Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

İnsanlar sadece görmeye hazır oldukları şeyi görürler »

sanat-goz-akil

 

… Bu konuda okumak için…

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

Sana kanat da vermiştik, neden yerde sürünmeyi tercih ettin? »

freud_hurriyet_ozgurluk_vicdan_azabi

Tâbiat ve Hürriyet Arasındaki Uçurum: Kierkegaard, Heidegger ve Freud

“… Öngörülemezlik bir sonsuzluktur; İnsan gözü (=aklı) biyolojik tâbiat ile ruhanî hürriyet arasındaki o uçuruma bakınca baş dönmesi kaçınılmazdır . Zira baş muhitinde cem olur aklın hem de gözün nûru …”

Modernleşme tarihi aslında Avrupa’nın dinsizleşme tarihi değil midir? Bu rüzgârla gelmiştir tanrısız sanat, tanrısız bilim, tanrısız siyaset ve tanrısız felsefe tasavvurları. Hatta varlık felsefesi yani ontoloji de bu “temizlikten” payını almış. İyi bir Sigmund Freud okuyucusu olan Martin Heidegger’a bakın meselâ. devasa kitabı Varlık ve Zaman (alm. Sein und Zeit) ile tanrısız bir metafizik kurmuş. İyi bir Freud okuyucusu olduğunu düşünüyorum zira Freud’un 1912′de kaleme aldığı Totem ve Tabu, 1916′da yazdığı Psikanalize Giriş ve nihayet 1919′da yayınlanan Das Unheimliche isimli denemesine göndermeler yapıyor. Zaten Heidegger özel mektuplarında da açıkça Sigmund Freud’dan etkilendiğini yazmış.

Fakat ne acayiptir ki Heidegger bile varoluş endişesini insan tasavvurunun dışına atamamış. Korku ve kaygı kavramlarına ayırdığı 40cı paragrafta İnsan’ı bu dünyada bir yabancı, gurbete atılmış bir yetim gibi tarif ediyor. Freud’un seçtiği kelimelerle ortaklık arz etmesi açısından bazı anahtar mevhumlara dikkat çekmeyi münasib gördüm:

  • Unheimlichkeit – Biyolojik sebebi olmayan, derin korku
  • Verlassenheit – Terk edilmiş olma hali, bırakılmışlık
  • Geworfenheit – Atılmışlık, fırlatılmışlık

Heidegger bu bırakılmışlık/fırlatılmışlık durumundan yola çıkarak insandaki ebedi gurbet hissini irdeliyor. İnsan gittiği her yerde kendini YABANCI hissediyor Heidegger’e göre. Read the rest

Ateşin haberini alan değil yanına oturan ısınır »

 sanat_goz

… Bu konuda okumak için…

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

Dershanelerde rant yok dedik; niye hâlâ inanmıyorsunuz? »

dershane_rant_gulen_cemaat-akp

 

.
… Gülen Cemaatiyle ilgili yazılar …

  1. Fethullah Gülen Cemaati
  2. Gülen’e ve Türk ögretmenlere dair
  3. 6cı Türkçe Olimpiyatı 
  4. Nazım Hikmet’e yapılan Fethullah Gülen’e yapılmasın
  5. Fethullah Gülen ve Türkan Saylan
  6. Misyonerlik, Hukuk ve Özgürlük   Read the rest

Liberalizm sence özgürlük mü demek? Emin misin? »

liberalizm

 

… Bazı  gerçekler ve liberal yalanlar üzerine için…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın”çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda.“Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitaptaliberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

 

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

Dinler arası diyalog yerine önce müminler arası diyalog! »

08.11.2013 tarihinde Londra İlim Yayma Cemiyeti’nde düzenlenen Gülen Cemaati mensuplarına özel istişare meclisinde Ali Parisî Hoca Efendi Hazretleri’nin yaptığı konuşmadan: 

“… Dinler arası diyalog yerine keşke önce müminler arası diyalog hareketi başlatabilsek. Sure-i Feth’de Cenab-ı Hak müminlerin vasfını ‘kendi aralarında merhametli, kafirlere karşı şedittirler’ diye irad ve ilan buyuruyor. Ümmetin hastalıklarındandır, biz Avrupa’da yaşayan müslümanlarda da çok görüyoruz: Bir toplulukta gayr-i müslim biri bulunsa el üstünde tutuluyor, hataları, kusurları görmezlikten geliniyor, tolerans gösteriliyor, riyakarca tavırlar içine giriliyor. Fakat yanıbaşında bir mümin kardeşin küçücük bir hata yapsa denilmedik şey bırakılmıyor, buğz ediliyor, neredeyse kafir muamelesi yapılıyor. Ayetteki müminlerin vasfı değil bu. Müslüman cemaatlerin durumu da içler acısı. Bu cemaat taassubu nereden geldi bulaştı bu müminlere anlamak mümkün değil, cehalet adeti bunlar. Irkçılık yok diye kendimizi kandırmayalım. Kabilecilik bu yapılanlar. Kendi içine kapalı, diğer müslümanlarla temas kurmayan, hatta tepeden ve düşman bakan tuhaf haller.

… Bir süredir dinler arasında diyalog diye faaliyetlerde bulunuluyor. Bir kere dinler arası diyalog temelden yanlış bir tanım, diyalog insanlar arasında olur çünkü. Dinin sahibi ise Allah’tır. Biz kullar Allah’ın dini üzerinde tasarruf hakkına sahip değiliz. İkinci olarak, ortada diyaloğa girilecek ikinci bir din yok. Allah katında din İslam’dır. Hz.Meryem’e bühtan eden, kendinden başkasını hayvan olarak niteleyen Yahudilikle; mitraizmle iç içe geçmiş, Allah’a babalık, peygamberine ilahlık atfeden Read the rest

ABD’nin İran ile yakınlaşması ve Türkiye’nin Durumu »

Latuff-IranTarget-BigABD’nin İran ile yakınlaşması üzerine çeşitli analizler yorumlar yapıldı. ABD ile İran arasında kurulmaya başlayan diyalog kanallarına müspet anlamlar yükleyenler olduğu gibi, Şii İran’la bu yeni temas durumunun Sünni dünyayı dışlamayı amaçladığını söyleyenler de oldu. ABD’nin bölgeye yönelik tamamen barışçıl duygularla İran’a el uzattığına inanmak aşırı bir iyimserlik olur; buna mukabil bu kucaklaşmayla ehlisünnet itikadının hedef tahtasına konduğunu söylemek de bir o kadar aşırı bir yorum olacaktır.

Batının hegemonik anlayışı dış politikasında da onu ilkelerden uzak bir siyaset izlemesine, pragmatik davranmasına sebep olmaktadır. ABD-İran uzlaşısının kısa vadeli taktiksel bir dış politika hamlesi olduğunu söylüyor değiliz; bununla beraber bugüne kadar benzerine hiç şahit olmadığımız çok büyük bir kırılmayı da ima ettiğini söylemek mümkün değil.

iran_para.jpgDünya siyasetinde heyecan uyandıran tokalaşmanın neyi ifade ettiği anlamlandırabilmek için Batılı güçlerin bölgeye yönelik dış politika denklemini nasıl çalıştırdığına bakmak faydalı olacaktır.

Ortadoğu coğrafyasındaki üç aktör, yani Türkiye İran ve Mısır bu bölgenin tarihi ve coğrafi denge mekanizmasını oluşturmaktadır. Bu üç köklü devletin politik ve ekonomik stratejilerinin yönelimleri bu bölgenin kaderi üzerinde belirleyici olmuştur. Dolayısıyla bölgede söz sahibi olmak isteyen bir güç bu yönelimlerin kesiştiği veya ayrıştığı alanlar üzerinden oyununu kurmak zorundadır.

Batının/küresel güçlerin bu üç ülke ile geliştirdikleri ilişkiler de en başından beri Ortadoğu coğrafyasını tahakkümü altında tutmaya matuf olmuştur. Bunu sağlamak için küresel sistemik güçler, üç ülkeden ikisini, her zaman üçüncüsünü dışarıda bırakacak şekilde kendi saflarında tutacak bir tavır içinde olmuşlardır. Zira bu üç ülkenin Ortadoğu coğrafyasında kalıcı barışı sağlayacak bir ittifak içinde hareket etmeleri, tüm İslam dünyasının ayağa kalkmasına vesile olacak bir ortak harekât tarzı geliştirmelerine yol açabilecek potansiyeli Read the rest

Derin Cemaat, Şantaj ve Keskin Viraj #BasınÖzgürDeğilse her pislik itina ile örtülür »

derin-cemaat

Büyük görmek için tıklayın

Dünya bizim evimiz değil (Alfred Hitchcock) »

kuslar_film 

insan dinsiz olabilir ama gurbetsiz olamaz

 Alfred Hitchcock’un en ünlü eserlerinden biridir Kuşlar (The Birds, 1963) hatırlayacaksınız. Başrollerini Tippi Hedren ve Rod Taylor’un paylaştığı film Pasifik sahilinde küçük bir kasabada geçiyor, Bodego Bay’de. Burada yaşayan bütün kuşlar birden bire garip şekilde davranmaya, durup dururken insanlara saldırmaya başlıyorlar. Serçe, karga, martı… Her türden “masum” kuşun katıldığı bu saldırılar giderek sertleşiyor; kuşlar insanların gözlerini oymaya hatta onları öldürmeye kadar götürüyor işi. Korku içindeki  kasaba halkı ise kafese kapatılmış kuşlar gibi evlerine, dükkânlarına hapis oluyorlar.

Hikâyeyi “doğanın insandan intikam alması” şeklinde okudu bir çok seyirci. Hatta senaristler de etkilendiler bundan. Hollywood’da karıncaların, arıların, timsahların bilimum mahlukatın intikamı şeklinde film yapmak moda oldu. Kanaatimizce biyolojik korkulara odaklanan bu insanlar Alfred Hitchcock’u iyi tanımadıkları için böyle yanlış bir okumaya yöneldiler.

Birinci sahneye dikkatle bakın. Filmin anahtarı saldırgan kuşlarda değil arka plandaki binada Read the rest

YAKINDA: Demir toprağa galip geldi, Ezan’a sıkı sarıl »

ezanBelki biraz da bunun için biz şehirliler köylülerden daha fazla muhtacız Ezan sesine. Çünkü ezan ritmini bizim makinalarımızdan, çarklarımızdan, elektronik devrelerimizden değil ilâhî bir güçten alıyor.  Borsa endeksi veya saatlerin geri alınması ne Ay’ın ne de Güneş’in umurunda. Beşerî olmayan bir tedbirle dönen semavî cisimlerin (bizce işitilmeyen) hareketleri müezzin sayesinde sedâya bürünüyor. ALLAHU EKBER derken kalplerde “Mütekebbir olma ey modern insan! Sen yoksun, ALLAH var” dercesine yankılanıyor. Eğer semavî bir kudümle tetiklenen ezan yerine beşerî saatlerde çalınan kilise çanı veya davul gibi bir enstrüman olsaydı Ezan’ın mânâsını idrak etmek çok zor olurdu. Maddenin Mânâ’yı örttüğü böyle bir tasavvurdan cesaret alan Yaşar Nuri Öztürk, İhsan Eliaçık, Zekeriya Beyaz ve Abdülaziz Bayındır gibi pozitivistler TV’ye çıkıp “ALLAH ne kadar büyük?” diye sorarak imanımıza zarar verebilirlerdi. Eiffel Kulesinden de mi büyük? Jüpiterden daha mı büyük?