Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Camia Örgütü: Doktor Frankenstein’in Ucubesi »

Canavar

Ömer Yavuzer

Ailelerin hatta kişilerin bile mahremleri vardır. Aileleri içinde barındıran devletin de özel veya mahrem alanının bulunmaması sırlarının olmaması mümkün müdür? Aileleri ayakta tutan temel saik, maddi unsurlardan çok manevi unsurlardır. Manevi Gücü görmediğimiz malumdur. Tehditlere karşı insan beyni ve kalbi kemik ve deriyle korunmuştur. İnsan faaliyetlerinin görünen eylemlerinin kaynağı da bu beyin ve kalptir. Devletlerin de hareket etmesini sağlayan dinamik ilk başta görünmeyen bir derinliğe sahiptir.

Devletler için iki hayati risk mevcuttur. Koordinasyonsuzluk yüzünden devletin kurumlarının devlet içinde devlet gibi hareket etmesi. İkincisi de düşmanların yazılı hukuk kurallarının çevresinden dolaşarak devletin temel nizamlarını yok etmek için faaliyette bulunması. İşte bu yüzden gerek kurumlararası ahengi sağlamak gerekse kanunları tesirsiz hale getirmek isteyen güçlere karşı derin devlete ihtiyaç vardır.

Sözlüklerde “derin devlet”; otoritenin çıkarlarını gözetip kolladığı öne sürülen göz önünde olmayan örtülü güç olarak tarif edilir. Bu anlamda derin devlet doğal bir parçanın doğal bir sonucudur. Ama Türkiye’de devlet ile halk arasındaki sosyal sözleşme “silahların gölgesinde” yapılmıştır. Bu sosyal sözleşmeye (Anayasa) göre bütün vatandaşlar, tek tip (Kemalist, Türk ve Laik Müslüman (!)). Realite ve hakikate uygun olmayan bu durum sürekli “iç ve dış düşmanlar” üreterek ayakta kalabilmiştir. İnsanların kimi sevip sevmeyeceklerine bile karar veren devlet, nasıl giyineceğimize de karışmıştır. Kanunlarını kutsal bir forma sokan devletin, kendini bir tanrı gibi Read the rest

Gülen Cemaati’nde Siyonizm Tehlikesi »

Abdülkadir BADILLI abiden ÖNSÖZ

Mazide Risale-i Nurları sadeleştrime ismi altında ; kimisi artniyetli, kimisi safderunluğu ile bir takım teşebbüsler, hatta girişimler de oldu. Eskideki o girişimlerin icra edildiği günlerde üstadımız Hazretleri hayatta idi. Adı geçen sadeleştirme denilen tahriflerin hiç birisini kabullenmeyerek, yakın talebe ve hizmetkârları vasıtasıyla durdurdu. Menfice sadeleştirme tahrifi yapanların içinde meşhur kalemşörlerde vardı. Şu yazdıklarımın bir çok belgeleri yanımızda mevcuttur.

Şimdi hal-i hazırdaki tahrifçilere gelince, bunlar adı geçen belgelerden birçoğunu gördükleri halde, hiçbir kudsi belgeyi, hiçbir delil-i kat’iyyi dinlemeyerek , adeta bir büyük fitnenin, fesadın , dedikodunun, gıybetin yaygınlaşmasını istercesine mukaddes nurlarımızı tağyire, tahrife, sulandırmaya, devam etmektedirler.Tağyir edicilerin başındaki şahıs aşinalı aşiyanlarla değil, ecnebi ağyarla müşaverelerde bulunur ve hiçbir haklı öğütü dinlemeden Müslümanları, hasseten nur talebelerini birbirlerine düşürmek gibi bir planı uygulamaktadır.Bu planı uygularken sırtını nereye ve kimlere dayadığını bilirmisiniz? Bu şahsın artık neredeyse aleniyete çıkmış gibi olan iki tane istinadgâhı görülmektedir.Birisi: halen bulunduğu coğrafyanın gizli servislerinin Yahudi karışımı sırrı kuvveti.İkincisi: mal , para , debdebe ve hükümet içinde hükümetlik sürme kabadayılığı.

Ama ashab-ı fil gibi, dünyevi, zahiren tantaneli, siyasetli, kuvvetlerine, -içi boş ve kof kuvvetlerine- dayanarak bu ifsadlı ve fitneli vaziyeti eğer devama kararlı iseler, bilinsinki çok yakında Allah’ın ebabil kuşları tepelerine zembu-ru belayı yağdıracaklardır. Ahirettede bu dehşetli, fitneli hatalarıyla cehennemi boylayacakları kat’idir.

Bu dehşetli fitneyi söndürme yönünde bir niyet ve girişimleri olmadığı takdirde, ehl-i ğiret,ehl-i namus, ehl-i basiret olan herkesin hususan nur talebelerinin hamiyetleri icabı olarak , bu güruh-u muharrefine karşı tavır alması gerekmektedir.

İşte, bu ifsadkârane tahrifi yapan guruba karşı nurun hamiyeti namına tavır koyan basiretli nurcu kardeşlerimizi ve genç nurcuları bütün ruhumla tebrik ediyor ve başarılarına duacıyım.
Selam ve selamet hüdaya tabi olanlara olsun.
Melamet ve Hüsran hava-i nefislerine uymuş olanlara olsun…

16.04.2013
Abdülkadir Badıllı

 

… Gülen Cemaatiyle ilgili yazılar …

  1. Fethullah Gülen Cemaati
  2. Gülen’e ve Türk ögretmenlere dair
  3. 6cı Türkçe Olimpiyatı 
  4. Nazım Hikmet’e yapılan Fethullah Gülen’e yapılmasın
  5. Fethullah Gülen ve Türkan Saylan
  6. Misyonerlik, Hukuk ve Özgürlük
  7. Haydaaa… Kongolu neden istiklâl marşı söylemiş ki?
  8. Fethullah Gülen ve Milliyetçilik Videosu
  9. Fethullah Gülen’in koruyanı…
  10. Gençliğin ideolojik sancıları üzerine
  11. Hanefi Avcı’nın Düşündürdükleri
  12. Cemaat’ten korkanlar klübü
  13. 100 Soruda Gülen Hareketi
  14. Haliç’te Yaşayan Simonlar
  15. Fethullah Gülen’e ve cemaate haksızlık yapılıyor
  16. Baransu, Şener Ve Mösyö
  17. Portekizli Türkçe konuşsa ne olur?
  18. Gülen Cemaati’nde Sayanim (סייענים) Sendromu
  19. Bizde kırılacak kol kanat da kalmadı Hocam…
  20.  As-salatu hayrun mine’n dershane – الصلاة خير من درسخانه 
  21.  F.Gülen’i kumar masasına yatırdınız ve kaybettiniz. Hepsi bu.
  22.  Ekrem Dumanlı’nın müsade ettiği kadar nurcu olmak…
  23.  Gülencilik iman mı yoksa bir ideoloji mi?
  24.  Dershanelerin para alması caiz mi?
  25.  Gülen ve saz arkadaşları çıldırmış olmalı
  26.  Gülen Cemaati ile köprüleri atalım mı?
  27.  Bizim cemaatimiz eskiden böyle miydi?
  28. Gülen Cemaati’nde bir irfan eksikliği var, bir gevşeklik var
  29. Derin Cemaat, Şantaj ve Keskin Viraj #BasınÖzgürDeğilse her pislik itina ile örtülür
  30. Dinler arası diyalog yerine önce müminler arası diyalog!

  31. Fethullah Gülen’in yeşil kürkü, yeni çıktı bu türkü

Halkbank’ın arkasında yeni bir darbe mi var? »

“… Yolsuzluk yapan bedelini ödeyecektir. Ancak ortada bu kez başka türden bir vesayet girişimi var gibi görünüyor. Hedef yine seçilmişler…Ve postmodern atanmışların tek amacının yolsuzlukla mücadele olduğuna kimse inanmıyor. Sosyal medyaya bakın , olayın ilk saatleri dahil olmak üzere kimse bunun gerçek bir yolsuzluk operasyonu olduğunu düşünmedi. Ancak niyetin farklı olması gerçek eldivenler kullanılmadığı gerçeğini değiştirmez. Tekrar ediyorum ortada bir yolsuzluk varsa bedelinin ödenmesi gerekir, ancak yolsuzlukla mücadelenin meşruu bir amaç olması vesayet tartışmasını sona erdirmez. Zira askeri vesayetin de ‘meşru’ gerekçeleri vardı: Vatanın birliği bütünlüğü ya da laikliğin gerçekten önemli konular meşruu sebepler idi. Lakin bunların hiçbiri günün sonunda siyaseti çalışamaz hale getiren, milletin iradesini bloke eden vesayetçi askerlerin eylemlerini/darbelerini makul göstermeye yetmedi. Aynı şey başka kurumların vesayet girişimleri için de geçerli …” (Nihal Bengisu Karaca)

“… İsrail lobi kuruluşu AIPAC, geçtiğimiz günlerde Türkiye aleyhine bir kampanya başlatmıştı. ABD’de 47 milletvekili de, İran’la ticarete aracılık ettiği gerekçesiyle Halkbank’ı suçlamıştı. […] Türkiye’nin Halkbank üzerinden İran’la ticareti artırdığı iddiasıyla, Türkiye aleyhine bir imza kampanyası başlatılmıştı. Türkiye ve İsrail arasındaki “özür diplomasisi” sonrası başlayan yakınlaşmanın aksamasının da etkisiyle, Washington’ın en güçlü lobi örgütlerinden İsrail yanlısı AIPAC’in önayak olmasıyla yürütülen kampanyaya 47 milletvekili destek vermişti …” (Basın)

“… Yeni bir küresel denklem oluşuyor. Bu denklemde Türkiye ağırlık kazanmak istiyor. Ancak küresel aktörler, Türkiye’nin yeni rolünden ve taleplerinden rahatsız. Onun için Türkiye’ye ayar vermek istiyorlar […] Erdoğan’sız bir Türkiye hayal edenler, hem yerel seçimlerde hem de cumhurbaşkanlığı seçiminde AK Parti’nin kaybetmesini hedefliyor. Bu amaçla bir süredir, iç içe girmiş birbiriyle ilintili oyunlar sahneleniyor …” (Şamil Tayyar) 

 … Bu konuda okumak için…

 

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Şeyh-i Ekber İbn Arabi Düşüncesine Giriş / Mahmud Erol Kılıç »

Hiç kuşku yok ki başta tasavvuf olmak üzere felsefe, metafizik, kelâm vb. ile ilgilenen kimselerin kayıtsız kalamadığı/kalamayacağı bir isim İbn Arabi. Kimileri ilim ve irfânından istifade için peşine düşmüştür onun. Kimileri ise felsefî/hikemî bir merak saikiyle onu okumak ve anlamak ister. Kimileri de onun müslümanların nazarındaki hayâtiyetini sona erdirmek gayesiyle kollarını sıvamıştır. ‘Kolları sıvamak’ deyimine, burada, fazla bir anlam yüklememeli! Maksadım, çetin bir iş ve mücadele için ‘kolları sıvamak’ değil kesinlikle! Öylesine, gelişigüzel bir niyetle, hakkında hiçbir bilgi ve deneyim olunmayan bir işe soyunmuşçasına bir ‘kolları sıvamak’tır muradım. İkincil, üçüncül ve hattâ dördüncül ‘kaynak’lardan hareketle, birincil kaynak hakkında –tekfir gibi- kocaman kocaman hükümler vermek gibi bir kolaycılık karşımızdaki! ‘Kolaycılık’ mı dedim yalnızca? Yo, hayır; bu kelime merâmımı anlatmaya kifayet etmiyor. Kolaycılıktan öte şeyler var sanki bu tavırda: İbn Arabi’nin bizzat kendisine ve onu takip eden yüzlerce muhakkık zevâta büyük bir ‘haksızlık’ da var.  Ve onların tüm anlama ve bilme yetilerine yapılmış bir ‘saygısızlık’… Bu sebepten, ‘kibr’in başını çektiği bir ‘çiğlik’ de mevcut bu kimselerde ne yazık ki! Tüm ömrü hayatlarını hakikate adamış o insanlar, kâfir; hakikat yolunda biricik adım dahi atma zahmetine girmemiş bu kimseler ise, İslâm’ın koruyucuları! Yıkıcılık ve kıyıcılıkları aşikâr olan bu kimselerin o güzide topluluk hakkındaki tezvirâtı –sizi bilmem ama- benim biraz canımı sıkıyor doğrusu.

Aslında, hakikat yolunda atılmış hiçbir adımı küçümsememeli. İnsaf bunu gerektirir, değil mi? Kendini hak ve hakikate adamış hiçbir kimseyi kestirip atmamalı. Hakkâniyet öyle gerektirir, değil mi? Hani o yolun yolcusunun hiçbir hatırı yok, o yolun da mı bir hatırı yok bu kimseler için? Hakikatin varlığına inananlardan bu ‘edeb’i bekleriz biz. Ne var ki bu kimselere göre hakikat apaçıktır. Hiç gizlisi-saklısı yoktur onun. Böyle olunca ona ulaşma çabası ve cehdi de fuzuliyâttandır. Hattâ gereksizlikten öte bir sapmadır ve/veya küfre düşmedir. Sanki Hak Teâlâ’nın sadece “ez-Zâhir” ismine iman etmiş, “el-Bâtın” ismine iman etmemiş gibidir bu kimseler.

Biz İslam’ı bir din olarak kabul etmiş ve benimsemiş kimseler olarak ‘gayb’a iman ederiz. Müslümanlar gayba iman noktasında birdir, aralarında hiçbir ihtilaf yoktur. Hadd-i zâtında gayba inanmayana ne mü’min denebilir ne de müslüman. Ancak gayba dair bize bildirilen haberlere ‘yaklaşım’da birbirimizden ayrılmaya başlarız. Kimimiz yalnızca iman etmekle Read the rest

Sen insansın, homo-economicus değilsin! »

piyasa-burokrasi
… Bazı  gerçekler ve liberal yalanlar üzerine için…

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın”çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda.“Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitaptaliberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

 

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

 

Vech-i yâre dûş olan âlemde seyran istemez »

Vech-i yâre dûş olan âlemde seyran istemez

Cânını cânâna teslim eyleyen can istemez

 Bu misafirhanenin fâniliğin fehmeyleyen

Hâne-i kalbinde Hak’tan gayrı mihman istemez

 Gerçi zâhir ilminin nef’i de vardır tâlibe

Liyk esrâre irenler sûrî irfan istemez

 İrci’î avazı erdi mürg-i cânım sem’ine

Bî karar oldu anınçün vird-i handân istemez 

Mâsivallahdan mücerred oldu İbrahim bu gün

Vârını dildâre verdi vasl ü hicran istemez.

 Kuşadalı İbrâhim Halvetî Hz.

 

… Sanat üzerine e-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.

İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz.

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Okuyacağınız bu eserleromanlarından da tanıdığınız değerli yazarımız Suzannur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Baudolino (Umberto Eco) Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir. İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

Vicdan azabı bir hastalık mıdır? »

id-ego-superego-2

Freud’un kafasını karıştıran ve onu yıllarca meşgul eden mevzular bunlar: Vicdan ve Ahlâk! Soru çok basit: Nereden geliyor “kötü” bir şey yapınca hissettiğimiz vicdan azabı? Vicdan konusu Freud’un hayatı boyunca üstesinden gelemediği, tekrar tekrar açtığı bir dosya. Gerek 1919’da Das Unheimliche ve gerekse 1930’da Mutsuzluk Kültürü (Unbehagen in der Kultur) isimli denemede vicdanın kaynağını araştırmış Freud. Teklif ettiği açıklamayı ve kendi eleştirimizi sunmadan önce Freudcu tasavvurun temellerini hatırlayalım:

Geçen bölümlerden hatırlayacaksınız, insanı bir uçağa benzetmiştik, içmizdeki çatışan kuvvetleri ise bizi, yani Ben’i tek başına yönetmek isteyen kavgacı pilotlara… Beden uçağına hakim olmak isteyen pilotları resmetmek isteseydik herhalde bu resimdeki gibi olurdu. Biraz açalım ve tercüme edelim: Freudçu tabirle ID adlı pilot şımarık bir çocuk gibi herşeyi hemen elde etmek istiyor. Bu bizim medeniyetimizde nefs-i hayvanî dediğimiz latif varlığa benziyor. Yemek buldun ye, dayak buldun kaç. ID’nin sağında duran EGO isimli pilot ise daha temkinli; plan yapmak istiyor. Yani ID’nin isteklerine itirazı yok, hatta itaat etmeye meyilli. Sadece ID’nin arzularını gerçekleştirmek için teknik, objektif verilere, eldeki imkânlara bakıyor. Freud’un vehmettiği EGO mevhumu analitik zekâ ya da medeniyetimizde bilinen adıyla akl-ı meaş gibi. Hayvan ile insan arasında ortak olan; aş, iaşe ve eş bulmaya yarayan akl-ı meaş da ID misali dünyevî sahada faaliyet gösteriyor.

“İçimdeki iyilik duygusuna şaşarım” diyordu Immanuel Kant

Freud’un SÜPER EGO dediği üçüncü bir pilot var ki, ID’nin arzularını adeta bir mahkeme gibi yargılıyor. Meselâ ID kendine ait olmayan bir şeyi almak istediğinde SÜPER EGO “bu doğru değil” diyerek karşı çıkabilir. EGO ise Read the rest

Bazı boşluklar neden dolmak bilmez? »

bosluk

 

… Bu konuda okumak için …

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

 Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı şuurlu insanlar için var; gelecekten, birisinden ya da Tanrı’dan bir cevap bekleyenler için var “yokluk”. Nazi kamplarında can çekişen Yahudilerin söyledikleri sözü hatırlayın:

“Tanrı yoktur, çünkü bize öğretilen Tanrı gerçekten var olsaydı böyle bir vahşete asla müsade etmezdi”

Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da gerçek değil mi? Hatırlayan ya da ümitli olan, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için vardır “Yokluk”.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Tanrı fikrini değil ilâhî referansları reddediyor. Tanrı’nın yokluğuna iman etmiş modern ateistler gibi pozitivizmi savunmuyor. Pozitivizmin, bilim-perestliğin de bir din olduğunun farkında. (Bkz. Modern Bir Put: Bilim adlı kitap)

Gerçek şu ki modernite icad oldu, ateizmin bile kalitesi bozuldu! 21ci asrın ateizmi içine kapanık ve savunma pozisyonunda. Fikir üretemiyor çünkü materyalist, bilimsel bilgiyi putlaştıran, Stephen Hawking gibi pozitivist … Ama hepsinden önemlisi İnsan’dan kopuk… Modern ateizm Tanrı’dan kurtulmak isterken İnsan’ı da kaybetmiş. (Bkz. Şalgam suyu varsa Tanrı’ya lüzum yoktur )

Sartre gibi kaliteli ateistlerin çıkış noktası ise bambaşka. Onlar vicdanın sesini duyma gayretindeler. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyorlar. İnsan hissiyatından yola çıkılarak bir ortak yaşam projesi icad etmenin peşindeler. Bu çizgiye paralel olarak iç dünyamızda hissettiklerimiz ile dış dünyanın adaleti  arasındaki ilişkiyi ele aldığımız bu kitabı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Sartre’ı ilk defa okumak ve anlamak isteyenler için de kolaylaştırıcı bir basamak olabilir. Buradan indirebilirsiniz.

Suriye Yardım Bekliyor! »

suriye_yardim_bekliyor

Fethullah Gülen’in yeşil kürkü, yeni çıktı bu türkü »

Fethullah Bey izin verdi, söylenecek bu türkü de yanyom ben!

“… Fişlemeden şikayet ederken yatak odalarından, cep telefonlarının içinden bildirmelerin trajikomedisi. Bak kızdırma beni diye açıktan siyasetçi tehdit etmeler. Gazetecilere “belge için kimle yattın” diye sormalar, en son bir danışmana özel hayatını açıklatma şantajı, bakanlara varsa yayınlasana dedirten yolsuzluk dosyası imaları, Zaman Gazetesi’nin genel yayın yönetmenin bile “gelen mektuplarla” açık açık tehdit edildiğini gördü gözler… Belgenin ucundan azıcık göstermeler, daha neler çıkacak diye haber için spoiler vermeler, fişlemeden şikayet edip, hemen ardından “i know what you did last summer” tadında şantajlar, imalar…

İki haftadır başlarından uçuşan şantajları Machiavelli’yi bile pes dedirtecek bir ilkesizlikle görmeyen, göremeyen, sorgulamayan demokratların artık yeni bir adı var. Sosyal demokratlar, liberal demokratlar, hatta muhafazakâr demokratlar gördük ama artık bir de şantajcı demokratlarımız oldu. Belgelerin arasına sıkıştırılmış şantajlarla güya, “devletleşmiş Erdoğan”ı, “yeni Kemalist iktidarı” dizginlemeye çalıştıklarını Read the rest