RSS Feed for This Post

Bilimin Işığı Sanatı Kör Edince…

Leonardo Da Vinci’nin atölyesinde çalışan gençlerden biri üzerinde harfler ve sayılar olan, farklı boylarda kaşıklar görmüş ve tecrübeli bir kalfaya sormuş[1a]:

–        Bu kaşıklar neye yarıyor?

–        Renk ayarına. Usta onları tabloda kullanacağı boya miktarını ölçmek için icad etti.

Genç ressam bir hafta kaşıkları kullanmaya çalıştıktan sonra bıkkınlıkla isyan etmiş:

–        Ne kadar uğraştıysam da beceremedim. Usta nasıl kullanıyor bunları?

–        Usta o kaşıkları hiç bir zaman kullanmadı!

Evet, ne kadar şükretsek azdır, Leonardo Da Vinci o kaşıkları kullanmamış ve böyle bilimsel, objektif bir renk ayarı yayılmamış sanat dünyasına.
Fakat perspektif konusunda aynı şeyi söylemek zor. Çünkü mimarların ve matematikçilerin teknik çizim için icad ettiği aletler resim yapmak için kullanılmış. İhtimal bu yüzden resim sanatındaki perspektif fikri Rönesans esnasında bilimsel, objektif bir kisveye bürünmüş. Yani görünen (=gözle hissedilen) dünyanın yerine, bilinen, (=ölçülen) objektif bir dünya tasavvuru konulmuş. Meselâ Floransalı mimar Brunelleschi’nin icadı olan ve tek gözü kapatarak kullanılan alete bakın.

Bu tür bir bakışın insan gözünü sınırladığı aşikâr. Zira böyle bir aletle sol ve sağ gözün farklı görmesinden kaynaklanan derinlik / Rölyef / 3D fikrini kaybederiz. Denemek için arka arkaya duran iki cisme sol ve sağ gözünüzle ayrı ayrı bakın. İki gözün farklı açılardan gördüğünü fark edeceksiniz. İki göz arasında 6,5 cmlik uzaklık vardır ve iki farklı açıdan gelen görüntü zihnimizde birleşir. Zira göz değildir gören, akıldır. (Bkz. Derin Göz kitabı) Yine Albrecht Dürer’in icadı olan bir çok düzenek var ki 3 boyutta görünenleri 2 boyutlu projeksiyonlara geçirmeye yarar. (Sağ alttaki maket ve Dürer’in çizimi) Bu aletler hakkında eleştirmen Pavel Florenski’nin şu sözleri ne kadar çarpıcı:

 “… Bu aletlerin amacı, en beceriksiz kişinin bile herhangi bir nesnenin görüntüsünü kâğıda aktarabilmesidir. Ama alet bunu salt mekanik tarzda yapma imkânı verir, herhnagi bir görsel sentez yapılmaz. Hatta kimi zaman gözlere bile gerek yoktur. Dürer böylece perspektifin kesinlikle görmekle ilgisi olmadığını kanıtlıyor …” (Tersten Perspektif, Türkçe çevirisi Metis’ten çıktı)

Rönesans: Yeniden doğuş ya da feci bir körleşme?

albrecht durerFlorenski’nin haklı olarak söylediği gibi ip yardımıyla yapılan sonuncu yöntemde göz bile gereksiz, dokunma duygusu yeterli. Elbette yöntemleri veya aletleri suçlamak, bunları zararlı ya da gereksiz ilân etmek beyhude. Üstelik bu aletler bazı teknik işlerin icrasında gerekli olabilirler. Tamirat, tadilat yapmak, bir binanın çatısını ölçmek vs. Ama bunlar yardımıyla yapılan teknik çizimleri sanat kabul etmek yanlış. Yani teknik çizim kötü değil; objektif temsil kurulan münasebet hastalıklı. Daha da kötüsü bu aletleri standartlaştırıp aykırı resimleri “yanlış” ilân etmek tam anlamıyla bir dogmatizm. İşte Rönesans’ın sanat anlayışına yönelttiğimiz temel eleştiri bu. Ortaçağ sonunda Avrupa sanat dünyasına hakim olan bir sorundan bahsediyoruz. Giderek yaygınlaşan merkezî perspektif yandaşlarının alternatif seçenekleri “modası geçmiş / fazla dindar / hatalı perspektif” diye yaftalaması takdir edersiniz ki tektipleştirici bir tavır idi. Bu tavır figüratif resmin giderek daha gerçekçi yapılmasından, adeta fotoğraf gibi olmasından da bağımsız değildi. Işık-gölge, renk kullanımı vs ögeler Rönesans ile birlikte teorileşti. Leonardo Da Vinci de dahil olmak üzere bir çok mühendis-ressam “Ressamın el kitabı” tarzı eserler yazdılar. Bu eserler kimi zaman ilginç felsefî ögeler ve sanat kuramları ihtiva ediyorlardı. Ama ekseriyetle doğanın taklid edilmesini resim sanatına TEK YOL olarak dayatan bir anlayış sergilediler. (Bkz. Figüratif resim sanat mıdır?)

Peki ama sanattaki bu teknik vizyonun kendini bütün bir sanat camiasına dayatması nasıl oldu? Bu tektipleşmenin siyasî, fikrî ve ahlâkî arka planı neydi? Avrupalı sanatçılar böyle bir körleşmeyi nasıl kabul ettiler? Açalım biraz meseleyi.

Gerçekçilik değil yeni bir illüzyon

leonard-de-vinci-11Rönesans’tan itibaren “tek gerçeklik” gibi dayatılan merkezî perspektif aslında 3 boyutlu dünyanın 2 boyutlu bir zeminde, sanki 3 boyut varmış gibi temsil edilmesinden ibaret. Uzaktaki cisimlerin daha küçük çizilmesi ve gerçek hayatta paralel olan çizgilerin 2 boyutlu kâğıdın sanal ufkunda birleşmesi de bir vehim, bal gibi bir illüzyon aslında. Ressamın kasıtlı olarak yaptığı bu « hatalar » neticesinde orta çıkan resim özünde gerçekçi değil soyut. Bir başka deyişle resim sanatı Ortaçağ’ın Hristiyan perspektifini terk ediyor. Sanatın amacı artık uhrevî değil dünyevî. İbadete davet eden, İncil’i öğretmeye çalışan sanat zemin kaybediyor. Bu sebeple Rönesans’ta yükselen merkezî perspektif için “gerçek dünyanın temsilinde yapılmış seküler bir tercih” diyebiliriz. Pavel Florenski’nin sözleriyle sorgulayacak olursak:

“… Perspektif, taraftarlarınca iddia edildiği üzere, gerçekten şeylerin doğasını mı ifade ediyor, ve bu yüzden her yerde ve her zaman sanatsal doğruluğun kesin bir önkoşulu olarak mı görülmesi gerekiyor? Yoksa yalnızca bir şema özelliği mi taşıyor, hatta kapsamlı bir dünya tasarımını karşılamayan bir çok olası şemadan, belirli bir dünya görüşüne ve tanınlanmış bir algılama biçimine bağlı olarak ortaya çıkan pek çok dünya yorumundan biri mi sadece? …”

Seküler, Tanrısız ve Ahiretsiz olan bu tercih ister istemez nefsimizi, BEN-liğimizi merkeze alıyor. Bu sebeple resme bakana yakın olan cisimlerin büyük çizilmesi ise aslında “ben” merkezli bir tasvir. Rönesans’ta hakim olan hümanizmin resim sanatına merkezî perspektif ile yansıdığını görüyoruz. Yani artık önemli olan insandır, bireydir.  Tanrı, Vahiyy, Meryem (a.s.) ya da Peygamber İsa (a.s.) değil o resime bakmakta olan “ben” önplana çıkarılmıştır. Bu iddiamızı desteklemek için aşağıdaki resime verelim dikkatimizi:

