.Bunlara da bilimperest der geçeriz.Zira içi boşaltılarak ideoljiye dönüştürülen bir anlayış bilim olmaktan çıkarak bir tapınma aracına dönüşür.”(AY)
    Bu bir manifesto gibi, imzamı koyuyorum altina.

  66. Yazan:MY Tarih: May 18, 2010 | Reply

    Ve evet bir altta dediğiniz gibi her şeyden önce insanın içinde güzellikler saklı ve bu güzellikleri ortaya çıkarmamız şart.Zaten uykuda olan bu güzelliklerin varlığını idrak ettiğimizde vicdan bizi ait olmamız gereken yere götürecektir.Kafamız karışık olsa bile “çoklu dinler”den Allah katında tek olan dine geçmek için engel nedir ki? (AY)

    Bazı insanlar ateşin haberini alır ve varlığını kabul ederler. Bu onlara yeter. Sizin (ve benim) gibi insanlar ise hem ateşi görmek, çıtırtısını duymak, is kokusunu içlerine çekmek ve sıcaklığını ellerinde hissetmek isterler. Neden? ALLAH bizi böyle yaratmıştır da ondan.
    Eğer bir gün ateşin yanına varırsanız hepimizin imreneceği bir Müslüman olacaksınız : )
    O’na emanet olun

  67. Yazan:Ölümlü Tarih: May 25, 2010 | Reply

    Geçenlerde dünyanın en çok izlenen dizilerinden birisi olan lost final bölümünü yayınladı. Kendi gözlemlerime göre bilimi bir put olarak algılayan, bilimin insanı kurtaracağını sananlar çok büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Herkes aklındaki tüm sorularına cevap bulacağını, bilimsel açıklamaların kendilerine yeni birşey kazandıracağını sanırken dizi birtakım dini sembollerle ölümün tek gerçek son olduğunu ve ölümden sonra bir hayat olduğunu anlatarak bitti.

    Aslında dizi yapabileceği en güzel sonu yaptı. Kuantum kuramı, manyetizma, paralel evrenler gibi konular hakkında birşeyler öğrenmek tabiki güzel ama eğer mesleğiniz dışında bu konularla ilgileniyorsanız bu bir hobi ve meraktan öte birşey değildir. Cennet cehennem yada cinler, şeytanlar ve meleklerin bilimsel açıklamaları varolabilir. Ama bu açıklamalar ne işe yararki, bilim bize sadece sayılar ve rakamlar verir. Birşeyin “nasıl” çalıştığını söyler. Önemli olan o şeyin neden varolduğu değilmidir?

    Üretim-tüketim çağında teknoloji insanlara rahat bir hayat sunsada, önemli olan bu hayatta ne yaptığımız değilmidir? Bizi biz yapan bildiklerimiz değil yaşadıklarımız, seçimlerimiz ve yaptıklarımız değilmidir? Herşey bitince cenaze namazında “merhum ne bilirdi” değil “merhumu nasıl bilirdiniz” diye sormayacaklarmı?

    Ülkemizin kalkınması için bilim ve teknolojik ilerleme önemli olabilir ama bu ilerlemeyi meslek sahipleri çalışarak gerçekleştirir. Gerçek kalkınma sevgi, hoşgörü toplumu oluşturmakta yatar. Hobi ve merak için bir şeyler öğrenmek güzel olmakla birlikte insana tek katacağı şey kibirdir. Bilimin tüm insanlara bir kurtarıcı olarak sunulması gerçek olmayan bir ütopyadır. 60-70 senelik bir hayatta en hakiki mürşit ilim değildir, imandır.

  68. Yazan:Amir Töre Tarih: May 25, 2010 | Reply

    Sayın Ölümlü,
    60-70 yıllık hayatımızda, içinde yaşamak zorunda olduğumuz doğayı kavramaktaki en güvenilir yol bilimdir. Bilimi değersiz ve önemsiz bir şey gibi algılamak/algılatmak toplumların gelişimini baltalayıcı rol oynamaktadır. Bilimin kimseye kurtarıcı olarak önerildiğini düşünmüyorum, olsa olsa bilim, kurtarıcılara pek de ihtiyacımız olmadığını bize öğretmektedir o kadar. Evrenin akla sığmayan boyutları içinde bize düşen kısmın sadece o 60-70 yıllık hayat olması, bunun ötesinin olmaması ihtimalinin de olduğunu unutmamak gerekir.

  69. Yazan:Ölümlü Tarih: May 25, 2010 | Reply

    Sayın Amir Töre,

    60-70 yıllık yaşamda doğayı kavramak ne işimize yarıyor? Bilim ve teknolojinin sürekli ilerlemesi dünyadaki açlığı, yoksulluğu, zalimliği bitirmeye yettimi sizce? Bilim nedir biliyormusunuz, örneğin sizinle mesajlaşırken kullandığım bu bilgisayardır, muhabbet olmasa bilgisayara, bilime ne gerek var.

    Saygılarımla.

  70. Yazan:Atılım Ateş Tarih: May 25, 2010 | Reply

    Sayın Ölümlü,

    Bu bilgisayar olmasa bu kadar farklı görüşten bu kadar çok insanla haberleşme imkanınız olur muydu? İhtiyaçtır imkanı doğuran, doğru. Ama bir sebep-sonuç ilişkisi sonuçları değersiz kılar mı?

    Bence bilimin metotlarını ve bilim yoluyla üretilenleri, çekiç ya da kerpeten gibi birer araç gereç olarak da görebiliriz. Birisi çıkıp çekicin dünyanın tüm sorunlarına çözüm olacağını söylerse onun deli olduğunu düşünürüz doğal olarak.

    Ama başınızın üstünde bir dam olsun istiyorsanız çekiç şart, var mı bundan ötesi? Çekiç ile baş ağrısı dindirmeyi vaat edeni de dinlemeyin, neden baş ağrısına iyi gelmiyor diye şikayet edeni de…

    Hele sadece dua ederek, iman edip bekleyerek başınızın üzerine bir dam kurabileceğini söyleyenden köşe bucak kaçın. İmanın yanında bir çekiç ve çekici kullanacak maharetli bilek de olmalı ki başımızın üzerinde bir dam olsun.

    İşte doğayı kavramak bir yandan bu işe yarıyor, bir yandan da, eğer doğanın da Allah’ın eseri olduğunu düşünürsek, hayret uyandırıyor. Tabii herkeste değil…

    Selamlar,

    Atılım Ateş

  71. Yazan:Ölümlü Tarih: May 25, 2010 | Reply

    Sayın Atılım Ateş,

    Yazdıklarınıza katılıyorum. Başarılar, selamlar.

  72. Yazan:Fakir Tarih: Kas 14, 2011 | Reply

    Bu makale bana Hannah Arendt’in bir kitabını hatırlattı: Geçmişle Gelecek Arasında. Düşünürseniz atom bombasını atıp yüzbinlerce sivili öldürmek için « rasyonel » sebepler vardı. Guantanamo’da bir sürü masum insanı işkence ile inleten amerikalılar da binlerce « american lives » korumak için 50 kişiye eziyet etmeyi « mantıklı » buldular. Hatta ve hatta adil !!!!
    Mehmet Bahadır, sizin sessiz takipçilerinizdenim. Bir yorumunda şöyle yazdığınızı hatırlıyorum (Hz Ömer’in sözleriyle) : « Aklınız yok muydu ? diye soran gence cevaben, aklımız vardı ama imanımız yoktu » Evet, putlaştırılmış akıl artık akıl değildir. Bu konuda ne kadar yazılsa azdır.

  73. Yazan:Yusuf Nevai Tarih: Kas 25, 2011 | Reply

    Evet kainattaki her hadise, yaşadığımız her anımız, düşünen bir insan için, Allah’a götüren birer ayet olması gerekmez mi? Aksi takdirde her türlü bilimi sular seller gibi yutmuş da olsak, “Kitap yüklü merkepler” ötesine varabilir miyiz sizce?

    Koskoca bir felsefe tarihi, çekilen onca fikir çilesi, düşünceleri uğruna ölen filozoflar…Aklını arayan insanoğlunun bu eşşiz serüveni bu tip bir saldırıyı haketmiyor. Bu insan aklına yapılmış doğmatik bir saldırıdır.

    Yazar başta tavrını zaten oryantalist bir bakış açısı ile belli ediyor. Doğu*Batı! Kültürel bir olgu mudur akıl? Yoksa doğanın evrensel yasaları sadace batı aklına mı hitap ediyor? İnsan aklı söz konusu olunca Doğu*Batı ayrımı acınaklı bir kapalı sokaktır. Hiç bir yere ulaşamazsınız. Din genelde, özelde ise İslam adı altında kurumşallaşan sosyal yapılar muhakkak insan aklına set vurmak zorundadır. Bütün fikirsel veya dini paradigmalar dünyayı belirli bir çerçeve içinden algılamanızı zorunlu kılar. İslam/ı tamamen dini-imani kaygılar ile bundan msütesna tutma çabası apaçık doğmatik bir tavırdır. Kaldı ki bizatihi bilimin kendisi bile bunun dışında değildir. En şiddetli positivist mantığa sahip olsa bile…

    Ayet-i kerimeleri maddi alemin içinde hüküm süren fizilsel yasalar ile kıyaslamak, buna delil olarak sunmak skolatizm değil de nedir? Ya dini algıda bir problem var ya bilime olguda…Yaratıcı bir Kitap indirdi ise akli olmak zorunda değildir ki? Kaldı ki ayetin bir değer*akıl çerçevesi olamaz, bunlara konu edilemez. Çünkü doğruluğunu ispat edemezsiniz. Sınayamazsınız. Deneyemezsiniz, ölçemez, gözlemleyemezsiniz…İnanç kavramı zaten özünde bir nedene yada mantıksal bir düzene yada bilimsel bir gereğe dayanmak zorunda değildir.

    Bunun üzerine uzun uzadıya konuşmak doğru değil zira bütün bu problemler KARANLIK! çağda konuşulmuş açıkça tartışılmıştır. Bütün bu tartışmaları okumadan, dahası felsefenin ne tür bir etkinlik olduğunun bile farkına varamadan, felsefenin güdümünde yol bulan bir bilimi anlayamazsınız.

    Felsefe tarihini hiç okumadan bu çeşit değerlendirmeler içine girmek haddimizi aşmak değil midir?

    İslam dini olarak lanse edilen yapı bilime karşı değildi de bütün o kelam tartışmaları, sapkınlık suçlamaları, feylesoflara dindışılık ithamları, Ali Kuşçunun gözlemevinin yıkılması, Piri Reis/in asılması…İslam literatürünün tapınak dini haline sokulması…İnsanlardan dinin uzaklaştırılması, araya din adamlarının konulması…Hutbeleri bile arapça okuyorlar! Bilime katkısı olan bir anlayış olabilir mi? Halk Türk, Pers başka bir millet hutbe niye Arapça be adam? Daha bunun gibi binlerce olay… İnsanlar eğer çıkarlarına! aykırı ise değil bilime varlığın kendisine bile karşı çıkarlar…Romantik savunmalar ile bu dine hizmet edilmedi, edilmiyor…

  74. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Kas 25, 2011 | Reply

    Sn. Yusuf Nevai

    “Bilim tarafsızdır”, “Doğrunun ölçütü bilimdir”, gibi pozitivist akideler artık eskisi kadar taraf bulmuyor bulamıyor üzgünüm. Kainatın ya da bilimin nasıl ilahi isimleri bildiren ayetlere dönüşeceğini belki bir yazıyla size ispat edeceğim. Bakar gözünüz hala göremezse, görmek için oturup ölümü bekleyeceksiniz. Öyle ya da böyle mutlaka göreceksiniz. Ama ya şimdi ya da sonra…

  75. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Kas 25, 2011 | Reply

    Fakir kardeşim
    teşekkür ederim. Dediğiniz gibi, putlaştırılmış akıl/bilim artık akıl/bilim değildir.

    saygılarımla

  76. Yazan:Yusuf Nevai Tarih: Kas 25, 2011 | Reply

    “Bilim tarafsızdır”, “Doğrunun ölçütü bilimdir”, gibi pozitivist akideler…

    Bunlar Positivist akideler değiller, bunlar insan aklının, insan düşüncesinin vardığı diyalektik duraklardır. Positivizmin eleştirisi ayrı bir olay, aklın eleştirisi ayrı bir olay, algılamanın, duyuların eleştirisi ayrı bir olay, bilimin eleştirisi ayrı bir olay, din apayrı bir olaydır. Bunlar farklı alanlar olup, aydınlanma çağının düşünürlerinin aksine farklı yöntemlere, farklı ilgi alanlarına, farklı kavramsal çerçevelere ve farklı kavramlara sahiptirler.

    Yazar yazısında hemen hemen hepsini yapmaya çalışmıştır ki, ortaya tam bir karmaşa çıkmıştır. Hiç bir akli düzen vahye dayalı bir varsayım ile çürütülemez.

    Tahrif edilmiş Hıristiyanlıkla (Vatikanizm) bilim arasında ortaya çıkan bu tarihsel çatışma, İslam ile bilim arasında da varmış gibi gösterilmesi de ayrı bir trajikomik bir hadisedir.

    Bu durumun tıpkısının aynısı vardır İslamda,İslamda böyle bir kurum yoktur da daha doğrusu oluşturulmuştur! İslam tarihinde hilafet meselesi ile başlamıştır bu süreç. Ne tip krizlere yol açtığı tarihi kaynaklardan öğrenilebilir.

    İşte adına “Allah” dediğimiz sonsuz ilim, kudret ve irade sahibi, dinin de ilmin de gerçek sahibidir.

    Bediüzzaman’ın ifadesiyle;

    “Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz biliyorsun. Nasıl oluyor ki nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?”

    Evet böyle bir şey ihtimal dahilinde bulunmuyor. Hiçbir şey sahipsiz değil. Hiç kimse başıboş değil. Öyle değil mi ?

    Bu pasajdan hemen önce modern bilim sayesinde öğrenilen bir takım gerçekler sıralandıktan sonra, Bediuzzamana sözü teslim etmek akıl karı mıdır? Bediuzaman bir bilim adamı değildir. Kaldı ki bu alıntı hiç bir yeni fikir ortaya sermemektedir. Determinizm ilkesi ortada iken bu sözün manası ne olabilir ki? Eğer Bediuzzaman bir bilim felsefecisi olarak ortaya bir takım eleştiriler koyuyorsa hemen kulak kabartıp dinleyelim. Ancak böyle bir şey söylemiyor. Hayata dair fikirlerini belki deneme türüne benzer biçimde ifade ediyor. Bediuzamanı subutsuz alıntılara alet etmek hiçte hoş değil…

    Evet kainattaki her hadise, yaşadığımız her anımız, düşünen bir insan için, Allah’a götüren birer ayet olması gerekmez mi? Aksi takdirde her türlü bilimi sular seller gibi yutmuş da olsak, “Kitap yüklü merkepler” ötesine varabilir miyiz sizce?

    Niye götürecek Allah/a sahiden? Götürse isi bu kadar kafir olmazdı yeryüzünde bila kayd-u şart bütün bilim adamları iman ederdi. Etmediler, etmiyorlar. Evet onlar kitap yüklü eşşektelerde semer niye bizim sırtımızda? Burada dine sakat bir bakış açısı var. Din bilim tarafından doğrulanmaya muhtaç değildir. Ama geçmişte bilim din tarafından doğrulanmaya muhtaç edilmiştir. Vahiy daha ‘iyi’ daha erdemli bir dünyaya davet çağrısıdır. Bunun ilksel şekillerini, temel tavırlarını belirler. İçinde bir kısım bilgiler*aforizmalar*etik kurallar*hukuksal kurallar/normlar*ahlak felsefesi ve metafizik vardır…Ancak modern anlamdaki bilgi ile inzal olduğu anda ki bilgi anlayışlarının farklılıkları ortaya konmadan günümüze ışık tuttuğunu söylemek abes olur. Mesela Kur/an-ı Kerim bir metindir. Kutsal bir metindir. Dönemi itibari ile çok felsefi devrim ortaya koymuş,İslamın temel akideleri sembolik anlatımlar ile ortaya konmuştur. İnsanın erekleri ve gerekleri özlü bir şekilde açıklanmış, inkarın mantığı ortaya konulmuş, imanın ilkeleri belirlenmiştir. Dahası insanları akletmeye çağırmıştır. Bütün bunlar olumlu ve güzel şeyler ancak bunlar ‘Din’ kavramı içinde metafiziksel, epistemolojik, ontolojik, etik tartışmalardır. Bilim ile dini karşılaştırmak ise abestir. Muhaldir. Çünkü ilgi ve alakaları farklı noktalaradır. Positivist bilim dinin alanına girdiğinde positivistliğinden taviz vermiş felsefe yapmaya başlamıştır. Bunu yapmış bilim insanları olmuştur. Geçmişte din adamlarının felsefe yaparak bilimin alanına girdikleri gibi. Bugün bu iki kurum aydınlanmadan başlayarak birbirinden ayrı tutulmaya çalışılmaktadır. Bunun eleştirisini yapabilirsiniz. Modern Bilimin eleştirisini yapabilirsiniz. Ancak çıkış noktanızın akıl olduğuna, mantık olduğuna dikkat ederek…yani felsefe yaparak, felsefi argümanlar ortaya koyarak…Dogmalarla değil…

    İnsanlığa faydadan çok zarar getirmiş, imandan çok inkar hesabına kullanılmış olan günümüz bilim anlayışı, vicdanını ve insanlığını askıya almış robot insanların elinde kaldığı ve Allah adına okunmadığı müddetçe insanlığın, kendi eliyle yontup sonrada taptığı gibi, bu modern puttan daha çok çekeceği var demektir.

    İnsanoğlu evet arzu ve hevesleri tahtında bir çok metayı/eşyayı putlaştırmaktadır. Buna dinde dahildir, Tanrıda….Putlaştırma, sonsuza ıraksak bir fayda marjı elde etmek amacı ile somutlamadır…Din bundan müstağni değildir…Hiçbir inanç ve hiçbir fikirde öyle.

    Bakar gözünüz hala göremezse, görmek için oturup ölümü bekleyeceksiniz. Öyle ya da böyle mutlaka göreceksiniz. Ama ya şimdi ya da sonra…

    Şimdi bu şamanlık değil mi? Yazılarını ilgi ile bekleriz ancak daha akla ve mantığa dayalı olsun, felsefe ise felsefe yapın,hipotez ise hipotez, teori ise teori…Hangi konuda yazmak istiyorsanın onun kavramsal çerçevesinden çıkmayın. Yoksa hakikaten saçmalamak kaçınılmaz olacak…Lütfen sadece bir fikir üzerinde yoğunlaşın, daldan dala konmayın ki biz aciz yorumcular daha somut eleştiriler ortaya koyabilelim. Daha anlaşılır tartışmalar içine girebilelim…Yukarıdaki yazının olmamış bu bakımdan…Çünkü felsefeden uzak, akıldan uzak…Sadece dedikodu.

  77. Yazan:Dersimli Tarih: Kas 25, 2011 | Reply

    M. Bahadır ne demiş : Evet kainattaki her hadise, yaşadığımız her anımız, düşünen bir insan için, Allah’a götüren birer ayet olması gerekmez mi? Aksi takdirde her türlü bilimi sular seller gibi yutmuş da olsak, “Kitap yüklü merkepler” ötesine varabilir miyiz sizce?
    Y. Nevai ne demiş? : Koskoca bir felsefe tarihi, çekilen onca fikir çilesi, düşünceleri uğruna ölen filozoflar…Aklını arayan insanoğlunun bu eşşiz serüveni bu tip bir saldırıyı haketmiyor. Bu insan aklına yapılmış doğmatik bir saldırıdır.

    “Aklını arayan insanoğlu” derken aslında Y.Nevai insanlığın aklını kaybetmiş olduğunu kabul etmiş. Ya da baştan beri akılsız olduğunu, bu aklı aradığını ima etmiş. İnsan aklına doğmatik saldırıdan yakınan Y. Nevai’nin kendisi insanlığa toptan akılsız diyerek en büyük hakareti yapmış. Ama yine de MB’yi suçluyor.
    Peki M. Bahadır gerçekten saldırıyor mu akla? “Kitap yüklü merkepler” derken aklını kullanmadan malümat biriktirmenin anlamsız olduğunu vurguluyor. Yanlış hatırlamıyorsam bu benzetme Mevlânâ Hazretlerine ait. Gazâlî Hazretleri ise Mişkat-ül Envar’da (mealen) “bir ilmin eftaliyeti bildirdiği şeyin şerefiyle, yüceliğiyle bilinir” der. ALLAH’ı bildiren/bulduran ilim yücedir. Tabiat’ı gözleyerek iman eden, okula gitmemiş bir insan 5 dil bilen profesörden üstündür. Zira hidayete er(dir)meyen ilim boştur, gereksizdir. Hatta vakit kaybıdır, günahtır.
    Y. Nevai acaba bu iki büyük zatı da “insan saldırmakla” mı suçluyor? Y. Nevai fikir tartışmasına mı geldi yoksa M. Bahadır’a kişisel taarruz etmeye, cidal yapmaya mı çalışıyor? Yoksa Y. Nevai DD okurlarının aklına hakaret etmeye mi geldi?

  78. Yazan:Dersimli Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    Yusuf Nevai ne demiş?: Yazar başta tavrını zaten oryantalist bir bakış açısı ile belli ediyor. Doğu*Batı! Kültürel bir olgu mudur akıl? Yoksa doğanın evrensel yasaları sadece batı aklına mı hitap ediyor?

    Cevap verelim: Batı filozofları içinde AKIL üzerine yazmış, köşe taşlarından biri Kant’tır. Aklın ne olduğunu, nasıl işlediğini, sınırları olup olmadığını sorgulamıştır. Kant’ın yazdığı Arı aklın Eleştirisi, Pratik Aklın Eleştirisi, Yargı işlevinin eleştirisi gibi eserleri okursak ne buluruz?

    Kant insana hiç bir empirik fayda sağlamayan, iyi/kötü ayrımı yapan, güzel/çirkin ayrımı yapan aklî işlevlerden bahseder meselâ. “Gökteki yıldızların güzelliğine, içimdeki iyiliğe şaşarım” demiştir. Metafizik Hayret’in üzerine parmak basmıştır.

    İslâm’da da akl-ı meaş vardır. Cismanî varlığı ihata eder. İnsanın hayatta kalmasını, karnını doyurmasını, cinsel arzularını tatmin etmesini, soyunu sürdürmesini sağlar. İslâm’da bir de akl-ı mead vardır. Bu ise alimlerimize göre “Hakikat’i bulmaya yarayan ilâhî bir nûrdur.” İnsan iyi/kötü ayrımını bununla yapar. Öleceğini, kendini Yaratan’ın önünde hesap vereceğini bu akılla idrak eder. İrfan ve ilimle terbiye olan âhiretini düşünen akıl. Geleceği kavrayan akıl budur. Akl-ı Mead’a benzer kavramlar Kant’ın eserlerinde vardır.

    Biz eğer Kant’ın kitaplarını basarken yazar ismi olarak Ahmet/Mehmet koymuş olsak Türkiye’nin çeyrek aydınları “dogmatik” diyerek burun kıvırır. Ama Kant görünce alkış tutarlar. M. Bahadır oryantalist midir bilmiyoruz ama Yusuf Nevai görünüşe göre oksidentalist yani BATICI. Hem Batı meraklısı hem de sözleri kulaklarımıza BATIYOR ve kalplerimizi ACITIYOR.

    Madem ki “oryantalist” ilân edilmiştir M. Bahadır, biz iyice oryantalist yobaz(!) olmak için biraz daha doğuya gidelim, Japonya’dan bir ilim adamının kitabına bakalım: İbn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar-Kavramlar, Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin tercümesi

    “İbn Arabî’nin telâkkîsine göre, insânın ALLAH’a karşı yegâne isâbetli ve doğru tutumunun tenzîh ve teşbîh’den oluşan âhenkli bir tevhîd (birlik) olduğu ve böyle bir tevhîdin yalnızca “keşif”den doğan mistik sezgiye dayanarak gerçekleşebildiği geçen bölümde, sanırım, eterince açıklanmış bulunmaktadır.
    Beşerin, henüz daha keşifle nûrlanmamış olan Vehm’ini izlediği zaman, her münferit putun gerçekten de bağımsız ve kendi kendine yeterli olan bir ilâh gibi tapınıldığı sapık bir putperestliğe düşmesi muhakkaktır. Böyle bir ilâh beşerin zihninde oluşan temelsiz bir vehmin somut bir şahsiyet kazanmasından başka bir şey değildir. Ve bunun sonucu da, hiçbir zaman tenzîh düzeyine yükselemeyecek olan çiğ bir teşbîh olur. Öte yandan eğer beşer ALLAH’a Vehm’in yardımı olmaksızın Akl’ın yönünü izleyerek yaklaşmayı denerse ister istemez sonunda soyut bir tenzîh’e sürüklenip kendisi de dâhil olmak üzere âlemde görünen her şeyde cârî olan ilâhî Hayat hakkında kör olacaktır.
    Kısacası, tenzîh ile teşbîh’i bağdaştıran en doğru tutum Kesret’de Vahdet’i ve Vahdet’de de Kesret’i, ya da Kesret’i Vahdet ve Vahdet’i de Kesret gibi görebilmektir. Bu türden bir zıtların çakışması’nın (yâni Batı’nın irfân öğretisine göre “coincidentia oppositorum’un) gerçekleşmesini İbn Arabî Hayret diye isimlendirmektedir. Aslında bu, metafizik bir hayrettir; çünkü burada Vücûd’un (yâni varlığın) Tek mi yoksa Çok mu olduğuna karar verebilmesi bakımından âlemde gördüklerinin gerçek tabîatı, beşere engel olmaktadır.”

  79. Yazan:Sinem R. Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    Kültürel bir olgu mudur akıl? Yoksa doğanın evrensel yasaları sadece batı aklına mı hitap ediyor? (YN)

    Sayın YN’ye sormak lazım: Akıl bilimsel olarak var mıdır? Nerededir? kaç kilodur? Kaç metredir?

    “Doğanın evrensel yasaları” derken YN acaba insan aklını ampirik bir kalıba mı hapsetmek istemiş? Elle tutulan, gözle görünen dünya dışında bir varlık olmadığını mı iddia etmiş? Kendisi pozitivist olduğu için mi “ötekileri” dogmatik sanıyor? Sakın asıl dogmacı YN olmasın? 🙂

  80. Yazan:B. Tosun Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    NY gecmis olsun, fena ayar vermisler, yerinizde olmak istemezdim 🙂

  81. Yazan:Dersimli Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    Yusuf Nevai ne demiş? : İnsan aklı söz konusu olunca Doğu*Batı ayrımı acınaklı bir kapalı sokaktır. Hiç bir yere ulaşamazsınız. Din genelde, özelde ise İslam adı altında kurumşallaşan sosyal yapılar muhakkak insan aklına set vurmak zorundadır. Bütün fikirsel veya dini paradigmalar dünyayı belirli bir çerçeve içinden algılamanızı zorunlu kılar. İslam/ı tamamen dini-imani kaygılar ile bundan msütesna tutma çabası apaçık doğmatik bir tavırdır. Kaldı ki bizatihi bilimin kendisi bile bunun dışında değildir. En şiddetli positivist mantığa sahip olsa bile…

    Cevap verelim: “İslam adı altında kurumşallaşan sosyal yapılar” diyorsunuz. Bu sizin din dışından dine bakışınızın bir neticesi. Kadınları anlamayan erkekler gibisiniz. Kendiniz Müslümanların hissettiklerini hissetmediğiniz için sadece sosyolojik bir fenomen görüyorssunuz. Bunda bir sorun yok. Kabul edelim. Gençler de yaşlıları anlamaz. Amerikalılar ise Türkleri anlamaz, ilh.

