RSS Feed for This Post

Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün

avrupa_sanat_5Sahnede gitarını parçalayan sanatçılar(?) ve bunları alkışlayan sanatseverler(?) sıradanlaştı. Avrupa’da “güzel sanat” adına yapılan şeyler de güzel değil çoğu kez. Diğer yandan  güzel sanat ile güzel ahlâk arasındaki uçurum da giderek büyüyor. (Bkz. Ayıp sanat olur mu?) Nan Goldin, Jeff Koons ve Garry Gross gibi fotoğraf sanatçıları(?) erotik çocuk pozları üzerine sergi açıyor meselâ. Eziyet ederek öldürdüğü hayvanları sanat adına videoya çekenler Batı’nın modern sanat müzelerinde itibar görüyor. Fakat Avrupa’da sanat algısı her zaman bu değildi. İnsan özgürlüğü ile hayvan serbestliği arasındaki farkı fark edebilen sanatçılar vardı eskiden. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür)

Peki ya İslâm coğrafyası? Güzel sanat ile güzel ahlâkın arasındaki bağın kopuşu Batı’nın iç meselesi gibi görülebilir. Ama acı bir gerçek var ki o da Müslüman sanatçıların kendi medeniyetlerine yabancılaşmasıdır. Müslümanlar kendi sanat teorilerini, estetik değerlerini, özgün tezlerini savunmak yerine fikirlerini batıya endekslendiler. (Bkz. Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur) İslâm sanatını konu alan kitaplar –müellif Müslüman olsa bile- batının kavramlarıyla, oryantalist perspektifte yazılıyor. Kendimizi,  sanatımızı anlamıyorsak belki de bu yüzdendir?

Kopma noktası 1700’lerde

avrupa_sanatOrtaçağda yapılan dinsel amaçlı tablolar İncil’deki olayları resmederdi. Krallar ve zenginler ise kendi portrelerini yaptırıyorlardı. [1] Kilisenin sanat üzerindeki hakimiyetini yitirmeye başladığı 1700’lerden itibaren yeni bir maneviyat arayışı içine girdi ressamlar.  Yunan mitolojisini, antik savaşları konu alan tablolar yaptılar. Burjuvanın yükselişi ve endüstri devrimiyle birlikte sıradan insanları ve günlük hayatı konu alan eserler çoğaldı. Meselâ empresyonistlerin bu devirde ortaya çıkması, fotoğraf gibi anlık izlenimleri (empresyonları) resmetmesi dikkat çekicidir. Claude Monet gibi ressamlar tabiat manzaraları kadar tren garlarını, limanları, fabrikaları da çizdiler.[2]

Tabiatın, pagan inançların, bazen de Mısır firavunlarının idealize edildiği bu devire damgasını vuran fikirlerin başında hümanist arayışlar geliyordu. Vatikan’ın tekelinden büyük zorluklarla kurtarılmıştı ahlâk, iyilik, sorumluluk ve vicdan. Artık kimseye kaptırmamak gerekiyordu. [2b] Peki görünürde tanrı filan yoksa bunların kaynağı neydi? Kimdi? Dostoyevski’nin sözleriyle ifade edersek:

 “… Eğer Tanrı yoksa ne yapmalı? Eğer Rakitin ‘bu insanlığın bir uydurmasıdır’ derken haklıysa? O zaman insan yeryüzünün ve evrenin efendisi demektir. Tamam, olsun. Ama Tanrı olmadan iyi kalpli olunabilir mi? Ne demek vicdan? İyi kalpli olmak ne demek? Cevap ver bana Alexey. […] Vicdan, erdem herkese göre değişen izafî bir şey mi? Eğer Tanrı yoksa her şey yapılabilir! …” (Karamazov Kardeşler)

Sanat hem bir lokomotif, hem de bir vagondur

Ahlâk, iyilik, sorumluluk ve vicdanın kaynağı hümanistlere göre ancak yine insanın kendisi olabilirdi. (Bkz. “Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru” isimli e-kitap) İnsan kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilebilirdi, Tanrı’ya, İncil’e lüzum yoktu! Bu fikrî zeminde Avrupalıların kendilerine, hayata bakışları değişti. Varlık’a, var olanlara ve kendi varlığına anlam verme şekli değişti. [2c] Bu radikal değişim yaklaşık 100-150 yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede gerçekleşti ve hayatın her sahasına nüfuz etti. Siyaset, endüstri, gelenekler, aile içi ilişkiler ve tabi ki sanat. Ancak sanat hem etkilenen hem de etkileyen bir faktör idi. Yani sanat hem lokomotif, hem de vagon idi bu süreçte. Walter Benjamin’in bir kitabında[3] isabetle saptadığı gibi:

 “… Gerçeğin halk yığınlarına göre şekillenmesi, halkın da kollektif algıyla yönlendirilmesi sınır tanımayan bir süreç. Bu durum hem düşüncenin kendisi hem de dünya görüşü için geçerli…”

Evet, Avrupalılar dünyevîleşmekteydi ve bu sanatlarına yansıyordu. Purcell’in ve Monteverdi’nin müziğinden Mozart’a, Beethoven’a geçiyordu Avrupa. Viola da gamba, klavsen ve arpın titrek, sisli, pastel notalarının yerini keskin, objektif, adeta bilimsel bir müzik alıyordu. [4] Perküsyonun cüreti, piyano, kemanın virtüozitesi ve bütün bu kibirli sesleri yöneten bir orkestra şefi! Herkes kurallara uyacak, haddini bilecekti. Öyle ya, orduların komutanları, fabrika ve hapishanelerin müdürleri vardı. Demek ki her orkestranın da bir şefi olmalıydı. Avrupalı endüstriyel harpler ve endüstriyel katliamlardan,  faşizmden önce endüstriyel müziği icad ediyordu.

Yaşamın tatlı hüznünü kalplere nakşeden, insana manevî kıymetini ve ahireti hatırlatan, ruha hitab eden Ortaçağ Avrupa müziğinin uzun nağmeleri terk ediliyor, yerlerini yüksek volümlü, fırtınalı eserler alıyordu. Bu saatten sonra Mozart’ın ve Fauré’nin ağıtları (lat. Requiem) bile o yitirilen uhrevî kokuya bürünemeyecekti bir daha. Zira ahiretin mânâsından nasibini almamış dünya ehli ölümden bahsetse bile bu Ölüm’ün kendisi değildi; anlatılan beşerî korkulardı ancak: Geride kalanların üzüntüsü, ölüme sebep olan hastalık vs. Tıpkı korku filmlerindeki tabut, mezar taşı ve kafataslarının dünyevî cisimler olması gibi modern ağıtlar da uhrevî değil dünyevî:

“Kafatasım da en az cep telefonum ya da kredi kartım kadar dünyevî bir cisim değil mi? Tabut, mezar taşı, kefen… bunlar da öbür dünyadan gelmiş cisimler değil. Tabut ve taş dünyanın tahtasıyla, dünya mermeriyle imâl ediliyor; kefen ise dünyanın çarşısında alınıp satılan, kesilip biçilen kumaşla. Bu sebeple Ölüm’ü çizmek (Ölüm’ü tatmak) için bir yolunu bulup bu dünyadan çıkmak, ölçülen, sayılan maddî alemi temsilen de olsa aşmak gerek.”Ölüm’ün –E hâli (1): Heykel)

Manevî Sanat’tan eğlence sanatına geçiş

Eskilerin sanatında belki de Ölüm’ü hatırlamanın getirdiği bir tevazu ve bir acziyet şuuru vardı; tabiat, savaş, mitoloji, hayat ya da aşk… Eserin konusu ne olursa olsun sanatçı yaratmazdı, yaratılmış olan ancak keşfedilirdi, yaratılmışlar ile ahenk içinde olmaktı sanat. Bach’ta, Vivaldi’de duyduğumuz budur, barok müziğin nakışları, “işitsel tezyin” diyebileceğimiz bir ahenk arayışı. (fr. Ornement) Modernlerin sanatında ise kibir ve benlik iddiası öne çıktı. Adeta müzik aletiyle kavga edercesine, kemana, flüte rağmen müzik yaptı insanlar. Enstrümanların teknik sınırlarını zorlayarak bir aşkınlık (fr. transcendence) aradılar. Maddenin “içinde” maddî bir mânâ… Bu arayışların boşa çıkmaya mahkûm olduğunu çok güzel anlatan bir uzun öyküsü var Balzac’ın; gençlik yıllarında yazmış :

“…

– İnsan bir kap gibidir. Benim fikrime göre aptallar beyni en az fosfor ve diğer elektromanyetik ürünlerden içerenlerdir. [Bu madde] delinin beyninde aşırı miktarda, normal insanda bir parça, dehada ise ideal bir seviyede, doyma noktasındadır. Aşık, dansçı, obur [beyin denen bu] elektrik aletten çıkan gücü farklı yerlere yönlendiren insanlardır. Demek ki duygularımız da …

– Yeter Balthazar! Beni korkutuyorsun. Büyük günah işliyorsun. Yoksa benim aşkım bir …

– Bu uçucu maddeden çıkan şüphesiz Mutlak olmalı. Bir düşün. Ya bulursam? Ya bulursam? […] Metalleri, elması, doğayı yeniden yapabilirim!

– Peki daha mutlu olacak mısın? […] Lanet olası bilim. Lanet olası şeytan! Unutuyorsun! Şeytan gibi kibirlenerek onunla aynı suçu işliyorsun. Tanrı’nın alanına giriyorsun.

– Tanrı? Oh! [umursamazca]

– Ah! İnanmıyor. […], Tanrı senin asla elde edemeyeceğin bir güce sahip!

– Nedir o?

– Tek kuvvet, hareket! Beni okumaya mecbur ettiğin kitaplardan anladığım bu. Çiçeklerin, meyvaların, Malaga şarabının analizi ile onların parçalarını anlayabilirsin. Ama bunları birleştirerek o çiçekleri, meyvaları, Malaga şarabını yapabilir misin? Güneşin anlaşılmaz etkisine, ispanya’nın atmosferine sahip olabilir misin? Parçalara ayırmak yaratmak değildir! …” (Balzac, Mutlak’ın peşinde  adlı romanından, orjinal adı: La recherche de l’absolu)

Evet, Harf vardır ama bir de o harfin mânâsı vardır. Kâinat ne harften ibarettir ne de salt mânâdır. Alimlerin buyurduğu gibi madde mânânın kesif halidir. Ya da mânâ maddenin lâtif halidir. Bunlar birbirinin düşmanı, rakibi olamaz. Aynı hakikati idrak etmemizi sağlayan birer zıt cihet olabilirler. İslâm’a özgü bir yorum mu? Hayır. Zıtlıkların birliğini savunan De docta ignorantia’nın yazarı Alman din adamı Nikolaus von Kues (ö. 1464) elbette Müslüman değildi. Üstelik coincidentia oppositorum Hıristiyanlıktan önce de bilinen bir  tasavvur. Meselâ bizim köyün çocuklarından Efesli Heraklitos “yokuş aşağı inen yol ile yukarı çıkan yol aynı yoldur” diyerek talebelerini uyandırmak istemiştir.[5] Kısacası Batı insanı bugünküne kıyasla çok daha tutarlı bir varlık bilgisine sahipti. Çatışma değil uyum, yaratma değil keşif odaklıydı bu tasavvur.

Gelin görün ki 1700’lerden itibaren Avrupa’daki ticarî ve teknik gelişmeler insanların başını döndürdü. 5 duyuya hitab eden, ölçülen, sayılan, bilimsel ve objektif olan madde dünyası mânâ alemine galip(!) geldi. Aslında Avrupalılar öyle sandılar. Pozitivizm, materyalizm, utilitarizm, liberalizm gibi görünürde rakip hatta çatışan kisvelere bürünmüş olsa da maddeci tasavvur hep bunların çekirdeğindeydi. Takipçilerinin yaptığı hata hep aynıydı: Varlık mânâsız, gayesiz ve sahipsiz olarak tasavvur ediliyordu. Avrupalı unutuyordu ki “elma” yazısı yenmez, “gül” kelimesi koklanmaz, bir çeşme fotoğrafına saatlerce baksanız susuzluğunuz azalmaz. Bu kollektif hata sanata da yansıdı, Avrupa manevî bir Sanat’tan eğlence sanatına geçmişti artık.

Bu geçişin ağır bir bedeli olacaktı ama ilk başlarda her şey iyi görünüyordu. Eğlenceli seküler temalar, hedonist çağrıların neş’esi kalpleri coşturuyordu. Fakat uzun sürmüyordu bu coşku. Sarhoş olup kafayı bulan, alkolün etkisi geçince yaslanıp ağlayacak bir omuz arayan zavallılar gibi oldular. Bir düşünün, Beethoven’in 3cü veya 7ci senfonisindeki nihilist yakarışlarının tek kaynağı sağır olması mıdır sizce? Yoksa Genç Werther’in Acıları (Goethe) gibi yumurtasını kıramayan bir yavru kuşun imdat çığlıkları mı?

 

(devam edecek)

 

Dipnotlar

The Late Medieval Age of Crisis and Renewal, Clayton J. Drees, 2010

Impressionism, Ann Dumas, 1998

2b° Humanism and Art, Selwyn Brinton

2c° The Humanism of Art

Eserin asıl ismi: “Das Kunstwerk im Zeitalter seiner technischen Reproduzierbarkeit” ve ingilizce ismi: “The Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction” , 1936

Orchestral Music, David Daniels , 2006

Heraklitos’un Frangmanlar’ından bir alıntı:

“… Evren zıt ögelerden oluşur.Bu zıtlıklar arkasında olan ise Bir olan, değişmeden kalan, hep durmakta olan “tanrı” dediğimiz varlıktır. Bu ayrılıklı birliği insan çeşitli simgelerde ve şekillerde, kâinata bakarak okur. İnen ve çıkan yol aynıdır, çemberin çevresinde başlangıç ve sonu ortaktır. İnsan soğuğun ısınıp, sıcağın soğuduğunu; nemlinin kuruyup kurunun nemlendiğini, iyi ve kötünün varolabilmek için birbirlerine muhtaç olduklarını da görebilir. Bütün bu zıtlıklar, ikililiklerine rağmen aynı şeydir Bir‘in ayrı ayrı veçheleridir …”

… E-kitap okumak için…
kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 4

Alışılagelmiş kitap sunumlarından farklı bir çalışma bu. Neden? Öncelikle kitap tanıtan kitap serisinde tanıtımı yazanlar da tıpkı tanıtılan sanatçı ve filozoflar gibi birer yazar. Bir çoğu profesyonel ve yarı-profesyonel olarak yazı hayatlarını sürdürmekteler. Ek olarak… katkıda bulunan yazarlar eserin güzelliği kadar kendi iç güzelliklerini, kişisel tecrübelerini, eserle ve yazarla tanışma serüvenlerini de ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan kitap tanıtan kitap Aktaş, Kafka, Ramazanoğlu veya Kazancakis ile olduğu kadar Başarslan, Gürkan, Becer ve Özdemir ile de tanışmanın veya mevcut dostluğu ilerletmenin güzel bir yolu. Bu 4cü kitapta Yine « ağır » konuklarımız var : Franz Kafka, Cihan Aktaş, Michel Houellebecq, Yıldız Ramazanoğlu, Nikos Kazancakis, Ali Şeriati, Jacques Derrida, Selim İleri, André Gide. 20 farklı kitap, Rusya, Fransa, İran, Almanya ve Türkiye’den 20 yazar. 98 sayfalık bu kitabı, kitap tanıtan kitapların dördüncüsün ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 3 Trackback(s)

  2. Tem 8, 2013: Benlik sanatı, bencillik sanatı
  3. Eyl 17, 2013: İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(3): Sinan gibi cami yapmak veya Sinan gibi adam olmak?
  4. Eki 8, 2013: İslâm’da resim yasağı yoktur ama…

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin