Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Saptırılmış Vasiyetler / Milan Kundera »

Saptırılmış Vasiyetler Milan Kundera--“… Bir televizyon programı: ünlü ve hayranlık kazanmış üç kadın, kadınların da Pantheon’a gömülmek hakkına sahip olmasını birlikte öneriyorlar. Bu işin simgesel anlamını düşünmek gerekir, diyorlar. Kendilerine göre Pantheon’a taşınması gereken birkaç büyük merhumenin adlarım ileri sürüyorlar hemen. Hiç kuşku yok, haklı istek; bununla birlikte, birkaç şey kafamı kurcalıyor: Bu hemen Pantheon’a taşınabilecek merhumeler kocalarının yanında yatmıyorlar mı? Hiç kuşku yok, durum böyle; zaten bunu kendileri istemişlerdir. Kocalara ne yapılacak peki?
Onlar da mı taşınacaklar? Çok güç; yeterince önemli kişiler olmadıklarından, neredeyseler orada kalmaları gerekecek ve taşınmış hanımlar sonsuzluklarını bir dul yalnızlığı içinde geçirecekler. Sonra, kendime şöyle diyorum: Peki, ya erkekler? Elbette, erkekler! Belki de hayır için Pantheon’da bulunuyorlar! Ölümlerinden sonra, kendi düşünceleri sorulmadan ve hiç kuşkusuz son arzularına karşın, kendilerini simgeye dönüştürmeye ve kanlarmdan ayırmaya karar verildi. Chopin’in ölümünden sonra Polonyalı yurtseverler cesedini açıp yüreğini aldılar. Bu zavallı kası millileştirdiler ve onu Polonya topraklarına gömdüler. Bir ölüye, bir insan müsveddesi ya da simge muamelesi yapılıyor …”

… Sosyalizm ve edebiyat üzerine kitap okumak için …

Kitap tanıtan kitap 4

70 kitap indirin70 kitap indirinAlışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitapAktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

70 kitap indirin70 kitap indirinBir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi?

Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Çernobil Komplosu / Ahmet Yüksel Özemre »

çernobil

226 sayfalık e-kitabı buradan ücretsiz indirebilirsiniz.

… Enerji konulu makaleler …

  1. Arakan’ı boşaltın, gaz ve petrol geçecek »
  2. Bağımsız bir Uygur devleti hayali kuranlar yeni katliamlara çanak tutuyorlar »
  3. Yeni başlayanlar için enerji (1) »
  4. Yeni başlayanlar için enerji (2) »
  5. 2ci Dünya Savaşı petrol yüzünden mi çıktı? »
  6. Türkiye 500 yıllık enerji bağımsızlığına sahip olabilir »
  7. Rüzgâr nükleer enerjinin yerini tutabilir mi? »
  8. Nükleer Enerji? Evet ama … »
  9. Küresel ısınma çok iyi bir şeydir »
  10. Küresel ısınma bitti… İkinci dalga geliyor! »

 

… E-kitap okumak için …

derin_lugat-2-kapak 70 kitap indirin70 kitap indirinDerin Lügat 2.0

2ci Sürüme dair not: Birinci sürümden bu yana 12 yeni kelime eklendi Derin Lügat’a. İndirip ilk 30 kelimeyi okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmedik. Yani 65inci sayfa sonuna kadar (Yalnızlık dahil) 2.0 ile 1.0 arasında bir fark yok. Bundan sonraki güncellemelerde de aynı yolu takip edeceğiz.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlıkakıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak 70 kitap indirin70 kitap indirinAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için.Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte 70 kitap indirin70 kitap indirin

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklari 70 kitap indirin70 kitap indirinYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6 70 kitap indirin70 kitap indirinKitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansin 70 kitap indirin70 kitap indirinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.


tezyin_kapak-150 70 kitap indirin70 kitap indirinGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

 

Mekân görme imkânıdır, ticarî mal değil… »

matrakçi-nasuh“… Bu makalenin amacı ilerlemeye dayanan modern görme biçimi dışında yer alan anlayışların geri kalmış olarak tanımlanamayacağını, tamamen farklı bir gerçeklik, zaman, mekân ve insan anlayışına dayandığını göstermektir. Bu doğrultuda modern görme biçiminin ürünü ve üreticisi olan perspektif ideolojisini yansıtan manzara resimleriyle farklı bir düşünme biçimini temsil eden tasvir (minyatür) sanatı zaman, mekân, gerçeklik ve insan anlayışları ekseninde karşılaştırılacak, resme bakan kişinin farklı görme biçimlerinde nasıl konumlandırıldığı araştırılacaktır. Bu amaç doğrultusunda Matrakçı Nasuh’un topografik tasvirlerinin ve Batı manzara resminin seçilmesinin sebebi bu formların doğrudan mekânı yansıtmaları ve üretildikleri kültürlerin zaman, mekân ve insan anlayışlarının çözümlenebilmesi için verimli bir zemin oluşturmalarıdır. Sanat eserlerinde mündemiç olan zaman, mekân, insan ve gerçeklik anlayışlarında onları doğuran düşünme biçimlerinin izi sürülebilir; resme bakan kişinin resim tarafından konumlandırılma biçimi ideolojiden bağımsız değildir. Modernlik ilerleme düşüncesine dayanması dolayısıyla öteki olarak tanımladıklarını az-gelişmiş, geri kalmış olanlar olarak görür; bu sebeple perspektif kullanımına dayanan Batı resmi ile karşılaştırıldığında tasvire bir süre az-gelişmiş bir sanat biçimi olarak bakılmıştır. Bu düşüncenin temelinde perspektifin –diğer formların aksine- gerçekliği nesnel olarak temsil ettiği iddiası bulunmaktadır ancak perspektif incelemesinde genel eksen nesnellik değil öznenin konumlandırılması olmalıdır. Bu makalenin amacı, modern düşünme biçiminin mutlaklık ve nesnellik iddiasını sorunsallaştırmak ve farklı görme biçimlerinin mümkün olduğunu göstermektir.

[…]

İnsan ve dünyayı birbirinden ayırarak insanı hâkim özne konumuna yerleştiren görüşün temelinde Aydınlanma ile başlayan sekülerleşme bulunmaktadır. Ortaçağ’da din ve dini kurumlar evreni anlamlandırmanın birincil kaynağı konumundayken; Aydınlanma sonrasında aklın merkeze yerleştirilmesi ve Rönesans ile birlikte Ortaçağ’dan kopuşun gerçekleşmeye başlamasıyla birlikte din birincil konumunu yitirmiş, onun yerini insan aklı almıştır. Bunun temelinde, bu dönemde yaşanan bilimsel gelişmelerin ve doğaya incelenecek bir şey olarak bakılmasının yarattığı hâkimiyet duygusunun ve coğrafi keşiflerin etkisiyle dünyanın keşfedilebilir bir alan olarak görülmesinin bulunduğu söylenebilir. Mekânın ele geçirilebilirliği ve doğa üzerinde hakimiyet kurulabileceğine duyulan inanç bireycilik düşüncesini beslemiş ancak bu, insanın bakış noktasının sabitlenmesi ve kendisini herşeye hâkim gören insana tek bir bakış açısının dayatılmasıyla sonuçlanmıştır. Dinin gerçeğin aranmasında bir referans kabul edilmemeye başlaması sonrasında, gerçeklik ele geçirilmesi hedeflenen bir saplantı haline gelmiştir. Perspektif ideolojisinin temelinde de, gerçekliği ele geçirme ve onu tek bir bakış açısında hapsetme saplantısı bulunmaktadır. Modern görme biçimi de perspektif ideolojisi ekseninde şekillenmiştir: nasıl ki perspektif bakana tanrısal bir bakış veriyor gibi görünürken aslında ona tek bir bakış açısını dikte ederek onu olduğu yere hapseder, modern sistem de kişileri özgür özneler olarak çağırırken zihinlerini biçimlendirerek onlara tek bir bakış açısını dayatır; nasıl ki perspektifle yapılmış bir resim bakan kişiye önceden belirlenmiş tekil bir bakış biçimini sunar ve resim içinde dolaşma imkânı vermez, modern sistem de özgürlük getirme iddiasına karşın bireylerin farklı bakış açılarından bakmalarına imkân vermez; perspektifte mekânın kapalı ve belirlenmiş, ele geçirilebilecek bir alan olarak görülmesi gibi modern mekân da kapalı ve belirlenmiş, fethedilecek bir alan olarak kavramsallaştırılmıştır; perspektifte zamanların çokluğunun bertaraf edilmiş olması ve dünyanın tek bir zamandaki haliyle resmedilmiş olması gibi modern sistem de zamanı ilerlemeye indirgeyerek zamanların çokluğunu ortadan kaldırmıştır …” (Farklı Bir Görme Biçimi Olarak Tasvir: Matrakçı Nasuh’un Topografik Tasvirleri, Gönül Eda Özgül)

 

… Güzel sanat ve güzel ahlâk  münasebeti üzerine okumak için…

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır...Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır...Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır...Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır...demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

 

Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar. Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır...Sanatta mükemmeli arayanlar O'na yaklaşır...

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

Şüpheci Denemeler / Bertrand Russell »

“… Faydacılık, nihai felsefi gerçeği içermese de bazı önemli meziyetlere sahiptir. Birincisi bizim ulaşabileceğimiz gerçeğin yalnızca insani gerçek olduğunu; bu gerçeğin de, insani olan her şeyde olduğu gibi yanılınabilir ve değişebilir olduğunu görmesidir. İnsana özgü olanlarının dışında kalan olaylar gerçek değil, gerçek-olgulardır (belirli türlerden). Gerçeklik inançlara özgü bir özelliktir, inançlar da psikolojik olaylardır. Bundan başka, inançların olgularla olan bağlantılarında mantığın varsaydığı sistematik basitlik yoktur; buna da işaret etmiş olması faydacılığın ikinci meziyetidir. İnançlar belirsiz ve karmaşıktır; kesin tek bir olguya değil, birçok ve belirsiz türden olgularla ilintilidirler. Bu nedenle, mantığın sistematik önermelerinden farklı olarak, inançlar doğru veyayanlış gibi iki mutlak karşıt değil, doğru ve yanlışın bir karışımıdır. Hiçbir zaman siyah ya da beyaz değildirler; grinin değişik tonlarını taşırlar. “Gerçek”ten büyük bir saygıyla söz edenler gerçek-olgu dan söz etseler ve önünde eğildikleri saygın özelliklerin insan inançlarında bulunmadığını görseler daha yerinde olur. Bunun teorik olduğu kadar pratik yararları da vardır. Çünkü insanlar “gerçeği” kendilerinin bildiklerini sandıkları için birbirlerine zulmederler. Psikanalitik açıdan bakıldığında, insanların büyük saygıyla söz ettikleri herhangi bir “büyük ideal”in, gerçekte düşmanlarına eziyet etmek için buldukları bir bahane olduğu söylenebilir.

 Uygulamada ise faydacılığın daha da karanlık bir yönü ortaya çıkıyor. Bu felsefeye göre, doğru olan inanç çıkar sağlayan Read the rest

Bir garip ölmüş diyeler, Üç gün sonra duyalar, Soğuk su ile yuyalar »

suriye-kriz-multeci-avrupa

 

… Bu konuda okumak için…

Derin Lügat maddesi: İslâmistan / Land of Islam / ديار الإسلام

  1. Biz ahlâklıyız, onlar ahlâksız da ondan…
  2. Mali: Fransa para etmeyen “değerler” için savaşır mı?
  3. Tombuktu’da çocuk öldürmenin Paris’teki faydaları
  4. Libya: Kâfirin silahıyla mücahid olunur mu?
  5. Libya: ABD ve AB, NATO Müdahalesini Haklı Çıkarmak İçin İç Savaşı Teşvik mi Ediyor?
  6. Her başarılı diktatörün arkasında bir Batı ülkesi vardır!
  7. Onlar Ahmet Davutoğlu’dan özür dileyecekler

… Bu konuda e-kitap okumak için…

 Kâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursunKâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursun Kral Faysal ve Kudüs konuşmasıKral Faysal ve Kudüs konuşması İslâmistan / Land of Islam / ديار الإسلام İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Kâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursunKâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursun Kral Faysal ve Kudüs konuşmasıKral Faysal ve Kudüs konuşması İslâmistan / Land of Islam / ديار الإسلام

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Avrupa neden mültecileri ölüme terk ediyor? »

avrupa-gocmen

 

Bu  konudaki Derin Lügat maddeleri:

 

Bu konuda e-kitap:

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

Amerika medenîdir, sen gitmesen o geliverir!Amerika medenîdir, sen gitmesen o geliverir!

Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor. Ancak ne askerî ne de ekonomik olarak bu iki ülkeye üstünlük sağlayamayan insanlar Afganistan’da, Filistin’de, Irak’ta ABD bombaları altında can vermeye devam ediyorlar. Barışçı yollarla bir şeyler yapmaya niyetli,  “yangına gagasıyla su taşıyanlar” ise Amerikan kamuoyunu uyarma çabasında. Fakat ne yanmış yıkılmış okullar, ne de kolları bacakları kopmuş bebek fotoğrafları Amerikalıların vicdanını uyandıramadı.

Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?

Amerikan’ın bu saldırganlığı sıradan Amerikalılara da büyük zarar veriyor aslında. Sadece Irak’ın işgali için harcanan yüz milyarlarca dolar ile ülkelerini baştan yapabilir, zengin-fakir demeden herkese yüksek kaliteli sağlık ve eğitim hizmeti götürebilirlerdi. Oysa milyonlarca Amerikalı sefalet içinde yaşıyor. Kimi ekonomik kriz yüzünden kimi Katrina kasırgası gibi bir doğal felaketlerden dolayı evini, işini kaybetti. Devlet ise bu insanları yüz üstü bıraktı. Neden? Bu 37 sayfalık kitap klişelerin ötesinde bir bakış açısı öneriyor. Buradan indirebilirsiniz.

Fahişelik, şehitlik ve özgürlük »

Geçen gün posta kutuma bir mesaj geldi, Lena adlı bir insan-kadın para karşılığında cinsel ilişki teklif ediyordu. Mesaja insan-Lena’nın çıplak fotoğrafı eklenmişti. Erkek-gözler için çekici bir kadın bedeni sergileyen bu fotoğraf insan-gözler için iki farklı şey anlatıyordu:

1) İnsan-Lena’nın sağ bacağının yanındaki mobilyada 2 yaşındaki çocuklara uygun bir oyuncak duruyordu.

2) Fotoğraf çekilirken insan-Lena yüzünü saklamak istemişti.

Fahişelik konusunda rastgeldiğim iki katı duruş var:

  • Katı ahlâkçı: Günahtır, ayıptır! Bütün fakir kadınlar kötü yola mı düşüyor? Namusuyla çalışsın, aza razı olsun…
  • Katı özgürlükçü: Yetişkin iki insan ne isterse yapar. Fahişelik yapmak isteyen birine (ya da müşterisine) bir liberal olarak (ya da demokrat?) söyleyebileceğim bir şey yok.

İnsan-Lena için böyle midir bilemeyiz ama bir çok insan karnını doyurmak, aile geçindirmek için ahlaken “yanlış” işleri bile bile yapıyor. Bile bile diyoruz çünkü insan-Lena’nın yüzünü gizlemesinde adeta simgeleşiyor bu utanç ve gizlenme çabası. Kız çocukları “ben büyüyünce fahişe olucam, köşeyi dönücem” demez. Bu durumdaki insanlara acımak, kızmak ya da bir katı özgürlükçü gibi “kendi bilir” demek istemiyorum. Gece vakti yol kenarlarında “otostop” yaparken gördüğümüz her insan-fahişe bireysel özgürlüğün ne derecede “çolak” bir kavram olduğunu yüzümüze çarpıyor. Özgürlük tek bacaklı bir masa gibi. Ayakta Read the rest

Ağustos ayında en çok okunan kitaplar »

en-cok-okunan-kitaplarAğustos ayında e-kütüphanemize gelenler 45.280 kitap okudular. Özellikle 9 kitap 1000’in üzerinde okunarak büyük ilgi gördü. Kitap sohbetlerine ayrılan Kitap Tanıtan Kitap serisinin her zamankinden daha fazla indirilmiş olması ayrıca sevindirici. Bu vesileyle hatırlatalım, bu kitaplar toplam 200’den fazla kitabı ve yazarı tanıtan sohbetler içeriyor. Kitapların kollektif bir çalışmanın ürünü olması ayrıca dikkate değer zira gerek konu gerekse üslup bakımından çok renkli eserler. İş ya da okul hayatının daraltıcı meslekî okumasından kurtulmak isteyen, ufkunu genişletme arzusunda olan herkesin istifadesine açık: Edebiyat, tarih, eğitim, sanat, kadın, bilim, felsefe, din, … Hemen her konuda kitap sohbeti bulmak ve ilginizi çeken kitapları seçerek bir okuma planı yapmak mümkün. Evet… 1000 okumayı geçen 9 kitap ve toplam okumanın %60’ını teşkil eden ilk 25 kitap şöyle:

  1. Kürtlerin Tarihi Üzerine (2626)
  2. Derin insan (1903)
  3. Derin Lügat 2.0 (1853)
  4. Kitap Tanıtan Kitap 1 (1409)
  5. Kitap Tanıtan Kitap 2 (1262)
  6. Senin tanrın çok mu yüksekte? (1242)
  7. Derin MAЯҖ (1182)
  8. Kitap Tanıtan Kitap 3 (1052)
  9. Derin Göz (1022)
  10. Kitap Tanıtan Kitap 5
  11. Sen insansın, homo-economicus değilsin!
  12. Bir pozitivizm eleştirisi
  13. Kitap Tanıtan Kitap 6
  14. Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru
  15. Kitap Tanıtan Kitap 4
  16. Kaybedenler Klübü: Muhalefetimiz
  17. Edward Hopper’ı okumak
  18. İslâm’da Mimar ve Şehir
  19. Gözle dinlenen müzik: Tezyin
  20. Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)
  21. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  22. Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
  23. Türk solu iktidar olur mu?
  24. Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”
  25. Liberalizmin Kara Kitabı

 

Saptırılmış Vasiyetler / Milan Kundera »

Saptırılmış Vasiyetler Milan Kundera“… Büyük Ustamız olan kişiyi, Don Kişot’u açalım, birinci kısım, XII, XIII ve XIV. bölümler: Don Kişot, Sancho ile birlikte bulundukları dağlarda, bir çoban kızına aşık olan bir genç şairin, Chrysostome’un öyküsünü öğrenir. Şair, kızın yanında olabilmek için kendisi de çobanlık yapmaya başlar; ama kız onu sevmez ve bunun üzerine Chrysostome hayatına son verir. Don Kişot onun cenaze törenine gitmeye karar verir. Küçük töreni şairin arkadaşı Ambrosio yönetmektedir. Çiçeklerle kaplı cesedin yanında şiir defterleri, şiir yazılı kâğıtlar vardır. Ambrosio törende hazır bulunanlara Chrysostome’un bunların yakılmasını istediğini açıklar. Yaslı insanlara katılmış olan bir meraklı kişi, senyör Vivaldo bu sırada araya girer: Şiirleri yakmanın ölünün dileğine gerçekten uygun düştüğünü kabul etmez, çünkü dileğin akla yatkın olması gerekmektedir ve şairin dileği akla yatkın değildir. Zevk, bilgelik ve deneyim vermesi için, şiirin başkalarına verilmesi öyleyse çok daha iyi olacaktır. Ve Ambrosio’nun yanıtını beklemeden eğilir ve kendisine en yalan olan kâğıtlardan bazılarını alır. Ambrosio ona şöyle den ‘Senyör, aldıklarınızın sizde kalmasına, nezaket gereği, izin veriyorum; ama ötekileri yakmayacağım boşuna düşünülmesin.’ ‘Nezaket gereği size izin veriyorum’. Bunun anlamı şudur: Ölmüş dostumun dileği beriim için bir yasa gücüne sahip olsa bile, ben yasalarm uşağı değilim, yasaya aylan başka nedenlere karşı gözü bağlı olmayan özgür bir insan olarak onlara saygı duyarım, tıpkı nezaket ya da sanat aşkı gibi. Dostumun beni bağışlayacağını umarak, işte bu nedenle ‘aldıklarınızın sizde kalmasına izin veriyorum’. Buna karşın, bu istisna ile, onun benim için yasa değerinde olan dileğini hiçe saymış bulunuyorum; bunu kendi sorumluluğum alünda yaptım, kendi zararıma ve bunu bir yasayı hiçe sayan kişi olarak yaptım, yoksa yasayı inkâr eden, onu yürürlükten kaldıran biri olarak değil; bu nedenle ‘ötekileri yakmayacağım boşuna düşünülmesin …”

… Sosyalizm ve edebiyat üzerine kitap okumak için …

Kitap tanıtan kitap 4

70 kitap indirin70 kitap indirinAlışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitapAktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

70 kitap indirin70 kitap indirinBir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi?

Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Metafizik Üzerine Konuşma / Gottfried Wilhelm Leibniz »

leibniz-metafizik (3)Ruhumuzun boş levhacıklara nasıl benzetilebildiği, kavramlarımızın duyulardan nasıl geldiği üzerine.

Aristoteles ruhumuzu yazı yazmak için üzerinde yer bulunan henüz boş levhalara benzetmiş, anlığımızda duyularımızdan gelmeyen hiçbir şeyin bulunmadığını bildirmişti. Aristoteles’in bu bakış biçimi daha çok halk kavrayışlarına uyar, oysa Platon daha derine gitmektedir. Bununla birlikte bu tür sanı bilgileri ya da uygulama bilgileri gündelik kullanıma girebilirler; Copernicus yandaşlarının güneş doğar ve batar demelerine benziyor bu da az çok. Genellikle düşündüğüm üzere bunlara pek güzel anlam verilebilir, özel tözlerin birbirleri üzerinde eylemde bulunduğunu gerçekten söyleyebileceğimizi belirtmiş olduğum gibi. Bu yönde şunu da söyleyebiliriz: duyular aracılığıyla dışarıdan bilgiler alıyoruz, çünkü dışsal bazı şeyler ruhumuzu bazı düşüncelere götüren nedenleri içerir ya da daha doğrusu açıklar. Ama metafizik doğruların tamuyarlığı sözkonusu olunca ruhumuzun genişliğini ve bağımsızlığını tanımak önemlidir. Gündelik yaşamda yalnızca açık açık kendini gösteren şeyler ve özel bir biçimde bize ait olan şeyler ruhumuza mal edilir, çünkü daha ileri gitmek hiçbir işe yaramaz; bununla birlikte ruhumuzun bu genişliği ve bağımsızlığı halk arasında sanıldığından daha büyük bir uzanıma sahiptir.

Gene de çiftanlamlılıktan kaçınmak için bu anlama ve öbür anlama uygun terimleri seçmek doğru olur. Böylece ruhumuzda bulunan bu anlatımlar, kavransınlar ya da kavranmasınlar, fikir diye adlandırılabilirler; kavrananlara ya da biçimlendirilenlere de kavramlar denebilir. Ama hangi biçimde alınırsa alınsın, tüm kavramlarımızın dış duyu denilen duyulardan geldiğini söylemek doğru olmaz, çünkü kendim üzerine ve düşüncelerim üzerine, dolayısıyla varlık, töz, eylem, özdeşlik ve daha başka şeyler üzerine sahip olduğum şeyler bir iç deneyden gelir.
Yalnızca bizim dışımızda olan Tanrı algılarımızın doğrudan doğruya konusudur, yalnızca odur bizim ışığımız.

Metafizik doğrunun kesin anlamında, tek Tanrı dışında bize etkide bulunan hiçbir dış neden yoktur. Bizim sürekli bağımlılığımızdan ötürü yalnızca o bize kendini doğrudan doğruya duyurur. Buna göre ruhumuza dokunan ve algılarımızı doğrudan doğruya uyaran bir başka dış nesne yoktur. Ayrıca, ruhumuzda tüm şeylerin fikirlerine sahibiz, bu da Tanrı’nın üzerimizdeki sürekli eyleminden ötürüdür, yani her sonuç kendi nedenini açıkladığından ve böylece ruhumuzun özü tanrısal öz, tanrısal düşünce ve tanrısal istemin ve onlarda içerilmiş tüm fikirlerin belli bir anlatımı, öykünmesi ya da imgesi olduğundan ötürüdür. Öyleyse denebilir ki dışımızda bulunan dolaysız nesnemiz yalnızca Tanrı’dır ve her şeyi biz onunla görüyoruz; örneğin güneşi ve yıldızları gördüğümüzde bize bunların fikirlerini veren ve bizde bunların fikirlerini saklayan, duyularımızın belli bir biçimde uyarılmış bulunduğu zamanda kendi koyduğu yasalara göre kurduğu kendi olağan yardımıyla bizi bu fikirler üzerinde gerçek olarak düşünmeye götüren Tanrı’dır. Tanrı ruhların güneşi ve ışığıdır; “lumen illuminans omnem hominem venientem in hunc mundum”; bu duyguyu bugün duymuş değiliz biz. Kutsal Kitap’tan sonra ve her zaman Aristoteles’den çok Platon’u tutmuş olan kilise babalarından sonra skolastikler döneminde birçoklarının Tanrı ruhun tek ışığıdır inancını taşıdıklarına, kendi söyleyişleriyle “intellectus agens animae rationalis” diye belirlemede bulunduklarına daha önce birçok defa tanık olduğumu anımsıyorum. İbni Rüşdcüler buna kötü bir anlam verdiler, ama aralarında Guillaume de St. Amour’un ve birçok gizemci dinbilimcinin de bulunduğunu sandığım başkaları da bunu Tanrı’ya yaraşır ve ruhu onun iyiliğine yükseltecek biçimde almışlardır.

Bununla birlikte biz Tanrı’nın fikirleriyle değil, doğrudan doğruya kendi fikirlerimizle düşünürüz.

… Bu konuda okumak için…

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

Böyle Buyurdu Zerdüşt / Friedrich NietzscheBöyle Buyurdu Zerdüşt / Friedrich NietzscheYokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.