ideal_sehir_0

Piero della Francesca’nın 1470 senesinde yaptığı “İdeal şehir” isimli tablo.[1b] Tek bir kaçış noktasına göre çizilmiş merkezî perspektif sebebiyle bir sanat eserinden çok mimarî çizimlere benzemiyor mu? Aynı zamanda ünlü bir matematikçi olan ressamın bakış noktası olarak yerde duran birinin (BEN’im) göz seviyesini seçmiş olması da ayrıca manidar. [2] Evet.. Pozitif bilimlerin, determinizmin boyunduruğuna giren Rönenans sanatını kısaca özetlemek gerekirse bu devir Avrupa’da sanatçıların gökten yere indikleri ya da Semâ’dan dünyaya düştükleri  bir devir oldu. ( Bkz. Piero della Francesca tanrıları gökten yere indirince)

Sanatta Hristiyanlığın önemini yitirmesi, burjuvanın yükselişi elbette siyasetten bağımsız gelişmedi. Bize “coğrafî keşif” diye yutturulan sömürge savaşları bu dönemde başladı; halen de Irak ve Mali’nin işgaliyle sürmekte. Yine Rönesans devrinden itibaren hareketlenen küresel ticaret önemli. Zira bu yolla le zenginleşen tüccarların Avrupa’da güç pastasından daha fazla pay istemiş olmaları kolaylıkla tahmin edilebilir. Yine tarihçi olmadan kestirebileceğimiz bir başka gerçek ise bu iktidar mücadelesinde en büyük engelin kilise olmasıdır. Kristof Kolomb’un Hindistan’a gittiğini sanarak Küba’nın kuzeyindeki Bahama adalarına ayak bastığı tarihte, 12 Ekim 1492’de, merkezî perspektif ressamı Francesca’nın ölmesi kanaatimizce ilâhî bir lâtifedir ve tefekküre vesile olmalıdır. Cahil ve beceriksiz denizci Kolomb’un o adayı Hindistan zannetmesi yüzünden insanlara Hintli manasında “İndien” denilmiş. Aradan geçen 500 yıla rağmen bugün hâlâ Hindistan, Kuzey Amerika ve Güney Amerika’da yaşayan, lisanları, ırkları, inançları değişik olan yüzlerce farklı halka “İndien” denilmekte. Bu basit örnek bile “ötekini” tektipleştirici, tabiatı ve insanları şeyleştirici Avrupalı tüccar perspektifi (=zihniyeti) hakkında bir fikir verir bize. Teknolojinin ve ticaretin güçlendirdiği burjuva sınıfının 500 yıllık yükselişi ile özgür Sanat’ın 500 yıllık  düşüşü arasındaki paralellik mutlaka sorgulanmalı. Bütün dünyayı bir süper markete çeviren vahşi kapitalizmin tohumu belki de Rönesans’ın seküler hümanizminde ve Avrupalı ressamların merkezî perspektife yenik düşmesinde saklıdır.[3]

ideal_sehir

Hissedilen ile bilinen arasında bir tercih yapmak tehlikelidir

Rönesans’ın yol açtığı yıkımlardan biri görme kapasitemizi azaltmış olmasıdır. Filippo Brunelleschi, Leonardo Da Vinci, Giovanni Paolo Lomazzo, Donato Bramante ve daha önce andığımız Piero della Francesca gibi ressamlar görüneni resmetmek için bir takım yöntemler ve hatta aletler icad ettiler. Bu insanların önemli bir kısmı aynı zamanda mimar ve/veya matematikçiydi. Belki biraz da bu sebeple sanatı bilimselleştirme yolunu tuttular. Bilimselleşen sanatın objektifleşmesi, hislerin yerine ölçülebilir bilgilerin geçmesi kaçınılmazdı.(Bkz. Benlik sanatı, bencillik sanatı )

Batı ülkelerinde “bilim – akıl” kurgusuyla sanal bir varlık icad edildi. “Akıl şunu reddeder, Bilim bunu ister… ” Bu hayalî yaratık  Hristiyanlık ile çatışmaya girdi ve kazandı. Bilim muzaffer, Hristiyanlık ise mağlub oldu. Dinsel misyonundan koparılan Sanat eğlence derekesine düştü. (Bugün batılı sanatçılar hedonizm ve nihilizm dışında bir eser veremiyorlar. İstisnaî çıkışlar olduğunda ise insanlar anlamakta zorluk çekiyor.)

Pozitif bilimlerle vücut bulan Sayın Bilim sadece ölçülebilir varlıkları “var” kabul ettiğinden batılı insanların lisanı da fakirleşti. HER insan için AYNI biçimde var olan, ölçülebilir olan eşya, para, fizikî güç vs daha net ifade edilir oldu. Ama öznel / sübjektif / indî olan geri plana itildi. Kalpte hissedilenlerin sözle ifadesi en yakın objektif bilginin kelimelerine hapsoldu. Meselâ Aşk hormonal tepkilere, tensel hazza eşitlendi. (ing. to make love, fr. faire l’amour) Güzellik cazibeye, 90-60-90 cmlik vücutlara, (ölçülebilir olana) indirgendi.Herkese cazip olan ile “bakan” kalbe güzel olan bir-leşti, aynılaştı. Benzer şekilde  “iyi” ile “fayda” arasındaki fark silikleşti. Kayıp kelimelerin listesi uzun. Ama bu tehlikeli bir gidişti. Neden?

Sübjektif/indî hisleri reddetmek insanı insanlıktan çıkarır. Objektif etkilere objektif tepkiler veren insan bir isteme makinesi olur, bir robot ya da bir hayvandan farkı kalmaz. Homo-economicus, üretmesi ve tüketmesi “gereken” bir yaratıktır artık. (Bkz. Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün) Tabi bu rasyonel beklentilere cevap veremeyecek kadar fakir/yaşlı/hasta vs olanların kusurlu makine parçaları gibi elenmesi de en rasyonel yoldur. Çünkü kaynağını Tanrı’dan alan “iyilik” yerine piyasa kaynaklı dolar/avro cinsinden bir “fayda” vardır. Rasyonelliği garanti eden akıl değil zekâdır. İslâmca söylersek akl-ı mead değil akl-ı meaş. (ing. discernmentintelligence)

imagesBugün ne Washington ne de Brüksel banka kurtarmak için harcadıkları paranın onbinde birini sakatlara, kanser hastalarına, yetimlere harcamıyor. Batı demokrasileri ahlâkî açıdan sakat çocukları ve akıl hastalarını öldüren 1930 Almanya’sını hatırlatıyorlar. Meselâ Fransa’da 2003 senesindeki aşırı sıcaklardan sonra sağlık sigorta sistemi çok rahatlamıştı. Çünkü 15.000’den fazla yaşlı insanın “erken” ölümü sayesinde 10 ila 20 yıllık doktor / ilaç / tomografi masrafından tasarruf edildi.  Gençken onların ödediği vergiyle beslenmiş olan sistem artık faydalı olmayan yaşlı insanlardan böylece kurtuldu; zarardan kâr etti. Bu pasif katliam yerine yaşlılar evlerinden tek tek toplanıp kurşuna dizilseydi bir de kurşun masrafı olacaktı… Morg yetersizliğinden dolayı cesetlerin Rungis’teki sebze haline (Libération, 25 Ağustos 2003) ve Ivry-sur-Seine’deki frigofirik et-balık kamyonlarına istif edilmesi ise İnsan’ın şeyleşmesi hakkında güçlü bir mesaj veriyordu. Liberal totalitarizm geçmişte faşizm ve komünizmin yaptığı şeyleri yapmaya başlıyordu. (Bkz. Bir et parçası olarak komünist İnsan’ın kıymeti)

Sonuç

İşte böyle tektipleştiri bir süreç olan Rönesans dönemi sanıldığı gibi “Yeniden Doğuş” değil bir körleşme idi. Bu dönemde Avrupa sanatında figüratif resim ve merkezî perspektif gibi teşbih unsurları tenzih unsurlarına galip geldi. Taklide yönelen Avrupa sanatı Rönesans ile birlikte hızla dünyevîleşti, ticarete ve ideolojik kavgalara alet oldu. Rönesans sanatı manevî güçten yoksun bir sanattı. Zira Sanat’ın aslî rolü olan maddeden mânâya intikâl ettirme, aşkınlık vasfı (fr. transandance) yok olmaya yüz tuttu bu devirde. Eskisi gibi “okunan” değil gösTeren bir sanat vardı artık. Mesaj objektif, seyirci ise edilgendi. Bu yüzden yeni sanatın muhatabı insana has kalb değil hayvanla ortak olan akl-ı meaş olacaktı. Ruhlar aç bırakılırken nefisler dünya nimetleriyle kışkırtılacaktı. (Bkz. İslâmî sanat kalbe hitab eder, batıda ise muhatab akıldır)
Dipnotlar

1a° Leonardo Da Vinci: Life and Work, Elke Linda Buchholz

1b° Aynı resmin başka ressamlara ait olduğu da iddia edilmiştir: Luciano Laurana ve Francesco di Giorgio Martini gibi.

Yazdığı matematik kitaplarının isimleri şöyle: De prospectiva pingendi (resimde perspektif), Libellus de quinque corporibus regularibus (katı cisimlerin geometrisi) ,Trattato d’abaco (abaküs üzerine).

Oysa Rönesans öncesi kilise resimlerinde önemli insanlar büyük çiziliyordu. Sadece kilise resimlerinde değil, Tibet budist tasvirlerinde hatta Eski Mısır’da yaygın bir tercihti bu. “Önemli olan ben değilim, sensin ey ilâhım / peygamberim” diyordu ressamlar. (Bkz. “Mona Lisa Yalan Söylüyor!” makalesi ve sonundaki görseller)

Osmanlı ve İran minyatürlerinde, Taocu Japon ressamların fırçasında “uzak” cisimler “öndekilerle” aynı boyda fakat daha yüksekte çizilirdi. Bu da bir tercih. Türk, İranlı ve Japon ressamlar resmi seyreden insanı görsel aldatmacalarla “kandırmamışlar”.  Bunun yerine daha sözel, daha naratif bir yolu seçmişler. Müslüman minyatürlerinde ve Taocu tasvirlerde uzaklık-yakınlık gösterilmemiş, bunun yerine mesafeler görsel bir lisanla anlatılmış.

 

perspektif-da-vinci

… Bu konudaki makaleler…

  1. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  2.  Figüratif resim sanat mıdır?
  3.  Âl-i İmrân Suresini Okusaydı İslâmcı Olmayacaktı!
  4.  Müslümanca sanat bir yağmur duasıdır…
  5.  Batıyı “normal” zanneden için İslâm anormal olur
  6.  Güzel eşya ve güzel ahlâk
  7.  Avrupa’nın sanattan istifa ettiği gün
  8.  Benlik sanatı, bencillik sanatı 
  9. İslâmî sanat kalbe hitab eder, batıda ise muhatab akıldır
  10. Mona Lisa Yalan Söylüyor!
  11. Piero della Francesca tanrıları gökten yere indirince…
  12. Kemalist mimarî neden güzel değil?
  13. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(1): Anıtkabir ve Türbeler
  14. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(2): Güzel Mimar Güzel Binaya Nasıl Nüfuz Eder?
  15. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(3): Sinan gibi cami yapmak veya Sinan gibi adam olmak?
  16. İslâm’da Mimarî ve Şehircilik(4): Mimar Olmak, Mutlu Olmak, Tatmin Olmak… 
  17. Modern camiler neden çirkin? 

 

… Soyut Görme Kabiliyeti Üzerine…

… İslâm sanatından örnekler …

  1. İç Mekânlar
  2. Seramik
  3. Mozaik
  4. Metal işçiliği
  5. Hat
  6. Taş

Kaynak Metinler için bu kategori

 

… Bu konuda e-kitap okumak için…

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar. Buradan indirebilirsiniz.

 

Derin Göz

İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot, Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca, Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, …Buradan indirebilirsiniz.

 

 

 

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin