Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Kral Faysal ve Kudüs konuşması »

faysal

… Bu konuda okumak için…

  1. Biz ahlâklıyız, onlar ahlâksız da ondan…
  2. Mali: Fransa para etmeyen “değerler” için savaşır mı?
  3. Tombuktu’da çocuk öldürmenin Paris’teki faydaları
  4. Libya: Kâfirin silahıyla mücahid olunur mu?
  5. Libya: ABD ve AB, NATO Müdahalesini Haklı Çıkarmak İçin İç Savaşı Teşvik mi Ediyor?
  6. Her başarılı diktatörün arkasında bir Batı ülkesi vardır!
  7. Onlar Ahmet Davutoğlu’dan özür dileyecekler

… Bu konuda e-kitap okumak için…

 Kâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursunKâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursun İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Kâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursunKâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursun

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 

Yahudi oldukları için mi zalimler?

Kâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursunKâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursunİsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederimFilistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden.Buradan indirebilirsiniz.

 

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

Kâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursunKâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursunAmerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz.ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

Kaos ile terbiye »

kaos ile terbiye“… Türkiye’nin de şiddet ve kaos ile terbiye edilmeye muhatap olmaktan muaf olduğunu kimse iddia edemez. Bu terbiye mühendisliğinin kapsama alanı ve derecesi bölgedeki uygulamalardan farklı olabilir. Nitekim geçmiş dönemde bu tür terbiye mühendisliğinin açık ve örtük sıcak çatışma ve kaos olarak sahada ne türden unsurlar kullanılarak sürdürüldüğünü, nasıl gerekçelendirildiğini gördük. Unutmamak gerekir ki hiç bir provokatif müdahale kendiliğinden ortaya çıkmaz; var olan sorunların niyetlenen amaç ve hedefler doğrultusunda yönlendirilmesi, istismar edilmesine dayanır. Mevcut sorunlarınızı siz kendi tarihsel, sosyal, kültürel imkânlarınızı kullanarak çöz/e/mezseniz birileri onu başka bir amaç için kullanır. Sanılanın aksine, var olmayan bir sorun dışarıdan icat edilerek buraya taşınmaz. Ne yazık ki, yüz yılı aşkın bir süredir, bölgemizin kendi imkânları, kendi dinamikleriyle ayağa kalkmasını, kendini bulmasını engelleyecek çok miktarda sorun var veya başka bir ifadeyle, sorunlar çözümsüzlüğe mahkûm edilerek boynumuzda tarihin prangasına dönüşüyor.
Suruç’ta patlayan bombanın siyasal mesajı ile muhtevasını birbirinden ayırmak gerekiyor. IŞİD militanının intihar saldırısı açısından örgütün kendi gündemi, hedefleri ve niyetinin ne olduğu bir yana, bunun nasıl algılandığı ve Türkiye’deki siyasi mücadelede ne tür mesajlar içerdiği üzerinde düşünülmeli. Türkiye’de siyasal belirsizliğin sürdüğü şu ortamda otuzdan fazla genci katledenlerin amaçları ile bunun muhtemel siyasal sonuçları çok farklı olabilir. Öncelikle merkez medya denilen, seçimlerden sonra eski buyurgan dili hemen kullanmaya başlayan Read the rest

Kaybedenler Klübü : Selocan ve Saz Arkadaşları »

… Bu konuda okumak için…

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

70 kitap indirin 70 kitap indirin kapak kaybedenler klubuT.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Alevîlerin sırtına yüklenen şizofreni: Hem solcu hem kemalist! Alevîlerin sırtına yüklenen şizofreni: Hem solcu hem kemalist! kapak alevilikAleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Türk solu iktidar olur mu?

Alevîlerin sırtına yüklenen şizofreni: Hem solcu hem kemalist! Alevîlerin sırtına yüklenen şizofreni: Hem solcu hem kemalist! turk solu iktidar olur muKendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular:Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

IŞİD’le Mücadelenin İdeolojik Boyutu »

isid-daes-pkkSon günlerde okuduğum bir kitap yaşamakta olduğumuz İslam odaklı terör vahşetinin kaynağı hakkında kabaca da olsa bir çerçeve çizmeme yardımcı oldu. İsmi: İslam’ın Hastalığı; yazarı Tunus asıllı Fransız yazar Abdelwahab Meddeb. Neredeyse bin yıl öncesinden başlatarak ele aldığı konuyu getirip El-Kaide’ye ve 11 Eylül saldırılarına bağlamış. Kitabı da bu saldırıların hemen ardından 2002’de kaleme almış.

Aslında çok okunası bir kitap olduğunu söyleyemeyeceğim. Konuları işleyişindeki dağınıklık, bazı noktaların izahındaki yetersizlik ve bize göre bazı bilgi ve yorum hataları kitabın kusurları. Ama benim için kitabı önemli kılan İslam’ın sorununu teşhis ederken iki ana hat çizmesi ve dolayısıyla çözüm yolunu da ima etmiş olması. İma etmiş olması diyorum, zira bu ayrımı dahi çok net çizememiş yazar; ancak biz onun yerine bu çizgileri belirginleştirerek okumamızı yapıyoruz.

İslam’ın hastalığını peşin peşin “entegrizm” olarak tespit ediyor yazar. Nedir entegrizm? Çok kısa ifade etmek gerekirse Read the rest

Şizofren Yalnızlık / Aldous Huxley »

images“… Şizofreni kendi cehennemine ve arafına olduğu kadar kendi cennetine de sahiptir. Şizofren ruh, sadece ıslah olmamış değil, umutsuzca hastadır da. Şizofrenin hastalığı, içsel ve dışsal gerçeklikten -ruh sağlığı yerinde olan insanın genelde yaptığı gibi- kaçıp aklın kendi yarattığı dünyaya -yaralı kavramlar, ortak semboller ve herkesin üzerinde uzlaştığı kurallarıyla insanın sınırlı dünyasına- sığınma konusundaki yetersizliğinden ileri gelir. Şizofren, sürekli olarak meskalin etkisi altında olan bir kişiye benzer; bu yüzden yaşadığı belli bir gerçeklik deneyimini durduramaz; yeterince sağlıklı olmadığı için onunla birlikte yaşayamaz ya da bir açıklama getirip bir kenara atamaz -çünkü o bütün gerçeklerin en çürütülemez olanıdır- ve bu gerçeklik onun dünyayı insan gözleriyle görmesine izin vermediği için, bir türlü sona ermeyen tuhaflığını ve yakıcı yoğunluğunu insani ya da kozmik kötülüğün bir alameti olarak yorumlayamadığı için de ona büyük bir korku veren ve onu ölümcül bir şiddet eğiliminden katatoniye ya da psikolojik intihara kadar varan bir dizi umutsuz karşı önlem almaya zorlar. Ve bir kez bu yokuş aşağı giden cehennem yoluna çıkıldı mı, artık durdurmak imkansızdır.

Bizler birlikte yaşıyoruz, birbirimizi etkiliyor ve tepki gösteriyoruz; ama her zaman ve her koşulda kendi başımızayız. Şehitler savaş alanına el ele girerler; tek başlarına çarmıha gerilirler. Birbirlerine sarılmış aşıklar bireysel coşkularını umutsuzca tek bir yüce benlik halinde kaynaştırmaya çalışırlar; ama boşunadır. Doğası gereği vücut bulmuş her ruh tek başına acı çekmeye ve zevk almaya mahkumdur. Duyular, duygular, içgörüler, hayaller.. Bütün bunlar özeldir; sembollerle ve ikincil ellerin aracılığı olmadan iletilemez. Deneyimler hakkında bilgi alışverişinde bulunabiliriz ya da bilgi toplayabiliriz; ama deneyimlerin kendilerini değil. Aileden ulusa her insan grubu bir ada-evren teşkil eder …”

 

… Bu konuda e-kitap okumak için…

freud-kapak Açlık / Knut HamsunAçlık / Knut Hamsunfreud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Sigmund Freud insandaki gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini sorgulayan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Garip / yabancı / tuhaf bir endişe bu. Yani örümcek korkusu ya da işsizlik endişesi gibi sebebi belli olan bir duygu değil. Korkuyorum ama neden korktuğumu bilmiyorum. Korkumun sebepsiz oluşu bana tuhaf geliyor; alışık olmadığım bir hal; kendi korkumu yadırgıyorum. Aslında bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada.

Nereden geliyor bu huzursuzluk hali? Neden insan istediklerini elde etse bile mutlu olamıyor? Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur?

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığa yine insan fıtratına dair cevaplar aramak için bulunmaz bir fırsat oldu “Das Unheimliche”. Ancak Freud’un bu eseriyle yetinmedik; diğer bazı kitaplarından, tez ve konferanslarından da alıntılar yaptık ve yorumladık: 1909’da Massachusetts Clark Üniversitesi’nde verdiği konferansların derlendiği Beş Psikanaliz Dersi, 1929’da yayınlanan Mutsuzluk Kültürü(Unbehagen in der Kultur), Uygarlık, Toplum ve Din (Zivilisation Gesellschaft und Religion -1926),  Bir Yanılsamanın Geleceği (Die Zukunft einer Illusion – 1927),“Kültürel” Cinsel Ahlâk ve Çağdaş Sinir Hastalığı (Die «kulturelle» Sexualmoral und die moderne Nervosität –, 1908) Totem ve Tabu(Totem und Tabu – 1912), Savaş ve Ölüm Zamanları Üzerine(Zeitgemäßes über Krieg und Tod – 1915) ve nihayet 1921’de yayınlananSosyal Psikanaliz ve Ego(Massenpsychologie une Ich-Analyse)

Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Bedr zamanı geldin »

Bedr zamanı geldin“… Bedr zamanı geldin. Şansın var. Derdine deva olacağım.” diye fısıldayan yaşlı kadın, birkaç dakika hareketsiz ve sessiz kaldı. Sonra, sözüne devam etti: “Sakın beni cadı taifesi ile karıştırma. Putperestlerle işim yoktur benim.”Genç kız ürperdi. Buraya eğlence olsun diye gelmişti. Birkaç güzel söz duymak, inanmasa da geleceği ile ilgili umutlar satın almaktı amacı. “Bedr zamanı?” diye fısıldadı. “Bedr zamanı, dolunaydır. Ayın dolduğu, değirmi olarak göründüğü gecelerdir.” Yaşlı kadının kapkara gözlerinde hiç ışık yoktu. Ne kadar karanlık gözler, diye düşündü kız. Anında kadının yüzünden ateş fışkırdı. Kirli sarı renkteki solgun yüzü kıpkırmızı kesildi. Buruşuklar o kadar yoğundu ki, al basınca kızgın lavlar akar oldu, bu yüzde. […] Kız ayağa kalktı, oda kapısını açıp hole çıktı. Sağ duvardaki düğmeye bastı. Duvarın dörtte birini kaplayan ayakkabılık yana kaydı ve küçücük bir oda ortaya çıktı. Yerde dört tane büyük boy paket vardı. Gözleri ortamın loşluğuna alışınca, karşı duvarda gördüğü resimden irkildi. Bir elinde kınsız bir kılıç, öbür elinde kesik bir baş tutan kırmızı parmaklı bir gencin resmiydi bu. Altında ise, “Mirrih! Üçüncü iklimin sahibi, kan kırmızı yıldızımız. Bu tasvirimizi kabul buyur.” yazıyordu. Hemen paketleri alıp hızla geriye çekildi; duvardaki düğmeye bastı, koşarak sokak kapısından çıkıp bu ürkütücü evden uzaklaştı …” (Sis ve Sır / Bilge Öngöre, 2010, Heyamola yay.)

 

… E-kitap okumak için…

Roman nedir? Nasıl Yazılır?

Roman nedir? Tarif dahi edilmesi zor bir kavram. Sanatçının İnsan’a bakışını, toplumla kurduğu ilişkiyi yansıtır sanat eserleri. Bu sebeple sanat her çağda yeniden icad edilir. Ünlü yazar Heinrich Mann’ın dediği gibi: “Bütün romanların ve hikâyelerin amacı kim olduğumuzu bilmektir, Edebiyatın önemli bir konuma sahip olmasının nedeni, sadece doğanın ve insanlar âleminin ayrıntılarını tek tek açıklaması değil, insanları hep yeni baştan keşfetmesidir.” Değerli yazarımız Suzan Nur Başarslan Roman’ın derinliklerine giden bir seyahate davet ediyor sizi. Zaman’ın kullanımı, olay örgüsü, mekân, dil, üslup ve daha bir çok temel kavram edebiyatın dev isimlerinden örneklerle irdeleniyor. Buradan indirebilirsiniz.

Edebiyat Mutluluktur / Zülfü Livaneli »

edebiyatin-olumu-zulfu-livaneli“… Edebiyatın öldürülüşü, saflıktan, aymazlıktan ya da sadece züppelikten gelmiyor. Edebiyat bilinçli olarak öldürülüyor. Çünkü “önce söz vardı” kuralı gereği söz sanatları, kitleleri düşündüren harekete geçiren ya da isyan ateşini körükleyen en köklü sanat. Tanrı bile insanlara kitaplar yoluyla seslendi. Darwin, Marx, Freud, Einstein dünyayı kitaplarla değiştirdi. Bu yüzden gerçek edebiyat “kapitalist diktatörlük” için tehlikeli bir tür. Sadece tüketici olarak gördükleri bireyler düşünmesin, soru sormasın, ayaklarına blue jean geçirip kafalarına jöle sürerek mutlu olsun istiyorlar. Kitapların yaydıkları hümanist fikirlerden hiç hoşlanmadıkları için edebiyatı, varlıklı ve züppe entelektüeller arasında oynanan içi boş bir oyuna çeviriyorlar. Hitler’in kitap yakması kadar vahim bir gelişme bu …”

 

… E-kitap okumak için…

kitap-tanitan-kitap-6Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Kur’ân-ı Kerîm ve Tabiat İlimleri / Ahmed Yüksel Özemre »

kuran-bilim

“… Pozitif (Müsbet) İlim Nedir?

Lâtince kökenli pozitif kelimesinin etimolojik anlamı: kesin, değişime uğramazdır. Müsbet kelimesi ise Arapça’da sübût etmiş yâni “delillere dayandırılarak kesinlik kazandırılmış” anlamındadır. Görülüyor ki gerek Arapça müsbet kelimesi gerekse Lâtince kökenli pozitif kelimesi aynı anlama sâhiptirler. Buna göre ilim felsefesinde Pozitif ya da müsbet ilimler delillere dayandırılarak, aksinin doğru olduğu gösterilinceye kadar, kesinlik kazandırılmış bilgiler içeren ilimler hakkında kullanılmaktadır. […] Aslında Tabiat ilimlerinin temelinde de bir takım îmânî umdeler (dogmalar) bulunmaktadır. Bunlara zımnen ya da açık bir şekilde îmân etmedikçe Tabiat ilimlerini inşâ etmek mümkün değildir. Bunun için mutlaka:

1) bizden bağımsız olarak bizim dışımızda var olan maddî bir âlemin varlığına,

2) bu maddî âlemden bilgi (enformasyon) elde etmenin mümkün olduğuna, ve

WillScienceEverReturntotheMuslimWorld.php_Islamic science-13) bu maddî âlemin anlaşılabilir olduğuna, yâni bu âlemde vuku bulan olayların: A) tasvîr edilebilir, B) açıklanabilir, ve C) öngörülebilir olduklarına peşînen imân etmek şarttır. Bu îmân olmazsa bu maddî âlem hakkında bilgi kazanılamayacağı âşikârdır. Tabiat ilimleri tümüyle maddî yâni objektif bir biçimde ölçülebilme özelliği olan bir âleme dayanır ve bu âlemin düzenini ve bu düzenin uymakta olduğu kuralları:

1) araştırır, 2) keşfeder, ve 3) tahkik eder.

Bu bağlamda, XX. yüzyılın en büyük teorik fizikçilerinden biri olan Albert Einstein (1879-1955) Tabiat ilimlerinin temelindeki bu dogmaların ilkiyle ilgili olarak unu beyân etmiştir:

“… idrâk edenden bağımsız bir dış âleme îmân bütün Tabiat ilimlerinin temelidir. Bununla beraber, yalnız hislerle idrâk bu dış âlemden dolaylı bir şekilde bilgi sağlamakta olduğundan biz fiziksel gerçekliği ancak tartışmalı (diskürsif) yollardan kavrayabiliriz. Bunun sonucu olarak da fiziksel gerçeklik hakkındaki bilgilerimiz asla nihaî bilgiler olamaz …” 

 

… Bu konuda okumak için…

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları“filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir.

Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa, Aşk yoksa, Sanat yoksa,Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz?

Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…

İşte geçtiğimiz ay bu maskelerin düştüğü, kartların açık oynandığı çok kaliteli iki tartışmaya tanık olduk. İki makale işaret fişeği görevi yaptı. Sağolsun bir çok değerli okurumuz yüzden fazla yorumla konuyu DERİNLEMESİNE tartıştı. Derinlemesine diyoruz çünkü Madde’nin arkasındaki Mânâ bu kez gerçekten masaya yatırıldı. Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri hatta evrimciliğin etimolojik değeri bile konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

 

Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)

Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımızMehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil,yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.

Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericiliklebağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.

Türklere Karşı Haçlı Seferleri / Râşid Erer »

hacli-seferleri“… Ord. Prof.Dr. Fritz Neumark (1900-1991) 1933-1952 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Hukuk ve İktisat Fakültelerinde hocalık eden, Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi kānûnlarımızda önemli katkısı olan bilim adamı. “Talebelerden biri Prof. Neumark’a şu soruyu sorar:

– Avrupa bizi neden sevmez hocam?

Prof. Neumark şu cevabı verir:

– Çok samimî olarak itirâf edeyim ki, Avrupalı Türkler’i sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır Kilise’nin Türk ve İslâm düşmanlığı Hıristiyanlar’ın hücrelerine sinmistir. Sebeblerine gelince:

  1. Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama farazâ lâik şöyle dursun, hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder.
  2. Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındadırlar: Târihten Türk çıkarılırsa ortada târih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü târihlerin yeniden yazılması gerekir.
  3. Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.
  4. En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.
  5. Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanlar’ı Haçlı ordularına mezar ettiler.
  6. Sizi silâh ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hâkimiyet sağladılar. Önce ahlâkî değerlerinizi yıpratmaya başladırlar, giyiminizden hayat tarzınıza kadar; sonra da kendi içinizde sizi bölmeye başladırlar.
  7. Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslâmiyet uğruna her seyini fedâ etmeseydiler, İslâmiyet bugün belki sâdece Hicaz’da varlığını devam ettirirdi. Kaldı ki Vehhabîliği kuranlar da, İngiliz Dominyon bakanlığı’nın adamlarıdır. Batı her yerde İslâmiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet’i devam ettirdi.
  8. Kilise size kin kusmaktadır. Ve sebepleri de ifâde ettiğim gibidir.
  9. Ben Türkiye’ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, şimdi 19 üniversite var. Osmanlı zamanınde ise her yerde bir mederese vardı. Târihinize bakın! Her medresede ilim tedrîsatı vardı. İlk denizaltıyı Osmanlı’nın yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuzdur belki de ama Avrupa bunu biliyor.
  10. Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa’nın refâhı ve medeniyeti yıkılır. Ama sizde bunun olması bu şartlarda çok zor.
  11. Yine sizler, Avrupa’nın tarihî düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız …”

 

… E-kitap okumak için…

Tarih şaşırmaktır

Polisiye filmlerde suçlular parmak izlerini silerler.  Böylece polisin ve savcıların “tarihi okuması” engellenmiş olur. Gerçek saklanarak yerine “resmî bir yanılgı” yerleştirilir.

Devletler de resmî tarih yazdıkları zaman daha önce yazılmış olanlar gayrı resmî, hatta yasa dışı olur. Parmak izi silmek gibidir devlet eliyle tarih yazmak … Bir düşünün: Padişahların bütün yazışmalarını, Saray’ın arşivlerini, bütün Osmanlıca kitapları toplayıp yakmak, Osmanlı’dan ve Selçuklu’dan kalma bütün çeşmeleri, camileri, han ve hamamları yıkmaktansa “sadece” resmî bir tarih yazıyorsunuz ve bir çırpıda bin yıllık hakikî tarihiniz çöpe. Yeni kuşakların geçmişi anlama şanslarını ortadan kaldırıyorsunuz.

Hele bir de “oradan geçerken” lisanı devirip alfabeyi değiştirdiyseniz, temizlik tamam!

Biz de kendi yaşadığımız topraklara yeni gelmiş sığınmacılar gibi etrafa bakıyoruz.“Devlet nedir? Millet nedir? Osmanlı mıyız yoksa Türk mü?” diye sorguluyoruz kendimizi, tarihimizi. Çünkü boş beyaz bir kâğıttan başlamaya mahkûm edildik. Resmî tarih ve dil devrimi ile dilimiz ve kültürümüz devirildi, bizler de altında kaldık.  Tarihimizi bilmediğimiz için bugünü anlamıyoruz. Yarın ise bir korku filmi gibi. Cahillikten her yerde komplo teorileri görüyoruz. Adeta ıssız bir adaya düşmüş yabancılar gibi gölgemizden bile korkuyoruz, komşu ülkelerden, iç ve dış düşmanlardan hatta birbirimizden bile…

Sitemizin Laiklik, Tarih ve Osmanlı dosyalarına katkısıyla yakından tanıdığınız Mehmet Bahadır Republic of Turkey – Hindi Cumhuriyeti isimli yazısında şöyle özetliyordu bu durumu:

“Aslında, küçük ve mutlu azgın bir azınlığın amentüsü haline gelmiş dogmatik bir zihniyetti karşımdaki. Sorgulanamazdı, zira devletin temel kurumlarını sorgulamaya ya da dünyadaki benzerleri ile mukayese etmeye başladığınız zaman, malum zihniyet hemen bir savunma ve saldırma pozisyonu alıyordu. “Kutsalıma dokundurmam” refleksi ile hareket ediyor ve hatta sizi, yobaz olarak yaftalayıp dışlayabiliyor ve sonuçta kendine sürekli iç düşmanlar üretebiliyordu.  Geçen onca sancılı ve acılı yıllar ve hatta tecrübelerimiz “Cumhuriyet Kazanımları” hakkında bize yeterince bilgi veriyordu zaten.”

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz.

Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…

Buradan indirebilirsiniz.

Böyle Buyurdu Zerdüşt / Friedrich Nietzsche »

nietzsche-is-dead“… Gündüz gözü fener yakıp sokaklarda durmadan “Tanrı’yı arıyorum!”, “Tanrı’yı arıyorum!” diye bağıran deliden sözedildiğini duydunuz mu? Ne çok Tanrı’ya inanmayan vardı. Onun bu feryatları gülüşmelere neden oldu. “Acaba bir çocuk gibi mi kayıp oldu?” diye sordu birisi. “Saklanıyor mu?”, “Bizden mi korkuyor acaba?”,  “Göçmen mi?” Sokaktaki halk birbirine bu soruları bağırarak soruyor ve gülüşüyordu. Deli kalabalığın arasında karıştı ve kendisine gülen bu insanları şöyle bir süzdü. “Tanrı nereye gitti?” diye bağırdı, “Bunu size söyleyeceğim!” diye devam etti. “Biz onu öldürdük… Siz ve ben! Biz, biz hepimiz onun katilleriyiz!

İyi de bunu nasıl yaptık? Denizi nasıl boşaltabildik? Karayı denize bağlayan bu zinciri çözdüğümüzde ne yapmış olduk? Şimdi nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Durmadan düşmüyor muyuz? Öne, arkaya, sağa, sola, her yere düşmüyor muyuz? Hâlâ bir yüksek ve alçak kavramı var mı? Sonsuz bir hiçlik içinde aylak aylak dolaşmıyor muyuz? Yüzümüzde boşluğun nefesine duyumsamıyor muyuz? Hava şimdi daha soğuk değil mi? Geceler gittikçe daha fazla karanlıklaşmıyor mu? Tanrı öldü! Tanrı öldü! Onu öldüren biziz!

Biz, katiller kendi aramızda birbirimizi nasıl teselli edebiliriz? Dünyanın bugüne kadar sahip olduğu en kutsal ve en güçlü şey kanlı bıçağımızın altında can verdi. Bizi bu kandan kim temizleyecek? Hangi su, bu kanı temizleyebilir?
Bu suçun cezasını nasıl ödeyeceğiz? Hangi kutsal oyunu icat etmek zorunda kalacağız? Bu eylemin büyüklüğü bizim için fazla büyük. Yalnızca ona layıkmışız gibi görünmek için, bizim Tanrı olmamız gerekmez mi? Hiçbir zaman böylesine büyük bir eylem olmamıştır ve her ne olursa olsun, bizden sonra doğabilecek olanlar bu büyük eylem yüzünden şimdiye kadar hiçbir tarihin olmadığı kadar büyük olan bir tarihe ait olacaklardır! …”

… Bu konuda okumak için…

Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru

Yokluk var mıdır? Evinizin içini dolduran boşluğu gördünüz mü hiç? Bir türlü gelmeyen şu trenin verdiği sıkıntı ya da sizi habersiz bırakan dostlarınızın sessizliği gerçek değil mi yoksa? Tutulmamış sözler, ödenmemiş borçlar… Yokluk da var aslında “var” dediğimiz şeyler kadar. Ama Yok’un varlığı sadece şuurlu insanlar için gerçektir; gelecekten, birisinden cevap bekleyenler için bir yokluktan, eksiklikten bahsedebiliriz… Artık olmayan gençlik yılları ya da henüz gelmemiş olan yaşlılık da bugünün gerçeği değil mi? Hatırlayan, ümid eden, düş kırıklığını ve gelecek korkusunu tatmış her insan için bir “yokluk” vardır, gerçektir ve bugüne dahildir.

Ateizmin ürettiği en kaliteli metinlerinden biri olan Varlık ve Hiç elinizdeki bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Filozof ve edebiyatçı olan Jean-Paul Sartre hiç şüphesiz Batı felsefesinin köşe taşlarından biridir. Varlık, İnsan, Özgürlük ve Ahlâk tasavvuru üzerine yazdığı eseri tanrısız bir ahlâk teorisi. “Geleneksel” dinler ile göbeğini kesmiş bir “iyi insan” arayışı içinde Sartre. Bu arayışın neticesi ateist emir ve yasaklar değil insan fıtratının önemli bir veçhesi, özgürlük şuuru:

“İnsan özgürdür ve bunun farkındadır; bu farkındalık ile, özgürlük ve sorumluluk şuuruyla yaşamaya mahkûmdur.”

Bu bağlamda Sartre gerçek bir ateist: Tanrı karşıtı değil Tanrı-SIZ. Vicdanın sesini duyma gayretinde. Görünmeyen tanrılar ile kavga etmek yerine “görünürde tanrı yok, biz insan olarak ne yapabiliriz?” diye soruyor. Buradan indirebilirsiniz.