RSS Feed for This Post

Fıtrî / Evrensel / Universal/ فطري

imagesİnsanlar iki farklı eksen etrafında bir-leşebilirler:

Fıtrî: Ortak değerler esastır: Güzellik, iyilik, doğruluk, farlılıklara saygı… Fıtrat insanları dönüştürmeden ve tektipleştirmeden bir-leştirir yani bir araya getirir. Herkesin farklı oluşunun idraki de birleştirici bir unsurdur.

Evrensel: Ortak çıkarlar esastır. Ekonomik hayat ve güvenlik algışı sebebiyle bir “norm” icad etmek zorunludur. Bu normlara uyanlar bir-leşir yani tektipleşir; “asker millet”, “üstün ırk” veya homo-economicus çıkar ortaya. Normlara uymayan “öteki – iç düşman” olur. Farklılık korkutur ve bu farklardan “tehlikeli” sınıflar ihdas edilir: Zenciler, Müslümanlar, fakirler… (Bkz. Derin Lügat maddesi: Normal / A-Normal / عادي )

Evrensellik iddiası Batı kültürünün afyonudur. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi 1948’de Paris’te imzalandı. Bu tarihten sonra Washington, Londra ve Paris tarafından öldürülen Afrikalıların, Müslümanların, Güney Amerikalıların, Vietnamlı ve Korelilerin sayısı milyonları buldu. Kuzey Atlantik çevresini kapsayan bir ateşkesin dünya hatta evren barışı diye pazarlaması ancak büyük bir kibir işaretidir. İnsanlığın ise bu maskaralığı gerçekten “evrensel” zannetmesi, okullarda böyle öğretmesi akıl almaz bir hamakat…

race-pictureBizi belirleyen kimlik nedir?

Diğerleriyle ortak olan vasıflarımız mı yoksa birbirimizden ayıran vasıflar mı? İki gözüm, beş parmağım ve bir kalbim var, ben de insanım. Ya da insanım ama ötekilerden farklıyım: Türk, erkek, orta yaşlı, İstanbul, mühendis vs. Kimliğimi farklar üzerine inşa edersem bölünmeye hatta çatışmaya gidebilirim. “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” demekle ötekilere “Kürt’sün, eğrisin ve tembelsin” demiş olmuyor muyum? Doğruluk ve çalışkanlık gibi her gün yeniden ispat edilmesi gereken değerleri Türklük tekeline alma hakkına sahip miyim?

Fakat diğer yandan, “ötekilerle” benzer yanlarımı öne çıkarırsam en uç noktada kimliğimi kaybediyorum, tektipleştiren, bütün insanlığı bir “dünya vatandaşlığı” potasında eriten bu duruş da göründüğü kadar çekici değil, hatta öteki kadar tehlikeli. Neden? Hannah Arendt’ten dinleyelim: 

“… Hiç kimse kendi ülkesinin vatandaşı olduğu gibi dünya vatandaşı olamaz. […]  Bütün dünyayı yönetme kavramı, bütün [meşru] şiddet imkânlarının tekelini elinde tutan bir iktidar, onu denetleyecek, sınırlayacak başka iktidarların olmaması tam bir totalitarizm kâbusu. Daha da ötesinde bildiğimiz şekliyle politik hayatın da sonu demek olur bu.

 Politik kavramlar çoğulculuk ve karşılıklı dengeleme, sınırlama üzerine oturur. İktidarların kuvvetleri hem kendi vatandaşlarınca hem de [ulusal] sınırlarla belirlenir. Felsefe dünyayı insanlığın vatanı gibi tasavvur edebilir, yazılı olmayan, herkes için geçerli bir kanunla tanımlı… Politika ise insanlarla uğraşır, farklı ülkelerden gelen, farklı tarihlerin mirasçıları olan insanlardır bunlar. Politikanın ilkeleri gerçek hayata tekabül eder; sınırlama getirir, korur, hudut teşkil eder, had bildirir. Özgürlük bir tasavvur değil gerçeğin ta kendisidir, yaşayan politikadır.  Bütün dünyaya hakim olacak bir düzenin kurulması dünya vatandaşlığının önkoşulu değil her türlü vatandaşlığın sonu olabilir ancak. Dünya politikasının doruğu değil sonudur bu. […]

 İnsanlık tarihinde bir ilk bu: Bütün dünya halkları ortak bir ŞİMDİ‘nin içinde yaşıyorlar. Ehemmiyeti ne olursa olsun, bir ülkede meydana gelen bir hadise diğer ülkelerin halkları tarafından da biliniyor. Her ülke diğer bütün ülkelerle KOMŞU oldu adeta. Ama bu KOMŞU-luk ve bu ŞİMDİ-lik ortak bir geçmişe dayanmıyor ve kesinlikle ortak bir gelecek garantisi de vermiyor. İnsanları böylesine BİR-leştiren, (=homojenleştiren)  teknoloji dünyanın yok olmasına yol açabilir. Küresel iletişim tekniklerinin küresel yıkım teknikleriyle birlikte ilerliyor. […] Küresel bir nükleer savaşın yeryüzündeki insan varlığına son verebilme kapasitesi insanlığı BİR-leştiren en güçlü sembol haline geldi. Bu bağlamda insanlığın birliği ancak yıkım ve tüketimde:  Bu birlik küresel yıkımı engelleyecek uluslararası antlaşmalardan değil sadece biraz daha az BİR-leşmiş bir dünya özleminden müteşekkil …” (Tercümenin tamamı için bkz. Liberal Totalitarizm(5): Dünya Vatandaşı)

Sonsöz

Endüstride, ticaret ve finans sahasında ileri giden Kuzey Atlantik toplumların fıtrî değerlerden uzaklaşması dikkate değer. Bu topluluklarda barış yerine hoşgörü/tolerans gibi kavramların öne çıkması da ilginç. Yani farklı olan “ötekiler” için karşılıklı sevgi ve anlayış yerine tahammül etmek… Bu durum insanların dünyaya, adalete ve hayata bakışlarının da endüstriyle, finansla formatlandığını yani maddiyatla ifsad olduğunu gösteriyor. Kuzey Atlantik toplumları “ötekilere” tıpkı bir fabrikadaki bozuk mallar gibi bakarlar. Ya “normlara” uygundur ve tolerans gösterilir ya da çöpe atılır. (Bkz. Derin Lügat maddesi: Normal / A-Normal / عادي )

Kuzey Atlantik’te doğan ve dal budak salan evrensellik iddiası ve bu iddianın tektipleştirici tasavvuru insanlığa şiddet ve sömürüden başka bir şey getirmedi. Çünkü evrensellik insan fıtratına aykırı. İnsan aklının işleyişine ve insanların kendi hislerini “ötekilerle” paylaşmasına baktığımızda bunu çok net görebiliriz. Nasıl mı? Cevabı Nietzsche’den okuyalım, Filozofların Kitabı, “Hakikat ve Yalan” isimli bölüm:

“…  Kavramların oluşmasını düşünelim. Her kelime anında kavrama dönüşür. Çünkü doğumunu borçlu olduğu orijinal, kendine has, sübjektif bir tecrübeye isim olması yetmez. Yani sadece bir hatıra değildir. Aynı kelime söz konusu tecrübeye benzer başka hadiselere de isim olur. Yani birbiriyle ASLA tıpatıp aynı olmayan durumlara. Her kavram FARKLI şeylerin AYNI-laştırılmasından doğar. Bir yaprak hiç bir zaman diğer yaprakların tıpatıp AYNISI değildir. Ama “YAPRAK” kavramı farklılıkların göz ardı edilmesiyle oluşur. Bu farkları “unutmak” sonucunda zihinlerde bir YAPRAK temsili meydana gelir. Sonra sanılır ki tabiattaki bütün yapraklar önceden çizilmiş, tasarlanmış o ilk YAPRAK’a göre çizilmiş, boyanmıstır. Ama bizim gördüğümüz yapraklar beceriksiz ellerce yapılmış kötü birer kopyasıdır o ilk YAPRAK’ın. Hiç bir yaprak  TAM OLARAK onun kopyası değildir.

“Dürüst bir adam” dediğimizde neden böyle dürüstçe hareket etmiş oluyor? Alışkanlık olarak “dürüst olduğu için” diyoruz. Tıpkı “yapraklar böyle çünkü ilk YAPRAK sebep oldu” der gibi. “Dürüstlük” denen şeyin özünde, gerçekten ne olduğunu bilmiyoruz. Ama çok sayıda dürüst eylem biliyoruz. Bunlar birbirlerinden farklı, kendine has eylemler. Aralarındaki farkları görmezden geliyoruz ve hepsine birden “dürüst eylemler” ismini veriyoruz. […]

Gerçek [düşünce-lisan] nedir? Hareket halinde metaforlar, adlandırmalar, insanlaştırmalar (antropomorfizm), kısaca şiirsel ve retorik bir biçimde soyutlaştırılan kavramlardır. Sonra birlikte yaşayan insanlar bunları [mutlak, değişmez] kanunlar gibi sınırlayıcı olarak kabul eder ve bunlarla düşünürler. Gerçek [düşünce-lisan] metafor olduğunu unuttuğumuz vehimlerdir. Kullanılıp aşınmış, tekabül ettikleri hissi gücü kaybetmişlerdir. Tıpkı üzeri silinmiş, artık para değil birer metal parçası olmuş eski paralar gibi…”

 

1082135676

 

E-kitap okumak için…

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklariYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “SinemaEndüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmleryapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 10 Trackback(s)

  2. Nis 28, 2015: Hak / Right / Droit / حق
  3. Eyl 14, 2015: Millî eğitim aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  4. Eyl 28, 2015: Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  5. Kas 19, 2015: Üniversite ahlâkı aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  6. Kas 24, 2015: 24 Kasım öğretmenler günü aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  7. Oca 17, 2016: Akademisyen Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  8. Mar 18, 2017: Az gelişmiş ülke / Underdeveloped Country / بلد متخلف | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  9. Mar 21, 2017: Gülistan / Şeyh Sadi Şirazi | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  10. Mar 23, 2017: Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları / Zygmunt Bauman | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  11. Kas 18, 2017: Batı / West / Occident / غرب | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin