RSS Feed for This Post

Osmanlı Minyatüründe Perspektif Yok mu?

kucuk_minyaturAslında var. Ama farklı bir perspektif var. Modernist anlamda yok tabi. [1a] Adına “merkezî perspektif” dediğimiz nesnel ve tektipleştirici temsillerin kullanılması Cumhuriyet’in biraz öncesine, Osmanlı’nın çöküş devrine rastlıyor. Meselâ Osman Hamdi Bey’in tabloları (ö. 1910).

Özelde Osmanlı, genelde İslâm coğrafyasında bir tevafuk mudur bu gerileme ve taklit? Siyasî çöküş ile Sanat alanındaki batılılaşmanın aynı dönemde vuku bulması bir rastlantı olabilir mi? Eğer devletleri ayakta tutan adalet ise –ki öyledir- güzel sanatı terk eden bir toplumun güzel ahlâktan uzaklaşacağı aşikâr. Peki fertleri adil olmayan bir toplumun kurumları adil olabilir mi? Yoksa hakimler, savcılar hatta kanun yapıcılar yozlaşır mı? Gerek Batı’da gerekse Müslüman ülkelerde mazlumu değil güçlüyü koruyan, zenginlerin ve elitlerin noteri haline gelen modern adalet sistemleri  ile giderek çirkinleşen ve tektipleşen resim sanatı arasında nasıl bir ilişki var?

Gerçek şu ki Sanat, adalete ve vicdana rehberdir; bu yüzden Sanat, sanatçılara bırakılmayacak kadar hayatî bir mevzudur. O halde minyatür sanatındaki Müslümanca tercihleri ve merkezî perspektifin reddedilmesinin sebeplerini tahlil edelim:

Basralı alim İbn al-Haytam (ابن الهيثم) yaklaşık bin yıl önce göz, görmek ve optik olaylar üzerine çalışmış, Görüntüler Kitabı (“كِتَابُ المَنَاظِر “, oku. Kitab al-Manazir) isminde 7 ciltlik bir eser bırakmış miras olarak. [1b] Ama bizim açımızdan ilginç olan iki husus var ki birincisi İbn al-Haytam’ın karanlık oda deneyi: البيت المظلم (oku. al-Bayt al-Mutlim) Fazla söze gerek yok, aşağıdaki temsili resim zaten yeterince açıklayıcı. Bu deney yapılmış çünkü o devirde bir çok insan gözden çıkan ışıklar sayesinde gördüğümüzü, ışığın havayla karıştığını vs iddia ediyormuş. İbn al-Haytam bu karanlık oda sayesinde görme süreci ile gözlemci arasına bir mesafe koymayı başarmış. Yani “BEN nasıl görüyorum?” sorusundan “insan nasıl görür?” sorusuna geçmek istemiş. Objektif / nesnel / bilimsel bilgi peşinde olduğundan nesnelleştirici bir yöntemi kullanmış:

ibn-al-haytam-al-beyt-el-mutlim

İbn al-Haytam’ın kitabıyla ilgili ikinci husus görmenin nesnel / objektif değil indî / sübjektif bir süreç olarak değerlendirilmesi. Büyük alim Kitab al-Manazir’in 3cü cildinde görmenin gözde değil akılda gerçekleştiğini tespit ediyor. (Bkz. Çünkü Göz Değildir Gören) Yine aynı kitapta görme sürecinin psikolojik boyutu üzerine israr ediyor. Meselâ bir çocuğun tecrübesizlikten, yetişkinlerin ise tecrübelerinden ötürü sübjektif şekilde gördüklerini söylüyor İbn al-Haytam.

Camera Obscura değil Rönesans karanlığı

İbn al-Haytham’dan 500 yıl sonra Descartes da aynı gözlemi yapıyor yani gözün bir maketini yapıyor ama gördüklerini çok farklı yorumluyor. Dioptrik adlı eserinde mutlak, objektif, herkes için AYNI olan bir gerçekliğin peşine düşüyor, sene 1637. İbn al-Haytham’ın Karanlık odası Descartes’in elinde Camera Obscura oluyor ve bakan insanı görüNen Kâinat’tan ayırıyor. Çünkü Descartes dikotomilerin adamı: Onun görme tasavvurunda iç-dış var, göz ve insan ayrı, bakan insan ile görünen eşya adeta ayrı kâinatların varlıkları. Objektif, ölçülebilir varlığın dışındaki seçenekleri elinin tersiyle itiyor. Zira Sanat’ın giderek eğlence derekesine düştüğü Rönesans Avrupasında Hakikat’in adresi pozitif bilimler ve akl-lı meaş. İnsan ile hayvan arasında ortak olan akıl türünü TEK akıl kabul eden bu tasavvur zemininde gerçekler ile Hakikat arasında fark yok. Yani ölçülen, 5 duyuya hitab eden eşyaya has olan bilgiler o eşyanın mânâsına eriştiren ilimlere ikame ediliyor, yegâne bilgi türü nesnel / objektif bilgi zannediliyor; hatta buna körleme iman ediliyor. Zira  Stephen Hawking’in hâlâ savunduğu 1900 model pozitivist iman aşağı yukarı böyle bir şey. (Bkz. Şalgam suyu varsa Tanrı‘ya lüzum yoktur)

Tabi Descartes böyle düşünen ne tek ne de ilk Avrupalı. Meselâ Leonardo Da Vinci’nin felsefî  görüşü de bu yönde. Giovanni Battista della Porta  Magia naturalis  adlı kitabında anlatmış, sene 1558. Kezâ Kepler de 1604’te aynı duruşu Ad Vitellionem Paralipomena’da savunmuş. Nedir? Descartes’a göre Camera Obscuradışımızdaki dünyanın objektif yani merkezî perspektifsel varoluşunun kanıtı:

“… insanı tek bir delik hariç tümüyle kapatılmış bir odaya koyun ve deliğin önüne bir mercek yerleştirin. Ondan belli bir mesafeye ışığın yansıyacağı boş beyaz bir perde gerin. Delik göz bebeğine dönüşür ve dışarıda varolan nesnelerin doğaya uygun yani perspektifsel olarak yeniden elde edildiğini görürsünüz… ” (Descartes, Dioptrique)

Zaman ve mekân konusunda Immanuel Kant’ı bile büyük yanılgılara sürükleyecek bir nesnelleştirme bu. (Bkz. Fizikçilerin Zaman‘ı) Bizi çevreleyen kâinatı adeta bir arazî, mal, mülk derekesine indirmek, aklın rumuzu olan göz ile, bakış ile onu kuşatmak, ihata etmek tektipleştirici bir tercih. Bu tercih gözün (=aklın) yolunun bir (=aynı, standart, objektif, determinist) olduğuna iman etmekten geçiyor. Bu sözümona bilimsel bakış aslında insansız bir bakış. Bireyi ve bireysel tercihleri yüceltmeyi amaçlarken insanı insan yapan vasıfların yok sayılması, insanın eşya derekesinde varsayılması…  Yani insanın vicdanî hürriyetini yok saymak ve yerine bilimsel determinizmi koymak. Evet, kartezyen perspektif tehlikeli bir perspektifti. Sömürgeci ve ırkçı Avrupa’nın, faşizmin ve dünya savaşlarının zulüm tohumları belki de bu devirde atılmaktaydı?

İslâmî perspektif olur mu?

Her temsil bir tercihtir. Sanatçı gördüğü gerçeklerden eserdeki temsile geçerken fedakârlık yapar, bazı unsurları aktarırken diğerlerini seyirciye bırakır. Dolayısıyla her tercih bir soyutlamadır, sanatçının kopyaladığı  unsurlar (teşbih derecesi) ve boşlukla, sessizlikle nakşettiği fedakârlıklar (tenzih derecesi) vardır. Budur soyutlama. Azamî derecesi hat sanatı olabilir. Türk, Arap, Fars, Japonya… Ama naif resim, empresyonizm, fauvizm vs için de benzeri bir “tercih / fedakârlık” olgusundan bahsedebiliriz.

Perspektif de sanat eserinde resmedilecek unsurlardan biri olduğuna göre tercih konusu olacaktır. Neye göre? Ressamın yetiştiği cemiyete, benimsediği değerlere ve hitab ettiği seyircilerin maneviyatına göre yapılacaktır tercihler.

Aslında soyut sanatı İnsan’a öğreten tabiattır, tabiat olaylarının soyutlayıcı görsel etkisidir. Meselâ gölge ve yansıma yoluyla oluşan suretler insan’a gerçek ile  vehim arasındaki farkı öğretti. Gerçek vücudumun sudaki yansıması ya da yerdeki gölgesi bir aldanma, bir vehim değil midir? Benim ve etrafımdaki herkesin aynı biçimde gördüğü bu vehim iç dünyama has mahrem hayallerden farklı. Zira hayal ve rüyalarım sadece benim, sübjektif, indî. Oysa fizikî dünyadaki gölge ve yansımalar herkes tarafından aynı biçimde görünüyor, ortak, paylaşılabilir, objektif ve kollektif. Yani bütün bir insanlık olarak hep birlikte aynı anda aynı rüyayı görüyor olabiliriz.

Gölge ve yansıma yoluyla oluşan suretler, hatta kumdaki ayak izleri insan’a kendini düşünmeyi öğretti. insan  eşyaları ve diğer insanları düşünmek için onların isimlerini, suretlerini aklı ile kuşatır, ihata eder. Lisan olsun, hayaller olsun birer soyutlamadır. Lisanımdaki “Köpek” kavramı havlamaz ve ısırmaz. Hayalimdeki kırmızı elma yenmez. Ama bunlar olmadan köpekler ve elmalar düşünülemez. İnsan kendisini akledebilmek için de benzer bir yol tutuyor. Bu sayede kendi fizikî varlığımız ile aklımız arasına bir mesafe koymak yani şuurlu bir varlık olmak mümkün oluyor.

Fakat ayak izi, gölge ve yansımalar neden-sonuç ilişkisine hapsolmuş, adeta “bilimsel” görüntüler. Gerçek cismin görüntüsü (aslı değil) olmak sebebiyle birer sanat kırıntısı kabul edilebilirler. Determinist tabiatları sebebiyle kâmil sanat sayılamazlar. Determinizmden, cismanî, objektif, maddî dünyadan kurtulabilen bir sanat ise görünmeyeni görünen ögeler ile anlatabilir, soyut olarak resmedebilir: Aşk, Ölüm, Korku, İnanç… ve Tanrı fikri. Kâmil sanatçı insanları resmetmek istediğinde hem bedenleri hem de ruhları konu almak durumunda. Zeynep Sayın’ın ifadesiyle:

ayak-izi“… insan bedeni gerek benzeşen bir benzeşim gerekse benzeşmeyen bir benzeşimdir. Bir yandan tanrısal suret diğer yandan tanrısal dokunuşun izini taşıyan bedendir. […] Bu yüzden benzeşmeyen bir benzeşimi [tenzihi] Ortaçağ sonrası ve Rönesans denen zamanın yapmaya çalıştığı gibi benzeşen bir benzeşimle [teşbih ile] temsil etmeye çalışmak, aslında imgenin dokunuşa dayalı izini ondan alarak imgeyi gerek gözden ve bedenden, gerekse imgenin ardında yatan aşkınlıktan yoksun kılmak anlamına gelir […] imgenin benzeşmeyen bir benzeşimi anıştırmak yerine benzeşimin kendi olduğunu iddia etmek temsile dayalı bir büyüksenmedir …” (Tersten Perspektif, Florenski – Zeynep Sayın’ın önsözünden)

Florenski ve Sayın’ın analizlerine dayanarak anlıyoruz ki Rönesans ile birlikte Avrupa sanatı soyut sanata, sanatın manevî gücüne sırt çevirmiş. Tenzih yoluyla insanların zihninde, kalbinde bazı fikir ve duyguları tetiklemek, çağrışım yoluyla anlatmak terk edilmiş. Bunun yerine teşbih yani benzetme ön plana çıkmış. Bu ise

İslâmî perspektif ile taban tabana zıt. “Perspektif” derken hem aklı hem de gözü kastediyoruz. Meselâ Müslümanca bir perspektifte sadaka vermek iyidir. Ama tanımadığın ve sana faydası olmayan bir adama para vermek ekonomik perspektifte enayiliktir. Teşbih/Tenzih konusunda da sadece görsel benzerlik veya “suskunluk” değil bunların aklî, vicdanî karşılıkları hatırda tutulmalıdır. Aşırı teşbih determinizme bakan, insanı şeyleştiren sistemlerin rumuzudur. Gözü pasifleştirdiği için vicdan hürriyetine hizmet etmez. Tenzih ise tersine hürriyete saha açar. Görsel sadelik, boşluk, yokluk bakan kimsede uhrevî duyguları uyandırır. Netleştirmek için bir örnek verecek olursak:

”… Kiliselerde bulunan ikonaksların kırılmasıyla ilgili sorulan bir soruya ki bu tür eylemler İslâm’ın etkisi altında Hıristiyan dünyasına meydana geliyordu, ökümenik konsey şu cevabı vermiştir:“Tanrı mutlak zatı itibariyle hiçbir şekilde resim edilemez. Zira bu anlamda Tanrı’nın tasavvuru mümkün değildir. Ancak ilahi kelam insan suretini kendi asıl sureti şeklinde tezahür ettirip ilahi güzelliğini onda yansıttığı için İsa mesih’in suretinin çizilerek insanlara ilahi olanın hatırlatılmasında bir sakınca yoktur.”Şüphesiz bu bakış açısıyla İslâm’ın bakış açısı arasında fahiş bir fark bulunmaktadır ama aynı zamanda her ikisi de ortak bir esasa işaret etmektedir. Bu da insan suretinin ilahi güzelliğin tecelli ettiği bir makam ve mekân olarak kabul edilmesidir. Bugüne kadar Hıristiyanlık noktai nazarından sanatla ilgili yapılan en derin açıklama bir müslüman arif olan Muhyiddinİbn  Arabî  Hz.tarafından yapılmıştır. Bu meşhur ârif Fütuhat-ul Mekkiye adlı eserinde Rum sanatçıların resim sanatını en üst seviyesine ulaştırdıklarını çünkü bunların Hz. İsa’nın (a.s.) kişi olan tabiatını ilahi güzellikleri yansıtan bir şey olarak gördüklerini belirtir. Bu örnekten de anladığımıza göre Müslüman düşünür ve ârifler resim sanatı aracılığıyla ilahi güzelliğin yansıtılabileceğinin farkındaydılar. Ancak bunlar şeriatlarına tâbi olarak din büyüklerinin resimlerinin yapılmasını yasaklayıp hoş görmediler. Yani Müslümanlar ilahi güzellik konusunda teşbihten çok tenzihi tercih ettiler. Zira teşbihî yaklaşımların nihayetinde putperestliğin kaynağı haline geldiklerinin çok iyi farkındaydılar. Kutsal kitapları olan Kuran onlara bu  şuuru kazandırmıştı …” (İslâm Sanatı / Sidi İbrahim-Titus Burckhardt)

Sonuçlar

1: Perspektif kurallarının kasıtlı olarak çiğnenmesi tıpkı bir şairin kasıtlı olarak kelimeleri genel anlamından farklı kullanması gibidir. “Ben bu kelimeyi biliyorum ama bu şiirde farklı bir şey anlatmak istiyorum …” demiş olur.

2: Merkezî perspektiften uzak resimlerin çizilmesi herkesin kendi iç dünyasında kaybolması anlamına gelmez. İnsan grupları benimsedikleri değerler manzumesini yansıtacak şekilde kutsallarını, peygamberlerini, iyi, kötü, hayat, ölüm, zaman ve mekân tasavvurlarını önplana geçiren perspektif türleri keşfedecektir. Çok kültürlü, çok inançlı bir dünyanın olmazsa olmazıdır bu.

3: Bugün “sanat tarihi” zannettiğimiz malümat yığını Sanat’ın bilgisi değildir. 19cu asırda dünyaya hakimolan Avrupa’nın fikrî ve siyasî egemenliği burjuva sınıfının elindeydi. Bu sınıfın entellektüelleri kendi inançlarını ve inançsızlıklarını önce Avrupa halklarına ve sonra bütün dünyaya dayattılar. Bu dünya görüşü hazcı, maddiyatçı ve “ben” merkezlidir. IIci Dünya Savaşının bütün vahşetine rağmen hâlâ “Ortaçağ karanlığı” denilebildiğine göre bu dayatma çok başarılı olmuş demektir. O kadar ki “perspektif kurallarının Rönesans esnasında keşfedildiği” palavrası dahi buğün hâlâ insanlara yutturuluyor. Oysa Eski Yunan tiyatrolarındaki dekorlarda resmedilmiştir merkezî perspektif. Zaten Mısır piramitlerini, Yunan tapınaklarını, onca muhteşem camileri ve kilseleri inşa eden mimarların merkezî perspektiften bihaber olması düşünülebilir mi? (Bkz. Mona Lisa Yalan Söylüyor!)

4: Merkezî perspektifle beraber figüratif resimde çok ileri gitmeyi, ışık ve gölge yoluyla cisimlere sanal boyut kazandırmayı, kısaca asıl modele, orjinaline FAZLA benzeyen resimler yapmayı “hayvanî / robotsal” bir görme ile eşleştirebiliriz. Zira bu yetenek, yani köpeğin kemikleri, eşeğin samanları gördüğü gibi görmek insanlara da verilmiş. Ama hayvanda olmayan, insanlara has bir görme şekli de var. İşte Rönesans öncesi Avrupa sanatı bu insanî görmenin öne çıktığı bir sanat. Keza ister asırlar önce isterse sonra doğmuş olsun, Rönesans’ın etkilerinden uzak kalarak icra edilmiş Türk, Fars, Arap, Japon, Eski Mısır, Aztek, Selt, Afrika ve Okyanusya sanatkârları da teşbih değil tenzihten yana kullanmışlardır tercihlerini.

Dipnotlar

1a° “İslâm resmi yasakladı” şeklinde bir ezber var; Hat, tezyin ve diğer soyut formların görselliğimizi sınırladığı vs söylenir durur. Yarı-aydınlarımız bu zokayı yuttular çünkü İslâm sanatını Avrupalılardan öğrendiler. Oryantal olamadıkları için, oryantalist oldular. Gerçekte İslâm sanatı hiç de iddia edildiği gibi dinî yasak nedeniyle, figüratif resimden veya beden suretinden yoksun değil. Fas’tan Orta Asya’ya, Sudan’dan Kuzey Hindistan’a hemen her bölgede bu iddiamızı teyid edecek örnekler bulunabilir. (Bkz. Minyatür ve Kumaş örnekleri) Eşya, hayvan ve insan tasvirlerindeki bu yaygınlık dahi ne dinî ne de siyasî bir yasağın olmadığının ispatı değil midir? Aksi takdirde 1400 yıldır bütün Müslümanların dini yanlış anladıklarını, bir tek bizim binamaz oryantalistlerin herşeyi bildiklerini kabul etmemiz gerekirdi! Ancak minyatürü resmeden Müslüman sanatçı bazı tercihler yapmıştır. Bu tercihler Rönesans resim anlayışına ters düşer.

1b° Kitab al-Manazir “كِتَابُ المَنَاظِر ” Avrupalı bilginler üzerinde çok etkili olmuş bir eser. Latinceye tercüme edilirken kullanılan iki isim var : De Aspectibus ve Opticae Thesaurus: Alhazeni Arabis. Zira İbn al-Haytam’ın ismi bazı kaynaklarda Alhazen veya Alhezeni olarak geçiyor. Yedi ciltlik kitap optik, fizik, matematik, tıp, anatomi ve psikoloji konularında yazılmış bölümler içeriyor. İbn al-Haytam’ın doğrudan aktardığı bilgiler kadar kullandığı yöntem, varsayımlara şüpheyle yaklaşması ve bilimsel şekilde deneme-yanılma yoluyla ilerlemesi bugünkü bilginlerin dahi dikkatini çeken bir husus. Bu bakımdan bilim felsefesi ve yöntem açısından da ciddi katkıları olduğunu söyleyebiliriz. Daha fazla bilgi isteyen okurlarımız Bradley Steffens’in kitabından istifade edebilir:  Ibn al-Haytham: First Scientist. 

 

(Devam edecek)
… Bu konudaki makaleler…

  1. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  2.  Figüratif resim sanat mıdır?
  3.  Âl-i İmrân Suresini Okusaydı İslâmcı Olmayacaktı!
  4.  Müslümanca sanat bir yağmur duasıdır…
  5.  Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur
  6.  Güzel eşya ve güzel ahlâk
  7.  Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün
  8.  Benlik sanatı, bencillik sanatı 
  9. İslâmî sanat kalbe hitab eder, batıda ise muhatab akıldır
  10. Mona Lisa Yalan Söylüyor!
  11. Piero della Francesca tanrıları gökten yere indirince…
  12. Kemalist mimarî neden güzel değil?
  13. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(1): Anıtkabir ve Türbeler
  14. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(2): Güzel Mimar Güzel Binaya Nasıl Nüfuz Eder?
  15. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(3): Sinan gibi cami yapmak veya Sinan gibi adam olmak?
  16. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(4): Mimar Olmak, Mutlu Olmak, Tatmin Olmak… 
  17. Modern camiler neden çirkin? 

 

… Soyut Görme Kabiliyeti Üzerine…

… İslâm sanatından örnekler …

  1. İç Mekânlar
  2. Seramik
  3. Mozaik
  4. Metal işçiliği
  5. Hat
  6. Taş

Kaynak Metinler için bu kategori

 

… Bu konuda e-kitap okumak için…

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 

 

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:Tuğba Tarih: Kas 12, 2014 | Reply

    Bu yazının yazarı kimdir acaba?

  3. Yazan:my Tarih: Kas 12, 2014 | Reply

    Mehmet Yılmaz

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin