Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler »

12 Eylül, 12 Mart’ın aksine Türk romanında sosyalleşmeyi değil, ferdileşmeyi, anlatımda klasik yapının aksine üst dille biraz daha kapalı bir ifadeyi gündeme getirmiştir. Bu yönelim ve değişim post modern çizginin yansıyışı olarak ele alınmalıdır. Dönemin en bariz kaçış fikri, gerçeği örtülü kılmanın çok ötesine kaymıştır.[1] Ancak tam aksine örtülü gerçeklik; hatta yalın sosyolojik gerçeklik romanları da bu dönemin verilerindendir. Her halükârda toplumsal sarsıntılar edebiyata bir yönüyle yansır, 12 Martta olduğu gibi, 12 Eylül ve sonrası da edebiyata, romana bir şekilde yansımıştır.[2] Öncelikle entelektüel grupların hapishanelerle tanışması, oldukça fazla insanın hapse girmesi, hapishanelerin durumunu romana soktu. Hapishane okur için çok iyi bilinmeyen bir dünyaydı. Bunu yaparken romancıların odak noktayı öne çıkardığı ve öncesi manzarayı silik geçtikleri gözlendi.[3]

1980 öncesi romanlarında sosyal konuların öne çıkarılıp, anlatım biçiminin ve tekniklerinin fazla dikkate alınmaması durumu, 80 sonrası tam aksi bir görünüme dönüşmüştür. Bu durum, genellememekle birlikte bir akım oluşturan “Pınar Kür, Orhan Pamuk, Bilge Karasu, Latife Tekin” için yeterince açıklayıcıdır. 12 Mart’ın romanları sosyal olmak yanında 80’leri hazırlayan “yeni anlatı yöntemlerinin (de) arandığı romanlardı. Orhan Pamuk, “romanda çağın dönüşüm odağını oluşturan sorunlara/temalara Read the rest

Türk romanının tarihçesi »

Türk Edebiyatı, belli bir döneme kadar nesirden ziyade bir nazım edebiyatı olmuş, roman 19. yüzyılda Türk edebiyatına girene dek, onun yerini tahkiyeli diğer eserler tutmuştur. “Eski Türk Edebiyatında hikâye, en geniş ifadesiyle ‘bir olayın anlatımı’ şeklinde düşünülmüş, manzum olsun, mensur olsun bir olayı anlatan tarih, masal, efsane, lâtife, destan, menkıbe vs. gibi tahkiye esasına dayanan bütün eserler genel olarak hikâye adıyla adlandırılmışlardır. Aynı zamanda hikâye türünden bir eser de destan, kıssa, efsane, menkıbe, lâtife, tarih, nevâdır vb. gibi isimlerle de anılabilmektedir. Bunun yanında bir hikâyenin değişik terimlerle de adlandırıldığı görülmektedir.”[1]

Türkiye’de roman türünün Tanzimat’la birlikte başladığı ve ilk romanların çevi­ri yoluyla edebiyatımıza girdiği görülür. Tanzimat dönemine gelene kadar bizde neden roman türü ilgi görmemiş hatta ortaya çıkmamıştır? Tanpınar, bu meseleyi inceleyerek sebeplerini şöyle sıralamıştır: “Müslüman edebiyatlarının orta çağ hikâyesinden romana geçemeyişi bahsinde de hemen hemen aynı cinsten bir yığın sebeple karşılaşırız. Bunların başında yine şüphesiz insanın reel hayata inanarak Read the rest

Denemeler / Montaigne »

dostoyevski “… Dost ve dostluk dediğimiz, çokluk ruhlarımızın beraber olmasını
sağlayan bir raslantı ya da zorunlulukla edindiğimiz ilintiler,
yakınlıklardır. Benim anlattığım dostlukta ruhlar o kadar derinden
uyuşmuş, karışmış kaynaşmıştır ki onları birleştiren dikişi silip
süpürmüş ve artık bulamaz olmuşlardır. Onu (Etienne de la Boetie:
Montaigne’in en iyi dostu. İyi yürekliliği ve bazı şiirleriyle
tanınmıştır.) niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak
şöyle anlatabilirim sanıyorum: Çünkü o, o idi; ben de bendim. Read the rest

Çağdaş / Modern / Contemporary / معاصر »

cagdas-modern (2) 

Ne değildir?

Ulaşılması gereken bir medeniyet seviyesi değildir.

Nedir?

Batının aşağıladığı ülkeleri azarlama sistemi. Batı istediği kalıba girmeyenlere “çağdışı” diye hakaret etmek için uydurma, içi boş ve tarif edilemeyen soyut kavramlar kullanır. Modernist ödül-ceza sisteminde çağdaşlık önemli bir yere sahiptir. İtaatkâr kişi ve kurumlar “çağdaş, laik, demokrat, ilerici” diye övülürken dik başlılar “çağdışı / gerici / yobaz” diye aşağılanır. Bu ödül-ceza sisteminin diğer bazı önemli unsurları şunlar:

Çağdaşlaşma mevhumunu anlama çabamızı şu sözlerle bitirelim:

Soru: Buraya kadar gelmişken şu “çağdaşlaşma” kavramı üzerinde de dursak? […] (*)


Cevap:
 Bu çağdaşlaşma kadar rezil, âdi ve katil bir kelime yoktur. Bu çağ neden Avrupa’nın çağı olsun? 1976 senesi Türklerin, Hintlilerin, Patagonyalıların, Fransızların, İngilizlerin birlikte yaşadıkları tarihtir. Bu tarihte çağ içi, çağ dışı nasıl olabilir? Yani çağ bir daire midir ki, bir kısım insanlar bunun içinde, bir kısmı da dışında yaşasın? Bu korkunç bir şey. Biz çağdaşlaşmayı kabul ettiğimiz andan itibaren biçâreliğimizi, elimizin kolumuzun bağlı olduğunu, efendimizin Avrupa olduğunu kabul etmiş oluyoruz.

Çağdaşlaşma diye bir şey yok. Herkes çağdaştır. Yalnız bu çağda endüstrileşmiş ülkeler var, endüstrileşmemiş ülkeler var. Zengin ülkeler var, fakir ülkeler var. Bunun çağla alakası yok. Belli bir tarihin sırtımıza yüklediği mirastır. İyi tarafları var, kötü tarafları var. Read the rest

Zeytindağı / Falih Rıfkı Atay »

zeytin dagi falih rifki atay

Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı adlı kitabını epey zaman önce, uzun bir tren yolculuğunda okumuştum; bozkır Anadolu topraklarından geçerken. Yolculuk manzaraları ile kitaptaki Anadolu teması ile birleşince etkileyici de gelmişti, itiraf edeyim. Zeytindağı’nın ismi Kudüs’e yakın bir dağdan geliyor, kudretli ittihatçı Cemal Paşa’nın karargâhının kurulu olduğu dağdan.

Kitaptan önce Falih Rıfkı Atay’dan bahsedeyim biraz. Falih Rıfkı Atay, cumhuriyet döneminin en önemli şahsiyetlerinden. Atatürk’ün çok yakınlarında bulunmuş kişilerden biri. Mustafa Kemal ile tanıştıktan sonra bu döneme ilişkin anılarını da “Atatürk’ün Bana Anlattıkları”, “Çankaya” ve “Atatürk Ne İdi?” adlı kitaplarında topladı.

Atay, katıksız bir Kemalist olarak dönemin toplumsal dönüşüm uygulamalarının çok önemli bir tanığı ve destekçisi idi. Daha sonraki dönemde de hep bu desteğini Read the rest

Yokluk / Absence / غياب »

yokluk

Ne değildir?

Varlık’ın zıddı değil.

Nedir?

Yokluk varoluşun ön koşuludur. Zira insan ne dış dünyayı ne vücudunu ve ne de kendi kendini vasıtasız anlayamaz. Hisleri, aklı, hayal gücü sayesinde gerçekleşir bu anlayış. Haliyle fizik, kimya gibi bilimsel bilgi de dâhil olmak üzere her biliş indî/sübjektif bir tasavvura dayanır. (Bkz. Derin Lügat maddesi: İndî / Sübjektif / Objektif / ذاتي) Bu tasavvur içtimaî bir kisveye büründüğünde insanlar “objektif” bilgiye eriştiklerini vehmederler. Kendi uydurdukları kelimelerin, zihnen inşa ettikleri sebep-sonuç zincirlerinin kendileri dışında bir gerçekliğe yahut mevcudiyet iddiasına sahip olduğunu zannederler. Sosyal olarak kabul gören kavramsallaştırmaların Zaman ve Mekân dışı zannedilmesinin sebebi budur. Bu hataya işaret eden çok sayıda filozof vardır: Ernst Mach, Ludwig Wittgenstein, Henri Bergson,…

Yok’un varlığını hesaba katmayan her tasavvur sahibi tıpkı Parmenides gibi ontolojik bir çıkmaza düşmeye mahkûmdur. Amélie Nothomb’un şu satırlarda çok güzel tasvir ettiği Read the rest

Hayy Bin Yakzan / İbn-i Tufeyl »

hayy-bin-yakzan“Hayy Bin Yakzan” İbn-i Tufeyl’in felsefi romanının adı. 1106 yılında Gırnata’da doğan İbn-i Tufeyl İslam düşünce tarihinde İşraki bir filozof olarak kabul edilir. “Uyanık’ın oğlu Diri” anlamına gelen “Hayy bin Yakzan” ıssız bir adada tek başına büyüyen Hayy’ ın kendi kişisel tecrübeleriyle Hakikat’i arama çabasının kelimelere dökülmüş halidir. Hayy, tabiatla baş başa, tüm dış etkilerden her türlü insani ve İlahi öğretiden uzak biçimde çevresine bakarak, Hakikat’in bilgisini ve varlığın sırrını keşfeder. İbn-i Tufeyl bu eseri yazmasına sebep olarak “İslam felsefesi önderlerinden İbn-i Sina’ nın Hikmeti Meşriki adlı eserinde dile getirdiği bazı sırların açıklanmasının
kendisinden istenmesini” gösterir ve şöyle der:

İstediğin bilgileri Hayy bin Yakzan adını verdiğim bir hikaye aracılığı ile iletmeye çalışacağım. İbn-i Sina’nın insanları yola getirmek için isteklendiren, özendiren, akıl ve zeka sahiplerine ibret veren Hayy bin Yakzan ile Salaman ve Absal adlı mesellerinden ilham alarak kurduğum bu hikayeyi iyi izlersen Yakzan oğlu Hayy ile birlikte istediğin gerçeklere ulaşabilirsin.

İbn-i Tufeyl romanında üç karakteri üç bilgi türü ile eşleştirir. Issız bir adada Hakikat’i arayan Hayy filozofu, Absal sufiyi Salaman’da dini kurallara bağlı alim şeklinde temsil edilir. Read the rest

Metafizik Üzerine Konuşma / Gottfried Wilhelm Leibniz »

leibniz-metafizik (2)Biz Tanrı’nın fikirleriyle değil, doğrudan doğruya kendi fikirlerimizle düşünürüz.

Bununla birlikte bizim fikirlerimizin de bizde hiç mi hiç olmayıp Tanrı’da olduğunu öne sürer görünen bazı usta filozofların görüşlerini de benimsemiyorum. Onların böyle düşünmesi bence şuradan geliyor: onlar bizim burada tözlerle ilgili olarak açıklamış olduğumuz şeyleri de, ruhumuzun genişliğini ve bağımsızlığını da, ayrıca ruhumuzun kendine uğrayan her şeyi içerdiğini ve Tanrı’yı ve onunla birlikte tüm olası ve edimli varlıkları açıkladığını, bir sonuç kendi nedenini nasıl açıklarsa öyle açıkladığını o zamanlar göz önünde tutmadılar. Ayrıca, başkalarının fikirleriyle düşünmem usa uygun bir şey değildir. Öte yandan, ruh herhangi bir şeyi düşündüğü zaman gerçekten belli bir biçimde duygulanmış olması gerekir, ve onda yalnızca böylesine duygulanabilmek için daha önceden tümüyle belirlenmiş olan edilgin bir gücün bulunması yetmez, aynı zamanda doğasında bu düşünceyi ileride oluşturacağını gösteren belirtilerin ve zamanı gelince onu oluşturacak olan konumların bulunmasını sağlayacak etkin bir gücün de olması gerekir. Ve bütün bu şey bu düşüncede içerilmiş olan fikri Read the rest

Perspektif sanata giydirilmiş bir deli gömleğidir! »

tersten-perspektif-pavel_florensky

“… Bir gün gelecek insanlar zihin güçleriyle zamana dik bir şekilde Kâinat’a bakarak dünyanın ve onun kısımlarının anlık fotoğrafını çekebilecekler …” (Pavel Florenski)

Yola çıkalı belki çok olmamıştı ama yorgunlardı. Kışın ortasında hayvan taşınan bir yük vagonunda hem de ayakta seyahat etmek kolay değildi… Soğukta ve pis kokuların içinde geçen birkaç saat sonra metalik gıcırtılarla durdu tren. St Petersburg yakınlarında bir ormanda ve kimsenin dışarıda olmak istemeyeceği bir saatteydiler. Vagon kapısının dışındaki sürgü açıldı; yana doğru çekilen kapının arkasından üzerlerine tutulan el fenerleri etrafı görmelerine engel oluyordu. Dışarı çıkmaları emredildi, güçlükle vagondan aşağı atladılar. Bir yöne doğru yürümeleri emredildi ve yürümeye başladılar.

tersten-perspektif-pavel-florenski-2Sonradan Komünist Rusya’nın gizli istihbaratı KGB’yi teşkil edecek olan NKVD’nin milisleri 500 mahkûmu donmuş toprağın üzerinde bilinmeyen bir yere doğru götürüyorlardı. Uzun müddet yürüdükten sonra açık bir alanda durdular. Mahkûmları hendek gibi kazılmış bir çukurun kenarında sıraya dizdiler. İdam mangası nereden geldiği belli olmayan sert bir komutla nişan aldı, ikinci bir komutla tüfekler ateşlendi. Hayatla ölüm arasındaki ince perde yırtıldı; cansız bedenler sessizce karla kaplı toprak tümseklere yığıldılar. İdam mangası cesetleri tek tek kontrol ediyor, yaşadığından şüphelendikleri mahkûmların kafalarına tabancayla bir el daha sıkıyorlardı. Önündeki evraka damga vuran memurlar gibi kayıtsızdılar. Milislerin yüzleri ölüler kadar ifadesizdi; aylardır süren rutinleriydi bu…

Fakat bu seferki rutin bir infaz olmadı: Yere düşen 500 cansız insanın arasında çok tuhaf biri vardı: En az Leonardo da Vinci kadar sanatçı, Albert Einstein kadar fizikçi ve hiç şüphesiz Kant’tan, Heidegger’den daha üstün bir filozof olan Pavel Florenski’ydi bu adam. Tarihlerin 8 Aralık 1937’yi gösterdiği o gece Read the rest

Soneler / William Shakespeare »

soneler-william-shakespeare-115. Sone
.
Sana önceden yazdığım dizeler yalan söylüyordu;
Seni bundan daha çok sevemem diyenler hani;
Ama o zamanlar aklim bir türlü almıyordu,
İçimdeki alevin daha da parlak yanabileceğini.
Oysa zaman, kralların fermanını bile değiştirir,
Yeminler arasına girer, milyonlarca oyunuyla,
Kutsal güzelliği karartır, sivri niyetleri köreltir;
Nice dik başları değişimin çarkına uydurur sonunda;
Heyhat! Ben de zaman denen zorbanın korkusuyla,
‘En çok şimdi seviyorum seni,’ diyemez miyim;
Aşkımdan kuşku duymadığım, en emin olduğumda,
Geleceği unutup, o güne taç giydiremez miyim.
Aşk bir bebek olduğuna göre,
hayır, bunu diyemem,
Büyümesini sürdüren şeyi,
büyümüş gibi göremem.
140. Sone

Zalimliği bildiğin gibi, aklını kullanmayı da bil,
Dili bağlı sabrımı daha çok hor görüp üstüne varma,
Yoksa bakarsın ıstırap…… dili çözüverir ve çözülen dil,
Görmezden geldiğin acıları açığa vuruverir,
Sana biraz akıl vereyim istersen : Sevmesen de beni,
Sevdiğim, seviyorum desene hiç değilse yalandan;
Ölüm yatağında çaresiz yatan hasta,
Sağlık haberinden başka bir şey duymak istemez doktordan.
Umudumu yitirirsem eğer, aklımı da yitirebilirim çünkü,
Ve çılgınlığımla kötü konuşabilirim senin hakkında;
Her şeyi kötüye yoran şu dünya öyle soysuzlaştı ki,
Akılsız kulaklar hazır akılsız iftiracılara inanmaya,
Gel ne ben böyle olayım ne de sen iftiraya uğra,
Gözlerine hakim ol serseri gönlün bildiğini yapsa da. 

 

… Kitap okumak için …

kitap tanitan kitap 5 70 kitap indirin70 kitap indirinKitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.