Joël Grare – La Femme De L’Eau »
By Dursun Kackar on Ara 8, 2013 in İnsan Müzikleri | 0 Comments
By Aylin do Nascimento on Ara 8, 2013 in FETÖ ve Gülenistler, Kitap Alıntısı | 0 Comments
“… Yöntem ve yaklaşımlarının dayandığı hadisler dolayısıyla birbirlerinden farklı dört ayrı fıkıh görüşünün, sonradan, imamları kabul edilen ve kendilerinden sonra gelenler tarafından geliştirilmiş olan dört ayrı mezhebin kurucusu olarak addedilen İmam Mâlik bin Enes, İmam Ebû Hanîfe, İmam Muhammed Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel Halîm, açtıkları fıkıh yollarında eleştiri yapılmaksızın taklîd edilmelerini de asla uygun görmediler :
Hüseyin Kâzım Kadri: 20. Asırda İslâmiyet; Pınar Yayınları, sayfa: 99).
.
… Gülen Cemaatiyle ilgili yazılar …
… Bu konuda okumak için…
Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:
Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.
Bilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.
Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.
İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında
Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz.Buradan indirebilirsiniz.
Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanıadındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.
By Tahsin K. on Ara 7, 2013 in FETÖ ve Gülenistler, İslam | 1 Comment
By my on Ara 7, 2013 in Afrika, Amerika, Amerikan Saldırganlığı, Fransa, Uygar(?) Batı | 2 Comments
Resmi haberlere göre Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Hristiyan ve Müslüman gruplar arasında çıkan çatışmalarda 2 günde 300’e yakın kişi öldü. Özellikle biz Müslümanların bu olayları dinsel çatışma şeklinde okuması büyük hata olur.
Etyopya, Mali, Mısır, Cezayir ve daha bir çok Afrika ülkesinde “başarıyla” oynanan bir oyun var. Bir kez daha aynı senaryo sahneleniyor. Resmî görevi “terörle özellikle de El Kaide ile mücadele” olan Amerika Birleşik Devletleri Afrika Komutanlığı, kısa adıyla AFRICOM iş başında. Amaçları elbette terörle mücadele değil. Tam tersi. AFRICOM’un üs kurduğu, operasyon yaptığı her yerde El Kaide veya başka adlarla şiddet yanlısı “İslâmcı” terör örgütleri çıkıyor ortaya. Meselâ Mali’de Tuaregleri eğitip silahlandıran AFRICOM idi.
AFRICOM George W. Bush hükümetinin emriyle Afrika’da sivil ve askeri operasyonlar düzenlemek amacıyla Pentagon’un 2007 yılında kurduğu birim. Elbette Afrikalılara faydası olacak bir şey için ABD’nin para ve zaman harcaması söz konusu olamaz. Şimdi Afrika’da olanları anlamak için iki soru:
Mali’nin işgali sırasında çok kısa bir kaç makale ve bazı alıntılar yayınlamıştık. Afrika’daki sözde “İslâmcı” terörü anlamak isteyenler için, gözden kaçmasın:
Fransa’nın Mali operasyonu ile ilgili olarak:
Afrika üzerine:
… Amerikan Saldırganlığı konusunda okumak için…
By Katrin Baskiotis on Ara 6, 2013 in Ekonomi, Kapitalizm, Liberalizm | 0 Comments
Videonun çevirisi: “Elimde görmüş olduğunuz şu kurşun kalemin tahtası filan ülkeden, içindeki kurşunu falan bölgeden geliyor. Aynı dili bile konuşmayan, farklı dinlerden olan bu insanlar bir araya gelselerdi birbirlerinden nefret bile edebilirlerdi. Siz bu kurşun kalemi aldığınızda bir kaç saniyeliğine binlerce insanla ticaret yapıyorsunuz. Merkezî bir büro yok, emir-komuta yok. Fiat sisteminin sihirli gücü bu. Bütün bu insanlar bir araya geliyor ve siz bu kalemi çok küçük bir bedel ödeyerek alabiliyorsunuz. İşte bunun için serbest piyasa çok önemli. Sadece verimi arttırmak için değil. Dünyadaki insanların arasında huzuru ve barışı sağlamak için.”
Bütün bu makul ve mantıklı lafların arasına sızmış bir hokkabazlık var, sezebildiniz mi? Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet! Friedman son cümlede piyasa fetişizmini adeta zihnimize enjekte ediyor: Para kazanmak için çalışan insanlar, işçiler, yatırımcılar, tüccarlar bilmeden, hatta istemeden HUZUR ve BARIŞ üretiyorlar(!). Daha doğrusu Piyasa denen “sihirli” varlık sayesinde oluyor. Piyasa neylerse güzel eyler! Bunun için “fetişizm” kelimesi çok uygun bu imanlaşan liberalizme. Zaten bugün de duymuyor muyuz “Piyasaya inanmak lâzım” gibi lâflar?
Konuşmadaki gariplik hemen dikkati çekmiyor. Bir ayna tutalım şimdi ve “sihirbazların” hilesini açığa vuralım. Friedman’ın elinde bir el bombası olduğunu düşünün veya Halepçe’de 5000 Kürdün öldürülmesi için kullanılan Alman yapımı bombalardan birini tutmuş olsun:
“Elimde görmüş olduğunuz bu hardal gazı kapsülü sayesinde binlerce Kürd güneşin doğduğunu göremeyecek bir daha. Uluslararası işbirliğinin zaferi bu. Bombanın metal kısmı Romanya’daki demir madenlerinden geliyor. Elektronik aksamı Tayvan yapımı. Montajı Almanya’daki bir fabrikada Türk işçiler tarafından gerçekleştirildi. Kimyasal silahı sivil halkın üzerine atan Mirage jetlerini üreten Fransızlar Katolik ve kullanan Iraklı pilotlar Müslüman. Farklı dilleri konuşan, ayrı dinlerin mensubu bu insanlar bir araya gelseler birbirlerinden nefret bile edebilirlerdi ama birlikte böyle FAYDALI projelere imza attılar. Merkezî bir büro yok, emir-komuta yok. Fiat sisteminin sihirli gücü bu.”
… Bazı gerçekler ve liberal yalanlar üzerine için…
Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.
1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın”çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda.“Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.
Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitaptaliberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.
Liberalizm Demokrasiyi Susturunca
Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.
Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?
İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.
Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.
İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?
Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.
Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:
By Tavit Kilimciyan on Ara 6, 2013 in İnsan Müzikleri | 0 Comments
By Konuk Yazar on Ara 6, 2013 in AKP, Demokrasi, FETÖ ve Gülenistler, İslam, vicdan | 4 Comments
Fikret Uluşık
Bir zamanlar mensubu olduğum , uğruna canımı verebilecek şekilde kendimi şartlandırdığım , çevremdeki insanlara da destek olmayacaksanız köstekte olmayın telkinleri bir tehdit gibi beyan ettiğim günleri, yad etiğim de hata mı etmişim acaba diye başlayan sorulara bir türlü son veremiyorum ,bir gönül hareketi yani cemaatin nasıl oldu da bu kadar siyasallaştı ve devleti kendisine müsavi gördüğü şekle şemale nasıl geldiğini hakkaniyetten ayrılmama temennisiyle yazmaya gayret edeceğim.
Civanmert Anadolu insanın gayretleriyle ayakta kalıyoruz ,biz öyle olmalıyız ki bu insanların hakkını taşıyabilelim sonuçta emin Read the rest
By admin on Ara 6, 2013 in Modernleşme, Psikanaliz, Sigmund Freud | 0 Comments
Tanrısız sanat, tanrısız bilim, tanrısız siyaset ve tanrısız felsefe
“… Rönesans, aydınlanma, endüstri devrimi, Fransız ihtilali,… Bunları Tarih kitabı başlıkları olarak değil Avrupa’nın, 2013 Avrupasının temellerinin atılması olarak okumak lâzım. Hatta dünya tarihi olarak. Zira cebren ve hile ile de olsa bütün dünyaya dayatılan pozitivist tasavvurun inşa edilme adımlarıdır bunlar.
Önce Batı Avrupa’yı sonra bütün dünyayı şekillendiren bu olaylar aslında çok farklı sahalarda meydana geldiler: Sanat, felsefe, bilim ve teknoloji, siyaset… Ancak ortak noktalarına baktığımızda bir sekülerleşme yani dinden, Tanrı ve Ahiret inancından kopma görüyoruz. Rönesans sanattan çıkardı dini. Konusunu İncil’den alan tablolar bile seküler bir estetik anlayışıyla yapıldı: Merkezî perspektif, gerçekçi renkler, figüratif temsillerin tercih edilmesi, tezyin ve soyut resmin adeta dekorasyon derekesine düşürülmesi… (Bkz. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır) Aydınlanma ve endüstri devrimi felsefe ve bilimsel bilgi ile Tanrı tasavvurunu ayırdı. Nihayet Fransız ihtilali ve takip eden ulus-devletler dönemi siyasetin sekülerleşmesi ile asra damgasını vurdu. Cumhuriyet Fransa’sından komünist Rusya’ya ve Kemalist Türkiye’ye kadar her yerde aynı senaryo:
Tanrısız sanat, tanrısız bilim, tanrısız siyaset ve tanrısız felsefe derken varlık felsefesi yani ontoloji de bu “temizlikten” payını aldı. İyi bir Sigmund Freud okuyucusu olan Martin Heidegger devasa kitabı Varlık ve Zaman (alm. Sein und Zeit) ile tanrısız bir metafizik inşa etti. İyi bir Freud okuyucusu zira Freud’un 1912′de kaleme aldığı Totem ve Tabu, 1916′da yazdığı Psikanalize Giriş ve nihayet 1919′da yayınlanan Das Unheimliche isimli denemesine göndermeler yapıyor. Zaten Heidegger mektuplarında da açıkça Sigmund Freud’dan etkilendiğini yazmış …”
By Tahsin K. on Ara 5, 2013 in FETÖ ve Gülenistler, İslam | 2 Comments
Sual: Muhterem hocam, hizmet hareketinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
– Bir fıkrayla anlatayım. Titanik gemisinde bir sihirbaz gösteri yapıyormuş. Fakat gösteriyi izleyen bir papağan en heyecanlı noktasında sihirbazın hilelerini anlatıveriyormuş. Sihirbaz da kızıyormuş ama papağanın sahibinden çekindiği için bir şey de yapamıyormuş. Titanik batınca sihirbaz can havliyle bir tahta parçasına tutunmuş, canını kurtarmış. Papağan da uçup yanına konuvermiş. Bir süre karşılıklı bakıştıktan sonra papağan sihirbaza dönüp “vallahi bu sefer gemiye ne yaptığını ben de anlayamadım” demiş. Hizmet hareketi yeni değil, yıllardır takip ediyoruz. Bizlere bir çok ters gelen, uyuşmadığımız şeyler oldu fakat dinimizde su-i zan haram olduğu için ve bu kardeşlerimiz de ehl-i din, ehl-i tevhid oldukları için hep destekledik, hatalarını, kusurlarını görmezden geldik. Geldiğimiz noktada ise hizmet hareketinin kendisine verdiği zararı anlamakta zorlanıyoruz. İnşallah bu hengameden hayırlı neticeler hasıl olacak. Ümmetin, üzerindeki ölü toprağını atıp canlanması için bir vesile olacak diye dua ediyoruz.
Sual: Sizce hizmet hareketi bir muhalefet partisi kurmayı mı düşünüyor, dersane meselesini büyütüp siyasi bir ayrışmaya gitmelerini nasıl yorumluyorsunuz?
– Bir şey söylemek güç. Fakat belki de doğrusu bu. Türkiye siyasetinde bir muhalefet boşluğu olduğu muhakkak. CHP ve MHP yıllardır kendilerini yenileyemediler ve sığ ideolojilerden kurtulup gerekli olan muhalefet hzmetini ifa edemediler. Böyle bir ihtiyaç var. Belki de çok geç kalınmış bir ihtiyaç. Fakat bunun dini cemaat adına yapılmasını doğru bulmuyorum. Yani cemaat içinden bu işin sözcülüğünü yapabilecek çok değerli isimler varken Fethullah Efendi’nin bu rolü üstlenmesi doğru olmamıştır.
(Cenevre’de yayınlanan İttihad-ı İslâm dergisinin Ali Parisî Hoca Efendi Hazretleri ile 04.11.2013 tarihinde yaptığı röportajdan)
By Berivan K. on Ara 5, 2013 in Beyin Yıkama, FETÖ ve Gülenistler, Psikolojik harp | 1 Comment
… Gülen Cemaatiyle ilgili yazılar …