    Yusuf Nevai ne demiş? : Ayet-i kerimeleri maddi alemin içinde hüküm süren fizilsel yasalar ile kıyaslamak, buna delil olarak sunmak skolatizm değil de nedir? Ya dini algıda bir problem var ya bilime olguda…Yaratıcı bir Kitap indirdi ise akli olmak zorunda değildir ki? Kaldı ki ayetin bir değer*akıl çerçevesi olamaz, bunlara konu edilemez. Çünkü doğruluğunu ispat edemezsiniz. Sınayamazsınız. Deneyemezsiniz, ölçemez, gözlemleyemezsiniz…İnanç kavramı zaten özünde bir nedene yada mantıksal bir düzene yada bilimsel bir gereğe dayanmak zorunda değildir.

    Cevap verelim: Ama “ben iman ve/veya İslâm’a dair bir şey hissetmiyorum demek ki bu yoktur” demeye kadar götürüyorsunuz işi. Yani siz her şeyi bildiğiniz/hissettiğiniz konusunda bir iddiaya sahip oluyorsunuz. Gerçek bilimsel duruş agnostik olmalıydı. Siz ateist imanı haiz bir mü’minsiniz. Ama farkında değilsiniz.

  82. Yazan:Dersimli Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    Yusuf Nevai : Bunun üzerine uzun uzadıya konuşmak doğru değil zira bütün bu problemler KARANLIK! çağda konuşulmuş açıkça tartışılmıştır. Bütün bu tartışmaları okumadan, dahası felsefenin ne tür bir etkinlik olduğunun bile farkına varamadan, felsefenin güdümünde yol bulan bir bilimi anlayamazsınız. Felsefe tarihini hiç okumadan bu çeşit değerlendirmeler içine girmek haddimizi aşmak değil midir?

    Cevap: Bu satırları okuyanlar size soracaktır: Felsefe polisi misin be adam? Neyin felsefe olduğunu ve olmadığını senden mi öğreneceğiz? Kırmızı kar gösterme hakkını nereden ve kimden alıyorsun?
    Not: Biraz edepsizce yazdım, zira “insan insanın aynasıdır” 🙂

    Yusuf Nevai : İslam dini olarak lanse edilen yapı bilime karşı değildi de bütün o kelam tartışmaları, sapkınlık suçlamaları, feylesoflara dindışılık ithamları, Ali Kuşçunun gözlemevinin yıkılması, Piri Reis/in asılması…İslam literatürünün tapınak dini haline sokulması…İnsanlardan dinin uzaklaştırılması, araya din adamlarının konulması…Hutbeleri bile arapça okuyorlar! Bilime katkısı olan bir anlayış olabilir mi? Halk Türk, Pers başka bir millet hutbe niye Arapça be adam? Daha bunun gibi binlerce olay… İnsanlar eğer çıkarlarına! aykırı ise değil bilime varlığın kendisine bile karşı çıkarlar…Romantik savunmalar ile bu dine hizmet edilmedi, edilmiyor…

    Cevap: Dine hizmet ne zamandan beri sizin derdiniz oldu? Hidayete mi erdiniz son 24 saat içinde? Sosyolojik YAPI(!) dediğiniz dinimize hizmet size dert mi oldu? 14 asırlık medeniyetin metinlerini, alimlerini, siyasal, askerî ve ilmî sorunlarını 4 satır yoruma sıgdıracak ilmî(!) kudreti haiz olduğunuzu mu vehmediyorsunuz? Kendini Tanrı zanneden ateistlerle çok karşılaştım. Ama sizin kadar kibirlisini ilk defa görüyorum. Ateistlerin dogmatik ve romantik saldırıları ne ateizme ne de Müslümanlara hizmet etmiştir. Özeleştiri gereklidir ve yapılmaktadır. “Dışarıdan” gelen YAPICI eleştiriler de başımızın üstünedir.
    Ama siz iyice kin kusmaya başladınız. Böyle giderse ben de bozacağım ağzımı. Haberiniz olsun.

  83. Yazan:Suna (Roma) Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    “Bilim tarafsızdır”, “Doğrunun ölçütü bilimdir”, gibi pozitivist akideler…

    Bunlar Positivist akideler değiller, bunlar insan aklının, insan düşüncesinin vardığı diyalektik duraklardır. Positivizmin eleştirisi ayrı bir olay, aklın eleştirisi ayrı bir olay, algılamanın, duyuların eleştirisi ayrı bir olay, bilimin eleştirisi ayrı bir olay, din apayrı bir olaydır. Bunlar farklı alanlar olup, aydınlanma çağının düşünürlerinin aksine farklı yöntemlere, farklı ilgi alanlarına, farklı kavramsal çerçevelere ve farklı kavramlara sahiptirler.

    bal gibi de pozitivist akideler bunlar. Ama sizin kendi akideleriniz oldugu icin size “normal” geliyor. Otobanda ters yonde giden sofor gibisiniz.size gore inananlar ters yonde gidiyor 🙂 umutsuz bir diyalog bu. hristiyan italyanlarla anlasmak sizin gibi pozitivistlerle anlasmaktan daha kolay, ne aci degilmi 🙁

  84. Yazan:Dersimli Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    Yusuf Nevai : Bu pasajdan hemen önce modern bilim sayesinde öğrenilen bir takım gerçekler sıralandıktan sonra, Bediuzzamana sözü teslim etmek akıl karı mıdır? Bediuzaman bir bilim adamı değildir. Kaldı ki bu alıntı hiç bir yeni fikir ortaya sermemektedir. Determinizm ilkesi ortada iken bu sözün manası ne olabilir ki? Eğer Bediuzzaman bir bilim felsefecisi olarak ortaya bir takım eleştiriler koyuyorsa hemen kulak kabartıp dinleyelim. Ancak böyle bir şey söylemiyor. Hayata dair fikirlerini belki deneme türüne benzer biçimde ifade ediyor. Bediuzamanı subutsuz alıntılara alet etmek hiçte hoş değil…

    Cevap: Bilimsel gerçeklere bakıp “vay canına!!!” demek değil inanmak. Bir harfi, bir sembolü okurken nasıl şekilden, suretten mânâya “gidiyorsak” o şekilde Kâinat’a bakınca da Hakikat’e gitmek mümkündür. İşte zahirden sırra intikal etmek budur. Kur’an’da Nûr suresinde “ALLAH alemlerin nûrudur” denildiği zaman 40 mumluk ampul anlïyorsanız sizinle bırakın felsefe konuşmak, oturup çay içmek bile bir azap olur. M. Bahadır size göz/bakmak vs açıklamış zaten. Körsünüz güzel kardeşim, körsünüz. ALLAH acil şifa versin.

  85. Yazan:Dersimli Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    Yusuf Nevai : Niye götürecek Allah/a sahiden? Götürse isi bu kadar kafir olmazdı yeryüzünde bila kayd-u şart bütün bilim adamları iman ederdi.

    Cevap: Hayır efendim. Öyle değil. Eğer bilimde şu kadar yol alana herkes imana gelseydi iman etmek determinizmin kapsamında olurdu. “Ah? Ne? İnanmıyor musun? Git filanca kitabı oku, filanca adamı dinle” derdik. Gökyüzünde “inanmayan eşşoolu eşektir” yazsaydı ya da her günah işlediğimizde kafamıza bir çekiçle vurulsaydı herkes bir tür “iman” üzre yaşardı. Ama bu beşerî korkudan kaynaklanan sahte bir iman olurdu. Akl-ı meaş kapsamına girerdi. Karşıdan karşıya geçerken bakıyor musunuz iki tarafa? Neden? Ezilmemek için. Peki ceza kesecek polis yokken bile arabanızı bir hastahane önüne koymamak için mahallede 80 tur atabiliyor musunuz? Haa. İşte o akıl başka, bu akıl başka. İnsan hürdür. Hayvan serbesttir. Bakın MY ne güzel anlattı bunları, siz ki felsefe seviyorsunuz: http://www.derindusunce.org/2010/10/05/hayvan-serbesttir-insan-ozgurdur/

  86. Yazan:Dersimli Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    Yusuf Nevai: “…Vahiy daha ‘iyi’ daha erdemli bir dünyaya davet çağrısıdır.. Mesela Kur/an-ı Kerim bir metindir. Kutsal bir metindir. Dönemi itibari ile çok felsefi devrim ortaya koymuş,İslamın temel akideleri sembolik anlatımlar ile ortaya konmuştur. İnsanın erekleri ve gerekleri özlü bir şekilde açıklanmış, inkarın mantığı ortaya konulmuş, imanın ilkeleri belirlenmiştir. Dahası insanları akletmeye çağırmıştır…”

    Haydaaa… Bu ne TUTARSIZLIK. Yukarda dediklerinizin tersini söylüyorsunuz. YILDIRIM gibi gelen bir iman?

  87. Yazan:Dersimli Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    Yusuf Nevai: Lütfen sadece bir fikir üzerinde yoğunlaşın, daldan dala konmayın ki biz aciz yorumcular daha somut eleştiriler ortaya koyabilelim. Daha anlaşılır tartışmalar içine girebilelim…

    Cevap: Haydaaaa. Bu ne tevazu? İslâm dairesine girip de dinî değerleri bu kadar hızlı özümseyen birini görmemiştim. Ateist Yusuf Nevai gitti, küstahlık ve kibir yerini mütevazî bir Müslüman’a bıraktı. Mehmet Bahadır, sizin ellerinizden öperim. 24 saatte hidayet, edep, takva… Işık hızında oldu. ALLAH yâr ve yardımcınız olsun. Ne olur daha çok yazın. Daha çok insanı Cehennem’den kurtarın. Dualarım sizinle güzel kardeşim.

  88. Yazan:MY Tarih: Kas 26, 2011 | Reply

    “inanmak” kelimesini çok farkli anlamlar için kullaniyoruz, ateistlerin anlamasi zor ama hata galiba biz Müslümanlarda, iyi anlatamiyoruz. inanmak aslinda bir tür his. sicak, soguk gibi, korku gibi, bayagi hissedilen bir sey ALLAH’a inanmak. Ama inanmayan için o “kapi” kilitli degil, YOK(!)

    Meselâ klasik müzikten anlamayan için Mozart, Sibelius veya Pergolesi fark etmez, hepsi için GIYGIY derler. Ama firsat olsa yavas yavas ögrenebilir, hatta kendisi bir enstrüman bile çalabilir.

    Damak tadi veya güzellik için de bu böyledir. Batan bir günesin isiklari suya vurmus, önünden kuslar geçerken “amaaan bak bak su, ne anliyorsunuz bundan?” diyen bir insana güzellikten bahsedemezsiniz. O “his” onda yoktur. Gözleri dogustan kör olan bir insana renklerden bahsetmek gibi bir sey bu.

    gun batimi

    Onun için (sanirim) ateistler açisindan mü’min “baskasinin anlattiklarina kuvvetle güvenen bir tip. Aklini kullanmiyor, bu güven zaten aklin alternatifi.”

    Günlük hayatta da “inanmak” kelimesi ihtimal, güven, tahmin gibi anlamlarda kullaniliyor, ateistler biraz da bundan aldaniyorlar:

    1) TV’deki hava durumunda yarin havanin günesli olacagi söylendi. INANIYORUM. (= gelecege dönük ihtimal yüksek)

    2) Babasi Okan’a Tanri’dan, Cennet ve Cehennem’den bahsetti. Okan inanmiyor. çünkü Babasi daha önce bisiklet alacagina söz vermisti ama tutmadi sözünü. (=güvenmiyor)

    3) Devlet Bahçeli basbakan olacagina (kendi kendine) inaniyor.

    4) Kilicdaroglu “iktidara gelirsek mazot 1 lira olacak” dedi. Bazi seçmenler inandi.

  89. Yazan:elif dedim Tarih: Kas 27, 2011 | Reply

    “Ey insan! Heybeti görmek için Arş’a bak. Genişliği görmek için Kürsü’ye bak. Yazıyı görmek için Levh’e bak. Yüksekliği görmek için göklere bak. Bilgiyi görmek için kalplere bak. Aşk’ı görmek için bilgiye bak. Ve Sevgili’yi görmek için Aşk’a bak. Ama ya bakmasını/görmesini bilmiyorsan?”

  90. Yazan:elif dedim Tarih: Kas 27, 2011 | Reply

    “Ey insan! Heybeti görmek için Arş’a bak. Genişliği görmek için Kürsü’ye bak. Yazıyı görmek için Levh’e bak Yüksekliği görmek için göklere bak. Bilgiyi görmek için kalplere bak. Aşk’ı görmek için bilgiye bak. Ve sevgiliyi görmek için Aşk’a bak. Ama ya bakmasını/görmesini bilmiyorsan? ”

  91. Yazan:elif dedim Tarih: Kas 27, 2011 | Reply

    “Her gün bir kainat ölür. Bir tazesi yerine gelir.” diyor Bediüzzaman. Öyleyse bugüne yeniden, yeni baştan iman edilmelidir. Bugün yenidir ve yeni bir mümini hak eder. Bu sabah tazedir; taze bir mümin bakışını bekler. Bugünkü tenimiz yenilenmiş olarak yanımızdadır.; içinde yeniden iman etmiş bir kalbi barındırmak ister. Dünün imanının bugünün imanına yetmeyeceğini bilen “iman edenler” bugün bir daha iman ederler. [Ey iman edenler, iman edin] (Nisa 136)

  92. Yazan:elif dedim Tarih: Kas 27, 2011 | Reply

    “ Ey kulum, hatırla ki bir zamanlar ismin anılmıyordu., eksikliğin çekilmiyordu. Ne arayanın vardı, ne bekleyenin ne sevenin. Sana ihsanda bulundum. Kimseler seni görmezken ben gördüm seni. Seni bilinir kıldım. Aranır eyledim. Sevdiklerinin gözünde ve gönlünde yer edindin. Adam sınıfına geçtin. Seni bilinir kılarken, Kendi bilinmemi senin bilmene havale ettim. Seni var kılarken, Kendi varlığımı senin anlayışına emanet ettim.Seni görünür kılarken, Kendi güzelliğimi senin kulluğunla görünür kılmayı tercih ettim. Dilersen beni unutabilirsin. Dilersen beni bilinmez kılabilirsin. İstersen, Ben yokmuşum gibi yaşayabilirsin. İstersen, Beni gözetmeyebilirsin. Sana ihsan ettiğim gibi, kimseler görmezken Ben seni gördüğüm gibi, şimdi de sen Bana ihsan eyle. Kimselerin görmediği gözetmediği Ben’i sen gör ve gözet. Beni özünde, sözünde, yüzünde görünür kıl. Varlığın Bana ayna olsun. Kulluğun Beni görünür kılsın.” [Allah sana nasıl ihsan ettiyse, sen de ihsan eyle. ] (Kasas 77)

  93. Yazan:Yusuf Nevai Tarih: Kas 27, 2011 | Reply

    Muhatabı anlamsız sorulara boğarak iş yaptığı zannetmek bir acizliktir. Hepinize cevap yetiştirebilir ama amaç laf yarıştırmaktan öte bir şey olsun. Felsefe tarihi okumadan, en azından Epistemoloji okumadan bu tür tartışmalara girişmek fevkalade cahilce. M.Bahadır/ın ilk yazısında acınaklı bir halde kendisini göstermiş bu durum. Ben kendilerini tanınam, emeğine sonsuz saygı duyuyorum, benim eleştirim eserine. Çamur atmak niyetim değil yanlış anlaşılmak istemem. Söyledikleri, ileri sürdükleri ile ilgiliyim. Bu konuda kafanızda kurgu içinde olmayın.

    Bilgi denir? Bilginin, gerçek bilginin kaynakları nelerdir? Sorularına getirilen evrensel cevaplar/getirilmek istenilen- bilginin veya bilgi edinme süreçlerinin olabildiğince nesnel olması, kişiden kişiye, kültürden kültüre değişmemesi, evrensel olması, kaynağının, çıkarımının, ölçümünün, teorisinin, yasasının gerekçesi, kanıtlamaları, mantıksal yapıları tutarlı, sonucunun geçerli olması….diye uzatılır mevzu. Ancak bütün bu epistemolojik kavramların ayırdından olmadan, sırf Müslüman! duygularını tatmin etmek için doğu*batı nutukları atmak gülünç ötesi bir dramadır. Onlara göre öyle, iman yoksunu imandan ışığını almayan bilim kördür. Bu önermenin dayanağı ne, gene iman edilmesi gereken iman edilen bir takım kabuller,inançlar…

    Bilimin modern bir put olup olmaması bakınız Bilim Felsefesi ile ilgili bir konudur. Bediuzamanla veya bir ayet-i kerime ile bir alakası yok. Bilimin putlaştırıldığını söyleyebilirsiniz amenna, bu iddianızı bir takım kutsal dayanaklara, kutsallaştırılan argümanlarla yani inançlarınıza dayanarak yapamzsınız. Bu yönteme itirazımdır. İçerik ile sonsuz kadar uzayabilik diyalektik bir çözüm ortaya konulamayabilir ama yöntem yanlış olduğu sürece hiç bir şey ortaya koyamazsınız fikir namına…Savunduğunuz, söylemek istediğiniz şeyden önce nasıl söylediğiniz ile ilgili travmalar aşıyor beynimiz.

    İbn Arabî’nin telâkkîsine göre, insânın ALLAH’a karşı yegâne isâbetli ve doğru tutumunun tenzîh ve teşbîh’den oluşan âhenkli bir tevhîd (birlik) olduğu ve böyle bir tevhîdin yalnızca “keşif”den doğan mistik sezgiye dayanarak gerçekleşebildiği geçen bölümde, sanırım, eterince açıklanmış bulunmaktadır.

    İsimler farklılaşıyor da hatalar aynı kalıyor. Sezginin bilimsel bilginin veya daha genel anlamda bilginin kaynağı olduğu öğretisi bir takım ezoterik mistik akımların oraya koyduğu ispatlanamayacak ama inanca konu yapılabilecek bir iddia. Üstünde tartışmak yersiz.

    İslâm’da da akl-ı meaş vardır. Cismanî varlığı ihata eder. İnsanın hayatta kalmasını, karnını doyurmasını, cinsel arzularını tatmin etmesini, soyunu sürdürmesini sağlar. İslâm’da bir de akl-ı mead vardır. Bu ise alimlerimize göre “Hakikat’i bulmaya yarayan ilâhî bir nûrdur.” İnsan iyi/kötü ayrımını bununla yapar. Öleceğini, kendini Yaratan’ın önünde hesap vereceğini bu akılla idrak eder. İrfan ve ilimle terbiye olan âhiretini düşünen akıl. Geleceği kavrayan akıl budur. Akl-ı Mead’a benzer kavramlar Kant’ın eserlerinde vardır.

    İslamda böyle şeyler yoktur, siz kafanızdan uyduruyorsunuz. İslam böyle bir paradigma ortaya koymuyor, İslam ile müslümanların felsefesini birbirine karıştırmayın…Şimdi akıl yok diyen Müslüman olamaz mı? Meadı ne meaşı ne?

    İnsnalar tarih boyunca kutsal kalelere çekilip oradan savaştılar. Konuya dini bir kaynağa dayandır ve kutsal bir örtü ile örterseniz bütün mesele halledilir. Çünkü din! sorgulanamaz iman edilir! O yüzden kainatı bir öküz sırtında taşıyor ile açıklamaya çalışmayı hiç sorgulamaz insan zihni. Bunu iste yukurdaki insanlarda yapıyorlar. Olay sadece fikirlerin doğruluğu ve yanlışlığı, iddiaların tutarlı, geçerli, gerekçeli, evrensel olup olmadıkları ile ilgili.

    Birisi diyor ki ‘“Bilim tarafsızdır”, “Doğrunun ölçütü bilimdir”, gibi pozitivist akideler’ positivizm imiş! Positivizm deyince ne anlıyor insanlar! Ben henüz anlayamadım.

    “inanmak” kelimesini çok farkli anlamlar için kullaniyoruz, ateistlerin anlamasi zor ama hata galiba biz Müslümanlarda, iyi anlatamiyoruz. inanmak aslinda bir tür his. sicak, soguk gibi, korku gibi, bayagi hissedilen bir sey ALLAH’a inanmak. Ama inanmayan için o “kapi” kilitli degil, YOK(!)

    Konu inanmak ile alakalı değil konu dogmalardan hareketle bilim eleştirisi yapmak! Ben ortaya konulan şey tutarlı değil, mantıksız diyorum insanlar inanmaktan bahsediyor! Ayrıca ‘inanmak’ın hissetmek ile alakası olsa idi(yada hissetmek gibi olsa idi) Kur/anı-ı Kerimde boyuna ‘hiç hissetmezler mi? Hiç hissetmeyecekler mi’ gibi tekrarlar olurdu oysa ‘Hiç akletmezler mi, artık düşünmeyecekler mi’ mealinde sözler var.

    Toplu olarak tekrar ediyorum, benim şu itirazım hususunda söyleyecek bir şeyiniz varsa tartışma devam edebilir. Yoksa ben kafir olurum size inanan olursunuz ve ayrı dünyalarda yaşadığımıza inandırmaya çalışırsınzı kendinizi olur biter.

    “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla! O, insanı “alak”dan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir. Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder. (Alak Suresi 1-7.Ayet)”

    Evet, bilimin açıklayamadığı veya ısrarla açıklamaktan kaçındığı soruların cevabı burada…

    Bu tip bir yaklaşım, yani kutsal metinlerden tümdengelimsel olarak bilgiye ulaşılabilir mi? Sorum bu benim. Ben eşşek miyim, yoksa bütün bir felsefe tarihi yalan mı söylüyor?

    Veya Allah Kur/an-ı Kerimde fiziksel evreni, doğanın işleyisini açıklamak zorunda mı? Kutsal metinler(ayetler*hadisler) bilginin doğaya dair bilginin konusu yapılabilir mi? Bilim felsefesinin konusu yapılabilir mi?

  94. Yazan:Yusuf Nevai Tarih: Kas 27, 2011 | Reply

    “Ey insan! Heybeti görmek için Arş’a bak. Genişliği görmek için Kürsü’ye bak. Yazıyı görmek için Levh’e bak. Yüksekliği görmek için göklere bak. Bilgiyi görmek için kalplere bak. Aşk’ı görmek için bilgiye bak. Ve Sevgili’yi görmek için Aşk’a bak. Ama ya bakmasını/görmesini bilmiyorsan?”

    Ben zannediyorum bu dünyadan değilim. Yada çok anlaşılmaz bir dil kullanıyorum. Yada bu insanlar düpedüz felsefe husunda cahil. Zerre mantıktan nasibini almamışlar mı..Kismeye sataşmıyorum. Ancak bu bakış açısı değil mi insanı körelten yok eden…Hiç bir şekilde ispat konusu olmayacak, bu iddialar, inançlar. Bunlar fikir mi?

  95. Yazan:Yusuf Nevai Tarih: Kas 27, 2011 | Reply

    Sayın YN’ye sormak lazım: Akıl bilimsel olarak var mıdır? Nerededir? kaç kilodur? Kaç metredir?

    “Doğanın evrensel yasaları” derken YN acaba insan aklını ampirik bir kalıba mı hapsetmek istemiş? Elle tutulan, gözle görünen dünya dışında bir varlık olmadığını mı iddia etmiş? Kendisi pozitivist olduğu için mi “ötekileri” dogmatik sanıyor? Sakın asıl dogmacı YN olmasın?

    Ben sizin ne demek istediğinizi anlamadım. ‘Elle tutulan, gözle görünen dünya dışında bir varlık olmadığını mı iddia etmiş? ‘ bu demek istediğiniz maddeciliktir. Positivizm böyle bir soru ile ilgilenmez ki bu konuda bir fikri olsun.
    Önerme(1) Eğer ben positivist isem ve Önerme(2) siz positivizmin ne olduğunu biliyorsanız ve Önerme (3) siz bana ‘Akıl bilimsel olarak var mıdır? Nerededir? kaç kilodur? Kaç metredir?’ şeklinde bir soru soruyorsanız, o halde olası sonuç önermesi(1); ya ben bir positivizt değilim, olası sonuç önermesi(2)yada siz positivizmin ne olduğunu biliyorsunuz.

    Bakın konu insanların ortaya koydukları iddiaların doğrulukları ile ilgili ama önce şeklen doğru düşünmenin ölçütü olan mantığa uyup uymama meselesi. Bundan sonra söyledikleri şeyin*önermelerin*teoremlerin doğru olup olmadığını tartışabiliriz. Bunun için rehberimzi akılsa; modern akıl, kutsal metinleri bilginin -kesin olarak doğaya dair bilgilerimizin-kaynağı olarak görmez.

    Bundan başka klasik olarak Ad Hominem ve Petitio Principi ve karikatürize etmek şeklinde biçimsel olmayan naktık yanlışları yapıyorsunuz*yapıyoruz…

  96. Yazan:MY Tarih: Kas 27, 2011 | Reply

    Herkes kendi ilâhini biliyor. Görünen o ki kimi ALLAH’a tapiyor, kimi bilime. Ama bilime tapanlar bunun bir ilah oldugunun farkinda degiller. Peki. Olur. Siz bilirsiniz.

  97. Yazan:Dersimli Tarih: Kas 28, 2011 | Reply

    @Yusuf Nevai,

    Adeta Auguste Compte ile konuşuyor gibi oldum, siz de belki bir gün onun gibi bir kilise kurarsınız, ritüeller ihdas edersiniz, dünyevî bir ahiret bile tarif edersiniz 🙂

    ama bunu yapan ilk insan siz olmayacaksınız, sizden önceki pozitivistler çoktan yaptılar bunları.

    Pozitivist dogmalar bunlar. Sizinle daha fazla konuşmakta fayda görmüyorum. Ama yazar MB’nin hakkını yediniz. “kişisel hücum etmiyorum” dediniz ama kişisel bir hesaplaşma şekline soktunuz. Bu da seviyeyi düşürdü ister istemez. Neyse.

    Ayrıca dinsel kavramları, inananları kâh hor gördünüz, kâh övdünüz. Bir “spoiler” olabilir misiniz? Yoksa bipolar disorder‘dan muzdarib iyi niyetli bir insan? Mümkün her ikisi de.

    Eh, bir ayet ile bitirelim sözü: “Senin dinin sana, benimkisi bana”

  98. Yazan:Yusuf Nevai Tarih: Kas 28, 2011 | Reply

    Ayni tipik cevaplar. Biz Allah/a tapiyoruz. O yuzden kainat bir öküzün üzerinde yuzuyor. A.Comte ile konuşmuyorsunuz.sadece sizin ön kabul dünyanızda yaşamayan birisi ile. işin en tuhaf tarafı positivizmi dogmalik ile suçlamanız. Oysa sizin bu tavrınızı dogmalık ile suçlayan positivizm değil insan aklı, yani felsefe.

    Sözde müslüman zihinlerin çıkmaz sokağı. Mantığın bittiği yerde Tanrı başlar! Yine yenileyeceğim itirazımı yine iman duvarına çarpmama ümidi ile. beni sizin inancınız ilgilendrimiyor. ama en azından kutsal metinlerden bilgi edinebileceğinizi iddia ediyorsanız bunun epistemolojizini ortaya koyun bakalim. oda yok. olmayacak.

    inanın MY beyin yazdıklarından sonra Dersimlinin yazdıklarını okumadım, aklımdan geçenin aynısı idi MY ile aynı düzlemde. Demek ki iş biraz düşünmeye gelince sığınılacak kutsal kale aynı. Akla çağırınca insanları bizim dinimiz bize seninki sana.

    İşin acınası yanı ben bir müslümanım, söylediklerimde kafirlik yok. ama beni kafir ilan etmekte bir beyis görmüyorlar. velev ki müslümanlık adına konuşanların yöntemsel şüpheye bile dayanacak halleri bile yok. Bir deyişte söylenildiği gibi bal mumumdan inançlara sahip olduğunuz müddetçe güneşten uzaklaşın…Siz akıldan, akıl yürütmelerden güneşten kaçar gibi kaçın…

    Olayda zaten doğu*batı meselesi. biraz ismetözel. çikar beynini gitsin…

  99. Yazan:elif dedim Tarih: Kas 28, 2011 | Reply

    Bir deyişte söylenildiği gibi bal mumumdan inançlara sahip olduğunuz müddetçe güneşten uzaklaşın…Siz akıldan, akıl yürütmelerden güneşten kaçar gibi kaçın…(YN)

    Sizin güneşiniz (rehberiniz) bilim olabilir. Bizim güneşimiz İslamiyettir. İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.

  100. Yazan:MY Tarih: Ara 10, 2011 | Reply

    Pozitivist bir gün doktora gitmiş, dert yanmış:
    – Doktor bey bana bir şeyler oluyor, iyi değilim.
    – Anlatın, neyiniz var?
    – Aldığım nefesi verirken kesik kesik çıkıyor ağzımdan, karnım kasılıyor, yüzüm geriliyor, yanaklarım kulaklarıma doğru çıkıyor. Bakın böyle oluyorum: Ha! Ha! Ha!
    – Korkacak bir şey yok, tıp dilinde buna gülme diyoruz.

    Evet, pozitivistler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşkı, korkuyu, sevinci hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya. Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Semavî dinlere alternatif bir ilahiyat ürettiler:

    “…Yerçekimi gibi bir kanun var olduğu için Kâinat kendi kendini hiçten, yoktan yaratabilir ve yaratacaktır. Dışarıdan bir etki/yardım olmaksızın yarat(-ıl)ma hiçlik/yokluk yerine bir şeyin var olmasının sebebidir, Kâinat’ın ve bizim NEDEN var olduğumuzun cevabıdır. Kâinat’ı başlatmak için bir ilk sebep olarak Tanrı’ya gerek yoktur. […] Tanrı’nın yokluğu ispat edilemez ama bilim Tanrı’yı gereksiz kılar. Dünyamız Fizik Bilimi tarafından yaratılmıştır.” (The Great Design, Stephen Hawking)

    Filozofların binlerce yıldır sordukları “nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? Neden varız?” gibi sorulara Tanrı’sız bir cevap vermeye çalışmış filozof Hawking. Ama özde yeni bir şey yok. Asırlardır Dehrîlik, Ateizm, Materyalizm, bilimcilik ve Pozitivizm gibi etiketlerle karşımıza çıkan hep aynı felsefî duruş bu. Ne yazık ki Ateist mirasa yeni bir şey de katmıyor İngiliz filozof. İmansızlık imanı diyebileceğimiz o iki bin yıllık kısır döngüye hapsediyor kendisini:
    • Fizik kendi kendini yarattı,
    • Fizik yaratılmaya muhtaç değildir,
    • Fizik eksi sonsuzdan artı sonsuza kadar vardır,
    • Fizik kimseye muhtaç değildir, her şey Fizik’e muhtaçtır.

    İhlâs Suresi’nde ilâhî isimler yerine Fizik kelimesini yazarsanız zaten buna benzer bir şey bulursunuz. Aslında Filozof Stephen Tanrı’yı tefekkürle bulmuş ama ona “Fizik” adını vermiş. Hatta bir de Kıyamet günü tasarlamış. “Uzaya taşınmazsak yok oluruz!” diyor. Yani Ahir Zaman’da bulunuyoruz. Kıyamet yakın (100-200 yıl). Fizik Tanrısı’nın razı olacağı şekilde O’na hizmet edin, uzaya taşının, Sırâtal müstakîm‘den ayrılmayın, Mâliki yevmiddin olan Fizik Tanrısı’nın gazabından kurtulun. Ve leddâllîn Amin!
    Evet… Biraz İhlâs Suresi, biraz Fatiha derken… Bilimin, bilimsel şüphenin ruhuna da el Fatiha! Filozof değil bir rahip demek lâzım Hawking’e çünkü artık bilimle, bilimsellikle bir ilgisi yok söylediklerinin, bal gibi bir amentü bu. (Bkz. Şalgam suyu varsa Tanrı’ya lüzum yoktur)

  101. Yazan:otomatik mandalina Tarih: Ara 11, 2011 | Reply

    Mehmet Bey,

    Hawking, Tanrı mevzubahis olduğu zaman saçmalıyor ama iktibas ettiğiniz cümlelerde mühim bir hakikate de işaret ediyor : Evren kanunlarla yönetilir ve metafizik bir müdahale yoktur. Müdahale ile yaratma birbirinin müteradifi değildir.

    Bilindiği üzere Allah sadece fiziksel âlemde değil, aynı zamanda melekut âleminde de misal âleminde de ve künhüne vakıf olamadığımız ve fakat İbn Arabi gibi, Cili gibi, İmamı Rabbani gibi zatların müşahadelerine dayanarak bize haber getirdiği diğer âlemlerde de fıtri kanunlar vazetmiştir. Ve kanunlar, Allahın “Rahman” isminin tecellisidir. Bu nedenle yaratılmış her şeye vasidir. Latif varlıklardan kesif varlıklara, canlı olanlardan cansızlara kadar bütün mahlukat, bir kanunlar setine tâbidir, ki bu kanunların hiçbir istisnası yoktur.

    Sözgelimi bir deprem olduğunda birileri “İşte siz terör örgütünü korudunuz, başınıza bu iş geldi” şeklinde söylemlerde bulunuyor. Oysa 1) Deprem olduktan sonra Allah bir açıklama yapmıyor, bu nedenle terör örgütünü korumakla deprem arasında bir nedensellik vardır demek açıklama olamaz 2) Eğer fiziksel evrendeki sonuçlar, fiziksel evrende bir neden bulamazsa, information set boş kalır, ki bu nedenle bu cümle yine açıklama olamaz.

    Bu minvalde, Hawkingin söylediklerini ele alırsak, evet Big Bang’in öncesini (şayet varsa), fiziksel kanunlardan vabeste kabul etmek doğru olmayacaktır. Unutmayalım ki “şeylerin her düzleme görüntüleri tamdır”. Yani işin (mesela Big Bangin ya da depremin) melekut yönü olsa da, fiziksel görüntüsü tamdır. Yani meleklerden hiç bahsetmeden sadece fizik kuralları ile Big Bang (ve öncesi varsa) açıklanabilir. Veya singularity’den ve quantum fluctuationdan bahsetmeden sadece manevi kurallar ile Big Bang açıklanabilir. Bu ikisi peşpeşe değildir. Tamamen aynı şeyin farklı düzlemlere aksidir.

    Bir başka örnek. İntihar etmiş birini düşünün. bu kişi niçin öldü sorusuna :
    1) Çünkü boğazındaki damarı bir bıçak kesti, kan dolaşımı durdu

    2) Çünkü hayat anlamsız geliyordu, hayatta tatminsizdi

    3) Çünkü trafik tıkalı idi, ambulans geç geldi, acildeki doktorlar da yetersizdi, gerekli müdahalede bulunamadılar

    4) Çünkü antidepresan ilaçlarını düzenli alamadı, bu yüzden depresyonu devam etti.

    Bu açıklamaların hepsi kendi düzlemi içinde tam. Hatta öyle ki, mesela trafik düzlemi için o kişinin depresyon ilaçlarını alıp almaması sıfır önemde. Yine mesela duygusal düzlem için de, trafiğin tıkalı olması sıfır önemde. Zaten her düzlemde “tamlık” bulunmasa idi, kanun geliştiremezdik, Hawking de fizik yapamazdı.

    Son bir örnek. Big Bang olayını da, deprem olayını da ve duaların kabul edilmesini de, mucizeleri de, sadakanın bereket getirmesini de şöyle anlatmak mümkün : Nasıl ki bir tepegöze, farklı birkaç asetat koyarsınız ve perdeye birbirine girmiş görüntüler çıkar; öyle de Allahın Rahman isminin nuruyla (tecellisiyle), farklı âlemlerdeki farklı kanunlar process eder ve fiziksel aleme yansımasıyla “birbirine girmiş gibi gözüken” olaylar vücuda gelir. Hakikatte ise olaylar birbirinin peşi sıra gelişmez. Duaların kabul edilmesi de mucizeler de bize Allahın “keyfi hareket ettiğini” değil, fiziksel âleme yansımakta olan başka âlemlerin kanunları olduğunu gösterir sadece, vs vs.

    Mehmet Bey, biliyorum ki siz bilimle entellektüel anlamda alakadar olduğunuz içindir ki kanunların ehemmiyetini takdir ediyorsunuz, fakat dindarların umuma yakınında kanun meselesi tam kavranmamış durumda. Bu nedenle de Hawking’in (Her ne kadar zamanında meşhur “What is it that breathes fire into the equations and makes a universe for them to describe?” sorusunu sorarak Kayyum ismine perde aralamış olsa da) bu akıl yürütmesini eksik bulsak da, fiziksel evrenin işleyişinde kanunların ne kadar vazgeçilmez bir şey olduğuna işaret etmesi nedeniyle dindarlarca de ciddiye alınması gerektiğini siz de takdir edersiniz. Bu nedenle menfi açıklamalara dahi müspet yaklaşmamız gerekir inancındayım.

    Sevgiler.

  102. Yazan:MY Tarih: Ara 11, 2011 | Reply

    “… bu akıl yürütmesini eksik bulsak da, fiziksel evrenin işleyişinde kanunların ne kadar vazgeçilmez bir şey olduğuna işaret etmesi nedeniyle dindarlarca de ciddiye alınması gerektiğini siz de takdir edersiniz. Bu nedenle menfi açıklamalara dahi müspet yaklaşmamız gerekir inancındayım …”

    Eyv. katiliyorum, dinsizlerin bir tür tefekkür ile tanrimsi kavramlar icad etmeleri dindarlari tedyid eder. (ki bu aslinda yarim kalmiş bir keşiftir)

    Sonra bu tanrilari “Fizik” veya “Kimya” diye adlandirmalari da bu teyidi bozmaz. Bazen de isimsiz birakirlar, “la ilahe…” dedikten sonra gerisini getiremezler. Bu absürdçü/nihilist iman kokusu da Sartre, Camus, Heidegger gibi insanlarda bol bol bulunuyor.

    aslinda bu insanlari suçlamak dogru degil, burada da haklisiniz. ALLAH kimi isterse onu seçiyor dinine hizmet ettirmek için. Ebu Cehil degil miydi “Kur’an ilâhî bir kelam, bu asikâr, ama niye bana indirilmedi?” diye isyan eden? Nemrut veya digerleri de O’nun mesajini daha bir görünür kilan gölgeler degiller miydi? Nasil ki bir resimde siyahliklar veya bosluklar olur, nasil bu bosluklar bir kontrast teskil ederek “görünmesi gerekeni” zitlik vasitasiyla görünür kilarsa Hawking gibileri de böyle.

  103. Yazan:otomatik mandalina Tarih: Ara 11, 2011 | Reply

    aslinda bu insanlari suçlamak dogru degil, burada da haklisiniz. ALLAH kimi isterse onu seçiyor dinine hizmet ettirmek için. Ebu Cehil degil miydi “Kur’an ilâhî bir kelam, bu asikâr, ama niye bana indirilmedi?” diye isyan eden? Nemrut veya digerleri de O’nun mesajini daha bir görünür kilan gölgeler degiller miydi? Nasil ki bir resimde siyahliklar veya bosluklar olur, nasil bu bosluklar bir kontrast teskil ederek “görünmesi gerekeni” zitlik vasitasiyla görünür kilarsa Hawking gibileri de böyle.

    Hawking gibiler elbette suçlanmalıdır. Onlar tutarsız birer aptal. Fakat hem aldıkları bilimsel formasyondan dolayı hem de sizin belirttiğiniz üzre edindikleri ilahların onları mecbur etmelerinden dolayı, tek bir düzlemde geçerli olan mantığı ve kanunlarının önemini takdir ediyorlar.

    Bir de evet yine temas ettiğiniz üzre, Geylani gibi ifade edersek “Hepimiz Allahın aletleriyiz”. Belki Gurdjieffin ifadesiyle “Hepimiz, Tanrının büyük çiftliğinde otlayan inekleriz ve çiftçi bizim mutlu olmamızı değil süt vermemizi istiyor”. Açıkçası kendimi de, Hawkingi de, sıradan bütün insanları da peygamberler ve evliyalar için bir dekor görüyorum ben. Bazıları dinsizliği seçiyor, bazıları atalarını taklit ederek iman ediyor, bazıları iman etse de sürekli hayaller içinde yaşayıp dua etmeyi unutuyor, vs.

  104. Yazan:amir töre Tarih: Ara 13, 2011 | Reply

    Farklı bakış açılarını merak edenler, farklı sesleri dinlemeye tahammülü olanlar için, doğa yasaları ile ilgili benim yorumumu yazıyorum:

    Doğa yasası? Çok iddialı bir kavram . Yasa kelimesi , bir yasa koyucuyu çağrıştırıyor, öyle değil mi? Aslında yasa bizim beynimizdedir. Nedir yasa dediğimiz, hareket halindeki maddenin davranış kalıbıdır, Muhtemelen en uygun enerji korunum düzeyini gösteren, bir çeşit inorganik evrimle ortaya çıkmış düzenliliklerdir. Şayet başka evrenler varsa, onlarda farklı doğa yasaları, ya da maddenin farklı davranış kalıpları olabilir. Bunlar kendiliğinden oluşan durumlardır, yasa kelimesiyle olayı insanlaştırmaya gerek yoktur. Şöyle bir örnek vereyim, daha iyi anlaşılsın, aslında doğada ses yoktur, ses bizim beynimizdedir, doğadaki şey titreşen cisimlerden çıkan ve kulağımıza çarpan dalgalardır. Biz, beynimizin özelliği nedeniyle, bunu ses olarak algılıyoruz. Düşünen beyin olmazsa ses de olmaz, doğa yasası da olmaz, geriye sadece maddenin hareketleri kalır.

  105. Yazan:Time Tarih: Ara 14, 2011 | Reply

    “aslında doğada ses yoktur, ses bizim beynimizdedir, doğadaki şey titreşen cisimlerden çıkan ve kulağımıza çarpan dalgalardır. Biz, beynimizin özelliği nedeniyle, bunu ses olarak algılıyoruz. Düşünen beyin olmazsa ses de olmaz, doğa yasası da olmaz, geriye sadece maddenin hareketleri kalır.” (A. Töre)

    aynen katiliyorum. Arilarin veya kopeklerin duyabildikleri, insanlarin duyamadiklari “sesleri” de hesaba katarsak “duymak” veya “isitmek” denilen sey sadece duyan bir ozne icin vardir. o halde algilamak sadece subjektif oluyor. ama eger ben ve sayin A.Tore ayni “sesi” duyduysak ve o”sese” ayni terim ile isim verdiysek? o zaman bir tarafsizlik, bir objektivite meydana getiriyoruz. Pozitif bilimlerin “objektif” kanunlari da ancak bizim subjektif fikir alemimizdeki konstruksiyonlar neticesinde ortaya cikiyor. Gercekten cok iyi yakaladiniz Amir Bey, tebrik ediyorum.

    ses ve duyma konusundaki sorgulamaniz bana bir baska makaleyi hatirlatti:

    “…Göz müdür gören?
    Varlık’ın, Kâinat’ın, Zaman’ın başlangıcına dair hakikatleri görmek için Hawking’in bilim soslu hokkabazlıklarına güvenmiyorum mühendis olmama rağmen. Hesap kitapla varlığı ya da yokluğu ispatlanacak “lüzumlu” tanrılarla işim yok benim. Kimi fizikçilerin denklemlerinde bir bilinmeyen olarak ‘X’ yerine kullandıkları tanrıları değil beni Yaratan’ı görmek istiyorum. İstiyorum ki kelime-i şahadet dudaklarımda bir slogan, bir ezber olmasın. Şahit olmak istiyorum inandıklarıma.

    Komedyen Cem Yılmaz anlatıyordu, hatırlayacaksınız: illüzyonist David Cooperfield gösterisine gitmiş. Cooperfield sahnede uçuyor, arkasında iki seyirci konuşuyor: “Vardır abi bunun bir hilesi”. Cem Yılmaz cevap veriyor: “Yok adam gerçekten uçuyor ama hâlâ biletle gösteri yapıyor!”.

    İnsanlar gözleriyle “gördüklerine” inanmazlar her zaman ve bunun için “görünenler” eylemlerini etkilemez. Meselâ sahnedeki adam testere ile ikiye bölündüğü zaman kimse ambülans çağırmaz. Çünkü görmek ile “inanmak” arasında büyük bir mesafe vardır… Nedir görmek? …” (Şalgam suyu varsa Tanrı’ya lüzum yoktur)

    rica etsem sayin editorden oradaki sihirbaz resmini de eklese? 🙂

    gormek nedir

  106. Yazan:Hasan S. Tarih: Ara 14, 2011 | Reply

    Amir Töre’ye teşekkürler. Berrak ve cesur bir septisizm. David Hume’un Human Understanding’deki naiflikle pozitivizme attığı tokat gibi. Causality konusunu kastediyorum.Amir Bey de burada algı ve sübjektivite üzerinden pozitivizme sert bir tokat atmış. Bu sitede son aylarda okuduğum en güzel yorumlardan biri. Sayın Time’ın açıklamaları da Amir Töre’nin yorumunun ne kadar kıymetli olduğunu ortaya koymuş. Acaba sayın editörler bu güzel makaleyi ve altındaki tartışmaları derleyip kitaplaştırsalar nasıl olur ? Zorunlu Askerlik ve Eşcinsellik kitapları gibi bunu da saklamak isteriz. Saygılarımla.

  1. 1 Trackback(s)

  2. Haz 1, 2010: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin