Bir çınar hiç bu kadar sevilmedi (Haendel, Ombra mai fu) »
By my on Oca 6, 2014 in İnsan Müzikleri | 0 Comments
By my on Oca 6, 2014 in İnsan Müzikleri | 0 Comments
By admin on Oca 6, 2014 in Dikkat Kitap, FETÖ ve Gülenistler | 3 Comments
Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde “pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.
Gülen Cemaati sorunsuz değildi tabi, ihtimal kemalizm ile kirlenmişti zihinler. Meselâ bal gibi Türk ırkçısı bir damar vardı. Cemaatin gazete ve televizyonları sürekli aynı mesajı veriyordu: “Cici Türkler, kaka pis Kürtler, Ermeniler…” Bunları eleştirmekten geri durmadık. Ama biz Fethullah Bey’i sevmiştik bir kere. Aşkın gözü kördür, insan sevdiklerinin kusurunu görmez. Bizim için Gülen cemaati “okyanus ötesi bir varlık” değildi. Cemaatten yazarlarımız vardı, yorumcularımız vardı. Akrabalarımız, komşularımız vardı. Çalışkan, özverili, muhlis insanlardı. Bu “küçük eller” ile büyük işler başarmıştık. Fikirlerimiz bazen ayrılsa da din kardeşiydik.
Sonra bir gün… Mavi Marmara! Doğu Akdeniz’de, uluslararası sularda oyuncak ve gıda taşıyan bir gemi saldırıya uğradı. Masum ve silahsız insanlar öldü. Psikopat bir devletti bunu yapan. Yahudileri hapseden korku duvarları Filistin’i hapseden beton duvarlardan daha yüksekti. Ama Fethullah Bey İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Bu terörist devletten “otorite” diye bahsediyordu. Fethullah Bey’e göre İsrail Doğu Akdeniz’in efendisiydi, uluslararası sularda bile masum sivilleri öldürme hakkına sahipti. O güne kadar hiç yapmadığımız bir şeyi yaptık: Gülen’e ve Mavi Marmara saldırısına sessiz kalan gülencilere açık çek verdik. Nasıl? Hüsn-ü zan ile; taktik değil stratejik oynadığına inanmak istedik. İsrail lobisi yüzünden ABD’deki Türkleri zor durumda bırakmaktan korkabilir dedik. O dönemde Gülen Cemaati’ni yerde yere vuran bir çok makale gönderdi yazarlarımız. Biz nifak çıkmasın, din kardeşlerimiz darılmasın diye bunların hiç birini yayınlamamıştık. Ama bugün yaşananlar hüsn-ü zan sınırını çoktan aştı, körlük bölgesine geçti.
Bugün bizi “Gülen cemaati düşmanı” diye yaftalayanlar Hanefi Avcı’nın kitabını okusunlar, sayfa 444. Bizi AKPci, Erdoğancı diye etiketleyenler İlker Başbuğ zamanında fişlenen “irtica” sitelere ve fişlenme gerekçelerine bir baksınlar. Ekşi sözlük bile yakın zamana kadar “Gülen’in sitesi” diyordu bizim için.
Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.
Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.
By my on Oca 4, 2014 in Aydınlanma, Modernleşme, Pozitivizm, Psikanaliz, Sigmund Freud, Uygar(?) Batı | 1 Comment
Monteverdi – Kalbimdeki ızdırap öyle lezzetli ki / Si dolce è ’l tormento’dan:
“… Kalbimdeki ızdırap öyle lezzetli ki Maşuk’umun bu acımasız güzelliği beni mutlu ediyor
Güzellik semasında acımasızlık artabilir, varsın merhamet gösterilmesin bana,
Sadakatım gurur okyanusunda varlığını sürdürecektir.
Vuslat’ın vehmi tekrar gelebilir ama ne sevinç ne de huzur bir daha nüzûl etmeyecek üzerime,
Taparcasına sevdiğim beni reddedebilir, bu dahi beni teselli eder,
O’na olan sadakatım bâkî kalacaktır sonsuz ızdırap ve düş kırıklığı arasında,
Ne ateş ne de dondurucu soğuklar derdime derman olur,
Sükûnet bulacağım tek yer Semâ’nin kapısıdır.
Acı bir ok kalbime öldürücü bir darbe vurduysa
Kaderim değişecek ve kalbim Ölüm’le şifa bulacaktır …”
Yazı için fon müziği tavsiyesi: Monteverdi, Si dolce è ‘l tormento
Ölü kanatlarla rüzgâra tutunup sallanıyor kafes. Bir ileri, bir geri. Zincirin müsade ettiği mütevazi çemberler çiziyor havada. Kafes rüzgârda sallandıkça zavallı kuzgun uçtuğunu vehmediyor. İleri ve geri gidilen mesafeyi toplasak kim bilir kaç kilometre eder? Ey Kuzgun! Limandan çıkar çıkmaz fırtınaya tutulmuş bir gemi gibisin; çok yol yaptın ama hiç seyahat etmedin. Seneca’nın kulakları çınlasın. İyice yaşlandın artık ama öldüğünde sana da bebek cenazesi yapılacak; tıpkı Sicilya valisi Lucilius gibi. Minik tabutuna emzik, biberon ve oyuncaklar bırakacağız. Çünkü yaşam süren doldu ama sen hayatı yaşamadın be kuzgun. Ölüm’ü henüz vakti gelmemiş bir olay, gelecekte bir nokta sanıyorsun. Oysa her geçen gün biraz daha ölmektesin, azar azar azalmaktasın. Hayatının yani ölümünün çoğu geçmişte kaldı. Anla artık kuzgun; Ölüm bir nokta değil bir çizgidir.
Ölü ozanlar konuşmazlar, konuşturulurlar
1856’da doğan Sigmund Freud teorik olarak hayatının son yarısını 20ci asırda geçirmiş olmalıydı. Çünkü Read the rest
By Alp Camız on Oca 4, 2014 in AKP, FETÖ ve Gülenistler, islamcilik, vicdan | 3 Comments
Söylenmeyen sözler içten içe bir öfkeyi ve her öfke de düşünürün söylediği gibi kendi kanını koklayan bir iklimi yaratır. Eğer zihin bir kelimeyi kullanıma hazır hale getirdiyse o kelime beynin labirentlerinde amansız bir seyahate başlar ve kendini lafza döktürene kadar bu seyahate devam eder. Burada temel sorun o seyahatin sonunda kelimenin çıktığı zamanın doğruluğu meselesidir veya meşhur replikle ifade edersek ‘’Ya şimdi konuşsun ya da sonsuza kadar sussun’’.
Zihnimde son 2 aydır beni söyle diye debelenen kelimeleri varsa günahını peşinen kabullenerek Read the rest
By admin on Oca 2, 2014 in Site İstatistikleri | 0 Comments
Geçtiğimiz aralık ayında sitemiz mevsim normallerinin üzerinde bir ziyaret kaydetti. Aylık tekil ziyaretçi sayısı 113.725 idi ve sanal kütüphanemizden 32.200 e-kitap indirildi. Aralık ayında gündem de hareketliydi. Özellikle 17 aralıkta başlayan tutuklamalar, kimi gazetecilerin yaydığı yalan haberler ve Fethullah Gülen’in kara büyü ayinlerine benzeyen bedduası, Gülen’e yakın isimlerin Gezi parkı olaylarını övmesi, söz konusu cemaatin İslâm düşmanı ülkelere ve siyasi partilere yakınlık göstermesi, cemaat mensuplarının suskunluğu ve tepkisizliği çok konuşuldu. Bütün bu olaylar indirilen kitapları da etkiledi. Özellikle Halkbank’ın Kuzey Irak’ta oynadığı rolden rahatsız olan Amerikan bankalarının muhtemel müdahalesi ve küresel sermayenin anti-demokratik eylemleri okurlarımızın dikkatini çekti. En çok indirilen 10 kitabın 4 tanesi doğrudan bu konularla ilgi. 12.541 erişim ile kütüphanemizden indirilen toplam e-kitap hacminin %40’ını teşkil eden kitapların sıralaması şöyle:
1) Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır | 1976 |
2) Kürtlerin Tarihi Üzerine | 1650 |
3) Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var? | 1516 |
4) İslâm’da Mimar ve Şehir | 1306 |
5) Banka Ordudan Tehlikelidir! | 1179 |
6) Çapulcular” ne istiyor? | 1091 |
7) Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı? | 1030 |
8) Liberalizmin Kara Kitabı | 970 |
9) Organik dinimi geri istiyorum | 949 |
10) Kitap tanıtan kitap 5 | 874 |
By Aisha Benghazi on Oca 2, 2014 in FETÖ ve Gülenistler | 1 Comment
. google arşiv’de hâlâ duran yalan haber ve Today’s Zaman’da silinen sayfa
Hakan Albayrak’tan bir kaç soru:
.
… Bu konuda e-kitap okumak için…
Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa aldatıyor mu? Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü birbirine zıt işlerin aynı anda icra edilmeleri gerekiyor: Habercilik, savcılık, komiklik, amigoluk… Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesi ama sıkıcı olmadan toplumun her kesiminieğlendirebilmesi… Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor. Bu koşullarda“gazeteci gibi” gazetecilik yapılabilir mi? Derin Düşünce yazarları sorguluyor… Buradan indirebilirsiniz.
Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası
Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen, fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.
By Tavit Kilimciyan on Oca 2, 2014 in AKP, FETÖ ve Gülenistler, Türk Adaleti | 0 Comments
“… Erdoğan Gezi’de, post-vesayet dönemindeki yeni toplum ve yeni siyaset tablosunu fark etti ve derslerini muhtemelen çıkardı. İttifakın “diktatör” diyerek saldırdığı ve “hal edileceğinden” emin olduğu Erdoğan, bir yandan kararlı durdu, öte yandan Gezi grupları ile uzun toplantılar yaptı ve referandum kararı aldı. Dün bahsettiğim eski yöntemler ve dar dünyalarından çıkamayan örgütlerin “eyleme devam” kararı aldığı noktada ise Gezi’nin kazananı Erdoğan oldu.
Erdoğan karşıtı ittifakın sürekli ifade ettiği, “Şöyle yapsaydı iyi olurdu, ama yapmadı” dediği şeylerin çoğunu Erdoğan aslında yapıyor. Tıpkı referandum kararı ve bakanların istifası gibi… “Sorun” şu ki, Erdoğan bunu onların istediği zamanda yapmıyor. Zamanlamadaki bu kritik fark çok önemli. Çünkü ittifakların “Yap” dediği an, Erdoğan’ın baskın müdahale ile gardının düştüğü Read the rest
By Konuk Yazar on Ara 31, 2013 in FETÖ ve Gülenistler, Materyalizm | 1 Comment
Ruşen Aslan
Birkaç yıl önce tatil için gittiğim memleketimde yakın bir akrabamla aramızda ilginç bir sohbet geçmişti. Akrabam, aynı zamanda çocukluk arkadaşım Gülen Cemaat’i mensubuydu. Sohbetimizin konusu da Gülen Cemaati’nin yozlaşmasıydı. Sohbet ettiğim kişi sıradan bir cemaat mensubu değildi. Eşi ve kendisi ekonomik durumlarının da etkisiyle bulundukları bölgede cemaatin söz sahibi kişilerindendi.
Daha önce öğrenci evlerine her türlü yardımı yapabiliyorken, üstten alınan emirden dolayı sadece sıfır eşyaları öğrenci evlerine götürebiliyoruz diyordu arkadaş. Sebebini ise şöyle açıklıyordu. Üstten gelen emir “Öğrenci evleri lüks görünmek zorunda ve gelen öğrenciler bu ihtişamı Read the rest
By İbrahim Becer on Ara 30, 2013 in FETÖ ve Gülenistler, islamcilik, vicdan | 3 Comments
İki yüz küsur yazıya imza atmış bir yazar olarak üç konu hakkında çok rahat yazabiliyorum. Bunlar, geçmişten bugüne Milli Görüş, Güneydoğu ve Cemaat. Üçüyle de bir şekilde isteyerek ya da istemeyerek geçmişte yollarımız kesişmiştir. Gariptir, Yazı sergüzeştime baktığım zaman ‘eğer atlamadıysam’ Cemaat hakkında menfi ya da müspet hiç yazı yazmamışım.
Cemaat hakkında neden yazmadım diye bugüne kadar da hiç düşünmemiştim. Belki bilinçaltıdır bilemiyorum, onu da Freud’a sormak gerek ama nefret etmesem bile sevmememin kişisel tarihimde çok geçerli sebepleri olmuştur her zaman. Cemaatle tanışmamız hemen 12 Eylül’ün sonrasına denk gelmişti de ondan mı pek sevişemedik onu da bilmiyorum ama dediğim gibi kişisel tarihimde ‘müstesna’ olmasa da ‘yakışıksız’ bir yere sahip olmuştur Cemaat.
Bugün düşündüğüm zaman güleyim mi ağlayayım mı bilmiyorum ama on beş yaşında Cemaatin o kasvetli yurdundan firar edene kadar hayatım ciddi bir kara mizah gibi. Üç sene boyunca büyük oranda Hz. İbrahim’in Allah’ı aramak pratiğini yaşadım. Hz. İbrahim’in Rabbini bulmasını sağlayan güneşin kaybolup gitmesi, yıldızların da güneşi görünce kaybolmasıysa, başka bir İbrahim olan benim de paralel itirazlarım vardı. Tabi bizler kul kısmından olduğumuz için bir peygamber zekasının keskinliğine sahip olamazdık. Her ne kadar etrafımız ‘İbrahim iyi isimdir, akıllısından peygamber, delisinden padişah çıkar’ diye bizi gazlasalar da biz arafta kalanlar için kullukta sebat etmek her daim geçer akçe olmuştur.
Benim cemaat yurdunda, küçük aklımla sorduğum soruya gelince tehlikeli ama bir o kadar da şüpheci bir soruydu: ‘Bahse konu Allah tekse, neden aynı Allah’ın dediklerini yapmıyoruz, ya da aynı Allah’a inanmıyor olabilir miyiz’. Bu soru, dilimin ucuna genelde kuru dayağa maruz kaldığım dönemlerde gelirdi. O zamanlar belletmen ağabeylerimiz bizi ciddi döverlerdi. Günümüz şakirtleri belki de bu söylediğime iftira diyecekler, beni müfteri ilan edecekler ama kendilerine bunu ispatlayabilirim. A.U, T.G, İ.S, V.T tarafından defaatle dövülen İ.B, Ö.A, N.G,M.M.D ve niceleriyle kendilerini tanıştırabilir, konuşturabilirim. İnsan yediği dayağı Read the rest
By Tahsin K. on Ara 29, 2013 in AKP, Demokrasi, FETÖ ve Gülenistler | 0 Comments
“… Devlet dediğimiz şey neticede bir kurallar ve kurumlar toplamdır. Devlet kurumlarının yetkileri ve işleyişleri kurallara bağlanmıştır. Devlet içinde hem kurallar arasında hem de devlet personeli arasında bir hiyerarşi vardır. Devletin ayrımcılık yapmadan işlemesi, faaliyetlerinin öngörülebilir olması ve denetime tabi tutulabilmesi buna bağlıdır. Bu yetki ve personel hiyerarşisinin tepesinde seçimle gelen politikacılar bulunur. Bir kere daha tekrarlayayım: Anayasal düzen içinde politikacılar amirdir, memurlar onların hizmetindedir. Bürokratlara dayanan otonom yapılanmalar siyasal iktidarının sahibi veya ortağı olamaz. Ayrı bir siyasî parti gibi hareket edemez.
Son yıllarda devlet içinde otonom bir yapılanmanın ortaya çıktığını AK Parti ile özdeşleştirilemeyecek ve itibarlarından şüphe edilemeyecek birçok yazar söylüyor. Gülay Göktürk, Ali Bayramoğlu, Alper Görmüş, Oral Çalışlar, Orhangazi Ertekin ilk akla gelen isimler. Diğer taraftan, Şener – Şık olayı, KCK yargılamaları, Avcı yargılaması, İlker Başbuğ hakkındaki iddianameye yansıyan suçlamalar, Mustafa Balbay serbest bırakılırken haklarında hüküm bile olmayan BDP milletvekillerinin içerde tutulması, Oslo sürecine yapılanlar vb. bir otonom yapılanmanın mevcudiyetinin işaretleri olarak görülüyor. Böyle bir otonom yapılanmanın olması, devletin kurallar ve personel bütünlüğünün bozulması ve otonom yapılanmanın kendi hiyerarşisini ve işleyişini oluşturması demektir. Bu, söz konusu otonom yapılanma kimler tarafından ve hangi fikir veya amaç adına kurulursa kurulsun demokrasiyi tahrip eder …” (Atilla Yayla)
… Gülen Cemaatiyle ilgili yazılar …