Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Mültecilere yardım ettiği için tutuklanan Fransız çiftçi Cédric Herrou’nun savcıya mektubu »

cedric-herouSavcı Bey,

Annemi ve babamı ağlattınız, Kardeşimi ve arkadaşımı tutuklattınız.

Bizi hapse tıktınız; bize adi suçlular gibi köpek muamelesi yaptınız.

Anne-babası olmayan o 3 çocuğu almak için 30 kadar silahlı jandarmayı arazime soktunuz.

O zavallılar ki benim evimde bir aydır çocuk Sosyal Yardım Kurumu’ndan cevap bekliyorlardı.

Bu çocuklar savaşı, işkenceyi ve köleliği yaşadılar. Koruduğum bu çocuklar bana güvenmişlerdi. Siz Fransa adına çocuk haklarına tecavüz ettiniz.

Onlar ülkemizden emniyet bekliyorlardı. Ben yardım ettiğim insanlara karşı hassasım.

Biliyorsunuz ki özgürlüğüm sizin hapishanelerinizin parmaklıklarında bitmez ve siz acıtan yere vuruyorsunuz.

Bilmelisiniz ki sayın savcı, ben inançlarıma sadık kalacağım. Fransa’ma ve Fransa’mıza… Read the rest

Mahçupyan’a Üç Paragrafta Modernizm Dersi »

mahcupyan1-Modernizmin bir takım kültürel kazanımları varsa ki hayli şüpheli, bunlar altyapı dönüşümünden bağımsız ele alınamaz. Bedava iş gücü ve sömürge mallarının oluşturduğu anormal bollukta gelişen bir kültürle, ticaret yollarını kaybeden bir İmparatorluk bakiyesinin kültürünü mukayese ediyorsanız sosyal bilimlerle ciddi bir probleminiz var demektir.

2-Türkiye’nin sorunu imparatorluk mirasını aşamamak değil aksine İttihat ve Terakki’den beri gömlek değiştiren bu “modern” saplantılı aydınların İmparatorluk mirasını anlamamış olması. Osmanlı sadece ekonomik ve askeri olarak değil aynı zamanda kültürel olarakta batının rakibi “MERKEZ” bir güçtü. Merkez sözcüğü burada önemli çünkü bütün mücadele bunun üzerine. Modernizm, relativizm gibi batının iç mücadelelerinin konusu olan doktriner çekişmeler Osmanlı’yı açıklamıyor hatta Osmanlı’nın konusu bile değil. Ama ben İmparatorluk mirasını atacağım diyorsanız, ben “MERKEZ” iddiamdan vazgeçiyorum ısrarla rakip olduğum kültürün periferisi olacağım diyorsunuz. Bunu deneyenler oldu “jön türkler”, İmparatorlukla ilgili sizinle aşağı yukarı aynı vizyonu paylaşan bu jenerasyon imparatorluğu yüz senede paramparça edip Anadolu’dan ibaret kolu kanadı kırık bir kuşa çevirdi.

3 “Aynı süreçte cemaatçi yapılar topumun içinde eridi ve bireyselleşmenin sonucu olarak hukuk nezdinde eşit olma fikri zihinlerde normalleşti.”

HAYIR. aksine, modern toplumlarda grupların sadece organizasyon biçimi gömlek değiştirdi. Batı’da (modern toplumlarda?) ki bütün akademilerde, medyada ve sivil toplum kuruluşlarında belli başlı ve dışa yarı kapalı gruplar etkin. Yahudi, evangelist localarından, mont pelerin vb. cemiyetlere kadar Read the rest

İnovasyon /イノベーション / инновация / التجديد »

inovasyon

Ne değildir?

  • Bilimsel ve teknolojik ilerleme değil.
  • Keşif veya icad değil.

Nedir?

Vahşi kapitalizmi bize şirin gösteren yeni bir maske. İnovasyon, bencil olmayı ve gelecek kuşakların haklarını çiğneyip şu anki bireysel zevkleri arttırmamızı emreder.

Japonların inovasyonu Kanji ile yazılan icad (発明)  veya keşif (発見)  gibi Japonca bir kelime yerine yabancı kelimeleri yazmak için kullandıkları alfabe olan Katakana  ile “イノベーション” (inoveyşın / Inobēshon) diye yazmaları da çok manidar.

Neden?

İnovasyonun bilimsel ilerlemeden farkı çok iyi anlaşılmıyor. 19cu asrın saplantısı olan ilerleme (fr. progrès) toplumsal bir projeydi; inovasyon ise bireysel. Meselâ ulus-devlet eliyle tesis edilen millî eğitim ve çocukların aşılanması bir ilerlemeydi çünkü toplumun istikbali olan çocuklar için yetişkinler fedakârlıkta bulunmalıydı. Bugün inovasyon sadece zenginlerin satın alabileceği ilaçlar ve telefonlar yapmak demek. Hatta zenginlere hitab eden botox gibi bir inovasyon milyonlarca fakiri sıtmadan kurtaracak aşıyı bulmaktan daha cazip. Sadece şirketlerin değil insanların da birbiriyle rekabet halinde olduğu bu dünyada inovasyon, ötekileri ezerek hayatta kalmak için gerekli. Avrupa’nın kolektif ilerleme projesinin kökleri 17ci asra uzanır ama 1930’larda doruk noktasına ulaşarak faşizmi, komünizmi ve 2 adet dünya savaşını doğurmuştur.

Faşizmi doğuran ilerleme takıntısı hipermetroptu, inovasyon miyoptur

Kolektif ilerleme, toplumun gelecekteki mutluluğu için bireyin şimdiki mutluluğunu feda etmesini gerektiriyordu. İnovasyon ise bireyin şu anki mutluluğu için toplumun gelecekteki mutluluğunu feda etmeyi meşru kılıyor. Meselâ iPhone ekranını üretmek için kullanılan nadir metaller üretilirken geniş tarım arazileri tahrip edilir. Yani inovasyon, parası olan bireyin daha doğmamış fakirleri aç bırakması demektir. Şu anki bireysel hazlar için gelecekteki binlerce kişinin hakkını peşinen yemek. Kısacası miyop bir bencillik ve açgözlülüktür inovasyon; ilerleme hedeflenseydi iPhone’un ilk modeli ucuz üretilip tüm insanlara verilirdi. İnovasyon sebebiyle daha kullanmayı öğrenemediğimiz araç gereç, modası geçmiş hale geliyor. “Programlanmış atalet” (programmed obsolescence) sebebiyle dünyayı kirletiyor ve sefaleti yayıyoruz. Bu açgözlülüğü şirin gösterecek örtünün adıdır inovasyon. Dünyada ve Türkiye’de birçok şirket resmi kurum zokayı yuttu. Mantar gibi her yerde inovasyon müdürlükleri kurmaya başladılar. Sorgulanmayan Avrupa “Aydınlanması” karanlık getirdi. Sorgulanmayan “ilerleme” faşizm oldu. Sorgulanmayan inovasyon ne getirir? Read the rest

Düşüş / Albert Camus »

albert-camus-dusus-23Gözün hâlâ gördüğü, ışıkla yıkanan bir denizden beş yüz ya da altı yüz metre yükseklikteki doğal bir düzlük ise, en rahat soluk aldığım yerdi, hele insan denen o karıncaların üstünde yalnız başınaysam. Vaazların, dinsel söylevlerin, alev mucizelerinin ulaşılabilecek yüksekliklerde geçmesini kolayca anlıyordum. Bence mahzenlerde ya da cezaevi hücrelerinde düşünmüyordu insan (meğer ki bunlar görüş alanı geniş bir kulede bulunsun); buralarda insan küfleniyordu. Ve ben, tarikata girdikten sonra, hücresi beklediği gibi geniş bir görünüm yerine bir duvara baktığı için papazlıktan vazgeçen o adamı anlıyordum. Bense küflenmiyordum, inanın buna. Günün her saatinde, kendi başıma ve başkalarıyla birlikte tepeye tırmanıyordum, orada herkesin göreceği ateşler yakıyordum ve sevinçli bir selam yükseliyordu bana doğru. İşte böylece, hiç değilse, yaşamdan ve kendi yetkinliğimden zevk duyuyordum.

Çok şükür ki mesleğim, doruklara olan bu eğilimimi doyuruyordu. Bu meslek insan kardeşlerime karşı olan her türlü kırgınlığımı gideriyor, kendilerine hiçbir şey borçlu olmadan onları kendime borçlu bırakıyordum. Bu, benim de sırasında yargıladığım yargıcın, minnete zorladığım sanığın üzerine çıkarıyordu beni. İyi ölçüp tartın bunu, aziz bayım: Ceza görmeden yaşıyordum. Hiçbir yargılamaya uğramıyordum, mahkeme önünde değil, yukarıda bir yerlerde bulunuyordum, tıpkı eylemi yüceltmek ve ona anlamını vermek için bir araçla zaman zaman sahneye indirilen o tanrılar gibi. Kısacası, üstte yaşamak, kalabalığın insanı görmesi ve selamlamasının tek biçimi olarak kalıyor yine. Read the rest

Ocak ayında en çok okunan kitaplar »

en-cok-okunan-kitaplar

Yeni yılın ilk ayında eskimeyen kitaplar ilk 5 listesini kimseye bırakmadı. Bunlardan birincisi “Bir pozitivizm eleştirisi”. Hızla ilerleyen bilim ve teknolojinin barışa değil savaşa hizmet etmesinin sebeplerini sorgulayan bir kitap bu. Bilimi adeta tapılacak bir put yahut bir totem gibi gören modern akılları rahatsız edecek çok sayıda tez var sayfalarında. Bilimin ve aklın putlaşması konusuyla ilgilenen okurlarımız şu iki kitapta da ilgilerini çekecek bilgi ve yorumlar bulabilirler:

Bir başka eskimeyen kitap ise 2ci sıradaki “Derin İnsan”. Modern dünyanın para kazanma makinesi homo-economicus’a, “maymunlaşmış insana” alternatif bir insan tarifi yapmak için yazılmış. Bilim adamı, sanatçı, filozof, din adamı ayırmadan herkesi kürsüye davet eden bir yaklaşım: Freud, Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Arendth, Hume Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan,  Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alınmış.

3cü sırada Kürtlerin tarihini isyan ve terörün gölgesinden kurtarmak isteyen bir kitap var: Kürtlerin Tarihi Üzerine. Bunu başarmak için Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmayı yöntem edinmiş. Bu sebeple Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den izler bulacaksınız sayfalarında.

4cü kitap Derin Lügat. Önemli. Neden? İnsan’ı bir hayvan gibi gören modern tasavvur (hümanizm, pozitivizm, materyalizm) onu beşerî istekleriyle sınırladı. Varoluşçu sorgulamayı, uhrevî kaygıları yok sayınca geriye kalana “birey, vatandaş, müşteri” gibi bir çok isim verebiliriz ama “insan” diyemeyiz. Zira bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir. Kısacası nefsin arzularına köle olmayı “özgürlük” zanneden modern insan eğer bir gün bu durumdan kurtulacaksa bu kurtuluş lisan ile başlayacak.

En çok okunan ilk 5 kitabın sonuncusu Amerika’yı tedavi etmek isteyen bir kitap. Hepimizin muzdarib olduğu Amerikan saldırganlığı menfaat kavgaları kadar içtimaî bir akıl hastalığının neticesi. Amerikalılar her terör saldırısından sonra birbirlerine ciddi ciddi soruyorlar: “Neden bizi sevmiyorlar?” Bir Amerikalının Amerikan polisi tarafından öldürülme ihtimali terörden ölme ihtimalinin 55 katı ama bu asla medyada sorgulanmıyor. Terörle mücadele bütçesi 700 milyar $ olan ülke kendini sorunlarını çözmekten aciz çünkü fikren özgür değil. Neden? Amerikan halkının algıları 2ci dünya savaşından beri bir beyin yıkama sistemiyle yönetiliyor. Seçtikleri başkanlardan dış politikaya, savaşa ve İslâm’a bakışlarına kadar en ufak ayrıntı bu sistem eliyle suni olarak üretiliyor. İşte “Amerika Tedavi Edilebilir mi?” adlı kitap bu algı yönetiminin perde arkasını anlatıyor.

Evet… Geride bıraktığımız ocak ayında e-kütüphanemizde 32.403 kitap okundu. 76 farklı kitap içinde toplam okumanın %61’ini teşkil eden 20 kitabın listesi şöyle:

  1. Bir pozitivizm eleştirisi
  2. Derin İnsan
  3. Kürtlerin Tarihi Üzerine
  4. Derin Lügat 5.0
  5. Amerika Tedavi Edilebilir mi?
  6. Kitap Tanıtan Kitap 1
  7. Roman nedir? Nasıl Yazılır?
  8. Kitap Tanıtan Kitap 2
  9. Kitap Tanıtan Kitap 3
  10. Kitap Tanıtan Kitap 6
  11. Senin tanrın çok mu yüksekte?
  12.  Rönesans’ın Kara Kitabı
  13. Zaman Nedir?
  14. Fethullah Gülen’i iyi bilirdik
  15. Kadın hakları ve Kemalizm
  16. Sen insansın, homo-economicus değilsin!
  17. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  18. Derin Medeniyet
  19. Liberalizmin Kara Kitabı
  20. Fikir Kırıntıları – 1

Beton / Thomas Bernhard »

  • Thomas Bernhard -BetonHamalların soyu tükendi. Herkes istediği gibi kendi eşyasını taşısın. Dünya birkaç derece daha soğudu, kaç derece olduğunu tam olarak hesaplayacak değilim, insanlar çok daha merhametsiz ve saygısız oldular.
  • Herkes yaşamak ister, hiç kimse ölmek istemez, bunun dışında her şey yalandır.
  • Dehşetle tanık olduğum üzere insanlar sabah saat dokuzda gelip duşun altına girip tenis oynamaya koşuyorlar, düşüp ölüyorlar ve öğleden sonra saat ikide mezarlıkta oluyorlar.
  • Gerçekten de biz bizden daha mutsuz olan bir insanın yanında hemen düzeliyoruz. Ve hastalığımız, hem de ölümcül hastalığımız bile bir anlam taşımıyor.
  • Öte yandan durumumuz ne olursa olsun yapmak istediğimiz şeyi yapmalıyız, yolculuk yapmak istiyorsak yolculuk yapmalıyız, en kötü durumda bile olsak aldırmamalıyız, hele ki en kötü durumdaysak hiç aldırmamalıyız, çünkü o zaman yolculuk yapsak da yapmasak da kaybolmuşuz demektir, istenen ve hiçbir şeyin özlenmediği gibi özlenen yolculuğu yapıp ölmek bu istek ve bu özlem içinde boğulup kalmaktan daha iyidir.
  • Herkes yolculuğa çıkarken çok giysi alma hatasını yapar ve deli gibi yük taşır, sonuçta biraz akıllı iseler o yerde hep aynı şeyi giyerler.

Read the rest

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton »

kotuluk-uzerine-bir-deneme_terry-eagleton-18“… İki çocuğun o bebeği öldürmelerinden yıllar önce, bir başka bebek ölümünün yarattığı galeyan İngiltere’yi bir uçtan diğer uca sarsmıştı. Edward Bond’un Saved adlı oyunu bir ahlak histerisine yol açmıştı çünkü oyunda bir grup yeniyetme arabasında uyuyan bir bebeği taşlayarak öldürüyordu. Bebek taşlama sahnesi, avareliğin her zaman işsiz kişileri kontrolden çıkabileceğine dair eski klişenin yeni bir örneğiydi. Söz konusu sahnenin amacı, kötü olmakla uzaktan yakından ilgisi olmayan, kronik bir şekilde sıkılmış bir grup gencin nasıl böyle korkunç ve acımasız bir suç işlediklerini adım adım göstermektir. Şeytanın işsiz güçsüzlere musallat olduğu söylenir, bu da garip bir şekilde, eğer kendini savaş suçları mahkemesinde hakimin önünde bulmak istemiyorsan, kendine yapacak bir şeyler bul demek oluyor. Oysa kötülerin sorunu yapacak bir şeyler bulmaktan çok, fazlasıyla meşgul olmalandır. Kitabın ilerleyen kısımlarında kötünün yokluk ve anlamsızlık duygusuyla nasıl da haşır neşir olduğunu göreceğiz; ve Edward Bond’un o sahnesinin gösterdiği şeylerden biri, kulağa biraz acımasız bir yorum gibi gelse de aslında ergen katillerin, kendileri için bir anlam yaratmaya çalışmalarıdır. Her daim ayaklanmaya hazır olan İngiliz toplumunu öfkelendiren eylemin korkunçluğunun kendisi kadar sahnenin sıradanlığıydı. Ağza alınmayacak bir kötülüğün sonuna kadar tanıdık bir şeyden geldiğini görüyorduk ve bu da olayın vahametini azaltıyor gibiydi. Oysa kötünün özel olması gerekiyor, sıradan değil. Kötülük sigara yakmak gibi değildir. Fenalık monoton ve alelade olamaz. Kötülerin de, ironik bir şekilde, bu görüşte olduğunu ilerde göreceğiz. Zira gerçekten de kötü kişiler ve eylemler vardır, yufka yürekli liberallerin ve çetin Marksistlerin eş derecede yanıldığı nokta işte budur. ikinci gruptan olan Amerikalı Marksist Fredric jameson “arkaik iyi ve kötü kategorilerinden bahseder ve biz jameson’ın sosyalizmin iktidara gelmesinin iyi bir şey olacağı kanısında olmadığını düşünmek zorunda kalırız. İngiliz Marksist Perry Anderson ise “iyi” ve “kötü” gibi kavramların sadece kişisel davranışlarla bağlantılı olduğunu ima eder -ki bu durumda hastalık salgınlarıyla uğraşmanın, ırkçılıkla savaşmanın veya nükleer füzeleri imha etmenin iyi bir şey olarak tanımlanmasını anlamakta zorlanıyoruz. Kendi durumumun gösterdiği gibi, Marksistlerin kötülük kavramını reddetmeleri gerekmiyor ama jameson ve bazı solcular bunu yapıyorlar çünkü ahlakı ahlakçılıkla karıştırıyorlar. Bu açıdan da, ironiktir, Amerika Ahlaklı Çoğunluk Derneği’nin destekçileriyle benzeşiyorlar. Ahlakçılık, ahlaki yargıların, daha dünyevi konuların oldukça uzağında, kendilerine ait kapalı bir nüfuz alanında var olduğuna inanmaktır. Bazı Marksistlerin etik kavramının kendisinden rahatsız olmalarının sebebi budur. Bu onlara tarih ve politika kavramlarından uzaklaşmak gibi gelir. Ancak bu bir yanlış anlamadır. Doğru tanımlandığında ahlak düşüncesi bütün bu unsurları beraber inceler. Bu, Aristo’nun ahlak kuramı kadar Hegerin ve Marx’ın ahlak kuramlan için de geçerlidir. Ahlak düşüncesi politik düşüncenin alternatifi değildir. Aristo’ya göre ahlak düşüncesi politik düşüncenin sadece bir parçasıdır. Etik düşüncesi değer, erdem, insani özellikler, insan davranışının doğası ve benzer meseleleri irdelerken, politika böylesi insan davranışlarının gelişmesine ya da bastırılmasına olanak sağlayan kurumlarla ilgilenir. Bu bağlamda özel ve kamusal arasında aşılmaz bir uçurum yoktur. Ne ahlak sadece kişisel hayatla bağlantılıdır, ne de politik olan sadece kamusal hayatla …”

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonTavsiye Sohbet

“Ben” kimdir?

Tavsiye makale

Tavsiye Kitap

Derin İnsan

Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?”(Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

Düşüş / Albert Camus »

albert-camus-dusus-25552

Demek ki, ben-ben-ben’in günü gününe sürekliliği dışında başka bir süreklilik olmadan yaşıyordum. Günü gününe kadınlar, günü gününe erdem ya da erdemsizlik, günü gününe, köpekler gibi, ama her gün sağlamca yerinde duran kendim. Böylece yaşamın yüzeyinde ilerliyordum, sözcükler içinde, hiçbir zaman gerçek içinde değil. Tam okunmamış o kitaplar, tam sevilmemiş o dostlar, tam gezilmemiş o kentler, tam sarılmamış o kadınlar! Sıkıntıdan ya da dalgınlıkla birtakım el kol hareketleri yapıyordum. Varlıklar birbirini izliyor, birbirine takılmak istiyorlardı, ama ortada hiçbir şey yoktu, bu da berbat bir şeydi. Onlar için. Bense unutuyordum. Kendimden başka bir şeyi hiçbir zaman anımsamamışımdır ben. Read the rest

Yaşamak / Cahit Zarifoğlu »

Cahit Zarifoglu-yasamakKendi kalbini dinliyormuş gibi göğsüne eğilmiş duran bu yaratık için kalb, bir yaşama işareti olmaktan çıkmıştı. Adam, bunun dışında kalbin hangi ödevleri varsa onlardan birine dalmıştı.

‘masalımızda acı olmasın dilerim. çocuklar ölmesin öldürülmesin. hep cahillerdir birbirlerini öldürenler denegelmiştir ama..’
‘yeter’

batının planlarını kendi düşünceleri sanan
zavallılara

Umutsuzluğun kapımıza gelmesi için az mı bekledik.
Umutsuzluk mu, yoksa ince derin bir şikayet mi?

Dayandığımız şeylerin hangisi buna değerdi?

Necip fazıl batılılardan wagnere benziyor. o da çelik gibi sinirleri olan bir hoş dehadır.

pencereden bakınca toprak ve ağaç görünmeli. Hava tertemizdir, yakınlarda sağlıklı bir dere akmaktadır. -İnsan; tabiattaki insan ve eşya dengesine bakarak ve inanç içinde yastığa başını emniyetle koyar. orada kader rahatsızlık vermez. Tabiata yakın olmakta kabusu dağıtıcı bir güç bulunuyor.

Read the rest

Güzel Tehlike / Michel Foucault »

guzel-tehlike-Michel Foucault

  • Dil, tam anlamıyla sonsuz sayıda cümle ve sözce kurmamıza yarayan şeydir. Söylemse, ne kadar uzun, ne kadar dağınık, ne kadar esnek, ne kadar atmosferik, ne kadar protoplazmik, kendi geleceğine sandığımızdan ne kadar fazla bağlı olursa olsun, her zaman sonlu, her zaman sınırlıdır. Ne kadar uzun olursa olsun bir söylemle dilin sonuna asla varılamaz.
  • Yazmak konuşmaktan çok farklıdır. Artık kendimize ait bir yüzümüz olmasın, yazımızın altına saklanalım diye yazarız aynı zamanda.

Read the rest