RSS Feed for This Post

İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(4): Mimar Olmak, Mutlu Olmak, Tatmin Olmak…

hongkong-ustten

Hong Kong’dan bir hayat kesiti. The Economist dergisine bağlı Economist Intelligence Unit tarafından “dünyanın en iyi şehri” ilân edilen Hong Kong’da yemek yiyen üç insan. 10 m² odalarda bazen 3-4 kişinin yaşadığı bu evler birer yuva değil insan deposu. Bu kadar zor şekilde yaşanılan (ve ölünen) bir şehrin birinci olduğuna inanamıyor insan.

Ekonomi dergileri sık sık böyle listeler hazırlıyorlar aslında: “En mutlu ülke, en yaşanabilir şehir…” Neye göre seçiyorlar peki? Nasıl sıralıyorlar? Kişi başına düşen gelir, otomobil sayısı, TV sayısı, uzun ömür,  … Sayısal olabilir ama objektif değil bu karşılaştırmalar.

Zira bir evde 3 TV varsa bu bir mutsuzluk alametidir. Akşam olunca herkes odasına çekiliyor, kimse kimseyle konuşmuyor demektir. Keza otomobillerin çokluğu bir bencillik ve yalnızlık göstergesi değil mi? Herkes kendi balonu içinde. Trafik sıkışıklığına, hava kirliliğine rağmen şehrin ahalisi “ille de BEN, BEN’im konforum, BEN’im rahatım” diyorlar demek ki.

Liberalizmin Kara Kitabı’nda ayrıntılı bir biçimde anlatmıştık; asrımız insanı böyle bir gösterge hastalığından muzdarib. Biz ölçtük, göstergeler senin mutlu olduğunu söylüyor, demek ki mutlusun, fazla kurcalama! Tabi bu göstergeler hazcı, paracı ve dünyacı oldukları için aslında gösterdikleri mutluluk değil tatmin. Yedikçe acıktıran, hergün yeniden kazanılması gereken fakat peşinden koştukça insanı mutsuz eden şeydir tatmin. (Bkz. Derin İnsan Kitabı, Mutluluk ve Tatmin bahsi) Ama bu “en mutlu şehir” anketlerini üretenler mutluluk arayan insanlaragarip bir baskı yapıyor. Tatmin ile mutluluğun aynı şey olduğuna iman etmemizi istiyorlar sanki:

“Evin var, araban var, sende yoksa komşuda var, zengin bir şehirde yaşiyorsun, elini sallasan hastahane ve pastahane, daha ne istiyorsun?”

Liberal mimarî ve liberal şehircilik nasıl olur?

Bir şehirdeki / ülkedeki insanların gerçekten mutlu olduklarını nasıl anlarız peki? Meselâ soğuk gecelerde dedeler torunlarına hangi masalları anlatırlar? Sabah insanlar komşularına gülümser mi? Komşularının dertlerini değilse bile hiç olmazsa isimlerini bilirler mi? O şehirde yaşayan en fakirle en zenginin yanyana gelebileceği mekânlar var mı yoksa herkes kendi gettosunda mı yaşıyor? En fakirle en zengin arasındaki gelir farkı ne seviyede? Bu fark fakiri ezecek boyutlara gelmiş mi? Biri botoks yaptırırken öteki hayatî bir ameliyat için aylar boyu sıra mı bekliyor? Vicdanları rahat bir biçimde gülümseyerek mi ölüyor insanlar?

uzgun_palyacoBazen Batı dünyasını bir palyaçoya benzetiyorum. Antrakt esnasında çok kötü bir haber almış, içi kan ağlıyor ama gösteri devam etmek zorunda. Palyaço güldürmek zorunda seyircileri. Aksi takdirde Kuzey Atlantik halkının bu prestij tutkusunu açıklamanın yolu yok. Her varlığın, mutluluğun bile ölçülebilir kabul edildiği bir perspektifte kendi kendilerini “en mutlu şehir / ülke” ilân eden insanlar neden her sene bunu tekrar ediyorlar? Eğer gerçekten mutlu olsalardı bunu söylemek mecburiyetini hissederler miydi?

Mutluluklarını(?) dosta ve düşmana bilimsel olarak ispat etmeye çalışan ve çoğu Kuzey Atlantik kıyısında oturan insanlar acaba bazı şeyleri örtmeye, unutmaya mı çalışıyorlar? Meselâ “mutlu” gençler arasında artan silahlı saldırı, intihar, alkol ve uyuşturu bağımlığı? Hedonizm ile nihilizm arasında ezilen gençlere “hey dostum, biz mutluyuz, bak bilimsel olarak ispat edildi” demek dışında verecek bir teselli kalmadı mı?

Avrupa’da Hristiyan mimarî nasıl dünyevîleşti?

Avrupalının dünya ve ahiret tasavvuru değiştikçe mimarların Hristiyanlık ile olan münasebeti de etkilendi. Bu etki kiliselere doğal olarak yansıdı. Daha önceki bölümlerde anlattığımız gibi etik ve estetik tercihler taşa nüfuz etti. (Bkz. Güzel Mimar Güzel Binaya Nasıl Nüfuz Eder?) Sade görünümlü, fakat bir o kadar da heybetli Romanesk kiliseler 900’lü yıllardan 13cü asra kadar Hristiyan gözlere (=akıllara) hükmettiler. Sekizgen kuleler her yönü kucaklıyordu. Mütevazi iç süslemeleri adeta kulun acziyetini, abartısız pencereler ve düz duvarları ise dünya hayatının geçici olduğunu hissettiriyordu cemaate. Romanesk kiliseler heybetliydi, evet. Ama bu heybet korkutan, ezen bir büyüklük değil tersine güven veren bir emniyet arayışının ifadesiydi.

Gotik kiliseler ise insana ilâhî bir huzur vermekten çok Vatikan’ın maddî ve siyasî gücünü gösteriyordu. Bina olarak kiliseleri değil kurum olarak, Sayın Kilise’yi görürüz bunlara baktığımızda. Çoğu gotik kilise aynı bankanın şubeleri gibi birbirine benzer, adeta tek bir modelden kopyalanmış gibidir. Köln, Strasbourg ve Beauvais katedralleri gibi ün salmış olanlar bile romanesk  stildeki bir çok köy kilisesine kıyasla “otantik” değildirler. Bu binalarda çekilmiş yüzlerce fotoğrafı yanyana koysanız hangi kiliseden geldiğini bilemezsiniz.

Gotik bir kilise içeri girip dua edebileceğiniz bir yapı değildir. Çünkü yüreğiniz hûşû yerine beşerî endişeler ile dolar. Uhrevî bir korku da değildir hissedilen. Yani ilâhî muhabbetten uzak kalma, Cehennem yahut kabir azabı gibi şeylerden bahsetmiyorum. Çünkü gotik yükseliş kibirli bir yükseliştir, diğer binalar ve kurumlarla nefsanî bir yarışın neticesidir bu yükseliş. Meselâ Strasbourg Katedrali 1647’den 1874’ye kadar dünyanın en yüksek binası olmuştur. 1874’te onu geçen bina ise yine bir başka gotik kilise: Hambourg’daki Aziz Nikola kilisesi. Bunlara bakınca nefsanî kavgalar, iktidar çekişmeleri ve Vatikan’ın ezici gücü ve propagandası hissedilir. Bu yüzden bildiğiniz beşerî korkuları ilham eder gotik. Engizisyon mahkemesince tutuklanma, aforoz edilip işini, ekmeğini kaybetme gibi dünyevî kaygılardır hissedilen.

Gotik binalar bugünkü küresel şirketlerin ve ulus-devletlerin piramitsel yapılarını anımsatır. En tepede saygı değil düpedüz korku duyulması gereken bir “patron” vardır. Üstelik yalnız değildir Patron; adamları vardır yeryüzünde ve bunlar bir ordu gibi hiyerarşik olarak örgütlenmişlerdir. Gotik kilise işte bu hiyerarşiyi resmeder. Gotik kiliselerin içi de Romanesk kiliselere kıyasla çok doludur. Öyle her yere gidemesiniz, gitseniz oturamazsınız… Herşey önceden belirlenmiş bir düzen içinde yapılmalıdır. Bu bakımdan da merkezî organizasyonları, karmaşık prosesleri olan fabrikaları, güvenlik protokolü olan cezaevlerini hatırlatır. Komünist Rusya’nın, Mussolini İtalya’sının ve Hitler Almanya’sının binalarına bakın. Gotik mimarî ile ortak olan dikey hiyerarşiye hayret edeceksiniz.

16cı asrın sonlarında başlayan Barok ve 18ci asırda yükselen Rokoko tarzı kiliseler ise mimarîde dünyevîleşmenin tamamlandığı aşamadır adeta. Gotik pencerelerdeki soyut vitrayların yerine figüratif resimler vardır meselâ. Sadece “figüratif” demek de yetmez. Işık gölge, perspektif ve renk bilgisi en mükemmel şekliyle kullanılmış, en gerçekçi tasvirler yapılmıştır. İbadet amaçlı Hristiyan perspektif terk edilmiş, taklit amaçlı matematiksel, merkezî perspektif öne geçmiştir. (Bkz.  bu konuda iki makale: Mona Lisa Yalan Söylüyor! ve Piero della Francesca tanrıları gökten yere indirince) Yer yer göz aldatma amacıyla gerçek kabartma ve oymalar ressamların sahte rölyeflerine karışır. 3 boyuttan 2 boyuta nerede geçildiğini göremezsiniz. Avrupa sermayesinin önce Avrupalı köylüleri ve sonra bütün dünyayı sömürmeye başladığı çağlar ile Romanesk stilden Barok stile ve Rokokoya geçilmesi ne ilginiç bir tesadüf(!) değil mi? Sanattaki dünyevîleşme ve siyasî ve iktisadî saldırganlık işte böylesine bir örtüşme içindedir Avrupa’da. (Bkz. Figüratif Resim Sanat mıdır?)

Evet, bugün Kuzey Atlantik zihniyeti Hong Kong’da da muzaffer olmuş ve bu zaferi insanları tektipleştiren, şeyleştiren bir mimarî ile izhar etmiştir. Kuzey Atlantik zihniyeti yani mutluluk ile tatmin arasındaki farkı bilmeyen bu zihniyetin tektipleştirici dünya tasavvurunda insanların mesuliyet hissetmesi, vicdan azabı duyması da beklenemez. Gerçek şu ki:

  • Esad (Suriye), Saddam (Irak), Kaddafi (Libya), Mübarek (Mısır), Ben Ali (Tunus) gibi diktatörlere en çok destek olan,
  • En çok kitle imha silahı kullanmış olan (Bkz. Hiroşima, Nagazaki, Vietnam, Irak, Afganistan…),
  • Halen en çok silah üreten ve satan,
  • Dünyayı en çok kirleten (Bkz. Küresel ısınma çok iyi bir şeydir),
  • Sürekli ekonomik kriz çıkartan,
  • En çok savaş çıkartan,
  • En fazla nükleer başlık sahibi olan,

ülkeler Kuzey Atlantik ülkeleridir. Ama diğer ülkeleri en çok suçlayanlar da yine onlardır. Vicdanî ayarları bozuk olan bu zihniyetin çirkinliği inşa ettikleri binalara yansıyorsa bu biz Müslümanlar ancak ilâhî bir ikram, bir armağan olabilir:

 “Sakın tektip bina yapan batılılara benzemeyin. Eğer camileriniz, evleriniz, şehirleriniz çirkinleşiyorsa ahlâken çirkinleştiniz demektir”

Çok acele namaz kılabilen mimar aranıyor!

namazYa biz Müslümanlar? Güzel sanat ile güzel ahlâk arasındaki fikrî ve kalbî bağları kaybettiğimizi düşünüyorum. Ecdadımızın bıraktığı mirasa yutkunarak bakıyor mimarlarımız… Kâh onların bıraktığı eserlerin kısmî kopyalarını yapıyorlar kâh yenilik adına çok çirkin modern camiler tasarlıyorlar. Neden bu durumda mimarlarımız?

Çoğu zaman burun kıvırarak eleştirdiğimiz Batı dünyasının varlık, hayat ve sanat tasavvuru dışında, onlara alternatif olabilecek fikirler üretemedik. Yaklaşık üç asırlık bir fikir tembelliği, sanat düşmanlığı, tasavvuf düşmanlığı, felsefe düşmanlığı, “öteki” düşmanlığı pahalıya patladı bize. İslâm toplulukları ekseriyetle içine kapalı “istemezük” toplumlar oldular. Ama fikir tembelliği neticesinde hiç istemedikleri şeyleri yapmak zorunda kalıyorlar çünkü alternatif üretmediler, genç kuşaklara yeni seçenekler sunmadılar. 

Modernleşirken tektipleşen şehirlerimiz gökten inmedi. “Ahlâk” denince cinsellik anlayan, ticaret ahlâkını, basın ahlâkını, akademisyen ahlâkını ve diğerlerini ihmal eden zihniyet mimarlarımız kanalıyla taşa, betona, mermere, cama ve çeliğe de nüfuz etti haliyle:

Modern ideolojilerin gölgesinde eğitilen mimarlarımızın yürekleri dünya sevgisi ve ölüm korkusuyla dolu. Dünya sevgisi onlara şöhret ve para arzusu veriyor. Ölüm korkusunu yenmek için de herkesten farklı, en büyük, en yüksek, ilk, en acayip şeyleri yapmaya çalışıyorlar. Onlarca hektar, yüzbinlerce metrekare, minareler o kadar yüksek ki müezzin bile çıkmayacak. Ya cemaat? Gelecek mi insanlar?  Giriş kapısından mihrabına yahut ön saflarına kadar yürümek için 20-30 dakika lâzım. Bu devasa camilere kim nasıl 5 vakit namaz kılmaya gelecek? Bunu sormak akıllarına bile gelmiyor. Zaten halka hizmet edecek binalar değil kendi şöhretlerine hizmet edecek ucubeler yapmaya koyuldular çoktan. Yahut sipariş veren şirketin/devletin gücünü ve zenginliğini ispat etmeye çalışıyorlar.( Sinan gibi cami yapmak veya Sinan gibi adam olmak?)

Netice

Yazıyı bitirirken iki ayet hatırlatmak isterim. Zira ancak ve ancak Ölüm’e, bizzat kendi ölümüne inanmış ve bunu kabullenmiş insanların, hûşû ile namaz kılabilen mimarların yeniden güzel binalar ve şehirler tasarlayabileceğini düşünüyorum. Bu mimarî güzellikler ise içlerinde yaşayacak insanlara güzel ahlâkı ilham edeceklerdir. Ayetlerden sonra “en mutlu şehir” Hong Kong’dan bir kaç fotoğraf koydum. Sıkışık hücrelerin arasına iki adet lüks daire fotoğrafı ekledim. Parası olanların yaşadığı ve parası olmayanların sadece depolandığı Hong Kong böyle bir yer. Kuzey Atlantik rejimlerinin bize dayattığı liberal ahlâk ve bu ahlâkın izhar zemini olan liberal mimarî üzerine tefekkür etmek için güzel bir fırsat :

  • “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve Âhiret gününe inanan, namaza devam eden, zekâtı veren ve Allah’dan başkasından korkmıyan kimseler ma’mur eder, işte bunların muvaffak olmaları me’muldür”  (Tevbe 18)
  • “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. Onlar, kesinlikle Rab’lerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir.” (Bakara 45-46)

 

a_hongkongabove-1 aa_verticalhorizon1 b_architecture-of-density-michael-wolf-01 c_hongkongabove-3 d_architecture-of-density-michael-wolf-03 e_hongkongabove-2 ee_verticalhorizon3 f_architecture-of-density-michael-wolf-07 g_hongkongabove-4 h_architecture-of-density-michael-wolf-06 hh_verticalhorizon7 i_hongkongabove-5 j_architecture-of-density-michael-wolf-05 Apartments, Shuen Wan, Hong Kong k_Style-Apartment-Hong-Kong kk_verticalhorizon8 l_architecture-of-density-michael-wolf-04 m_luxury-hong-kong-apartment-design-7 n_architecture-of-density-michael-wolf-02
… Bu konudaki makaleler…

  1. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  2.  Figüratif resim sanat mıdır?
  3.  Âl-i İmrân Suresini Okusaydı İslâmcı Olmayacaktı!
  4.  Müslümanca sanat bir yağmur duasıdır…
  5.  Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur
  6.  Güzel eşya ve güzel ahlâk
  7.  Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün
  8.  Benlik sanatı, bencillik sanatı 
  9. İslâmî sanat kalbe hitab eder, batıda ise muhatab akıldır
  10. Mona Lisa Yalan Söylüyor!
  11. Piero della Francesca tanrıları gökten yere indirince…
  12. Kemalist mimarî neden güzel değil?
  13. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(1): Anıtkabir ve Türbeler
  14. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(2): Güzel Mimar Güzel Binaya Nasıl Nüfuz Eder?
  15. Modern camiler neden çirkin? 

 

… Soyut Görme Kabiliyeti Üzerine…

… İslâm sanatından örnekler …

  1. İç Mekânlar
  2. Seramik
  3. Mozaik
  4. Metal işçiliği
  5. Hat
  6. Taş

Kaynak Metinler için bu kategori

 

… Bu konuda e-kitap okumak için…

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:fatma gökhan Tarih: Eyl 24, 2013 | Reply

    Avlusu olan evleri yıkıp apartman dairelerine taşındık. 1+1 ile selamsız sabahsız sitelere sığmaya çalışıyoruz. 10 m2 ye az kaldı:(

  1. 1 Trackback(s)

  2. Kas 5, 2015: Osmanlı Minyatüründe Perspektif Yok mu?

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin