RSS Feed for This Post

Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur

tezhip

Günümüzde İslâm-sız bir İslâm estetiği peydah oldu. Sanat düşüncemiz gayrımüslimlere batmasın diye sivri köşeleri yontuldu, “herkes aynı biçimde anlasın” diyerek güzelliklerimiz Batı estetiğinin standart kavram ve kelimelerine hapsedildi. “Herkes” yani aslında sadece Batı. Kendini dünyanın merkezi zanneden Batı’yı gerçekten dünyanın merkezi zanneden ezik Müslüman sanatçılar yaptı bunu.

tumblr_mawh174Z4T1rxex2po1_500Birçok Müslüman sanatçının resimlerinde, filmlerinde hatta kimi İslâmî TV kanallarında “güzel” bir şey görmek imkânsız. Fıstık yeşili ve çingene pembesi fonda bir güvercin resmi, altında Arapça “barış” yazısı yanıp sönüyor. İslâmî-pop mu desem? Cık-tıSS- cık-tıSS… diye bir ritm, bluğ çağında, çatlak sesli, seyrek sakallı bir oğlan “dünyada hep barış olsa, herkes birbirini sevse, Kur’an ne güzel, İslâm ne güzel, Peygamberimi seviyorum …” diye bir şarkı söylüyor. Sözler ve görüntü adeta turistler için hazırlanmış bir Türkçe dersi gibi: Oğlan “gül bahçesi” derken bir gül resmi geçiyor, “savaş” derken tanklar, toplar, “barış” derken beyaz bir güvercin uçuyor, “çocuklar ölmesin” derken çayırda koşan çocuklar… Klibi sonuna kadar seyretmek imkânsız, sıkıntıdan patlayacak gibi oluyorum! Betimlenen şeylerle sınırlı tasvirler hayal gücüme nefes aldırmıyor, diri diri toprağa gömüyor beni bu klipler; son darbeyi vuran ise dikiş makinesi gibi tekdüze o ritm:  Cık-tıSS- cık-tıSS… Hemen gidip kulaklarımı gerçek bir müzik ile yıkamam lâzım! Ya gözlerim ne olacak? Evet İslâm güzel ama kimi “sanatçılar” İslâm’ı çok çirkin bir tarzda anlatıyorlar.

Seyircisini turist yerine koyan bu pedagojik şeyler elbette sanat eseri değil zanaat ürünü. Aynı fabrikadan çıkmış ayakkabılar ve çaydanlıklar gibi birer eşya adeta. Acaba 21ci asrın Müslüman sanatçıları neden böyle? “Nasılsa İslâm’ı anlatıyorum, konu zaten güzel, ayrıca bir çaba harcamaya gerek yok” diye mi düşünüyorlar? Zannediyorum durum biraz daha vahim. Çoğu sanatçı hiç düşünmüyor. Yani İslam’ın kendine has bir sanat anlayışı olabileceği akıllarına bile gelmiyor. Peygamber’den (SAV) bahsederken şampuan reklâmı gibi klip yapmaları bu yüzden.

Çağdaş İslâm sanatında modern çirkinlikler

Eğer gerçekten objektif / evrensel / seküler bir İslâm estetiği ortaya konabilseydi bugün gelinen noktada Çin, Japonya, Peru, Kongo’ya da anlatılabilen bir İslâm Sanatı düşüncesi olurdu. En azından pop-art gibi, hamburger ya da Coca-Cola gibi şeyler üretilebilirdi. O da yok.

Çünkü İslâm estetiğini modern ve objektif yapmak sevdasıyla uğraşanlar aslında bunun tam tersini yaptılar; bir sübjektivite terk edilerek bir başkasına montaj yapıldı: İslâmî mânâdaki güzel sanat terk edildi; elde kalan boya, fırça, spatül, mermer vs ne varsa şekilci yorumlarla Batının fikrî zeminine, Batının sübjektif dünyasına hapsedildi. Yani bilimsel, tarafsız, renksiz, kokusuz bir yorum yapılmadı (ki bu da bir hata olurdu). Bunun yerine sanat faaliyetine ve eserlere dair olan bakış, anlayış ve düşünce İslâm’ın renklerinden ayrıştırıldı; Müslümanların sanat tasavvuruna Batıda makbul olan renkler giydirildi.

téléchargement Bir organ nakliyle ana vücuttan koparılıp başka bir vücuda nakledilmiş bir uzuva benziyor yeni İslâm  estetiği. Artık İslâm’ın damarlarından beslenmeyen, bağışıklık sistemi reddetmesin diye bin türlü ilaç zerk edilen bu uzuv can çekişiyor. “İslâm sanatı” denemez artık bu üretilen eşyaya. Bu gördüklerimiz Batı lisansıyla İslâm ülkesinde üretilmiş Batı sanatıdır. Ne yapalım? Zararın neresinden dönülse kârdır, dönelim geriye.

Yaşasın gericilik! Yaşasın irtica!


İslâm’daki sanat anlayışı ve estetik kaygılar üzerine yazılmış ve ün yapmış kitapların büyük bir kısmı Batılı yazarlarca kaleme alınmış: Oleg Grabbar, Oliver Leaman… Bu yazarların içinde Müslümanlar azınlıkta. Onlar dahi fikren gayrımüslimler gibi İslâm sanatını çoğu kez Batının gözlükleriyle değerlendiriyorlar. İlim’den uzak, malümat odaklı, gayrımüslimlerle de paylaşılabilecek bir vizyonu, Batı-merkezci, güya objektif bilgiyi hedefleyen bu metinler ne yazık ki İslâm sanatını anlamak ve anlaTmaktan çok uzaklar.

images (6)Kur’an’dan ve Siyer kitaplarından cımbızlama cümleleri kullanarak doktrin üreten bu “uzmanlar” Endülüs’ten, Bağdat’tan, İstanbul’dan, 9cu, 12ci veya 16cı asırdan gelen sanat eserleri ile İslâm dinî arasında (anlayabildikleri kadarıyla)  bilimsel kavram köprüleri kurma çabası içindeler. Fakat hemen hepsi aynı vehimlerden muzdarib olmuşlar:

  • Batıyı medenî zannetmek,
  • Batıyı nötr ve/veya insanlığın merkezi zannetmek,
  • 21ci asır sanatını önceki asırlardan daha ileri zannetmek.

Batılı “İslâm uzmanları” o hep aşina olduğumuz kibirleriyle kendi coğrafyalarını ve kendi zamanlarını diğer mekân ve zamanlardan üstün tutmuşlar, merkeze almışlar. Oysa teleskopla gezegenlerin hareketini seyreden bir adamın ilk hesaba katması gereken şey ayaklarını bastığı dünyanın da hareket ettiği gerçeği değil midir?

Batıyı “normal” kabul edince İslâm anormal görünür

images (3)Oryantalizmi başarıyla tahlil eden düşünürlerden biri Edward Said. Batı dünyasının “normal” olduğu bir fikrî zeminde bunun zıddı olan İslâm’ın otomatik olarak anormalleştiğini, daha doğrusu anormal algılandığını söyler, doğrudur da. “İslâm” kelimesiyle kasdedilenleri anlamak çabası Batının aydınları için uzak ve gereksiz bir çaba olmuş geçmişte. Hâlâ da öyle. Dinin kuralları, Müslümanların hayatı, mekânlar, zamanlar, gelenekler, siyasî sistemler ve İslâm’ın estetik anlayışı Batılıları ilgilendirmemiş hiç bir zaman. Said’den dinleyelim:

“Eserlerini analiz ettiğim on dokuzuncu yüzyıl yazarlarının Doğu hakkında taşıdıkları görüşlerdeki farklılık genellikle kişisel formu ilgilendiren dış yüzey farklılığıdır. Ayırım temelde değildir. Bu yazarlardan her biri Doğu’nun orijinalitesini, geriliğini, suskunluğunu, ilgisizliğini kadınları ile ilişki kurabilirliğini, çekip çevrilebilme yeteneğini ortak olarak belirtmişler; bu konularda hiçbir değişikliğe yer vermemişlerdir. Dolayısıyla Renan’dan Marks’a, (İdeolojik görüş açısı ele alınacaksa) yahut daha güçlü yazarlara, (lane ve Silvestre de Sacy gibi) veya hayal gücü taşıyan sanatçılara (Flaubert ve Nerval) kadar uzanan bir halka içinde tüm Doğu hayranları dünyanın bu yöresini Batı tarafından dikkatle incelenmesi, yeniden inşa edilmesi ve hatta acınması gereken bir kara parçası olarak görmüşlerdir. Doğu, varlığını Avrupa’nın büyük bilim, sanat ve endüstri hareketlerinin dışında sürdürmüştü. Dolayısıyla Doğu’da çok özel bir çıkarının yandaşı olarak görünüyordu. 1870’ten sonra ve yirminci yüzyılın ilk yarısında durum buydu. (Oryantalizm)

 Hıristiyanlığa sırt çevirmiş, 300 yıldır maddîleşen bir toplumdur Batı. Son 3 asırda ticaret ve teknoloji sayesinde bireylerin gücü muazzam artmıştır, birey-devlet ilişkisi yeni dengelere kaymıştır. Ama bu bireyleşme beraberinde bencilleşmeyi de getirmiştir. Bencil leşirken bir yandan da yanlızlaşan, kimlik kaybına uğrayan bir insan topluluğu elbette İslâm’a objektif, renksiz, kokusuz, nötr bir bakışla yönelemez.

Batının kaybı olan kimlik, “Ben kimdir?” sorusuna vereceği cevaptır. Yani değişen, eskiyen, yok olan et-kemik vücut karşısında aynı kalan (ing. identic), eskimeyen bir mânâ, bir kim(?)-liktir Batının acı kaybı. Batı insanı artık Hıristiyanlığın değerleri ile borsadaki menkul kıymetleri ayırd edemeyecek durumda; her ikisine de “values” demekte ve birini öteki ile alıp satabilmekte. Bunun için Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı olarak kullanılır çoğu kez: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Aynı sebeple Batı insanı ruhun hürriyeti ile (liberty) nefsin serbestliğini (possibility) ayırd edemez. Her ikisine birden özgürlük der: liberty, liberté. Oysa polis korkusu ya da cemiyetin ayıplaması sebebiyle kendini tutan bir insanın ötekilere “saygısı” nefsanîdir. Polis ve mahalle baskısı ortadan kalkınca o insan bir anda hayvanlaşır, yakıp yıkar, öldürür, tecavüz eder. (Bkz. Hayvan Serbesttir, İnsan Özgürdür)

images (2)Gandhi “Batı medeniyeti hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna gülerek “iyi fikir, yapsanız iyi olur” mealinde cevap vermiş. Gerçekten de Batı bir medeniyet değil ancak bir kültür olabilmiş, geçmişini müzelerde, kitaplarda, filmlerde biriktirebilmiştir sadece. Zira ruh ile nefsi ayıramayan bir topluluğun bunun ötesine geçmesi imkânsız görünüyor. Ruha ve nefse aynı ismi verdikleri için (ing. spirit, Fr. esprit) bir müddet sonra akıl ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar, ikisine birden reason / raison demeye başlamışlar. Oysa akıl ile zekâ bir değildir. Akıl (reason) iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrım yapar. Bir referans sistemine, değerler manzumesine dayanarak ayrım ve/veya yargı yapmaya yarar. Müslümanların FaRuKiyet (ing. discernement) dediği vasfın öznesidir akıl; insana mahsustur. [1] Oysa zekâ problem çözmeye yarar. Bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kaçmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak için zekâ gerekir ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

Özetle Batı insanı için acil olan İslâm’ı anlamak olmadı hiç bir zaman. İslâm algısı üzerinden yeni bir kimlik inşaatına girişmekti. Bu sebeple “İslâm” herşeyden önce bir öteki oldu; kadın-erkek, zenci-beyaz gibi bir alterite. Yani “İslâm” algısı yeni/farklı bir inanç değildi, Avrupa’nın kimlik inşasında kullanılan bir tuğla idi. Normal, iyi, uygar, zengin, daima muzaffer, maddeci olan “biz Avrupalılar” ve a-normal, kötü, ilkel, fakir, daima mağlup, mistik olan “ötekiler”.

Bu sıfatların içinde “kötü” her zaman geçerli değil tabi. Meselâ maddecilik konusunda özeleştiri yapmak isteyen batılı İslâm toplumunun mistik renklerini övebilir. Ama bu “çevre dostu kızılderili” algısı gibi, gizli bir kibir içerir.  “İslâm” yine ötekidir, modası geçmiş, modern dünyada yeri olmayan, müzmin mağlub, acınacak durumdadır, anormaldir kısaca.

Demokratik “normal” ya da arifin “normal” dediği

images (5)Edward Said’in yakaladığı bu hassas noktanın anlaşılması için bu normal/anormal üzerine bir parça enerji harcayalım: Normal kelimesi iki türlü anlaşılabilir, birincisi çoğunluğa uymaktan ibaret. Herkesin sigara içtiği bir yerde içmemek tuhaf ve anormal karşılanmaz mı? Ama bir de eşyanın (ve insanın) “normali” var. Yani insanın şuurlu biçimde tercih ederek ilk niyet, ilk yaratılış gayesine göre bir hayat sürmesi. Bir şehirde çoğunluk kerpetenle çivi çakabilir. Bu kullanım kerpeteni icad edenin niyetine, normlarına aykırı. Belediye meclisinde oy vermek suretiyle değiştiremezsiniz bu gerçeği. Kerpeten ile çivi çakmak anormal bir şeydir. Çoğunluğun yanılgısı ile, arifin yani normları bilenin isabeti bir olmaz; ilimde demokrasi yoktur. Nereden geldiğini, nereye gittiğini bilen, irfan ehli için çoğunluğun fikri Hakikat’in görülmesine engel olmaz. Hakikat varolmak için bilinmeye muhtaç değildir. Normal olan çivileri çekiç ile çakmak, kerpeten ile sökmektir. Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin tabiriyle “ilimde demokrasi olmaz”.

İslâm’a göre de insanlar bazı normlara tabi. İnsan’ı halk eden HALIK ahlâkî normlar koymuş. İman eden için İnsan’ın yaratılışının gayesi belli. Komutan, kral, dilenci ya da …Sanatçı! Her insan kendine teklif edilen bu norm içinde (veya dışında) yaşama hürriyetine sahip. Hal böyle olunca sanatçılar iki farklı norm arasında tercih yapmak zorunda kalırlar:

  • Halkın normları: Alkış, şöhret ve para için sanat yapmak, şiddet ve cinsellik gibi ögeleri kullanarak insanların nefsine hitab etmek.
  • HÂLIK’ın normları: O’nun rızası için sanat yapmak, göze kulağa hitab eden güzellikler kanalıyla insanların ruhuna seslenmek, onları kendi içlerinde saklı olan gizli hazinelerden haberdar etmek, kısaca Müslüman halkı “Halk Eden’in normlarına” uygun, insan gibi, Ahiret için yaşamaya davet etmek.

Birbiriyle çatışan bu iki normun sanatçıları elbette aynı estetik tasavvura sahip olamazlar, aynı tip eser veremezler. Farklı normlardaki sanatçılar “ötekileri” her zaman anormal bulacaklar. Dünya için çalışan, para biriktiren, TV’de görünmek için herşeyi yapmaya hazır olan bir sanatçı(?) elbette İslâm’a uygun yaşayan, O’nun rızası için sanat yapan insanları garip, acayip, anormal bulur, bu kaçınılmaz görünüyor. Bir hadiste buyurulduğu gibi:

“İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü’minlere!” Gariplerin kim olduğunu soran Abdullah bin Mesud’a, Peygamberimiz (asv), “Kabilelerinden dinleri için ayrılıp uzaklaşanlardır.” buyurmuştur. (Müslim, İman: 232)

 Bugün elbette bu tür bir “Hicret” yaşamıyoruz ama ailemizden, çevremizden baskı görüyoruz. Yakın geçmişte bir çok Müslüman devletten de baskı görerek dinleri uğruna eğitimlerini, kariyerlerini yani dünyalıklarını terk etmek zorunda kaldılar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlarla her an ölebileceğini bilenlerin ne sanatta, ne siyasette ne de başka bir sahada tam mânâsıyla ortak olmaları, barış ve huzur içinde yaşamaları zaten imkânsız. Birbirini anormal görmeye mahkûm olan iki “milletin” arasında bir barışın imkânsızlığını Hz. İsa’nın (a.s.)  kelimeleriyle ifade ederek makalemize son verelim:

“… Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben babayla oğulun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim. ‘İnsanın düşmanı kendi ev halkı olacak.’ Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir. Canını kurtaran onu yitirecek. Canını benim uğruma yitiren ise onu kurtaracaktır …” (Matta incili, 35-39)

Dipnotlar

Gazâlî Hazretleri’nin tabiriyle “hak ile batılı ayırd (=F.R.K) etmeye yarayan ilâhî bir nûrdur”.


islam_soyut_sanat

 

… Göz ile ilgili e-kitap okumak için…

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

“… Önce hiç bir şey görünmüyor. Kümelenmiş şeyler, daha doğrusu herkes gibi görüyorsunuz. Yapılması gereken elde kalem, tefekkürle seyretmek. Bir zaman sonra şeyler başka bir hakikate sahip oluyor. Gerçeklik daha gerçek görünmeye başlıyor. Zaman istiyor bu …” (Fransız ressam Edouard Pignon’un “Hakikat’i Ararken” adlı kitabından)

Bireylerin birer gözden ibaret olduğu, herkesin herşeyi gördüğü bir toplum hayal edin. Özel hayat, gelenekler, aramak, öğrenmek, ön-arka, küskünlük, gaflet, tehdit, fırsat gibi bir çok kavramı akletme imkânı ortadan kalkmaz mıydı?

Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde algılıyoruz kavramları. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. İnanmak zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik! güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

 

 

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:Derin Düşünce (@DDGrubu) Tarih: Haz 11, 2013 | Reply

    Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur: http://t.co/uCq8d7z1Fd

  1. 4 Trackback(s)

  2. Haz 21, 2013: Güzel eşya ve güzel ahlâk
  3. Tem 7, 2013: Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün
  4. Eyl 16, 2013: İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(3): Sinan gibi cami yapmak veya Sinan gibi adam olmak?
  5. Eyl 27, 2013: İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(5): Mimarın fikri ve zikri

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin