RSS Feed for This Post

İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(2): Güzel Mimar Güzel Binaya Nasıl Nüfuz Eder?

cirkin_insanlar_guzel_sehirler

Çirkin insanlar güzel şehirler kuramazlar

İstanbul, Tokyo, Paris, New York… bütün şehirler giderek birbirine benzemeye başladı. Oysa tam tersi olmalıydı. Hele bu asırda! Çünkü Batıda insan hakları -en azından zengin ve beyaz ırktan olan adamın hakları- eskisinden çok daha iyi savunuluyor. Özgürlük değil ama bireysel serbestlik tavan yaptı. (Bkz. Hayvan serbesttir, insan özgürdür)

Peki, krallardan, Stalin ve Hitler’den kurtulmuş bir dünyanın eskisinden çok daha renkli, çok daha zengin olması gerekmez miydi? Geleneklerden, din baskısından, diktatör sansüründen kurtulan sanatçıların özgün  eserler vermesi icab etmiyor muydu? Her türlü dış baskı gerilediğine göre yerel kültürlerin öne çıkmasını beklerdik meselâ. Sadece ülkelerin değil şehirlerin hatta mahallelerin kendine has kimlikleriyle yaşayabilmelerini umardık. Böylesi renkli bir dünyada insanların kıyafetleri de rengârenk olmalıydı. İç dünyamızı, hislerimizi, etnik kökenlerimizi, dinî inançlarımızı dışa vuran giysiler ve takılar günlük hayatın tuzu, biberi olabilirdi… Her köşesinde yeni kokular, yeni lezzetler keşfedilen mahallelerde gezmeliydik.

Ama olmadı. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası bize tektipleştirme getirdi. Modern mimarlık dergilerine şöyle bir göz atın. 21ci asır japon mimarîsi ne kadar “japon” sayılabilir meselâ? Sorun kendi kendinize, piyasanın beklentilerine göre mimarlık yapan Türk, Alman ve Çinli mimarlar « sanatçı » mıdır yoksa zanaatçı mı? Nijeryalı bir mimarın tasarladığı eserleri bu yüzden bir Rus mimarınkilerden ayırd etmek kolay değil. Zira Batının ticarî ve teknolojik zaferleri dünya mimarlarını inançsız ve davasız bıraktı. Artık kibirli mimarların bireysel davaları var: Bir sahada ilk olmak, yeni bir teknolojiyi şaşırtıcı ve cüretkâr şekilde kullanarak alkış toplamak ve zengin olmak.

Müslüman gibi yaşamayan Müslüman gibi mimarlık yapabilir mi?

Evet, küresel mimarî  tektipleşiyor, ürünleşiyor. Zira modern insanlar genelde Sanat’ın, özelde mimarînin varoluş sebebini yitirmekteler: Maneviyat. Mimarlar ve genel olarak sanatçılar yeniden o metafizik köprüleri kurabilmek içinhepimizden daha dindar insanlar olmalılar. Oysa bir çok ortamda “sanatçı” denilince rezil ve pespaye insanlar geliyor akla.  Bırakın inançlı olmayı, herkesten daha fazla para ve şöhret düşkünü insanlar bu “sanatçıların”  arasından çıkıyor. Vitrin böyle olunca toplum için sanat bir eğlence derekesine düşüyor ister istemez. Sosyolog Marcel Gauchet’nin Tılsımını Kaybeden Dünya’da dediği gibi:

“… Her ne isim verirsek verelim, 5 duyu ile hissedilen şeylerin ötesine, Mutlak’a, ilâhî olana götürecek protokol yolunun Sanat olduğu bilinmelidir. Bu yönüyle sanat, temsil edilemeyeni temsil etme, görülmeyeni gösterme, anlaşabilir şeyleri duyumsanır hale getirmemizi sağlayan araçlar, simgeler bütünüdür. […] Ama ümitleri sanata bağlamak inanırlığını yitirdi. Artık sanat bizi Mutlak ile temasa geçirmiyor; varlığa ilişkin sezgimizi beslemiyor; gerçeklikten daha gerçek bir Hakikat’i ortaya koymuyor.”

Üstelik Müslüman sanatçıların da bir çoğu bu zihnî kuşatma altında; Müslüman topraklarında batılı gibi sanat yapıyorlar, Müslüman gibi değil. (Bkz. Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur) Peki başka bir ihtimal var mı? Müslüman gibi yaşamayan bir insanın Müslüman gibi sanat yapması mümkün mü? Korkarım değil. Bir Müslüman sanatçı şayet kendi köklerinden beslenemiyor, dünya için yaşıyorsa bu ruhsal fakirlik hali eserlerine de sirayet edecektir. ALLAH rızası için sanatla uğraşan insanların ulvî eserler veriyorlardı. Para için, şöhret için uğraşan sanatçılar da – Müslüman olsalar dahi – ya çirkin icatlar yapacaklar ya da eskinin kötü kopyalarını. Başka yolu yok.

Değerlerin, kimliklerin aşındığı bir çağda zayıf imanlı sanatçı homo-economicus zannediyor kendini.  Belki ALLAH’a inanmadan önce kendi insanlığına inanması, hayvan ve robotlardan farklı olduğunu idrak etmesi lâzım bir sanatçının. Bizzat kendinin kıymetli ve ‘güzel’ olduğunu bilmesi lâzım:

“Ben kimim? Bende bir güzellik hissi var, bunu kim koydu içime? Neden batan bir güneşi ‘güzel’ bulduğum gibi merhametli bir yabancıyı –düşmanım olsa dahi- ‘güzel’ buluyorum? Beni kim yarattı? Neden ‘güzel’ yaratıldım? Bunun maksadı ne?”

Sanatçı ancak iman sahibi olduktan sonra o imanı kâğıda, taşa, mürekkebe, kelimelere nakşedebilir. ALLAH ile bağı zayıf, dünya ile bağı güçlü olan bir insanın eserleri ise ruha değil nefse hitab edecektir. Mimarî eserlerin – ki artık eserden çok birer ürün oldular – tektipleşmesi bu yüzdendir. Çok satabilmek için cinsellik ve şiddetle doldurulan Hollywood filmlerine benziyorlar.

Güzel Hisler Güzel Binaya Nasıl Nüfuz Eder?

Bu noktada elbette şöyle bir soru gelebilir: Bir binanın, evin, köprü ya da caminin güzelliği ile mimarın ahlâkını, iç güzelliklerini birleştiren nedir? Bir mânâ maddeye, eşyaya nasıl yansır?

Önce teori, sonra pratik diyelim. Mimar ve düşünür Turgut Cansever’den bir alıntı yapıp arkasından evde yapabileceğiniz bir test önereceğim:

 “… Rahman ve Rahim ve Kadir-i Mutlak olan Allah’a inanmak emniyet duygusunun kökenini oluşturur ve sanat formlarına çok renklilik ve aydınlık, formların berraklığı, hareketlerin sükûnu olarak yansır. İslâm’ın düzenleyip tanımladığı tutumlar (örneğin Allah’tan başkasından korkmamak) tasarım sürecinde tasarım sürecinde baskın olan psikolojik unsurlardır. Etkileri aynı zamanda tevazu, saygı ve sevgi, hayat tarzının sadeliği, topluma ve geleceğe karşı sorumluluk şuuru gibi duygularla ilişki kurarak insan ölçeğinde abidevîlik olarak tezahür eder …” (İslâm’da şehir ve mimari)

 modern_sehirlerEvet, şimdi teoriyi kendi üzerimizde test edelim: Bıkkınlıkla doldurduğunuz formlardaki yazınızın ne kadar tekdüze, kötü geçen bir imtihandaki yazınızın ise ne kadar çirkin olduğunu hatırlıyor musunuz? Peki ya sevgilinize şiir yazdığınız o sarı sayfalardaki yazınız? Büyük “B” yazarken nasıl da şişirmiştiniz karnını, “Y” ve “G” yazarken nasıl uzatıyorddunuz kuyruğunu. İsterseniz artık teste başlayın. Önce çok güzel bir kâğıt alın elinize ve en sevdiğiniz dolma kalemi çıkarıp koyun masanın üzerine. Üşenmezseniz bir de acı kahve yapın; höpürdeterek bir kaç yudum aldıktan sonra oturun masaya. Hiç unutamadıgınız özlü bir sözün, isterseniz bir ayet ya da hadisin üzerine uzun uzun düşünün. Neden sevdiğinizi, sizi nasıl etkilediğini… Sonra kâğıda yazın. Özenerek, sevgiyle yapın bunu. Bir dostunuza yollamak niyetiyle meselâ.

Sonra testin ikinci kısmına geçin. Sıradan bir kâğıt ve kalem seçin. Alış-veriş listesi gibi sıradan bir şeyler yazın. Ya da size sıkıntı veren hatta nefret ettiğiniz şeyleri. Yalan şeyler yazmayı da deneyebilirsiniz. “Ben şuyum, buyum…” doğru olmadığından emin olduğunuz şeyler yazın. Duygularınızın, soyut iç hallerinizin elyazınızda nasıl somut hale geçtiğine hayret edeceksiniz.

Böyle beş dakikalık bir alıştırma yaparken bir mimarın yerine koyun kendinizi. Hayatınızı, kariyerinizi etkileyecek bir proje için kalem oynatıyorsunuz. Ya da yüreğiniz uhrevî duygularla titriyor. İnsanlara hizmet edecek bir cami, şifa dağıtacak bir hastahane, kimsesizlere yiyecek verecek bir aşevi çiziyorsunuz. Elleriniz bu duyguları yansıtmayacak mı kâğıda?

Soyutun somuta yansıması öyle genel bir kabul görmüş ki insanlar el yazısından karakter okumaya kadar götürmüşler meseleyi. Bugün büyük şirketler de işe alırken grafolojiden istifade ediyor. Meslekten bir dostumla yaptığım sohbetlerden hatırımda kaldığı kadarıyla söylersem: Tam bir kişilik testi değil söz konusu olan. Daha çok aday olan kişinin sözlü beyanıyla yazısına yansıyan ruh hali arasında bir tutarlılık arıyorlarmış. Meselâ gerçekten o tür işi yapmak için istekli midir? Teknisyen ise analitik düşünmeyi, detayları sever mi? Yenilik ve icad peşinde mi koşar yoksa sabit ve net kuralları mı uygulamak ister? 

Netice

spotİnsanların iç dünyalarındaki güzellikler yaptıkları her faaliyete yansır. Telefonda ses tonunuzdan üzgün olup olmadığınız anlaşılır, riyakâr insanlar beden dilleriyle ele verirler kendilerini. Sanat’a gelince… Mânânın maddeye nüfuz etmesi faaliyetin tabiatı icabıdıdır. Çünkü sanat bilimsel determinizme tabi değildir. İnsan’ın biyolojik varlığı dışında kalan hürriyetinin izhar olduğu sahadır. Bu sebeple bir asrın, bir coğrafyanın yahut bir ümmetin sanatına bakarak iç dünyasını okuyabilirsiniz.

Meselâ dindar Ortodoks Rusların inşa ettiği kiliselerle komünist Rusların binalarına bakın. Kezâ Osmanlı camileriyle kemalist Türkiye’nın çirkin ve tekdüze betonlarını karşılaştırın. Aynı manevî uçurumu hemen sezeceksiniz. (Bkz. Kemalist mimarî neden güzel değil? )

Fakat mesele bundan da öteye geçiyor. Güzel şehirler kurmak sadece bir lüks ya da kültür mirası meselesi değil. Mimarlar vasıtasıyla binalara nüfuz eden mânâ yine halka sirayet ediyor. (Bkz. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(1): Anıtkabir ve Türbeler)  Meselâ tevazuyla tasarlanmış, mahremiyete saygı gösteren binaların bulunduğu bir mahallede yaşayan insanlar bu değerleri hayata kolaylıkla geçireceklerdir. Tersine göğe kibirle yükselen plazalarda çalışan insanlar kibirli, dünyaperest ve bencil olacaktır. Anne-babasını AVM’de sürekli alış-veriş halinde gören çocuklar da tüketim kölesi olarak yetişeceklerdir.

Ayrıca modern / etkin / seçkin / optimal… vs sözlerle dayatılan tektip inşaatlar bizi kulluk şuurundan uzaklaştırıcı bir etkiye sahipler. Zira sonsuz kopyalanmış camlar, kolonlar, katlar ve nihayet birbiri yerine ikame edilebilir görünen binalar düşünce dünyamızı da aynı kalıba sokuyor. Bir savaşta ölenlerin ya da işten atılanların TEK TEK insanlar olduklarını, sevdiklerini, sevildiklerini kavramakta zorluk çekiyoruz. İstatistikler gerçeklerin, madde mânânın, rakamlar hislerimizin önüne geçiyor. Sayılabilir, ölçülebilir olan dışında varlık kabul etmiyoruz.

Özetle; biz Müslüman kalmaya çalışsak bile gözlerimiz mimarî tercihlerden kaynaklanan pozitivist bir “terbiyenin” taarruzu altında. Tekdüze binalar bize şahsî mes’uliyetimizi unutturuyor ve tabi öteki insanların kıymetini… İnsan’ın şeyleşmesi, eşyanın ise “insanlaşması” yani şirk bu şekilde normalleşiyor, sıradanlaşıyor. İnsanî değerler ile menkul değerler için aynı kelimeyi kullanmamız belki de bu yüzden?

 

 

… Bu konudaki makaleler…

  1. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  2.  Figüratif resim sanat mıdır?
  3.  Âl-i İmrân Suresini Okusaydı İslâmcı Olmayacaktı!
  4.  Müslümanca sanat bir yağmur duasıdır…
  5.  Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur
  6.  Güzel eşya ve güzel ahlâk
  7.  Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün
  8.  Benlik sanatı, bencillik sanatı 
  9. İslâmî sanat kalbe hitab eder, batıda ise muhatab akıldır
  10. Mona Lisa Yalan Söylüyor!
  11. Piero della Francesca tanrıları gökten yere indirince…
  12. Kemalist mimarî neden güzel değil?
  13. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(1): Anıtkabir ve Türbeler

 

… Soyut Görme Kabiliyeti Üzerine…

… İslâm sanatından örnekler …

  1. İç Mekânlar
  2. Seramik
  3. Mozaik
  4. Metal işçiliği
  5. Hat
  6. Taş

Kaynak Metinler için bu kategori

… Bu konuda e-kitap okumak için…

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 2 Trackback(s)

  2. Eyl 16, 2013: İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(3): Sinan gibi cami yapmak veya Sinan gibi adam olmak?
  3. Eyl 25, 2013: Soyut görme: Teori ve Pratik(8) – Giuseppe Tornatore

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin