RSS Feed for This Post

İslâmî sanat kalbe hitab eder, batıda ise muhatab akıldır

“… Dinler, aslında bir süzgeçten, bir filtreden geçerek insan hayatına nüfûs ederler. Dinlerin yeryüzü hayatları Allah’ın Nebî’si (SAV) ve o Nebi’ye tabi velilerin ilmeklerini açmak süretiyle insanı eğiten bir mektep haline gelirler. Yoksa dinlerin getirdiği esaslar âfakta, muallâkta, havada asılı duran şeyler değildirler. İslâm dininde ârifler dediğimiz Allah dostları dini öyle bir süzgeçten öyle bir filtreden geçirmişlerdir ki onların elinden aldığınız zaman bu din estetize edilmiş bir İslâm olmaktadır. Bu İslâm, hususi mânâda “Bu İslâm” yani sûfilerin süzgeçinden geçen İslâm tarihsel olarak bu toprakların tecrübe ettiği İslâm’dır. Ve işte bu İslâm anlayışının neticesidir ki kutsal kitabımızda geçen bir ayet, Peygamberimiz’e (SAV) ait bir söz, bir kelâm-i kibar, bir Allah dostunun sözü taşa, mermere, kâğıda hak edilmek, işlenmek ve nakşedilmek suretiyle ortaya bir sanat eseri çıkmıştır …” (Mahmut Erol Kılıç[1])

Dinî sanatın amacı bildirmek midir yoksa sevdirmek mi?

Sanat insandaki ölümsüzlük arzusunun bir tezahürü. Soyut sanat ise insanın kendisini keşfetmesi için muazzam bir fırsat. Bilimin cevap veremediği sorulara hitab ediyor soyut sanat. Çağdaş soyut sanatın öncülerinden Paul Klee’nin ifadesiyle:

“… Sanat bilime benzemez. Sanattaki güzellik arayışı ortak ve objektif bir bilimsel bilgi içinde eriyip gitmez. Sanatçıların özgün, iç dünyalarını yansıtan çabaları bilim adamlarının anonimleşen katkıları gibi kaybolmaz. Tersine her sanatçı en önde durabilir …” (Modern Sanat Teorisi)

Bu satırların yazarı olan Klee aynı zamanda zıt bir tezi de savunmuş; Kupka ve Kandinsky ile beraber soyut sanatın ortak, objektif bir lisan olabileceği tezini. Alfabesi, semantik ve sentaksıyla herkesin aynı şeyi AYNI referanslara göre “okuyabileceği” resimler yapmak… Müslümanca soyut sanat ile Avrupa’nın soyut sanatı burada ayrılıyor birbirinden. Sanatı bilimselleştirmek yok bizde. Zaten düşünmek dahi ürkütmüyor mu insanı? Tahmin edersiniz ki bu tez hiç bir yere varmadı. Bu yönde yazılan binlerce makale, kitap, konferansa rağmen hiç bir “görsel lisan” doğuramadı Avrupa sanatı.

Ya İslâm sanatı? Sembolik bir lisan olduğunu iddia edebilir miyiz? “Gül şunu, karanfil bunu anlatır” diyerek ebruları, minyatürleri vs deşifre edebilir miyiz objektif olarak? İslâm sanatı objektif bir lisan olmanın çok ötesine geçmiş aslında. Sanatçı ile sanatsever, yani seyirci arasında bağ kurmak için lisana ihtiyaç yok. Sanat bilimden ve mantıktan farklı olarak lisan, bilgi, ispat yoluyla akıldan akıla kurulan bir köprü değil, bağlantı kalpten kalbe kuruluyor. Elbette bazı simgeler olabilir ama İslâm sanatını “sembolik bir lisana” indirgemek ciddi bir hata teşkil eder yine de. Sadece ebru, hat, tezyin değil genel olarak İslâm sanatından bahsedersek… Bu insandaki soyut bakış kapasitesinin doruk noktasıdır. Filozofların binlerce yıldır sorduğu “Kimim? Neden varım? Ne olacağım?” sorularına lisan ile objektif cevaplar vermek değil İslâm sanatını güçlü yapan. Tersine ilâhî sanatın güzelliğiyle adeta coşan bir Müslüman için ilâhî aşkın hissedilmesi ve bu hisle bütün aklî sorguların, vehimlerin ortadan kalkması söz konusu. Nasıl olur bu? Kelimelerde, objektif, ortak lisanda ifade bulmadan insanlar nasıl iletişim kurabilir?

Susarak anlatmak: Meal değil mânâ

 Bir savaşta evlâdını kaybetmiş iki “düşman” anne hiç konuşmadan anlaşabilirler. Çünkü söylenemez olanı ancak susarak, yoklukla anlatabilirsiniz. “Hani var ya…” dersiniz ve susarsınız. İndî ve derin bir iletişimdir bu. Kalpten kalbe akar. Hiç konuşmadan, hissiyatı kelimelere, kavramlara hapsetmeden gerçekleşir. İşte Müslüman sanatçı bu sükût kanalı üzerinden “yayın” yapar. Nefse değil ruha hitab eder çünkü. Konuşarak değil susarak, mekânsal değil zamansal, gösTererek değil yaşaTarak aktarır mânâyı. Zira güzellik görüNmez, yaşanır. Bu sebeple soyut sanat Batı’nın hayal bile edemeyeceği bir noktaya ulaşmıştır İslâm coğrafyasında. Batı’daki soyut sanat ise mânâ değil mealdir. Kelime libaslarından soyunmamış, madde aleminden kurtulmamıştır henüz. Kimbilir? Belki de bu arada kalmışlık hali Hristiyan sanatının bir mirasıdır.

Zira kiliseye giren bir Katolik İncil’deki olayları anlatan resimlere bakar. [2] Objektiftir bu figüratif resimler. Mekânlar, insan ve melek tasvirlerini başka türlü anlama, hissetme imkânı yoktur. Zaten bu tabloların belki de tamamı birebir İncil ayetlerine tekabül eder. Eğer kiliseye giren İncil’deki olayları bilmiyorsa yine o tabloları anlama imkânı olmaz. Zannediyorum bu yüzden, Hıristiyan sembolizminden etkilendiği için Avrupa soyut sanatı da lisan geliştirmeye yöneldi. Oysa camiye giren bir Müslüman adeta ilâhî bir besteyi gözleriyle işitmeye başlar. Kur’an okumayan hatta hiç okula gitmemiş bir insan dahi camilerdeki manevî havayı kalbinde hissedebilir ve namazını huşuyla kılabilir. Zira soyut sanatın en mükemmel örneklerini veren İslâm sanatında maksat öğreTmek değildir. Camideki sanatın amacı seyredenin kalbini dünyadan çözmek ve Ahiret’e bağlamaktır. Le Corbusier ve Ivan Žaknic’in teslim ettiği gibi :

“… İcab eden yüzünü Kıble’ye dönüp namaz kılacak uygun bir mekân bulmaktır. Bu mekân kalbin kendini rahat hissedeceği kadar geniş olmalıdır. Duaların yükselmesi için yüksek olmalıdır. Yaygın ve bol ışık her yeri aydınlatmalıdır. Hiç gölge olmamalıdır. İbadet mekânının tam bir sadeliği olmalıdır. Çok geniş bir mekân kesin biçimlerle sınırlanmış olmalıdır. Caminin içi bir kent meydanından daha geniş olmalıdır. Bu genişlik kalabalıkları alması için değil oraya yalnız başına namaza giden birkaç kişinin de bu büyük evde(!) kendilerini neşe ve saygı dolu hisetmeleri için gereklidir. Hiç bir şey gözden saklı değildir. İçeriye girdiğiniz zaman temiz hasır ve halılarla kaplı büyük bir kare görüyorsunuz. Eşya yok. Oturacak yer yok. Sadece üzerine Kur’an konulan ve önünde diz çökülmüş bir kaç rahle. Bir bakışta caminin köşelerini görmek ve hissetmek mümkün. Küçük pencelerle aydınlatılmış büyük bir mekân. Dört büyük kemeri taşıyan ayakların pandantiflerle buluşması ve sonra eteğinde binlerce pencere ile ışıldayan kubbeyi görmek… Üzerinizde biçimini tam olarak kavrayamadığınız sonsuz bir boşluk var. Yarım kürenin hesaplanamaz cazibesi bu …” (Şark’a yolculuk)

Istanbul : Süleymaniye Camii

 

Zamansızlık ve Ölümsüzlük

İnsan kâmil sanat sayesinde nefsinden bir nebze kurtulur. Yani fizikî sınırları olan, acıkan, üşüyen kısaca derdi bitmeyen bedeninden ve bedensel arzularından ayrı bir “ben” olduğunu fark eder. “Ölürse ten ölür canlar  ölesi değil” diyen Yunus Emre Hz.’nin işaret ettiği gibi biyolojik ömrün, ölümlü bedenin, dünyevî zamanın dışında, ötesinde bir varlık hisseder her insan. İmam, Sanatçı, filozof olmaya gerek yoktur; kapı HERKESE açıktır. Üstelik bu “derin varoluş” hissi Müslümanlara özgü bir tasavvur ya da İslâm’ın bir kabulü de değildir. İnancı ne olursa olsun her insan kolaylıkla yaşayabilir bu hissi. Bizzat Paul Klee’nin sözlerine, mezar taşına yazılmak üzere günlüğünden seçilen şu mısralara bakalım:

paul_klee_mezar_tasi“… Dünyayı anladığınız gibi kavrayamazsınız beni. Çünkü ben ölülerle olduğum kadar henüz doğmamış olanlarla da mutlu olurum. Bütün yaratılışın kalbine alışılmıştan biraz daha yakın ama yeterince yakın olmaktan hâlâ uzak …”

İslâm sanatından öğrendiğimiz gibi yapalım. Klee’nin sözlerini anlamaya değil hissetmeye çalışalım: Paul Klee gibi bir sanatçının kendi ölümünü bilmesi ne anlama gelir? Ömrünün akışkanlığını kaybetmesi? Yapmakta olduğu şeylerin katılaşıp “sabit mürekkeple yazılmış” bir eser haline gelmesi? Vladimir Jankélévitch’in “Ölüm” adlı kitabında söylediği gibi sanatçının kesin olarak bildiği tek bir şey var: Kesinlikle önceden bilmediği o saat geldiğinde, şu an yapma imkânı olan herşeyin, bütün fiillerinin kristalleşeceğini, hürriyetinin yok olacağını kesin olarak biliyor. Şu an herşeyi yapabilir. Ama bu hürriyet her an yok olabilir. Bu yüzdendir ki tıkır tıkır işleyen bir saat değil çarkları çoktan kırılmış, paslanmaya başlamış bir saat ölüsüdür Zaman’ın geçişini gösteren. (Bkz. Derin Zaman Kitabı)

 

Dipnotlar

İslam Sanatlarının Arkaplanında Tasavvufun Rolüne Dair Konuşma, Gelenekten Geleceğe Dergisi sayı 1

 Bu konuda yapılmış güzel bir tahlil sunmak isterim:

”… Kiliselerde bulunan ikonaksların kırılmasıyla ilgili sorulan bir soruya ki bu tür eylemler İslâm’ın etkisi altında Hıristiyan dünyasına meydana geliyordu, ökümenik konsey şu cevabı vermiştir: “Tanrı mutlak zatı itibariyle hiçbir şekilde resim edilemez. Zira bu anlamda Tanrı’nın tasavvuru mümkün değildir. Ancak ilahi kelam insan suretini kendi asıl sureti şeklinde tezahür ettirip ilahi güzelliğini onda yansıttığı için İsa mesih’in suretinin çizilerek insanlara ilahi olanın hatırlatılmasında bir sakınca yoktur.” Şüphesiz bu bakış açısıyla İslâm’ın bakış açısı arasında fahiş bir fark bulunmaktadır ama aynı zamanda her ikisi de ortak bir esasa işaret etmektedir. Bu da insan suretinin ilahi güzelliğin tecelli ettiği bir makam ve mekân olarak kabul edilmesidir. Bugüne kadar Hıristiyanlık noktai nazarından sanatla ilgili yapılan en derin açıklama bir müslüman arif olan muhittin Arabî tarafından yapılmıştır. Bu meşhur ârif Fütuhat-ul Mekkiye adlı eserinde Rum sanatçıların resim sanatını en üst seviyesine ulaştırdıklarını çünkü bunların Hz. İsa’nın (a.s.) kişi olan tabiatını ilahi güzellikleri yansıtan bir şey olarak gördüklerini belirtir. Bu örnekten de anladığımıza göre Müslüman düşünür ve ârifler resim sanatı aracılığıyla ilahi güzelliğin yansıtılabileceğinin farkındaydılar. Ancak bunlar şeriatlarına tâbi olarak din büyüklerinin resimlerinin yapılmasını yasaklayıp hoş görmediler. Yani Müslümanlar ilahi güzellik konusunda teşbihten çok tenzihi tercih ettiler. Zira tesbihi yaklaşımların nihayetinde putperestliğin kaynağı haline geldiklerinin çok iyi farkındaydılar. Zira kutsal kitapları olan Kuran onlara böyle bir bilinç ve şuur kazandırmıştı …” (İslâm Sanatı / Sidi İbrahim – Titus Burckhardt)

 

 … Bu konudaki makaleler…

  1. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  2.  Figüratif resim sanat mıdır?
  3.  Âl-i İmrân Suresini Okusaydı İslâmcı Olmayacaktı!
  4.  Müslümanca sanat bir yağmur duasıdır…
  5.  Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur
  6.  Güzel eşya ve güzel ahlâk
  7.  Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün
  8.  Benlik sanatı, bencillik sanatı 

… Soyut Görme Kabiliyeti Üzerine…

… İslâm sanatından örnekler …

  1. İç Mekânlar
  2. Seramik
  3. Mozaik
  4. Metal işçiliği

Kaynak Metinler için bu kategori

 

… Bu konuda e-kitap okumak için…

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 

 

Trackback URL

  1. 3 Trackback(s)

  2. Eyl 1, 2013: Piero della Francesca tanrıları gökten yere indirince…
  3. Eyl 24, 2013: İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(4): Mimar Olmak, Mutlu Olmak, Tatmin Olmak…
  4. Eyl 15, 2014: Zaman maddeyi ifsada uğratır, kelâm bâkidir

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin