RSS Feed for This Post

Ücretsiz PDF kitaplar

Bu sayfadaki kitaplar okurlarımıza armağanımızdır. Serbestçe paylaşabilirsiniz.

Dünya Sağlık Örgütü’nün Kara Kitabı

Dünya Sağlık Örgütü’nün kurulduğu yıllarda insanlık büyük bir savaştan çıkmıştı. Irk, inanç, zenginlik ayırmadan her insanı kucaklayacak küresel fikirlere, projelere ve kurumlara duygusal bir temayül vardı. DSÖ “herkes için sağlık” vaadiyle çıktı yola. Soğuk Savaş’ın en sert döneminde Rus ve Amerikalı doktorlar devrin salgın hastalıklarına karşı omuz omuza başarıyla savaştılar: Kolera, dizanteri, çiçek…

Bugün ise DSÖ tutarsız politikası ve gerçeklerle çelişen açıklamalarla insanlığı paniğe sürüklüyor. Üstelik COVID salgını DSÖ’nün çuvalladığı ilk pandemi değil. Ebola ve AIDS ile mücadelesi hatalarla doluydu ve DSÖ’nın ataleti yüzünden virüsler daha fazla ülkeye yayıldı.

COVID konusunda aylarca “Çin’e karantina uygulamaya gerek yok” diyen DSÖ başkanı yüzünden Çin’e hapsedilebilecek bir virüs bütün dünyaya bulaştı. Dünya ekonomisi sarsıldı; hastalıktan ölenlerin yanında pek çok insan işini kaybetti. Diğer yandan Covid salgını başladığından beri dünyadaki milyarderlerin serveti 641 milyar $ arttı. Kanada’daki en zengin %1 nüfus ülkedeki bütün zenginliğin %25.7’sini ele geçirdi. Bunlar sadece beceriksizlik mi yoksa DSÖ’nün gizli ajandası mı var?

ABD çekildikten sonra Pekin DSÖ’nün birinci finans kaynağı oldu. İkincisi Bill Gates vakfı. Vakfın yöneticileri arasında ise Monsanto’nun kurmayları var. Genleriyle oynanmış tohumları kullanarak çiftçileri soyan, böcek zehiri ROUNDUP ile her ülkede kanserin arttıran Monsanto… Artık sorgulama vakti: DSÖ bir sağlık örgütü mü yoksa terör örgütü mü? Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-9

Elinizdeki 105 sayfalık bu kitap, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran derlemelerin dokuzuncusu. Gayemiz, dayatılan sahte gündemler ve iş hayatındaki uzmanlaşmadan kaynaklanan ufuk daralmasını engellemek, merak uyandırmak ve okurlarımızı araştırmaya teşvik etmek. (Buradan indirebilirsiniz.) Fikir Kırıntıları-9’un sorguladığı 40 konudan ilk 10’u şöyle:

  1. Avrupa savaşabilir mi?
  2. Çin’deki tuhaf gıdalar üzerine…
  3. İsrail’in en korktuğu silah…
  4. Bill Gates, Dünya Sağlık Örgütü ve Monsanto…
  5. Neden uyumuyoruz?
  6. Şanghay İşbirliği Örgütü Türkiye için Avrupa Birliği’ne bir alternatif olabilir mi?
  7. Doğu Akdeniz’de ne kadar gaz var? Savaş çıkar mı?
  8. Çin’in yakın tarihi üzerine…
  9. Olimpiyatların zararları…
  10. Topraklarımızı gasp etmekisteyen şirketleri yakından tanıyalım: Glencore

Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat tarihi, Mimarî, Ateizm, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Tarih, Felsefe… Bugün 100’e yakın kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin… 

Birleşik Dünya İmparatorluğu

Hayatta kalmak için ülkemizin bağımsızlığını küresel şirketlere mi transfer ediyoruz? George Orwell’in 1984 penceresinden Corona Virüs salgını, küresel diktatörlük tehlikesi, kaybedilen hak ve hürriyetlerimiz… Fikir dünyamızı kontrol etmek isteyen diktatörlerin geçmişte kaldığını söyleyebilir miyiz? “Google bulamadıysa o şey yoktur” diyen bir slogan vardı; hatırlayacaksınız. Bugün Google’ın ilk 10 cevabı, Gerçek’in eş anlamlısı oldu neredeyse. (Bkz. Gerçek sonrası / Post-Truth / Post-vérité / عصر ما بعد الحقيقة)

Google, CNN, BBC, Twitter, FaceBook gibi birkaç firma adeta bir gerçek(!) tedarik karteline dönüştü. Ama 1984, bir kehanet romanı değil. Nedir? İnsan tabiatındaki güç tutkusu ile teknolojik bürokrasinin birleşmesinden doğacak siyasî sistemlerin başarılı bir tasavvuru. George Orwell inandığı değerler uğruna bedel ödemiş bir yazar. Dahası, yazdığı her şey hayatında yaşadığı bir tecrübenin izi: Uğradığı ihanetler, aldandığı sosyalizm ütopyası, kendine “solcu” diyenlerin faşistliği ile gelen düş kırıklıkları… Bunlar Orwell’in Hayvan Çiftliği’nde ve 1984’ünde karşımıza kâh bir domuz olarak çıkıyor; kâh “2+2=4” demeyi yasaklayan bir polis memuru… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 8

2015 senesinde Google arama motorunun yapay zekâsı, zencilerle gorilleri karıştırdığında çoğumuz bunu basit bir programlama hatası olduğunu ve firmanın uzman programcıları tarafından halledileceğini düşündük. Oysa yapay zekâ tarafından teröristlerle karıştırıldığı için uçağa alınmayan, ülkesine dönemeyen, işe giremeyen yahut işten atılan insanların sayısı hızla artıyor. Big Data, yapay zekâ ve diğer bilgi teknolojileri şuursuz ellerde birer kitle imha silahına dönüşmekte. İşte Kitap Tanıtan Kitap 8’in kapak konusu da bu: Cathy O’Neil’in harika kitabı Weapons of Math Destruction.

Başka kimler var 80 sayfalık bu kitapta? John Steinbeck, Tolstoy, Dostoyevsky, Arthur Schopenhauer, Virginia Woolf, Ignacio Ramonet… 13 yazarın 13 eseri üzerine yazılmış uzun kitap sohbetlerinin yanısıra, felsefe ve edebi eserlere, fikriyata bakışınızı değiştirecek, size yeni ufuklar açacak üç makale. Kitap Tanıtan Kitap 8,  yaz tatilinde hangi kitapları okuyacağınıza karar verirken işinize yarayacak bir yol haritası… Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları–8

Sosyal medya mesajlarımızı derlediğimiz kitapların 8cisi yayında. Konu başlıkları şöyle:

  1. Şirket kuranlara tavsiyeler
  2. ABD biyolojik bir savaş için hazırlık mı yapıyor?
  3. Corona Virüs, ekonomik neticeler, FED ve Borsa
  4. Çin’in Yeni İpek Yolu, askeri bir proje mi?
  5. Stalin Raporu: Nikita Kruşçev CIA ve MOSSAD’ı nasıl kullandı?
  6. Corona Virüs ve Çin’deki salgın hastalık
  7. KGB’nin kayıp hazinesi…
  8. Hitler’in Türkiye’yi işgal planı ve Müslümanların Hitler’e bakışı
  9. ABD insanları nasıl köpekleştirir? Türkiye’yi korumak için ne yapmalı?
  10. Hafızamız nasıl siliniyor? Gerçeklerin yerine yalanları kim yazıyor?
  11. Evlenme ve boşanma üzerine…
  12. Yeni ipek yolu projesi
  13. Salgın Hastalık Tahvilleri: Milyonların ölümünden zengin olmak

Buradan indirebilirsiniz.

Futbol ve Siyaset

Clausewitz “Savaş siyasetin alternatifi değil, başka araçlarla devamıdır” diyordu. İnsanlığın kapitalizm ile kimliksizleştiği 21ci yüzyılda futbol siyasetin farklı araçlarla devamı haline geldi. Demokratik, faşist yahut sosyalist hiçbir siyasî rejim, futbolu görmezden gelmiyor. Açık yahut gizli, her siyasî partinin, liderin ve rejimin bir “futbol politikası” var.

  • Neden diğer spor dalları değil de futbol?
  • Futbol yoluyla savaş ve iç savaş nasıl çıkartılır?
  • Hükümet darbesi yapmak için futbol nasıl kullanılır?

Elinizdeki e-kitap, tarihten örnekler vererek bu sorulara cevap arıyor. Teorik değil tersine somut olaylara ve görsellere dayalı, sosyal medya formatında bir anlatım. Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-7

Bu kitap, Fikir Kırıntıları-7, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran derlemelerin yedincisi. Gayemiz, dayatılan sahte gündemlerden kaynaklanan ufuk daralmasını engellemek, merak uyandırmak ve okurlarımızı araştırmaya teşvik etmek. Fikir Kırıntıları-7’nın sorguladığı 21 konu şöyle:

  1. 4 başkan öldüren muz cumhuriyeti ABD’nin sindirim sistemi nasıl çalışır?
  2. Sivil nükleer riskler
  3. Rus derin devleti nedir ve nasıl çalışır?
  4. F-35 savaş uçağına ve Amerika’ya ne kadar güvenebiliriz?
  5. Sinemada siyasî propaganda nasıl yapılır?
  6. Alman derin devleti neden Almanya’ya hizmet etmiyor?
  7. Kore savaşı hakkında çok bilinen yalanlar ve az bilinen gerçekler…
  8. İsveç bir ileri demokrasi midir yoksa işgal altında bir sömürge mi?
  9. Fransa’nın Suudi Arabistan’a sattığı biyolojik silah laboratuarının Yemen’deki salgın hastalıklarla ilgisi ne?
  10. Putinizm, küresel sermaye ve Rus savunma refleksi
  11. F-35 gerçekten hayalet mi? Görünmezlik nedir ve nasıl çalışır? “görünmez” denen uçak nasıl görüldü ve vuruldu?
  12. Doğal gazı savaş sebebi haline getiren sebepler nelerdir?
  13. 2ci dünya savaşında temelleri atılan küresel sistem: Hitler, dolar ve altın
  14. Amerika’nın virüsle sivillere saldırdığı gün…
  15. İngilizlerin Fransa yüzünden 9 gemi kaybettiği savaş
  16. Silah Ticareti: Ambargo nasıl delinir? Kimyasal ve biyolojik silah nasıl el altından satılır? Soykırım yapan diktatörlere gizli yardım nasıl gönderilir?
  17. Amerika’nın Fransızları laboratuvar faresi gibi öldürdüğü gün…
  18. İtalyan mafyası Avrupa Birliği fonlarına nasıl el koydu?
  19. Uluslararası silah ticareti nasıl çalışır?
  20. İnsanları kullanan bencil manipülatörler kimdir?
  21. ABD’de gerçekleşmiş bir darbe girişimi

Kitabı PDF formatında indirmek için buraya tıklayın.

Fikir Kırıntıları-6

Elinizdeki bu kitap, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran çalışmaların altıncısı. (Buradan indirebilirsiniz) Maksadımız, iş hayatındaki uzmanlaşmadan kaynaklanan ufuk daralmasını engellemek, merak uyandırmak ve okurlarımızı araştırmaya teşvik etmek. Kısacası, bahsettiğimiz konuları derinleştirmek isteyenler makale ve kitap okuyarak kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Fikir Kırıntıları-6’nın sorguladığı meseleler şunlar:

  1. Savunma enerji sektöründeki stratejik şirketlerimiz güvende mi?
  2. Türkiye neden uçak motoru yapamıyor?
  3. Neden Kürtler hedefteydi? Yeni bir Halepçe olur mu?
  4. Uygurlar için ne yapılabilir?
  5. Banka nedir; nasıl çalışır; nasıl çalışmalıdır?
  6. S-400 füzesi, ABD darbelerini engellemek için kullanılabilir mi?
  7. ABD bir hukuk devleti midir?
  8. Gerçekler hakikaten var mıdır?
  9. 3cü dünya savaşı: Ne zaman başlar? Kaç yıl sürer? Nasıl biter?
  10. Vatikan’ın kaç parası var? Nerede saklı? Vatikan bu parayla ne yapıyor?
  11. Bireysel silahlanma Türkiye’ye uyar mı?
  12. Frankenstein ve Marx
  13. Nobel ekonomi ödülü mü yoksa soytarılık mı?
  14. Abdülhamid neden Osmanlı’nın çöküşünü engelleyemedi?
  15. Geleceğin savaşları neye benzeyecek?
  16. Savaşan robotlar askerlerin yerini alacak mı?
  17. Amerika nükleer silahlarına sahip çıkamıyor
  18. Veri politikası
  19. Ruhr Kızılordusu ve Alman işçi isyanı

Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-5

Sosyal medyaya en çok yöneltilen eleştirilerin başında yalan haberlerin yayılması ve kısa mesajlar yüzünden fikirlerin sloganlaşması geliyor. Haklı mı bu eleştiriler? Gerçekte “ana akım” denen gazete ve televizyon kanalları, sosyal medya fenomenlerinden daha dürüst değiller. Çünkü patronların veya arkalarındaki ulus-devletlerin propagandasını yapıyorlar. Bunların yalan haberden yakınmaları bile yalan. Gerçekte, yalan tekelini kaybetmiş olmanın üzüntüsü içindeler.

Gelelim ikinci eleştiriye. Siyasî, ekonomik ve hukukî sorunlar 5-10 kelimeye, birkaç görsele sıkışıp kalıyor. Bu doğru. Ancak sosyal medyanın “hafifliği” ve sür’ati sayesinde resmî tarih ve resmî ideoloji kolaylıkla tartışmaya açılabiliyor. Burada elbette sloganların ve uydurma komplo teorilerinin girdabına kapılma riski var. Evet… Elinizdeki bu kitap, Fikir Kırıntıları-5, Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran çalışmaların beşincisi. Az önce bahsettiğimiz tehlikelerden yani yalan haber, sloganlaşma ve paranoyak teorilerden korunmak için çok sayıda kitap ve makale tavsiye ettik. Eğer sosyal medya mesajları gerçeğin kendisi gibi değil bir sorgulama fırsatı gibi kullanılırsa kemikleşmiş korkular ve önyargılar bir çırpıda yokedilebilir. Bizim de amacımız bu zaten. Kısacası, bahsettiğimiz konuları derinleştirmek isteyenler makale ve kitap okuyarak kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Fikir Kırıntıları-5’in sorguladığı meseleler şunlar (Buradan indirebilirsiniz):

  1. Algı operasyonu nedir?
  2. Çocuklara tecavüz önlenebilir mi?
  3. Türkiye’nin algı operasyonlarında gol yemesinin sebebi parasızlık değil vizyonsuz ve çapsız bürokratlardır.
  4. Casus kurtarma operasyonu nasıl yapılır?
  5. İnterpol bir suç örgütüne mi dönüşüyor?
  6. Ateşin haberini almak ile yanına oturup ısınmak arasındaki fark nedir?
  7. Kur’an’ı herkes kendi aklıyla anlayabilir mi?
  8. Devletler neden terör örgütlerinin para hareketlerini takip edemiyor?
  9. Rabıta nedir?
  10. Endüstri 4.0 ile Bilgi Teknolojileri Endüstriyi Tahakküm Altına Alabilir
  11. İslâmî devlet olur mu?
  12. Yurt dışında okumaya veya çalışmaya gerçekten hazır mısınız?
  13. Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti üzerine dobra dobra
  14. Yapay Zekâ: Tehditler ve Fırsatlar
  15. Ölümsüzlük üzerine…
  16. Tarihî propaganda ve ideolojik çarpıtmalardan nasıl korunalım?
  17. Çevik yazılımda 9 tuzak ve 9 çözüm
  18. Artık doktorun gözünde hasta değil müşterisin!
  19. Benzinli arabadan elektrikliye geçerken… Fırsatlar ve tehditler…

Kemalist Eğitimin Zararları

Dikkat Kitap: Kemalist Eğitimin Zararları“3 tarafı deniz, 4 tarafı düşmana çevrili cennet vatan” paranoyası neden üretildi? Çağdaş ve laik Türkiye’nin evlâdı, Kavala yahut Halep’te yatan dedesinin mezarına bile pasaportla gidecekti. Eskiden vali gönderilen yerlere şimdi büyük elçi atanıyordu. Churchill’in dediği gibi “iki petrol kuyusunun etrafına sınır çizen” İngiliz, bir gecede ülkeler icad edilmişti. Ama Kemalist millî(!) eğitimin iğdiş ettiği beyinler bunu sorgulamaktan aciz. Körfez ülkeleri, Basra yolunun, İsrail, Doğu Akdeniz’in petrol tıpası olacaktı. Türkiye hem Rusya’nın güneye doğru genişlemesini engelleyecek hem de Bakü petrolünün Avrupa’ya ulaşıp fiyat kırmasına mani olacaktı. Diğer yandan Lazkiye ve Hayfa’dan dünya piyasalarına erişen Musul ve Kerkük petrolü bir gün pekâlâ Türkiye’den geçip İskenderun’a akabilirdi ve bu da Londra için büyük bir risk unsuruydu.

Kısacası, Britanya için gerçek tehdit güçlü bir ordu veya zengin devletler değil Türklerin uyanıp kim olduklarını hatırlamalarıydı. Şu halde dünya petrollerinin %60’ına çökmüş, Afika ve Asya’yı sömüren İngilizler için yapılacak tek bir şey vardı: Kullanışlı aptallar yetiştirecek bir eğitim sistemi kurmak ve bunu Türklere “millî eğitim” diye yutturmak.

Eğitimle ilgili sorunlarımız nasıl düzelir? Yahut birgün düzelir mi? Elinizdeki bu kitapta Ufuk Coşkun Kemalist eğitimin sorunlarına işaret etmekle kalmıyor, bir yandan çözümler önerirken bir yandan da millî eğitimin ideolojik, tarihi ve kültürel arka planını gözler önüne seriyor. Milat Gazetesi yazarı, bolgepostasi.com Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Coşkun’u televizyondaki tartışma programlarından ve eğitim konulu çalışmalarından tanıyorsunuz. Bizzat eğitim dünyasının sorunlarını içeriden yaşayan Coşkun aynı zamanda “Kürdüm Doğruyum Çalışkanım” ve “Yeni Sömürgecilik ve Bağımsız Sivil Toplum Kültürü” kitaplarının da yazarı. Ufuk Coşkun’un “Kemalist Eğitimin Zararları” adlı kitabını buradan indirebilirsiniz.

Petrol kandan ağırdır

(Son güncelleme: 4cü sürüm, 12 Ocak 2019)

Petrolün fiyatının 50$ üzerinde kalması için yılda ortalama 75.000 insanın ölmesi gerekiyor. Süveyş kanalının Mısır tarafından kamulaştırılması, petrol krizleri, 6 sün savaşı, İran-Irak savaşı, Irak’ın işgali ve Suriye… İnsan kanıyla para basan bu makine 50 senedir asker, sivil, kadın çocuk demeden insan öğütmeye devam ediyor. Nasıl? 1ci Dünya Savaşı tarihteki ilk küresel karbon savaşı oldu. Kömürle beslenen fabrikalar kömür ve petrolle işleyen makineler ürettiler ve insanın öldürme kapasitesini binlerle çarptılar. Ama makineler savaşta insanın yerini almadı. Bunun yerine daha çok insanı daha hızlı şekilde cepheye göndermek için kullanıldı. Cepheler genişledi ve muharebeler uzadı. Alman-Fransız sınırındaki zengin kömür yataklarından İslâmistan’daki petrol kuyularına uzanan savaşta insanlar karbon için öldüler, öldürdüler. Petrolcüler, kömürcüleri yendi. Endüstrileşen savaş sadece savaş makinelerinin değil üretim, sevk ve idare kapasitelerinin de savaşıydı. Elinizdeki 55 sayfalık bu e-kitap şu sorunun cevabıdır: İnsan kanıyla para basan bu makine nasıl çalışıyor? Buradan indirebilirsiniz.

Savaş Meydanda Değil Masada Kazanılır

Dünya ticaretinin %80’i denizden yapılıyor. Ülkelerin hayatta kalması yani gıda ve enerji tedariki için deniz yollarına erişmeleri şart. Panama, Süveyş, Malaka ve Cebelitarık gibi bütün stratejik noktalar ABD, Britanya ve Fransa’nın kontrolünde. Bu üç devlet istedikleri ülkenin ekonomisini petrolsüz ve dövizsiz bırakıp boğabilecek bir güce sahip.(Bkz. Petro-dolar sistemi)

Komplo teorisi mi? Değil, her şey ortada: Akademisyenler, amiraller, bakanlar ve diplomatlar, doktrinlerini açık açık yazmışlar ve yazdıklarını harfiyen tatbik etmişler: Alfred Mahan, Halford Mackinder, Nicholas Spykman, Zbigniew Brzezinski, Edward Luttwak, Samuel Huntington, Joseph Nye, David Peraeus, Henry Kissinger… Jeopolitiğin bu ünlü isimleri, İngilizlerin ve Amerikalıların dünyaya sürekli hükmetmesi için neler yapılması gerektiğini her ortamda açıkça ifade etmişler. Tabi bu tahakküme bir takım kılıflar uydurulmuş: Önce Hristiyanlık, sonra üstün(!) beyaz ırk ve nihayet serbest ticaretle demokrasi adına verilen bir mücadele gibi gösterilmiş. Yani sınır tanımayan Anglo-Saxon şiddetine, ideolojik meşruiyet zeminleri ihdas edilmiş. Ama değişen ideolojilere ve teknolojinin ilerlemesine rağmen 150 yıldır değişmeyen jeopolitik sabitler var. 21 harita ve 11 makaleden oluşan bu kitap, Anglo-Saxon hakimiyetini mümkün kılan şartları ve Avrasya’nın kurtuluş yollarını sorguluyor. Coğrafî engellerden ekomik savaş araçlarına ve psikolojik harbe kadar… Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-4

İslâm coğrafyasında sürüp giden petrol savaşları deniz yollarından ayrı düşünülebilir mi? Sudan petrolünü Çin’e taşıyan yol Yemen ve Malaka boğazından geçiyor. İran ve Arap petrolünü Avrupa’ya taşıyan yol ise Mısır’daki Süveyş kanalından. Akdenizi’in Atlantik kapısı olan Cebelitarık ve Pasifik’i Altantik’e bağlayan Panama da aynı “uygarların” kontrolünde. Bütün deniz yollarını kontrol eden bu ülkeler hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahipler hem de dünyadaki silahların %90’ını üretip satıyorlar. Ve aynı ülkeler sürekli dünya barışı ve özgürlük için çalıştıklarını söylüyorlar! Kendisini dünyanın mâliki gibi gören bu “uygarlığın” önüne çıkan liderler öldürülüyor, ülkeler işgal ediliyor, hükümetler darbe ile, halklar ise terörle “terbiye” ediliyor. Evet… Bu konulara odaklanan Fikir Kırıntıları serisinin 4cü kitabını ilginize sunuyoruz. Konu başlıkları şöyle:

  1. Bazı çocuklar çikolatadan nefret eder!
  2. Lityum savaşları başladı!
  3. Savaşsızlık, barış değildir!
  4. Bilimsellik aklın emaresidir; bilimcilik ise akılsızlığın!
  5. Denizlere hâkim olanlar nasıl dünyaya hâkim oldular?
  6. Modern savaşlarda neden insan değersizleşiyor?
  7. Teröre karşı sıradan vatandaşların yapabilecekleri 3 şey

“Fikir Kırıntıları-4” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.

Derin Savaş

Savaş bir şiddet hareketidir ve bu bilkuvve (potansiyel) şiddetin sınırı yoktur. İnsanlık olarak sürekli savaşmıyorsak bunun sebebi yüksek ahlâkımız(!) değil menfaatlerimizdir. Ancak savaşı sonuçlarından tecrid ederek, sağlıklı bir şekide düşünmek kolay değil. Çünkü yol açtığı ölümler ve maddî zarar o kadar büyük ki her ne pahasına olursa olsun kaçınmak gereken bir anormallik veya uluslararası ilişkilerde bir aksama gibi görünüyor. Oysa her savaşsızlık hâli barış değil; geçici bir ateşkesten ibaret. (Bkz. Barış / Sulh / Peace / Paix / صلح / سلام ) Meselâ iki dünya savaşı arasındaki 1918-1939 dönemine kim “barış” diyebilir? Üstelik her ne pahasına olursa olsun savaştan kaçan bir lider, düşmanlarının ölçüsüz şantajına çanak tutmuş olmaz mı? Adolf Hitler’e akıl almaz ödünler veren Birleşik Krallık Başbakanı Neville Chamberlain gibi savaştan kaçmak için “her pahayı” ödemek, üstelik sonunda yine de savaşmak zorunda kalmak iyi bir strateji mi? Ölmenin değil yaşamanın tesadüf olduğu  savaşta asker, sağdaki yahut soldaki sipere koşarken serbesttir. Belki de en güvenli siperi, bir robot veya bir hayvan, insandan daha iyi seçebilir. Ama insan, vatanı için ileri atılmakla nefsi için geri kaçmak husunda özgürdür. İşte savaşın neticesi üzerinde çok ağır basabilen insanlık faktörü tam buradadır. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür…) Savaş, bütün sosyal bilimcileri zorlamış bir saha. Elinizdeki bu kitap, savaşın mekanik ve insanî veçhelerini en dengeli şekilde işleyen müelliflerden biri olan Prusyalı General Carl von Clausewitz’in fikirlerinden istifade ederek yazılmış bir deneme. Teknolojik ilerlemenin eskitemediği ilkeleri bugünün savaş şartlarında değerlendirdik: Strateji, taktik, cesaret, savaşta aklın önemi ve sınırları… Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları-3

fikir-kirintilari-3-kapakArtık gazeteler okurlarıyla, TV kanalları seyircileriyle rekabet halinde. Kimilerine göre Donald Trump bile seçimi sosyal medya sayesinde kazandı. Rakibi Hilary Clinton, Başkan Obama, hatta CNN, FOX gibi kanallar sürekli sosyal medyadan yayılan “yalan haberlerden” (fake news) yakınıyorlar. Belki de yalan haberden değil yalan tekelini kaybetmekten rahatsız oldular? Gerçek ne olursa olsun teknoloji eskiden bir oligarşiye ait olan medya gücünü -bir parça da olsa- sıradan insanların eline verdi. Sosyal medya elbette ırkçılık, iftira ve hakaretin yayılması için uygun bir zemin ama “haber” ve “bilgi” ve bunlara ait yorumları herkesin erişebileceği bir noktaya getirmesi açısından ilginç. Fikir Kırıntıları-3 Derin Düşünce’nin sosyal medyada paylaştığı mesajları kitaplaştıran bir çalışma. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 ve Fikir Kırıntıları-2’nin gördüğü ilgi bize yine cesaret ve güç verdi. Tabi her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için makale ve kitap da tavsiye ettik. “Fikir Kırıntıları-3” adlı e-kitabı buradan indirebilirsiniz.

Rönesans’ın Kara Kitabıronesans-kara-kitap-kapak

Rönesans sanatın yeniden doğuşu değil ölümü oldu… ve daha bir çok şeyin! Rönesans’ın fikir dünyamızda açtığı yaralar bugün dahi kapanmış değil. Maddenin mânâyı tahakküm aldığı, adına “Aydınlanma” dediğimiz karanlık çağların miladı hiç şüphesiz bu dönem. Güzel ahlâk ile güzel sanatın irtibatının kopuşudur Rönesans. Bu kopuş yüzündendir ki insanlık sadece sanatta değil siyaset, bilim, felsefe, iktisatta lâdini dünya görüşünü Hakikat’in yerine koydu. Sonradan bütün dünyaya dayatılacak olan Avrupa sanatı Rönesans’tan itibaren bilimselleşti. Anatomi, optik, matematik kuralları ve özellikle de merkezî perspektif sanatta insanî ifade imkânını sınırladı. Sömürgeciliği, dünya savaşlarını ve insanları homo-economicus zanneden ideolojileri doğuran işte bu zihniyet oldu. İnsanlık asırlardır hapsolduğu Rönesansçı perspektiften kurtulabilir; kurtulmalıdır da. Bu kurtuluşun neticeleri ise sadece sanatla sınırlı kalmayacak, ahlâkî, siyasî, felsefî tekâmüllere kapı açacaktır. Rönesans’ın Kara Kitabı bu kurtuluşa katkıda bulunmak amacıyla yazıldı. Başta Pavel Florenski ve Erwin Panofsky olmak üzere George Orwell, Juhani Pallasmaa, Michel Foucault, Ahmed Yüksel Özemre, Zygmunt Bauman, Stanley Kubrick, Cemil Meriç, Henri Lefebvre, Lucien Lévy-Bruhl, Rasim Özdenören, Mircea Eliade, René Guénon gibi sanatçı ve düşünürlerin eserlerinden ve iki değerli araştırmacımızın, Ozan Avcı ile Gönül Eda Özgül’ün makalelerinden istifade edildi. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Medeniyetderin-medeniyet

Nedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير) Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.

fikir-kirintilari-2Bir kez daha sosyal medyada paylaştığımız mesajları kitaplaştırdık. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1 o kadar çok ilgi gördü ki biz de yeni e-kitabı ilginize sunmak için elimizden geleni yaptık… Ve her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Fikir Kırıntıları-2’nin konuları şöyle: Taktik ve Strateji, Enerji, Vatikanizm, Gündem Zehirlenmesi, İslâm Sanatı, Kanlı Fotoğraf Yayma, 1 Mayıs, Amigo-Tarihçi, Futbol, mafya, uyuşturucu, fuhuş ve terör, Namaz illâ namaz, Müslümanlarda içe kapanma ve dışa açılma, Neden okuyalım? Ne okuyalım? Nasıl okuyalım?, Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz?, Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî, Sosyal Medya, Gurbet, Çirkin Şehir, Devrim, Yeni PKK ve “Private Security”, Şifalı ottan zehir yapma, Kadına Karşı Şiddet, Liberalizm, Gerçeği görme, Çalışan kadın, Suriye, Tasavvuf, Hollywood-Pentagon, Beyin yıkama ve psikolojik harp. Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları – 1fikir-kirintilari

140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak  bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 7kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk

Kitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler de bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:

Derin Lügat 10.0

Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

  • 10cu sürümdeki yeni kelimeler: Nobel Ekonomi Ödülü, Sıfır tolerans, Işık, Feminizm, Moda, Tüketim, “Şimdi” mefhumu.
  • 9cu sürümdeki yeni kelimeler: Tarihin Sonu, Beyin Göçü, Kölelik, İnsanlık, Maske, Vermek.
  • 8ci sürüme eklenen yeni terimler: Fetih, Estetizasyon, Rönesans, Amerika’nın keşfi, Çelişki, Mecazî aşk, Big Data, Nobel Barış Ödülü, Allah korkusu, İnsan Kaynakları, Gaflet, Batı, Objektif Bilgi.
  • 7ci sürüme eklenen yeni terimler: Uluslararası adalet, Az gelişmiş ülke, Hoşgörü, Kabz, Büyüme, Gerçek sonrası, Realpolitik, Kaos.
  • 6cı sürüme eklenen yeni terimler: Demokrasi, Muhafazakârlık, Kuvvetler ayrılığı, İnovasyon, İlerleme, Erken – Geç.
  • 5ci sürüme eklenen yeni terimler: Hissiyat – Maneviyat, Tanrı Parçacığı, Bâkî, Kelime, Cehalet, Mürşid, Evvel, Büyük Patlama.
  • 4cü sürüme eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.
  • 3cü sürüme eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik? “Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir. İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapakAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekteGüzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”. İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocuklarıoteki-sinemanin-cocuklari

Yakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6

Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz. Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

tezyin_kapak-150Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.

freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor. Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapakFethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: 5inci sürüm, 11 Ağustos 2016)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde “pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. Sonra bir gün… Mavi Marmara! Doğu Akdeniz’de, uluslararası sularda oyuncak ve gıda taşıyan bir gemi saldırıya uğradı. Masum ve silahsız insanlar öldü. Psikopat bir devletti bunu yapan. İsraillileri hapsettiği korku duvarları Filistin’i hapseden beton duvarlardan daha yüksekti. Ama Fethullah Gülen İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Bu terörist devletten “otorite” diye bahsediyordu. Gülen’e göre İsrail Doğu Akdeniz’in efendisiydi, uluslararası sularda bile masum sivilleri öldürme hakkına sahipti. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyordu. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyordu. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişiminde yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların teşkilâtı sonradan mı kokuştu?  Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdıryitik

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir? Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.

İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor. Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?Hükümeti_devirmek_kapak

4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı. Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Normal bir ordu kaynaklarını emrinde olduğu milletten sağlar… Efendisi olan bu milletin gönüllü katkısıyla silah alır, asker toplar, YABANCI DÜŞMANLA savaşır.

Normal ordular efendilerini yani milleti, o milletin vatanını korurlar ya da ganimet getirebilecekleri ülkeleri işgal ederler. Yine efendilerinin emri ve izniyle yaparlar bunu.

Anormal ordular ise üniformalı eşkıyalardır. Disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. Üniformalı eşkiyalar ülkenin zenginliklerini tüketirler, geleceğini mahvederler.

Kendisini ülkenin sahibi zanneden üniformalı eşkıyaların hakim olduğu ülkeler yabancı orduların işgali altında gibidir. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar.

Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler.

Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek. Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz. hamza_yusuf 

Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reform konulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”. Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 4

Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)
Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu. Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 8 mayıs 2013)

Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.

Ey Kapitalizm! Kara Sevdam! / Charles Allen Scarboro

Ne gariptir ki Türkiye’de hemen her kesimden insanı kolaylıkla birleştirebilen bir slogan var: “Kapitalizme Hayır!”. İslâmcı, komünist, ülkücü, Kemalist… Yürüyüşler yapıyorlar. Seminerler düzenliyorlar. “Küresel sermayeye geçit yok!” . İşçilerin sömürülmesinden Afrika’daki açlığa, ortadoğudaki petrol savaşlarından dünyanın kirlenmesine kadar her taşın altından çıkan bir düşman bu. İyi ile kötü arasında bir çizgi çekmek, kötüleri “öteki tarafta” bırakmak… O kadar kolay mı?

“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı. Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı. Ne var ki İyi ile Kötü arasındaki çizgi her insanın kalbinden geçiyor. Kim kendi kalbinin bir parçasını yok etmek ister?” (Soljenitsin)

Okuyacağınız bu kitap insanların para ile, tüketim ile kurdukları ilişkiye ışık tutuyor. Charles Allen Scarboro’nun Karl Marx ve Max Weber’in fikirlerinden de isitifade ederek hazırladığı özgün bir çalışma. Scarboro İstanbul’da yaşayan bir Amerikalı. Akademik birikiminin yanı sıra kapitalizmin anavatanından gelmesi, “içimizde yaşayan bir öteki” olması bu kitaba ayrı bir lezzet katıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)

Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımız Mehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil, yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008’de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99’un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden? Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 2

Kitap tanıtan Kitapların birincisi kadar sevildi, o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yayınlamak için sabırsızlanıyorduk. Yeniden 44 kitap tanıtımıyla geliyoruz karşınıza: Dostoyevski, Sezai Karakoç, Yıldız Ramazanoğlu, Jean Paul Sartre, Amin Maalouf, Taha Akyol, Hasan Cemal, Ali Şeriati, William C. Chittick, Alain Touraine, Muhyiddin İbn Arabi Hazretleri… Farklı asırlar, farklı coğrafyalar, farklı konularla dergi tadında bir kitap… Ortak olan tek şey İnsan belki de? İnsan’ın iç dünyasındaki saklı hazineleri paylaşma muradı…Buradan indirebilirsiniz.

Ölümden Bahseden Kitap

Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.

İnsan’sız Sinema Olur mu? Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır. Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Değerli yazarımız Suzan Nur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ” diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câzMesnevîMakasıt-ül Felasife Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak

Zaman insanın hissiyatıyla algılayamadığı, bilimsel, düşünsel, hatta psikolojik boyutları olan bir gerçeklik. Zaman yaşadığımız hayatın kendisi. Ama bu kadar önemli olan Zaman ile aramıza mesafe koymak, Zaman’ın dışına çıkıp onu keşfetmek mümkün mü?

Zaman konusundaki bu ilk kitabımızda Derin Düşünce yazarları zor bir işe girişiyorlar: Zaman’ı düşünmek ve Zaman’ı yazmak. Zaman’ın NE? olduğunu sorgulayacağımız ikinci kitaptan önce NASIL? olduğuna baktık bu ilk makalelerde. NE? ve NASIL? soruları Zaman’a bakışımızda ana ekseni oluşturuyor çünkü bilimsel yolla, deney ve gözlemle ilerleyemediğimiz anlarda düşüncenin yardımına Sanat yetişiyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.

Kitap Tanıtan Kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var. Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

Gazetecilik Neden Dibe Vurdu?

Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesimini eğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda “gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor…

Buradan indirebilirsiniz.

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970’lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Derin Düşünce nedir?

Sitemizde siyasetten tarihe, kadın haklarından felsefeye, sanattan bilime kadar bir çok konudan bahsediyoruz. Ama zaman zaman da kendimizden söz ediyoruz. Derin Düşünce nedir? Sitenin geçmişi, geleceği, ortak projeler, yazar olmak isteyenlere öneriler, okunma istatistikleri… Derin Düşünce’nin bir kimliği, tarihi ve kendine has “yaşam” tarzı var. Eğer aramıza yeni katıldıysanız bu kitap “yöre halkına” kaynaşmanızı kolaylaştıracaktır 🙂

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

Maymunist imanla nereye kadar? (Tartışma)

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin epistemolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 6 Nisan 2014)

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

Ermeniler ve Türkler

Ermeni kimliği var oldukça 1923 model Türk kimliği bozuk bir makine gibi gıcırdamaya devam edecek. […] Neden bize bu kadar benziyorlar? Pastırması, sucuğu, yaprak dolması, müziğiyle, gelenekleri, ailelerine bağlı oluşlarıyla bir de Türk’ten daha fazla Türk mü onlar? Yoksa bu mu bizi sinir eden? […] Artık Anadolu insanının %100 safkan Türk olmadığını, tersine bütün bu etnik unsurların karışımı ve mirasçısı olduğunu idrak etme vakti gelmedi mi? Artık TEK BİR “BİZ” olduğunu, atalarımızın bir kısmının Kürt, diğer bir kısmının Rum, Gürcü, Arap, hatta ve hatta Ermeni olduğunu idrak etmemiz gerekmiyor mu? Buradan indirin.

Yahudi oldukları için mi zalimler?

İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederim Filistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden. Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Para Yenir mi?

İnsanlık endüstri devriminden bu yana doğayı şekillendirecek güce sahip. Ancak bu şekillendirme gücü yaşamı değil de maddî çıkarları koruyacak biçimde kullanılıyor. Fakir ülkeler, aynı ülke içinde yaşayan fakir insanlar, bitkiler ve hayvanlar “vahşi doğadan” bile daha vahşi bir kirletme özgürlüğünün(!) kurbanı oluyorlar. Gelecek asırda hep beraber keşfedeceğiz paranın yenip yenmeyeceğini. Yok ettiğimiz balıkların yerine Amerikan doları koyup koyamayacağımızı… Buradan indirebilirsiniz.

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin.

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız. “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

Derin İnsan

“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Nur Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor. Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz.ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 

musluman-zamanla-imtihan-surum-2Müslüman’ın Zaman’la imtihanı 

(Gözden geçirilmiş 2ci sürüm, 5 Mayıs 2016)

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 122 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericiliklebağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.

“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)

“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin” bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız. Buradan indirin.

Zorunlu Askerlik Gerekli mi? (Tartışma)

Zorunlu Askerlik bir çok insanımız için bir görev ama aynı zamanda bir çile. Ülkemizi savunmanın daha akıllıca bir yolu yok mu? Bu konuyu yaklaşık bir yıl boyunca tartıştık. Üç makale işaret fişeği görevi yaptı. Yüzlerce okurumuz değişik önerilerde bulundu. Kimileri “aman dokunmayın, böyle çok iyi” derken askerliğini yapmış olan arkadaşlar tecrübelerini paylaştı. Evet, belki de ilk defa bu konu gerçekten muhatabı olanlara yani Türkiye’nin vatandaşlarına soruluyor. Zorunlu askerlik gerekli mi? Bir yıllık kolektif çalışmanın ürünü olan bu 276 sayfalık kitap konuyla ilgili herkes için birinci elden bir bilgi kaynağı. Buradan indirebilirsiniz.

Kadın hakları ve Kemalizm

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

Türk solu iktidar olur mu?

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010

”Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Raporu-2009/2010″ adlı bu çalışma son iki yıl süresince en çok konuşulup, tartışılan temel sorunlarından biri olarak karşımızda duran başörtüsü yasağına dönük bir dökümantasyon çalışmasıdır. Raporun ana omurgasını, iki yıllık süreçte başörtüsü eksenli yaşanan hak ihlalleri ve buna karşı sergilenen tutumların, davranışların ve tavırların kronolojik bir sırada aktarıldığı almanak tarzı bir arşivleme çalışması oluşturmaktadır. Raporun sadece yasak uygulamalarından ibaret kalmaması; soruna dair gösterilen tepkilerin, politik aktörlerin demeçlerinin ve yasak karşıtı çeşitli etkinliklerin de yer alması; konu etrafında oluşan gündemin ana hatlarıyla aktarılarak, dönemin genel fotoğrafını çerçeveleme kaygısıyladır. Böylece araştırmacılar, bugün ve ileride başörtüsü sorunu etrafında yapacakları çalışmalarda, Türkiye’de ve dünyada başörtüsü sorunu etrafında 2009 ve 2010 yıllarında yaşanan gelişmeleri, oluşan gündemi izleme imkânı bulabileceklerdir. Raporu buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 122 Yorum

  2. Yazan:Osman Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Hiç boşuna konuşmasınlar. İşsiz güçsüz serseri takımını sokaktan toplayıp “siyasi dava” adamı yapacaklar, ondan sonra da yok efendim “size yapılan bu saldırı bize yapılmıştır” falan filan. Önce bir kılığına kıyafetine çeki düzen ver! Yaka bağır açık, beyaz gömlek, siyah ceket, elde tespih sallamalar, eller havada dayılanmalar. Hepsi aynı! Bilmiyoruz sanki…

  3. Yazan:eg Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    geçmiş olsun,
    programın bir kısmını izledim. aslında öyle çok da bbplileri kızdıracak birşey söylemedi rasim. çok ayıp…kınıyorum.

  4. Yazan:bora Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    oda tv yorumu

    Taraf’ın genç yazarı…
    Reha Muhtar’ın danışmanı…
    Her akşam TV TV dolaşıyor; aklına ne geliyorsa söylüyor…
    Minibüs şoförü tarzıyla konuşuyor…

    Yani rayting arayanların tam istediği bir figür.

    Ve ne yazık ki Kanal 7’de olanlar oldu.
    Kanal 7’de Erhan Çelik’in sunduğu İskele Sancak programında BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopter kazası tartışıldı.

    Taraf’ın çömez yazarı yine bildiğini okudu; dikkat çekmek, bir daha programa davet edilmek için çoştu da çoştu.
    Neler söylemedi ki…
    Sonuç…
    Program bitiminde Taraf’ın genç yazarı İstanbul Alperenler Ocağı üyeleri tarafından dövüldü.

    “İpini başkalarının tuttuğu” kukla yazar hastanelik oldu.
    Taraflar soluğu karakolda aldı…

    Peki şimdi kime kızmak gerek.
    Bu çocuğun başına böyle bir kaza geleceğini Taraf’taki “ağababaları” bilmiyor muydu?
    Her fırsatta sırtını sıvazladıkları bu deli-dolu çocuğun başına böyle bir olay geleceğinin farkında değil miydiler?
    Yazık değil mi bu delikanlıya?

    Bir sözümüz de Reha Muhtar’a…
    Hala bu çocukların sözleriyle rayting kazanmaya utanmıyor musunuz?
    Bu olayda sizin de payınız yok mu sanıyorsunuz?
    Size de yuh olsun…
    Her şeye rağmen genç yazara da geçmiş olsun.

    odatv.com

  5. Yazan:Botan Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Yıllar yılı, hatta yüzyıllara varmış, Milleti İslam’a, küfür melodisi ile tımbırdatan yobaz korosu takımına, 3 kuruşluk menfaat için tetikçilik yapanlara, Milyonlarca km2’den yüzbinlere, buradanda biinmezliğe sürüklenmesi için; demokrasi, insan hakları gibi cancanlı ama iç dünyası nifak dolu şeytan ortaklığındaki tüm kişi ve kuruluşlara RABBİM LANET YAĞDIRSIN TEZDEN EVVELİ USULU FURUUNDAN ÇIKMAK ÜZERE AMİİNNN.

  6. Yazan:Hüseyin Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Çok geçmiş olsun Rasim ben okuldan arkadaşın Hüseyin. inan üzüldüm.haberi . e be kardeşim hiç değişmemişsin.

  7. Yazan:TSD Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Rasim’e çok geçmiş olsun.

    Şu Türkiye’de sevmediğim yazar taifesi çoktur, mesela bunların arasında da Bekir Coşkun ilk 10’a rahat girer. Ama onun, yazdıklarından dolayı bir fiske yemesine gönlüm razı olmaz. Çünkü berbat da olsa, iğrenç de olsa fikir fikirdir ve ancak fikren mukabeleyi gerektirir.

    Bilirim, Rasim de benimle aynı tavrı gösterir.

    Olay üzerine çeşitli yerlerdeki yorumlara baktım, neredeyse Rasim dayak yedi diye zil takıp oynayacak bir takım zihniyet sahipleri. (Fikirlerine cevap vermeyi denemeyip, çocuk/kukla vs diyenlere ise ancak acımak gerek.)

    İşte aradaki fark. Sadece bu fark bile kimin ahlaklı ve vicdanlı olduğunu kimin zorba bir zihniyete sahip olduğunu göstermeye yeter.

    Tekrar geçmiş olsun.

  8. Yazan:amarat Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Öncelikle geçmiş olsun.Sonrasında ise bu kanal7’ye elini kolunu sallayan nasıl girebiliyor ? Bizler de çalışıyoruz. Kendi çalıştıgımız binaya ait kartımızı evde unutsak işyerinden birisinin adını verip işyeri ile görüşüyorlar.Her gün gördügümüz adamlar işyerimizi arıyor.Güvenlik açısından. Kanal 7 ne iş yapıyor çözemedim açıkçası.
    Güvenlik eksi 1

  9. Yazan:sivil düşünce Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Daha Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünden 10-15 gün geçmeden yapılan bu saldırı çok düşündürücüdür. Yazıcıoğlu’nun ölümüne neden olan kazanın daha aydınlığa kavuşmadan böylesi vahim bir hadisenin yaşanmış olması ve özellikle Rasim Ozan gibi sürekli Ergenekon zihniyetini eleştiren ve muhtemel tehlikeleri işaret eden bir aydının seçilmiş olması BBP’nin kimlerin kontrolü altına girdiğine dair bizlere ciddi ipuçları vermektedir. Eğer BBP kontrol edilemez bir noktaya geldiyse Allah bu ülkenin yardımcısı olsun. Alperenlerin en ufak bir kışkırtmada sokak hareketlerine karışacak olması ETÖ’nün ekmeğine yağ sürecektir.
    Rasim Ozan ülkesini çok seven aydınlardan birisi… O yüzden bütün tehditlere rağmen bu ülkenin gerçekten bir hukuk ve demokrasi ülkesi olması adına çaba saf ediyor. Genç yaşına rağmen yazıyor ve kafa yoruyor. Böyle ahlaklı aydınlarımıza dönük çok ciddi karalama kampanyaları yapılıyor. Onlara vatan haini ve satılmış deniliyor. Bunu kasıtlı yapıyorlar. Bu ülkenin kurulu düzenine eleştiren ve daha çok özgürlük, hukuk ve demokrasi isteyen herkesi hain ilan ediyorlar. Ve birileri de gelip bu tuzağa düşebiliyor. Onlar ortadan kalktığında ülkenin kurtulacağına inanıyorlar. Bu büyük bir yanılgıdır. Bunu bu ülkede vatan, bayrak ve millet adına göbeklerini şişirenler tezgâhlıyor. Bu tip insanlar ülke satılıyor yaygarası kopartarak daha fazla şişiyorlar ve daha çok nüfuz sahibi oluyorlar. Rasim Ozan gibi aydınlarımıza küfredenler onların ne dediklerine bir daha bakmalılar. Yazılarını bir daha okumalılar. İçinde demokrasi, özgürlük, insan, hukuk gibi kavramların geçtiği yazılardan maalesef ürkülüyor bu ülkede.
    Rasim Ozan’a bir kez daha geçmiş olsun der. Ülkemiz demokrasisi adına gösterdiği gayretlerden ötürü kendisini tebrik ederiz.

  10. Yazan:Hakkı Bentek Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Rasim çok genç ve ateşli bir insan. Gerek televizyon kanallarında, gerekse buradaki yazılarında aklına ne gelirse söylüyor.

    Zaman zaman taraflılığı yüzünden sözleri birbiri ile çelişiyor. Bazen beni kızdıran şeyler söylüyor, bazen de söyledikleri mantıklı geliyor.

    Sonuçta bir yazarı beğenir veya beğenmezsiniz. Ama onu böyle dövüp, zarar veremezsiniz. Ancak bu ülkemizin de bir gerçeği. Bazı insanlar fırsat buldukları zaman karşısındaki beğenmedikleri düşünceyi, kaba kuvvetle ezmeye çalışıyorlar.

    Bu yüzden zaman zaman politik davranmak ve daha kıvrak bir uslup kullanmak gerekli. Rasim kardeşim umarım bu uslubu kısa zamanda kazanır ve kendini biraz frenler.

  11. Yazan:Mahmut Yasar Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    ROK’u döven kişi hukuku çiğnemiştir ve yaptıkları tasvip edilemez. Tabii ROK’un köşesinde hukuku çiğneyip mahkeme kararına rağmen suçu kanıtlanmamış kişilere terörist,faşist demesi de tasvip edilemez.Dayak yemesi ne kadar hukuk dışı bir suçsa, kendisinin köşesinde ona buna suç ataması da aynen suçtur.

    Neyse demem o ki hukuk bir gün herkese gerekir. Bugün ROK’a yarın size bize…

  12. Yazan:durhat Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Çirkin bir olay.Kınıyorum.
    Ancak başka yerlerden alıntı yaparak olaya ne kadar sevindiği her hallinden belli olan şiddet yanlısı zihniyetleri de kınadığımı buradan duyurmak istiyorum.Nasıl da nal bulmuş mağribi gibi çamur dolu yazıları ballandıra ballandıra buraya aktarmaya hevesli oldukları belli oloyur.Yazık,çok yazık!

  13. Yazan:blue Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Türkiye’de sözünü sakınmadan konuşmak bu yüzden zordur. Bu adamların üslubu bu. Muhsin Yazıcıoğlu da Elif Şafak’ın “Baba ve Piç” romanı için, “adını ve soyadını” yazmış diye çiğ bir cümle kullanmıştı rahmetli. Milliyetçilik adamı böyle yapar kardeşim. Bu işin müsbeti menfisi yoktur. Kabadır bu adamlar, hamdır, yontulmamıştır. Bu gorillerin ülkesinde nasıl çıkıp medeni bir ülkede yaşıyormuşcasına konuşacaksın, fikir özgürlüğü olacak vs. Hayal !

  14. Yazan:mehmet ali Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Yeterrr be!! insanlar düşündüğünü söyeleyemeyecekse,ne memleket ve ne millet kalır.. Nerden bulurlar böyle adamları, bilmem ki, üstelik ist. başkanı, Raahmetli Yazıcıoğlu nerdeee, bunlar nerdeee..Kanal-7’ye ne demeli??
    O proğramı izledim; proğramda Sayın Kütahyalı oldukça serinkanlı , aklıcı ve insancıldı.. öyle ise, bu işte bit yenii var, bu gençleri birileri kullanmasın,rahmetliden sonra en çok konuşulan da buydu, hayırlısı..
    Sayın R.Ozan Bey, bu ülke uyandı, sizin gibiler ve siteler artarak sürecek, rahat olun..

  15. Yazan:Ali Duman Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Sevgili Rasim’e geçmiş olsun dileklerimle, bu ülkede HAKİKATI haykırabilmek, KRAL ÇIPLAK demek, diyebilmek hep cesaret gerektirmiştir. Uzun zamandır insan olabilmenin cesaret haline getirildiği bir dönem içerisinden geçmekteyiz.

    Zira medeniyetler beşiği olan bu topraklar son son yüz yıldır, katliamların, hoşgörüsüzlüğün, katilliğin ve bedeli canla ödenen “aydın”lığın beşiği haline getirilmiştir.

    Rasim, kendinden önceki tüm aydınlar gibi bunun bilincinde ve bu taşın altına elini koyabilme yürekliliğini göstermiş bir aydın, bir yurtsever, bir insansever’dir.
    Onun düşmanları aynı zamanda İNSANLIĞINDA DÜŞMANIDIR.

  16. Yazan:Arzuhan Yaman Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    cok gecmis olsun Rasim Bey,
    alperen denen nazi gencligi bu kafayla musluman olunmadigini artik anlasalar iyi olucak.

  17. Yazan:Keriman Sepetci Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    BBP ve MHP irkci ve fasist partilerdir.12 eylul oncesinde yaptiklari gibi yine gercek yuzlerini gosterdiler.

  18. Yazan:el emin Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    geçmiş olsun rasim kardeşime

  19. Yazan:Osman Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    İşte Alperen Ocakları tarafından olaya ilişkin yapılan resmi açıklama:

    10.04.2009 tarihinde Kanal 7 televizyonunda yayınlanan İskele Sancak programında konuşmacı olarak katılan Rasim Ozan Kütahyalı’ nın bir taziye ortamına yakışmayan; Liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu ile alakalı bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuş bir üslupla yapmış olduğu talihsiz açıklamaları ve program boyunca Alperen Ocakları ile alakalı kurumsal yapımızı hiç tanımadan yapmış olduğu yorumları, camiamız tarafından tepki ile karşılanmıştır.

    Program boyunca yapımcıları da defaatle telefonla uyararak sürekli kurumumuzun adının yanlış bir zeminde ve bilinçsiz bir ağızdan telaffuz edildiğini ifade ederek bu konulara telefonla bağlanarak bir açıklama getirmemiz gerektiğini bildirdik.

    Bu vesile ile de Alperen Ocaklarının medyadaki hissiyatı ile hareket eden, her an problem çıkarmaya meyilli,sadece eylem refleksi olan bir yapılanma olarak gösterilmesini kınıyoruz.

    Alperen Ocakları rutin olarak seminerler, paneller, konferanslar düzenlemek suretiyle eğitim çalışmaları yapan, milli ve manevi günlerde programlar tertip eden, milletimizi millet yapan değerlere bu vesile ile de sahip çıkmayı kendine şiar edinmiş Anadolu insanının prototipini sivil insiyatif olarak temsil eden bir organizasyondur.

    Tepkiselliği ise rutin dönemlerde yapmış olduğu bilinçlendirme çalışmalarının kendi değerlerine bir saldırı olduğu takdirde itiraz edebilme kabiliyetinin bir tezahürüdür. Ocaklarımızın önceliklerinden biri, gençlik üzerinde eğitim faaliyetleri olduğu gibi Ocaklarımız diğer yaş gruplarının da kendisini ifade edebileceği şekilde kurumsallaşmıştır.

    Ocak yöneticileri arasında, üniversitelerde öğretim görevliliği yapan akademisyenler bulunduğu gibi sosyal hayatta belirli bir pozisyona gelmiş her meslek grubundan arkadaşlarımız da bulunmaktadır. Hem yaş olarak müsait olamayan hem de Alperen hareketinin misyonu ve tarihi ile alakalı yeterince bilgi sahip olmayan kişilerin bu bağlamda yapmış olduğu açıklamalarda kurumumuzla alakalı bilgi kirliliğine neden olmaktadır.

    Ayrıca program boyunca da vefatın Ergenekon ve karşıtları ekseninde değerlendirilmesi camiamızı rahatsız etmektedir.Liderimiz Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun isminin, cenazesinin ve geride bıraktığı kurumsal emanetlerin bu eksene çekilmesinin doğru olmadığını düşünüyor uz. Bu eksene de çekilmesine müsaade etmeyeceğiz. Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ergenekon oluşumuna net bir şekilde karşı duruşunu ifade eden yazarımız ise yapılarının Ergenekon ile ilişkilendirilmesinin kolaylığından bahsediyor. Bu yorumların toplum nezlinde mantıksal sorgulamaya tutulup öyle değerlendirilmesi gerektiğini Kendisine Lider olarak seçtikleri kişinin bakış açısına taban tabana zıt bir tutumun yapılarında nasıl hakim duruş olabileceğini bir kez daha sorguluyoruz.

    Bizler onun öğretileri ile fikir dünyasını şekillendirmiş insanlarız.Bu bağlamda bize Ergenekon ile alakalı tavsiyelerde bulunabilme cüretini kendisinde görenlere bizim onlardan daha çok anti demokratik yapılanmalara karşıt olduğumuzu ifade eder ve bu hususta da bilgilendirilmeleri için ocaklarımıza davet ederiz.

    Ayrıca mesleki etiğe sahip olmadığını düşündüğümüz bu kişiler Kahramanmaraş’tan programa katılan Kemal Yavuz Beyin istirahatgahına çekilmesine eşlik etmek için tek başına stüdyoya gelen İstanbul il Başkanımız Mustafa Kayatuzu beyinde Rasim Ozan Kütahyalının kendisine lakayt bir şekilde hitapta bulunması sonucu zaten programda hayatlarındaki en anlamlı kişi ile alakalı bir taziye ortamında üzüntü verici açıklamalarında yapılmasının verdiği moral bozukluğu ile bir münakaşa yaşamalarını haber sitelerinde Alperenlerden Stüdyo Baskını olarak ifade etmelerini ve İstanbul İl başkanımız Mustafa Kayatuzu Beyin görevden alındığı yönünde haber sitelerine malzeme taşımalarını üzüntü ile karşılıyoruz.

    Mustafa Kayatuzu Bey iki yıla yakın bir süredir görevini başarı ile sürdüren İstanbul’daki yapılanmamızın fikri eksenden en ufak dışarıya çıkmasına bile müsaade etmeyen itidalli tutumu gerek camiamız gerekse de İstanbul’daki ilgili emniyet kurumlarınca tasdik edilmiş başarılı bir yöneticimizdir. Son dönemde yaşamış olduğu tüm acılara rağmen görevini en layıkıyla yerine getiren ve bundan sonrada görevinin başında yılmadan, yıkılmadan devam edecek olan idarecimizle alakalı basında yer alan görevden alındı ifadesi de kesinle gerçek dışıdır.

  20. Yazan:kurt mu kopek mi Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    alperen ve ükücülere yüklenmeyin,

    esas soru:
    kendini kurt zanneden köpeklerin tasması kimin elinde?

    yoksa köpek besleyenler bilir, itler her yere kaka yapabilir. suç köpekte diil sahibindedir.

  21. Yazan:TSD Tarih: Nis 11, 2009 | Reply

    Mustafa Kayatuzu Bey iki yıla yakın bir süredir görevini başarı ile sürdüren İstanbul’daki yapılanmamızın fikri eksenden en ufak dışarıya çıkmasına bile müsaade etmeyen itidalli tutumu gerek camiamız gerekse de İstanbul’daki ilgili emniyet kurumlarınca tasdik edilmiş başarılı bir yöneticimizdir. Son dönemde yaşamış olduğu tüm acılara rağmen görevini en layıkıyla yerine getiren ve bundan sonrada görevinin başında yılmadan, yıkılmadan devam edecek olan idarecimizle alakalı basında yer alan görevden alındı ifadesi de kesinle gerçek dışıdır.

    Görevden alınsaydı şaşardım.

    ‘İtidalli tutum’muş. Peh! İtidalli olanı buysa Allah cümlemizi itidalsizinden kourusun! İyi ki net ortamındayız da bizim bari dayak yeme ihtimalimiz yok.

    Fikre karşı fikirle cevap veremeyen kaba kuvvete başvuran zorba zihniyet işte. Bu kadarsınız, bu kadarcık. Bir utanmadan ‘savunma’ yayımlamışlar, özürleri kabahatlarinden büyük.

  22. Yazan:ali şükrü parlak Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    rasim dostumun kendisine de yazdım. gerçekten çok kötü bir olay. hala, döverek insanları susturulacağına inananlar var ülkemizde. hem de gönül adamı diye bahsedilen yazıcıoğlu’nun takipçisi diye ortaya çıkanların bu çirkin işi yapmaları ne kadar da doğru olduklarını gösteriyor. ama bu rasim’i susturmayacaktır eminim. ben onun dayanıklı ve kararlı olduğuna inanıyorum. geçmiş olsun dostum. düşündüklerini yazmaya ve anlatmaya devam et. yanındayız.

  23. Yazan:ali şükrü parlak Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    ooo alperen ocakları yazılı açıklama yapabiliyor mu? yazabiliyorlarmışş demek ki. sanırım çok zorlanmışlar yazabilmek için.

  24. Yazan:ali şükrü parlak Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    yani şu yukarıda yazı yazan arkadaşlar illede kendilerini bir hayvanla mı açıklayacaklar. size yakışıyor, bravo. ama rasim insan olmaya devam edecek.

  25. Yazan:Orbay Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    İdeolojik saplantılardan mütevellit kötü niyet besleyen ve anakronik kafalı ve “kendi şiddetlerini ve paramiliter yapılanmlarını” görmezden gelen solculara çok gülüyorum.

    Neşet ettiği zamandan beri “Enternasyonalist olmayan her şey faşist ve şovenisttir!” takıntısından kurtulamayan bu kafadakiler, milliyetçilik tanımı karşılığına illa ki Şovenizm ve faşizm kavramlarını oturtur.

    Bir milliyetçi olarak Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi bir devrin aktörleri hakkında “geçmişleri temiz değil” ithamını dahi söylemekten imtina ederim. Ama Rasim Kütahyalı gibi 80 doğumlu olup 80 öncesini aynı tornadan çıkma elemanların kitaplarından okuyan, her devri ve olaylarını ve dahi aktörlerini o dönem şartları içinde değerlendirimeyen, komplo teorilerini gerçek sanan Ozan Kütahyalı gibi yeni türedi provakatörleri piyasada neşvü neva ettiren zihniyete yazıklar olsun.

  26. Yazan:ali şükrü parlak Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    bu saldırganların ergenekon terör örgütüyle bağlantılı olup olmadıkları sanırım iş yapma yöntemlerinin benzerliğiyle çözülebilir. hoşlanmadıklarını susturma istekleri ve bu isteklerini gösterme biçimleri birebir örtüşüyor da.

  27. Yazan:ali şükrü parlak Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    saldırıya uğrayan bir gazeteci hakkında hayıflanma biçiminde yazan orbay isimli kişi acaba saldıranlardan ne yönden farklı olduğunu sanıyor? altı patlarla ülkede deverim yapacağını sanan bir kaç kişiye tapınmaksa eğer o süslü laflar edebilme yetisi, onun putlarıyla savaşan öteki grupla öpüşüp barışsın bence.

  28. Yazan:FM Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    Kütahyalı’ya çok geçmiş olsun. Yapanlara ve destekçilerine de yuh olsun diyorum.

  29. Yazan:cihan filikci Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    cok cok gecmis olsun saygi deger kardesimiz rasim ozan kutahyaliya cok uzuldum. ve bunu yapan vatandasin kendi kisigi bozuk ve cahil bir harekete bulunmus ve dengesizce tavir sergilemis galiba halen dag basinda oldugunu zanediyor? ve inaniyorumki degerli kardesimiz kutahyali bununda ustesinden gelir. ve herzaman destegimiz sonuna dek onunla. ben dun rasim beye bir email atim kanal 7 deki programidan sonra ve bugun olanlari duydum cok uzuldum insallah birdaha boyle bir hareketlen daha karsilamasiniz. saygilarimla.

  30. Yazan:maksud Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    oh olsun diyorum.. sen misin lafa atan..

    eline beline diline hakim ol.. adam ol. ki yola gel..

    sen ana karnında cenin din belki. ama o adamm dava uğruna işkence çekip rabbine hamdediyordu..

    siz yeni yetmelerin abilerinizi böyle karalamaları beni çileden çıkarıyor..

    yeni yetme.. sen ne yaşadın ne gördün de konuşuyorsun.

    adamın tırnakları bile hep sökülmüş.. seni bir kılını çekseler anneciiim deyip tırsarsın..

    onlar adam gibi adam tamam mı. peki sen nesin…

    zaten bu kıyamet alameti olarak sayılır.
    sonradan gelenlerin önceden gelenleri kötülemeleri..

    neyse vel hasılı kelam.. adam olmak haddini bilmek lazım. yoksa bildirirler sana..

    eliine kalem alan yazarım diye çıkmış meydana..

    olum ne okudun ne bildin de ne yaşadın da ne yazıyorsun bunu anlamadım ben..

    sen tarihi kitaplardan okursun ama o bizzat tarihi yazmış 28 şubatta cesaret ve yiğitliğini göstermiş..

    sen otur cin ali kitaplarını oku.. onlarla oyalan.. ne haddine böyle büyük dava adamlarını karalamak…

    yuh kere yuh sana..
    sözümün sonunda tek birşey diyorum sana.

    YUUUUUUUUUUUUUUH

  31. Yazan:maksud Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    ama aman çok çok geçmiş falan olacakmış. nahh sana..

    geçmiş olsun deyil geçirmişler olsun sana…

    tekdir ile uslanmayanın ehli kötektir biradeer.

  32. Yazan:ali şükrü parlak Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    önceden yaşayanlara tapınma devam ediyor. işte aynı dinden iki kişi biri sağcı biri solcu. orbay ve maksud siz iki ölü tapıcıları taptıklarınız da sizin gibi etten kemikten insanlar.

  33. Yazan:ramazan kaya Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    RASİM OZANA YAPILAN SALDIRIYI ÜZELEREK VE SEVDİĞİN BİR İNSANA SAHİP ÇIKMA DUYGUSUNA BÜRÜNEREK KARŞILADIM…BBP PARTİSİ NİN MERHUM LİDERİ MUHSİN YAZICIOĞLU HAKLI ÇIKTI: “BİZİM TARLAMIZI DAHA ÖNCE SÜRMÜŞLER” ŞİMDİ BEKLENTİMİZ BİR SİYASİ DÜŞÜNCENİN TAKİPÇİLERİNDEN YANİ ALPERENLERDEN LÜTFEN ERGENEKON VE BENZERİ ŞİDDET VE PROVOKASYON ODAKLARININ ARKA BAHÇESİ OLARAK KULLANILABİLME OLASILIĞINDAN KENDİNİZİ KURTARIN…VE ŞUNUDA EKLEME GEREĞİ DUYUYORUM ALPERENLERİ DIŞ GÖRÜNÜŞÜNE VE DÜŞÜNCELERİNE GÖRE AŞAĞILAYAN BAZI YORUMLAR OKUDUM .LİBERAL DEMOKRAT BİR DÜŞÜNCEYE YATKIN BİRİ OLARAK HOŞUMA GİTMEDİ…BİZİM KINADIĞIMIZ BURADA ŞİDDET VE KİŞİLERİN PROVOKASYONA AÇIK OLMALARI .YOKSA SIRF DÜŞÜNCELERİ VE ALT GELİR DÜZEYİNDEN GELİYORLAR DİYE AŞAĞILAMAK NASIL BİR TAVIR VE HANGİ DÜŞÜNCE YAPISINA SAHİP İNSANLARDA GÖRÜLÜYOR .BULMAK ZOR DEĞİL CEVABI…SEVGİLİ RASİM GEÇMİŞ OLSUN.HER ZAMAN GERÇEKLERİ ZERRE KORKMADAN CESURCA SÖYLEYEBİLEN İNSANLARA SAYGI DUYMUŞUMDUR.

  34. Yazan:Mustafa Akbas Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    Olay ilk önce haber sitelerinde verildi. ZAMAN sitesinde 4 sonra saat sonra verildi. ZAMANIN böyle uzun beklemesi çok düşündürücü. Alperenlerin Milliyetçiligine hiç inanmadin cünkü bunlarin Milliyetçiliği Adam dövmekten ibarettir.Türk insanina el kaldiran hiç bir zaman milliyetçi olamaz. Ölenin arkasindan laf edilmezmiş ama Yazicioğlunun hayati hep karanlik geçti ve ölümü bile çok karanlik oldu. Adam durup durarken kaydı gitti veya kaydırıldı. Umarım Kütahyalı işin peşini bırakmaz.

  35. Yazan:Tarik Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    Geçmiş olsun. Bu ocak mensuplarının ve bağlı bulundukları cenahın geçmiş eylemleri düşünüldüğünde “verilmiş sadakası varmış” demek daha doğru olur sanırım. Mcdonalds bombalaması faili şahsa cezaevinde para temin eden il başkanlarının deşifre olması sonucu “Muhsin başkan”ın açıklamasından bir bölüm: “McDonald’s’a maytap atmasının ardından Hayal’in ailesi Halis Egemen’e gelerek destek istiyor…”

    Bu işe karışan BBP yöneticilerinin görevden alınacağı söylentilerine yanıtı: “Arkadaşlarımı infaz etmem !”

    Alperenler de Kayatuzu’na sahip çıkacaklardır. Bu anlamda parti geleneklerine aykırı birşey yapmış olmuyorlar.

    stüdyoya gelen İstanbul il Başkanımız Mustafa Kayatuzu beyinde Rasim Ozan Kütahyalının kendisine lakayt bir şekilde hitapta bulunması sonucu zaten programda hayatlarındaki en anlamlı kişi ile alakalı bir taziye ortamında üzüntü verici açıklamalarında yapılmasının verdiği moral bozukluğu ile..

    Söylemsel olarak şiddeti lanetleyip, şiddetin alasını gerçekleştirmek, sıkışınca da suçu muhatablarının üzerine atmak bu tür faşist çetelelerde sık rastlanan bir siyasi taktiktir. Yani bunu okuyup da diyeceğiz ki: “Rasim Ozan Kütahyalı da haketmiş ama.. Sen hem başkan hakkında ileri geri konuş hem de “reis”e lakayt hareketler yap..”

    Zamanında, devrimciler için; “Deniz Gezmiş de namaz kılan gençleri sırf zevk için döverdi”, “zaten bunlar da ahlak anlayışı yoktur, kızlı erkekli toplanıp toplu seks yapıyorlar” ya da Alevileri hedef alan “Mum söndü yaparlar, namus-ahlak anlayışları yoktur” benzeri, kendi sapkın fantazmalarını yansıttıkları söylentiler yayarak faşist katliam politikalarını halk nezdinde meşrulaştırmaya uğraşırlardı. Kafa aynı kafa.. Velhasıl, faşistin müslümanı ateisti olmaz.

  36. Yazan:bora Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    yanlış anlamışsın durhat. öyle bir niyetim yoktu. olaya sevinmedim. sadece soner yalçın’ın kurucu ve yazarlarından olduğunu bildiğim bir sitedeki bu tuhaf yorum dikkatimi çekti. üzerine bir şey yazacak durumda olmadığım için sadece yazıyı ekledim. şimdi de ahmet altan’ın yazısını ekliyorum. yazarlara saldırıyı kınıyorum ama yazarların toplumu kışkırtıp ajite etmesini de kınıyorum. programı ve genel olarak kütahyalı’yı izlemediğim için daha fazla bir şey söylemem anlamsız olacak. ancak fitne’nin katl’den daha tehlikeli olabildiğini eklemek gerekir. bu karışık ortamda sanırım yazarların sadece söylediklerinin içeriğine değil üsluplarına da daha çok dikkat etmesi gerekiyor. umarım bu olaylar zincirleme bir reaksiyona yolaçmaz.

    SALDIRI
    Ahmet Altan

    Sabahın o saatinde çalan telefonun ekranında Ergin Cinmen’in adını görünce, güne pek de hayırlı bir haberle başlamayacağımızı anladım.

    Korktuğum gibi de oldu.

    Ergin, “geceleyin Kanal 7’deki sohbet programından sonra Alperenler’in İstanbul il başkanının televizyonu basıp, programa katılan Rasim Ozan Kütahyalı’ya aniden saldırarak hastanelik ettiğini” söyledi.

    Öfkeden ve üzüntüden kasıldığımı söylemeliyim.

    İstanbul’un göbeğinde televizyon basıp adam dövmeye cüret edebiliyorlardı.

    Üstelik de esrarengiz bir kazaya kurban giden ve ölmeden önce aralarında benim de bulunduğum bir grup yazarla buluşmak istediğini söyleyen BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun partisinin yan örgütünden biri yapıyordu bunu.

    Alperenler adının Hrant Dink cinayetinin arka planında nasıl belirmiş olduğunu hatırladım.

    Bir de Şamil Tayyar’ın Neşe Düzel’le yaptığı sohbette söyledikleri aklıma geldi.

    Yazıcıoğlu, Dink suikastında Alperenler’in adının dolaşmasından üzüldüğünü belirterek Tayyar’a, “bizim tarlayı daha önceden sürmüşler” demişti.

    Anlaşılan, saldırgan “daha önceden sürülmüş tarlanın” mahsulüydü.

    Hiç beklemediği bir yerde, hiç beklemediği bir anda saldırıya uğrayan Rasim’in sağlık durumunu araştırdım hemen.

    Yüzünde bir iki bere vardı ama iyiydi.

    Sonra saldırganın televizyon binasına nasıl elini kolunu sallayarak girip, daha sonra aynı rahatlıkla çıkıp gittiğini merak ettim.

    Rasim’in katıldığı programın bir başka konuğu olan bir BBP’linin “şoförü” olduğunu söyleyerek içeri girmiş, saldırmış ve hiç kimse tarafından durdurulmadan binadan ayrılmıştı.

    “Geçmiş olsun” demek için beni arayan Kanal 7’nin genel müdürü, saldırganı durdurmayan güvenlikçilerin işlerine son verildiğini söyledi.

    BBP yöneticileri ise anlaşılmaz laflar etmişlerdi.

    “Ortam duygusal, bizi de anlayın” demişlerdi.

    Tam neyi anlayacağımızı kestiremedim doğrusu.

    Ortam nasıl duygusaldı?

    Ortam “duygusal” olunca BBP’li gençler etrafa saldırıp insanları dövüp öldürecekler miydi?

    “Duygusallık” onlara saldırganlık özgürlüğü mü veriyordu?

    Ortamı “duygusal” kılan liderlerinin ölümü ise, Yazıcıoğlu’nun “demokrat aydınlarla” görüşmek istemesinin onlarda daha “barışçı” duygular uyandırması gerekmiyordu?

    Yoksa, çoktandır kulağımıza geldiği gibi “ortalığı karıştırmak” için Alperenler kullanılacaktı da, bunu engellemeye çalışan Yazıcıoğlu’nun ölmesi, kışkırtıcılara yolu mu açmıştı?

    Bir siyasi parti olan BBP, bir saldırıyı nasıl bu kadar hafife alıyordu?

    Yazarlara yapılan saldırıları çok “hoşgörülü” karşılayan BBP’li yöneticilerin şemsiyesi altında Alperenler daha neler yapacaktı, hangi “duygusal” saldırı planları daha vardı?

    Kaç yazarı daha hedef seçeceklerdi “duygularını” belirtmek için?

    Tabii en önemlisi, İstanbul’un göbeğinde televizyon basıp, yazarlara saldırmanın karşısında devlet ne yapacaktı?

    Onlar da mı “hoşgörüyle” karşılayacaktı bunu?

    Irak’ta olan İçişleri Bakanı’na haber gönderdim.

    İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’la da konuştum.

    Cerrah, “böyle saldırılara izin vermeyeceklerini, saldırganı hemen yakalayıp adliyeye sevk edeceklerini” söyledi.

    Ama ben bu yazıyı yazarken henüz saldırganın yakalandığına dair bir haber ulaşmamıştı bize.

    Kütahyalı’ya saldıran adam birçok suçu birden işledi.

    Eğer devlet bu suçlara gereken tepkiyi göstermezse bunun arkası gelir.

    Yazarları döverler de, öldürürler de…

    Hrant Dink’i unutmayın, katillerin gençler arasından seçildiğini, Alperenler teşkilatına gidip geldiklerini de unutmayın.

    Bu işler böyle başlar.

    Önce televizyon basarlar.

    Döverler.

    Ses çıkmazsa öldürürler.

    Peki, biz ne yapacağız?

    Devlet işleri ağırdan alırsa bu ülkenin gazetecileri, yazarları canlarını nasıl koruyacak?

    Yakın dövüş kurslarına mı gidelim?

    Gazetecilere silah mı dağıtalım?

    Gündüzleri gazete çıkartıp, akşamları çatışmalara mı girelim?

    Ne yapalım?

    Devlet bize ne öneriyor?

    Bakın, bu işler böyle başlar.

    Başbakan’ı, İçişleri Bakanı’nı, Emniyet Teşkilatı’nı uyarıyorum, bu saldırgan gereken cezayı almazsa, bundan sonra bu ülkede gazetecilerin, yazarların başına geleceklerden, yaşanacak facialardan siz sorumlu olursunuz.

    Bu saldırı karşısında gereken tepkiyi göstermeyip, “ortam duygusal” diye geçiştirmeye kalkışan BBP de bu işlerin sorumlularından biri haline gelir.

    Siyasi Partiler Yasası’na göre de “suç işlemiş” olur.

    Devletin yöneticileri ve İstanbul Emniyet Teşkilatı, bir adamın televizyon kanalı basıp yazarlara saldırma cüretini nereden aldığını bir iyi tartsın.

    Buna cüret edebiliyorsa, bunun bedelini ödemeyeceğini düşünüyor demektir, devletin onu caydıracak bir gücü ve görüntüsü yok demektir.

    Yok mu gerçekten?

    Olup olmadığını hep birlikte göreceğiz.

    Umarım göreceğimiz tablo, kan lekeleriyle kirlenmemiş bir tablo olur.

  37. Yazan:hasan Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    inanırmısınız..saldırıdan bir gün önce mail atmıştım…tabi okudumu bilmem..agzına geleni pat pat söylüyorsunuz.. başınıza iş alacaksınız diye… gençlik hırsı işte…artık geçmiş olsun demek düşüyor bize….

  38. Yazan:Sinan Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    Geçmiş olsun diyelim öncelikle. Devamında da eleştirimizi yapalım. Kütahyalı Muhsin Yazıcıoğlu Başkanımız için pek de temiz olduğu söylenemez demiş ! Sayın Kütahyalı insanları proveke etmeyin.
    Bu başlık Ülkücülere hakaret etme başlığına dönmüş. Bir kişinin hatasını bütüne mal etmeyin. Ve konuştuğunuz sözü bilin, bin düşünün bir söyleyin.

  39. Yazan:Leyla Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    Rasim Ozan Kutahyali yumruklanmadi, dusunce ozgurlugu yok edilmek istendi. Verilecek ceza sucla orantili olmalidir. Bu milliyetci hoduklerle ayni ulkenin vatandasi olmaktan utaniyorum. Hodugu gorevden almayan BBP yonetimini kiniyorum.

  40. Yazan:hayrullah yelseli Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    Bu haberi duyunca çok ama çok üzüldüm.hiç kimse söylediği sözler yüzünden-ne söylendiği mühim değil-öldürülmemeli,dışlanmamalı,dayak yememeli,hapislere atılmamalı.tarihimize şöyle bir baktığımızda hep döv,terk ettir,kov,öldür felsefesi ile hareket edilmiş.bununla övünülmüş.umuyorum yapılan bu çirkin saldırı cezasız kalmaz.hrandın başına gelen ozanın başına gelmez.bu çirkin saldırıyı kınıyorum.saldıranların kafalarının çalışmaması onları şiddete yönlendirmiş.fikirler şiddet ile susturulamaz.

  41. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    Demokrasiyle bağdaşmayan barbar bir saldırı olarak değerlendiriyorum.Ayrıca bu saldırgan tutum,özgür düşünceye duyulan tahammülsüzlüğün dışa vurumudur.Kaba kuvvet ve şiddet dışında fikir öretmekten uzak faşizan anlayışlar ancak kırıp dökmeyi,adam dövmeyi ve cinayet işlemeyi bilirler.Bana şahsen çok da şaşırtıcı gelmedi.Zira memleketin başına bela kesilmiş lüpmen takımlarının bildiği yegane yöntem budur.Ancak bilinmelidir ki,bu kafa yapısına sahip zavallılar birileri tarafından organize edilmekte ve örgütlenmektedir.
    Bu çirkin olayı esefle kınıyor,Rasim beye geçmiş olsun diyorum.

  42. Yazan:M.Salih Ekinci Tarih: Nis 12, 2009 | Reply

    İnsanları hiçbir fark gözetmeksizin sevebilen, şiddete karşı kardeşliği ve barışı savunan, toplumsal birlik ve beraberlik için doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, ezilenin dostu, evrensel hukukun savunucusu güzel yürekli Rasim Ozan; seni seviyoruz; umarım size karşı şiddete başvuran veya başvurmak isteyenler de sizi ve siz gibi değerli gençlerimizi sevmeyi denerler.

  43. Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    İdeolojik saplantılardan mütevellit kötü niyet besleyen ve anakronik kafalı ve “kendi şiddetlerini ve paramiliter yapılanmlarını” görmezden gelen solculara çok gülüyorum.

    Neşet ettiği zamandan beri “Enternasyonalist olmayan her şey faşist ve şovenisttir!” takıntısından kurtulamayan bu kafadakiler, milliyetçilik tanımı karşılığına illa ki Şovenizm ve faşizm kavramlarını oturtur.

    Bir milliyetçi olarak Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi bir devrin aktörleri hakkında “geçmişleri temiz değil” ithamını dahi söylemekten imtina ederim. Ama Rasim Kütahyalı gibi 80 doğumlu olup 80 öncesini aynı tornadan çıkma elemanların kitaplarından okuyan, her devri ve olaylarını ve dahi aktörlerini o dönem şartları içinde değerlendirimeyen, komplo teorilerini gerçek sanan Ozan Kütahyalı gibi yeni türedi provakatörleri piyasada neşvü neva ettiren zihniyete yazıklar olsun.

    Hakikaten değil mi. Neyse ki muhterem Alperen reisi atak davranıp provakasyona gereken cevabı vermiş. Hem de öyle bir cevap ki, malum çevrelere faşist diyenleri adeta utandırıyor.

    Ülkücü komandolara faşist yakıştırmasının yapıldığı raporu Adalet Partisi hükümeti Emniyet Genel Müdürlüğü’ne hazırlatmıştı, 1970’te. Emniyet Genel Müdürlüğü Önemli İşler Dairesi 1970’te enternasyonalist ve solcu imiş meğer. Öğrenmenin sonu yok.

    Komplo teorilik bir durum yok. Muhsin Başkan 80 öncesi ÜGD başkanı idi. Şimdi ülkücü gençliğin 80 öncesinde sistematik bir şekilde şiddet olaylarına karışmadığını söyleyin de biraz da biz gülelim. E arkasında bunca ceset bırakmış bir oluşumun en tepesinde bulunmuş kişinin mazisinden şüphe etmek niye bu kadar yadırganıyor ben de bunu çözemedim?

    Ayrıca Deniz Gezmiş ile Mahir Çayan gibi “devrin aktörlerinin” mazilerini güya kutsallaştıran sahte şövalyeliğinize sol metelik vermez. Varsa onların mazilerine ait somut bir şüpheniz, söyleyin. Aydın sorumluluğu hissedenlerin bunu yapması lazımdır, misal Rasim Ozan Kütahyalı gibi. Sahi, ROK vaktinde Deniz Gezmiş Ermeni ırkçısı yabancı düşmanı falan demişti, hiç sol örgütlerden gelip döven falan oldu mu?

  44. Yazan:TSD Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    @Onur,

    ROK vaktinde Deniz Gezmiş Ermeni ırkçısı yabancı düşmanı falan demişti, hiç sol örgütlerden gelip döven falan oldu mu?

    Bildiğim kadarı ile bir süre önce Dev-Sol tarafından ölümle tehdit edildiği savcılıkca tespit edildiği için polis koruma verdi yanına.

    Ne oldu şimdi sizin argümana?: Paspas.

    Şu sol örgütlerin tehdit, cinayet yapmayacağı şeklindeki palavraları ima etmeyelim Allah aşkına. Sol’un terör geçmişi hiç hafife alınacak bir geçmiş değil.

    Zorba zorbadır, bunun sağı solu, dincisi olmaz. Hepsine karşı durulmalı. Buradan bile bir ayrım kotarmaya çalışıyorsunuz, çok ayıp.

  45. Yazan:emre Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    yeter artık bu serserilerden bıktık kendini milliyetçi sanan ama milliyetçilikten uzak insanlar bi gün adam döverler bi gün okul basarlar rasim beye geçmiş olsun diyorum

  46. Yazan:ender güçlü Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    Al birini vur ötekine

  47. Yazan:Kamer Yalçın Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    Sayın Kütahyalı’ya çok çok geçmiş olsun diyorum. Bu türlü sindirme çabaları (eğer biraz Kütahyalı’yı yazılarında tanıyabilmiş isem) kendisini caydırmayacak, susturmayacaktır. Bildiği gibi devam edecektir. Allah yardımcısı olsun.

    Bu yolda kendisi ilk değil. Böyle giderse son da olmayacak. Ahmet Altan’ın bu günkü yazısındaki kaygılarına katılıyorum. Ve bu olayın neticesini hep beraber göreceğiz.

    Mustafa Akyol’un bu günkü yazısının son cümleleri ise geneli algılama açısında önemli bence. “…Sonuç, fanus içinde yaşayan bir Türkiye’dir. Bu fanusu biraz çatlatıp içeriye yeni bakış açıları sokmaya çalışanlar da ajan, işbirlikçi, ve ‘Sorosçu’ olarak damgalanır. Bu cadı avını gönüllü üstlenen uyanık ‘bekçiler’ sayesinde de fanus hep kapalı ve ‘zinde’ kalır….”

  48. Yazan:MFK Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    rasim kardeşim dostum düşüjncedaşım sana atılan yumruklar şerefsizlerin içinde kalan son damla şerefti. insanlar kendi şizofreni dünyalaında bir sınır belirliyor ve diğerlerini hain, bölücü, dinsiz, yobaz, … uşağı gibi yalan ve karalamalarla yaptıkları veya yapacaklarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar…
    özellikle ulusal/milliyetçi ve kemalist/marksist düşünce sahipleri bu konuda uzmandırlar.
    ama arkadaşın dediği gibi zorbanın sağcısı solcusu yok zalim hep zalimdir

  49. Yazan:MFKK Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    bir gün işçileri almaya geldiler sesimi çıkarmadım çükü işçi değildim.
    birgün devrimcileri almaya geldiler sesimi çıkarmadım çünkü devrimci değildim.
    birgün müslümanları almaya geldiler sesimi çıkarmadım çünkü müslüman değildim.
    bir gün Kürtleri almaya geldiler sesimi çıkarmadım çünkü Kürt değildim.

    birgün beni almaya geldiler kimsem kalmamıştı…

  50. Yazan:Hasan Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    İlk yorumu yazan Osman bey’e katılıyorum. Kaldı ki özür bile dilemedikleri ortaya çıktı. Kör helikopter kazası geçirdi, badem gözlü oldu. Acıya merak, acının iyi bir reyting değeri olması yaşarken kanatlanıp uçsa haber olmayacak bir lideri anahaber gündemi yaptı.

    Sonra ne olduklarını iyice belli ettiler.

    Bunların en tehlikeli boyutunu üniversitedeki insanlar görüyor. Buyrun bir haber:

    http://www.kronikmuhalif.com/default.asp?m_id=3&c_id=4379&title=Televizyonda%20'Kardeşlik'%20Şovu,%20Okulda%20Satırlı%20Saldırı%20Yapıldı

    Bu işte, kaliteleri bu. Kendini geliştirememiş adam için tek ifade biçimi şiddettir. Bunların 12 eylül öncesi çamaşırları da ortada.

    Rasim ağabey’e geçmiş olsun diliyorum. Onu daha çok duymak istiyoruz.

  51. Yazan:Levent Cetin Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    “Alperenleri provokasyonlardan uzak tutmak için son dönemde yoğun çaba sarfeden Muhsin Yazıcıoğlu’nun ardından ilk büyük provokasyon gerçekleşti.”

    Sanki Alperenler adam gibi adamlar da provokasyondan uzak tutulmalari gerekiyor. Adamlarin icinde var kardesim.

  52. Yazan:kenan Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    öncelikle bu çirkin saldırıyı yapan medeniyetten yoksun zihniyeti ve o zihniyetin savunucularını kınıyorum.rasim bey türkiyede söylenilmekten çekinildiği konuları dile getirdiği için baskı altında olma boyutunu tahmin edebiliyorum.türkiye geçmişinde bu zihniyetlerinde bir çok gazeteciye bu yüzden suikast düzenleyip yok ettiler.fakat hala anlamadılar gerçekler suikastlerle susturulamazsözüm bir elinde tespih bir elinde tabancayla milliyetçilik taslayan dünya görmemiş ergenekon uşaklarına.bir gün özgürlük şarkıları söylenecek bu ülkede,emin olunki sizlerin bu faşist zihniyetide sonsuza kadar tarihe gömülecektir.öncülerimizde rasim ozan kütahyalı ve onunla aynı düşünceyi paylaşan cesur aydınlarımız olacaktır…

  53. Yazan:Leyla Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    Yeni Safak’tan bir haber

    Kütahyalı’dan biz özür bekliyorduk

    Ekrandaki yumruklu kavganın baş aktörü Mustafa Kayatuzu Yeni Şafak’a konuştu: “Görevden alınmadım. Yazıcıoğlu’nun namusu namusumuzdur. Özürü biz bekliyoruz.’

    ERGÜN ÇOLAKOĞLU
    BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüne neden olan helikopter kazasının konuşulduğu İskele Sancak programında meydana gelen ‘Yumruk’ olayının kahramanı İstanbul Alperenler Ocağı Başkanı Mustafa Kayatuzu Yeni Şafak’a konuştu.
    Basının Rasim Ozan Kütahyalı’ya atttığı yumruk olayını abarttığını belirten Mustafa Kayatuzu, Şunları söyledi: “Olaydan sonra basına yansıyan ‘Aranıyor, görevden alındı’ gibi iddialar gerçek dışıdır. Oysa biz özür bekliyorduk. Bu arkadaş, eline notlar tutuşturulmuş yeni yetme bir yazar. Olaylardan beslenmiyoruz ama Yazıcıoğlu’nun namusu da namusumuzdur.”

    Bir açıklama yapan Alperen Ocakları Genel Merkezi de Mustafa Kayatuzu’na sahip çıktı. Olayın Kütahyalı’nın ‘lakayt’ tavrından kaynaklandığı ileri sürülen açıklamada, Kayatuzu’nun görevi başında olduğu belirtildi.

    Hoduk bir de cikmis konusuyor. Yumruk olayi abartilmis!? Kutahyali’dan saygisizca “eline notlar tutusturulmus yeni yetme” diye bahsediyor. Nerde pismanlik? Nerde uzuntu? Adam hoduk, beyin lazim yaptiginin yanlisligini anlamasi icin. Ama ne gezer…

    Turkiyede hukuk varsa bu kabadayilar en agir sekilde cezalandirilir. Degil bir yazara el kardirmak, fikrini aciklayan herhangi bir vatandasa yapilan bir saldiri bile dusunce ozgurlugu onunde buyuk bir engeldir. BBPden bu serserinin partiden ihracini ve yazardan ozur dilemelerini bir kere daha rica ediyorum, ricadan anlarlarsa…

  54. Yazan:özgür kaya Tarih: Nis 13, 2009 | Reply

    Kütahyalıyı destekliyorum. yazılarını okuyorum. fikilerinin hemen hepsine katılıyorum. alprenler hakkında kötü bir sözü yoktur. onları uyarmıştır. programı baştan sona izledim. Sağlık ve şifalar diliyorum.

  55. Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: Nis 14, 2009 | Reply

    Ozan’ı tanırım ve bildiğim kadarı ile bir süre önce Dev-Sol tarafından ölümle tehdit edildiği savcılıkca tespit edildiği için polis koruma verdi yanına.

    Ne oldu şimdi sizin argümana?: Paspas.

    Şu sol örgütlerin tehdit, cinayet yapmayacağı şeklindeki palavraları ima etmeyelim Allah aşkına. Sol’un terör geçmişi hiç hafife alınacak bir geçmiş değil.

    Zorba zorbadır, bunun sağı solu, dincisi olmaz. Hepsine karşı durulmalı. Buradan bile bir ayrım kotarmaya çalışıyorsunuz, çok ayıp.

    Tehditle eylem arasında ciddi bir mesafe vardır. Bugüne kadar Türk basınında şu ya da bu gazetede yazan pek çok yazar, bazı yazılarından ötürü kendilerine çok sayıda ölüm tehditi geldiğini beyan etmiştir, ama fiziki bir saldırıya henüz uğramamışlardır.

    Yine de bu geçerli bir savunma değil elbette. Bambaşka bir şey ifade etmeye çalışırken soruyu bu şekilde sorunca düpedüz haksız konuma düştüm. Dediğinizde çok haklısınız, solda da cinayet işleyip zorbalık yapanlar oldu ve hala var. Bunların savunulacak bir tarafı da yok. Benim söylemeye çalıştığım şey, solun geneli ile sağcıların faşizme kaymış kanatları arasında fikre saygı ve hoşgörü arasında ciddi bir fark olduğu idi (solun mutlak demokrat olduğu değil). Hala da böyle düşünüyorum.

  56. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 14, 2009 | Reply

    Suat bey merhabalar,

    Bence Onur beyin yorumunu biraz yanlış değerlendirmiş ve kendisine haksızlık etmişsiniz.Size solun da şiddetten azade olmadığı konusunda katılıyorum.Sol adına bu memlekette cinayetler işlendiği,solun da şiddeti bir eylem biçimi olarak benimsediği elbette bilinmeyen bir gerçek değil.Dolayısıyla şiddete yatkınlık konusu tartışıldığında bunu sağcı-solcu biçiminde ayırmak bence de doğru ve sağlıklı bir analiz olmaz.

    Ancak,anladığım kadarıyla Onur beyin vurgulamak istediği nokta,solu bu manada temize çıkarmaktan ziyade,miadını ülkemizde kısmen tamamlamış yöntemlere bazı kesimlerce daha itibar edildiği hususuna dikkat çekmekti.
    Evet,geçmişte illegal sol örgütler silahlı eylemlerde bulundular,adam kaçırdılar,banka soyup suikastler gerçekleştirdiler bu doğru.Aynı şekilde sağcılar da kolay kolay unutulmayacak katliamlar gerçekleştirdiler.

    Fakat bir şekilde bu şiddet ortamı kısmen kabuk değiştirdi.Geçmişte silahlı yöntemlerde ısrar eden grup ve fraksiyonlar günümüzde mücadele biçimlerini siyasal alana kaydırmış görünüyorlar.Kısacası bir dönemin alışılagelmiş silahlı örgüt ve yapılanmaları(istisnalar hariç)artık yok.Varolan istisnaları da sol ya da sağ diye kesin ayırmak pek mümkün değil.Zira geriye,sistemli olarak silah ve şiddette ısrar eden Ergenekon ve PKK kaldı.Malum,bu örgütleri sağ ya da sol olarak tanımlamak pek mümkün değil.Zira farklı kulvarlarda görünselerde yöntemleri aynı ve bazı durumlarda içiçe geçtikleri de belgelerle ortaya çıkıyor.

    Bundan haraketle;
    Kendilerini bu yöntemden arındıran,mücadelesini demokratik zeminde sürdüren yasal örgütlemeleri bu tartışmanın dışında tutmak gerekiyor.Yani birbirinden farklı ideolojileri geçmişteki sicillerine dayanarak yargılamamak gerekiyor.Tabii bu bütün siyasi ideolojiler için geçerli olmalı.Ne özgürlükçü solu benimseyen ve STK düzeyinde faaliyet gösteren sivil yapılanmaları,ne de aynı şekilde silah ve şidetten arınmış milliyetçi/muhafazakar yapılanmaları,sırf geldikleri ana akımın mirasçısı gibi görmemek gerekiyor.Ayrıca şiddete eğilim duymadığı ve çözümü silahta aramadığı sürece bireysel olarak kendisini herhangi bir ideolojiyle tanımlayanları da aynı şekilde normal karşılamalı.

    Konuya dönecek olursak,kanımca Onur bey,301 den yargılanan aydınların duruşmalarında mahkeme önlerinde uğradıkları saldırıları,basın açıklaması okurken elinden okuduğu metni zorla alınıp yırtılan STK temsilcilerini,satırlı bıçaklı okul saldırlarını,lise ve ünv.düzeyinde kimi okullarda halen fiili olarak devam eden “reislik” gibi çeteci örgütlenmelerin diğer öğrenciler üzerinde oluşturduğu tehdit ve baskıyı,”toplumsal linç”olarak dilimize giren tatsız ve ücücü olayları ve buna benzer pek çok olayı düşünerek bir yargıya varmış.Tabloya bakıldığında haklı olduğu düşünülen bazı noktalar yok değil.Ne var ki,madalyonun diğer yüzüne bakıldığında araç ve işyeri yakan,sokaklarda terör estiren,içindeki şiddeti topluma zarar vererek boşaltan başka bir kesimin olmadığını söylemek de mümkün değil.

    Dolayısıyla bütün bu parçaları bir araya topladığımızda ortaya çıkan tablo:şiddetin,”sağı” veya “solunun” olmadığı,her ikisinin de karşılıklı olarak birbirini beslediğini görürüz.Bizlere düşen görev,duygularımıza ve benimsediğimiz dünya görüşüne takılmadan şiddetin her türüne karşı çıkmak ve bu zemini ortadan kaldıracak koşulları yaratmak olmalıdır.

    Sonuç itibari ile;
    Onur bey belki farkında olmayarak olayın bir yanına odaklanmış olabilir.Ancak yine de yorumunda katı bir taraf anlayışına saplandığını ve sizin de belirttiğiniz gibi bundan bir şey çıkararak maksatlı yaptığını düşünmüyorum.Bence eksik bulduğunuz yanlarını tamamlayacak hatırlatmalar daha uygun olurdu Suat hocam.
    Saygı ve sevgilerimle…

  57. Yazan:Ömer Faruk Aytaç Tarih: Nis 14, 2009 | Reply

    Bu saldırıyı sadece Rasim Ozan’a yapılan bir saldırı görüp işi yavaştan alan Alperen Ocaklarına sesleniyorum: Bu saldırıyı duygusal ortam diye gerekçelere sığınıp geçiştirenler aslında en büyük ihaneti Muhsin Yazıcıoğlu ve Yazıcıoğlu’nun davasını sahiplenenlere yapmaktadırlar.Muhsin Yazıcıoğlu vefatından sonra doğrusu içimde bir korku vardı, üzülerek söylüyorum ki bu korku gerçek oldu.İçimdeki korku, acaba Muhsin Bey’in ölümünden sonra acaba Alp Erenler bozulur mu şeklindeydi üzülerek görüyorum ki ölümünden kısa bir süre geçmesine rağmen bozulmalar,müfritlikler kendini göstermeye başladı.Alperenler Ocağı hakkında bu şekilde izlenim yaratılmasına hiç kimsenin hakkı yoktur, bu tür fikre tahammülü olmayan şiddet egilimli klinik vakaya sahip insanlar derhal partiden uzaklaştırılmalı ve gerekli cezanın verilmesi için gerekli takibat yapılmalıdır.
    Bu olay Alperenler’i kötülemek isteyenlere de iyi bir malzeme tedarik etmiştir.Ayrıca bu zat, hayatı boyunca demokrasiye,insan haklarına,fikir özgürlügüne inanmış ve bu ilkeler uğruna mücadele etmiş olan Muhsin Beyle asla fikirdaş olamaz.
    Ayrıca Rasim Ozan’a saldırıp bayılmasına neden olduktan sonra birilerine telefon edip “ben hallettim gelmenize gerek yok” diye anarşist konuşmalar da neyin nesi.Acaba aksi olsaydı kanal 7’yi Alperenler! çetesi mi basacaktı.Bu konuşma gösteriyor ki bu işi yapan bir kişi ve bu işe destek olan zevat var.
    Ben Rasim Ozan ve Taraf ailesine geçmiş olsun dileklerimi iletiyor ve bu tür olayların bir daha tekraklanmamasını diliyorum.

  58. Yazan:Hawir Hazar Tarih: Nis 14, 2009 | Reply

    Insanligina,insana olan saygisina,cesaretine,bilgisine,dogruluguna hayran oldugum SEVGILI R.Ozan Kutahyali`ya yapilan cirkin saldiriyi sidetle kiniyorum.Bu cirkin saldiriyi basta kendime,durust,namuslu ,özgurlukten taviz vermeyen herkese yapilmis kabul ediyorum.Bir kez daha, kendine yabancılaşan insanin,”efendilerin”kulu olmayi tercih etmesi sonucunda varlığını tümden yitirip canavara dönustugunu göriyoruz.
    Bu cag disi irkci mahlukatlar cok iyi bilmeliki artik R.Ozanlar yalniz degildir.Belki elerimizde silahimiz yok amma yuregimizde insana saygi ve sevgi,demokrasiye inanc ve özgurlugumuze tutku sevki vardir.Bu insani silahimizla sizlere tekrar insan oldugunuzu kabul ettirecegic.Dogrunun,mazlumun,haklinin,hukukun,özgurlugun sesi olan
    Sevgili RASIM OZAN KUTAHYALI dostumuza gecmis olsun diyor,”insan” oldugunu sanan insanlik dusmanlarini da naletliyorum.

  59. Yazan:TSD Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Onur bey,
    Aziz bey,

    Teşekkür ederim tamamlayıcı yorumlar için. Her cenahtan gelen şiddete karşı olduğumuza göre ortak noktadayız demektir.

    Onur bey de yorumunu şerhetmiş zaten.

    Selamlar.

  60. Yazan:TSD Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Alper GÖRMÜŞ:

    Gazeteciye saldırı: Gazeteler “objektif” takıldı!

    Bizim gazeteciliğimizin yeri geldiğinde ne kadar sübjektif, ne kadar “hard” bir gazetecilik olduğunu bilmesem, arkadaşımız Rasim Ozan Kütahyalı’ya yönelik saldırıda takınılan “objektif” tutumu bir ölçüde kabul edebilirdim. Fakat biliyorum ki gazeteciliğimiz öyle değil. O zaman da mesela iki büyük gazetemizin (Hürriyet ve Sabah) kullandıkları “yazara alperen dayağı”nı yadırgıyorum haliyle. Hatta, taşıdığı, Alperen’leri memnun etme potansiyeli nedeniyle bu başlıkların “saldırgandan yana sübjektif” olduğunu bile söyleyebiliriz.

    Alın mesela, üniversitelerdeki bütün kavgaları “faşist saldırı” diye veren Birgün gazetesini… Onlar da “Taraf yazarı Kütahyalı’ya saldırı” başlığını tercih etmişler. Haberin flaşı da başlığı gibi son derecede sakin: “Yazıcıoğlu’nun tartışıldığı program sonrasında olay çıktı. Taraf yazarının sözleri BBP’li bir kişiyi fena kızdırdı.”

    Böyle bir gazetecilik işte… Kızdırmasaydı o da!

    Gazeteciye geçmiş olsun. Gazetelere yazıklar olsun!

  61. Yazan:Selahattin Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Bu faşizan saldırıyı nefretle kınıyorum. Bu saldırıyı kınamayan hatta destek verir tarzda manşetler atan gazeteleri de kınıyorum. Sevgili Ozan’a geçmiş olsun.

  62. Yazan:KA Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Öncelikle R.Ozan Kütahyalıya yapılan saldırıyı şiddetle kınadığımı belirtmek istiyorum.. Ve bu saldırıyı gerçekleştiren kişinin halen daha Alperen Ocaklarındaki görevine devam etmesi bence çok düşündürücü.. Bence çok değerli siyaset adamı Yazıcıoğlunun ölümünün hemen ardından böyle bişeyin gerçekleştirilmesi ilerde olabileceklerin de bi göstergesi gibi adeta…

    Başı boş kalmış ve hiç bi otoriteye tabi olmayan bi güç çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir.. ve sayın Yazıcıoğlunun söylediği bir cümle bu konuda çok anlamlıydı bence; bizim tarlamızı başkaları sürmüş..

    evet biz 12 eylülleri biliyoruz 28 şubatları 27 nisanları ve daha öncelerini… provokasyon kokan bu tür hareketlerin bence hoşgörülmemesi gerekmekte. ve BBP nin gerekli adımları atması gerekmekte..

  63. Yazan:Mehmet KAYGUSUZ Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Ben bir Alperen olarak Sn.Kütahyalı’ya yapılan saldırıyı kınıyorum. Böyle sorumsuz bir hareketi asla tasvip etmiyorum ve camiamıza da yakıştıramıyorum. Merhum Muhsin Başkanımız işkencecilerini bile affetmişti. Kaldıki Sn.Kütahyalı da söylemleriyle, yazılarıyla muhafazakar kesime destek çıkan demokrat yazarlardan biri. Yaşam tarzı da kimseyi ilgilendirmez. Kendisine geçmiş olsun diyorum. Bir sözüm de Alperen kardeşlerime. Biz kendimize maceracıları değil, Şeyh Edebabiliyi örnek aldık. Dink cinayetiyle başlayan ETÖ ile devam eden bir oyun sahneleniyor ve bu oyuna Alperen kardeşlerim figuran yapılmaya çalışılıyor. Dikkatli olalım, Oyuna gelmeyelim. 12 Eylülden önce de sonra acısını bizzat yaşadık. Aynı kirli suda iknci kez yıkanmayalım.

  64. Yazan:Hasan Yücel Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Sevgili kardeşim geçmiş olsun. “Eline kağıt tutuşturulmuş” diyenler, hangi oyunun parçası ve figüranı olduklarını Muhsin Yazıcıoğlu gibi çok geç anlıyorlar. O gün geldiğinde “tarlalarının başkaları tarafından sürüldüğünü” gördüklerinde iş işten geçmiş oluyor. Kaygıların ve korkuların fikirlerin önünde olduğu bir ülkede sakın “bir yumruk” seni yıldırmasın.
    Şöhreti, aidiyetinden ve maduriyetinden dolayı hiçbir şahsi başarısı olmadan yakalamış birçok insanın olduğu bu ülkede Rasim Ozan Kütahyalı, fikirleri, kişisel yetenekleri ve takdire şayan cesaretiyle başarıyı yakalamıştır. Arkasında birileri var diyenlere küpe olsun.
    En kısa zamanda sağlığına kavuşmanı diliyorum. Sevgiler, selamlar.

  65. Yazan:mehmet Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Rasim ozan kütahyalı gibi demokrat bir yazara yapılan bu ırkçı saldırıyı kınıyorum. Umarım yargı biran önce devreye girer

  66. Yazan:mahmut Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    büyük birlik partisine hep sempati duydum oy verdim ama mhp lilerden farklı olduklarını düşünmek sadece bir iyimserlikmiş malesef bunu anladım….

  67. Yazan:Kaan Mert Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Sayın Kütahyalıya geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum öncelikle…

    ancak sorgulanması gereken “söze karşı yumruk” olması gerekiyo… Kütahyalı o akşam alperenler için ya da Muhsin Yazıcıoğlu için hakaret edici cümleler kurmadı.. aslında sadece şunu söyledi “şiddete bulaşmalarını sorgulamaları” lazım..

    ama ne oluyor vay be sen misin bize bunu söyleyen al sana şiddet.. ama bu sorgulamanın pek de gerçekletiğini göremiyoruz malesef.. hala BBP den resmi bir özür ve açıklama gelmede..Kayatuzu hala görevinden alınmadı.. Görevinden alınmaması demek “evet seni destekliyoruz” demekle aynı anlam taşımaz mı..

    BBP kendini sorgulamalı ve kendi yenilemeli..Muhsin başkan bunu yapmaya çalışıyordu son zamanlarda onun viyonunu kaybetmemeleri lazım.. Aksi taktirde başkanın da söylediği gibi birileri o tarlayı sürmekle kalmaz son bi kaç örnekte olduğ gibi mahsülleri toplamaya da başlar..

    saygılarımla… Rasim Ozna geçmiş olsun… Umarın en yakın zamanda yazılarına ve yorumları kaldığı yerden ve tüm cesurluğu ile devam eder…

  68. Yazan:Ahmet Özgen Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Geçmiş olsun diyor, olayı kınıyorum.

  69. Yazan:MY Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Rasim Ozan ile Bebek yakinlarinda içtigimiz keyifli çaylarin hatirina bir seyler yazmak isterim.

    Bir çok okurumuz onu sadece TV’den veya atesli yazilarindan taniyor olabilir. Rasim Ozan son derecede sicak kanli ve kolay kaynasan bir insan. Politik fikirleriniz ne olursa olsun onunla 2 dakika konussaniz yillardir taniyormussunuz gibi gelir. çok esprili, her olayin arkasinda matrak birseyler gören, bunu da naifçe ifade edebilen bir dosttur.

    Karsisindaki nsanlarin düsüncelerini kolaylikla anlayabilen, kendisini baskasinin yerine koyabilen bir insan. Bu özelligi ona iletisim konusunda büyük bir güç veriyor.

    Rasim Ozan’in bir baska özelligi ise haksizlik ve saçmaliklar karsisinda SUSMA iMKANI olmayan bir kimse olmasi.

    Islamci kesimin çarpikliklarini da çok iyi teshis etmis oldugunu not düseyim. Ne Türk Solu ne Alperenler ne de kemalistlerle özel bir kavgasi yok bence. Özgürlükleri kisitlamaya yönelik herseyin karsisinda inatla duran genç bir aydin olarak tarif edebilirim kendisini.

    Fikirlerimizin ayrildigi bir çok nokta var Rasim Ozan ile. Yazilarini elestiririm. Bazen kullandigi dili, yazma stilini de elestiririm. Her seferinde sabirla dinler, sonra da fikrini açikça söyler. Elestirilerimi kabul edip etmedigini DOLAMBAçSIZ biçimde söyler. Bu açik sözlü tavrindan bazen insanlarin rahatsiz olabilecegini tahmin ediyorum. Ona kizanlarin kendisine yumruk atmasina gerek yok tabi. TARAF okumayin, TV’de onu görünce kanal degistirin, olur biter.

    Rasim Ozan hakkinda son bir sey daha söylemek isterim, liberal literatürü iyi bilen, hatta genel olarak siyaset, dünya tarihi, dis politika ve daha bir çok konuda bu yasta bir insandan beklenmeyecek kadar birikim sahibidir.

    Evine ilk gittigimde de kütüphanesinin büyüklügü ve kitaplarin konularindaki çesitlilik beni sasirtmisti. Keske Alperenler de onun kadar kitap okusalar ve ondan daha da güçlü fikirler gelistirseler, YUMRUK gibi yazilar yazsalar. BU SALDIRI ASLINDA ALPERENLERiN TESLiM BAYRAGi çekmesi demektir. “Sen bizden kat kat akillisin, biz hayvan gibiyiz, konusamayiz, yazamayiz, ancak yumruk atabiliriz, iktidar olursak Türkiye’ye siddet ve kinden baska ne getirebiliriz?” diye itiraf etmeleridir.

    Rasim Ozan’in günlük dilde yazdigi yazilardan çok daha “derin” analizler yazmasini isterdim. Meselâ 10-15 sayfa uzunlugunda incelemeler. Türk köse yazari okurunun aliskanliklari dogrultusunda kisa yazilarinda konularin temeline inemedigini ve bunun bir kayip oldugunu düsünüyorum.

    Büyük üzüntü duydum ama sasirmadim. Müslüman olup da hâlâ Alperen ya da ülkücü camiasindan medet uman insanlara ALLAH akil fikir versin, onlari bu yoldan kurtarsin. Peygamberimizin dedigi gibi milliyetçilik, kan, soy, irk davasi CAHiLiYYE davasidir. Bu yolda ölüm CAHiLiYYE ÖLÜMÜ olur ancak, sehitlik degil.

  70. Yazan:Ethem Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    rasim ozan kütahyalı’ya yapılanları şiddetle kınıyorum.insanlara saldırmak anca kendine fikri konularda güvenemeyen insanlara has bir durumdur.şayet saldıran kişi kendine güvenen bir kişi olsaydı rasim ozan’ın yanına gider kendi fikirlerini beyan ederdi.ben rasim bey’in yazılarını tarafta yazdığı günden beri takip ediyorum.pek çok konudaki fikrine katılıyorum.ancak kendisine de beyan ettiğim gibi ak parti karşıtı her hareketin ergenekona yardım ettiğine dair fikirleri gerçekten çok yanlış.ayrıca kanal t’de saadet partisine oy vermeyin ak partiye oy verin demeside çok yanlış.saadet partilileri doğan grubuna çıkmaları nedeniyle yerden yere vururken kendisinin doğan grubuna ait cnn türkteki reha muhtarla çok farklı programına danışman olmasını tutarlılık açısından nereye yerleştirecez onuda bilmiyorum.zaten bunları mail olarak rasim ozan bey’e belirttim.umarım rasim bey’e ve tüm gazetecilere aynı çirkin saldırılar bir daha olmaz.ama herkesinde kendini özeleştiri süzgecinden geçirmesi lazım.çünkü rasim bey resmi ideolojiyi kendisi gibi düşünmeyenleri dışladığından dolayı yerden yere vururken aynı zamanda kendisi de resmi ideoloji gibi davranarak kendisi gibi düşünmeyen ak parti karşıtlarını ergenekoncu ve darbeci olarak suçlamakla gerçekten çok büyük yanlışlık yapıyor.umarım bu tutumundan rasim ozan kütahyalı vazgeçer.umarım yazımda sitede yayınlanır.

  71. Yazan:İbrahim UZUN Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Sayın KÜTAHYALI’ya yapılan saldırıyı kınıyorum, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu zamanda Sayın KÜTAHYALI gibi kararlı ve dik duruşlu yazarlarımızın sayısı çok azdır, bence yapılan bu saldırı bazı odakların yıldırma politikasıdır. Çok büyük geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum…

  72. Yazan:Ali Yürekli Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Kütahyalıya atılan yumruk vicdan ve adalete atılmıştır aynı zamanda bana. Uslubu ses tonu tartışılabilir ama vicdanın ve adalet anlayışının altına imzamı atarım. Ayrıca Türkiye’de yapılan zulumler, haksızlıklar, zorbalıklar, zalimlikler, Irkçılıklar düşünülünce Uslubu ve ses tonuda anlaşılır diye düşünüyorum. Pısırık korkak aydın pirofilinden sıkıldık. Gençliğinde söyleyecekleri var. Söyleyeceklerimiz var. Geçmiş olsun Kütahyalı. Delikanlı çocuk. Bir çok yaşlı yazardan daha fazla hizmeti dokunmuştur Türkiyeye.

  73. Yazan:Ali Yürekli Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Muhsin beyi severdim hatta 2 fatiha 6 gulhu okudum arkasından. Ama unutmuyalım ki geçmiş zamanda insanlar hata ve yalnış yapabilir. Hele geçmişte yaşanan sağ sol savaşları düşünülürse. kana7 deki purogramı izlemedim ama tahminim bu noktaya değinmiştir kütahyalı ki birisi değinmeliydi. Vicdan bunu gerektirir. Muhsin bey geçmişten ders çıkartıp demokrasi tarafına geçtiği ve dik durduğu için seviliyordu geçmişi bembeyaz olduğu için değil. Tahminim Kütahyalı bu noktaya değinmiştir. Aklın yolu birdir Adaletin ve vicdanında.

  74. Yazan:Leyla Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Saldiri uzerinden 4 gun gecti ve hala BBP’den ozur ve okuzun ihrac karari cikmadi. Bu da benim kafamdaki ulkucu/milliyetci stereotipini pekistirmekten baska ise yaramiyor: dusunemeyen, dusunmekten korkan, dusuncesini dile getiren insandan cekinen, kendisini ifade edemeyen, korktugunda siddetten medet uman, urktugunde mafyasina siginan, efendilikten nasibini almamis, kabadayiligi bir halt zanneden, vuran, doven, iten, kakan, beyni olmadigi icin kolayca kullanilan… Liste boyle uzar gider.

  75. Yazan:Bülent GÜNAY Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Bende kadim dostum ve sevdiğim rasim kardeşime geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum…Platonun bir sözü geldi aklıma,,,Bir çocuğun karanlıktan korkmasını anlayabilirsin ama bir yetişkinin karanlık içindeki aydınlıktan nasıl korktuğunu anlamak mümkün değildir der..

    Bunlar puslu havayı severler..Bu tür insanların mensup olduğu organizasyonlarda bir bilim adamı bir astronot ne bilim bir nobel ödülü almış birisine asla rastlamamak bir tesadüf olmasa gerek…

  76. Yazan:Kenan Demir Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Ülkemizde basın elamanları öldürülüp, suikast’a uğrayan polis tarafından tutuklanan vede hapis cezasına mahkum olan basın camiasına şimdiye kadar binlerce haksızlık yapılmıştır,halada devam etmektedir umarım bir gün bu sistem değişir gercek basın özgürlüğü sağlanır

    “RASİM OZAN KÜTAHYALI’YA GEÇMİŞ OLSUN DİLEKLERİMLE”

    Kenan Demir
    LİBERAL DEMOKRAT PARTİ
    Genel Sekreter yrd.

  77. Yazan:eg Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    “Bunlar puslu havayı severler..Bu tür insanların mensup olduğu organizasyonlarda bir bilim adamı bir astronot ne bilim bir nobel ödülü almış birisine asla rastlamamak bir tesadüf olmasa gerek…”

    konuyla ilgisiz ama yukarıdaki cümlelere takıldığım için kısacık ekleme yapmak istedim. yukarıdaki cümleler çok doğru cümleler değildir. faşizanlığın, zorbalığın bilimde vesaire çok üst düzey olmakla “biteceğini” düşünmek tam bir modern yanılgıdır. hatta tam tersi mevcuttur. hitler almanyası neredeyse tm dünyada bilimin en hızlı “ilerlediği” döneme tekabül eder. dünyadaki en “büyük” bilim adamları 1930 sonrası adım adım faşizme giden almanya’dan çıkmıştır. üstelik bunların bir kısmı düşünce ve fikir olarak gerçekten de faşisttir.
    ikincisi bugünkü türkiye’ye bir bakın! darbeci faşistlere, üniversitelerdeki “çok ödüllü” “büyük profesörlerin” verdiği destekler her daim olagelmiştir. yani yukarıdaki gibi bir mantık kurmak her açıdan tamamiyle yanlıştır. bilimde ilerlemek otomatik olarak ahlaki ilerlemeyi gerektirmez. onun için çok daha farklı birşeyler gerekir!

  78. Yazan:ayhan Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    olayı üzüntü ile öğrendim bir alperen olduğunu idda eden insan bunu yapmamalıydı ama oldu ayıp etmişler rasim kardeşim bu insanlar çok enteresan seni konuşmakla suçluyorlar konuş kardeşim konuş asıl konuşmayandan korkmak lazım

  79. Yazan:mehmet kizilkaya Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Rasim Ozan Kütahyali`ya yapilan saldiriyi duyunca sok oldum ne diyecegimi bilemiyorum. Cok üzüldüm. Istanbul Alperen Ocaklari Baskanininin bu tarzi beni dehsete düsürdü. Bu hareketini tasvip etmiyor, siddetle kiniyorum.
    Elbette bu özür yapilan yanlisi düzeltmez. Fakat sundan emin olunki alperenlerin kahir ekseriyeti böyle bir saldiri tasvip etmez . Biz bu degiliz.

    Saygilarimla

    Mehmet kizilkaya
    12.04.09

  80. Yazan:hasan Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    malum programı seyretmedim, gazetelerden ogrendim. ahmet altan bey in konu uzerine yazdigi yaziyi okuyunca urperdim.
    hem sizin adiniza hem de ahmet altan bey in soyledigi gibi gelecek adina uzuldum ve kaygilandim.
    son zamanlarda tv programlarinda yorumlariniza yer vermek isteyen programcilarin sizi kesfetmis olmasi beni mutlu ediyordu.
    umarim, basiniza gelen bu olay, cesaretinizi baltalamaz ve umarim, sizi yine kanal kanal gezip goruslerini aktarmaya caba gosteren bir AYDIN olarak gormeye devam ederiz.
    iddia ediyorum ; siz ve yildiray, gelecegin buyuk gazetecilerindensiniz. simdiden buyuksunuz ama zamanla daha da buyuyeceksiniz.
    siz ahmet altan gibi bir gazetecilik dehasinin prenslerisiniz. babadan gazeteci altan kardeslerin basina neler geldi iyi bilenlerdensinizdir.
    lutfen yilmayin ozan kardesim. sizin icin dua ediyoruz.
    Allah yar ve yardimciniz olsun …

  81. Yazan:Haşim Savaş Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefat ettiği helikopter kazasının, aslında bir suikast olduğu iddiaları dillerde dolaşmaktadır. Bunun nedeni de Alperen Ocaklarının, Ergenekon örgütünün faaliyetleri doğrultusunda “kullanılmasının” önünde Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir ‘engel’ olduğu düşüncesidir. İddiaya göre, bu suikastle ‘Engel’ ortadan kaldırılmıştır.

    Bu iddia dillerde dolaşırken Alperen Ocakları İstanbul Şube başkanı şahsın bu darp olayını gerçekleştirmesi karşında düşünmek gerek. Alperen ocakları gerçekten Ergenekon’un kontrolünde mi diye sormadan edemiyor insan.

    Alperen Ocaklarının yaptığı açıklama ise, bu darp olayından daha vahim bence.

    ‘Fikri yumrukla susturmayı lanetlemek’ yerine, Kütahyalı’nın, İskele Sancak programındaki konuşmasının, program yapımcıları aranarak susturulmasını istediklerini söylüyorlar.
    Savundukları şey, konuşturtmamak!
    İlginç bir yöntem!

    Alperenler, kusura bakmayın ama bu kafayla sizi bırakın Ergenekon gibi organize bir örgütü, çocuklar bile “kullanır.”

    Buna ilişkin haber50.com’ da yazdığım yazıyı Tüm Alperenlerin okumasını tavsiye ederim.

  82. Yazan:Birol Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Ben 76- 80 li yillardan tanirim bu Ayi sürüsünü
    Bunlar Pazar Cantasini soltarafin da tasiyor diye Yasli bir Amcayi öldüresiye döven ayni zihniyet 30 senedir yurtdisinda yasiyorum biraz evcillestiklerini düsünmüstüm malesef yanilmisim
    hala bagnaz hala yobaz zamanin gerisinde kalmis
    varlik bunlar “Bir elin de Kuran Bir elinde Bigisayar”gülelimde bosa gitmesin yazik bu genc bir fikir adamina degil saglikli düsünen herkese atilmis bir yumruktur Olayi dehsetle kiniyorum Saygilarimla

  83. Yazan:alperen Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    PİR-İ TÜRKİSTAN AHMED YESEVİ
    VE ALPERENLERİ
    ALPEREN GÜRBÜZER

    Alperen düşüncesinin ilk Fatihi Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi’dir. İslâmiyet öncesi Türk’ün alp’ine erenlik özelliği kazandıran ve Türk’ü İslâmiyetle kaynaştıran hamur onun eseri. O yeni bir renk kazandırmış alp’ın ruhuna ve ruh ikliminde fırtınalar estirmiştir.
    Hoca Ahmet Yesevi, Yunus’un da Hz. Mevlâna’nın da Hacı Bektaş Veli’nin de Ahi Evran’ında Piri’dir. Bakın Ahmet Yesevi hakkında Yahya Kemal, Fuad Köprülü’ye bakın neler söylüyor; “Şu Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizin temellerini asıl onda bulacaksınız’’
    Hoca Ahmet Yesevi, büyük bir Türk-İslâm mutasavvıfı ve Türkler arasında İslâmiyet’in yaygınlaşmasında emeği olan yüce bir şahsiyettir. Anadolu’nun, Rumeli’nin ve Kuzey Türklüğünün İslâmi uyanışında dergâhında yetiştirdiği alperenlerin ve takipçilerinin büyük hizmeti olmuştur. Bu büyük manevi sultanların insan sevgisine dayalı din anlayışına dün olduğu gibi bugün de insanlığın ihtiyacı vardır. Bu düşünceyi yaymak insanlığa hizmet olacaktır elbette. İnsan tasavvufa adım atmakla hayat yolculuğunda karamsarlıktan kurtulabilir pekâlâ. O halde batı ve doğu insanına Mevlana misali tasavvuf kapılarını ardına kadar açmalıyız.
    Büyük bir Alperen Başbuğudur Pir-i Türkistan, yani evliya olup Yusuf Hemadani Hz.lerinin halifesidir o. Nitekim ondan nispet almış, feyiz almış ve sonunda kendini bulmuş. İlim de zaten kendini bulmak demek, kendini bulan Rabbini bulur çünkü. Dolayısıyla kendini bulan Yusuf Hemadani ile Ahmed Yesevi, Hacegân halkasında dizilmiş gönül sultanlarının dâhil olduğu silsilenin iki altın ismi olmuşlar. Hoca Ahmed şeyhinden aldığı nisbetle bu yol’un düsturlarını Orta Asya ve Türk illerine yayarak kolbaşı görevini yapmıştır. Allah Rasulünün başlattığı ışık önce Mekke’de doğmuş ve bu ışık Rabbani âlimlerin elinde Asya’ya sıçrayarak oradan da Anadolu, Balkanlara ve derken tüm dünyayı aydınlatmaya devam ediyor. Türk’e alperen adını veren Piri Türkistan bütün dünyayı manevi susuzluktan kurtaracak öğretilerini ardından bırakarak kelebek misali ötelere uçtu, ama o hala gönüllerde yaşıyor.
    Biz Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi’yi kütüphanemizin tozlu raflarından çıkarıp daha yeni anlamaya çalışıyoruz. Maalesef O’nu ve alperenlerini geç tanıdık. Batı bizden öğrenmiş sevgiyi, şiiri, edebiyatı, ama biz tanımamışız kendi klasiklerimizi. Mevlâna, Yunus ve Yesevi bizim coğrafyamızdan daha çok batı da yankılanıyor. Avrupa bizim klasiklerimizi vecdle, aşkla, şevkle okuyor hala. Hatta batı’yı yeni fetihlere kanatlandıran bir zamanlar kendilerinin unutmuş olduğu metinler olup, aynı zamanda bizden aktardıkları anlaşılan klasik eserlerdir. Eğer batı dünyası Yunan klasikleri için bizim tercümelerimize başvurmasalardı Rönesans’ını gerçekleştiremiyeceklerdi. Her neyse batı artık doğudan ipek ve baharat değil şiir, iman, sevgi ve felsefe istemektedir adeta.
    Batı biliyor ki edebiyat sarayına doğu kapısından girilir; aşk, şiir, sevgi ve ruha ait her ne ararsan suna boylu doğuda. Belki de Said Nursi “Osmanlı Avrupa’ya gebe, Avrupa Osmanlı’ya gebe’’ derken bunu kast etmiştir.
    Doğu düşüncesinin en büyük zaferi değişmeyeni kavrayabilmesidir. Batı’da teknik ne ise, doğu da aşk da odur. Buhara, Taşkent, Semerkant ve Asya’yı bir miskinler dervişler tekkesi sananlar büyük yanılgı içerisindeler. Eğer o merkezlerde alperenler, gazi dervişler elini kolunu bağlayıp hayeller âleminde yaşasalardı, o büyük Türk-İslâm medeniyeti nasıl doğacak, ya da nasıl gelişip nasıl ayakta durabilecekti?
    Prof. Dr.Osman Turan Türk Cihan Hâkimiyeti ve Mefkûresi adlı eserinde; “…Türklerin kâmları (Korkut Atası-Irkıl Hocası) yerine İslâm Şeyhleri ve evliyası geçerken, sessiz ve kaynaşma oluyor. Türklerin alp’i, Alperen şekli ile kudsiyet kazanıyor ve İslâm, Türk’ün gazileri ile birleşiyordu. Türklerin İslâmlaşması bu suretle sayısız din ve tarikat adımlarının emeği ile kuvvetlenmiştir’’ diyor.
    Hakeza meseleyi Cemil Meriç Dündar Taşerin yazdıklarına atıfta bulunarak; “Tarihte tek mucize vardır: Osmanlı mucizesi; Türk kanıyla İslâm dininin kaynaşmasından doğan bir mucize” diyor ve burada alp ile erenliğin kaynaşmasından doğan mucizeye işaret ediyor. Satırlar ilerledikçe Dündar Taşer bu mucizenin nasıl gerçekleştığini şu tarihi perspektif anlayışıyla izah ediyor. Bakın ne diyor Taşer; “Osmanlı Beyliği 1299’da Söğüt’de kurulduğu zaman 400 atlıya sahip bir uç beyliği iken, 1326 Bursa fethinde Orhan Bey 38000 atlıyı kumanda ediyordu. Bu kısa zamanda ki asker artışı nereden geliyordu? Fethedilen topraklardan toplanamazdı. Bu artışın sırrı: Millî şuur, Horasan’dan İzmit’e kadar heryerdeki Türk’ü Ertuğrul oğlunun açtığı mukaddes sancağı altına çekiyordu. Moğol ordularının önünden kaçarak Anadolu’ya sığınan tarikat ve tasavvuf erbabı Horasan Erenleri, devrişler, alpler, burada yepyeni bir ümit kalesi vücuda getiriyorlar… İşte bu elim vaziyette büyük mürşitlerin zuhuru başlıyor. Bunlar mağlubiyetlerin bir fitne, bir imtihan olduğunu, İslâm’ın yeniden muzaffer olacağını, onun kılıcı ve bayraktarı olacağını telkin etmeye başlıyor. Şeyhler, müftüler, müderrisler, eli kılıç kabzasına yapışan yiğitler… Söğüt Beyliği’ne sevkediliyor. Türk’ün nabzı Osmanlı Beyliğin’de atmaya başlıyor. Bu küçük devletin fizilitesi büyük, müsamahası büyük, ideali büyük, bazılarının sandığı gibi talan ve istismar koşusu değil bu koşu. Musamaha, huzur ve adalet tesisi için göze alınan bir cihad“ ifadeleri konumuzun ruhunu yansıtır.
    Biraz da alperenlikten bahsedelim. Neymiş alperenlik? Nereden çıktı bu alperenlik demeyelim. İncelendiğinde kültürümüzün özünde Horasan erenlerinin ürettiği alperenlik düşüncesi yatar. Alperenlikte buram, buram aşk tüter. Bu kültürün başkahramanı hiç şüphesiz Hoca Ahmet Yesevi ve onun yetiştirdiği talebeleri olan gazidervişlerdir. Alperenlik soylu bir ağaçtır, bu ağacın halkalarının herbirinde Horasan Erenleri dizilerek geleceği selamlar adeta. Her dalında binbir meyve türü bütün cazibesi ile önümüze serilir. Alperenlik, sevgilinin bakışlarındaki pırıltı, gönüllerdeki heyecan demek. Pir-i Türkistan’ın yetiştirdiği talebelerde iki nişan var: Biri alp, diğeri ise erenlik. Alp’e alplik katan kahramanlık olgusu, teknik ve mesleki branşlar, erenliğe ise maneviyet dediğimiz iç âlem gibi değerler renk katar.
    Modern dünya belli bir insan tipi doğuruyor sürekli. Bir yüzü ile ruhsuzluk, bir yüzü ile sömürgecilik. Karmaşık bir dünyada yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz karmaşık yapıyı çözecek Horasan erenlerinin soluğuna ihtiyaç var. Çağımızın yeni alperenleri, geleceğin diriliş neslidir. Tüm gönüller ilahi aşkla dirilir. Bu yüzden Allah aşkı var oluş sebebimizdir. Yüreğinde aşk ve sevgi taşımayan insanlar, yeni bir dünya kuramazlar. Bugün her ne hikmetse kimse sevgiden söz etmiyor. Herkes bir kin kışkırıcısı rolü üstlenmiş sanki. Bu kini yıkacak tek güç sevgi olsa gerektir. Horasan Erenlerinin göğsünden fışkıran sevgi er-geç birgün dirilişimiz olacaktır elbet.
    Horasan Erenlerinin sırrına erenler, çokluk içinde birliğe yükselmiş, dertlerden kurtulmuş ve huzuru yakalamak arzusuyla dopdolulardır. Önce iç âleme nizam sonra dünyaya nizam. O halde Alperenlik duygusuyla hem beden nizama kavuşur hem dünya. İlayi Kelimetullah önce kalbde dirilir, sonra âlem-i emirle bağlantılı letâiflerde kıpırdar ve daha sonra vücuda yayılarak iç denge gerçekleşir böylece. Kelimenin tam anlamıyla fethedilecek tek ülke var; o da kendi ruh dünyamız. Bakışlarımızı iç dünyamıza çevirip, vehimlerden soyunmalı ki iç ve dış âleme nizam veren Allah sevgisi bir rüya değil, hakikat olabilsin.
    Alperen tip hem dünyevi, hem uhrevi yönü olan ya da hayatla barışık bir insan demektir. Başka bir deyişle Alp’lik; cesaret, secaat, karar, kuvvet ve tekniktir. Eren’lik; ilim, fikir, hikmet, adalet, barış, terbiye, samimiyet ve maneviyat demek. Alperenlik ise bu ikiliğin, yani Alp’liğin ve Erenliğin terkibidir. İkisi biraraya gelince vahdet gerçekleşir. Osmanlı’nın zafer sırrını vahdet’te aramalı. Bu aksiyonla üç kıtada hükümdar olmuşuz. O ocaktan üç kıtaya uzanan Alperenler insanlığa işte bu ruhla nefes aldırdılar.
    Anlaşılan odur ki bilgi çağının en üst seviyesine sıçratacak ruh, Horasan Erenlerin saçtığı gül kokusunda mevcut. Yeter ki o gül’e talip olalım gerisi kolay.
    Velhasıl; alperenlik güzel bir duygu, anlatılmaz yaşanır.

  84. Yazan:Muzaffer Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Rasim Ozan Küthaya lı üstadıma yapılan insanlık dışı saldırıyı kınıyor bu zihniyetin ancak üstadımız gibi cesur insanların varlığı ile aydınlanacagını umuyorum.

    Alperen – Ülkü ocakları vs isimlerle kendilerini FAŞİSM den cıkarmak isteyen şehir eşkiyalarının bu eylemi ne ilk ne de son olacaktır.Kendilerinden başka hiç bir fikri ,dini, dili,milleti kabul görmeyen bu zihniyet ; Gariban insanları farklı görüşten diye torbalara koyarak ailelerinin kapılarına bırakarak ulkeyı kan gölüne çevirenlerdir Başı çeken tasmalılarına da reis-başkan- vs.hiç bir alakalarının olmadığı isimler kullanmışlardır.
    Şehir eşikyalıgının başını çeken bu tasmalıların ortak noktası hiç birinin nizami bir aile yaşantısı olmadıgı gibi temiz insanlarla anılmaları neredeyse suç sayılır.Bakın mesela Çatlı ya eli kan kokmayan tek bir arkadaşını bulmazsınız.MHP den meclise giren yıllarca teröre karşıyız şarkısını okuyan Mahmet Gül ün geçmişine bakın.Çıktıgı TV Programlarına bakın 18-19 Yaşındakı gençlerle konusma uslubuna bakın-Sunucu ıle konusurken yuzundekı ıfade agzındakı kelımelere bakın.Eşkiya yı görmek için sadece bunlara bakın.
    Aslında bunlara uygulanacak tek bir politila vardır : Anadolu ve Türkiye tarihini kirleten bu vampirlerin muhakkak ehlileştirilmesi gerekiyor. Tıpkı bu eşkiyalar gibi kendisinden başkasına yaşama hakkı vermeyen Yahuddilere karşı bu eşkiyaları filistine göndermekten başka hiç bir çare yoktur.İsrailde yahudilerle bunlar ya birbirlerini bitirirler yada anlarlar ki farklı düşünen ,inanan ,okuyan ,gören insanlarda olabiliyormuş bu şekilde dünyada kurtulur bizde kurtuluruz.

  85. Yazan:Serrbilind Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Ozan Kutahyali.
    Dogru söyleyeni sevmez türkiye..
    Bir kürt olarak seni gönulde teprik ediyorum kimsenin deyinmek istemdigi hasas konularin herkesi anlacagi dilden anlatiyorsunuz..

    Pes Etmek yok..

    Bir kac kendisini bilmeyen sahislarin size saldirmasnin tek nedeni.. Kendi Ülkesnin sorunlarini tanimamalari ve görmezlikten gelmeleri..

    Türkiye de Kürt sorunu yoktur, Türk sorunu vardir.
    Türk olmayip türk milletciligi yapanlarida unutmayalim

  86. Yazan:Kerem Dumanli Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Her ne kadar bir okuyucusu olmasamda Rasim Ozan Kütahyalı’ya yapılan saldırıyı kınıyorum. Fakat benim anlamadığım, Rasim bey neden durmadan omurgasızların çoğunluk oluşturduğu Kanal 7 gibi bir televizyona çıkıyor. Bu yapılan saldırıda kanalin da bir katkısı olduğu ortada.

  87. Yazan:amedi Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Geçmiş olsun rasim…
    …………
    Irkçılar…
    Ya sinsidir
    Ya sayı çokluğu sevicidir
    Ya da uniforma sığıntısıdır…
    Onların delikanlılıkları,
    Abilerinin uniformalılardan sağladıkları destek veya sayı çokluğundadır…
    Erkek olun oğlum erkek….
    Erkek olun oğlum erkek…
    Erkek olun ulan….
    Ya sığıntısız ya sinsi…

  88. Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Alper GÖRMÜŞ:

    Gazeteciye saldırı: Gazeteler “objektif” takıldı!

    Bizim gazeteciliğimizin yeri geldiğinde ne kadar sübjektif, ne kadar “hard” bir gazetecilik olduğunu bilmesem, arkadaşımız Rasim Ozan Kütahyalı’ya yönelik saldırıda takınılan “objektif” tutumu bir ölçüde kabul edebilirdim. Fakat biliyorum ki gazeteciliğimiz öyle değil. O zaman da mesela iki büyük gazetemizin (Hürriyet ve Sabah) kullandıkları “yazara alperen dayağı”nı yadırgıyorum haliyle. Hatta, taşıdığı, Alperen’leri memnun etme potansiyeli nedeniyle bu başlıkların “saldırgandan yana sübjektif” olduğunu bile söyleyebiliriz.

    Alın mesela, üniversitelerdeki bütün kavgaları “faşist saldırı” diye veren Birgün gazetesini… Onlar da “Taraf yazarı Kütahyalı’ya saldırı” başlığını tercih etmişler. Haberin flaşı da başlığı gibi son derecede sakin: “Yazıcıoğlu’nun tartışıldığı program sonrasında olay çıktı. Taraf yazarının sözleri BBP’li bir kişiyi fena kızdırdı.”

    Böyle bir gazetecilik işte… Kızdırmasaydı o da!

    Gazeteciye geçmiş olsun. Gazetelere yazıklar olsun!

    Birgün gazetesinin yaptığını savunmayacağım. Olaya “sağcı sağcıyı dövmüş”, “friendly fire” olarak bakan sol cenahın bilinçaltını aktarmış. Bence düpedüz gaflet içindeler ve umarım çok geçmeden bunu anlarlar.

    Ama ben bu Taraf gazetesinin, Türkiye’nin geri kalan medyasının çok üstünde gördüğü ahlaki bir tepeye kendisini kondurup diğerlerine oradan vaaz vermesinden sıkıldım. Birgün alaylı bir şekilde de olsa, en azından haber verme lütfunu göstermiş. Yıllardır ülkücüler/alperenler solculara, öğrencilere ve akademisyenlere karşı terör estirirken Taraf bunların kaçını yazdı ki şimdi basının geri kalanına üstünlük taslıyor? Eğer birilerine yazıklar olacaksa Taraf da bu grubun dışında değil. İğneleri tamam, çuvaldızları eksik.

  89. Yazan:konyali 42 Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    saldiryi kiniyorum ve gazeteci arkadasa gorevinde basarilar dilerim gitigin yol dogru yol butun kalbimle seni destekliyom ve allah seni zalimin zulmunden korusun bu saldiriyi yapanlar utansin yasasin ozgurluk yasasin kardeslik saygilarimla

  90. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    Sn.Onur Çobanoğlu,

    Taraf gazetesini savunmak bana düşmez.Elbette eleştirilebilir yanları olacaktır ve olmaktadır.
    Lakin Alper Görmüş’ün işaret ettiği nokta medyanın taraflı yayın anlayışıdır.Zira, hemen hemen herkesin mutabık olduğu tasvip edilemez bir saldırı vardır ortada.Olayı veya haberi ele alış biçimi eleştirilen gazetelerin herhangi bir mensubu da aynı saldırıya uğrayabilirdi.Dolayısıyla saldırının hangi gazeteye yapıldığı ya da saldırıya uğrayan basın mensubunun dünya görüşüne göre saldırının mahiyeti değişmez.Nereden bakılırsa bakılsın demokratik düşünceye,basın özgürlüğüne vurulan bir darbedir.Peki sözü edilen gazeteler acaba aynı saldırı kendi yazarlarıdan birine yapılsaydı sn.Görmüş’ün serzenişte bulunduğu şekilde objektif(!)mi bakacaklardı?hayır.Eminim birinci sayfadan büyük puntolarla”MENFUR SALDIRI!”,”öZGÜR DÜŞÜNCEYE DARBE!”,”BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE İNDİRİLEN YUMRUK”vs.gibi manşetlerle duyuracaklardı haberi.Dolayısıyla bu çifte standartlı anlayışı görmek gerekir.

    Ayrıca,Ülkücü veya Alperen’lerin aydın ve akademisyenlere yönelik saldırılarına Taraf’ın aynı şekilde sessiz ve duyarsız kaldığını belirtmişsiniz.Yapmayın lütfen,Taraf yayın hayatına başlayalı ne kadar oldu ki?Sormak lazım,Taraf’ın yayımlanmaya başladığı zamandan beri sözünü ettiğiniz saldırılardan hangisine sessiz kalıp görmezden gelmiştir.Eğer sizin bilgi dahilinizde böyle bir durum yaşanmışsa biz okurlarla paylaşmanızı istirham ediyorum.
    Sonuç itibariyle,sizin,Taraf’ın yayın çizgisini benimsemeyişinizi saygıyla karşılarım.Ancak,eleştirinizi dayandırdığınız gerekçeyi bir kez daha gözden geçirmeniz gerektiği düşünmekteyim.
    Saygılarımla.

  91. Yazan:ebuzer Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    Rasim Ozan kütayhalı’ya büyük geçmiş olsun. Bu ilkel vahşi hazımsızlığı ve saygısızlığı kınıyorum…

  92. Yazan:ömer Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    rasim kardeşime yapılanları nefretle kınamıyorum çünkü bu ülkede hep öldürdüler ve hep nefretle kınadılar ben katil değilim ve nefretle kınamıyorum.rasim kardeşime çok geçmiş olsun diyorum.dava açmasına gerek yoktu bildiğin doğrularını savunmaya devam ettikçe onlar her gün cezalarını bulacaklar zaten.iyiki varsın genç kardeşim..senin gibilerin sayesinde belkide osmanlıyız diyenler biraz tahamülü hoşgürüyü öğrenir.sana yapılan ve gs fb maçı olaylarından sonra bir kere daha bu ülkede yaşadıma iğrendim.. iyiki varsın

  93. Yazan:Haşim Savaş Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    ALPERENLER NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?…Birkaç yorum önceki yorumumda da belirttim. Alperenler bu kavgacılardan kurtulmalı. Ama onlar bu kavgacı adamı ne yapıyorlar? Terfi ettiriyorlar. Marmara bölge sorumlusu yapmışlar. Bir de önceden yapılmış bir tayin diyorlar.

    Lafa bak!

    Tard edip çıkarmak gerekli iken, bir de terfi ha!
    Yok yok, ümidimi kestim bunlardan…

    Yeni Genel Başkanları bile en soğukkanlı olması ve tabanını yatıştırmaya çalışması gerektiği bir zamanda hala, ‘sabrımızı zorluyorlar’ demiş.

    Hala kışkırtıcılık. Hala şiddet tehditi.

    Yazık oldu camiaya.

    Muhsin Yazıcıoğlunun kemiklerini sızlatıyorlar.

    Köşemde yazdıklarımı sanırım hala okumamışlar…

    Bu vesileyle Rasim Ozan Kütahyalı’ya yeniden geçmiş olsun diyorum.

  94. Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    Ayrıca,Ülkücü veya Alperen’lerin aydın ve akademisyenlere yönelik saldırılarına Taraf’ın aynı şekilde sessiz ve duyarsız kaldığını belirtmişsiniz.Yapmayın lütfen,Taraf yayın hayatına başlayalı ne kadar oldu ki?Sormak lazım,Taraf’ın yayımlanmaya başladığı zamandan beri sözünü ettiğiniz saldırılardan hangisine sessiz kalıp görmezden gelmiştir.Eğer sizin bilgi dahilinizde böyle bir durum yaşanmışsa biz okurlarla paylaşmanızı istirham ediyorum.

    Evvela şunu belirteyim. Taraf’ı fırsat buldukça okurum. Bu normalde her gün olur, bazen iki üç günde bir. Bir hafta gazetelere bakamadığım zamanlar da oldu. Ortalamada Taraf’ı bayağı okurum, yazarlarını haberlerinden daha da çok. Taraf’ın daha şimdi vereceğim haberlerden hiçbirini konu ettiğini görmedim, ama gören olduysa lütfen burada linkini paylaşsın.

    Taraf’ın yayın hayatına başlaması Kasım 2007, yanlış anımsamıyorsam. Şimdi buyrun:

    – Bu 9 Nisan 2009 tarihli Radikal’den:

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&VersionID=26484&Date=09.04.2009&ArticleID=930322

    – Bu Bianet, 27 Ocak 2009:

    http://www.bianet.org/bianet/kategori/bianet/112172/marmara-universitesinde-ogrencilerin-can-guvenligi-yok

    – Bianet, 4 Aralık 2008:

    http://www.bianet.org/bianet/kategori/bianet/111240/itude-ogrenciler-ulkuculerin-saldirisini-protesto-etti

    – Bianet, 25 Aralık 2008:

    http://bianet.org/bianet/kategori/bianet/111576/marmara-universitesinde-ogrencilere-saldiri-6-ogrenci-yaralandi

    – Bunun hakkında değişik yorumlar var, ama TİHV genelde güvendiğim bir kuruluştur, 19 Mart 2009:

    http://www.tihv.org.tr/tihv/index.php?option=com_content&view=article&id=2535%3A20-mart-2009-gunluk-insan-haklari-raporu-&catid=69%3Amart-2009&Itemid=14&lang=tr

    – Bu da Gamze Öymez vakası. Daha yeni, 24 Şubat 2009. Hep sol tandanslı linkler verdim, bu sefer de değişiklik yapıp linki Mazlum-Der’den vereyim (gerçi onlar da Star gazetesine atıf yapmış):

    http://www.mazlumder.org/haber_detay.asp?haberID=4795

    – Bu 19 Kasım 2007, ucundan yakalamış:

    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=239296

    Hiç mi yazmadılar derseniz, DTP Adapazarı gecesini basan Alperenlerden Ahmet Altan ‘şöyle bir’ bahis açmış, ‘1 Mayıs ve AKP’ başlıklı yazısında:

    http://www.taraf.com.tr/makale/532.htm

    Akdeniz Üniversitesi’ndeki alnı zülfikarlı şahsı hatırlıyorsunuzdur. Herkes günlerce yazmıştı, Taraf yazmasa olmazdı. Nasıl yazdığı ise ibretlik:

    http://www.taraf.com.tr/haber/4738.htm

    Başlık ‘Önce sakallı provokatör sonra da beklenen tepki’. Altbaşlıkta: “…Dün üniversite yerleşkesinde toplanan bazı öğrenci grupları elle yazılmış “Ülkeyi yobaz gericilere bırakmayacağız” pankartıyla yürüyüş yaptı. Çember sakalı ve alnındaki Zülfikar kılıcı dövmesiyle bu tepkiyi yaratmaya çalıştığı açıkça belli Ömer U’nun yine silahlı arkadaşı T.K’nın yakalandığı belirtildi. Ömer U’nun daha önce MHP’ye gidip geldiğine dair de fotoğraflar servis edildi”.

    İma süper. Yani Ömer U amcam MHP’li değil, bir ara fotoğraflara bile sıkışmayı becermiş bir provakatör. “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz”in farklı bir versiyonu olmuş.

    İşte Taraf gazetesinin Ülkücü/Alperen künyesi. Kütahyalı’ya bir kere daha geçmiş olsun diyelim, umalım ki bir daha Alperen Ocakları’na daha önce gidip geldiği rivayet edilen provakatörlerin saldırılarına uğramasın.

  95. Yazan:mehmet Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    İki kişi vardı sevdiğim..Tesadüf mü tevafuk mu artık siz ne derseniz deyin.. İkisi de YAZICIOĞLU…Vatan ve milletini karşılıksız seven iki garip, iki İNSAN..
    Anam-babam sağ en çok amcamı severdim. O vefat ettiğinde bile üzülmedim Muhsin abim vefat ettiğinde üzüldüğüm kadar.

    Malesef bu tarla onun tarlası değil apaçık belli oldu. O kendini bilmezin yaptığından çok mensup olduğu -yapı- ya yazıklar olsun. Hem saldırganı hem de
    onun arkasında duranları muhsin abime saygı-ve sevgimden dolayı şimdilik ESEFLE KINIYORUM.

    ***Geçmiş olsun Rasim Bey. Saldırıyı sizin şahsınızda kendimize , özgürlük ve demokrasiye yapılmış addediyoruz.

  96. Yazan:Mustafa İLHAN Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    Alışacaksınız, alışacaksınız. Eninde sonunda doğruları duymaya alışacaksınız. Birileri size bunu hatırlatmak ve kendinizle yüzleşmek için ayna tutmak zorunda. Bunu Ozan öyle ya da böyle anlatıyor sizlere. Çünkü anlamıyorsunuz. Anlasaydınız yıllardır aynı şeyleri tekrar ederek kısır bir döngünün içinde bulunmazdınız. Tarzmış, kılıkmış, kıyafetmiş… Adam, dayak yediği mahlukla bile tekrar bir araya gelebileceğini, kolkola girebileceğini söylüyor. Tıpkı Rakel Dink gibi.. O da hayat arkadaşının katilini bebek diye tanımlamıştı. Demokrasinin bir tahammül sanatı olduğunu öğrenin önce, farklılıklarınızı kabullenmeyi ona göre hareket etmeyi öğrenin. Kurtulun şu homojenlikten. Tek’li tamlamalar yapacağınıza biraz vicdan sahibi olmayı öğrenin. En azından yaptığınız hataları görme ve kabul etme erdemini öğrenin. Kimsenin bunun için size saldıracağı yok. Korkmayın. Asıl o zaman herşey düzelecek Düzelecek te… Size rağmen, bu karanlık zihniyete rağmen…

  97. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    Onur bey,birincisi ben bilgisayar kullanımında tecrübeli değilim.Karşılaştırma açısından paylaşmak istediğim epey link olacaktı ya neyse.Zaten amcım gazetelerin haber anlayışını ya da ilgilendikleri alanları tasnif etmek değildi.Ben sadece kartel medyasının taraflı yayın anlayışıyla Taraf’ın aynı kefeye konmaması gerektiğine işaret etmiştim.Siz bu konuda aynı düşüncede olmayabilirsiniz,bir şey diyemem.Fakat inanın linklerini verdiğiniz bütün haberleri Taraf kendi yayın imkanlarıyla duyurmuştur.Ha,sunuş biçimine itiraz etmeniz elbette gayet doğal.
    Netice itibariyle ben şahsen hiçbir yayın kuruluşunun(kartel medya,yandaş medya vs.yi geçiyorum)ciddiyetle üzerine gidemediği çok daha derin olayların sadece Taraf sayesinde gün yüzüne çıkarıldığını düşünüyorum.Ordu’yu,Kemalist sistemi ve Derin Devlet’i karşısına alma pahasına inandıkları gerçekleri cesaretle savunan tek gazete Taraf’tır bana göre.
    Kısıtlı imkanlarına ve yukarıda değindiğim risklere karşın çok büyük işler başarmıştır bu gazete.Keşke Taraf gibi dürüst ve cesur bir kaç gazetemiz daha olsaydı diyorum,başka da bir şey demiyorum.

  98. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    Onur bey,birincisi ben bilgisayar kullanımında tecrübeli değilim.Karşılaştırma açısından paylaşmak istediğim epey link olacaktı ya neyse.

    Neyi karsilastirmak icin tam olarak? Baska gazetelerin de birtakim haberleri atladigina dair bir karsilastirma ise, hicbir gazeteye demokratligin ve dogru gazeteciligin sasmaz demirkazik standardi olarak bakmadigimi pesinen soyleyeyim. Standardi yuksek olanlari vardir gozumde, ama mutlak olan yoktur.

    Fakat inanın linklerini verdiğiniz bütün haberleri Taraf kendi yayın imkanlarıyla duyurmuştur.Ha,sunuş biçimine itiraz etmeniz elbette gayet doğal.

    Dedigim gibi, Taraf’i her gun olmasa da cok sik okurum. Bu kadar cok haberden hicbirini gormemis olmam duyurmadigi ihtimalini gozumde epey guclendiriyor. Ama dedigim gibi, duyurduysa da ben atladiysam gunahi vebali boynuma olsun.

    Sunus bicimine itirazin da otesinde… Taraf gazetesinin bugune kadar benim gordugum kadariyla genel kapsami sizin de belirttiginiz ordu, Kemalizm ve bunlarin derin devlet uzantilari oldu. Vaktinde ilk komandolarini bizzat ozel harpci subaylarin egittigi ve daha sonradan pek cok adami kirli derin devlet iliskilerine girmis Ulkuculer ve onlarin kuzenleri Alperenler ne hikmetse Taraf’in kapsama alanina girmedi. Bana gore cok buyuk yanlis ama niye yazmadi da demem, diyeni de sevmem. Her gazetenin/yazarin gercegin onemli gordugu yanini yazma hakki vardir. Taraf da diyorsa ki “benim icin esas mesele Ergenekon, ordu, Kemalizm; ben bir tek bunlari yazacagim”, katilinmasa da saygi duyulmalidir. Ama bir gun o kapsam disi biraktiklarindan biri gelip yazarina siddet uyguladiginda, daha bir ozelestiri vermeden diger gazetelere cemkirmek de ayiptir. Hele ki vaktinde “aslinda o MHP’li degil provakator” turunden savunmalara girismissen.

    Netice itibariyle ben şahsen hiçbir yayın kuruluşunun(kartel medya,yandaş medya vs.yi geçiyorum)ciddiyetle üzerine gidemediği çok daha derin olayların sadece Taraf sayesinde gün yüzüne çıkarıldığını düşünüyorum.Ordu’yu,Kemalist sistemi ve Derin Devlet’i karşısına alma pahasına inandıkları gerçekleri cesaretle savunan tek gazete Taraf’tır bana göre.

    Derin devlet, ordu, darbeciler vs. gibi seylerin gazeteciligi Taraf ile baslamamistir. 2007’den once, mesela JITEM ile ilgili hic arastirmaci gazetecilik yapilmadi diyene gulerler. Inandigi gercekleri cesaretle savunan tek gazete de degildir. Belirttiginiz kesimleri karsisina alma pahasina gercekleri yazan pek cok (genelde Kurt hareketinden, solcu veya Islamci) gazete oldu.

    Buradan Taraf’in bes para etmedigi sonucunu cikarmiyorum. Tabii ki askerle ilgili baskalarinin bulamadigi haberleri ilk o bulup yazdi. Haberlerinden de fikir yazilarindan da cok degerli olanlari vardir. Sahsen Taraf’in yayin hayatina devam etmesini isteyenlerdenim. Ama Taraf ne tek cesur gazetedir ne de demokratligin sasmaz kiblesidir. Dedigim sadece bu.

  99. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Sanırım bazı noktalarda hemfikir olmakla beraber,bazı noktalarda da farklı düşünüyoruz.Size şu yönüyle katılırım;evet,Taraf’ın dışında da elini taşın altına koyan cesur gazeticeler,muhalif özgür basın olmuştur ve bunun bedeli de çok ağır olmuştur.Elbette sistemi karşılarına alarak yapmışlardır.Bunun hakkını teslim etmek lazım.Hatta biraz daha ileri giderek,bu bedeli canıyla ödeyen gazeteciler çoğu zaman kendi meslaktaşları tarafından gazeteci olarak sayılmamıştır.Hakim medya,her türlü antidemoratik uygulamayı ikiyüzlüce görmezden gelmiştir,taraf olmuştur.Benim söylemek istediğim başka bir şeydi.Bugüne kadar anılan(sizin de belirttiğiniz gibi alnının akıyla duruşundan ödün vermeyen)muhalif basın da dahil Türkiye’deki derin devlet yapısını ve onun temsilcileri olan zihniyeti mercek altına alıp sorgulayan bir gazetecilik geleneği gelişmemiştir.
    Dolayısıyla evet,ülkedeki baskı ve işkenceleri,hak ihlallerini sorgulayan,eleştiren buna yüksek sesle itiraz eden sol/sosyalist bir basın da olmuştur islamcı bir basın da.Bu inkar edilemez.Ancak bu,daha çok ideolojik bir çizgi üzerinden bir teşhirden öteye geçememiştir.Örnek vermek gerekirse,sürekli yasaklanan,sansüre uğrayan,yayın hayatına son verilen ve varlığını sürdürmek adına sıkça farklı bir isimle failiyet göstermek durumunda bırakılan gazeteyi gösterebiliriz.Şu anda kaçıncı ismiyle yayın hayatına devam ediyor bilmiyorum.Bırakınız muhabir,yazar kadrosunu,bu gazetenin dağıtıcıları,okurları bile tehdit,baskı ve yasaklarla karşılaştılar ve bir çoğu hayatından oldu,ceza ve hükümler yedi.Ancak çok haklı ve insani talepler uğruna olsa da araştırma ve uğraş alanları sınırlı ve yüzeyde kaldı.Çünkü kürt halkının karşılaştığı baskı ve ayrımcılığı gündeme getirmek dışında derin devleti derinlemesine bir sorgulama yapılamadı.Bakın,bazı noktaların doğru anlaşılması adına bir iki düşündürücü örnek vermek durumundayım.Bugün Kürt coğrafyasında Taraf gazetesinin kendilerini kürt özgürlük mücadelesine adadıklarını iddia eden çevrelerce mesefali karşılanması,oradaki halkın bu çevreler tarafından bu gazeteden soğutulmaya çalışılması son derece manidardır.Zira bu çevrelerin Taraf’a yaklaşım biçimi,solcu ve sosyalist geçinerek ulusalcılığın dümen suyunda giden zihniyetle aynı paralleliktedir.Keza islami basın,inanç hürriyetinin kısıtlandığı alanlar dışında gerçek manada bir sorgulama içersine girememiştir.Zira ideolojiler,hakikatı ve gerçeği bulmanın önünde aşılmaz birer engeldir.90 yılların başında işlenen faili meçhullerin bizzat sahte bir hizbullah örgütü yaratılarak tetikçiliğin bu taşeron örgüte ihale edildiği bilinmeyen bir sır değil.Oysa perdenin gerisinde hep aynı karanlık odak vardı:Derin Devlet!Peki hangi islami kesim bu gerçeğin üzerine gidebildi?
    Demekki derinlerdeki karanlık yapılanmaların kökenine inmek yerine yüzeyde,güdük ve etkisiz bir varlık gösterildi. Zaman zaman da aynı baskıya maruz kalan kesimler birbirine düşman edilerek derin iktidar savaşlarına alet edildiler.Bu gerçek hala da devam ediyor.İdeolojiler maalesef gerçek anlamda toplumsal bir muhalefetin oluşması önünde aşılmaz duvarlar ouşturdular.
    İşte Taraf’ı farklı kılan da bu içiçe geçmiş ideolojik karmaşanın kaynağına inme azim ve çabasıdır.Bu karmaşanın beslendiği ana damar bellidir.85 yıllık baskı rejimiyle hesaplaşılmadığı sürece ideolojik rekabetler demokrasi mücadelesini geriletecek ve maalesef hedef sapmaları devam edecektir.Umarım yanılan ben olurum.Benim gözlemlediğim gerçek;egemen güçlerin,ezilen ve dışlanan kesimleri karşıkarşıya getirdiği ve kafaları krıştırdığıdır.Çünkü bu yolla gerçek bir toplumsal muhalefet ve dayanışmanın önü alınmakta,bertaraf edilmektedir.Bunu yeterince başarıyorlar da.Başarıyorlar,çünkü kirli iktidarlarını ancak ezilen halk kesimlerini bölerek sürdürebiliyorlar.Ve maalesef halıhazırda yüzeyde devam eden kavgalar bu ortama zemin yaratmaktadır.

  100. Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Aziz Bey,

    Devamlı muhalefet etmiş oldum, ama yine ve feci bir şekilde yanıldığınızı düşünüyorum.

    Bugüne kadar anılan(sizin de belirttiğiniz gibi alnının akıyla duruşundan ödün vermeyen)muhalif basın da dahil Türkiye’deki derin devlet yapısını ve onun temsilcileri olan zihniyeti mercek altına alıp sorgulayan bir gazetecilik geleneği gelişmemiştir.

    Evvela ideoloji dediğiniz şeyin bir parçası da, tarihi ve bugünü açıklama ve yorumlama çabasıdır. Derin devlet de bugün herkes tarafından kabul edilen bir gerçekliktir. Taraf söylediğiniz gibi derin devletin yapısını ve ideolojik kökenini sorgulayagelmiştir, ama yine belli bir paradigma çerçevesinde. O paradigma da benim yorumladığım kadarıyla ikinci cumhuriyetçi paradigmasıdır. Taraf gazetesinin yaptığı bu şeyi başkaları da yapmıştır, ama kendi paradigmaları içinde. Sosyalistleri ele alalım: Sosyalistler her şeyi olduğu gibi, devletin ve derin devletin davranışlarını da tarihi, toplumsal ve ekonomik koşullarda arar. 12 Eylül, 24 Ocak kararlarının uygulanabilmesi ve yükselen sol muhalefetin artık anayasal demokratik düzen içerisinde polis, asker ve paramiliter sağcı güçler tarafından bastırılamadığı içi yapılmıştır der. 28 Şubat batıcı sermayeyle yeşil sermayenin kavgasıydı der. Ergenekon’un başarıya ulaşamayıp ordudan tasfiye edilmeye başlamasını, Türkiye’nin serbest piyasa ekonomisi ve küresel sermaye ile bütünleştiği, AB’ye girmeye çalıştığı bu günlerde ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda ordunun Avrupa ve Amerikan karşıtı ekip ile işbirlikçilerini koruyup kollamaktan vazgeçmesine bağlar. Bunların hiçbirine katılmasanız da, bunlar da en nihayetinde derin devlet ve darbe dinamiklerinin işleyişine dair akıl yürütmelerdir, analizlerdir. Taraf’ın yaptığı analizlerden daha sığ değildir. Taraf darbecinin ideolojik arka planına yoğunlaşmıştır, sosyalistler orduyu hareket ettiren güç ilişkilerinin arka planına.

    Bugün Kürt coğrafyasında Taraf gazetesinin kendilerini kürt özgürlük mücadelesine adadıklarını iddia eden çevrelerce mesefali karşılanması,oradaki halkın bu çevreler tarafından bu gazeteden soğutulmaya çalışılması son derece manidardır.Zira bu çevrelerin Taraf’a yaklaşım biçimi,solcu ve sosyalist geçinerek ulusalcılığın dümen suyunda giden zihniyetle aynı paralleliktedir.

    Taraf gazetesinin Kürt hareketine yaklaşımı zaman zaman kaypaklıklar gösterebilmektedir. En yakın örnek daha dünkü haber:

    http://taraf.com.tr/haber/31777.htm

    Haber verilen operasyon sebepleri örgüte para aktarma, sivil itaatsizlikle kaos yaratma (buradan dolaylı olarak Ergenekon’a atlamış), seçimlerden önce oy kullananları tehdit etme gibi fiiller. Ama bir de Milliyet’ten bakıyorum:

    http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1083004&Date=14.04.2009&Kategori=turkiye&b=PKKya%20kiskac%20operasyonu:%2015%20ilde%20%2050yi%20askin%20kisi%20gozaltinda

    Suçlamalardan bazıları “çocuğuma Kürtçe eğitim istiyorum diye Milli Eğitim Bakanlığı’na dilekçe vermek”, “üniversitede seçmeli Kürtçe dersi istiyorum diye rektörlüklere dilekçe vermek”, “idamın kaldırılması, genel af ve Kürtçe yayın serbestisi gibi faaliyetleri organize etmek” gibi dudak uçuklatan cinsten. Taraf bunları belirtmeye lüzum görmemiş.

    Bir başka sebep de seçim öncesi “Ergenekon’a karşı AKP’ye oy verin” minvalindeki çağrıları olabilir. AKP’ye – bence haklı olarak – karşı negatif hisler besleyen Kürtler Taraf’ın mana veremediğim AKP destekçiliği karşısında “iyisin hoşsun ama şöyle bir mesafe koyalım araya” demiş olabilirler. Tabii bu aynı zamanda AKP ile siyasi rekabette olan DTP’nin de gazete hakkında negatif fikirler geliştirip etrafa yaymasına vesile olmuş olabilir, ima ettiğiniz gibi.

    85 yıllık baskı rejimiyle hesaplaşılmadığı sürece ideolojik rekabetler demokrasi mücadelesini geriletecek ve maalesef hedef sapmaları devam edecektir.

    Gelişmiş demokrasilerde de ideolojik rekabet vardır, demokrasi mücadelesini falan da geriletmez. Bizdeki sorunun ideolojik rekabetten ziyade tarafların fırsatçılığı, ilkesizliği, hukuka ve demokrasiye karşı duyarsızlık, saygısızlık ve inançsızlığı olduğunu düşünüyorum. Örnek olarak, 28 Şubat’a olumlu bakan SİP/TKP ile karşı çıkan DSİP arasında ciddi ideolojik fark yoktur. Fark TKP’nin “solu hedefe koymuyor İslamcıları hedefe koyuyor, o zaman bu darbe iyidir” şeklindeki ilkesizliğidir. Taraf da benzer ilkesizlikleri Ergenekon davası kapsamında göstermektedir.

  101. Yazan:mehmet Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    sn Onur bey,

    *** Verdiğiniz bilgiler için SONSUZ teşekkürler.Sizin gibiler sayesinde Gerçeği_belli bir TARAF taysak o tarafın hatalarını görüp düzeltme imkanımız olur.
    ***”aydın” insanlardan beklediğim tek şey TUTARLI olmaları fakat BAĞNAZ olmamalarıdır.
    ***Fikir tartışmalarında yenilmek yeni bir hakikatın keşfiyle zenginleşmek değil midir.
    __YAPICI_TUTARLI_FAYDALI ELEŞTİRİLERİNİZDEN DOLAYI TEKRAR SONSUZ TEŞEKKÜRLER.

  102. Yazan:Tarik Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Birgün gazetesinin yaptığını savunmayacağım. Olaya “sağcı sağcıyı dövmüş”, “friendly fire” olarak bakan sol cenahın bilinçaltını aktarmış.

    Hangi cenahtan olursa olsun bir entelektüele yönelik şiddet haberinde, “tarafsız” izlenimi bırakacak bir haber dili kullanmak doğru değil. Burası çok doğru.

    Diğer yandan, islami kesimde, özgürlükçü demokrat olduğunu söyleyenlerin çoğu da dahil, yukarıdaki “friendly fire” izlenimini bırakacak bol miktarda yazı çıktı BBP ve Muhsin Yazıcıoğlu’yla ilgili.

    Hemen hemen bütün kriterler itibariyle faşizan bir hareket ve geleneğin (12 eylül öncesi ve sonrasıyla) siyasi lideri olan Yazıcıoğlu’yla ilgili iyi bir sınav verildiğini düşünmüyorum.

    Örneğin, Rasim Ozan gibi Türk solunda yabancı düşmanlığının izlerini bir detektif titizliğiyle sorgulayan insanların eğer entelektüel kaideleri gerçekten, demokrasi ve çoğulculuk; eleştiri nesneleri, yabancı düşmanlığı, ötekileştirme, ırkçılık gibi mefhumlarsa, böylesi faşizan bir siyasi geleneği olan bir harekete bu denli hayırhah bir dille yaklaşıyor olmaları kolay anlaşılır birşey değil.

    Burada problem yaratan, BBP ve Alperenlerin islami söylemiyse, safların netleşmesi için eleştirinin tersine daha keskin olmasını beklerdim. Eğer yukarıdaki ilkelerde samimiysek, böylesi konuların halının altına süpürmekle çözülemeyeceğini hatırlatmak istiyorum. Genellediğimi, örneğin bu sitede yazan kimi isimlerin bu eleştirilerilerden muaf olduklarının farkında olduğumu da söyleyeyim.

  103. Yazan:SEZAİ AKMAN Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Yaşa kardaş türkiye senin gibileri sayesinde düzelecek.

  104. Yazan:Onur Çobanoğlu Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Hangi cenahtan olursa olsun bir entelektüele yönelik şiddet haberinde, “tarafsız” izlenimi bırakacak bir haber dili kullanmak doğru değil. Burası çok doğru.

    Diğer yandan, islami kesimde, özgürlükçü demokrat olduğunu söyleyenlerin çoğu da dahil, yukarıdaki “friendly fire” izlenimini bırakacak bol miktarda yazı çıktı BBP ve Muhsin Yazıcıoğlu’yla ilgili.

    Hemen hemen bütün kriterler itibariyle faşizan bir hareket ve geleneğin (12 eylül öncesi ve sonrasıyla) siyasi lideri olan Yazıcıoğlu’yla ilgili iyi bir sınav verildiğini düşünmüyorum.

    Örneğin, Rasim Ozan gibi Türk solunda yabancı düşmanlığının izlerini bir detektif titizliğiyle sorgulayan insanların eğer entelektüel kaideleri gerçekten, demokrasi ve çoğulculuk; eleştiri nesneleri, yabancı düşmanlığı, ötekileştirme, ırkçılık gibi mefhumlarsa, böylesi faşizan bir siyasi geleneği olan bir harekete bu denli hayırhah bir dille yaklaşıyor olmaları kolay anlaşılır birşey değil.

    Burada problem yaratan, BBP ve Alperenlerin islami söylemiyse, safların netleşmesi için eleştirinin tersine daha keskin olmasını beklerdim. Eğer yukarıdaki ilkelerde samimiysek, böylesi konuların halının altına süpürmekle çözülemeyeceğini hatırlatmak istiyorum. Genellediğimi, örneğin bu sitede yazan kimi isimlerin bu eleştirilerilerden muaf olduklarının farkında olduğumu da söyleyeyim.

    Yazdıklarınıza yüzde yüz katılıyorum. Özellikle Kütahyalı’nın “faşist saldırı diyerek iletişimsizlik dilinin yavanlığına sığınmayacağım” diye yazdığını gördükten sonra bugüne kadar yazılarında toplam kaç kere faşist, faşizm ve faşizan kelimelerini kullandığının istatistiğini çıkaracaktım ama ne yazık ki bunun için yeterli vaktim yok 🙂

    Taraf’ın sağ siyasetlere, diğer siyasetlere açmadığı krediyi (hem de geri ödeme olmamasına rağmen, misal bu saldırı olayı, misal “ben paşanın başbakanıyım, siz kimin medyasısınız” olayı) açtığını düşünüyor ve bunu ciddi ilkesizlik olarak görüyorum. Eleştirilerimin temelinde tam da bu vardı: Kadrosu ikinci cumhuriyetçi, muhafazakar ve liberal tandanslı kişilerden oluşan bir gazete doğal olarak bu doğrultuda yazıp çizecektir, bunda ne şaşılacak bir şey var ne de yadırganacak. Mesele kendilerini öz hakiki demokratlık standartları enstitüsü olarak gören tavırlarıdır. Şunu söylemeden de geçmeyelim: Yıllar yılı bunu başkaları da yaptı ve hala yapıyor. Hiç kimse kendi demokratlığına ve çağdaşlığına toz kondurmaz, bir yandan da kendisine fikren yakınları mazur görme eğilimindedir (ben bile, gruptaki ilk iletime bakın). Bu hepimizin içinde olan bir hastalık, evvela bunu kabul etmeli ve birbirimize karşı ahlaki üstünlük taslar tavırlardan vazgeçmeliyiz diye düşünüyorum.

    Friendly fire meselesine gelince, önermenin kendisini olmasa bile yaklaşımı yanlış buluyorum. Solda genel olarak bu olaya kişilere ve taraflara destek ve karşı olma ekseninde bakan bir yaklaşım var. “Ben bu Kütahyalı’ya ne arka çıkacağım. Bak saldırganın koluna gireceğim diyor, kazara bunu destekleseydik onlar kolkola uzaklaşırdı biz meydanda armut gibi kalırdık” düşüncesini, bu kelimelerle dile getirilmese de hissediyorum. Bense kişileri değil eylemleri desteklemek ve karşı olmaktan yanayım. Benim baktığımda gördüğüm birisinin çekinmeden “kral çıplak” demiş olması ve bir başkasının buna aparkatla cevap vermesidir. Destek ve karşı olunması gereken şeyler bunlardır diye düşünüyorum.

  105. Yazan:sevim Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Eminim Rasim bey de şaşırmıştır.Adam “faşizm” diyor suç oluyor,bu kelimeyi kullanmamaya çalışıyor gene suç oluyor.Demek ki bu sıfatı kimin/kimlerin hakettiğinden çok isteğe göre ve ısmarlama söylendiğinde anlam kazanabiliyormuş.Ben mesela merak ediyorum ormanı bırakıp ağaçla uğraşan arkadaşlarımız acaba Rasim beyin daha önce sözcük enflasyonuna dönüştürdüğünü iddia ettikleri faşizm/faşist/faşistlik vs.yi kimlere ve neye karşılık kullanmıştır?Öküzün altında buzağı aramaya vazife edinmiş soyalist dostlarımız neden acaba zahmet edip burasını da araştırmamış?Eğer zahmet edip araştırılsaydı Kütahyalı’nın;Maraş katliamına,Sivas Vahşetine,işlenen binlerce failli belli cinayete neden olan sorumluları;bu ülkede karanlık ve şaibeli ilişkilerle,türlü komplo ve entrikalarla memleketi kan gölüne çeviren karanlık zihniyetleri;memleketi çiftlikleri gibi kullanan çete ve mafya örgütlerini…hülasa varolan derin devlet zihniyetini kasdettiğini anlamaları zor olmayacaktı.Ama ne hazindir ki bu yapıyı deşifre eden,cesaretle ve onurluca üzerine giden bu dürüst aydınımız kısır çekişmelerle gölgelenmemektedir.Demekki bu ülkede tutarlı devrimci olmak için sol jargona sarılmak varmış.Ulusalcılığı ırkçılık boyutuna vardırıp üzerine okkalı bir kaç slogan atıldımıydı mı daha makbul sayılıyormuş da haberimiz yokmuş.Ey ideolojik körlük sen nelere kadirmişsin?Adam 85 yıllık diktatörlüğün bu memlekete yaşattığı kayıpları dillendirince tu kaka sayılıyor ama Perinçek’ler,Y.Küçük’ler enternasyonalist!.Hayatın garip cilvesi işte ne diyelim.
    Ama yeter artık!Bu taraf anlayışıyla nereye kadar?Çekin ellerinizi bu ülkenin namuslu aydınlarının yakasından.Ve artık bu gayriahlaki omurgasızlığa bir son verilsin.İdeolojik takıntılar daha ne kadar bizi karanlığa sürüklemeye devam edecek,daha yetmedi mi?

  106. Yazan:neriman cabuk Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Sayin Kütahyali

    Aklin bittigi yerde, bilekler konusuyorsa, burada insanliktan bir kopukluk var demektir. Genc ve atesli yazaz diyorlar. Agzina geleni konusuyormussun. Cok da iyi ediyorsun. Simdiye kadar hep insanlar susturuldu. Olmadi öldürüldü. Basinda özgür olmaz ise, bu insan ve insanligin hali ne olacak?. Bu kaba gücleri kim engelliyecek.

  107. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Eminim Rasim bey de şaşırmıştır.Adam “faşizm” diyor suç oluyor,bu kelimeyi kullanmamaya çalışıyor gene suç oluyor.Demek ki bu sıfatı kimin/kimlerin hakettiğinden çok isteğe göre ve ısmarlama söylendiğinde anlam kazanabiliyormuş.Ben mesela merak ediyorum ormanı bırakıp ağaçla uğraşan arkadaşlarımız acaba Rasim beyin daha önce sözcük enflasyonuna dönüştürdüğünü iddia ettikleri faşizm/faşist/faşistlik vs.yi kimlere ve neye karşılık kullanmıştır?Öküzün altında buzağı aramaya vazife edinmiş soyalist dostlarımız neden acaba zahmet edip burasını da araştırmamış?Eğer zahmet edip araştırılsaydı Kütahyalı’nın;Maraş katliamına,Sivas Vahşetine,işlenen binlerce failli belli cinayete neden olan sorumluları;bu ülkede karanlık ve şaibeli ilişkilerle,türlü komplo ve entrikalarla memleketi kan gölüne çeviren karanlık zihniyetleri;memleketi çiftlikleri gibi kullanan çete ve mafya örgütlerini…hülasa varolan derin devlet zihniyetini kasdettiğini anlamaları zor olmayacaktı.

    Birincisi kendimi sosyalist olarak tanimlamiyorum. Dunya gorusum sosyalizmden etkilenmistir ama o kadar. Ikincisi, mesele Kutahyali’nin neye fasist deyip neye demediginden cok (tabii bu da bir meseledir), yeri geldiginde bu sozcugu esirgemeden kullanan kisinin birden fasist lafini “iletisimsizligin yavan dili”ne dahil etmis olmasinin tutarsizligidir (bana gore tutarsizliktir bu). Bir hareket/tutum/gorus/insan fasisttir ya da degildir, belli birtakim kriterlere gore. Eger etkinliklerinin en one cikanlarindan biri fasizmi ve fasistleri teshir etmekse (ki Kutahyali orneginde boyledir, sizin de belirttiginiz gibi), ya dersin bu adamlar/hareket/soylem vs. fasist, ya da degil dersin. “Fasist demeyecegim cunku iletisime darbe vuruyor” minvalinde bir seyler soyleyince biz de merak ediyoruz, digerlerinin hak edemedigi iletisimi hak etmek icin bu insanlar ne yapti diye. Merak iste.

    Yazinizin geri kalanini olusturan saldirgan demagoji salvosuna cevap vermeye bile tenezzul etmeyecegim. Gayriahlaki omurgasizlik lafini da aynen iade ederim. Laf konduramadiginiz karbeyaz ozgurluk savasciniz baskalarina elestirisini ne kadar esirgiyorsa, biz de ona elestirimizi o kadar esirgeyecegiz.

  108. Yazan:sevim Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    @Onur Çobanoğlu,

    Aman tenezzül etmeyin,bence sorun yok.Zaten gerçekleri ısrarla ıskalayıp biçimsel tartışmalardan buna değerli zamanınız da yetmiyordur.Böyle devam edin.Adam halının altına süpürülen pislikleri ortaya saçınca nedense şekilci yaklaşımlarla boğduğunuz devrimciliğiniz kabarıveriyor.Sahi,”kral çıplak”diyebilme cesareti gösterilince bu anlamsız reaksiyon nedendir acaba?
    Eminim bunu da yanıtlamaya tenezzül etmeyeceksiniz.Ama tavsiye ederim,gerçeklerinizle bir yüzleşin bence.Bazan aynaya bakmanın pek zararı olmaz.

  109. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Aman tenezzül etmeyin,bence sorun yok.Zaten gerçekleri ısrarla ıskalayıp biçimsel tartışmalardan buna değerli zamanınız da yetmiyordur.Böyle devam edin.Adam halının altına süpürülen pislikleri ortaya saçınca nedense şekilci yaklaşımlarla boğduğunuz devrimciliğiniz kabarıveriyor.Sahi,”kral çıplak”diyebilme cesareti gösterilince bu anlamsız reaksiyon nedendir acaba?
    Eminim bunu da yanıtlamaya tenezzül etmeyeceksiniz.Ama tavsiye ederim,gerçeklerinizle bir yüzleşin bence.Bazan aynaya bakmanın pek zararı olmaz.

    Butun yazdiklarimdan irkcilik boyutundaki ulusalciligi daha makbul buldugum, Perincek ve Yalcin Kucuk’u enternasyonalist buldugum ve hepsinden daha onemlisi Kutahyali’ya 85 yillik diktatorlugu elestirdigi icin tu kaka ettigim sonuclarini cikarabilmis bir insana neyin cevabini verecegim? Ben aynaya bakarken siz de okudugunu anlama ve sonuc cikarma dersleri alin. Cok ihtiyaciniz oldugu goruluyor.

    Kendimi sosyalist olarak tanimlamiyorum dememe ve devrimle ilgili en ufak imada bulunmamama ragmen ragmen sosyalistin de otesinde devrimciligimin kabardigini iddia etmissiniz (Ama pardon unutmusum, okudugunuzu anlayamiyordunuz). “Kral ciplak”la kastim, Kutahyali’nin Muhsin Yazicioglu’na iliskin yaygin bir kanaati hassas bir ortamda korkmadan dile getirebilmis olmasidir. Reaksiyonu buna mi vermisim, yoksa baska bir seye mi, buradaki okudugunu anlayabilenlerin takdirine birakiyorum.

    Kutahyali’nin fasizme karsi tutumu cesurca, dogru ama eksik ve tutarsizdir. Eger bu gercegi iskalayan bicimsel bir tartismaysa, o zaman sadece Kutahyali’nin degil Taraf gazetesindeki pek cok yazarin kariyeri gercegi iskalayan bicimsel tartismalarla gecmistir. Fikrini ifade eden bir aydinin suratina inen bir yumruktan daha gercek ne var? Bu yumruklar Kutahyali’dan once sayisiz insana indi (bazen satir ve kursun seklinde). Bu gercekleri ben mi iskaladim yoksa baskalari mi?

  110. Yazan:sevim Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Onur bey,ben genel bir duruma işaret etmeye çalıştım;Perinçek,Yalçın Küçük vb.nin solu temsil etmede daha çok prim yaptığını vurgularken.Bunu kişisel algılamanız gerekmiyordu.
    Ben şimdi de bu iddianın arkasındayım.Bu Türkiye’nin bir gerçeği.Peki siz böyle bir durumun olmadığını söyleyebilir misiniz?Bunu bir polemik olarak düşünmeyin lütfen.Sadece tartışıyoruz.
    Silivri’de ETÖ zanlılarının posterlerini taşıyarak solculuk taslayanların olmadığını söyleyebilir miyiz?Tenzih ederim,sizin gibi duyarlı insanları asla böyle bir değerlendirme içine alma hakkım olamaz.Bu benim haddime düşmez.
    Ben,ideolojik kirliliğin/karmaşanın bizzat egemen güçler tarafında sistemli olarak yaratıldığını,bunun kitle bilincini iğdiş ettiğini ve bellekleri bulandırdığını vurgulamaya çalıştım.
    Dolayısıyla demokrasi güçlerinin bu oyunlara karşı uyanık olması gerektiğini düşünüyorum.Yani brileri bu sisli havayı yaratmaya çalışırken bizim birbirimizi yemekle uğraşmamız bana göre doğru değil.Tabii yanılmış olmam ve sizin tabirinizle yanlış okumalarım muhtemeldir.Beni uyrmanızdan da rahatsız değilim.
    Eleştiri dozunu kaçırdıysam da sizden özür dilerim.Amacım şahsınıza yönelik maksadı aşan ithamlarda bulunmak ve sizi rencide etmek değildi kesinlikle.

  111. Yazan:riverist Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Daha milyonlarca yorum yazarsınız, ben Mustafa Kayatuzu’nu 10 yıldır tanırım,bir anlık sinirle yapılmış fevri bir tepki. Hiçte mutlu deildir eminim o arkadaşı yumrukladığı için. Haklı haksız tartışmalarınada girmeyeceğim. Boşuna ergenekon fantazileride kurmayın, bu olayda Mustafa Kayatuzu ergenekoncuların provakatörü ise herhalde ben ve arkadaşımlarımda ergenekoncuları yetiştirenler olurduk. Tanımadığınız için kısmende olsa hak veriyorum ama bu bağlantıları kuranlarada gülmeden edemiyorum. Neyse hepimize gemiş olsun…

  112. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Onur bey,ben genel bir duruma işaret etmeye çalıştım;Perinçek,Yalçın Küçük vb.nin solu temsil etmede daha çok prim yaptığını vurgularken.Bunu kişisel algılamanız gerekmiyordu.

    Ben şimdi de bu iddianın arkasındayım.Bu Türkiye’nin bir gerçeği.Peki siz böyle bir durumun olmadığını söyleyebilir misiniz?Bunu bir polemik olarak düşünmeyin lütfen.Sadece tartışıyoruz.

    Perincek ve Yalcin Kucuk solu temsil etmede kimin gozunde daha cok prim yapmis? Bir kere butun sol gruplar Perincek’in fasist oldugunda hemfikirdir. Perincek Kizilelma koalisyonuna katildigindan beri durum bu. Kucuk bir ornek:

    http://www.cnnturk.com/2006/turkiye/05/30/dogu.perincek.odtude.protesto.edildi/187095.0/index.html

    Perincek’i sol sayan bir sol grup ben bilmiyorum. Siz biliyorsaniz soyleyin.

    Yalcin Kucuk ile ilgili bir baska ornek:

    http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1064041

    Ha, derseniz ki diger insanlarin gozunde prim yapiyor, tabii ki kafalari bulandirmis olabilir. Solun ne olup ne olamayacagina dair fikri olmayanlarin bir kismini sol olduguna ikna etmis olabilir. Ama yine, digerlerine gore daha cok prim yaptigi iddiasina somut delil gormeden inanmam. Benim bildigim boyle bir somut delil yok.

    Silivri’de ETÖ zanlılarının posterlerini taşıyarak solculuk taslayanların olmadığını söyleyebilir miyiz?

    Soyleyemem.

  113. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Az once yanlislikla gonder tusuna bastim. Daha yazacaklarim vardi:

    Ben,ideolojik kirliliğin/karmaşanın bizzat egemen güçler tarafında sistemli olarak yaratıldığını,bunun kitle bilincini iğdiş ettiğini ve bellekleri bulandırdığını vurgulamaya çalıştım.

    Maalesef oldukca basariya ulasmislar. Sosyalistlerin buyuk bolumunun ulusalciliga prim verdigini dusunenler hic azimsanmayacak sayida.

    Dolayısıyla demokrasi güçlerinin bu oyunlara karşı uyanık olması gerektiğini düşünüyorum.Yani brileri bu sisli havayı yaratmaya çalışırken bizim birbirimizi yemekle uğraşmamız bana göre doğru değil.Tabii yanılmış olmam ve sizin tabirinizle yanlış okumalarım muhtemeldir.Beni uyrmanızdan da rahatsız değilim.

    Kimseyi yedigim falan yok. Kutahyali’nin ve Taraf gazetesinin yaklasiminda bana gore ciddi yanlislar goruyorum ve bunu soyluyorum. Sisli havalar kavram ve dusunce netligiyle, akilla, mantikla dagilir. Bunlara erismenin yolu da dogru dusunme ve tartismadir.

    Eleştiri dozunu kaçırdıysam da sizden özür dilerim.Amacım şahsınıza yönelik maksadı aşan ithamlarda bulunmak ve sizi rencide etmek değildi kesinlikle.

    Her dozda elestiri ve ithami kaldirabilirim, temeli oldukca. Ozur dilemenizi veya had bilmenizi gerektiren bir durum yok, sadece soylemediklerim uzerinden yargilamayin beni.

  114. Yazan:3H Hareketi Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Milliyetçilik Sarmış Dört Bir Yanımı

    Türkiye’de ve Dünya’da Yükselen Milliyetçiliği Tartışıyoruz..

    22 Nisan Çarşamba, 19.00-21.00

    Program:

    19.00-19.30 Sosyal Devlet Irkçılığı Teşvik Eder mi? / Soner Tunceli

    19.30-20.15 Liberaller Yükselen Milliyetçiliğe Nasıl Yaklaşmalı? / Rasim Ozan Kütahyalı

    20.15-21.00 Soru Cevap

    Katılmak İsteyenler İçin:

    Yer: Friedrich-Naumann Vakfı Seminer Salonu

    Cumhuriyet Cad. No. 6 D.13 34230 Elmadag – Taksim / Istanbul

    Telefon: 05355626521

    E-posta: 3hiletisim@gmail.com

    Facebook Linki: http://www.facebook.com/event.php?eid=95394292994

  115. Yazan:sevim Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    @Onur Çobanoğlu,

    Perinçek’in “sol”culuğu derken,ulusalcılığın solculukla,devrimcilikle karıştırıldığı bir Türkiye gerçeğiden sözediyorum.Solun bazı kesimler tarafından bilinçli olarak çarpıtıldığı,içinin boşaltıldığını ve bunun solu yıpratıp,yozlaştırdığı bilinmeyen bir sır değil.Bu nedenle “hangi sol gruplar bu oyuna gelmiştir”şeklindeki sorgulayıcı mantığınızı doğru bulmuyorum.Ortada bu havadan oldukça etkilenen bir kitle vardır.Bana göre bu aldatmaca sola biraz daha yakın görünen geniş bir kitle tarafından kabul görmüştür.Ve bu yapı gittikçe de kök salmaktadır…Solun bir açmazı haline gelmiştir.Mesele hangi gruplar meselesi değildir.Elbette burada özgürlükçü solu temsil eden,ilkelerinin arkasında duran kesimler kasdedilmiyor.Ki,bu salgına dolaylı ya da dolaysız bulaşmamış grupların sayı ve oranı,buna itibar eden kitleden çok daha azdır.Açıkçası toplumun bu yönde bir yozlaşmaya doğru evrilmesinde belirleyici olan bir çoğunluktan sözediyorum.Cumhuriyet Mitingleri buna örnektir.Şimdi bu mitinglere Perinçek’leri,Tuncay Özkan’ları,Nur Serter’leri temsil eden zihniyetle yanyana,kolkola slogan atan,eylem birliği yapan grupları saymam mı gerekiyor.Bunun yanında ETÖ sanıklarını “muhalif”kimliklerinden dolayı bir siyasi oyuna kurban edildiğini düşünenlerin sayısı az değildir.ETÖ soruşturması başladığında “Yesinler birbirlerini”diye manşet atanlar uzaydan gelmedi sanırım.Sözde sol basın olarak bilinen bir yayın organının bu talihsiz yaklaşımı düşündürücüdür.Peki kimdir bu yayın organını temsil edenler?Keza,Kütahyalı’nın saldırısında “sağcı sağcıyı dövdü”şeklinde saflarını belli etmediler mi?Peki bu bilinen çevreler kendilerini solda tanımlamıyorlar mı?Bu nasıl bir mantıktır,nasıl bir soldur?Bilmem örnekleri çoğaltmak gerekir mi?
    Dolayısıyla isimlerin,grupların bir önemi yoktur;ortada başaşağı giden bir zihniyet sözkonusudur,anlatmak istediğim budur.

  116. Yazan:MY Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    BBP’liler hâlâ “biz öyle degiliz, aslinda çok efendi adamlariz, bir anlik öfkeyi abartmayin” tarzinda mesajlar yolluyorlar.

    mutlaka samimi Müslümanlar vardir aralarinda ama Alperen camiasinda bir sürü
    kavgaci insan var. Kayatuzu’nun elinde bir silah olsaydi ne olacakti? KANAL 7’yi tarayacak miydi?

    Alperenler ona buna yumruk atmayi birakip biraz düsünmeye baslasalar iyi olacak:

    Daha Türkiye’deki seçmenleri arkasinda toplayamayan bir BBP dünya Türklerini nasil birlestirecek? Kerkük’te filan ne ariyordu Muhsin Bey?

    Türkiye’nin Kürtlerinden, Ermenilerinden oy talep edemeyen bir BBP Kerkük’te ya da Kazakistan’da ne yapacak? Temel mesele budur.

  117. Yazan:Onur Cobanoglu Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Ortada bu havadan oldukça etkilenen bir kitle vardır.Bana göre bu aldatmaca sola biraz daha yakın görünen geniş bir kitle tarafından kabul görmüştür.Ve bu yapı gittikçe de kök salmaktadır…

    Argumaninizin ozunu bu olarak tespit ettim (yanlissa soyleyin). En once bu saptamaya katildigimi belirtmek istiyorum, cunku tartismamin gerisi kismen sekilci olacak.

    Turkiye kadar at iziyle it izinin birbirine karistigi memleket zor bulunur. Herkesin kendini oldugundan farkli pazarladigi bu ulkede aldatmaca sadece sol uzerinden degildir. Mesela kendini demokrat diye satan nice yasakci baskici insan vardir her kesimden. Sisler sadece solun uzerinde degil. Peki bu sis nasil dagitilir? Pek cok sinama yolu var. Bunlardan biri eylem-soylem tutarliliginin sinanmasi. Mesela vaktinde bir televizyon programinda (Can Dundar’in “Neden?” programi) liberal ve demokrat oldugu icin turbana ozgurlugu savundugunu iddia eden bir ogretim uyesi vardi Gazi Universitesi’nden. Bu kisiye “peki 301. madde kalkmali mi sizce?” diye bir soru geldi. Amcam once pembelesti, sonra morardi. 3 dakika kadar agzindan anlasilmaz sesler cikti. 3 dakika sonra ancak “hayir 301 kalkmamali” dedi. Her zaman bu kadar kolay olmaz tabii, sadece ornek olsun diye verdim. Bunu mesela Isci Partisi’ne uygulayacak olursak: Butun dunyada tarihi tecrube gostermistir ki milliyetcilik sol mucadeleye darbe vurmus, irkcilik ve fasistlik ise hegemonya alanlarinda solu bitirmistir. Bu sebepten oturu sol bunlarin asla eyvallah edilmemesi gereken akimlar oldugunda genis bir konsensuse varmistir (oldukca genis, iddia ediyorum). Isci Partisi gibi yayin organlarinda Kurt bakkalindan alisveris yapma o para PKK’ya gidiyor diyen bir parti sol tarafindan cizilmistir. Bu arguman eger ikna edici gelmediyse, o zaman sunu alalim: En basitinden ismi “Isci Partisi” olan bir parti son 1 Mayislarda neredeydi? Veya diger emek konseptli mitinglerde?

    Ki,bu salgına dolaylı ya da dolaysız bulaşmamış grupların sayı ve oranı,buna itibar eden kitleden çok daha azdır.Açıkçası toplumun bu yönde bir yozlaşmaya doğru evrilmesinde belirleyici olan bir çoğunluktan sözediyorum.Cumhuriyet Mitingleri buna örnektir.Şimdi bu mitinglere Perinçek’leri,Tuncay Özkan’ları,Nur Serter’leri temsil eden zihniyetle yanyana,kolkola slogan atan,eylem birliği yapan grupları saymam mı gerekiyor.

    Birincisi Cumhuriyet mitingleri sirasinda pek coklarinin darbe planlari daha ortaya cikmamisti. Oraya gelen cogu insan tam demokratik bir tepki vermek amaciyla oradaydi. Yaygin kaninin aksine, “haydi darbe yapiyoruz” dense o kalabaligin ciddi bir bolumu ortadan kaybolurdu. Zaten sirf komployla oyle bir kalabaligi da o sekilde toplayamazsiniz. Ben bile Ankara’daki Cumhuriyet mitingine katildim. Sonradan Istanbul’daki Cumhuriyet mitingindeki darbe cigirtkanlarini gorunce inanilmaz pisman oldum ve gitmemis olmayi diledim o ayri. Ama daha darbecilerin su yuzune cikmadigi, her seyin demokrasi cerevesinde yurudugunun sanildigi bu kadar genis katilimli ortamda bile yillardir istikrarli sol tutumlari tescillenmis pek cok STK (mesela DISK, KESK, TMMOB, TTB, Egitim-Sen vb.), uyelerinden gelen yogun baskilara ragmen “katilmiyoruz, biz kendi alternatif mitingimizi yapacagiz” dediler ve cok siddetli tepkiler aldilar, oyunbozanlikla suclandilar. Hatirlamak icin suna bir bakin:

    http://www.tmbd.org.tr/1/107/TMMOB-Baskani-M.-SOGANCI—'ya-YANIT.htm

    Ozellikle su paragrafa:

    ‘”Biz; gericiliği toplumun ve devletin her zerresine yerleştirmek ve kurumsallaştırmak isteyenlerle, IMF ve ABD’nin emirlerini harfiyen yerine getirenlerle darbeci generaller arasından bir tercih yapmak zorunda değiliz.” Gibi havadan sudan bahaneler yarattınız.’ (bu suclama TMMOB baskani Mehmet Soganci’ya yonelik).

    Bunun yanında ETÖ sanıklarını “muhalif”kimliklerinden dolayı bir siyasi oyuna kurban edildiğini düşünenlerin sayısı az değildir.

    Insanlarin bunu dusunmek icin hakli sebepleri oldu. Somut kanitlar ortaya ciktigi zaman anlasiliyor kim hakikaten inanmak istedigi seyi dusunuyor. Somut kanitlar ortaya cikana kadar saibe olacaktir. Mesela Turkan Saylan’in profili belliyken, darbeye bulastigina dair somut delil bulunmadigi surece bu saibe olacaktir ve dogaldir.

    ETÖ soruşturması başladığında “Yesinler birbirlerini”diye manşet atanlar uzaydan gelmedi sanırım.Sözde sol basın olarak bilinen bir yayın organının bu talihsiz yaklaşımı düşündürücüdür.Peki kimdir bu yayın organını temsil edenler?Keza,Kütahyalı’nın saldırısında “sağcı sağcıyı dövdü”şeklinde saflarını belli etmediler mi?Peki bu bilinen çevreler kendilerini solda tanımlamıyorlar mı?Bu nasıl bir mantıktır,nasıl bir soldur?

    “Filler Tepissin Biz Izleyelim” mansetini atan kisi (Ahmet Tulgar) vaktinde Mehmet Agar’a demokrasi kahramani dedigi icin olaganustu tepki gormus bir kisidir. Daha sonradan Birgun’de bir sansur olayina da karismistir adi. Peki Birgun boyle bir insani niye calistirir ve niye bu mansete daha sonra izah getirmedi? Daha once de belirttigim gibi Birgun karbeyaz bir gazete degil ve ben de onlarin avukati degilim. Cok begendigim bir gazete de degildir acikcasi. Ama genel olarak sol tutum icindedir (genel olarak). Eger tekil hatalar uzerinden “sozde” yargisina varacaksak, mesela Taraf’i sozde demokrat ilan ettirecek suruyle ornek bulabilirim (bir kismini burada paylastim). Tekil hatalar tabii ki elestirilecek (gerektiginde sert bir sekilde), ama onceki yazinizda belirttiginiz gibi, demokrasi gucleri birbirini yedikce cogalmiyor.

  118. Yazan:Mehmet TAB Tarih: Nis 21, 2009 | Reply

    Türkçü olarak rasimin yediği dayaktan ötürü üzüldüm. Temennim rasimin orada hayatını kaybetmesiydi.

    Atatürk düşmanlarının yok olması dileğiyle.

    Türkiye Türklerindir.
    Beğenmeyenler için sınır kapısı onları bekliyor.

  119. Yazan:figen sacik Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    Acziyet göstergesi olarak yorumlar ben ve benim gibiler “dayak” olayını…
    “Nush” ile susturamadıkları, “kötek”le dize gelecek zanneder SANRI sahipleri…
    Halbuki bilseler; “nush ve kötek” Ziya Paşa’nın eserine konu olmaktan başka bir işe yaramamış bağdaşmaz ikilidir…

    Uzun lafın kısası ÇOK GEÇMİŞ OLSUN OZAN KÜTAHYALI!
    Fikirlerimle, ideolojimle, üyesi olduğum partimin felsefesiyle örtüşsün örtüşmesin “zeka” nı ve “donanım” ını konuşturduğun “cesur” yazılarına devam etmen dileklerimle…..

    Sevgilerimle,
    Figen Sacık
    LDP Gen.Sekreter Yardımcısı

  120. Yazan:Veysel Yenigül Tarih: Nis 25, 2009 | Reply

    Sözünün eri, düşünce ve onun ifade özgürlüğünün kutsallığına inanmış, kaleminden hakikat fışkıran Rasim kardeşimize yapılan bu ilkel saldırıyı lanetliyoruz. Hınıshaber

  121. Yazan:ali Tarih: Tem 13, 2009 | Reply

    beyin yeterli olmayınca kaba kuvvet devreye girermiş. ne yapsın adamcağız. allah bu kadar beyin vermiş.

  122. Yazan:SİLVANLI YÜKSEL Tarih: Kas 14, 2009 | Reply

    SANA BUNUN GİBİ NİCE SALDIRILAR OLACAK BU SALDIRILAR ASLA KALEMİNİ SUSTURAMAZ VE SUSTURMAMASI İÇİNDE ELİNDE GELENİ YAPACAĞINI BİLİYORUZ ŞAHSINIZ GİBİ CESARETLİ YÜREKLİ DELİKANLI HERŞEYİ DÜRÜST BİR BİÇİMDE YAZAN YAZARLAR AZDIR BENİM VE BENİM GİBİ MİLYONLARCA İNSAN ARKANDANDIR ALLAH SENİN VE SENİN GİBİ CESARETLİ İNSANLARIN ARKASINDADIR SANA BU GÜN SALDIRAN İNSANLARIN YAZILARINLA RANTLARINI ELLERİNDEN ALIYORUSUN GERÇEKLERİ HALKA ANLATIĞIN İÇİN ELLERİNDEN GELEN NE KÜTÜLÜK VARSA SANA YAPMAK İSTERLER ŞAHSIM CANIM VE MALIMLA ARKANDA OLDUĞUMU BİLMENİ İSTERİM TEKRAR GEÇMİŞ OLSUN

  123. Yazan:bawer Tarih: Ara 15, 2009 | Reply

    sokakta dediginiz cokcuklar gayet ne yaptıgını iyi biliyor lar D T P KAPATLM MASI bence türkey için hiç güzel olmadı türkey cok kötü günler bekliyor bunu için hazır olanım belki hiç düşün medeginiz günler geliyor iç savaşı olabilr kürt leri ve türk ler iç savaşa götürüyor sunuz bunu yapan mhp ve chp bir kürt partisi vardı bir umut bekliyordu DTP ODA di KAPATILDI o yüzden tepkiler çok yüksek olacak ben acıyorum bu insanlara mahsum kırmızı gül bir şarkısı vardı bir kardeş kardeşi vuruyor bizde ogünlere geldik way türk yem bunu yapan MHP VE CHP SENİN NE HALE KOYDULAR kınıyorum bu 2 partiyede bende DÜŞÜNDÜKLERİM anlat maya calış tım

  1. 1 Trackback(s)

  2. Nis 22, 2009: Son 30 günde en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin