RSS Feed for This Post

Bediuzzaman’la Ortadoğu Problemlerine Bakış

“Bakın ben de sizin gibi tango yapıyorum, sizinle aynı alfabeyi kullanıyorum, ne olur artık vurmayın” diye inliyor “batılılaşmış” Müslüman ülke aydını. İslâm’ın temel prensiplerinden, bilimden, kul hakkından uzaklaşmanın getirdiği belaların ilacını “düşmana benzemek” yolunda arıyor.

 İnsanlık, özellikle de Batı dünyası son üç asırda bilim ve teknolojide büyük ilerleme kaydetti. Ancak vicdanen ve ahlâken yerinde sayan Avrupa, ABD ve onun peşinden sürüklenen insanlık bugün kendi icadı olan teknik ilerlemelerin altında ezilmiş, rezil ve sefil bir şekilde sürünmekte.

 Mağara devrindeki ilkel insanlarla neredeyse tek farkımız birbirimizi daha hızlı öldürebilmemiz ve bu öldürme sahnelerini TV kanalıyla dünyanın her yerine yayabilmemiz. Savaşa, etnik temizliklere türlü kılıflar uydurduk. Milliyetçi-Militarist ulus-devletin kutsalları olan ordu, silah, kutsal(!) topraklar, bayraklar, üstün(!) ırklar uğruna milyonlarca insanın yaşama hakkı ellerinden alındı. Bugün de Birleşmiş Milletler, NATO gibi kuruluşlar uluslararası şiddeti “barış harekâtı” ya da “teröre karşı savaş”  gibi isimlerle meşru gösteriyor.

 Bu rezillikten İslâm aleminin payına düşen sorunları, meselâ Güney Doğu Meselesi ile Filistin’i, Ergenekoncu korku tacirleri ile Siyonizm’i birbirinden ayrı düşünmek mümkün mü?

 Kanaatimizce son üç asırda Müslüman aydınların yaptıkları en büyük hata belki de kök sebep sayılabilecek tek hata Batı’nın hakimiyetine cevaben batıya benzeme refleksi olmuştur. 1789 Fransız devrimine, Alman ordu-devletine, endüstrileşmiş milliyetçi-militarist Avrupa devletlerine hayran olan bir çok Müslüman aydın görürüz bu dönemde. Türk ve Arap milliyetçiliği, moderleşme amaçlı tepeden inme jakoben devrimler, bugün halen bir çok Müslüman ülkede darbe üzerine darbe yapan eşkıya generaller ugulamada da bu “düşmanı taklid etme” refleksinin birer uzantısıdır.

 Peki bugünkü duruma Müslümanca yanıt ne olabilir? Batı’ya hayran olmak ile Batı’dan nefret etmek dışında bir yol yok mudur hem onun saldırganlığından kurtulmak hem de Batılı insanları kendilerinden korumak için?

 Değerli yazarımız Mehmet Bahadır işte bu soruya yanıt ararken dikkate değer bir yol tutuyor. Bediüzzaman Said Nursî’nin demokrasi, devletçilik, ekonomik kalkınma, sertbest piyasa, eğitim, ırkçılık, ulus-devlet konularındaki fikirlerini derleyip sunduğu bu detaylı makale tekrar tekrar okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir çalışma. Başka bir çok kaynakla birlikte M.Ali Kaya’nın “Doğu ve Ortadoğu Problemlerine Bediüzzaman’dan Çözüm Önerileri” adlı eserinden de yararlanan yazara bu özenli çalışmasından ötürü teşekkür ediyoruz. Konularına göre tasnif edilmiş olan 6 bölüm halinde hazırlanmış bu yazıyı bölmeden, bir seferde yayına girmeyi uygun bulduk. İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırım sebebiyle şu günlerde hararetli biçimde tartıştığımız Filistin sorununa da çare olabilecek fikrî zemine katkıda bulunan çalışmayı beğenilerinize sunuyoruz.

 Editör

Bediuzzaman’la Ortadoğu Problemlerine Bakış (M. Bahadır)

BÖLÜM I – GİRiŞ

Said Nursi (1878-1960) Türkiyede ve dünyada tüm fikir akımlarının en etkin biçimde kendini gösterdiği, ideolojilerin kendi sistemilerini kurması için en sert biçimde çarpıştığı, insanların katmanlara ayrılarak çatıştığı ve çarpıştığı fırtınalı bir ortamda yaşamıstır.

Bediüzzamanın hayat dönemi tam bir geçiş dönemidir. Türkiye’de; Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine, imparatorluktan ulus-devlete, monarşiden, monokrasiye ve  anayasal sisteme, istibdattan hürriyete, kapalı-otoriter devlet anlayışından demokratik parlamenter rejime, kapalı ekonomiden serbest piyasa ekonomisine, gelenekten modernliğe geçiş çabaları yaşanmıştır.

İslam Dünyası ise birlik ve bütünlüğünü kaybederek Batı Medeniyetinin maddi ve manevi istibdadı altına girdikten sonra, kısmen bağımsız ülkeler halinde nisbi hürriyetini kazanmaya başlamıştır.

Dünyada ise; otoriter yapıya karşı hürriyetçi fikirler, işçi hareketleri, sendikal faaliyetler, uluslararası siyasi-ekonomik organizasyonlar, çokuluslu ticaret, hızlı teknolojik gelişmeler, haberleşme ve bilgilenme imkanları ile dünyanın bir köy kadar küçülmesi, temel insan haklarına ve çevreye dair gelişmeler ve iki dünya savaşı bu süreye sığabilmiştir.

İste böylesi hızlı gelişmelerin yaşandığı, bu çalkantılı dönemde Bediüzzaman; fikir ve aksiyonuyla damgasını vurmuştur. İnsanlığın geçirdiği devrelerin tümünün birden hızla bir arada yaşandığı bu sancılı dönem onun için adeta bir laboratuvar olmuş ve Yirmi birinci yüzyıl insanının saadetini sağlayacak reçeteyi “Kur’an’ın Eczahanesi”nde hazırlayarak sunmuştur.

Bu geçiş döneminde İslam düşüncesini yeniden yorumlayan Said Nursi, “Eski hal muhal (batıl), ya yeni hal; ya da izmihlâl(perişan olmak).” Diyerek, yeni dönemlerin temel insani problemlerine Kur’anî yorumlar getirmiştir. Modern dönemlerin yaygın maddeci, tabiatçı ve esbabperest ideolojisi haline gelen Pozitivizm ve bundan kaynaklanan inkâri fikirlere karşı ikna edici argümanlar sunmuştur. Risale-i Nur’a muhatap olanlar, “iman-ı tahkiki” kazanarak, zamanın hakim cereyanlarına karşı kendilerini koruyabilmişlerdir.

“Beni nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar? Ben  
cemiyetin imanını kurtarma yolunda dünyamı feda ettim, ahiretimi de. Seksen küsur senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir cani gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan men’edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa daha ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim beni intihardan men’etmeseydi, Said belki bugün toprak altında çürümüş olacaktı. Bütün hayatım zahmet ve meşakkatle, felaket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selameti yolunda nefsimi de dünyamı da feda ettim. Helal olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüzbin, yahut birkaç milyon, belki daha ziyade kişinin imanınkurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp, zahmet ve meşakkatlere tahammülle bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamd olsun! 
 
Sonra, ben cemiyetin iman ve selameti yolunda ahiretimi de feda etim.  
Gözümde ne cennet sevdası var, ne de cehennem korkusu. Cemiyetimizin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun! Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem; o zaman orası da bana zindan olur. Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü, vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”

diyen asrın dertlisini, dava adamını, Bediüzzamanı, asrın güzel insanını, nazarı dikkatlere çekmek istiyoruz.

Evet, böylesi büyük bir kelam; ancak ve ancak yüreği büyük, derdi büyük ve davası büyük, manevi büyüklerden, gönül erlerinden çıkar. Bu sözlerde ihlas var samimiyet var. Takiyye olamaz. Yalan olamaz. Takiyye yapacak ya da yalan söyleyecek insan böyle sözler söyleyemez. Bunu ancak bir veli ya da iman davasında deli kullar söyleyebilir.

Hasan Basri Hz.leri sahabeleri işaretle, o kutlu insanlarla aradaki farkı şu sözlerle dile getirir. “Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi, ‘Bunların ahirette bir nasibi yok’ derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, ‘Bunlar hesap gününe inanmıyorlar’ derlerdi.”

Günümüzde Bediüzzaman yok; ama yığılarak devam eden problemlere işaret ettiği çözümler karşımızdadır.

“Âlem-i İslâm’a indirilen darbelerin en evvel kalbime indirildiğini hissediyorum” diyen, büyük bir iman, gayret ve himmet çağlayanı: Bediüzzamanın gözüyle;

Doğu, Güneydoğu, Ortadoğu ve tüm İslam Dünyası için gösterdiği çözüm önerilerini, sorunların tahlillerini ve Yirmi birinci yüzyıl insanının saadetini sağlayacak reçeteyi sunuyoruz. 

BÖLÜM II

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; Şiddet akl-ı selimi ortadan kaldırır. Toplumsal meseleler üzerinde farklı fikir ve düşüncelerin biraraya geldiği demokratik zemini yok eder. Husumeti ve öç almayı körükler ve toplumsal barışı imkansız kılar…

Türkiye, Doğu meselesini sadece askeri önlemlerle çözmeye uğraştı, bu da şiddeti artırmaktan başka bir şeye yaramadı. Bu gibi yanlış politikalar neticesinde, yüz sene önceki problem ne ise bugün de aynı problemlerle, ama daha kompleks ve daha karmaşık problemlerle karşı karşıyayız.

Her problemin bir çözümü vardır. Çözümsüzlük ancak çözmemek için bahaneler üretildiği zaman oluşan fiilî ve geçici bir durumdur. Siz çözmezseniz birisi bir gün çözer ve şerefi de ona ait olur. Bu konuda samimi yaklaşımlara ve çözüm önerilerine daima açık olmak gerekir.

Bu konuda Albert Einsteinın bir sözü çok hoşuma gider.

“Problemler, onları ortaya çıkaran aynı düşünce seviyesiyle çözülemez” …

Bu bağlamda, ” şiddete karşı siddet “ aynı düşünce seviyesidir ve asla çözüm yolu değildir diyebiliriz. Çözüm yolları, daha derin, daha geniş boyutlu ve daha üst seviye bir düşünce tarzının ürünü olabilir.

Bunun böyle olduğu Kürt sorununda yaşadığımız tarihsel süreç en güzel kanıtıdır. Neyseki bu gerçekler artık günümüzde dile getirilmekte ve daha üst seviye düşünce ve hamlelerle çözüm yolları araştırılmaktadır.

Sayın Sadık Yalsızuçanlar bir makalesınde bu konuyla alakalı olarak haklı tespitinde  şöyle der;

“Kürt sorunu”nun çözüm adresi, Türk yerine Kürt kimliğini esas alacak olan bir başka ulus-devlet, PKK ve diğer Marksist, Stalinist, Leninist, ırkçı örgütler değil, Kürtlerin büyük bilgesi Mele Ahmed-i Hani, Mele Cezeri, Abdurrahman Taği, Seyyid Sıbğatullah hazretleridir. ‘Gelin tanış olalım’ çağrısını yapan Derviş Yunus’tur, Anadolu’nun manevi merkezlerinden Doğu’nun Batı’nın büyük bilgesi İbn Arabi’dir, bilgelerin sultanı Bediüzzaman’dır. Onların eserleri, halleri, muhabbet, adalet ve merhamete dayalı öğretileridir. “Kürt sorunu” Brüksel’den, Washington’dan, İsveç’ten değil, arzın birkaç büyük manevi merkezi olan Konya’dan, Hz. Mevlana’nın kalbinden geçilerek çözülür. Zulmün Türk’ü, Kürt’ü olmaz, zalimin de. Irkçılığın ve ulus-devlet’in yol açtığı bu sorun, samimiyetsiz, dilde kalan, inandırıcı olmayan, içi boş bir siyaset retoriği ile zemininden çözülemez; daha adil, gerçek anlamda daha özgürlükçü, daha insani, daha merhametli, şefkatli ve kardeşliğe dayalı öğretilerin içinden çözülür. Unutmayalım, işkencecinin de dini yoktur!

Bu düşüncenin ‘İslam milliyetçiliği’ ile de ilgisi yoktur. İşkencenin ortadan kalkması, sadece anayasal ve yasal tedbir ve müeyyidelerle değil (tabii ki bunlar mutlaka gerçekleştirilmeli, özgürlükçü bir anayasa kesinkes yapılmalıdır) insanın çürüdüğü yerden, onu yeniden diriltecek manevi ve irfani bir solukla mümkündür…”

Konumuza dönersek, günümüzde çözülmediği için sürekli artan ve sonuçta anarşi ve teröre inkılâp eden problemlerin çözümü yine Bediüzzaman’ın önerilerinde bulunmaktadır. İşte, Bediüzzaman’ın gözüyle, Doğu Anadolu, Güneydoğu, Ortadoğu ve tüm İslam dünyası için sorunların analizi ve çözüm önerileri…

 

1. Demokratikleşme

Bediüzzaman Said Nursi, 23 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet ve Hürriyet’in ilanında İstanbul’dadır ve 26 Temmuz 1908 tarihinde Sultanahmet meydanında yapılan mitinginde “Hürriyete Hitap” adında bir nutuk irad eder.1

İstanbul’da pek çok ulemanın aksine Meşrutiyetin ilanını hararetle alkışlar. Ayasofya, Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye camilerinde de umum ulema ve talebeye hitaben pek çok vaazlar ile şeriatın ve Meşrutiyetin münasebetini anlatır. Peygamberimizin (sav) “Kavmin efendisi ona hizmet edendir”2 hadisini “Şeriat âleme gelmiş; ta istibdadı ve zalimâne tahakkümü (baskı ve zorbalığı) mahvetsin”3 şeklinde izah eder. Bediüzzaman dinin siyasi hayata bakan yönünün “Hakikat-i Meşrutiyet-i Meşrua”4 yani Hakiki meşrutiyetin dinen uygun olduğunu savunarak Meşrutiyet ve hürriyete sahip çıkmıştır.

Bediüzzaman’ın bu konuda en güçlü delili Asr-ı Saadet ve Hulefâ-i Raşidin’in “Hilafet Dönemi”dir. Nursi, Asr-ı Saadet’i örnek göstererek “adalet, meşveret (konuşup anlaşma, istişare) ve kanun hâkimiyeti” prensipleri çerçevesinde belirlediği bu modelin aslında “Meşrutiyet, demokrasi ve Cumhuriyet”ten başka bir şey olmadığını ifade eder.5 Bediüzzaman yine “Hürriyetin en geniş şekli Cumhuriyettir”6 diyerek Cumhuriyetin hürriyete en fazla değer veren siyasi bir sistem olması gerektiğini anlatmaktadır. Aksi taktirde hürriyetten yoksun bir Cumhuriyet içi boş bir istibdattan başka bir şey değildir.

Bediüzzaman Said Nursi, Meşrutiyetin ilanından sonra Başbakanlık vasıtası ile doğu vilayetlerine ve aşiretlere elli-altmış telgraf çekmiş ve “Meşrutiyet ve kanunu esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz”7 diyerek hürriyetin ve demokratikleşmenin en çok doğu vilayetlerinde yaşayanlara faydalı olacağını bundan yüz sene önce haber vermiştir.

Yine İstanbul’da yirmi bine yakın hemşerilerine, aldanmamaları için Meşrutiyeti ve hürriyeti anladıkları dille anlatır. “İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adâlet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehalet, zaruret(yoksulluk), ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak (ilim ve irfan, karşılıklı tanışma ve birlik) silâhiyle cihad edeceğiz.Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularımızla dost olup el ele vereceğiz. Zirâ husumette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur.”8 diyerek onları ikaz eder ve onların hürriyete sahip çıkmalarını ister.

Bediüzzaman’ın bundan bir asır önce söylediği “Dünyevî saadetimiz Meşrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarar görüyoruz”9 sözü bugün de geçerliğini korumaktadır.  

BÖLÜM III

2. Eğitim

İnsanın yaratılış amacının “taallüm (ilim öğrenme) ile tekemmül(kemale erme, olgunlaşma)” olduğunu izah eden Bediüzzaman’ın en önemli meselesi hayatı boyunca eğitim olmuştur. Kendisini eğitime adayan Bediüzzaman Doğu’da bir üniversite açılması amacı ile 1907 yılında İstanbul’a geldi. Amacı Ortadoğu’da açılan bu üniversite sayesinde Türk, Arap, Kürt, Ermeni ve diğer unsurların birliğini ve beraberliğini sağlayarak Osmanlı’nın parçalanmasını önlemek ve İslam birliğini temin etmekti. Projesini uygulamak amacı ile Sultan Abdülhamit ile görüşmeyi planlayan Bediüzzaman’ın bu isteği gerçekleşmedi. Daha sonra Sultan Reşat’ın Kosova seyahatine katıldı. Padişahın Kosova’da yapmak istediği üniversite projesine katkıda bulundu. Kendisine “Şark(Doğu)böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslam’ın merkezi hükmündedir”10 dedi ve böyle bir üniversite için söz aldı. Ancak 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı ve dünyada gelişen olaylar ile Osmanlı’nın yıkılması sonucu proje gerçekleşmedi. Daha sonra 1922 yılında geldiği TBMM’de aynı konuyu gündeme taşıdı. 163 milletvekilinin imzasını taşıyan önergesi kabul edildi. Van’da bir üniversite için 150 bin lira tahsisat ayrıldı. Ancak bu da o zamanki hükümetin “laiklik” ile ilgili düşünceleri yüzünden gerçekleşmedi.11

İlk olarak 1954 yılında, DP’nin Erzurum’da bir üniversite kurma teşebbüsü üzerine Bediüzzaman “İşte bu benim üniversitem” diyerek bu üniversiteye sevinçle sahip çıkar.12 Hatta bu konuda 01.04.1954 tarihli Ulus gazetesinin Erzurum Üniversitesi aleyhindeki yazılarına cevap vermiştir.13 Yine hayatının 55 yıllık gayesi olan böyle bir üniversite açma teşebbüsünden dolayı zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’i tebrik eder. Aynı zamanda, bu meseleye dair Amerika ve Avrupa’da istişare ettikleri halde, hayatını böyle bir amaç için geçiren birisi olarak kendisinin fikrinin alınmamasına gücendiğini ifade eden bir serzenişte bulunur.14

Değişen dünya şartları ve teknolojik gelişmelere paralel olarak eğitimde de yeniden yapılanma ve gelişim sürecini başlatmak isteyen Bediüzzaman’ın bundan yüz sene önce ortaya koyduğu proje gerçekten dikkate değerdir. Bediüzzaman kendisini anlayamayanlar için “On üçüncü asrın minaresinden, sureten medeni ve fikren mazinin en derin derelerinde bulunanlara”15 hitap ettiğini söyler. Ancak “Nesl-i Cedit” adını verdiği yeni bir neslin bu projeyi gerçekleştireceğini belirtir. Erzurum’da açılan üniversite Bediüzzaman’ın yarı amacını gerçekleştirmiştir. Asıl amacı olan “din ve fen ilimlerinin beraber okutulduğu bir “Medresetü’z-zehra” henüz gerçekleşmemiştir.

Bediüzzaman’ın bu projesinin çok iyi tahlil edilmesi gerekir. Bu proje, Bediüzzaman’ın önermiş olduğu ve çare olarak sunduğu bir eğitim projesi olan “Medresetü’z-zehra” projesidir. 

Neden Medresetü’z-zehra ?

Bediüzzaman bunu “din ve fen ilimlerini beraber okutarak akla, vicdana ve kalbe beraber hitap etmek, çeşitli dillerde eğitim yaparak yöre halkını bir arada tutmak ve Ortadoğu’daki milletleri fikir birliği etrafında birleştirmek, kabiliyet eğitimi vererek istidatları nemalandırmak, ihtisas alanları açarak akademik eğitim vermek, fen ilimlerini okuyan mektepliler ile din eğitimi alan medrese mensuplarını aynı amaç etrafında birleştirmek”16 şeklinde özetlemiştir. Tabii ki bunun açılımında çok geniş bir kültür ortamı oluşacaktır. Bu da Ortadoğu’da büyük bir uyanışa ve sonuçta yüksek bir medeniyete zemin hazırlayacaktır.

Doğuda “din hissi”nin hâkim olduğuna vurgu yapan Bediüzzaman yapılacak olan bir gelişim hamlesinin dini referanslarla ve dini atmosfer içinde gerçekleşmesi gerektiğini her zaman belirtmiştir. Eğitimde de bunun önemi üzerinde durarak dini ilimlerle beraber verilecek olan fenni bilgilerin hem gerçeği yansıtması, hem eğitimin birliğini sağlaması, hem de İslam kardeşliği ile birbirine sıkı sıkıya bağlı olan Müslüman milletlerin birliğini temin etmesi açısından önemi büyüktür.

Nasıl Bir Üniversite ?

Üniversite eğitiminde “araştırma” ve “ihtisaslaşma” çok önemlidir. Bu demokratik eğitimin de temel unsurlarındandır. Kabiliyete göre, ihtisasa dayalı bir eğitimde ilim dalları arasında birlik ve bütünlük, birbirinden faydalanma ancak “demokratik bir eğitim” anlayışı ile sağlanabilir. Bu da araştırma, müzakere ve münazara usulünün uygulanması iledir. Bu hususa da önem veren Bediüzzaman devlet işlerinin meclisler tarafından yürütüldüğü bir çağda ferdi kabiliyetlerin yetersiz kalacağını düşünerek “ilimde ihtisaslaşma” yanında “Meclis-i mebusan-ı ilmiye” adını verdiği “İlmi şuraların” kurulmasını ve işletilmesini ister.17 Çünkü ilimlerin tekâmülü ile artık “bir şahıs birçok fenlerde ihtisas sahibi olamaz”18 “Umuma el atmak da umumu terk etmektir.”19

Öyle ise “taksimu’l âmâl (ihtisaslaşma) ve teşrik-i mesâi (birlikte çalışıp, işbirliği etmek)”20 kaidesi ile amel etmek gerekir. Bu da ilmi şuraların ve ortak tebliğlerin gerçekleşmesiyle olur. Bu daha etkin ve gerçekçi olacak ve bu durum insanların itimadını da sağlayacaktır.

Bediüzzaman günümüzde yapılacak ilmi çalışmaların bireysellikten kurumsallığa yönelmesinin ve ihtisas heyetlerince yapılmasının gerekliliği üzerinde de durur.21 Kur’an tefsirinin dahi bir heyet tarafından yapılmasını önerir.22 Tabii ki böyle bir şuranın da yüksek ilmi heyetlerden oluşması gerekir.23

Said Nursî’ye göre meslek seçimi yapıldıktan sonra mümkünse herkes kendi seçtiği meslek ve san’atında ihtisas sahibi olmalıdır. Çünkü bir kimse birkaç meslekte ihtisas sahibi olamaz. Bir kişi benimsediği meslekte uzman olmalıdır. Yani işini çok iyi bilmelidir. Diğer konulardaki bilgilerini, uzman olduğu meslekteki başarı ve bilgilerine yardımcı kılmalıdır. Bediüzzaman’a göre kişinin bunu yapmayıp her meslekte uzman olmaya kalkışması halinde bilgisi çok fazla bir işe yaramayacaktır.

Nursî’ye göre, Cenâb-ı Hak her bir peygamberi bir sanatın piri olarak göndermiş, ve bunu bazı âyet-i kerimelerle insanlara ihsas ettirmiştir. Bunun farkında olan insanlar, her bir peygamberi kendi mesleklerinin piri olarak kabul etmişlerdir. Meselâ, gemiciler Hz. Nuh’u, saatçılar Hz.Yusuf’u, terziler Hz. İdris’i, demirciler de Hz. Davud’u pir ve rehber olarak tanımışlardır. Bu ayetler peygamberlerin, meslek seçiminde birer rehber olduklarını gösterdiği gibi, meslekte ihtisaslaşmanın da önemine vurgu yapmaktadır.

Bediüzzaman ferdi kabiliyetlerin ortaya çıkarılması gerektiği meyanında, herkesin fıtratına uygun bir iş yapması ve ona yönlendirilmesi gerektiği açısından “taksimü’l-‘amal” (ihtisaslaşma) kanunu üzerinde büyük bir ehemmiyetle durmaktadır. Bediüzzaman’a göre, kâinatta hakim olan terakki ve tekemmül kanunu ‘taksimü’l-amal’ kaidesinden ortaya çıkmıştır. Bu kanuna itaat etmek farz iken ne yazık ki tamamen itaat edilmemiştir. Şöyle ki: Fıtratımızda ekilen yetenek ve meyillerimizle, ‘taksimü’l-amal’ kaidesine uyarak fen ve ilimlerde mütehassıs olarak farz-ı kifayeyi yerine getirmekle mükellef iken, yalancı bir hırs ve gösteriş merakıyla o yeteneklerimizi söndürdük. Allah’a isyan eden cehenneme girmeye müstahak olduğu gibi, hilkat denilen fıtrî şeriatın emrine uymadığımızdan cehalet cehennemine düşmeye müstahak olduk. Bizi bu azaptan kurtaracak olan da bu kanunla amel etmektir. Çünkü seleflerimiz bu kanunla amel ederek ilimlerin cennetlerine dahil oldular.”

Bütün bu hususları bundan seksen sene önce gündeme getiren Bediüzzaman’ın fikir ve önerilerine bu gün daha çok ihtiyacımız olduğu bir gerçektir.  

BÖLÜM IV

3. Ekonomik Kalkınma

Düşmanlarını cehalet, zaruret ve ihtilaf olarak belirleyen Bediüzzaman cehalete karşı eğitimi; zaruret denilen fakirliğe ve geri kalmışlığa da her zamanın geçerli ve temel meslekleri olan “ziraat, ticaret ve sanatı” tavsiye eder.” Maişet için tarik-i tabiî ve meşru ve zîhayat sanattır, ziraattır ve ticarettir; gayr-i tabii ise, memuriyet ve her nevi ile imarettir”24 der. Memuriyeti ve idareciliği temel meslek olarak görmeyen Bediüzzaman “Memuriyete ve imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir”25 diyerek memuriyet ve idareciliğin geçim kaygısı ile değil, millete hizmet etmek amacını taşıması gerektiğine dikkat çeker.

Bir ülkenin kalkınması müstahsillerin (üreticilerin) çoğalması ve müstehliklerin (tüketicilerin) az olmasına bağlıdır. Bir ülkede üreticiler azalır, tüketiciler çoğalırsa o ülke fakir düşer. Memurlar ve idareciler tüketici sınıfını teşkil ederler. Toplum hayatının devamı ve ihtiyaçlarının giderilmesi ancak sanat, ticaret ve ziraat alanındaki üretime bağlıdır. Şayet ihtiyaçtan fazla üretim olursa o zaman ülke halkı fazlasını dış ülkelere ihraç ederek ülke kalkınmasına ve zenginliğine hizmet etmiş olurlar. İsrafa alışan idareci ve memurların çok olduğu, tüketimin arttığı, üretimin azaldığı, herkesin gözünü devlet kapısına diktiği bir ülke fakir düşer.26

Ülkenin kalkınmışlığı ve geri kalmışlığı da yine ülke idaresinin hürriyetçi olup olmaması, demokratik değerlere sahip çıkıp çıkmaması ile doğru orantılıdır. Bilhassa ırkçılığı devlet politikası haline getirmiş ve devletçiliği ilke olarak benimsemiş bir “ulus devletin” ülkede yaşayan farklı ırk ve kökenden gelmiş, farklı dil ve kültüre sahip insanları şevk ve gayrete getirerek ülke kalkınmasına katması zordur. Böyle bir devlet tabiatı icabı monopoldür; yani tekelcidir. Tekelcilik ise kendisinden başkasına hayat hakkı tanımaz. Ekonomik monopolcülük de “serbest girişimi” önler.

Demokratik ve hürriyetçi değerlere değil de ulusal değerlere önem veren ve bunu halkının zihniyetine yerleştiren bir devlet yapısında halk devlete bağımlı hale gelir. Her şeyi devletten beklemeye başlar. Halka göre devlet her şeyi yapabilir. Ekonomiyi büyütür, insanları eğitir, besler, iş sahibi yapar, ticaret yapar, korur. Fakirliği ortadan kaldırır. Hatta devlet vatandaşlarının düşüncelerine ve inançlarına müdahale eder ve nasıl yaşamaları gerektiğine karar verir.

Tarihte pek çok devletler kurulmuştur; ama hiçbiri 19. asırdaki “ulus devletler” gibi merkezileşmiş bir siyasal gücün bütün problemleri çözeceği beklentisini doğurmamıştır. “Devletçilik” prensibi güçlü devletleri kurmuş; ama adil ve halkının problemlerini çözen bir devlet yapısını kuramamıştır. Güçlü ulus devletler güçlerini kendi halkları üzerinde göstermişlerdir.

Devlet hakkında fikir yürüten filozoflar da genellikle güçlü merkezi devlet yapısına destek vermişler ve bu konu üzerinde akıl yürütmüşler ve genellikle devletin güçlenmesi üzerinde durmuşlardır. Bunun için demokrasi de, halkın katılımı da hep güçlü devleti oluşturmak için kullanıldı. Bu da iktidarın hâkimiyetini ve insanların iktidar hırsını kamçılamaktan başka bir işe yaramadı. Bilimin, üniversitenin, sanatın, ziraatın ve ticaretin gücü daima sınırlandırılmak istendi. Bundan dolayıdır ki baskıcı rejimler daima hürriyetçi idareler karşısına zayıf kalmış ve halkına mutluluk ve refah sağlayamamıştır.

Böyle bir devlet sıkıştığı zaman düşman üreterek ülkede birliği ve halkın desteğini sağlamayı amaçlar. Bunda başarılı da olur. Savaş böyle bir devletin gıdasıdır. Savaş bir ulus devlet için sağlıktır. Savaş demek mecburi askerlik, ağır vergiler, sıkı ekonomik politikalar ve muhalefetin bastırılması demektir. Milli savunma senaryoları devletin halkı savaş hedefleri doğrultusunda manipüle etmesini sağlar. Ulus devlet bundan dolayı halkını mutlu edemez ve ülkesinin kalkınmasına hürriyetçi ve demokratik devletler kadar hizmet edemez. Kalkınmanın ve gelişmenin ön şartı her şeyden önce hürriyetlerin önünü açmak ve katılımcı demokrasiyi tam olarak işletmektir.

Bir devletin gerçek sahipleri o ülkede toprağı olan, iş yapan çiftçi, sanatkâr ve tüccarlardır. Bunlar devletin kurulmasında ve güçlenmesinde maddi ve manevi katkıları olan insanlardır. Üreten, vergi veren, askerin ve memurların maaşlarını ve ihtiyaçlarını karşılayan bunlardır. Devlet ister ulus devlet olsun, ister demokratik hürriyetçi ve liberal devlet olsun müteşebbis vatandaşları ile kalkınır ve zenginleşir. Vergi veren ve devletini ayakta tutan daima çalışan ve üreten müteşebbis insanlardır. Devlet çiftçileri, sanatkârları, tüccarları ve müteşebbisleri desteklediği, koruduğu müddetçe daha fazla vergi geliri elde eder. Devletin görevi savunma, koruma ve adalettir. Varlığının sebebi budur. Memurların görevi de halkına hizmet etmektir. Müteşebbisler de ancak hürriyet ortamında gerekli yatırım ve üretimi yapar, hürriyet içinde ticari hayatlarını daha kolay yürütebilirler. Hürriyet bu açıdan her şeyin güven kaynağıdır. Devlet müteşebbisini, çiftçisini, sanatlarını korumalı ve ancak yanlış yapanı cezalandırmalıdır.  

Kalkınma Politikası

Kalkınmanın maddi ve manevi iki temel sebebi olduğunu ifade eden Bediüzzaman bunları şöyle özetler: Kalkınmanın maddi sebepleri yeraltı, yer üstü ve insan kaynaklarıdır. Bu kaynakların yerinde ve bilgiye dayalı olarak kullanılması kalkınmanın ve gelişmenin temelini teşkil eder. Manevi sebep ise “Nokta-i istinad” (Dayanma noktası) denilen “Kuvve-i Maneviye”dir.27 

Nokta-i istinad Kâinatta cereyan eden ve insana dehşet verip âciz bırakan hâdiseler karşısında insanın çok kuvvetli bir yere dayanmaya ve güvenmeye olan fıtri ihtiyacı olarak da tanımlanır.  

İnsan çok iyi bir nokta-i istinad bulursa en ağır ve büyük işlere karşı mübarezeye(mücadelede) kendinde kuvvet bulur.

İnsanlar gerek devletten ve gerekse milletten aldığı güçle büyük bir ümitle yola çıkarsa yapamayacağı iş yoktur. “İnsanları canlandıran emeldir; öldüren yeistir.”28 “Bir nokta-i istinad bulsam küre-i zemini yerinden oynatabilirim” diyen bir ilim adamı gibi geleceğe ümitle bakan bir insanın da nokta-i istinat bulduğu takdirde küre-i arz gibi büyük işleri çevirebileceğini ifade etmiştir.

Müslümanların bilhassa “din duygusu”nun daha fazla hâkim olduğu Doğu’da geri kalmışlığa, cehalete ve her çeşit bölünmüşlüğe karşı kurtuluş çaresi, dindir. Çünkü din “muhabbet ile ittihadı (muhabbet ile birliği), marifet ile imtizac-ı efkârı (karşılıklı tanışma ile fikirlerin kaynaşmasını), uhuvvet ile teavünü (kardeşlik duygularıyla yardımlaşmayı)”29 emretmektedir. Kalkınma politikaları ancak bu gibi esaslara dayanırsa sonuç verir. Aksi takdirde yapılan bütün yatırımlar ve kaynaklar yok olur gider.

Bediüzzaman’a göre bu konudaki çalışmalarda samimiyetin ölçüsü “muhabbet, hürmet ve merhamettir.” Zira “Hamiyet, muhabbet, hürmet ve merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illa yalandır, sahtekârlıktır.”30

Devletin bu konudaki görevi gerek yeraltı ve yerüstü, gerekse insan kaynaklarının kullanımında planlama, güven oluşturma ve yardımlaşmayı kolaylaştırma gibi temel stratejilerdir. Bu hususlar da yine dinin kutsal emirleri ile takva ve salâbet-i diniye ile olur. İnancı sarsılmış ve ahlakı bozulmuş bir toplumu idare etmek çok zordur. Böyle bir toplumda güveni sağlamak ve yardımlaşma unsurlarını harekete geçirmek ancak din ile olur.31 Asayiş ve güven oluşturulduktan sonra kalkınma politikaları uygulanabilir. 

Hürriyet ile Girişimcilik (Teşebbüs-ü Şahsi)

Teşebbüs-ü Şahsi bir ülkenin kalkınması için en önemli unsurdur. Bediüzzaman daha asrın başında Doğu Anadolu’da yaptığı seyahatlerinde girişimciliğe dikkat çekmiş ve onları teşebbüs-i şahsiye dediği girişimciliğe teşvik etmiştir. Doğu halkının Şafi olduğunu, Şafiilerin ise imama uymuş bile olsa namazdaki Fatiha’yı her bireyin okumasının dinin emri olduğuna dikkat çeker. Bunu girişimciliğe delil ve örnek gösterir. “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır”32 ayetinin de “Teşebbüs-ü şahsiye”ye davet ettiğini nazara verir.33 Onları Doğu insanının dindarlığına uygun olan meşrutiyet ve hürriyete sahip çıkmaya ve girişimci olmaya çağırır.

Hür bir zeminde yola çıkan bir müteşebbis elbette başarılı olacaktır. Bunun için emniyetin tesisi şarttır. Geleceğine güvenle bakamayan bir müteşebbisin harekete geçmesi beklenemez. Bediüzzaman 1910 senesinde Doğu ilerine yaptığı seyahat Osmanlı dönemine rastlamaktaydı. Devletin ırkçılığa ve farklılıkları inkâra dayanan politikaları yoktu ve Kürtçülüğe dayanan bir terör de söz konusu değildi. Bediüzzaman o dönemin şartlarında “hür teşebbüs”ü tavsiye ediyordu. “Ağam bilir” umursamazlığını tenkit ederek herkesi hürriyet içinde kalkınmaya davet ediyordu.

 

BÖLÜM V

4. Irkçılık ve Zararları (Irkçılığın Terkedilmesi)

Irkçılığın temel kaynağı, Hz.Adem ile Iblis’in mücadelesine kadar gider. Sonuçta ırkçılık ve üstünlük güden iblis kaybetmiştir. Tıpkı Turancılık güden İttihat ve Terakki gibi, Naziler gibi sonları hep hüsran olmuştur. Geride sadece acılı ve ızdıraplı milletler ve enkaz yığınları kalmıştır.

Irkçılık her yönüyle dinimizce de yasaklanmıştır. Zulmederek, diğer ırkları aşağılayarak ve küçük düşürerek, ayrılıkları ateşlendirecek, insanları birbirine düşürecek, toplum hayatını altüst edecek ırkçılığı, İslâmiyet kesinlikle yasaklamıştır. Hattâ zulme, haksızlığa, ayrılığa sebep olabilecek her türlü bölgecilik, kabilecilik, aşiretçilik ayrımını da reddetmiştir.

Hatta Biz ecdadımızı kuru bir ırkçılık namına değil, Bediüzzaman’ın tabiriyle, İslâmiyet’in bayraktarı olmaları cihetiyle sevebiliriz. Yoksa, dedemizin alim olması bizi cehaletten kurtarmadığı gibi, ecdadımızın İslâm’a yaptığı hizmetler de bizim tembelliğimize, gevşekliğimize, gayretsizliğimize kefaret olmaz.

Bediüzzaman’a göre ırkçılık ideolojik ve düşünce bakımından İslâmın dünya görüşüne uymadığı gibi pratik açıdan da İslâm toplumlarına fayda sağlamaz. Ona göre ırkçılık düşüncesi Batıdan “içimize sokulan” bir “firenk illeti”dir. Amacı İslâm toplumlarını parçalamak ve onları koloni haline getirerek sömürmektir. Bediüzzaman, İslâm toplumlarının başına gelen en büyük felaketlerin ırkçı politikalardan kaynaklandığını iddia eder. Emevilerin Müslümanlara verdiği büyük zarar ve felaket onların ırkçı eğilimlerinden kaynaklanmıştır. Aynı şekilde 1908 sonrası Osmanlı toplumunda ortaya çıkan “kulüpler” de ırkçı nitelikler taşıdığından büyük bir imparatorluğun dağılmasına yol açmıştır. Cumhuriyet sonrası ırkçı yaklaşım ve politikalar ise “gizli dinsizlerin” ayrılık tohumları ekerek Müslümanların huzur ve rahatını bozup Anadolu insanını anarşi ve kaos ortamına sürüklemek amacını taşımaktadır. 34

“Frenk illeti tabir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamak için içimize bu firenk illetini aşılamış(tır). Fakat bu hastalık ve fikir, gayet ve zevkli ve cazibedar bir halet-i ruhiyye (cazip manevi iç hal) verdiği için, pek çok zararları ve tehkileleriyle beraber her millet cüzi kulli bu fikre iştiyak (arzu, şevk) gösteriyorlar.” 35

Hatta Bediüzzaman gerek İslâmi şuur ve kültürden uzaklaşmış aydınlar, gerekse Batı politikalarının inceliklerini kavramayan avam tabakasına hoş gelen ulusçuluk fikrinin Müslümanlar için basit bir tehlike değil, öldürücü bir zehir olduğuna dikkati çeker: “Unsuriyetperverliği Avrupa’nın bir nevi firenk illeti olduğundan bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa o firenk illetini İslâm (milletlerinin) içine atmış; ta (Müslümanlar arasında) tefrika versin, parçalasın, (onları) yutmasına hazır olsun”36

Başka bir yerde ise, “Unsuriyet ve menfî milliyet esasları adaleti ve hakkı takip etmediğinden zulmeder. Adalet üzerine gitmez. Çünkü, unsuriyetperver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adalet edemez.”37 diyerek unsuriyet ve ırkçılığın adalet ve hakkı gerçekleştirme yolunda ciddî bir engel olduğunu vurgular.

Irkçılık ve ulusçuluk bünyesinde taşıdığı zulüm, sömürü ve köleleştirme nitelikleriyle Müslüman birey ve toplumun vasfı olamayacak bir cehalet ve küfür vasfıdır.

19. yüzyıldan itibaren teknolojinin gelişmesi ile ırkı esas alan devletler ırkçılık hesabına dünyayı büyük savaşlara itmiş ve büyük buhranlara sürüklemişlerdir.   II. Dünya Savaşı’nın Avrupa’da yol açtığı felaketten sonra devletler, kendi uluslarını korumak amacıyla uluslararası organizasyonlara ihtiyaç duydu. Irkçılığın ne derece zararlı olduğu yaşanan acı tecrübelerle ortaya çıktı ve Avrupa günümüzde, topraklarında savaş olmayan bir kıta kurdu.

Dünya olaylarını Kur’an penceresinden takip eden Bediüzzaman Menderes’e yazdığı bir mektubunda seksen senelik ömrünü milletin selameti için feda eden, hiçbir dünyevi amaç taşımayan ve sadece milletin menfaati için çalışan, padişahlık, tek parti ve demokrasi döneminde bütün siyasi olaylarının içinde bulunarak kazandığı tecrübelerini de dikkate alarak birkaç nasihatini dinlemesini ister.

Bediüzzaman mezkûr mektubunda hükümetlerin devletlerarası ittifaklar kurmalarını “Sulh-u Umumi” dediği dünya barışına, kalkınmaya ve her nevi anarşi ve teröre karşı en büyük tedbir olarak gördüğünü ifade eder. DP’nin Pakistan ve Irak ile kurduğu “Bağdat Paktı”nı tebrik ederek alkışlar. Bu paktın Arap ve Türklerin yakınlaşmasına ve İslam dünyasının uyanmasına sebep olacağını söyler. Irkçılığın yıkıcı ve menfi bir hareket olduğunu, başkalarının zararı ile beslendiğini, bunun da ırkçılığın seciyesi ve tabiatının gereği olduğunu ifade eder. Müslümanları birleştiren en önemli hususun İslamiyet olduğunu nazara verir. Türklerin asla ırkçı olmaması gerektiğini ve ırkçılıkta hiçbir kazancının olmayacağının altını çizer. Bediüzzaman’a göre Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman olarak tanınmış ve Türk ırkı İslamiyet’le kaynaşmıştır. Türklüğü Müslümanlıktan ayırma imkânı kalmamıştır. Türk, Müslüman demektir. Hatta Müslüman olmayan kısmı Türklükten de çıkmışlar ve başka milletlere karışmışlardır. Bulgarlar ve Macarlar gibi. Aynı şekilde Araplar da Araplıkları ile değil, Müslümanlıkları ile tanınmışlardır. Araplar da İslamiyetle mezc olmuşlardır. Bunun için gerek Türklere, gerekse Araplara ırkçılık çok büyük tehlikedir. Her iki milletin “Hakiki milliyetleri İslamiyet’tir. O kâfidir.”38 Türkler ile Arapların ortak özellikleri İslamiyet’e olan hizmetleridir.

“Irak ve Pakistan ile yapılan ittifak ve anlaşma bu açıdan çok mühimdir. En büyük faydası da ırkçılığın önlenmesidir. 4-5 milyon ırkçı yerine 400 milyon Müslüman ve 800 milyon bölge halkının dostluğu kazanılmış olacaktır. Bunun sonucunda ortaya çıkacak olan barıştan dünya milletlerinin ve bu barışa çok ihtiyacı olan Hıristiyanlık dünyasının ve diğer din mensuplarının dostluklarını bu millete ancak bu şekilde kazandırma imkânı vardır.”39

Ülke düşmanlarının ve menfaatlerini Türk ve Müslümanların zararında gören ve bunun için ifsat komitelerini harekete geçiren Batılıların ifsatlarından yöre halkını kurtarmanın çaresini de “İman birliğini tesis etmek, din ve fen ilimlerinin beraber okutulacağı üniversiteleri açmak ve Müslümanların arasındaki kardeşliği yeniden kurmak” olduğunu belirtir. Bunun sonucunda Avrupa medeniyeti ile İslam medeniyetini birleştirmek de mümkün olacaktır.”40

Irkçılığın zararlarını bir misalle izah eden Bediüzzaman, Van’da iken hamiyetli bir Kürt talebesinin İslam terbiyesi ile “Bir Müslüman Türk’ü fâsık bir kardeşime tercih ederim” dediği halde İstanbul’da girdiği mekteplerde Irkçı bir muallimden etkilenmesi sonucu “Ben şimdi gayet fasık, hatta dinsiz bir Kürdü salih bir Türk’e tercih ediyorum” dediğini nakleder. Bediüzzaman birkaç sohbet sonunda onu ikna eder ve “Türklerin bu millet-i İslamiyenin kahraman bir ordusu” olduğunu kabul ettirir. Bediüzzaman Ankara’da bulunduğu dönemde TBMM’de bulunan mebuslara bu misali verdikten sonra sorar: “Doğu’da bulunan 5 milyon Kürt, 100 milyona yakın İranlı ve Hintli, 70 milyon Arap, 40 milyon Kafkas var. Birbirine komşu ve misafir olan bu milletlere Kürt talebenin Van’da aldığı iman dersi mi, yoksa İstanbul’da mektepte aldığı ırkçılık dersi mi daha çok lâzımdır?”41  

BÖLÜM VI

Milletlerin Saadeti Dostluk ve Sevgidedir

Bediüzzaman’a göre Doğu Anadolu’nun ve Ortadoğu’nun saadeti ve selâmeti Ermeniler dâhil Arap, Türk, Kürt, Süryani ve diğer milletlerle ittifak içinde ve dost olmaya bağlıdır.42 Dostluğun sebeplerinden en önemlisi komşuluk ve ortak menfaatlerdir. Komşuluğun devamı ve ortak menfaatlerin kazanımı akıl, ilim ve meyli terakkiye bağlıdır. Bütün bunlar ise sevgi ve muhabbetle sağlanacaktır.

“Husumet ve adavetin (düşmanlık) vaktinin bittiğini” söyleyen Bediüzzaman “İki Harb-i Umumi (dünya savaşları), adavetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyle ise, düşmanlarımızın seyyiatı (kötülükleri) – tecavüz olmamak şartıyla – adavetinizi celp etmesin”43 demektedir.

Muhabbetin sebeplerini sayarken komşuluk yanında “iman, İslamiyet, cinsiyet ve insaniyet”44 gibi nurani bağlar olduğunu ifade eden Bediüzzaman “İman ve İslamiyet”in bu bağlamdaki önemine değinir. Devamında “cinsiyet ve insaniyet” gibi ortak değerlerin de bütün insanları, ırkları ve dilleri ne olursa olsun, sevgi ile birleştirmesi gerektiğini ifade eder.

Bediüzzaman bilhassa Müslümanların “komşularını, hemcinslerini insan olmak yönüyle sevmelerinin” dinin emri ve gereği olduğuna dikkat çeker. “Muhabbet, uhuvvet (kardeşlik) ve sevmek islâmiyetin mizacıdır, rabıtasıdır”45 der. Müslümanları tüm insanlarla ve bilhassa komşuları ile dost olmaya davet eder.

Sevgi ve muhabbetin oluşması ise ırkçılığın terk edilmesine ve farklılıkların birer zenginlik olarak kabul edilmesine bağlıdır. Doğu’nun önemli şair ve ediplerinden olan Şeyh Sadi-i Şirazi’nin dediği gibi “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.”46 İdarecilerin ve devletin toplum üzerindeki en önemli görevi asayişi ve barışı korumaktır.  

Muhabbet ve Sevginin Kaynağı İman Kardeşliğidir

Doğuda din ve iman hâkimdir. Halkın birliğini ve beraberliğini sağlayacak, eğitime ve maddi-manevi terakkiye sevk edecek olan dindir. Dini referanslarla yapılan bir teşvik ve sakındırma halk üzerinde daha müessir olur. Birliği sağlayacak olan ancak dindir.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Mü’minler kardeştir”47 buyurur. Mü’minlerin ortak inancı olan iman kalplerin birleşmesi ile sonuçlanır. Bu da toplumda birliği ve beraberliği temin eder. Bediüzzaman bu hususu “Tevhid-i imanî elbette tevhid-i kulûbü ister; vahdet-i itikat dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder”48 demektedir. İman ve vatan birliği insanların birliğini sağlayan en önemli iki sebeptir. En kuvvetli bağ iman bağıdır. Çünkü iman ile esma-i ilâhiye sayısınca birlik bağları oluşur. Bediüzzaman bu gerçeği “her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir, bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir; yüze kadar bir, bir”49 diyerek imanın sağladığı birlik bağlarının binleri geçtiğini ifade etmektedir. İman bağı güçlü bir şekilde inananları birbirine bağlar.

Vatan ve komşuluk bağları ise iman bağı kadar güçlü değildir. Bir vatanda yaşamaktan kaynaklanan birlik bağı “Köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir, ona kadar bir, bir”50 şeklinde ifade edilebilir. Bir vatanda yaşayan insanların birliği inanç birliği ile beraber olursa daha mükemmel ve güçlü bir şekilde vatandaşları birbirine bağlar. Buna göre de sevgi ve muhabbet oluşturur. Bir ülkede beraber yaşamak güçlü bir milleti oluşturmaz; ancak imandan kaynaklanan inanç birliği milleti oluşturur.

Bütün bu gerçeklerden anlaşılmaktadır ki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve Ortadoğu’da birliği ve dirliği sağlamanın yolu dinden ve dine değer vermekten geçer. İnsanlar arasında sevgi ve muhabbeti oluşturmanın yolu da dinden geçer.

SONUÇ

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve devamı olan Ortadoğu’da bir asra varan süre devam eden cehalet, fakirlik ve ihtilaf ve bunlardan kaynaklanan istikrarsızlık ve terör çözümsüz değildir. Her şeyin bir çaresi vardır ve iyi niyetle yaklaşım sergilendiği zaman kısa zamanda çare bulmak da mümkündür. Yeter ki sağduyulu davranılsın ve akılcı bir yol takip edilsin.

Doğu’da ve Ortadoğu’da henüz bu gibi problemler ortaya çıkmamışken geleceği görerek zamanın idarecilerini ikaz eden ve ileri görüşlülüğü günümüz hadiseleri ile de tescil edilen Bediüzzaman’ın fikirlerine ve önerilerine kulak vermek günümüz idarecilerine kalmıştır. Günümüzde Bediüzzaman yok; ama yığılarak devam eden problemlere işaret ettiği çözümler karşımızdadır.

Bediüzzaman’ın önerilerini “Demokratikleşme, ırkçı politikalardan vazgeçerek iman kardeşliğini yeniden tesis etme, komşularımızla dost olma, din ve fen ilimlerinin beraber okutulduğu eğitim müesseseleri, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ile hür teşebbüse önem verme” şeklinde özetlemek mümkündür. Bütün bunların gerçekleşmesi hürriyetçi ve katılımcı demokrasi ile mümkün olabilecektir.  

Teşekkür : M.Ali Kaya’nın “Doğu ve Ortadoğu Problemlerine Bediüzzaman’dan Çözüm Önerileri ” adlı eseri, Risale-i Nur Enstitüsü sitesinde yayınlanan makaleler, Prof.Dr. Bünyamin Duran’ın ve Sayın Sadık Yalsızuçanlar’ın makaleleri, Sayın Mehmet Yılmaz Bey’in teşvik ve destekleri, Derin Düşünce Grubu üyeleri ve yorumcuları ile yaptığımız tartışmalar bu yazı için bilgi ve ilham kaynağı olmuştur. 

Takviye Okumalar

PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?

Kurtlu hilal

Gözü kör olsun bu ulusçuluğun!

Irkçıya kızılmaz, acınır!

Müslümanların iç hastalıkları

Vatanın bütünlüğü silahla mı korunur?

Ax! Welate min – Ah! vatanım

Kuzey Irak’a girelim mi? 

    Kaynaklar:
    Aclunî, Keşfu’l-Hafa, Beyrut-1352.
    Aliyyu’l-Muttaki, Kenzu’l-Ummal, Halep-1974.
    Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı,
    Divan-ı Harb-i Örfî, 1993-İstanbul.
    Emirdağ Lahikası, 2001-İstanbul.
    Hutbe-i Şamiye, 1993-İstanbul.
    İşaratü’l-İ’câz, 1998-İstanbul.
    Lem’alar, 2001-İstanbul.
    Mektubat, 1998-İstanbul.
    Muhakemât, 1998-İstanbul.
    Münazarat, 1993-İstanbul.
    Sünuhat, 1996-İstanbul.
    Tarihçe-i Hayat, 1998- İstanbul.
    Münavi, Feyzu’l-Kadir, Tarihsiz-Beyrut.
    Gazali, İhya-ı Ulum, İstanbul-1985.
    İmam-ı Muhammed Serahsi, Şerh-u Siyeru’l-Kebir, Tarihsiz-1335.
    Münzirî, Et-Tergib ve’t-Terhib, Tarihsiz-Kahire.  

Dipnotlar

    1. Divan-ı Harb-i Örfî, s. 89.
    2. Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 1:462 (Hadis No: 1515).
    3. Divan-ı Harb-i Örfî, s. 22.
    4. Divan-ı Harb-i Örfî, s. 22.
    5. Divan-ı Harb-i Örfî, 69; Hutbe-i Şamiye, (1993-İstanbul) s. 85.
    6. Tarihçe-i Hayat, (1998-İstanbul) s. 204.
    7. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 21.
    8. Divan-ı Harb-i Örfî, s. 23.
    9. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 21.
    10. Tarihçe-i Hayat, s. 93.
    11. Tarihçe-i Hayat, 128-129; Emirdağ Lâhikası, s. 404, 437-440.
    12. Emirdağ Lahikası, s. 404, 437-440.
    13. Emirdağ Lahikası, s. 404.
    14. Emirdağ Lahikası, s. 440.
    15. Tarihçe-i Hayat, s. 75.
    16. Münazarat, (1993-İstanbul) s. 127-129.
    17. Sünuhat, (1996-İstanbul) s. 33.
    18. İşaratu’l-İ’câz, (1998-İstanbul) s. 117; Muhakemat, (1998-İstanbul) s. 137.
    19. Muhakemat, s. 24.
    20. Lem’alar, s. 168-169.
    21. Sünuhat, s. 33.
    22. İşaratü’l-İ’câz, s. 13-14.
    23. Sünuhat, s. 33.
    24. Münazarat, s. 78.
    25. Münazarat, s. 78-79.
    26. Lem’alar, s. 206.
    27. Sünuhat, s. 77-79.
    28. Hutbe-i Şamiye, s. 49, 126; Sünuhat, s. 79.
    29. Sünuhat, s. 79.
    30. Sünuhat, s. 81.
    31. Lem’alar, s. 174.
    32. Necm, 53:39.
    33. Divan-ı Harb-i Örfî, s. 57-61.

        34. Nursî, Emirdağ Lâhikası, c. II, s. 194.

        35. Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 132.

        36. Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 65-66.

        37. Nursî, Mektubat, ss. 65-66.

    38. Emirdağ Lâhikası, s. 438.
    39. Emirdağ Lâhikası, s. 438.
    40. Emirdağ Lâhikası, s. 437-440.
    41. Emirdağ Lâhikası, s. 438.
    42. Münazarat, s. 67.
    43. Hutbe-i Şamiye, s. 57.
    44. Hutbe-i Şamiye, s. 58.
    45. Hutbe-i Şamiye, s. 58.
    46. Mektubat, s. 258.
    47. Hucurat, 49:10.
    48. Mektubat, s. 254.
    49. Mektubat, s. 255.
    50. Mektubat, s. 255. 
    … Bu makale ilginizi çektiyse…

    Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

     İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

     

    Türkiye bölünür mü?

    “Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

     

    Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

    Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Trackback URL

  1. 134 Yorum

  2. Yazan:eg Tarih: Şub 2, 2009 | Reply

    sevgili mehmet bahadır,
    o kadar detaylı bir çalışma olmuş ki…adeta bir kitap kadar özen gösterilmiş. çok teşekkürler emeğin için. said nursi’nin fikirlerine ve mücadelesine önem veren bir insan olarak çok faydalanacağım bir metin olmuş. elinize, kaleminize sağlık

  3. Yazan:k. göksu Tarih: Şub 3, 2009 | Reply

    Mevzu birkaç paragrafta anlatılamayacak kadar kapsamlı olduğundan uzunca olmuş ama bölümlere ayırmak rahatlatmış. Bediüzzaman’ın bu tür problemlerin çözümüne referans gösterilmesi, kendisinde doğu kimliği olduğu için önemli. Belki çağları aşan bakış açısıyla hem bugünümüzü hem de yakın geleceğimizi yönlendirmemize dair faydalı noktalar belirtilmiş. Hastalık belli, tedavi için reçeteye de yukarda “kür”ler halinde değinilmiş. Emeğiniz için teşekkür ederim…

  4. Yazan:mesih Tarih: Şub 3, 2009 | Reply

    Sevgili Mehmet Bey,
    Gerçekten çok detaylı ve doyurucu bir yazı kaleme almışsınız. Böyle bir çalışmanın Bediüzzaman’ın günümüz insanı tarafından daha kolay anlaşılmasına yol açacağını düşünüyorum. Yazıda da belirttiğiniz gibi genelde günümüz insanlığının sorunlarının, özelde Güneydoğu ve Kürt sorunun çözümleri için başta demokratikleşme, eğitim olmak üzere birçok çözüm yolu Bediüzzaman tarafından belirtilmiş. Bu çözümlerin çoğunun ancak devlet ve yöneticileri tarafından, halkın katılımıyla gerçekleştirilebileceğini düşünüyorum. Fakat belirttiğiniz din ve fen ilimlerinin birarada okutulduğu Üstad’ın tabiriyle “Medresetü’z-zehra” adındaki eğitim kurumlarının sadece ülkemizde değil, dünyanın yüzden fazla ülkesinde faaliyet göstererek bu amaca yönelik hem inançlı hem de fenni ilimleri bilen nesiller yetiştirme gayreti içinde olduklarını görüyoruz. Umut ediyorum ki bu faaliyetler, tüm dünya ülkelerinin de demokratikleşme ve birarada yaşayabilme kültürünü aşılayabilecek bir ilk adım görevi yapacaktır. Günümüzün belki de en önemli sorunlarının çözümüne yönelik Bediüzzaman’ın bu fikirlerini paylaşımınızdan dolayı size teşekkür ediyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyor, yeni çalışmalarınızı da hasretle bekliyorum.

  5. Yazan:Kahraman Tarih: Şub 4, 2009 | Reply

    Güzel bir çalışma olmuş emeğinizden Allah razı olsun inşallah.

  6. Yazan:bulduk Tarih: Şub 6, 2009 | Reply

    Sayın mehmet bahadır;

    yazınızı özenle okumuş bulunmaktayız.yazınız takdire şayandır, lakin risale-i nur külliyatının bütün olarak ele alıp kur’an ve hadis ışığında anlamaya çalışmak bizleri kesin sonuca ulaştıracaktır.muhakkakki yazınız araştırma ve içerik açısından güzel oluşturulmuş.son sözümü yine üstad hazretlerinin cevabıyla sonlandırayım;”Mülkü sâhibine teslim et, O’na bırak.. cefâsını değil, safasını çek. O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” “de.

  7. Yazan:soner Tarih: Şub 12, 2009 | Reply

    Ortadoğuya barış ve huzurun Said OKUR’un doktrinleriyle geleceğine inanmıyorum.

  8. Yazan:amysteriosa Tarih: Şub 15, 2009 | Reply

    Mehmet Bey, çok güzel bir yazı olmuş.Diğer yazılarınızda olduğu gibi bu konuda ilgi çekici emeğinize sağlık. Günümüzün belki de en önemli sorunlarının çözümüne yönelik ve ezber bozan yazılarınızı ve fikirlerinizi paylaşımınızdan dolayı size teşekkür ediyorum. Başarılar.

  9. Yazan:Canan Tarih: Şub 19, 2009 | Reply

    Oldukca detayli bir calisma olmus fakat bahsedilen konuyla ilgili somut bir cözüm göremedim malesef. Artik zaman degerlendirmek icin degil, sorunlari tesbit etmek ve cözmek icin okusak-yazsak daha iyi olmaz mi? O zamaninin catismlarinda taraf olmus, kendince cözümler üretmis. Onlari atalim demiyorum, artik aynen onun yaptigi gibi somut adimlar atalim, tarih okumayalim degil, okuduktan sonra ders alalim…

  10. Yazan:Soner Tarih: Mar 6, 2009 | Reply

    Valla ne diyelim. Ülkemizi bölmeye kalkışanları bu sitede yer alıyorsa artık herşey beklenir sizden 🙂

  11. Yazan:Ender Mehmet Yalovalı Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    Gazze’de acımasızca insanlarıı katleden faşist İsrail’i destekleyen,Irak’ta camiye sığınan müslüman halkı camiyle beraber havaya uçuran,Afganistan’da müslüman halkın düğün konvoylarına napalm bombaları ile saldıran, ülkemizin güneydoğusunda katletmedik aile bırakmayan PKK nın silah ve eğitim sağlayıcısı Emperyalist ABD’nin tasmalı sadık dostu AK Parti’ye karşı olabilecek her hareket,İslamiyet ve insanlık için desteklenmelidir.Yıllardır AK parti ilçe teşkilatlarında çalıştım zamanla işin rengini görme aklına erebildim. Bu partiye verdiğim emek ve oylar haram olsun. Ne mutlu ki bana ve inşallah çok geç olmadan uyandım. Bu arada bu site gibi emperyal dostlarının bu yorumu yayınlayacaklarına pek ihtimal vermiyorum ya…Buradan sesleniyorum; Ey müslümanlar akıl erozyonuna mı uğradınız,halen üzerimizden oynanan bu hain oyunun farkında değilmisiniz? Nasıl bir akıl tutulmasıdır bu.Ya rabbim saf müslüman kardeşlerimize akıl ihsan et.Kendilerini de yutacak olan bu işbirlikçi AK partinin ne olduğunu bunlara bari sen göster.
    Tüm gerçek müslüman kardeşlerime selam ediyorum ve tekrar ediyorum.Yol yakınken uyanın ve mücadele edin bunlarla.

  12. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Mar 11, 2009 | Reply

    Sayın Ender Mehmet Bey

    Yaptığınız yorumla yazı arasında bır bağlantı kuramadım…

    Propagandalarınızı lütfen dışarda yapın.
    Çünkü burası fikir platformu, propaganda yeri değil.

    saygılar

  13. Yazan:hasan Tarih: Mar 12, 2009 | Reply

    istediğimiz çok birşey değil, diline, dinine, cinsine, siyasi görüşüne, saçına, kılığına, parasına, babasına, anasına, dedesine ve aklınıza gelen herşeye bakmadan sadece insan olduğu için, bu ülkeye canı ğönülden bağlı olduğu için, bu ülkeyi ve insanlarını sevdiği için ADALET “adalet mülkün temelidir”.

  14. Yazan:yalcin Tarih: Mar 17, 2009 | Reply

    bedüzaman ?
    ne güzel akp propagandası yapıp ükleyi bölmeye çalışıyorsunuz :))

  15. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Mar 17, 2009 | Reply

    Soner Bey ve Yalçın Bey

    Bediüzzamanın, ülkeyi bölmeye yönelik en ufak bir eylemini ya da söylemini açıklar mısınz?

    İddianızı hiç olmazsa bir küçük örnekle temellendirseniz, daha tutarlı ve kararlı davranmış olmaz mısınız?

    En azından söyledikleriniz havada kalmaz…

    Saygılar…

  16. Yazan:Muratcan Tarih: Nis 2, 2009 | Reply

    Eger Nurcular baris ve medeniyetlesmeye yardimci olabilirseler iste hayatta olan Fetullah hocanin bir yardimi olurdu: O da hem ABD hemde Israil ile cok dostane bir durumda. Bize bizden baska kimse yardim edemez kerameti böyle insanlardan beklemek bence sadece cahillik. Bugün islam Ülkeleri arasinda en medeni ülke Türkiyeyse bunu sade bir kisiye borcluyuz. Atatürk e.

  17. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 2, 2009 | Reply

    Muratcan Bey

    Tarih, şaşırmaktır. Şaşırmaya niyeti olmayanlar, tarihin tozlu kepenklerini kaldırmasalar da olur bence.

    Medeni olma yolunda çok örnek aldığınız Batıya bir bakın lütfen! Adamlar tarihlerini nasıl hallaç pamuğu gibi atmaktalar…Hitler, Musollini sorgulanıyor, Newtonun büyücülükle kafayı bozduğuna varıncaya kadar yığınla konuyu havalandırıyorlar. İyi de ediyorlar.

    Eğer Batılı olmayan toplumlar modernleşmek istiyorlarsa, bunu Batılılar gibi değil, tıpkı Japonya gibi, kendi yöntemleriyle, kendi gelenek, kurum ve değerlerini kullanarak ve geliştirerek başarmak zorundalar.

    Kendinizi çok medeni zannettiğiniz için söylüyorum 🙂

    Mesela “Medeni Kanunu ile Borçlar Kanunu” esas itibarıyla İsviçre Medeni Kanunu ve Borçlar Kanunu’nun ilk iki kitabının çevirisidirler ve ısmarlamadırlar. Yeni bir hukuk sistemi yoktur ortada. Evlatlık alma kararı bile denilebilir “hukuk devrimimiz” için.

    Lozan’dan sonraki “devrimler”in kronolojisine baktığınızda yabancı hukuk danışmanların nasıl arı gibi çalıştıklarını görürsünüz

    Batıdan medeniyet ithali ile medenileştiğimizi mi iddia ediyorsunuz.?

    Batının teknolojisini,ilmini değil de kültürünü kılık kıyafetini alarak mı medenileşeceksiniz?

    Türkiye, Batılılaşma, modernleşme serüvenini, ‘Batı ile uyumlu olma’ değil, doğrudan ‘Batılı olma’ üzerine bina etti. Bu nedenle de, Batılı olmayan kültür ve medeniyetini ortadan kaldırmaktan başka bir opsiyon bırakmadı kendisine dahası geçmişe ait olan herşey de öcü ilan edildi, yasaklandı ve kendilerine Batılı olmaları emredilen kitlelerin bu emre itaat etmek suretiyle Batılı ve medeni olup çıkabilecekleri zannedildi.

    Bazıları da hala öyle zannediyor…

    Yaptığınız tek şey kusura bakmayın ama, dünyanın dört bir tarafında, yurdundan 10 binlerce km uzaktaki hizmet erlerine ve bunca fedakarlığa saygısızlık etmek ve bu insanlara çamur atmak…

    Hadi sizin elinizden birşey gelmiyor bari köstek olmayın.

    Bu işe “niyet okuma” yı bırakmakla, kuruntularınızı ve önyargılarınızı yıkmakla başlayabilirsiniz…

    saygılar.

  18. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    millet, vatandaslik yada yurttaslik anlayisi “hakem devlet” tercihine goredir.

    kamusalci ulusalci, sosyalist ulusalci sosyalist devlet degil.

    insanlarin hangi atadan, kimin soyundan veya ana babadan turediklerine gore sınıflama ve yurttaslik saptamasi yapan devlet ve millet kavrami degil…

  19. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Bediuzzaman’la Orta Doğu problemlerine bakmayın artık bir zahmet.

  20. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    Batının teknolojisini,ilmini değil de kültürünü kılık kıyafetini alarak mı medenileşeceksiniz?

    Türkiye, Batılılaşma, modernleşme serüvenini, ‘Batı ile uyumlu olma’ değil, doğrudan ‘Batılı olma’ üzerine bina etti

    of yani hakkaten sıkıldım bu doğu-batı karşıtlığından. Tango, opera, şapka ekseninde dönen tartışmalardan.

    “Medresetü’z-zehra”din ve fen ilimlerini beraber okutma, Bedüizzamın, Said i nursi’nin, Fethullah Gülen’in eğitim, ekonomi projelerini istemiyorum. Irkçılık olmasın elbet ama Türk-İslam sentezi kesmedi, Kürt-islam sentezi yaratacaksınız bir de başımıza.
    Birilerini 1930’larda kalmakla suçluyorsunuz sonra Bediuzzaman’dan bahsediyorsunuz.

  21. Yazan:MY Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    @SnowQueen,

    aslinda haklisiniz, 1930’lardan kalmakla elestirdigimiz Kemalistlerin dayandigi felsefi durus daha da eskilere dayanir. “En hakiki mürsit ilimdir, fendir…” derken kasdedilen ilim elbette pozitif bilimlerdir. Haliyle empirik akli tek akil ve mürsit kabul etmis oluyoruz sayet buna uyarsak.

    Mesele EN YENi ideolojilere sarilmak degil, eskileri özlemek de degil.

    Empirizm neredeyse felsefe tarihi kadar eskidir. Idealizm, meteryalizm ve düalizm birbirini takip etmis görüsler degildir. Ayni asirlarda hepsini savunanlar olmustur.

    Esas mesele budur. Aisha bu aksam basin günlügünden bir Mahçupyan yazisi girecek. hiç fena degil, hem de kisa. Tavsiye ederim.

    Saygiyla

  22. Yazan:eg Tarih: Nis 15, 2009 | Reply

    snowqueen,
    cevap yazmayayım diyorum ama yine de dayanamadım. demişsiniz ki;
    ““Medresetü’z-zehra”din ve fen ilimlerini beraber okutma, Bedüizzamın, Said i nursi’nin, Fethullah Gülen’in eğitim, ekonomi projelerini istemiyorum.”

    tamam elbette bunu istememeye hakkınız var. ancak bu tür bir eğitim almaya hakkı olan ve bunu isteme hakkı olan da var. dolayısıyla sorun istemek ya da istememek değil, tek tür bir eğitim ve öğrenim anlayışının tek doğru yöntem olarak dayatılmasıdır. dayatmayı yapan da sizin “off sıkıldım canım” diye sıkıldıklarınız değil, tam tersi bir zihniyette olanlar galiba. yani ben de sizin istediğiniz tür eğitimden “off ya ben de sizin bilimperest ruhsuz eğitiminizden sıkıldım ” diyebilirim gayet doğal olarak! zaten işte bu noktada demokratlık ortaya çıkıyor. işte bu noktada liberalizm, sosyalizm, kemalizm, islamcılık gibi “ideolojiler” çöküyor ve demokratlık denen bir zihniyet ihtiyacı doğuyor. bu zihniyette benim seçimim ne olursa olsun (ben mesela fen bilimleri ile sosyal bilimlerin, bunlarla da dinsel bilimlerin bu kadar kesin çizgilerle ayrılmadığı bütüncül bir eğitim taraftarıyım ama bunu kimseye dayatamam, sadece isteyenein bunu alması gerekliliğini savunurum…) bir başkasının seçimini yasaklama ihtiyacını duymam, ya da liberallerin yaptığı gibi hepsini “kendi üstün konumum içinde ” eritme ihtiyacını! “sıkılma, eleştirme” hakkımı saklı tutarım ama arkama ağa babalarım olan militarizmi; ya da sermayeyi alıp da bunu her “x ülkesi” vatandaşına dayatmam! sanırım bu noktada benim için said nursi’nin de, DTP’nin de, bilmem nenin de ortadoğu görüşleri önem kazanır. çünkü hepsinin temsil ettiği birileri vardır ve hiç birşey olmasa temsil ettikleri insanları anlamak için önem gösteririm… kimseye off sıkıldım sizden, bu yüzden sizi yasaklıyorum deme ihtiyacı duymam, çünkü kendi duruşumun mutlak doğru bir çizgide olamayabileceğini bilirim. çünkü insanım ve sırf bu yüzden hiçbir şeyden ve hakikatin kendi elimde olduğundan yüzde yüz emin olamam. belki bir başkası (mesela said nursi) hakikati elinde bulunduruyordur da ben sırf önyargım yüzünden onu anlamayı kaçırıyorumdur…siz de bir düşünün bence; acaba said nursi’yi hiç okumamakla birşeyler kaçırmış olabilir misiniz diye…

  23. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    snowqueen,

    Biliyorsunuz Said Nursi bir Kürttü. Kavgacı, mert bir adamdı, sözünü sakınmazdı. Sonuç odaklıydı. 2.Abdülhamid’le de takıştı; Divan-ı Harpte idamla yargılandı, 1.Dünya Savaşında çarpıştı, Rusya’da esir hayatı yaşadı, İstanbul’a kaçtı, Millet Meclisi’ne davet edildi, Atatürk tarafından doğu illerine vaiz olarak görevlendirilmek istedi, kabul etmedi. Atatürk’le takıştı, sonra İnönü’yle. Önce Isparta’da, sonra Kastamonu ve Afyon’da sürekli gözaltında ve hapishanede geçti ömrü. Menderes döneminde de hapisteydi. Öldükten sonra bile rahat bırakılmadı. Mezarı darbeciler tarafından açıldı ve naaşı kaçırıldı. Böyle bir adamdan bahsediyoruz.
    Ömrünü idealleri uğruna harcayan böyle kişiler artık pek yok piyasada.
    Şimdilerde eleştirmek moda; kimsenin söyleyecek bir şeyi yok, bir davası yok; sadece sıkılıp duruyoruz. Sıkılmak da iyidir tabi, insanı ataletten kurtarmaya yardımcı olur ama daha doğrusu, söyleyecek bir şey yoksa gölge etmemektir.
    İlkokulda kesişim kümelerini öğretmişlerdi. İki çember çiziniz, birinin üzerine Türk; diğerinin üzerine Kürt yazınız ve ortak özelliklerini de kesişen bölgeye yazınız. Herhalde çözümün orada olmasından daha doğal bir şey olamaz öyle değil mi?
    Takipçilerinin çoğu Türk olan bir Kürt din adamının bu konuda söyledikleri de, en azından dikkate değer olmalıdır.
    Said Nursi’nin Kürt aşiretleriyle konuşmalarını içeren bir kitap vardır, ismi Münazarat. Okumanızı tavsiye ederim. Şimdi hangi aydın gidip aşiretlerle konuşup bunu kitaplaştırıyor? Herkese kolay geliyor fildişi kulesinden sallayıp durmak.

  24. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    @sayın eg

    “din ve fen”i laik bir devlette birleştiremezsiniz. Devletin böyle bir eğitim sistemi olamaz, kusura bakmayın ama bana saçma geliyor. Hiç sandığınız gibi pozitivist falan değilim, ama fen bilimleri, sosyal bilimler ile dini kesin çizgilerle ayırmayalım derken “hangi din”i veya mezhebini esas alacaksınız? Ben de “doğa dinleri”ile feni birleştirmek istiyorum mesela ne yapacağız?

    Sıkıldığım noktanın kesin çizgilerle ayrılmış doğu-batı ayrımı olduğunu belirttim. Oryantalizm de bu ayrımdan doğdu.

    Kaldı ki, Orta Doğu’ya böyle müdahaleci bir yaklaşım neden, Hala Osmanlıdan kalma emperyal ortadoğu politikalarına hiç gerek yok.

    ırkçılığı lanetleyip, “biz ecdadımızı İslamiyet’in bayraktarlığı cihetiyle severiz vb.” gibi başka ötekileştirmeler yapanların hakikatiyle işim olmaz.

    @ekram senai

    iki çember çizip, biri Kürt biri Türk, ortası İslam gibi “Kürt-islam”sentezini kabul etmemek de çok doğal. İnsanları “din” ya da “ırk”tutkalıyla birleştirmek pek farklı olmasa gerek. Hep çember dışında kalanlar olacaktır çünkü.

  25. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    snowqueen,

    iki çember çizip, biri Kürt biri Türk, ortası İslam gibi “Kürt-islam”sentezini kabul etmemek de çok doğal. İnsanları “din” ya da “ırk”tutkalıyla birleştirmek pek farklı olmasa gerek. Hep çember dışında kalanlar olacaktır çünkü.

    Bir sentezden söz etmiyorum. Bir birliktelik olacaksa bu ortak değerler üzerinden yapılmalı diyorum. Bu “din” de olabilir, “ırk” da olabilir elbette. Almanların ve İtalyanların “ırk” altında birleşmesi gayet başarılıdır. Eğer Kürtler olmasaydı, Atatürk’ün ırk üzerine kurduğu birleştirme politikaları da
    pekala işe yarayabilirdi. Hasan Ali Yücel’in “okullar olmasaydı maarifi ne güzel yönetirdim” dediği gibi…
    Kürtler, Osmanlı’ya Yavuz zamanında katıldı. Tarih boyunca İslam bağıyla bağlandı. Londra konferansında da azınlık statüsü almayı, müslüman oldukları gerekçesiyle, reddettiler. Yani sıkı bir İslam bağı olduğu aşikar. Zaten Şeyh Said isyanı da bu bağın kopartılması ile ortaya çıkmış bir isyandı.
    Bahsettiğiniz gibi çemberlerin ortak olmayan kısımlarında da çok kişi var. Onlar da ayrı bir yönetim istiyorsa bu imkan sağlanabilir. Zorla güzellik olmaz. Gönül birlikte yaşamak ister ama yürümüyorsa insanların ayrı yaşamaya da imkanları var. Federatif bir yapı da olabilir. Zaten gidişat o yönde. Yok, birlikte yaşayalım diyorsak, işte hendek, işte deve…

  26. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    snowqueen,

    “din ve fen”i laik bir devlette birleştiremezsiniz. Devletin böyle bir eğitim sistemi olamaz, kusura bakmayın ama bana saçma geliyor.(snowqueen)

    Evet çok haklısınız. Çünkü bizdeki resmi laiklik anlayışının içinde “dinin yok sayılması ve gözlerden uzak tutulması” gibi tuhaf bir mantık var.

    Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel sekreterliğini ve rejimin “üçüncü adam”lığını yürüten Recep Peker, laikliği tarif ederken şöyle buyurmuştu:

    “Türkiye’de din telakkisinin hududu, yurttaş vücudunun cildini aşamaz.”

    Yani din, sadece yurttaşların “vicdanları”nda yer alabilir, oradan çıkıp toplumsal hayatta kendini ifade edemezdi.
    Sovyet laikliği olarak da adlandırabileceğiniz bu sistemde tabii ki dini ve feni birleştiremezsiniz.

    Hiç sandığınız gibi pozitivist falan değilim, ama fen bilimleri, sosyal bilimler ile dini kesin çizgilerle ayırmayalım derken “hangi din”i veya mezhebini esas alacaksınız? Ben de “doğa dinleri”ile feni birleştirmek istiyorum mesela ne yapacağız? (snowqueen)

    Estağfirullah… Asıl siz kusura bakmayın. Eğer din ve feni birleştiremeyiz bana saçma geliyor diyorsanız, dünyadan bihabersiniz demektir.

    ABD genelinde Katolik, Protestan, Yahudi, Müslüman gibi farklı inançlara göre eğitim veren sayısız özel kolej var. Bunlar, federal hükümetin ve eyaletlerin zorunlu kıldığı temel müfredatı öğrettikten sonra, üstüne istedikleri kadar “dini eğitim” ve “okul içi ibadet” ekleyebiliyor. Fakat ABD‘de laik bir devlet …Aradaki farkı görebiliyor musunuz?

    Böyle bir laiklik anlayışında talebiniz üzere, doğa dinleri ile feni de birleştirebiliriz. Özgürlükçü Laik düzende devlet her talebe, her inanca, her fikre eşit mesafededir. Ve saygılıdır. Ayrımcılık ötekileştirme yapmaz.

    ırkçılığı lanetleyip, “biz ecdadımızı İslamiyet’in bayraktarlığı cihetiyle severiz vb.” gibi başka ötekileştirmeler yapanların hakikatiyle işim olmaz.(snowqueen)

    Yazıyı istediğiniz yerden makaslayıp kendinizce ve işinize geldiği gibi yorum yaparsanız böyle yanlış sonuçlar çıkarmanız muhtemeldir.

    Ayrıştırma ve ötekileştirmenin kaynağı; savunduğunuz Sovyet laikliğinde ya da ideolojinizin derinliklerinde yatabilir mi?

  27. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    Federatif bir yapı eğer böylesi daha barışçıl bir çözümse olabilir.
    Ama birlikte yaşayalım diyorsak da ordu-Akp-cemaatler işbirliğiyle gene medet umulan “islam bağı” pek parlak sonuç vermiyor görüyoruz.

  28. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 16, 2009 | Reply

    İhtiyarı gençleştiren, hastayı iyileştiren ve ölmüş fikir dünyamızı diriliğe erdiren, yazıları ve yorumlarıyla bizlere ışık tutan, sevgili abilerime ( Mehmet Yılmaz, Ekrem Senai, Enver Gülşen’e…) konuya olan hassasiyetlerinden ve değerli yorumlarından dolayı teşekkür ederim.

    Sevgi ve muhabbetlerimle

  29. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Ama birlikte yaşayalım diyorsak da ordu-Akp-cemaatler işbirliğiyle gene medet umulan “islam bağı” pek parlak sonuç vermiyor görüyoruz.

    Ordu bu işe karışmamalı. Bu saatten sonra ağzıyla kuş tutsa, genelkurmay başkanı değil ziyaret etmek puşi takıp kürtçe türkü çığırsa artık çok geç. Onca yapılan şeyden sonra Kürt halkına orduyu sevimli göstermeniz pek mümkün değil.
    AKP gibi siyasi oluşumlardan da bir medet umamazsınız. Çünkü hedefi oy olan oluşumlar. Bir gün hakkınızı savunur, sonra çıkar faşist bir kimliğe bürünüverir.
    Bu işi başarırsa halklar, cemaatler başarır. Zaten başarıyor da. Kürt halkı içinde Türklerden nefret eden, marksist, Kürt ulusalcısı ırkçı bir azınlık dışında, kimse yok. Halkın derdi devletle ve kendi üzerinden rant peşinde olan siyasilerle.
    Ordu ile siyasetçiler parazit yapmasın yeter.

  30. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Bu işi başarırsa halklar başarır evet ama cemaatler değil!
    Siyasi çözümleri aradan çıkarıp işi cemaatlerle çözemezsiniz.
    içinde bireyin eridiği, belli bir hiyerarşik yapısı ve iktidar, sermayeyle garip ilişkileri olan, yeşil kuşak projeleriyle hortlatılmış, kimsenin seçimle gelmediği “cemaat”ler de başka tür parazitlik yapıyor.

    DTP’ye sizin baktığınız gibi “ulusalcı, Türk düşmanı” olarak bakmıyorum ve aldıkları oy da hiçte azınlık olmadıklarını gösteriyor.

  31. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    @Mehmet Bahadır

    önce zorunlu din eğitimi ve Sünni-islam propagandası kalksın da sonra konuşalım. Kusura bakmayın da çok şey istiyorsunuz. Daha Alevilerin inancına böyle tepki varken “%99’u müslüman” ülkede böyle “ibadetimizi yaşayamıyoruz” serzenişi hiç anlamıyorum.

    Türkiye’de Hristiyan ve Musevi okulları var, imam hatipler de var, ne tür bir “din ve fen” birleştirmesi istiyorsunuz? Hindistan gibi dünyanın en eski evren ve insan yaradılışı açıklamasına sahip bir ülkede, “metaforik” olarak kabul edilen olaylar, biz de fenle birleşince Harun Yahyaca oluyor nedense.

    İstediğiniz okul içi ibadet mi?
    Devlet okuluna mescid mi istiyorsunuz? O halde ben de girlandlı pagan sunağı isterdim belki, Yehova şahidi ibadethanesinin yanına, new age koridorunun orda bir yerde.
    Ama istemediğimi farkettim çünkü zaten ibadet böyle zıtlaşma ve gövde gösterme gibi saçmalıkların ortasında bir anlam ifade etmese gerek.
    Sizi tanımıyorum ama savunduğunuz sistemin amacı, dini kurumsallaştırmak gibi geliyor ya da niyetinizin karşılığı anca bu oluyor dünyada, taş bloklar, tapınaklar içine hapsetmek ve bundan siyasi fayda sağlamak. Yoksa en önemli ibadethanenin mekansız bir yerde olduğunu savunurdunuz gibi geliyor.

  32. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    snowqueen,

    Bu işi başarırsa halklar başarır evet ama cemaatler değil!

    Emin olun ki bugüne kadar bir birliktelik varsa bunu cemaatlere borçluyuz. Bunu gözle görmek için bir GAP turu yapmalısınız.

    Siyasi çözümleri aradan çıkarıp işi cemaatlerle çözemezsiniz.

    Elbette devlet asayişi sağlayıp, çöpleri toplamalı, yatırımlar yapmalı, teşviklerde bulunmalı, okul açmalı, doktor göndermeli falan. Ordu da PKK ile savaşmalı, sınırları korumalı filan. Bu falan filandan bahsetmiyorum. Birlikte yaşama iradesinden söz ediyorum.

    içinde bireyin eridiği, belli bir hiyerarşik yapısı ve iktidar, sermayeyle garip ilişkileri olan, yeşil kuşak projeleriyle hortlatılmış, kimsenin seçimle gelmediği “cemaat”ler de başka tür parazitlik yapıyor.

    Greenpeace örgütünde de birey erimiştir. “Çevre” hedefi üzerinde “birey” silikleşir. Biz, kendini köprüden aşağıya asmış adamı görünce tipik bir Greenpeace örgür üyesi olduğunu anlarız. Kendisine verilen görevi yapar ve örgüt amacını gerçekleştirmiş olur. Cemaatin bireyselliği öldürmesi ayrı bir tartışma konusu. Bireyselliğin ölmesi, hiyerarşik yapının bulunması, kimsenin seçimle gelmemesi cemaatin etkinliğine bir engel teşkil etmiyor, hatta destek olduğu bile iddia edilebilir.

    DTP’ye sizin baktığınız gibi “ulusalcı, Türk düşmanı” olarak bakmıyorum ve aldıkları oy da hiçte azınlık olmadıklarını gösteriyor.

    Peki genel seçimle belediye seçimleri arasındaki 2 senede mi halk DTP’li oldu?

  33. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    snowqueen,

    Mehmet Bahadır bey de cevap verecektir ama sanırım bir şeyi ısrarla yanlış anlıyorsunuz. Kimse fen ilimlerine din katıştıralım filan demiyor. Din ilimleri ile fen ilimleri birlikte okutulsun diyor. Said Nursi’nin hayali Mısır’daki El-Ezher üniversitesinin kızkardeşidir, bu yüzden adını Ezher’den çevirme olarak Zehra koyar.
    İlahiyat fakültelerimizde böyle bir sistem yok. Din ilimleri okutuluyor. Bu yüzden de ortada hayata ve insana dair bilgisi kıt; bilimden, teknolojiden uzak- bir kısmını tenzih ederim- ilahiyat mezunları çıkıyor. Said Nursi’nin hayali; sosyal ve fen bilimleri ile donanımlı ilahiyat adamları; ya da dini bilgilere de vakıf ilim, fen adamları yetiştirmektir.
    Evet, evet! laikliğe aykırı, biliyorum.
    Avusturalya’da bir üniversiteye master için başvurmuştum. Bana broşür gönderdiler sağolsunlar. Broşürde, müslüman öğrenciler için yapılmış mescidden bahsediliyordu. Ayrıca dini konularda danışmanlık yapmak üzere bir counsellor tayin ettiklerini bildiriyorlardı. Vay anasına dedim. Halbuki Türkiye’de bunu isteyen de yok. Mescid, secde edilen yer demek. Allah’a ibadet etmek isteyen için “mescid” adlı ayrı bir yapıya gerek yoktur. İş bir temiz 50 cm2 zemine bakar. Devlet, buna karşı çıkmasın, laiklik diye laga luga yapmasın yeter. Gazetelerimiz de “iş üzerinde” namaz denilen cürmü işleyenleri suç üstü basıp teşhir etmesin başka bir şey istemiyor bu insanlar.

  34. Yazan:mehmet Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    ***Anlaşılmayacak ne olduğunu anlamadım. Anladığım birşey varsa o da anlamak gibi bir derdi olmayana birşey anlatmanın mümkün olmadığıdır.

    ***sn snowqueen
    Diyelim ki A şehrinde çocuklarının yahudi dinini
    öğrenmesini ve iyi bir yahudi olarak yetişmesini isteyen 5000 aile var. Demokratik-laik devletimizde bu ihtiyacın giderilmesi – giderilmesinin sağlanması gerekir mi? cevabınız evet ise nasıl?
    ***Anladığım kadarıyla yukarda size birşeyler anlatmaya çalışan arkadaşların çözüm önerileri pek akılcıl değil. ******Samimi olarak sizin önerinizi merak ediyorum. *******ailelerin çocuklarını kendi dinlerine bağlı bir şekilde yetiştirmesinin engellenmesi-imkan-ortam sağlanmaması laikliğin gereği midir?

  35. Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    ABD genelinde Katolik, Protestan, Yahudi, Müslüman gibi farklı inançlara göre eğitim veren sayısız özel kolej(!) var. Bunlar, federal hükümetin ve eyaletlerin zorunlu kıldığı temel müfredatı öğrettikten sonra, üstüne istedikleri kadar “dini eğitim” ve “okul içi ibadet” ekleyebiliyor. Fakat ABD‘de laik bir devlet …Aradaki farkı görebiliyor musunuz?(Mehmet Bahadır)

    * *

    İstediğiniz okul içi ibadet mi?
    Devlet okuluna(!!) mescid mi istiyorsunuz? (SnowQueen)

    Mehmet bey aradaki farkı görebiliyor musunuz diye sormuş ama kodlanılmış bir zihniyetle söylenenin ne olduğu ile ilgilenilmemiş bile!Ve üstüne üstlük bir tespit ile benzerinin uygulaya konulmasının “laiklik” açısından bir sakınca(!) taşımadığı anlatılmış olmasına rağmen niyet çözülmüş:dini kurumsallaştırmak ve bundan siyasi fayda sağlamak!

    Sizi tanımıyorum ama savunduğunuz sistemin amacı, dini kurumsallaştırmak gibi geliyor ya da niyetinizin karşılığı anca bu oluyor dünyada, taş bloklar, tapınaklar içine hapsetmek ve bundan siyasi fayda sağlamak.(SnowQueen)

    Devlet düşüncesini taş bloklara hapsedip, kamu tapınakları oluşturup buralara yaklaşmaları sakıncalı(!) insanları tanımlamak hangi siyasi düşünceye fayda sağlamakta peki?

  36. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Bahadır Bey “Bediüzzamanın, ülkeyi bölmeye yönelik en ufak bir eylemini ya da söylemini açıklar mısınz?” şöyle bir şey var fethullah gülen hakkındaki savcılık iddianamesinde:Nurculuğun kurucusu Said-i Nursi hiçbir zaman Türklüğü ve Türk Milletini kabul etmeyerek, kürt olduğunu övünerek beyan ve ilan etmekle beraber, 1327 yılında faaliyette bulunduğu anlaşılan kürt Teali Cemiyetinde çalışmak, memlekette Türklerden ayrı dini ve milliyeti olan bir kürt cemaatı olduğunu ileri sürerek ve yine o tarihlerde kurulduğu bildirilen “Kürdistan Azmi Kavi” Cemiyetinin mümessili olarak İstanbul’a gidip, kürtçe tedrisat yapan mektepler açılması için gayret göstererek ve “Uyan ey Selahaddin Eyyübi’nin torunları kürtler” diye tahrik ve teşviklerde bulunmak suretiyle memleketin bütünlüğünü bozmaya matuf amaç ve gaye takip ettiğinin anlaşıldığı bla bla şeklinde bi madde var. Sanırım bu sorunuza cevap olur. Bakın dindarlıkla nurculuğu karıştırmayalım. Benim Kuran ve HZ. Muhammedin hadisleriyle hiç bir alıp veremediğim yok. Ondan sonra gelip vay efenim serkan bey neden böyle yazılar yazıyosunuz ne biçim liberalsiniz vay efenim düpedüz kemalistsiniz vay efendim maskeniz düştü vay efenim dini bütün insanlara düşmansınız şeklinde yorumlar gelmesin umursamam bile bazı yorumlarımdaki kastetiğim kitlede umarım anlaşılmıştır bu yorumumla. Esasında 4 5 saate kadar risale ve saidi nursi hakkındaki bilgim ve merakım yok denecek kadar az fethullah gülen hakındaki yorumlarımsa çok ağlamak göz altı torbalarına iyi gelmezden öteye geçmezdi.Ancak son iki yorumdur ve laiklik tartışmaları beni bu konuyu araştırmaya itti ve bende araştırmaya sözü geçen iddianameyi okuyarak başladım. İlk yorumlarım bu iddianame çerçevesinde olsada gün geçtikçe yeterliliği ve kaliteyi arttırmaya çalışıcam.

  37. Yazan:ç-z Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Snowqueen,

    O halde ben de girlandlı pagan sunağı isterdim belki, Yehova şahidi ibadethanesinin yanına, new age koridorunun orda bir yerde.
    Ama istemediğimi fark ettim çünkü zaten ibadet böyle zıtlaşma ve gövde gösterme gibi saçmalıkların ortasında bir anlam ifade etmese gerek.

    Birilerinin kendilerine sunulandan daha fazlasını istiyor olmasını neden zıtlaşma ve gövde gösterme gibi algıladınız ki?Farklı olmak ve öyle kalmayı talep etmek “gövde gösterisi”,bunu talep ediyor olmak da “zıtlaşmak” mıdır?Kime gövde gösterisi bu ve kiminle zıtlaşmak?
    Yoksa demek istediğiniz şu mu;bu ülke vatandaşıysanız faklılıklarınızı olabildiğince törpüleyin ki bu sizi talepkar yerine tatminkar kılsın!

    Kendisine sunulanın en mükemmel olduğuna inanmış “kanaatkar” ,şükran/minnet duyguları taşıyan az düşünen vatandaşlar!

    Duruma göre değişen bir özgürlük anlayışınız var? Bir öyle bir böyle 🙂

  38. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    @Sayın ekrem Senai
    Avusturalya’da Ramazan vakti üniversitede kongre öncesi içkili kongre var diye kimse taşlı sopalı ortam basmıyor sanırım ondan olabilir mi,
    çuvaldız tamam da iğneyi de biraz batırmak lazım sanırım. Avusturalya’da Darwin kapağı sansürlenmiyordur heralde.

    @Mer’a Kıl

    Türkiye’de Ermeni, Yahudi okulu yok mu yani?? İmam Hatiplerde namaz kılınamıyor mu onu merak ettim??

    Devlet düşüncesini taş bloklara hapsedip, kamu tapınakları oluşturup buralara yaklaşmaları sakıncalı(!) insanları tanımlamak hangi siyasi düşünceye fayda sağlamakta peki?

    elbette hiç birşey taş bloklara hapsedilmesin, bahsettiğiniz devlet ideolojisi de “kamu tapınakları” oluşturmasın. Yüksek lisans yaptığım okulda kapıda başını açan kızları görünce utanıyorum inanın. Her laiklik vurgusu yapanı katı kemalist diye değerlendirmeyin sizde.
    Ama kusura bakmayın da daha zorunlu din dersi bile kalkmamışken, eğitim sisteminin içeriği türk-islam senteziyken “din ve fen”derslerinin beraber okutulması hiç öyle sempatik gelmiyor! Hele Bedüzzizzaman, Fethullah Gülen gibi isimlerle yanyana gelince.

    ‘dini kurumsallaştırmak’ ve ‘siyasi çıkar sağlamak” hiç öyle sandığınız gibi basit birer niyet okumaları değil. cemaatlerin bu konuda ne cabbar olduğunu biliyoruz. bunun için bana değil dininizi “kurumsallaştıranlara” kızın. her karşı çıkanı da dine karşı çıkmak olarak algılamakta, cemattlerin dini tekelleştirdiğinin göstergesi olmalı. Bu alanda şeffaflaşma olmadan dana çok birbirimizle zıtlaşırız böyle.

  39. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    @Ekrem Senai

    Bahsettiğiniz Greenpeace örgütü de lideri tarşılmaz ve eleştirilmez bir kutsallıkla adeta evliya, peygamber gibi tanımlanır, müridleri pardon üyeleri bu aidiyet noktası ile yabancılaşma yaşayıp kendini tanımlamaya başlarsa onu da eleştiririz.
    Ezoterik yapılanmalarda alt üst ilişkileri olabilir, üstat-çırak gibi ama bazı cemaatlerde bu ezoterik yapılanmaların içinin siyasal-ekonomik nedenlerle nasıl boşaltıldığı ve bireyle üstler arasına nasıl bir mesafe konduğu gerçek. Hani İslam’da ruhban sınıfı yoktu? kula kulluk etmek değil mi bu? kusura bakmayın biraz sert oldu ama saklayacak değilim.

  40. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Derin devlet temizliğinin bir ayağına Nurculardan da başlasak, hangi bağlantılar ve nereden esen rüzgarlar hakim oldu, bir öğrensek bakalım.
    80’lerin yeşil kuşak projelerini bir temizlesek!

  41. Yazan:sevim Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Serkan bey kusura bakma ama “aman sen şunu yazdın bunu yazdın”diye yazdıklarını zerre kadar önemsediğim yok.Ben sadece yorum diye buraya aktardığın tutarsızlıkları hatırlatma gereği duymuştum ama görüyorum bundan hiç ders çıkarmamışsın ve sanırım kuyrukçusu olduğun ideolojik bağnazlığa bu denli kayıtsız şartsız iman ettikçe de asla çıkaramayacaksın.

    Bir kere laiklik konusundaki garabet fikirlerini ifşa ederken duruşumun bu ülkede inanç özgürlükleri kısıtlanmış gayrimüslimler,Aleviler ve kendisini sünni islam inancının dışında tutanlardan yana belirlediğimi idrak edemiyecek kadar fanatik bir milliyetçi/ulusalcı olduğun anlaşılıyor.Çünkü kapıldığın bu aşırı milliyetçi hezeyan,mertçe ve doğru düzgün tartışmanı engelliyor.Ve elinde saçma sapan fikir,iftira ve çarpıtmalardan başka bir malzemen kalmıyor.

    Dolayısıyla da foyan meydana çıkınca aklın sıra biryerlere yaranarak özgün bir ideoloji yaratma çabasına giriyorsun ama inan bütün garabetiyle tutarsızlıkların sırıtıveriyor.Bu yüzden böyle basit polemiklere tenezzül ediyorsun.Hani neredeyse beni dinci bile göstereceksin.Çünkü idrak yoksunluğu insanı ancak bu kadar çelişkilere savurabilir.Yani rüzgar gülü gibi fırdönmenin hangi ruh halinden kaynaklandığını bu basit ayak oyunlarıyla iyice tescilledin.

    Ve inan sana Kemalist demekle Kemalistlere çok haksızlık etmişim.Senin gibileri ancak gizli ırkçı olabilirler.Gerçek yüzün yukarıdaki yorumunla ayyuka çıktı.Bence fazla da çırpınmanın bir yararı olmayacak,debelendikçe batıyorsun.

    Bundan sonra yorumlarını ciddiye alıp da değerlendirmeye almayacak ve cevaplamayacağım.Çünkü sana harcanan zamana yazık olacak.Şimdi kaldığın yerden liberalizm üzerine zırvalamaya devam edebilirsin.Gayrı süründür süründürebiceğin kadar liberalizmi,nasıl olsa atış serbest.

  42. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Bu arada tam bu konudan bahsederken SkyTurk’te çok ilginç bir tartışma izledim ve paylaşmak istedim.

    Utah üniversitesinden Hakan Yavuz’a göre, cemaatleşme tam da yukarıda saydığımız gibi hiyerarşik, bireyselliği eriten, içe kapalı bir noktadayken, Türkiye’de gösterilmek istenildiği gibi bir “sivil toplum” örgütü değildir çünkü sivil toplum örgütleri için şeffaflık esasstır ve toplumda köprü kurmaya çalışır. Artık siyasete eklemlenmiş ve medyasıyla, sermayesi ve siyasi figürleriyle iktidara talip olmuş bir noktadadır. Bu siyasileşme de artık dinsel bir yapı falan değildir ve siyasi alana girmenin, artık bu oyuna dahil olmanın bir bedeli vardır.

    Artık bu gerçeği görmek lazım.

  43. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Sevim hanım bu eleştirilerinize Kemalist Demokrasi olur mu yorumumda değinmiştim sanıyorum.O yoruma bi cevap gelmedi ben tartışma davetini mantıklı olarak yapılan başlıkta kabul edip yazdım bahsettiğiniz konulara değindiğimide göreceksiniz.Ama gene yapacağnızı yapmışsınız süper ya.Sövün sövün rahat olun.

  44. Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Snowqueen,

    İstediğiniz okul içi ibadet mi?
    Devlet okuluna(!!) mescid mi istiyorsunuz?
    * *
    Yüksek lisans yaptığım okulda kapıda başını açan kızları görünce utanıyorum inanın. Her laiklik vurgusu yapanı katı kemalist diye değerlendirmeyin sizde.

    okula başörtüsü ile alırsak ardından koridorlarda namaz kılmaya başlarlar o da kesmez,okulda mescit isterler,hatta olmadı başı açık kızlara baskı uygulamaya başlarlar….bu düşünceler ve onların uzantıları “dini kurumsallaştırmak ve bundan siyasi fayda sağlamak” iddiaları yüzünden o kızlar okula alınmıyor değil mi?

    Okul kapısında kızların başlarını açtıklarını gördüğünüzde utanmakla yetinmek yerine buna sebep olan düşüncenin kaynağına vakıf olabilmeyi deneyin lütfen.

    Katı kemalist başörtülüyü din ile ilişkisinden dolayı hiçbir yerde görmeye tahammül edemez(kelle saydırıp görünürlüklerinin artmasından dolayı muhafazakarlık yükseliyor diye fevaran eder ve laiklik karşıtı fiillerin odağı tanımlamaları yapmaya başlar,orduyu ve yargıyı göreve davet eder) /new/soft/ılımlı Kemalist ise “laiklik” tanımını sadece kamu alanında sınırlandırmaya çalışır.Devlet kurumları için hizmet veren ve hizmet alan tanımları icat eder ve devletin vermekle yükümlü olduğu hizmetlerde eşit kabul etmesi gerektiği vatandaşlarını sınıflara hapseder.Kısaca gözden ırak laikliğe dokunamayacak(!) mesafede tutabildiği dozu ayarlanmış dine ses etmez!

    Ilımlı kemalistin “laiklik” vurgusu size göre nasıldır merak ediyorum doğrusu!

    ‘dini kurumsallaştırmak’ ve ’siyasi çıkar sağlamak” hiç öyle sandığınız gibi basit birer niyet okumaları değil.

    laiklik vugusunun yapılabilmesi için “din”e bihtiyaç var.Din üzerinden oluşturulan korkuyla da siyasi çıkar elde edilebilir.Dini diyanet aracılığı ile devlete bağlarken ortaya sürülen iddia neydi hatırlayın lütfen!

    cemaatlerin bu konuda ne cabbar olduğunu biliyoruz. bunun için bana değil dininizi “kurumsallaştıranlara” kızın.

    Haklısınız dini bir kuruma hapsedip devlet aracılığı ile doz ayarlaması yapılabileceğini düşünerek bunu kanun yolu ile uygulamaya sokanlar oldukça cabbarmışlar.Şimdi bunu değiştirmeye kalkıştığınızda laiklik larşıtı fiillerin odağı olmakla suçlanıvermeniz an meselesi.

    her karşı çıkanı da dine karşı çıkmak olarak algılamakta, cemattlerin dini tekelleştirdiğinin göstergesi olmalı. Bu alanda şeffaflaşma olmadan dana çok birbirimizle zıtlaşırız böyle.

    Demokratikleşme ve birey özgürlükleri yolunda atılaması planlanan her adımın önü,dini kurumlaştırarak tekelleştiren ve öyle tutmakta da ısrar eden bir cemaatin “laiklik” vurgusu ile her daim ateşte tuttuğu “din korkusu” bariyeri ile tıkanırken,üstelik bu o kadar da şeffafken birileri “zıtlaşanın” karşısındaki olduğunu söyleyebiliyorsa görmemek için sımsıkı gözlerini kapatıyor demektir.

  45. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    Kürt Teali:mutareke yillari sirasinda kurulmus osmanli devleti aleyhine calisan cemiyetlerden biri..diger adi da kürt teavündür.

    Bu cemiyetin varlığı 1908’de ii. meşrutiyet’in serbestlik ortamında başlamıştır. cemiyet, istanbul’daki rus elçiliği’nin paraları ve teşvikiyle hayata geçirilmiştir. önceleri kanun-i esasi yani anayasal çerçevede osmanlıcalık ideali ile çalışırken, savaş sonunda devletin parçalandığını kabul ederek, daha sonra kürtlerin bağımsızlığını amaç edinerek bir devlet kurma faaliyeti içine girmiştir.

    1919’da merkezi istanbul’da olan kürdistan teali cemiyeti’ni kurmuşlardır. istanbul dışında diyarbakır, bitlis, elazığ illerinde şube açmışlardır.
    vilayet-i sarkiye müdafaa-i hukuk-i milliye cemiyeti ile birleşmeyi reddederek, işgal kuvvetlerine dayanmak ve bu yolla kürt halklarını savunmaya çalışmıştır. ancak düşünülen kürt devletinin sınırları ermeni talepleri ile çatışınca, itilaf devletleri bu aşamada ermenileri tercih etmişler ve kürtler etkisiz kalmışlardır.

    Bu cemiyetin, 1919 yılında Anadolu’da işgale karşı başlatılan milliyetçi direnişi kırmak için İngiltere tarafından kullanıldığı ile ilgili belgeler yayınlanmıştır.

    Sivas Kongresi’nin dağatılması ve Mustafa Kemal Paşa’nın ortadan kaldırılması girişimine Cemiyet’in karıştığına dair kanıtlar yayınlanmıştır.

    8 Haziran 1919 tarihinde Diyarbakır Vali Vekili Mustafa Bey, 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çeker. Telgrafında bazı gençlerden oluşan Kürt Cemiyeti’nin İngiliz koruyuculuğunda bir Kürdistan kurma düşüncelerini yanlarında bulunan Süleymaniye siyasî hâkimi (İngiliz subay) Mister Noel ile birlikte propaganda etmeleri üzerine halk arasında tepkiler oluştuğunu, bu durumun cemiyetler kanununa aykırı bulunduğunu ve cemiyetin kapatılarak haklarında yasal kovuşturma başlatıldığını yazar.[17]

    15 Haziran 1919 tarihinde 9. Ordu Müfettişi Müstafa Kemal Paşa, bu telgrafa bir şifreli telgrafla cevap verir. Bütün milletin bekası ve bağımsızlığını kurtarmak için herkesin birleştiği bir dönemde yabancı bir devletin koruyuculuğua sığınarak horlanmış ve tutsak yaşamayı seçen her türlü görüşlerin, ülkeyi bölücülüğe götürecek her türlü derneklerin dağatılmasının pek yurtseverce ve zorunlu bir görev olduğunu yazar ve Kürt cemiyeti hakkındaki davranışın isabetli bulduğunu belirtir

    Bu cemiyete karşı olmak ırkçı demek oluyo süper bişi.Sevim hanım az önce yazdığım yorumun yeterli olmadığına kanaat verdim sözlerinizi daha dikkatli seçin bi insana ırkçı demek, statukocu demek için elinizde doğru düzgün argümanlarınız olsun gelip sövüp sövüp gidiyorsunuz. Yorumunuza cevap vermedim mi 3 sayfa yazdım orda laiklikle ilgili bi ton belge okumam gerekti sınav arifesinde. Ama siz o yorumu okumaktansa gelip bana ırkçı demeyi tercih ediyorsunuz.Rica ederim saygınızı takının.Umarım yorumumdaki atatürk karakteri beni stotükocu yapmaz yani o dönemde geçio karakter cidden o.Yapcak bişi yok.Öyle demiş.onun dediğini göstermek amacıylada yazmadım yazmadım başkası dese onuda yazardım.Sabır.

  46. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 17, 2009 | Reply

    snowqueen

    “%99′u müslüman” ülkede böyle “ibadetimizi yaşayamıyoruz” serzenişi hiç anlamıyorum (snowqueen)

    Kurmuş olduğunuz cümle;
    Dini sadece ibadete indirgeyen bir zihniyettir. Sizce din sadece ibadet midir?
    Tek Parti döneminde vaz’edilen “din sadece vicdanda ve mabedde kalmalıdır” anlayışının tezahürüdür maalesef. Hakim ideoloji dini ibadete indirgeyerek dinin felsefesini ve sosyal yönünü öldürdüler. İslâm’ı ibadete hapsettiler. “Cami olsun, ama benim olsun” anlayışıyla toplumu bu kurumlar aracılığıyla kontrol etmeye çalıştılar.
    Bunun yanında;
    Zorunlu din derslerine karşı olduğumu daha önceki yazılarımda belirttim. Din gönül işidir bir tekliftir. Zorlama ve baskı dinin ruhuna aykırıdır.

    ….okulları var, imam hatipler de var, ne tür bir “din ve fen” birleştirmesi istiyorsunuz?
    (snowqueen)

    Ekrem Senai Bey yanıldığınız noktaları çok güzel izah etmiş. Duygularıma tercüman olmuş.

    Günümüz eğitim sistemi bırakın din ve feni bir arada vermeyi birini dahi tam olarak verememektedir.

    Lütfen bana ilahiyat fakültelerinden ve imam hatip okullarından bahsetmeyin. Günümüz mevcut laik anlayışa bağlı fakülteler, din alimi değil, din tenkitçisi yetiştiriyorlar. (-bir kısmını tenzih ederim-) . İmam hatipler dinin yalnızca elemanter bilgilerini vermekle kalır. Anlayacağınız tek yönlü eğitim bile tam olarak verilemiyor.

    Bugün cemaatler ve sayıları çok az, dini ilim almış akademik insanlar (Ahmet Yüksel Özemre, Hayrettin Karaman, Salim Öğüt vs..) olmasa, dini bir buhran ve anarşi içinde olmamız kaçınılmazdı. Bu tohumlar itiraf etmeliyiz ki; bugün değil 1926’da atılmıştır. Daha önceki yazımızda da atıfta bulunduğumuz gibi medreselerin ıslah yoluna gidilmeyip yok edilmesi ve kapatılması büyük bir boşluk oluşturdu. Bu büyük kurumların yerleri doldurulamadı. Bu boşluğu günümüzde cemaatler ve yukarda bahsi geçen sayılı insanlar dolduruyor.

    Sahi,bugün laik eğitim sistemimiz neden İbni Sinalar, Zehraviler, Battaniler, Raziler, Biruniler, Ebul-İz El Cezeri’ler yetiştiremiyor ? (Bunların kim olduklarını merak ediyorsanız yukardaki linkde detaylarıyla anlatılıyor)

    Kusura bakmayın da çok şey istiyorsunuz (snowqueen)

    Çok şey istemiyorum “Adam gibi bir ülkede, adam gibi yaşamak istiyorum. Bu, sadece benim değil, herkesin hakkı.”

  47. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Serkan Çekiç Bey

    Vakit çok geç oldu bu konuları daha müsait bir zaman konuşalım olur mu?

    Size bir abi tavsiyem olsun.
    Google arama motoruna çok güvenmeyin.
    Abdurrahman Yalçınkaya da çok güvendi. Ama olmadı değil mi ?

  48. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Şimdi Abdurrahman yalçınkaya denilen adam yargıtay cumhuriyet başsavcısı. Google arama motoru tarafsızlığı kabul edilen özel bir şirkete bağlı. İddianameler google ile yazılmaz kaldı ki kürt teali cemiyeti ile ilgili o dönemden kalma bi ton belge de mevcut ve bunlara nutuk da dahil. Saidi Nursi nin kürt tealiyle alakası yok demekte akıl karı değil bildiğim kadarıyla iddianamanenin o bölümü de çürütülmedi. Neye güvenmemi tavsiye edersiniz?

  49. Yazan:durhat Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Öncelikle binbir emekle hazırladığı bu geniş araştırma yazısını biz okurların bilgisine sunduğu için kendi payıma sn.Mehmet Bahadır beye teşekkür ediyor ve kendisini kutluyorum.Ayrıca yazıyı iki kez incelediğimde çıkardığım sonuç;yazarın,bu çalışmasını belgelere dayandırdığı ve titiz bir incelemeyle kaleme aldığıdır.
    Görüşlerine katılır veya katılmayız bu ayrı bir konudur.Zira yazının yazarıyla aynı dünya görüşüne sahip olmayabilir,yazısına konu ettiği şahsiyetle de aynı inanç ve felsefeyi paylaşmayabiliriz.Ben şahsen yazarla aynı dünya görüşüne sahip değilim.Bediuzzaman’nın benimsemiş olduğu dini inancın da dışındayım.
    Fakat bu böyle diye meseleye sadece din,inanç,ideoloji gibi aidiyetler çerçevesinde yaklaşıp baştan tüm görüşlerin reddedilmesi gerektiği anlamına gelmez.Gandi bir müslüman değildi ama bugün onun felsefesini ve barış anlayışını örnek alan müslümanlar var…Hâlâ dünya barışı adına fkir ve yöntemleri model alınmakta akedemik çevrelerce önemsenmekte ve bir ekol olarak benimsenmektedir.Sadece müslümanlar değil,farklı inançlara sahip pek çok topluluk için de bu böyledir;hakikatı aramayı amaç edinenler fikirlere değer verir,fikir sahiplerinin ait olduğu inanç üzerinden peşin yargılarda bulunmazlar.Dolayıyla bu sadece bir örnek;Gandi gibi fikir ve eylemleriyle insanlığa hizmet etmiş lider ve düşünürler günümüzde pekâlâ tartışılabiliyor.
    Fakat ne hikmetse bizde bu manada bir tartışma başlatıldığında sadece taraf anlayışına hapsedilen bir yaklaşım sergilenmektedir.
    Bu yazıya gelen eleştiri ve itirazlar maalesef bu ideolojik bağımlılığın bir göstergesidir.Gördüğüm kadarıyla fikirlerin doğru olup olmadığından,ne yazılıp yazılmadığından çok,kimin fikri olduğu üzerinde durulmaktadır.Yani Bediuzzaman’ın genelde dünya barışı,özelinde ise Türkiye’nin de parçası olduğu Ortadoğu barışına dair olumlu fikirlerinin olabileceği ne yazıkki ideoloji tutkunlarınca pek dikkate alınmamaktadır.Zira asıl ilgilendikleri alan hakikat ve doğruları tartışmak değil bunu bir ideolojik malzemeye dönüştürmektir.
    Oysa bu çok sığ ve sakat bir anlayıştır.İki nedenden ötürü:
    Birincisi eleştiriye açık olsa bile her fikir ve düşünce özgürce tartışılabilmeli.”Beyenmiyorum”,”sıkıldım”,”gına geldi,kabak tadı verdi”vs.şeklinde peşinen hüküm verip reddetmek düşünce özgürlüğüyle bağdaşır bir tutum değildir her şeyden önce.
    İkincisi,doğru ve hakikat kimsenin tekelinde değildir.”Benim iman ettiğim doğru tek doğrudur,gerisi teferruattır”diyerek kestirip atmak asla doğruya ve hakikate ulaştırmaz bir toplumu.
    Heleki bu önyargılı itiraz kendilerini özgürlükçü,demokrat ve liberal olarak tanımlayanlardan gelirse durum daha da vahim hale gelir.
    Bu vahamet yorumlardan gayet güzel anlaşılmaktadır.Kadın hakları,bireysel özgürlükler,eşitlik ve adalet üzerine ahkam kesenlerin,konu farklı fikir ve görüşlere gelince aksi istikamete sapmaları bir tesadüf değildir.Çünkü onlar için bu değerler ancak iman ettikleri dogmalarla anlam kazanabilir,gerisine pek tahammülleri olmaz.
    Sayın Bahadır’ın da değindiği gibi öyle Google arama motoruyla resmi ideolojiden buraya bir iki alıntı ve kopyalamayla bu işler olmuyor.Okul ödevi değil ki mübarek!Sorarlar,bunu marifet sayanlar acaba kendilerine ait bir şey katabiliyorlar mı?Yok.Yok,çünkü önlerine konan her bilgiyi(!)araştırmadan,sorgusuz sualsiz tek doğru(!)olarak yutmaya hazırdırlar.Sonra da çıkıp liberalcilik oyunu oynarlar…Kimi liberal,kimi demoktat ve özgürlükçü geçinip giderler.
    İşte bana göre asıl yobaz ve gerici bu atgözlüklerine sahip olanlardır.Zira bu memleketin bugün içine düştüğü durum tam da bu zihniyetin sonucudur ve statik yapılarıyla bu memlekete yapılan her kötülüğün birinci derecede sorumlusu ve ortağıdırlar.Umarım mesaj yerine ulaşmıştır.Ne demişler “anlayana sivrisinek saz,anlamayana davul zurna az”.

  50. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Gandhi vs Saidi Nursi pek olmamış aslında evet saidi nursi esas olarak islam dünyasının özgürlüğünü savunmuş ve önemli bir düşünür olduğuda tartışmasız bir gerçek.Ancak unutmamamız gereken adamın risalelerinde kullandığı cümleler ve bu cümleler kadın hakları, eşcinsel hakları, serbest düşünce, yenilikçilik savunucusu olan bireylerin de eleştirebileceği cümleler. Zira orta da şeriat yanlısı bir düşünür var şeriat düşünce özgürlüğü ile ne kadar bağdaşır? Ya da şimdiye kadar ne kadar bağdaşmış. Diğer yandan saidi nursinin kendi ağzından inkılapları yanlış bulduğunu belirttiğide bir gerçek. Şimdi ben bu adama e,e kaka demiyorum öyle düşünmüş tamam. Mehmet Bahadır paylaşmış tamam. Ki yazıya değil mehmet bahadır ın sorusuna cevap verdim ve bir konu hakkında bilgi edinirken google önceliğimdir. Daha hızlı daha net kopyala yapıştır varmıdır evet vardır peki nerden? Bir savcılık iddianamesinin henüz çürtülümemiş bir bölümünden benim bu iddianameyi kütüphane ve kitapçılarda arayıp para ve zaman kaybetmektense direk internetten okumayı tercih ettim. Bu eleştirilebilirmi eleştirilebilir kaldıki 3 gündür farklı düşündüğü insana laf sokan, söven ben değilim sevim hanım ve siz durhat beysiniz. İddianamenin çürütülmemiş bölümü doğrumudur yanlışmıdır durhat bey. Kaldı ki konu hakkında bilgilerimin henüz çok taze olmasından dolayı yorumdan kaçındığımı diğer yazılarımdaki kopyalamanın ne kadar az ve yorum bakımından ne kadar zengin olduğunu okuyarak görürsünüz. Laiklikle ilgili sövgülerinize cevap vermiş olmalıyım ve o yorumda bi ton yorumunuz var inatla hakaret.Şimdiye kadar bana hakaret etme amacı ile yobaz,ırkçı,kemalist,ikiyüzlü kelimelerini ve daha fazlasını defalarca kullandınız. Bütün bunları söylemeye hakkınız yok heleki benim herhangi birini rencide edici bir yorum yazmadığım ve normal bir tartışma şekli benimsediğim durumda. Kopyaladığım şeyler yanlışmıdır kaynaklarım zayıfmıdır bunların böyle olduğunu düşünüyorsanız neden yanlış olduğunu ve neden zayıf olduğunu belirtmenizi rica ederim.Kürdistan teali cemiyeti sizce blücü bir cemiyet değilmidiri bunu kanıtlarla bildirin hatta mümkünse bu konuda yasal haklarınızı kullanın zira bu örgüt TC tarafından zararlı olarak kabul edilmiş hatta okullarda zararlı cemiyetler adı altında okutulmakta. Ha benim hakkımda ettiğiniz şikayetleri yorumuma almamın sebebine gelirsek şeriat karşıtı olmamı ve kimin özgürlükçü kimin şeriat yanlısı olduğunu belirtilmesi gerektiğini şaka yoluyla ifade ettiğim yazımda ne demek istediğimi anlamışsınızdır demek istedim. Zira bir yazımda şeriatı idam yasasının gerekliliği yoluyla savunan bir insana karşı çıktığım için beni dindar düşmanı ilan etmiştiniz o karakterede herhangi bir hakaretim olmamıştır. Burdan sormak istiyorum mehmet bahadır yorumlarım sizi rahatsız ettimi ve yorum yazdığım diğer yazarlarada soruyorum yorumlarımdan dolayı kendiniz rencide olmuş hissettiniz mi. Ya da herhangi bir yorumumda serkan çekiç burda yanlış bir bilgi vermişsiniz deyip şöyle şöyle yanlış dediğiniz bir notka varmı varsa neresi ve neden yanlış.Durkat bey ve Sevim hanım yorumlarınız nezaket sınırlarının çok çok dışında. Buna devam etmemenizi rica ediyor ve bu yazıdaki ilk yorumumdaki vay efenimli kısmın bu tutumunuzdan kaynaklandığını belirtmek istiyorum.

  51. Yazan:durhat Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Sn.Serkan Çekiç,

    Sevim rumuzlu katılımcıdan gelen eleştirilere isyan ediyorsunuz ama bence de takındığınız tavır ve duruş hiç de tutarlı ve sağlıklı değil.
    Şayet dürüstçe içinizdeki milliyetçi özlemleri dile getirseydiniz inanın ne bu yorumunuza ne de diğer yorumlarınıza cevap yazma ihtiyacı duymazdım.Bu hissiyatla yurum niyetine sökün eden ırkçı nefretle yeni tanışmıyoruz.Ben bu tür yorumları şahsen ne dikkate alırım ne de ciddi bulurum.Hiçbir fikir kırıntısı taşımayan hezeyanların ciddiye alınacak bir yanı yok çünkü.
    Fakat takdir edersiniz ki,siz yorumlarınızla çok farklı bir felsefi görüş iddiasındasınız.Liberal olduğunuzu,liberalizmi savunduğunuzu belirtip duruyorsunuz.
    İyi hoş,saygı duyarım.Ve ayrıca itiraf etmeliyim ki tartışmaya açık yanları olmakla birlikte(ki bana göre her düşünce,inanç,sistem ya da felsefe tartışmaya açık olmalı)liberal düşünce bana en yakın olan düşünce sistemidir.
    Ne var ki liberal düşünce ile sizin özellikle milliyetçilik,Kemalizm gibi size hassas gelen konular üzerine ürettiğiniz fikirler pek bağdaşmıyor.Siz farkında olmasanız da bu çelişkili duruş dikkatlerden kaçmıyor.
    Buradan hareketele;liberal düşüncede,ulusal kimlik mücadele ve ayrışmalarında taraf olmaz,herhangi dogmatik bir ideolojinin temsilciliğini misyon edinmez.Bizatihi liberalizmin içerik ve felsefesi bu anılan olgulara alternatif teşkil eder.Yerel değil evrenseldir…Hür teşebbüsü,özel mülkiyeti savunur…Bireysel özgürlükleri ve bireyin mutluluğunu esas alır.Evrensel hukuk normlarını benimser.Ve bütün bu ilkelerin uygulanmasını insanlık için en uygun reçete sayar.
    Peki siz ne yapıyorsunuz?Konu ekonomiden açılınca,evet liberalsiniz.Lakin LAİKLİK,MİLLİYETÇİLİK,KEMALİZM vb.konular açıldı mı ne hikmetse bir süreliğine bu gömleğinizi duvara asıyorsunuz.
    Laiklik tartışmasında,laikliğin demokrasiye engel olup olmadığını tartışmak ayrıdır,yanlış-doğru her uygulamayı kayıtsız kabul edip taraf olmak ayrıdır.Bana göre de laiklik gerçek tanımına uygun uygulandığında bu demokrasiye zarar vermez bilakis tamamlayıcı da olabilir.
    Keza Kemalizm için de aynı durum geçerlidir.Bir ideolojinin ne kazandırıp ne kaybettirdiğini sorgulamaksızın savunmak liberalizmin kapsamına pek girmez.Bu noktada da sınıfta kalıyorsunuz.Zira ekonomi tartışmalarında Kemalizmin doğru bir sistem olmadığı kendi argümanlarınızda dile getirilirken,milliyetçilik boyutunda bocalıyorsunuz.
    Ve son olarak yukarıdaki yazıya yaklaşımınız bu tutarsızlığı tamamlamaktadır.Farkında olmayarak liberalliği bir kenara bırakarak meseleyi ulus devlet kavramına,milliyetçi öğelere indirgeyerek katı bir taraf anlayışına saplanmışsınız ki zannedersem bu tür eğilimler de liberalizm felsefesiyle uyumlu değil.
    Dolayısıyla doğruluğundan en ufak bir kuşku duymayarak buraya aktardığınız görüşler liberalizmi değil resmi görüşü temsil eder.Ve bütün bunları da hiç bir nesnel gerçeğe ve tarihi belgeye dayandırmaksızın bir yerlerden alıntı yapıyorsunuz.
    Öyle Güneş Dil Teorisi,Resmi tarih tezi vs.gibi,tahrif edilmiş,çarpıtılmış tek yanlı tarih bilgilerini kopyalamakla ne yazıkki libeal olunmuyor.Geçtim liberalliği bu sağlıklı bir bakış açısı olamaz.
    Neymiş efendim kürtler geçmişte dernek falan kurmuşlar da,adı geçen şahsiyet de bunun içinde yer almış da…Kürtler işi gücü bırakıp Osmanlıyı yıkmaya çalışmışmış da.mış da mış,mış mış.Ne güzel bakış vallahi!Yani Kürtlerin dernek kurmaya,haklarını aramaya ne bugün ne de geçmişte hakları var öyle mi Serkan bey.Eğer bunu düşünmüyorsanız,sormak istiyorum bir halkın kendi varlığını,kimliğini,kültürünü savunmuş olması acaba zatıalınız tarafından neden düşmanlık olarak değerlendiriliyor?Bu niyet okumacılık neyin nesidir?Ha,derseniz ki bütün sınırlar kalksın;ulus devletler,milliyetler,devlet kurumları falan insanlığı bölüp parçalıyor,bitmez tükenmeş savaşlara yol açıyor ve dolayısıyla bütün bu kurumlar,uluslararası diplomasiler adil ve daha yaşanılır bir dünya önünde birer engeldir ve dolayısıyla gereksizdir derseniz amenna size hak veririm.Ama kendinizi ait hissettiğiniz ulus,milliyet,kimlik,aidiyet vs.sözkonusu olduğunda akan sular duracak…Bu yoldan her türlü diploması,uluslar arası ilişki vs.doğal ve elzem sayılacak.Ama bunu farklı bir topluluk yaptı mıydı falancasıyla işbirliği,işte bilmem düşmanlık,hainlik falan sayılacak…ABD uaşaklığı,İngiliz ve Rus işbirlikçiliği,bölücülük,ayrımcılık sayılacak.E,vallahi pes doğrusu!
    Bu nedenle Serkan bey,lütfen biraz daha okuyup araştırın.Kendinizi bazı kaynaklarla sınırlamaksızın tarihi,toplumsal gerçekleri karşılaştırın…Kitaplarla yetinmeyerek içinde bulunduğumuz gerçekleri de gözden geçirmeyi ihmal etmeyin.Yaşça henüz çok genç olduğunuzun farkındayım.Bunu bir abi tavsiyesi olarak düşünün.Eleştiriye açık olun ve bundan çekinmeyin.Kapasiteli bir genç olduğunuzu düşünüyorum.Fikirlerinize katılmasam da bu yaşta toplumsal konulara,ülke sorunlarına duyduğunuz ilgiyi takdirle karşılıyorum.Lütfen bunu bazı kaynaklarla sınırlamayarak ilerletin.
    Sevgiler.

  52. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Serkan bey,

    Said Nursi ve nurcularla ilgili binlerce mahkeme kararı var. Kürtçülük yapmak, devrimlere karşı gelmek, Atatürk’ün manevi şahsiyetine hakaret, laikliğe karşı çıkmak, şeriatı savunmak, dini devlet kurmaya teşebbüs, gizli örgüt kurmak bla bla bla. 80 senedir bila istisna tüm davalar düştü. Siz, hala gelmiş aynı teraneleri dile getiriyorsunuz. Şualar’da mahkeme müdafaalarını, hepsine verilmiş cevapları bulabilirsiniz.
    Veya isterseniz savcılığa suç duyurusunda bulunursunuz. Bu nurcuların önderi kürt teali üyesi, kürdistan kurmak istemiş, devrim düşmanı filan diye.
    Şimdi burada bu bayat konuları tekrar tekrar tartışmanın bir anlamı yok. Hele bizzat Said Nursi tarafından cevaplandırılmışsa. Açın okuyun, kimse sizinle uğraşamaz.

  53. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Ulusların kalkmasını savunaktayım.Bakın demek istediğim burda kürtler dernek veya devlet kuramaz demek değil.Bana sorulan soru herhangi bölücü uygulamada veya örgütte her almışmıdır.Bende cevap verdim.Kürt teali cemiyeti tarihçiler tarafından bölücü olarak kabul ediliyomu? Bu cemiyet sivas kongresine ve beğımsızlık yanlısı birlşetirilmiş güçlere karşı uygulamalarda bulundumu?Bunların cevabı kanıtlarla ispatlanmış olarak evet mi bu durumu çürütecek kanıtlarınız var mı? Eğer soruların cevabı malumsa gelelim liberalizme.Bana göre ulus kavramı kürtlük türklük zaten saçma ve üzerinde kafa yorulması gereksiz şeyler bu tür şeyleri belirleyici unsur olarak ülke kurmakta saçma. Ve dünyadaki bütün toplulukların birleşmelerini (ancak kesinlikle belli bir zümrenin çatısı altında değil) savunuyorum. Ancak dünya bu ütopik hayalimden çok uzak. Böyle bir durumda kürtlerin türkiyeden bağımsız kendi ülkelerini kurmalarını bu Türkiye nin çıkarlarına aykırı haliyle benim çıkarlarımada.Dünyada ki her devletin yapacağı davranışın aynısı kısaca. Kaldı ki o bölgedeki kürtlerin büyük bölümü ayrılma yanlısı dahi değil ve türkleri de hesaba katmak lazım. Buna rağmen bunu isteme hakları var. Sorun şu ki Kürdistan teali cemiyeti bütün kürtlerin değil bu topluluk içinde ufak bir azınlık olduğu halde silahlı olarak ülkenin çok hassas olduğu bi anda kurtuluş mücadelesi veren ordulara karşı çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalar hem bölgenin kalkınmasını engellemiş hem türkler ve kürtler arasında sonu hiç bitmicek bir gerginliğe sebep olmuştur. Bu durum bölücü değil ise nedir. Kaldı ki ben kafatasçı Nihat Atsızı bölücü kabul ederim benzer sebeplerden ötürü. Kaldıki Türkiyedeki türklerle orta asya türkleri arasındaki genetik benzerlik bölgedeki rumlar, ermeniler, kürtler arasındaki benzerliğe oranla çok daha azdır(700 yıl oldu en az). Böyle bir durumda eğer ırklar varsa bile türkiyede ırkçılık yapmak saçma olur.

    Laiklikle ilgili düşüncelerimi kemalist demokrasi olurmu yazımda yazmıştım. Laikliğin içinin neden boş olmadığını düşündüğümü ve neyi koruduğumu o yazıda açıkca belirtmiştim.

    Kemalizme gelirsek Bir birey olarak şahsen Atatürk hayranıyımdır(Adam başlangıcı 1919 alırsak 4 senede devlet kurmuş biz dört senede liseyi zor bitiriyoz). Bu hayranlık yaptığı herşeyi doğru kabul etmek ve şu anda da aynısını yapmaya çalışmaktan öte. Sezara, Hannibala, Otto Von Bismarck a olan hayranlığım gibidir. Bunlardan farklı olarak tarihi başarılarının beni yakından ilgilendirmesi dolayısıyla derin bir minnet beslerim.

    Umarım hislerimi anlatabilmişimdir.

  54. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Senai Bey Şöyle bir şey var 40 ay(Bunu tamamen yanlış buluyorum) kadar süren davalar yüzünden ev hapsinde tutulmuş 11 ayda hapishane cezsı almıştır Ancak problem bu değil problem şu:Mektubat” risalesinde (Sayfa: 403), “İslam dininde inkılap yapmak, şeriat aleyhtarlığı olduğu için, İslamiyet dairesine aykırı, inkılaplar da İslamiyete aykırıdır–“Hanımlar Rehberi” risalesinde (Sayfa: 57) “Çok kadın ile evlenmek İslami olduğu gibi Taaddüdü Zevcat tabiata, akla ve hikmete muafıktır.” denilmektedir.–“Münazarad” risalesinde (Sayfa: 90-100), “İslam Devleti için tek milliyet İslam milliyetidir. İslam devleti sonunda bütün dünyayı hakimiyeti altına alacak ve İslam yapacaktır.” denilmiştir.–“Mesnevi-i Nuriye” risalesinde (Sayfa: 80-82), “Alem-i İslam’da yapılacak inkılaplar, İslam’i esaslara uygun olmak zorundadır. Aksi taktirde gayri meşrudur, bu bakımdan Meclis aynı zamanda hilafet görevi görmelidir” denilmiştir.–“Mesnevi-i Nuriye” risalesinde (Sayfa: 80-82), “Alem-i İslam’da yapılacak inkılaplar, İslam’i esaslara uygun olmak zorundadır. Aksi taktirde gayri meşrudur, bu bakımdan Meclis aynı zamanda hilafet görevi görmelidir” denilmiştir. Bütün bunlar onun döneminde ceza almasına sebep olmamış olabilir fakat bu onu eleştirmem için bir engel değil. Ayrıca Nurcular günümüzde risalelerden suç unsuru taşıyan kesimleri ayıklayıp baş taraflarına mahkemelerin beraat kararlarını eklemekte ve bu şekilde dayatmaktadırlar şeklinde bir bölümde savcılık iddianamesinde yer almakta. Bunlar ışığında izin verirseniz Said i Nursiyi eleştiriyorum. Bunun yanında Saidi Nursinin değerli bir İslam düşünür olduğunuda kabul etmişimdir. Bütün bunların yanında Msülüman olarak tamamen kişisel yorumlarımla Risale Nur un Kurandan süzülmesi şeklinde ki görüşünü yanlış buluyorum.

  55. Yazan:durhat Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Serkan bey,
    Yorumunuzun sonundan başlayacak olursak,ben ne Kemalist olmanızdan ne de Atatürk’e duyabileceğiniz hayranlıktan rahatsız değilim.Biraz tekrar gibi olacak ama,benim asıl doğru bulmadığım nokta bir ideolojiyi benimsemek değil(Her bireyin kendisine göre bir ideoloji benimsemesi kadar doğal bir şey olmaz).İtiraz noktam;herhangi bir ideolojinin, savunucuları tarafından başkalarına mutlak doğru olarak dayatılmasıdır.Bu bir.
    Anladığım kadarıyla bazı noktalarda biraz anlaşabilmekle beraber,konuyu biraz tercihlere indirgemek gibi hataya düşmüşsünüz.Ayrı bir kürt devletinin kurulması,ulusların kendi kaderlerini tayın hakkı vs.gibi bir tartışmayı başlatmak;bunun hangisinin Kürt ve Türk halkları için faydalı olduğunu kanıTlamak,belirlemek gibi bir amacım yok.Ben sadece ister ayrı devlet olsun,ister federatif bir yapı olsun ya da başka bir şey olsun;bu talebin doğru veya yanlış olmasının ötesinde her topluluk,halk ve ulus için geçerli olabileceğini ve bir hak olduğunu ima ettim.Ki,aksi düşünüldüğünde bu çifte standart olur.Vurgulamak istediğim buydu.Ha,bu seçenek ve tercihler ne getirir ne götürür bu çok farklı bir tartışma konusudur ve elbette tartışmaya da(sizin dediğiniz şekilde)açık olmalıdır.
    Dolayısıyla bu noktadan haraketle ileri sürdüğünüz bazı iddialar da yine tartışmalıdır.Bir ulusal hareketin veya mücadele biçimi yahut örgütlenme şeklinin tanımın ne olduğu görecelidir.Bir taraf için “ayrılıkçılık”,”bölücülük”,”teröristlik”vs.gibi algılanırken madalyonun diğer tarafından buna “özgürlük mücadelesi”,”ulusal kurtuluş”,”kimlik ve ifade hakkı”diyecekler olacaktır.Bir tarafın “şehit” dediğine öbür kesim “işgalci” der.Birine göre “terörist” olan ötekine göre “özgürlük savaşçısı”dır.Bu örnekler daha sürer gider.Yani sizin belirttiğiniz gibi”tarihçiler(!)bölücü demiştir”demekle bölücü olunmuyor.Kimdir bu tarihçiler örneğin.Ve sizce her kendisine tarihçi diyenlerin beyanatı güvenilir ve tartışılmaz tek kaynak mı oluyor?Hani bu savlarınızı “bütün bunlar malumsa”gibi bir kesinlik ile noktalamışsınız,ama bana göre o “malum”olanın kesinliği yok.Size göre varsa bilmiyorum.
    Bu detayların dışında sanırım bazı konularda anlaşabilme zemini doğabiliyor.Tartışarak aydınlığa kavuşmayacak hiç bir nokta yok çünkü.

  56. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Anladığım kadarıyla şu da var, cemaatlerle birleşince “iyi kürt”, yok hayır DTP olunca “kötü kürt” olunuyor. Madem Kürtlerin “dernek kurma hakkını” savunuyorsunuz, oyla yapılan seçime de saygı duymak da gerekir. Cemaatler, siyasi aktör olduğu zaman da siyasi aktör gibi eleştirilir.

    ve tekrar ediyorum derin devletin ifşasını istiyorsanız bir de Nur operasyonu lazım bu ülkeye! yapacak babayiğit çıkar mı bilmem.

  57. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Gandhi ile Bedüizzaman karşılaştırılmış.
    Belki haklısınızdır, belki şahsı gerçekten hakkaniyetlidir, bilmiyorum.
    Bilmek istiyormuyum? Ne yalan söyleyim, Serkan Çekiç Bey’in dediği gibi herkesin özgürlük algısı kendine, beni hiç mi hiç çekmiyor.
    Ama haklı olsanız dahi, bugün gelinen nokta bambaşkadır, hiç öyle
    iyilik, kardeşlik, din, iman noktası değildir, eleştirdiğimiz bu işlerin
    siyallaşması, bu oluşumların iktidara şeffaflığı olmayan yollardan talep olması ve siyasi, ekonomik çıkar ilişkileridir ve bunun için bireyin itaatını kullanmasıdır.
    Bakarsanız Atatürk de benim için hakkaniyetli biridir, saygı duyarım kendisine, ama insanlar Atatürk’ü nasıl tekelleştirip, dokunulmazlaştırıp, idolleştirdiyse artık çıkış noktasından bambaşka yere gelmiştir olay.
    Kemalizmin ve Gülenizm(veya ne dresiniz artık), Jung’un tabiriyle birbirinin gölge yönüne dönüşmüş adeta. iki taraf ta sevmediği özelliklerini birbirine kakalıyor ve bununla var oluyor. ikisinin de güneydoğu politikası, kendilerine göre bir “dönüştürme”ye yönelik.

  58. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Olayı cemaatlerle birleşinceye indirgemek pek de doğru bir bakış açısı değil. Bakın şöyle açıklıyalım bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için bölücülük nedir? Bir Rusya Federasyonu Vatandaşı için Bölücülük nedir. Bu sorunun cevabı yaşadıkları ülkenin parçalanması bütünlüğünün bozulmasıdır öyle değil mi. İşte bu bütünlüğü bozacak her hareketi bölücü hareket olarak kabul ederim.Bu şu demek değil bu ülkeden kendi topluluğu için bir toprak parçası istediğinden dolayı ben onları terörist ilan etmedim terörist kabul etmemin sebebi sivillere yapılan saldırılar olurdu şüphesiz. Belki sorun bölücüyle teröristi aynı kefeye koyduğumu düşünmenizdir. Yani Kürtlerin başka bir ülke kurmak isteme hatta bu isteklerini kazanma hakkı bile var ve bu onları kötü bir topluluk yapmaz ancak bölücü yapar.Çünkü ülkenin bölünmesi savunuluyor anlatabildim mi.Bende ülke ve kendi çıkarlarım doğrultusunda bölücülüğe karşıyım. Değinmeyi unuttuğum bir konuda İngiliz,Amerikan düşmanı olabileceğim şeklindeki fikirleriniz bu ülkeleri iyi veya kötü kabul etmem ülkelerin çıkarları olduğunuı kabul ederim.Çıkarlar doğrultusunda Kendi ülkeminde duruşunu belirlemesini isterim.Snowquen Nur Operasyonu görüşlerinize kesinlikle katılıyorum.Bu arada size herhangi bir şeyi dayatma hakkım yok.Ancak mesela örnek veriyorum kesinlikle böyle bir şey olacağna ihtimal vermem.A

  59. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Pardon farklı bi klavyeden yazıyorum.Ama diyelim ki bir parti elinde bulundurduğu demokratik güç ile Şeriat düzenini getirmek istedi bu demokratik gücü ona sağlayan kitlenin ne kadar büyük kısmı bu gücü böyle bir amaç
    için kullanmasını istemiyor.Bu durumda şeriatın geldiğini ve erken seçim cart curt alternatiflerini olmadığını düşünürsek sokağa çıkıp tepkiyi bu yolla belirtmek doğal olur.Umarım diğer yazımdaki soru işaretlerinizin bi kısmınıda bu yolla silmişimdir.

  60. Yazan:MY Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Serkan Bey,

    Kanatimce mesele Seriat, hububat ya da Nebahat’in hakim olmasi degil. insanlarin özgürlüklerini kisitlayici her sisteme karsi çikmak lazim. Iran’daki Humeynizm ile Komünist Rusya’daki Leninizm’in ne farki var? Herkes “iyi” bir noktadan yola çikip bir deger sistemi kuruyor, sonra bu statik sistemi çok dinamik bir yapi olan insan topluluguna dayatiyor.

    Islam adina, isçilerin kutsal haklari adina ya da üstün(!) bir alman irki adina yapilan baskilar ayni yere varmadi mi?

    Bakin iki kisa yazi önereyim,
    Günah isleme Özgürlügü
    http://www.derindusunce.org/2008/02/27/gunah-isleme-ozgurlugu/

    Humeyni Lenin’i döver mi?
    http://www.derindusunce.org/2008/02/08/humeyni-lenini-dover-mi-ulus-devlet-bolum-iii/

    Bunlari bir süredir sitede tartisiyoruz, faydali olabilecegimizi umarim.

    Sevgiler

  61. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Mustafa Bey yazılarınızı okudum özellikle Humeyni Lenini dövermi yazınızı gerçekten beğendim. Durumu çok iyi özetlemişsiniz. Ancak eklemek istediğim bir kaç şeyide aklıma getirdi laiklik kavramını tartışırken kastettiğim şey devlet ve devletin laik olmasıydı zaten bütün bir ülkenin bütün bireylerinin laik olmasını bekleyemezsiniz bu çok saçma olur. Diğer bir şeyde çoğunluğun müslüman olduğu ülkelerde uygulanan liberal sistemlere islami liberalizm demenin doğru olmadığı kanaatindeyim.Çünkü daha öncede belirttiğim gibi ikisi bambaşka şeyler biri din biri bir ideoloji. Bu ideolojininde din konusunda tarafsız olduğunu teorisinde defalarca görmek mümkün. Katolik Liberalizm gibi bir şey bu. Diyanet konusunda ki fikirlerimiyse Kemalist Demokrasi olurmu yorumlarımın sonuncusunda yazmış idim. Sonunda hakaret etmeyi kesmenizden ne kadar memnunum bilemezsiniz.

  62. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Demokratik olmayan bir sistemde haklarımızı nasıl aramak için hangi demokratik yollara sahip olabiliriz. Örneğin İran, SSCB, K.Kore gibi ülkelerde doğru olduğunu savundğumuz değişiklikleri hangi güçle yapabiliriz??

  63. Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Ulusların kalkmasını savunaktayım…… Bana göre ulus kavramı kürtlük türklük zaten saçma ve üzerinde kafa yorulması gereksiz şeyler bu tür şeyleri belirleyici unsur olarak ülke kurmakta saçma. ……. Ve dünyadaki bütün toplulukların birleşmelerini (ancak kesinlikle belli bir zümrenin çatısı altında değil) savunuyorum………. Kürt teali cemiyeti tarihçiler tarafından bölücü olarak kabul ediliyomu?………. Bu cemiyet sivas kongresine ve beğımsızlık yanlısı birlşetirilmiş güçlere karşı uygulamalarda bulundumu?……….. Bunların cevabı kanıtlarla ispatlanmış olarak evet mi bu durumu çürütecek kanıtlarınız var mı?(Serkan Çekiç)

    Bu kanıtların hale hazırda çürük olduğunu ve sizin kanıt dediklerinizin de aslında bir zihniyetin ulus-devlet inşası sürecinde gerekli görülen bir takım uygulamalardan sayıldığı ve bunun da “Çağdaş demokratik bir toplum” olduğumuz iddia edilmesine rağmen hala en güvenilir olmasına kimsenin şaşırmadığı bir kurumun başkanı tarafından ifade edildiği söylense sizin için bu yeterli bir kanıt olur muydu acaba?

    Yüzyıllardan beri, Osmanlı topraklarında yaşayan muhtelif gruplar arasında bir kültür alış verişi yaşanmıştır. Anadolu coğrafyası, çok hareketli bir sosyal, ekonomik ve kültürel karakteristiğe sahiptir. Bu dinamik coğrafyada yüzyıllardır süregelen sosyal, ekonomik ve kültürel etkileşimlerimiz sonucunda farklılıklarımız törpülenirken, ortak paydalarımız ve değerlerimiz artmıştır. Burada bir bütünleşme ve benzeşme* söz konusudur. Dolayısıyla kültürel yaşamımızda farklılıklardan ziyade, ortak noktaların daha çok olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

    (*bu bütünleşme ve benzeşmenin var olduğu bir toplum yapısı “homojen” olarak tanımlanabilir değil mi?)

    Yukarıda ifade edildiği şekli ile bir bütünleşme ve benzeşme (homojen yapı!)neticesinde Ulus devlet anlayışının ikame etmeye çalıştığı “üst/ortak kimliğin ortak paydaları” yadsınamaz bir gerçek olarak mevcutmuş!(Bu satırlara bakarak tanımlananın bir ümmet değil millet olduğu sonucuna varabiliriz!)

    Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bir devrimdir. Devrimin amacı ise bir ulus- devletin yaratılmasıdır.

    Homojen yapıdan türeyen üst/ortak kimlikli bir ulus mevcut olduğu halde bir devrim ile inşa edilmek istenen ne idi öyleyse?

    Modernleşme ve merkezileştirme adı altında alınan tedbirlerle ikame edilip,her türlü ihtimale karşı mukavemet kazandırılmaya çalışılan yeni(!) bir idari sistem=devlet!?

    Devlet, Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen isyanlar nedeniyle alt/ikincil kültürel kimliklerin üst/ortak birincil kimliğin önüne geçmesi ihtimaline karşı elbette bazı tedbirler almıştır. Alınan bu tedbirleri asimilasyon politikası olarak değerlendirmek doğru değildir. Bu tedbirler, ulus-devlet inşası sürecinde gerekli görülen bir takım uygulamalardır. Fakat bu uygulamalarla homojen etnik bir yapı inşa etmek amaçlanmamıştır.
    * *
    Asimilasyon olmadığına göre özellikle Cumhuriyet döneminde, 1938 yılına kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde meydana gelen isyanların nedenleri nedir?

    Zor soru;yumurta-tavuk,tavuk-yumurta gibi!Ortak paydaların ve değerlerin artmış olduğu, bir bütünleşme ve benzeşme söz konusu olduğu toplumda isyanların sebebi ne olabilir ki?

    Veilen cevapta sıralanmış 4 maddeden 2’si;

    – Cumhuriyetin başlattığı modernleşme ve merkezîleşmenin doğal bir sonucu olarak, merkezî bir yönetim biçimine karşı yerel tepkiler,

    – Devletin bazı memurlarının bölge halkına zaman zaman kötü muamelede bulunması.

    Neden kötü muamele?Kötü muamelenin gerekçesi ne olabilir?

    Örneğin, Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan zorunlu iskân politikaları bazıları tarafından yanlış değerlendirilmektedir.
    * *
    Entegrasyon elbette sadece, kimlikler üzerine dayandırılmamalıdır. Asırlarca kader birliği yaptığımız, kederde ve sevinçte ortak olduğumuz bireylerle ortak bir gelecek tasavvurumuz ve ortak değerlerimiz, bizleri birbirimize bağlayacak en büyük neden olmalıdır. İmparatorluğun çöküşüne şahit olmuş Cumhuriyetin kurucu kadroları, İmparatorluğun son iki yüz yıllık acılı tarihinden de etkilenmiştir. Ancak Cumhuriyeti, acılardan beslenmiş intikamcı bir hafıza üzerine kurmamışlardır. Cumhuriyeti ve ulus-devleti kuranlar, etnik veya dinî referanslı bir milliyetçilik anlayışı benimsememişlerdir.

    * *

    Netice olarak şunu söyleyebiliriz:
    – İkincil kimlikler ancak ikincil kültürel kimlik şeklinde bireysel seviyede yaşanabilir, geliştirilebilir ve korunabilir. Bunu kültürel bir zenginlik olarak görüyoruz. Bireysel özgürlüklerin sınırının, azınlık ve grup hakları ile kesişmesine, yeni azınlıklar ve üst-kimlikler yaratılmasına izin veremeyiz.

    Yeni üst kimlikler yaratılmasına izin veremeyiz!Kimler izin vermeyecek?Vermeyecek olanların “kimlikleri” nedir?

    Burada karşı karşıya kalınan diğer bir soru da şudur: İkincil kültürel kimlikler doğrudan doğruya mı tanınacaktır yoksa sadece bireysel seviyede ikincil kültürel özgürlüklerin önünün açılması yeterli midir?

    Çağdaş demokratik toplumlarda, üst/ortak kimliğin dışında, kültürel ikincil kimlik özelliklerinin de dile getirilmesi ve yaşanması mümkündür. Önemli olan kültürel ikincil kimliklerin, bizi bir arada tutan üst/ortak kimliğin önüne geçerek, onu parçalayan egemen bir kimlik haline dönüştürülmemesidir.

    Bu cümleden anlaşılan egemen bir üst kimliğin olduğu gerçeğidir.Ulus inşa edilirken bu üst kimliğin kayıt ve şartları belirli öğelere dayandırılmıştır.Bu durumda egemenlik, salt vatandaş olması yeterli görülmeyen bir “milletin” değil aksine inşa edilmiş olan bir “üst/ortak kimliğindir”

    Bu nedenle de bireysel seviyeyi aştığına karar verilen(!) ikincil kimliğin her bir faliyeti,talebi, inşa edilen birincil ulus kimliğini “parçalayan” olarak görülüp,alınan tedbirler gereği de suçlanıyordu.

    Laik olduğunu söyleyen ve çağdaş demokratik bir toplumun bireyleri olarak tüm vatandaşlarını eşit kabul ettiğini iddia eden bir devletin bu suçlama noktasında öncelikli amaç ve görevi ne olmalıdır sizce?

    – Türk milletinin bağımsızlığını, bütünlüğünü,
    – Ülkenin bölünmezliğini,
    – Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak
    – Ve kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak şeklinde belirtmektedir.

    Sıralama bana ait değil öyle olsaydı en sonuncu madde ilk başta olurdu ve vatandaşları refah,huzur ve mutluluk içinde olan bir ülkenin de devletini korumak için ilk üç maddeyi yazılı hale getirmeye ihtiyaç duyulmazdı.

    Ama maalesef askeri zihniyet bu sıralamanın ilk üç maddesini “güvenlik” kapsamında değerlendirerek kendi görev ve sorumluluğuna dahil ediyor.Son maddeyi kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamayı ise diğerleri ile hiçbir ilişkisi yokmuş gibi görünürde sivil siyasetçilere bırakıyor.Salt vatandaş olması yeterli görülmeyen bir de egemen kimlik tarafından üst kimlik dayatmasına maruz kalan bireyin kendini huzurlu ve mutlu hissedeceği ortamın oluşmasını temin edebilmek için giriştiği her kolektif çaba ise “bireysel seviyenin” aşılması olarak görülüyor.Bu durumda bütünlüğü ve parçalanmayı önlemekte kendilerini en güvenilir kurum olarak tanımlayanlar devreye girip “seviyeyi” makul seviyeye çekiveriyorlar.

    Bu aşamada Durhat beyin yorumuna katılmamak mümkün değil.Ayrıca size yöneltmiş olduğu soruya aradığınız cevabı bulabilmek için de bu yazıdan yararlabilirsiniz sanırım.

    Yani Kürtlerin dernek kurmaya,haklarını aramaya ne bugün ne de geçmişte hakları var öyle mi Serkan bey.Eğer bunu düşünmüyorsanız,sormak istiyorum bir halkın kendi varlığını,kimliğini,kültürünü savunmuş olması acaba zatıalınız tarafından neden düşmanlık olarak değerlendiriliyor?(durhat)

  64. Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Düzeltme;

    Örneğin, Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan zorunlu iskân politikaları bazıları tarafından yanlış değerlendirilmektedir……cümlesi ile başlayıp …

    Bireysel özgürlüklerin sınırının, azınlık ve grup hakları ile kesişmesine, yeni azınlıklar ve üst-kimlikler yaratılmasına izin veremeyiz. ……cümlesi ile biten kısım da adı geçen kurum başkanının konuşmasından alıntıdır.”bquote” olarak işaretlemeyi unutmuşum.

  65. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Serkan Bey

    Bediüzzamanın Kürt Teali Cemiyetine üye olduğu tamamen iftiradır.

    Bu katmerli iftiranın başını çeken, Selçuk Üniversitesinde öğretim görevlisi olan bir avuç “Kemalist Türkçü” akademisyendir.
    Bunlar, 1998’de kitap çıkardılar. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi isimli bu kitapta, Bediüzzaman’a açıktan açığa iftira ettiler.
    Bunları söyledikten sonra aşağıdaki sorularıma cevap verirseniz memnun olurum.

    1. Bediüzzaman KTC kurucusu idiyse veya üyesi idiyse, neden “Milli Meclis”’e davet edilip alkışlandı? 19 Kasım 1922’de kendisi burada resmî bir törenle karşılanmıştır. Lütfen alıcılarınızın ayarıyla oynamayınız. Yanlış duymadınız 🙂 resmi törenle karşılanmıştır ? Neden ?

    2. Adı geçen kitapta, kurucuları arasında Bediüzzaman Said Nursi isminin de eklendiği Kürt Teali Cemiyetinin, aslında “6 Kasım 1917’de kurulduğu” belirtiliyor.

    Bu tarihte Bediüzzaman İstanbulda mıydı? Rusya’da esir miydi?

    Esir kişi, nasıl olur da cemiyet kurar veya cemiyete üye olur?

    3. Esaretten sonra siyasete hiç karışmayan, şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçarak Allah’a sığındığını söyleyen Üstad Bediüzzaman gibi bir şahsiyet, nasıl olur da “Kürt Teali” gibi ayrılıkçı siyaset fışkırtan bir cemiyete dahil olur.?

    4. Kürt Teali Cemiyeti üyelerinden Gazeteci Mevlânzâde Rıfat, Bediüzzaman’a bağımsız bir Kürt Devleti kurulması fikrini bir mektupla bildirmiş. Said Nursi cevabî mektubunda, Sert bir dille; Devlet-i Aliyye’yi yeniden diriltmek için yapılacak her türlü hareketin içinde yer almaya hazır olduğunu, ancak Kürt Devleti tahayyülünün sadece İslâm düşmanlarının işine yarayacağını ifade ettiğini duymuş muydunuz?

    5. 11 Nisan 1920’de Şeyhülislam Abdullah Efendinin Kuva’yı Milliye aleyhindeki fetvasını geçersiz ve etkisiz hale getiren mukabil bir fetvaya kim imza atmıştır.? Delil olarak da : “İşgal altındaki bir memlekette, İngilizlerin emri ve tazyiki altında bulunan bir idarenin ve ona bağlı meşihatın fetvası mualleldir (geçersizdir).” diyen Kimdir ?

    6. Kurtuluş Savaşı yıllarında İngilizlerin bir takım entrikalarını, oyunlarını; yazmış olduğu eserlerle bozan ve bu karmaşa ortamında halkın bilinçlenmesini sağlayan bu yüzden İngilizlerce hakkında idam kararı verilen kimdir?

    Google arama motorunun doğruyu ve yanlışı, gerçeği ve iftirayı ayırt etme özelliği yok Serkan Bey.
    Araştırmalarınızı derinleştirin. Yazdıklarımı kişisel mesele haline getirmeyin lütfen…Sürekli doğruyu ve Hakkı arayan kişi olamanız dileği ile…Yazdıklarımı sizi düşünen bir ağabeyin nasihatı olarak alın…

    Muhabbetle…

  66. Yazan:durhat Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Gandhi ile Bedüizzaman karşılaştırılmış.(SQ)
    Evet,ne var bunda?Bunu da mı sorun yapacaksınız.
    Ayrıca herkesin özgürlüğü kendisineyse bu telaşınız dedir.
    Neden Bediuzzaman veye bir başka islamî şahsiyet gündeme geldiğinde “kırmızı görmüş” boğa misali size bir haller oluyor?
    Yani “herkesin özgürlüğü kendine” diyeceksiniz ama nedense birilerinin özgürlüğü söz konusu olduğunda bunu olmadık seneryalora yorarak tu kaka göstereceksiniz.Bu mu özgürlük anlayışınız?
    Sormak lazım,başkalarının düşünce,inanç ve ifade özgürlüğünü şahsınıza ve topluma bir tehdit olarak algılama psikolojisinin mantığı nedir?İster bu,sizin tabirinizle cemaatleşme şeklinde olur,ister bireysel bir hak olarak görülür ister farklı bir örgütlenme şeklinde…Şiddete başvurulmadığı,toplumun güvenlik ve asayışını tehdit etmediği ve baskı yoluyla dayatılmadığı sürece neden sizi bu kadar kaygılandırıp rahatsız ediyor?Ayrıca insanların cemiyet oluşturma,örgütlenme biçimini kendi değer yargılarınız üzerinden yarar-zarar kriteriyle ölçme hakkını nereden buluyorsunuz?
    Ha,deseniz ki “bu tür cemaatleşmelerin otoriter bir yapıya dönüşme riski var”kısmen anlaşılabilir.Lakin,siz burada da çifte standartlı davranıyorsunuz.Nedense bu olası,”gelecekte muhtemel” diktalara kafa yorarken 85 yıldır varolanı görmezden geliyorsunuz.Yoksa size göre bir dikta rejimi hiç olmadı mı?Olduysa da “diğerine”göre daha mı az zararlı,nedir varmak istediğiniz nokta,bir açıklama getirin de anlayalım.
    Ama yok,sizin için sadece islam ve özelinde AKP hükümeti bu korkuların kaynağı ise bir şey diyemem.
    Anlamıyorum,bütün yorumlarınız aynı ezberler üzerine kurulu.Bir islam korkusu ve antipatisidir almış gidiyor.Onun dışında da bir kere olsun kazara dahil farklı bir görüş belirttiğize tanık olmadım.Yahu bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösteriyor.Sizde maalesef böyle bir mucizeye rastlanmadı bugüne kadar,bilmem yanılyor muyum?

  67. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Durhat bey gandhi Hindu, Saidi Nursi Müslüman. İslamiyetle hinduizm çok farklı dinler. Gandhi üzerinde saidi nursininkine benzer bir putlaştırma yok.Varsada bizim haberimiz yok.Gandhi daha siyasi bir hayat yaşamışken saidi nursi daha çok dinle ilgilenmiş.Kaldıki Gandhi de süper bi şahıs değildir evet müslüman ve hinduları kanka yapma çabası vardır fakat ondan sonra eline kast sistemini kaldırabilecek güce sahip biri hindistana gelmedi o da kaldırmamıştır(Bu da az değil yani) Farklı kulvarlardan kaynaklanan bir abeslik var yine hemen gaza gelmişsiniz.

    Bahadır Bey bildiğim kadarıyla ankaraya gelmesindr atatürkün ısrarlarınında etkisi büyük ankaraya geldiğinde halkın coşkusu beni pek etkilemedi anadolu halkının din alimlerine sıradan tepkisi.ankarada kaldığı günlerde yeni kurulan devlete hakim olan kadronun dine bakış tarzının menfi olduğunu görünce on maddelik bir beyanname hazırlayarak meclis azalarına sunmuş.bu beyannamede yeni inkılabın mimarlarını islam şeairine sahip çıkmaya çağırmış.Atatürkle bir kaç görüşmesi olmuş.Bi kaç mevki teklif edilmiş sonrada van a gitmiş.4 ve 5 maddelerse cidden elle tutulur şeyler.anladığım kadarıyla 4. madde direk olarak mustafa nezihi polattın mülakatından alıntı.Mustafa bey in ise bu konuda tarafsız olmasını beklemiyorum sanırım bulakat Saidi nursi ile onunda tarafsız olmasını beklemiyorum.5. madde ise Hutuvat-ı Sitte de mevcut bildiğim kadarıyla.Kaldı ki altı ve beşin kürt tealiyle alakasını tam olarak yok. 4. maddedeki mektup yada yada bunla ilgili uygun tarihli bir belge varsa bildiriseniz sevinirim.Zira 4 den umudumu kesmiş değilim.Çünkü okuduğum şeyler neticesinde saidi nursinin kürt tealiyle pek alakası olmadığı sonucuna vardım.Ancak selahaddin torunları sözü hala varlığını koruyor ve o dönemde birden fazla şahidi var(söz çünkü).Yine de saidi nursi anladığım kadarıyla bölücü değilmiş. Teşekkürler. Şu ağabey muhabbetine hiç girmesek orta okulda da din hocam girdiydi veli toplantısında annemlere açılmış (abilere gitsin ders çalıştırılar hem beleş cart curt). Annem pek sallamamış. O aklıma geldi. Kaldı ki konu hakkında bir öğretici olacaksa ne nefret ne de sevgi besleyen biri olmasını(Böyle bir insan aslında yok) tercih ederim. Bulma şansım olmadığından ötürüde kendim araştırmayı yeğlerim. Diğer yandan bu demek değil ki sizin saidi nursi ile söylediğiniz herhangi bir şeyi sallamam.

  68. Yazan:durhat Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    İlahi Serkan bey,ben Gandhi müslüman,Saidi Nursi Hindu falan mı dedim.E,güneydın vallahi!Çok da kıvrak bir zekaya sahipmişsiniz,öyle bir iddia bulunmuşsunuz ki hemencecik nasıl da “gaza geldiğimi”çözüvermişsiniz.
    Sanırım biraz daha coşarsanız ben de yakında hinduizme,brahmanlığa falan terfi edeceğim gibi geliyor.
    Google arama moturuna devam.Pek eğlanceli oluyor inanın.
    Yok yok iyisi mi siz bu engin görüşlerinizi bir kitapta toplayın.Adı da”Bir liberelden inciler”olsun.Mizah niyetine iyi gider.

  69. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Ya kimsenin Gandhi ile saidi nursinin karşılaştırmasını sorun yaptığı falan yok kendi kendinize stres yapıyosunuz. Google a kurban olun siz. Yanlızca gandhi ve saidi nursi farklı kulvarlarda karakterler. Bu farklılığı anlatmaya çalıştım bu çabamın bir parçasıydı gandhi hindu saidi nursi müslüman demek.

  70. Yazan:durhat Tarih: Nis 18, 2009 | Reply

    Valla ben gayet rahatım.Niye stres yapayım ki,sayenizde bayağı da eğleniyorum.Yahu ben saidi nursi ile gandhi’nin aynı dava adamı olduğunu falan mı iddia ettim.Eğer birazcık anlama zahmetinde bulunsaydınız,zaten benim de birbirinden farklı karekterlerin,siyasi veya dini aktörlerin,liderlerin aynı zamanda farklı insan topluluklarınca anılabileceğini,tartışılıp konuşulabileceğini ima ettim.Bunda abartılacak ne var?Kaldı ki bir benzetme ya da karşılaştırma falan da yapmış değilim.Benimkisi çok basit ve anlaşılır bir kuram:Bir görüş,düşünce ya da eylem,kimden geldiğine kimin tarafından yapıldığına göre değil,neden-sonuç ilişkisine göre değerlendirilmeli dedim.Doğru olur yanlış olur,katılırız katılmayız,ama doğru-yanlış kriteri ait olduğu kişiye göre değişmez.Ha bu,Marks olur,Evliya Çelebi olur,köy imamı olur,Ahmet Mehmet olur.Bunu anlamak bu kadar mı zor.

  71. Yazan:MY Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    ayni fikralar kemalist paranoya veya Humeyni Iran’i için de uydurulabilir ama RainBurg takma adli birisi bu versiyonlari yolladi:

    Pipo

    Gürcü delegeler Stalin’i çalışma odasında ziyaret eder. Görüşme bitip delegeler odadan çıkarken Stalin piposunu aramaya başlar. Kağıtların altına, masaya bakar bulamaz. Bunun üzerine siyasi polis şefi Lavrenti Beria’yı çağırır: “Gürcüleri koridorda yakalayıp bak bakalım. Pipomu onlardan biri mi almış?” Beria koşarak çıkar. Bir süre sonra Stalin piposunu masanın altında bulur. “Beria, gel buldum pipoyu gerek kalmadı.” Beria cevap verir: “Biraz geç kaldınız efendim. Delegelerin yarısı piponuzu aldığını itiraf etti. Geri kalanı da sorgulama sırasında öldü!”

    Beş dakika

    Sibirya’daki bir hapishanede üç tutuklu sohbete dalar. Birincisi: “Beni hapse attılar çünkü fabrikaya hep 5 dakika geç geliyordum. Sabotaj yapacağımdan şüphelendiler.” İkincisi: “Ben hapisteyim çünkü fabrikaya hep 5 dakika erken geliyordum. Ajan olduğumdan şüphelendiler.” Üçüncüsü: “Ben fabrikaya hep zamanında geliyordum. Batı icadı bir saatim olduğu için hapse atıldım.”

  72. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Gandhi’yle Beduizzamın karşılaştırılmasını sorun yapmadım bence yanlış anlamışsınız Durhat Bey. İslami şahsiyet görünce kimse “kırmızı görmüş boğa” gibi olmuyor.
    Önüne gelen Gandhi’yi birine benzetiyor zaten, Kılıçdaroğlu da benzetilmişti:)

    Cemiyetler, siyasal aktör haline gelirse “SİYASİ AKTÖR GİBİ” eleştirilme mesuliyetini aldığından yarar-zarar kriterini ölçmek normal olandır bir daha tekrar etmeye gerek yok sanırım. Artık telaşın ne olduğunu anlamışsınızdır umarım. “aman kutsalıma dokundurtmam” devresi, iş siyasete dönüştü mü biter. “bu gelecekte olabilecek”bir durum değil, bizzat yaşadığımız durum. Derin devlet tasfiyesi istiyorsanız Nur cephesini de bir inceleyim bakalım.

  73. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Serkan bey,

    Eleştirmekte serbestsiniz. Dilber halanın dediği gibi Nursi lafı ortaya söylemiş, alan alır, almayan almaz. Herkes katılacak gibi bir durum yok. Her söylediği doğru olacak diye de bir şey yok. Açık olan şu ki Nursi, radikal bir adam. Günümüz tatlı su müslümanları gibi medeniyet hatırına dine ait hükümleri eğip bükme gibi bir gayretin içine girmemiş. İnkılaba karşı çıkmasını anormal karşılamanız anormal. Elbette tepeden inme emirleri eleştirmemek gibi bir şey söz konusu olamaz. Şapka devrimi yüzünden birçok insan asıldı. Ezanı Arapça okuyor diye insanlar yaka paça hapse atıldı. Tarikat şeyhlerinin istisnasız hepsi hapislerde süründü. Osmanlıca yazıtlar kırıldı, tahrip edildi. Hilafet kaldırıldı, tekkeler, medreseler kapatıldı. Camiler ahır olarak kullanıldı. İnsanlar Kur’an’ı bile Jandarmadan gizlemek durumunda kaldı. Sapık bir din düşmanlığı furyası içinde din adamlarının rejime muhalif olmasından daha doğal bir şey olamaz.
    Zaten o dönemde kafası birazcık çalışan tüm aydınlar rejim düşmanıdır. Yahu “Aldırma gönül aldırma” diye şarkıları söylenen Sabahattin Ali bile içki sofrasında Atatürk’e hakaret etti diye hapse tıkılmış. PArti programına “Partimiz dine hürmetkardır” yazdığı için kapatılan partiler mi desem, ders-i azamlıktan ilkokul öğretmenliğine getirilen muhalifler mi desek, desek desek sabaha kadar bitiremeyiz.
    Bu din adamları Rıfat Börekçi’nin aptığını yapmadığı; poposunu kurtarmak için rejimin kararlarına “b.ktan bir imza atıverdim” demediği için değerlidir. Atatürk’ün cenaze namazının kılınmaması kadar acayip bir noktaya taşınmış nevi şahsına münhasır bir laiklik anlayışına karşı çıkmak da elbette aydınlığın gereğidir.
    Atatürk’ün hatırına bu insanlar ilkelerinden taviz veremezler hoş.
    Onlara getirilen “devrim düşmanı” eleştirisi de ! boş bir eleştiridir.
    Said Nursi bunu şöyle ifade ediyor:
    İnsanlar ele bakar, kalbe bakmaz. Kanunlara aykırı bir fiilde bulunmadıkça ifadelerimizden, düşüncelerimizden dolayı bizi suçlayamazsınız, diyor.

  74. Yazan:durhat Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Bir Nur operasyonu çağrısıdır almış gidiyor tarafınızdan sn.snowqueen.Biraz daha açar mısınız?Mesela dini cemaat kuruyarlar diye sizce topyekün kodese falan mı tıkılmaları gerek?Sözünü ettiğiniz akımdan toplumu kurtarma adına bir seferberlik,olağanüstü hal,operasyon falan mı gerçekleşmeli?”Operasyon”dan kastınız bu değilse nedir öneriniz ve başka yöntemlerle önlem alınmasını neye,hangi suça karşılık istiyorsunuz?Mesela silahlı çete falan mı kurmuşlar,cinayet mi işliyorlar,gazete mi bombalıyorlar?Bunlar değilse nedir alıp veremediğiniz?Yoksa sizin dünya görüşünüzle örtüşmemiş olması operasyonel bir “temizlik”ile ortadan kaldırılması için yeterli neden mi sayılıyor?Bunları bir açsanız da öğrensek.Belki de sizin farkında olup da bizim gibi gafillerin dikkatinden kaçan başka önemli nedenleriniz vardır.Açıklayın ki netleşsin.

  75. Yazan:durhat Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Bu arada unuttum.İş siyasallaşmaya gelince “işin rengi kaçar”anlamında,kaygı ve telaşınızın boşuna olmadığını belirtmişsiniz.Pekâla,sizce konuşması bir ordu gazeteciyle takip edilen,her söylediği söz pür dikkat dinlenen GK başkanının tavrına ne demeli?Bir devlet memuru nasıl oluyor da memleketin tek sahibiymiş gibi söz ve yetki sahibi olabiliyor?Sizce gelecek üzerine kurgulanan kehanetler kadar “siysallaşma” sayılmıyor mu bu?Yoksa ordudan gelince endişe edecek bir durum mu kalmıyor?
    Yani doğrusu anlamaya çalışıyorum ama anlamakta güçlük çekiyorum:GK bşk.lığı bir siyasi parti,GK başkanı da bir siyasi lider edasıyla siyasete-karışmak ne kelime-yön veriyor,yönetiyor;gerektiğinde tehdip edip hizaya getiriyor sorun olmuyor ve kaygı duyulmuyor…
    Ulusalcılar silahlı çete kurup silah üzerine yeminler ediyor,mafya ile işbirliği içinde memlekette terör estirip,cinayetler işleyerek bir korku diktası yaratıyor bu da pek kaygı yaratmıyor her nedense…
    Milliyetçi ona keza,ırkçılığı hortlatıp toplumu birbirine karşı kışkırtıp toplumsal çatışmaya zemin hazırlıyor,e bu da pek dikkate alınmıyor.
    Ne diyeyim,bütün bu saydığım karanlık ve kirli işler her yanımızı kuşatıp yaşamımıza müdahele ederken”imdat Nurcular geliyor!”demekle bu ülke nasıl temize çıkacak,demokrasi nasıl gelecek,bireysel özgürlükler nasıl güvence altına alınacak doğrusu merak ediyorum.Nedir bu paranoya,hem de bizi kuşatan bunca karanlık odak,çete,legal/illegal örgütler,silahlı yapılanmalar,militarist güçler vs.dururken.Bir açıklama bekliyorum sn.snowqueen,belki de benim yanıldığım ve dikkatimden kaçırdığım noktalar vardır,ne dersiniz?

  76. Yazan:MY Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Kemalistlerin temel derdi de bu zaten…

    Gandhi derler, ama Gandhi’nin yazdigi bir kitabi okudular mi? Bedüzzaman derler ama ne okudular onun yazdigi?

    Atatürk’ün yazdigi Nutuk’u okudular mi? O da yok. Okusalar görecekler ki Nutuk bir hatira kitabi. Ne kemalizm ne de Atatürkçülükten bahis yok. 1919’dan 1923’e kadar olan olaylari MKA’nin gözünden anlatiyor.

    Yani “bir ülke söyle önetilmelidir, anayasa böyle olmalidir” tarzi bir laf yok Nutuk’ta. Zaten Atatürk ilkeleri de Atatürk’ten bagimsiz olarak eklenip çikarilmis, o yillarin politik hayatina göre tekrar tekrar yazilmis.

    Ama bizim Kemalistler Atatürk’e hayran, Bedüzzaman’a düsman… Anlamadan, okumadan, dinlemeden, düsünmeden…

  77. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    @durhat

    Genel Kurmay Başkanı’nın tavrını beğenmedim. Kaçak oynuyor, başka bir düşman yaratıyor. Ortada hukuku ihlal eden bir durum varsa bir savcı çıkar ve inceleme başlatır. (Gerçi cemaatlere karşı bir inceleme başlatacak babayiğit bir savcı varmıdır acaba diye de karamsarlığımı belirtmiştim.) Bu GK’nın görevi değil!
    Ben ortada ciddi bir derin devlet ilişkisi olduğunu düşünüyorum, açık ve şeffaf olmayan herşey kafa karıştırır. özellikle bu güneydoğu politikaları, garip sermaye ilişkileri. Neden bahsettiğimi çok iyi biliyorsunuz. Opus Dei mübarek.
    Kimseyi topyekün kodese atmaktan falan bahsetmedim onu anca AKP yapıyor şu anda, terör örgütü kurmaksa AKP devlet terörü uyguluyor, korku imparatorluğuna dönüştük iyice, cadı avlarına gerek yok. açık bir toplum olalım yeter.Bu ayağın da bir kirli çamaşırları dökülsün bakalım, yeşil kuşak projelerinin, orta asya da açılan okulların hangi amaçlara hizmet ettiğinin vb.
    Yoksa isteyen istediği dini cemaati kursun bana ne.

  78. Yazan:snowqueen Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Bakın bu Opus Dei ne menem birseymiş, statüko nasıl dünyanın heryerinde benzerse bu işler de benzer galiba:)

    “1928 ylında ispanya’da katolik bir rahip tarafından kurulan bir örgüt. ..
    örgüt kadrolaşmada –elbette yönetici çekirdek dışında- büyük mülk sahipleri ve siyasetçilerden çok; her alanda uzman, teknokrat unsurlara ağırlık vermeye yönelmişti. ispanya iç savaşından sonra üniversitelerin yönetiminde etkin bir konum elde ederek özellikle yurtdışı burs, doktora vs. imkanların kullanımını yönlendirmeleri, bu stratejiye büyük yarar sağladı. sonraki aşamada örgüt bizzat orta ve yüksek öğretim kurumları ve yurtları açarak eğitim sektöründeki denetimini kurumlaştırdı.

    1950’lerin ortalarından itibaren, artık iletişimden sanayi ve teknolojiye, kamu yönetimine kadar her alanda, iyi yetişmiş genç, “parlak” kadroların önemli bir bölümü, opus dei üyesiydi. örgüt böylelikle hem devlet üzerindeki etkinliğini, hem de “partilerüstü” bir görünümle saygınlığını geliştirdi…

    franco rejimiyle de işbirliği yaparak onun ideolojik söylem ihtiyacını bu opus dei yapılanmasını sağladı. franco hükümetlerinde opus dei üyesi teknokratlar kilit görevlere getirildiler.

    1982 de iktidara gelen sosyal demokratlar sahiden iktidar olabilmek için ordu ve kilise ile birlikte opus dei ile de mücadele etmek zorunda kaldı. ancak örgüt cia ile işbirliği yapıp latin amerikaülkelerindeki diktatörlükleri parasal ve insan kaynağı olarak finanse etmeye devam etti. hatta papalık bu örgüte yoğun antikomünizm yapması ve de katolik muhafazakarlığı temel alması sebebiyle statüsünü değiştirip önderine piskopos ünvanını verdi.

    devlet ocak dergah, tanıl bora-kemal can, iletişim yayınları

  79. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    MY bey bildiğim kadarıyla mahatma gandhi kitap yazmadı.Eğer yazdığı bir kirap biliyosanız söyleyin okumak isterim.Yazdığı yazıların derlemeleri mevcut gandhi ve şiddet dışı direniş/mahatma gandhi’nin yazılarından seçmeler (Emrys Westacott) okumuş idim.Risale yi okumadım takdir edersenizki kolay okunabilecek bir eser değil.Ancak bir kişi hakkında eleştiri yapmak için mutlaka yazdığı bir kitabı bitirmek mi gerek Das Kapitali de okumadım ama sosyalistleride eleştiririm. Gandhi ve saidi nursiyi karşılaştırmak bence abes biri pasif direniş, hinduizm diğeri şeriat, islam farklı kulvarlar.Pele ve Charlie Chapline i karşılaştırmak nasıl garip gelirse buda bana öyle gerip geliyor.Size garip gelmeyebilir banane bende zaten çıkıp size herhangi bir hakaret yapmadım. Nutuğu okudum ancak atatürkle ilgili yazdığım nerden böyle bir sonuç çıkardınız merak etmekteyim. Evet hayranım kabul ederim süper bir özgrülükçü değildir ama dönemine göre oldukça başarılıdır.1929 buhranındaki tavrı İzmir iktisat kongresi hep takdirimi kazanmıştır. Saidi Nurside bariz bi şeriat yanlılığı varken sizin gibi özgrülük diye yırtınan birinin takdirini kazanmasıda kafamda soru işaretleri uyandırdı.Ama istediğiniz gibi düşünürsünüz banane. Yok kastettiğiniz okumamış kitle ben değilsem kim. bi ben varım burda saidi nursi karşıtı birde snowquen.Nefret falan ediyor değilim seversin sevmezsin umrumda değil sadece bu adamın şöyle bir sözü var o konuda napcaz diyorum.Siz de(burdaki siz çoğul anlamda) bunlar saidi nursiye düşman, hede yaparlar hödö yaparlar, pis kemalistler, faşist, ırkçı, dindar düşmanı diyorsunuz.Liberalliğime laf sokup duruyorsunuz fakat ben herhangi birine ne hakaret etmişim ne böyle düşünemezsin demişim saidi nursiye karşı olunca liberal olamıyomuyuz(tam şu anda adam smith mezarında ters döndü) fikirlerimi söylüyorum kimsenin fikrinede saygısızlık etmiyorum ha sağlam argümanlarla gelirsin saidi nursi hakkında kabul de derim ettimde kapılarımda kapalı değil yani.Bence bi saattir benim liberalliğime söveceğnize birazda kendi özeleştirinizi yapın.

  80. Yazan:MY Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Serkan Bey,

    MY bey bildiğim kadarıyla mahatma gandhi kitap yazmadı.Eğer yazdığı bir kirap biliyosanız söyleyin okumak isterim.(SERKAN)

    Gandhi’nin otobiyografisi vardir, Türkçe yayinlandi, mutlaka okumalisiniz.

    Ancak bir kişi hakkında eleştiri yapmak için mutlaka yazdığı bir kitabı bitirmek mi gerek Das Kapitali de okumadım ama sosyalistleride eleştiririm. (SERKAN)

    Burada yaniliyorsunuz, elbette okumadan fikirleri elestiremezsiniz. En azindan Komünist Parti Manifestosu’nu okusaydiniz. Bunlari okumadan yapacaginiz elestiriler havada kalir. insanlar sizinle dalga geçerler.

    Gandhi ve saidi nursiyi karşılaştırmak bence abes biri pasif direniş, hinduizm diğeri şeriat, islam farklı kulvarlar(SERKAN)

    Yine yaniliyorsunuz, Gandhi’nin siddete karsi durusu hiç de pasifist degil, kendisi çok güzel anlatiyor, okuyup anlamak lazim.

    Yine Gandhi’nin otobiyografisinde “bir insan öldüren insanligi öldürmüs olur” diyor ki yanlis hatiylamiyorsam tam böyle yazilmis bir ayet var Kur’an’da.

    Gandhi üstelik neden böyle düsündügünü ve inandigini da açikliyor, çok ikna edici.

    Protestan bir çevrede yetismis olan Immanuel Kant ise ahlak, vicdan ve erdemin kökenlerini sorguladigi ANITSAL eseri pratik aklin elestirisinde asagi yukari Kur’an ve Gandhi ile ayni seyi söylüyor.

    Demek ki Islam, Seriat, Hinduizm veya Protestanlik demeden samimiyetle hakikati arayanlarin yollari kesisyor bol bol.

    Yorumunuzun geri kalan kismini yanit vermeye deger bulmadim, beni düs kirikligina ugrattiniz.

    Saygilar

  81. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    MY bey 3 gündür uğradığım hayal kırıklığı yanında sizinki devede pira kalır.Kemalistleri eleştirirken sitenin bütün liberalleri destekliyor, sosyalistleri eleştirirken sitenin bütün liberalleri destekliyor ne zaman nurculuar,saidi nursiyi eleştirmeye başlıyorum alayı bana cephe alıyor.Bumudur tarafsızlık. Otobiyografiyi en kısa zamanda okucam hangi isim altında çıktığınıda bildirirseniz çok daha kolay bulurum.Marx ın Kominist manifestoyu,felsefenin sefaletini,fransada sınıf savaşımlarını okudum ama das kapitali okumadım. Saidi nursi hakkındada her iki tarafında 3 gündür sayısız makale yazı cart curdunu okuyorum ve kararımıda buna göre veriyorum.Risaleyide okucam ama o zaman kadar saidi nursiyi eleştiremezsin demek bence doğru değil. Gandiye gelirsek bi insanı eleştirirken dönemine göre eleştirmek gerek yoksa atatürk baskıcı acımasız bir dikdatördüde deriz gandhi pasifist değildide. O dönemi ve durumu karşılaştırın ne kadar pasifist olduğunu göreceksiniz.Birde kantı şeriatle yönetilen bir ülkeye götürüp bak hacı insanlardan din uğruna bunları istiyoruz süper dimi dediğimizde cevabı ne olurdu merak ederim. Kaldı ki her hakikati arıyanı karşılaştıcaksak o zaman saidi nursi ile nietzsche yi de karşılaştırabiliriz. Abes kaçmadımı kaçmadıysa tamam özür diliyorum. Kurana ve islamı eleştirdiğim yok eleştirim şeriata kurandaki şeriat böyle deil o süper bişimi diyorsunuz kuran de gelişim ve ilerlemeyle ilgili bildiğim kadarıyla 750 ayet var şeriat kuralları adalet cart curt hakkında 250.Gelişimi ve çağdaşlaşmayımı seçicez şeriatimi biri diğerini engellemez dierseniz.Engeller derim.(Faiz hukuku, miras hukuku, kadın hakları, özgürlükler)

  82. Yazan:MY Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Serkan Bey Tekrar Selam,

    Önce borcumu ödeyeyim,

    Gandhi, Bir Özyaşam Öyküsü, Cem Yayinevi
    http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=5068&sa=39775932

    yazarlarimizdan Ekrem Senai de okuyor su ara bu kitabi. Belki onunla konusma imkaniniz olur.

    Baskalarinin size karsi nezaketle ve hakkaniyetle davranmasini kendinize ölçü alirsaniz kendi özgürlügünüzden fedakârlik etmis olursunuz bence.

    Kibarliginizin ve bilgeliginizin kaynagi sizde olmali. Asik Veysel’in dedigi gibi: Güzelligin bes para etmez, bu bendeki ask olmasa 🙂

    Siz de size karsi kabalik edenlere kibarlikla cevap verin, Hz Isa gibi yapin. Sizin güzelliginizin yansimasinda kendi iyiliklerini göreceklerdir.

    Peygamberimiz de “insan insanin aynasidir” derken bunu kasdetmistir sanirim.

    Okudugumuz kitaplardaki güzellikleri yasantimiza yansitmayacaksak Hz Mevlana’nin benzetmesiyle “sirtina altin ve pirlanta yüklenmis eseklere” benzeriz.

    Siz siz olun, nezaketinizi ve adaletinizi baskalarina endekslemeyin.

    Sevgi ve saygi ile

  83. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    MY bey ortada bir hakaretim varsa şurda insanlara hakaret etmişsin derseniz tamam. Şimdi bunu geçelim kişisel olarak merak ediyorum sizce şeriat ve liberalizm aynı anda aynı ülkede yürüyebilir mi?

  84. Yazan:MY Tarih: Nis 19, 2009 | Reply

    Sekan Bey,

    Seriat kelimesinin bir kaç tane anlami var.

    Bunlarin bazisina karsiyim, bazisina da taraftarim. Taraftar olduklarim liberalizm ile uyusur. Ama liberalizm bunlara biraz kisa gelir.

    bu konudaki fikirlerimi çok özet olarak yazamam zira konular dogasi geregi karmasik.

    Ama çok emek vererek yazdigim bir kaç makale var. Eger okumaya niyetliyseniz linkleri vereyim.

    Not: Eger istanbulda iseniz 3H grubu bir seminer yapiyor, biraz erken gidip liberalizm hakkinda bilgili arkadaslar ile tartisabilirsiniz belki.

  85. Yazan:durhat Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    Serkan bey,

    Siteyi uzun zamandır takip ediyorum.Yorum yazmaya ise kısa bir süre önce başladım.Yani anlayacağınız “sessiz”müdavimlerden(i)dim.Yalnız,yorumlarını takip ettiğim katılımcalılardan biri de sizdiniz.Özellikle de ekonomiyle ilgili yazıları yorumladığınız biliyorum.Yorumlarınızı okuma nedenim ise, kendinizi liberal olarak tanımlamanızdı.Zira,daha önce de belirttiğim gibi,liberal düşünce dünya görüşüme en yakın olanıdır ve hâlâ da insanların talep ve beklentilerine cevap verebilecek yegane sistemin liberalizm olduğunu düşünürüm.Dolayısıyla yazılarınıza duyduğum ilgi muhtemelen buradan kaynaklanıyordur.Sizin dışınızda snowqueen rumuzlu katılımcı da yorumlarını okuduğum ve zaman zaman yorumlaştığım üyeler arasında.Elbette bu aynı zamanda tartışmayı da beraberinde getiriyor,ki anladığım kadarıyla siz de adı geçen arkadaşımız da tarmışmaktan rahatsızlık duyanlardan değilsiniz.
    Tabii bu fikir paylaşımında beklentilerimiz olmuyor değil.Sizin de olmuştur muhtemelen.Hem içerik,hem de üslup yönünde karşılıklı beklentilerin olması da gayet doğal.Tartışmaların kırıp dökmeden ve nezaket kuralları içerisinde olmasını hepimiz istiyoruz.Ancak tartışmanın akışı içerisinde bazen kantarın topuzu kaçabiliyor.
    Sadede gelecek olursak,muhtemelen yakındığınız yorumculardan biri de benim.Kabul ediyorum zaman zaman bu yönde hatalarım olmuştur.Ancak sizi kırmak ya da rencide etme amacında olmadığımı da bilmenizi isterim.
    Ancak,Mehmet(Yılmaz)beyin de belirttiği gibi saygı ve nezaket biraz da bizim elimizde.Ben,sizinle yorumlaşırken kısmen gerilmiş olan havayı dağıtacak daha ılımlı yorumlar da yazdım fakat siz pek oralı olmadınız.Bakın,daha dün geceye kadar kışkırtıcı yazılar yazmaya devam ettiniz.Ziyanı yok,eleştiriden kaçmıyorum.Ne var ki üsluptan maada dürüstlüğe ve objektifliğe önem veririm.İlla bir ikna zemini oluşmasa da(ki oluşmak zorunda değil)karşımdakinin biraz anlama çabası göstermesini beklerim.
    Peki siz ne yaptınız?Görüşlerimi yanlış yorumlamakta adeta özel bir çaba sarfederek bu tavrınızda ısrar ettiniz.
    Bir kaç örnekle açacak olursak;
    Tartışmamızın ekseninde Kemalizmin Liberalizmle ne kadar örtüştüğü,ikincisiyse Gandhi-Saidi Nursi karşılaştırması/benzetmesiydi.Gerçi bunları uzun uzadıya tartıştık,ikinci bir tekrarı çok da lüzumlu bulmuyorum.Kısa kısa değineceğim:
    1-Kemalizm,liberalizmle bağdaşmaz.Birbirinden çok farklı ideolojilerdir.İkisinin birden savunulamayacağının altını çizdim.Fakat bu sizin Kemalizmi benimsemeyeceğiniz ya da Atatürk’e hayranlık duymayacağınız anlamına gelmez ve ben asla böyle bir sonuç çıkarmadım.Sonuçta fikir sizin,tasarruf hakkı da sizindir.
    2-Saidi Nursi-Gandi karşılaştırması;bu iki şahsiyetin aynı davayı veya ideolojiyi benimsedikleri anlamında değildi;Kant’ın,Marks’sın ya da Gandhi’nin konuşulabileceği gibi bizden birinin de(ki bu ülkenin insanıdır) konuşulup tartışılabileceğini ima ettim.Özellikle de müslüman olmayan bir düşünür veya liderin müslümanlarca örnek alınabileceği gibi Saidi Nursi’nin de bu anlamda fikirlerinin tartışılmasında bir mahsur olamayacağını hatırlatmak istedim.
    3-Marks’ı okuyup anlamak için nasılki Marksist/Alman/Yahudi birden olmak;Gandhi’nin fikir ve eylemlerini anlamak için Hindu inancını benimsemek/Hintli olmak gerekmiyorsa,Saidi Nursi’yi okumak için de müslüman olmak gerekmiyor.Bunu savunmak demek “dinci”olmak demek değildir.Konunun anlaşılması adına dini inancımın olmadığını da ayrıca belirtme ihtiyacı duydum.
    Şimdi bu kadar ayrıntılı açıklamaya rağmen siz kalkar da bütün bunları”gaza gelmek”şeklinde yorumlarsanız,kusura bakmayın ama sizi ciddiye almam,dürüst de bulmam.Sorarım,nasıl bir “gaza”gelmişim,gazdan kasıt nedir.Dolayısıyla bu tarz bir yoruma nezaket bekleyemzsiniz,sizin kullandığınız dille size yanıt gelmesinini doğal karşılayacaksınız.Nezaket de,saygı da karşılıklı olur.
    Sonuç itibariyle siz fikirleri tartışmayı bırakıp habire laf giydirmeyi marifet sayarsanız sonuçlardan biraz da kendinizi sorumlu tutacaksınız.Bakın hâlâ aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsunuz.Yok efendim Kemalizmi,sosyalistleri eleştirirken siteden övgü alınıyormuş.Sünni islam,muhafazakarlar eleştirilince tepki alınıyormuş.Ne alakası var?Kim eleştiri hakkınızı engelledi,yorumlarınız mı sansürlendi?Hem,en başta şikayetçi olduğunuz benim.Peki görüşlerinizi eleştirdim diye ben şimdi dindar,dinci falan olup dindarları kollayıp taraf mı oluyorum.Yapmayın Serkan bey,tartışma bu şekilde olmaz.Eleştiriye açık olacaksınız.Saygı bekliyorsanız fikirlerinizle bunu hakedeceksiniz.Saygı derken dürüst tartışmadan sözediyorum yoksa öyle ekstra bir şey peşinde de değilim.Fikirlerime fikirle karşılık verilirse saygının alasını gösteririm.Bakın,Saidi Nursi’yi bir çırpıda ayrılıkçı örgüt üyesi yaptınız.Bu tarz yaklaşımlar doğru değil.Gerçi bunu düzeltiniz.Gerekirse yanlış bulduğunuz bir nokta olursa seve seve ben de düzeltmeye hazırım.Demekki bazı şeyler araştırıldığında daha sağlıklı tartışılabiliyor.Kimse sizden Saidi Nursi’nin fikirlerini benimsemenizi beklemiyor.Ne sizden,ne benden ne de başkasından kimsenin bunu beklemeye hakkı da yok zaten.Özgür düşünce budur.Neye inanacağımıza,tercih ve seçimlerimize elbette kendimiz karar vereceğiz.Ama bu,karşımızdakinin görüşlerini farklı yerlere çekmek şeklinde olmamalı.Hadise budur.

  86. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    Gandi’nin otobiyografisini okumaya devam ediyorum. Etkilendiğim bir anısı var Gandi’nin. Güney Afrika’ya gidiyor, avukatlık yapmak için. İngiliz sömürgesi. Zenciler ve Hindliler 2.sınıf olarak değerlendiriliyor. Bir arabaya biniyor, arabada İngilizlerin olduğunu ve kendisine hakaret edeceklerini bile bile. Nitekim adam, Gandi’ye, haddini bilmesini ve arabacının yanına geçmesi gerektiğini bildiriyor. Ve Gandi’yi dövmeye başlıyor. Mahatma, bir eliyle arabanın kolunu tutuyor ve oturduğu yerden kalkmamakta direniyor. Çok kötü dayak yiyor. Tekme tokat arabadan atılıyor.
    Evet, bu pasif bir direniş. Çünkü Satyaghara’ya göre şiddetle karşı çıkma şansı yok. Gandi, kitabı boyunca sürekli nefsi ile savaşını anlatıyor. Şiddete karşı direnişini, hayvan ürünleri yememek, içki içmemek konusundaki mücadelelerini, o derece ki hayvan ürünleri içinde olduğu için hasta halde ilaç almamak ve ölümü göze alacak kadar güçlü inançları.
    Said Nursi’de de aynı ilkeli duruş var. Rusya’da esir düştüğünde esir kampını ziyaret eden prensin önünde ayağa kalkmıyor. “Ben bir Müslüman din alimiyim. Dinimin izzetini muhafaza etmek durumundayım” diye idamı göze alıyor. Ve boynu ilmekte olduğu halde hiçbir taviz yok. Affediliyor.
    Said Nursi de hayatı boyunca hiçbir şiddet içinde bulunmadı. Sadece kitap yazdı. Siyasetle ilgilenmedi. Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım dedi. Elimizde nur vardır, topuz yoktur. Bize saldıranlara karşı kendimizi siyaset topuzuyla değil, nur ile müdafaa ederiz, muhabbet fedaileriyiz dedi. Bu zamanda insanları akılla, ilimle, fenle ikna edebilirsiniz, söz anlamayan vahşiler gibi cebir ve şiddetle değil dedi.
    Nur talebeleri de hiçbir zaman şiddete başvurmamışlardır. Tek bir örnek yoktur.
    Gandi ile paralellikleri böylece kurulabilir.
    Şeriat konusunda da, 31 Mart olaylarında Divan-ı Harpte yargılanırken kullandığı ifade önemlidir. Bana Divan-ı Harpte sordular, sen de şeriat istemişsin. Dedim ki: Şeriatın bir hakikatine, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat mutluluk sebebi, tam adalet ve erdemdir. Fakat ihtilalcilerin iseyişi gibi değil.
    Yine 31 Mart hadisesini şöyle anlatır:
    Ben Otuz Bir Mart Hâdisesinde şuna yakın bir hal gördüm. Zîrâ, İslâmiyetin meşrûtiyetperver ve hamiyetli fedâileri, hayatın cevheri makàmında bildikleri meşrutiyet nimetini, Şeriata tatbik ile, hükümettekileri adâlet namazında kıbleye irşad ve Şeriatın kudsi namını Meşrûtiyet kuvvetiyle îlâ ve Meşrûtiyeti Şeriat kuvvetiyle ibkà ve bütün seyyiât-ı sâbıkayı muhâlefet-i Şeriat üzerine ilkà etmek için bâzı telkinâtta ve teferruâtın tatbikatında bulundular. Sonra, sağını solundan fark edemeyenler –hâşâ– Şeriatı, istibdâda müsâit zannederek tûtî kuşları taklidi gibi “Şeriat isteriz!” demekle, hakîki maksat ortada anlaşılmaz oldu. Zâten plânlar serilmişti. İşte o zaman, yalan olarak hamiyet maskesini takınan bâzı herifler, o ism-i mukaddese tecâvüz ettiler. İşte ibretlik bir nokta-i siyah!..
    Demek ki sizin kafanızdaki şeriatten farklı bir anlamı var şeriatin. Burada uzun uzun şeriatın özünün cumhuriyet ve demokrasi olduğunu, zamanla hükümlerin tebeddül ettiğini, içtihad müessesesini uzun uzun anlatacak değilim. Şeriatin ne olduğunu anlamak için biraz da siz gayret ediniz. Bakın New York Times’ta yayınlanan şu makalede, ingilizce biliyorsanız çok güzel anlatılmış. Artık şu şeriati kol kesme, zani taşlama, adaletsiz miras paylaşımı filan gibi şeylerden azat edin Allah rızası için.

    http://www.nytimes.com/2008/03/16/magazine/16Shariah-t.html
    Ben de tembellik etmezsem makaleyi Türkçeye çevireyim bir ara inşallah.

  87. Yazan:Tarik Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    Seriat kelimesinin bir kaç tane anlami var.

    Bunlarin bazisina karsiyim, bazisina da taraftarim. Taraftar olduklarim liberalizm ile uyusur. Ama liberalizm bunlara biraz kisa gelir.

    bu konudaki fikirlerimi çok özet olarak yazamam zira konular dogasi geregi karmasik.

    Ama çok emek vererek yazdigim bir kaç makale var. Eger okumaya niyetliyseniz linkleri vereyim.

    Linkleri verir misiniz?
    Ben okumak isterim.

  88. Yazan:MY Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    Tarik Bey ve Serkan Bey, Selamlar yeniden,

    asagida sözünü ettigim yazilarin linkleri veriyorum. Serkan Bey’le de konustugumuz gibi
    kaliteli tartismalar yapabilmemiz için yeni gelen arkadaslarin daha önce yazilanlari
    yavas yavas okumasi gerekiyor.

    Yanlis anlasilmasin, “okuyun da gelin” demek istemiyorum kimseye. Ama senelerdir
    yazip çizdigimiz konular tekrar açilinca istiyoruz ki bir birikim olussun,
    dönüp durmayalim ayni yerde.

    Seriat, Demokrasi ve liberalizm konusuna bakisimi kisacik bir yazida özetlemistim
    meselâ, ilk yazi o. Arkadan gelen 3 yazi ULUS DEVLET adli bir seri. Eglendirici, Kisa ama yine de ögretici ve düsündürücü oldugunu umuyorum bu serinin. Humeyni Lenin’i döver mi? isimli (4) yazi tam da Serkan Bey’in sorgulamalarina yanit veriyor. Seriat adi altinda Iran, S. Arabistan vb rejimlerin hem demokrasiye hem de Islam’a aykiri hareket
    ettiklerini savunuyorum.

    5 numara Mustafa Erdoğan’in güzel bir incelemesi.

    6 numara benim kalemimden Liberalizme agir bir elestiri. Altindaki yorumlari da okumak lazim. Liberal dostlarimiz çok kaliteli yanitlar verdiler.

    iyi okumalar dilegiyle

    1) Günah işleme özgürlüğü
    http://www.derindusunce.org/2008/02/27/gunah-isleme-ozgurlugu/

    2) Ulus mu devlete aittir yoksa devlet mi …
    http://www.derindusunce.org/2007/12/26/ulus-devlet-bolum-i-ulus-mu-devlete-aittir-yoksa-devlet-mi-ulusa/

    3) Ulus-devlet ne kadar ulusal?
    http://www.derindusunce.org/2008/01/13/ulus-devlet-bolum-ii-ulus-devlet-ne-kadar-ulusal/

    4) Humeyni Lenin’i döver mi?
    http://www.derindusunce.org/2008/02/08/humeyni-lenini-dover-mi-ulus-devlet-bolum-iii/

    5) Islam ve Liberalizmin bagdasmasi üzeine “agir” bir yazi (2 bölüm halinde)
    http://www.derindusunce.org/2008/01/02/islam-ve-liberalizm-kisa-bir-bakis/

    http://www.derindusunce.org/2008/01/05/islam-ve-liberalizm/

    6)Liberaller neden basarisiz?
    http://www.derindusunce.org/2009/02/19/liberaller-neden-basarisiz/

  89. Yazan:Tarik Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    Yanlis anlasilmasin, “okuyun da gelin” demek istemiyorum kimseye. Ama senelerdir
    yazip çizdigimiz konular tekrar açilinca istiyoruz ki bir birikim olussun,
    dönüp durmayalim ayni yerde.

    1 ve 4’ncü yazıları okumuştum zaten. Bence “Müslüman’ın afyonu” serisini de bu bağlamda zikretmek gerek. Yeri gelmişken söylemek istiyorum; sizin bu yazılarınız olmasa zaten bu siteyi takip ediyor olmazdım. En nihayet, tartışabilmek için dahi önce ortak bir zeminde biraraya gelebilmemiz lazım. Bence sizin bu yazılarınız bu zeminin mükemmel birer örneği. Teşekkür ederim.

  90. Yazan:eg Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    islam ile liberalizm uyuşur mu sorusunu niye bu kadar önemsiyoruz anlamıyorum. yani liberalizm tüm “doğru”nun temsilcisi de her din ya da duruş bu ideolojiye göre konum almak zorundaymış gibi mi anlayacağız? sorunun kendisi yanlış bir sorudur zaten. liberalizm insanlığun ulaştığı son nokta mı ki ben dinimi bile ona bkaıp hizaya sokacağım…hayır fıtrat dini olan islam dini ile vahşi tabiatli liberalizmin uyuşturulma çabaları siyasi çabalar olarak kalmaya ve kadük bir konumda durmaya devam ederler ama bunu yaparken de dinin hakikatini liberalizmin vahşetine terk ederler hepsi bu!

  91. Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    Ekrem Senai,
    Bu iki kişinin siyaset(=uzlaşma faaliyeti!) dışı durduklarını ifade edebilmek için siyaseti şiddet ile yakın akraba kabul edip şeytanla ilişkilendirmek doğru bir izah yolu mu sizce?

    Şiddet hiçbir şekilde bir ikna/yönlendirme/yönetme yolu olamaz olsa olsa verdiğiniz örneklerdeki gibi sindirme ve yok etme yolu olabilir.

    Siyasetin böyle bir amacı olduğunu söylememiz ise mümkün değil.Bugün siyasetin, arkasına silahlı bir gücü almadan,demokratik bir ortamda var olması için insanlar gayret göstermiyorlar mı?

    Yazdığınız gibi bir siyaset-şiddet ilişkilendirmesi yapıldığında gücün kaynağı olarak “şiddet” kabul edilmiş olmuyor mu?
    Bu şekilde tanımlandığında elbette şiddete karşı durmak/siyaset dışı kalmak “ilkeli bir duruş” olarak yorumlanabilir.

    “Mahatma, bir eliyle arabanın kolunu tutuyor ve oturduğu yerden kalkmamakta direniyor. Tekme tokat arabadan atılıyor.Evet, bu pasif bir direniş. Çünkü Satyaghara’ya göre şiddetle karşı çıkma şansı yok.”

    “Ben bir Müslüman din alimiyim. Dinimin izzetini muhafaza etmek durumundayım” diye idamı göze alıyor.

    Sizin her iki örnekle vermeye çalıştığınız ve “pasif direniş” dediğiniz de bir siyasi duruş değil midir?
    Hayır değil derseniz Gandi yada Saidi Nursi inançlarını otobüse yada bir prensin önüne taşımadan da yaşayabilirlerdi demiş olursunuz ki bu durumda da maalesef “inancın bireysel seviyede” kalma sorununa takılır kalırız.

    Her iki kişide yaşamları yada kitapları ile halka hitap etmediler mi?Bu hitap karşılık bulduğu için kendilerine ses edebilme gücü,fikir ve inanç birliği içinde oldukları halk adına taleplerde bulunabilme imkanı sağlamadı mı onlara?

    Din izzetini muhafaza etmek yada Satyaghara’ya göre düşünmek,Mehmet Bahadır beyin alıntıladığı ifade ile illa da “tene hapsetmek” demek mi?
    İnançların dışa vurulmuş,fiiliyata dönüşüp yaşanır olma hali neden sadece ibadet denilen “dini ritüeller” olarak kabul edilip sınırlı bir anlama hapsedilmeli?Bunların dışa vurumu toplumsal hayata akseden etkileri neden siyaset olarak kabul edilmesin?
    Bugün ısrarla laiklik tanımı yapılırken söylenen inancı ve siyaseti iki ayrı kutuplarda,birbirlerine değmemesi gereken unsurlar gibi görmek demek değil mi zaten?
    Dinin kurumlaşması,siyasallaştılması gibi itirazları dillendirenler de benzer sebepler nedeniyle inançların siyasetten uzak durmasını istediklerini söylemiyorlar mı?

    Birileri din siyasette olusa şiddet(şeriat!) olur diyor,diğerleri de şiddet olduğu için zaten dinin siyasetle işi olmaz diyorlar!

    Saidi Nursi yazmı olduğunuz gibi siyaseti ve aslında kendi izlemekte olduğu yolu da çok güzel özetlemiş; “Bu zamanda insanları akılla, ilimle, fenle ikna edebilirsiniz, söz anlamayan vahşiler gibi cebir ve şiddetle değil”

    Satyaghara’ya göre düşünmek yada din alimi olmak siyaset yapmaya,akıldan fenden,ilimden yararlanmadan ikna edebilme yetisinden uzak olunduğu anlamına gelmez.Ama maalesef din alimi siyaset yapamaz yada yapmamalı gibi aydınlanma çağına(!)ait bir yanlış bilginin gölgesinde,karanlıkta kalmışız.

  92. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    mer’a-KIL hanım,

    Değerli tespitleriniz için çok teşekkür ederim. Dar bir zamanda, hızlıca yazmak zorunda kaldığımdan dolayı yorumumu epey bir çorba haline getirmişim, kusura bakmayın.
    Şöyle berraklığa kavuşturalım. Gandi de, Said Nursi de metod olarak şiddete karşıdır, şiddet kullananlara da karşıdır. Siyasetle şiddeti yanyana kullandığım için bunların arasında illiyet bağı kurulmuş. Böyle bir şey yok. Said Nursi’nin siyasete karşı çıkmasına sebep olan hadise, 1.dünya savaşından önce “İslam yok olacak” diye öngörüde bulunan müslüman bir adamın; nefsini tatmin etmek için sözünün doğru çıkmasını, İslam’ın yok olmasını dilemesini ve yine bir müslümanın, sadece kendi fikirlerine uymuyor diye diğer bir müslümanı “kafir” ilan etmesini gözlemlemesidir. Bu yüzden, ömrünün ilk yarısını aktif siyasetle geçirmiş olmakla birlikte, tabiri caizse tası tarağı toplamış ve kendini ilme adamıştır. Bu, siyasetten tamamen uzaklaştığı anlamına gelmez. Elbette sonuç olarak siyaseti etkilemiştir. İnönü, kaybettiği bir seçimin faturasını nurculara kesmiştir mesela… Gandi de özyaşam öyküsünün giriş kısmında hiçbir zaman siyasetin amacı olmadığını, hayatı boyunca sadece Tanrı’yı aradığını ve O’nu “hizmet”de bulduğunu söyler. Gandi’nin mücadelesi de, sadece haksızlığa boyun eğmeme, dimdik durma mücadelesidir ve evet sonuçları itibarıyla siyasidir.
    Elbette siyaset de fazilet üretebilir, buna kimsenin itirazı yok. Nursi’nin siyasetten, şeytandan sığınır gibi Allah’a sığınmasını, bir yakınma olarak almak gerekir. Siyasetin ahlakın önüne geçirilmesine tepkidir sözleri.
    Bunun yanında dinin siyasetten uzak durması gerektiğini düşünüyorum. Dini akımlar, kesinlikle siyasetten uzak durmalı. Bu, yöneticilerin dini aidiyeti bulunmaması demek değil. Belli dini grupların belirli partilerle birlikte anılması, oy kullanırken bile kollektif eğilimler göstermeleri gibi tuhaf durumlardan söz ediyorum.

  93. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    İlave:

    Ama maalesef din alimi siyaset yapamaz yada yapmamalı gibi aydınlanma çağına(!)ait bir yanlış bilginin gölgesinde,karanlıkta kalmışız.

    Hz.Peygamber zamanında bu mümkün olabilir. Bu zamanda mümkün olmadığını düşünüyorum. Din alimleri, ya ilim kisvesini çıkarmalı, ya da siyaset kavuğunu. Bunların birlikte olamayacağını iddia ediyorum. Geniş bir zamanda tartışabiliriz.

  94. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    İlave 2:

    Dinin kurumlaşması,siyasallaştılması gibi itirazları dillendirenler de benzer sebepler nedeniyle inançların siyasetten uzak durmasını istediklerini söylemiyorlar mı?

    Dinin kurumsallaşmasına, siyasallaştırılmasına ben de karşıyım. Ama bunu söyleyenlerle aramızdaki fark samimiyet… Onların bahaneleri, kendi oligarşik düzenlerinin devamını sağlamak, dindar insanların iktidar sahibi olmasını çekememe gibi sebeplere dayanıyor. Ben, dinin safvetini, kutsallığını korumak adına buna sahip çıkıyorum. Dindarlar giderek sekülerleşiyor, kapitalist zihniyete çok güzel ayak uyduruyor. Alarm zilleri çalıyor ! Dinimi sulandırıyorlar. Bu din, kafanı tavuk gibi yukarı aşağı kaldırıp indirmekten ibaret değil. Allah’a kulluk camiden çıkınca sona ermiyor. İslam için hizmet ettiklerini söyleyen siyasetçi abilerime rica ediyorum. Lütfen İslam’a hizmet etmekten vaz geçsinler. Onların vazifesi karnımızı doyurmak. Kendi işlerine kutsallık atfetmekten vazgeçsinler.

  95. Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 20, 2009 | Reply

    Ekrem Senai,

    Değer verip berraklığa kavuşturmak için gayret ve zaman sarf etmiş olduğunuz için sağolun.Geniş bir zamanda yanıt yazdığınızda vermiş olacağınız cevaplarla konu benim için oldukça netliğe kavuşmuş olacak.Bunun için şimdiden teşekkürler.

    Elbette siyaset de fazilet üretebilir, buna kimsenin itirazı yok. Nursi’nin siyasetten, şeytandan sığınır gibi Allah’a sığınmasını, bir yakınma olarak almak gerekir. Siyasetin ahlakın önüne geçirilmesine tepkidir sözleri.

    Sanırım “siyaset” kelimesinin sizde ve bende çağrıştırmış olduğu anlamlar farklı.Anlayabildiğim kadarıyla siz de siyasete Nursi’nin baktığı pencereden bakıyorsunuz.

    Said Nursi’nin siyasete karşı çıkmasına sebep olan hadise, 1.dünya savaşından önce “İslam yok olacak” diye öngörüde bulunan müslüman bir adamın; nefsini tatmin etmek için sözünün doğru çıkmasını, İslam’ın yok olmasını dilemesini ve yine bir müslümanın, sadece kendi fikirlerine uymuyor diye diğer bir müslümanı “kafir” ilan etmesini gözlemlemesidir.

    Şimdi bu iki adamın nefislerine esir olmalarını “siyaset” olarak mı kabul edeceğiz?Her iki adamın da İslam dininin özündeki ahlak anlayışından nasiplenebilmiş olduklarını söylemek pek mümkün değil elbette ama siyaseti bu iki adam örneğinden ele alıp “ahlaksızların” kulvarı gibi düşünmek ve “benzeşmemek” için dışında kalmak, ipin boynuna takılacağını bile bile diz çökmeyişteki ilkeli duruşla çelişmiyor mu sizce; kirlenmemek için çamurdan uzak durmak!

    Siyaset ve ahlak iki ayrı kulvarda birbirleriyle yarışanlar gibi yorumlandığı taktirde Nursi’nin tepki sözleri anlaşılabilir ve sizin de “siyaset fazilet üretebilir” cümleniz doğru bir yorum olarak değerlendirilebilir.Benim itirazım var;siyaset fazilet üretmez.Ahlak,fazilet üretir.

    Din Olmadan Ahlak Olur mu?(M.Akyol)
    Ama mesele bu kadar basit değil. Çünkü asıl soru, bireylerin dine referans vermeden ahlaklı olup olamayacakları değil. Asıl soru, dinden tümüyle bağımsız bir “ahlak anlayışı”nın inşa edilebilir ve korunabilir olup olmadığı.

    Bu çok önemli, çünkü “benim herhangi bir dini inacım yok” diyen insanların çoğu da, aslında topluma sinmiş olan din kökenli ahlaki değerlere inanıyor. İsveçliler bugün çok seküler olabilirler, ama inandıkları ahlaki değerler aslında Hıristiyanlık’tan süzülerek gelmiş şeyler.

    Bu durum karşısında “ee, demek ki köken din olsa da, sonra bunlar laikleştirilip yola devam ediliyor” diyebilirsiniz. Ama mesele yine o kadar basit değil. Papa XVI. Benedict’in işaret ettiği bir sorun var: Dini değerler, toplum sekülerize olduğunda da belki bir veya iki kuşak yaşıyor. Ama zamanla bu değerleri korumanın bir gerekçesi kalmamaya başlıyor. “İnsanlara karşı merhametli ve yardımsever olmalısınız” hükmü, din ortalıktan kaybolunca da bir süre etkili olsa bile, bir süre sonra birileri çıkıp şöyle diyor: “Bir dakika, niye öyle olacakmışız ki? Niçin canımız ne isterse onu yapmıyoruz?”

    Ama maalesef din alimi siyaset yapamaz yada yapmamalı gibi aydınlanma çağına(!)ait bir yanlış bilginin gölgesinde,karanlıkta kalmışız.

    Hz.Peygamber zamanında bu mümkün olabilir. Bu zamanda mümkün olmadığını düşünüyorum. Din alimleri, ya ilim kisvesini çıkarmalı, ya da siyaset kavuğunu. Bunların birlikte olamayacağını iddia ediyorum. Geniş bir zamanda tartışabiliriz.

    Ne yaptınız,din alimlerini “ahlaksız” olmakla mı suçladınız siz şimdi .-)Aklınızda Nursi’nin siyasetten uzak kalmasına neden olan Müslümalar yada şu cennet anahtarı pazarlayanlar yada belki haçlı seferlerine çıkılması için sebep üreten ve gidenleri yüreklendiren papazlar varken bu çekincenizde elbette haklısınız.Ama tüm bu insanlara dinin özünü kavramış alimler gibi bakabilir miyiz?

    Ya da sıfatları bu diye sadece alim olarak bakabilir miyiz?

    Her ikisinin birlikte olamayacağı iddianıza katılmıyorum.Fırıncının ekmek yapması O’na hizmet değildir ama o ekmeği çıkarırken izlediği ahlaklı yol!Sanki siyasete soyunmuş birinin ticari faaliyetlerini sonlandırması gerektiği gibi bir anlam taşıyor sizin yazdığınız.

    İslam Bir Siyaset midir?(M.Yılmaz)

    Tartışma konumuz bakımından İslam’ın önemli bir yanı da, onun özünde bir “ideoloji” değil, fakat sadece bir din olmasıdır. Bir din olarak İslam bağlılarına esas itibariyle kozmolojik ve ahlaki bir referans çerçevesi, bir “dünya görüşü” sunar. Toplumsal alana ilişkin olarak ifade etmek gerekirse, İslam dini özünde bir ahlak öğretisidir.

    Farklı bir yoldan katılmadığım farklı bir sonuca varmışsınız.8yanlış demiyorum dikkatinizi çekerim :-))

    Akyol’un yazısından alıntıladığım kısmın ikinci paragrafına uygun bir fikir üretirsek peygamberimizin zamanında dini öğretiler çerçevesinde bir uzlaşma faaliyeti=siyaset yürüttüğünü de söylememiz mümkün değil mi?Ve yine Akyol’un yazısına referansla dinlerin izlemiş olduğu bu uzlaştırma/uzlaşma faaliyetleri bugün adına siyaset denilen yöntemin nüvesi değil mi?Din, özünde barındırdığı ahlak öğretisi ile dünya görüşü olarak siyasete de biçim verebilir ama siyasetin bir koluymuş gibi kullanılamaz. Aşağıda karşı olduğunuz hususun özünde bu düşüncenin yer aldığını düşünüyorum.
    Bunun yanısıra dinin siyasetten uzak durması gerektiğini hatta dindar tabir edilen din inananları için bunun mümkün olabileceğini ise düşünmüyorum.

    Dini akımlar, kesinlikle siyasetten uzak durmalı.

    Ahlakın temelinde dini değerleri buluyoruz ama iş siyasete gelince Dini bu işe bulaştırma, din ayrı dünya ayrıdır! » diyebiliyoruz.

    Bu, yöneticilerin dini aidiyeti bulunmaması demek değil.

    Bir kişinin tanrılı yada tanrısız bir dini aidiyetinin(yolunun) bulunmaması mümkün değil ki zaten.Kişinin dinsiz olduğunu ifade etmesi onun hiçbir inanca sahip olmadığı anlamına gelmez.Bu durumda aidiyetsizlik aramak imkansızlaşır.Bu düşünce ile atesit birine siyaset yapma imkanı sağlanırken teist/dindar birine siyaset yapabilme yolu kapatılmış olur.

    Belli dini grupların belirli partilerle birlikte anılması, oy kullanırken bile kollektif eğilimler göstermeleri gibi tuhaf durumlardan söz ediyorum.

    Aynı yada benzer “dünya görüşünü” paylaşan insanların kollektif eğilim göstermeleri neden tuhaf olsun?Bu, cumhuriyet mitinglerinde toplanan insanların tümünün CHP li yada darbesever olduğunu iddia etmek kadar tuhaf olabilir ancak.

    Bu kolektif eğilim gösteren kişilerin bir siyasi parti ile “külliyen hemfikir” ya da o siyasi partinin bir dini grubun siyasi tezahürü olduğu anlamına gelmez.

    Bu, siyasetten tamamen uzaklaştığı anlamına gelmez. Elbette sonuç olarak siyaseti etkilemiştir. İnönü, kaybettiği bir seçimin faturasını nurculara kesmiştir mesela…..

    Fatura adresi neresiymiş; gayb mı?Mükellefin bağlı olduğu vergi dairesi neresi onu da merak ettim!Mal yada hizmet türünü ve değerini sormuyorum bile ama bedelinin ekstra “men edici” kanunlar getirilerek ve hapis cezaları uygulanarak ödetildiğinden şüphem yok.Bu şekilde “hapsederek” dinin siyasetten uzak tutulmaya çalışılmasının sebepleri anlaşılabilir=Onların bahaneleri, kendi oligarşik düzenlerinin devamını sağlamak, dindar insanların iktidar sahibi olmasını çekememe gibi sebeplere dayanıyor.

    Gandi de özyaşam öyküsünün giriş kısmında hiçbir zaman siyasetin amacı olmadığını, hayatı boyunca sadece Tanrı’yı aradığını ve O’nu “hizmet”de bulduğunu söyler. Gandi’nin mücadelesi de, sadece haksızlığa boyun eğmeme, dimdik durma mücadelesidir ve evet sonuçları itibarıyla siyasidir.

    Gandi’ni,Nursi’nin mücadelesinden verdiğiniz örnekler dinlerin dünya görüşü ve ahlak anlayışının siyasi partilerin söylemlerinde nasıl tezahür ettiğini çok güzel açıklıyor;sosyal adalet,haksızlığa engel olmak,hak ve adaletten yana olmak,…vs.=hizmet!

    Dinin kurumsallaşmasına, siyasallaştırılmasına ben de karşıyım. Ama bunu söyleyenlerle aramızdaki fark samimiyet…

    Evet haklısınız,dinin kurumsallaşmasına,siyasallaşmasına derken aslında çoğu zaman “dine” karşı olduğunu kişinin kendisinin bile farkına varamamış olduğunu gözlemleyebiliyorsunuz.Bu idrak sağlanabildiğinde samimiyette ilerleme elde edilebilir.

    Ben, dinin safvetini, kutsallığını korumak adına buna sahip çıkıyorum. Dindarlar giderek sekülerleşiyor, kapitalist zihniyete çok güzel ayak uyduruyor. Alarm zilleri çalıyor ! Dinimi sulandırıyorlar. Bu din, kafanı tavuk gibi yukarı aşağı kaldırıp indirmekten ibaret değil. Allah’a kulluk camiden çıkınca sona ermiyor.

    Yukarıda uzun uzun izah etmeye çalıştığım buydu aslında ama amacım ise sizin gibi dinin safvetini yada kutsallığını korumaktan ziyade Sn.haki Demir’in yazılarında çok güzel ifade etiği gibi din ve hayatın iki ayrı mecra olmadığını anlatmaya çalışmaktı.

    İslam için hizmet ettiklerini söyleyen siyasetçi abilerime rica ediyorum. Lütfen İslam’a hizmet etmekten vaz geçsinler. Onların vazifesi karnımızı doyurmak. Kendi işlerine kutsallık atfetmekten vazgeçsinler.

    Evet,bunda tamamıyla size katılıyorum.çok uzun oldu yazarken dilerim çorba etmemişimdir.eğer öyleyse size bunları okurken kolay gelsin 🙂

  96. Yazan:durhat Tarih: Nis 21, 2009 | Reply

    @Murat Utkucu,

    Ben de ifade özgürlüğünden yanayım ve bu konudaki kararlı duruşunuzu da doğru buluyorum.
    Ancak kafamda bazı soru işaretleri var.
    Dini referanslı olsun olmasın,düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik her türlü kısıtlama/sınırlama/yasaklamaya karşı aynı kararlı tavır mı gösterilmeli,yoksa bazı istisnalar bunun dışında mı tutulmalı?
    Konuyu bir kaç örnekle açmak gerekirse;

    İzmir CHP milletvekili Canan Arıtman,C.Başkan’ı Abdullah Gül’ün Ermeni kökenli olduğunu iddia etti.

    Yazar Ergun Poyraz,Başbakan Erdoğan’ın yahudi kökenli olduğuna dair kitaplar yazdı ve bunula yetinmeyerek kişilik haklarını zedeleyici ifadelerler kullandı.

    Yine yazınızda da konu ettiğiniz,Başbakanı karikatürüze eden malum karikatürler var.

    Ayrıca geçmişte hatırladığım kadarıyla bir dönemin meclis başkanlığı ve başbakanlık yapmış Yıldırım Akbulut pek çok fıkraya konu edildi.

    Emin Çölaşan’ın köşesinde ve kitaplarında merhum Turgut Özal,ve günümüzde Erdoğan ve hükümet üyelerine yönelik eleştirilerini(!) de hatırlatmakta yarar var.
    Tabii bu liste daha uzayıp gider,ben sadece hatırlayabildiklerimi aktardım.

    Peki,sorumuzu baştan alırsak;siz bütün bu örnekleri düşünce ve ifade özgürlüğü yani eleştiri kapsamında mı değerlendiriyorsunuz,yoksa kişilik haklarını ihlal eden maksatlı söz,eylem ve davranış biçimi olarak mı?
    Diyelim ki tamamını düşünce ve ifade özgürlüğü sınırları içerinde kabul ettiniz.
    Peki aynı milletvekili Atatürkün etnik kökeni hakkında benzer iddialarda bulunsaydı bunu nasıl karşılardınız…Keza yazarın biri çıkıp Atatürk’ün hangi dinden geldiği üzerine kitaplar yazsa,ya da sözkonusu karikatürler Atatürk’ü karikatürize amaçlı çizilse yahut Atamız fıkralara konu edilse bu konuda neler düşünürdünüz,nasıl yargılara varırdınız?
    Bir süreliğine sizin ne düşündüğünüzü bir kenara bırakalım.Mazallah böyle bir durum yaşansa(ki asla tasvip etmem)ülkede nasıl bir infial yaşanacığını tahmin etmek zor olmasa gerek.Atilla Yayla “bu adam”dedi diye mahkemelerde süründürüldü.Ayrıca “Atatürk’ü Koruma Kanunu”gibi kanunlarımız var hâlâ…Ne için?Elbette ki bazı hassasiyetler uğruna.Çünkü bu hassasiyetler birer “kutsal”a dönüşmüş.Şimdi,bu hassasiyetler ne kadar doğru,ne kadar yanlış,o tarışmaya hiç girmeyeceğim.Demem o ki din,inanç,mezhep,ulus gibi aidiyetler,bir takım ortak değerler ve bunları temsil eden şahsiyet ve liderlerin insan toplulukları nezninde kutsallık atfedilebiliyor.
    Peki izninizle sorayım,bizde kanunlarla bir şahsiyet korunmaya çalışılır iken,sizce bir kesimin hz.Muhammed’in şahsiyetine saygı duyması,aynı hassasiyetle O’na ait değerlere sahip çıkması neden bu kadar abartılıyor?
    O başka bu başka diyebilir miyiz?Kutsalları birbirinden farklı ve öncelikli kılan ne olabilir?Ve ayrıca durum bizde böyle iken özgürlüklerden sözetmek ne kadar mantıklı ve inandırıcı olabilir?
    Dolayısıyla ortada bir standart olmalı.Yanlışsa herkes için yanlış ve sakınılması gerekir.Yok doğru ve normal bir şeyse bu herkes için geçerli olmalı.Biri dinden refarans alıyor,dini kaynaklıdır o halde sakıncalıdır;öteki din olgusunun dışındadır ve mahzuru yoktur diye ayırabilir miyiz?Sonuçta aynı kapıya çıkıyor.
    Sonuç itibariyle din ile ilişkisi var diye düşünce ve ifade özgürlüğü üzerine derin çözümlemelere girişirken,kendi ülkesinde dini bağnazlığı çoktan sollayan uygulamaları görmezden gelmek bana pek ikna edici gelmedi.İkna edici olması bir yana tutarlı değil.Yanılıyorsam lütfen yanlışımı düzeltin.

  97. Yazan:murat utkucu Tarih: Nis 21, 2009 | Reply

    sayin durhat,
    Ataturk’u seviyoum ama Ataturk de Ozal da, fethullah gulen de, asker de su da buda dahil herkesin elestirilebilmesi gerekir. Bir insanin karikaturunu cizmek ona hakaret degildir. Siz muhammed’in kisiligine saygi duyabilirsiniz, ama o benim icin sirf bir insan, sizin algiladiginiz gibi buyuk bir sahsiyet degil. Bu karikaturleri kinayabilirsiniz -ben de ucuz buldum ve yayinlayanlari kiniyorum- ancak yasaklayamazsiniz, ve rasmussen’den ozur dilemesini bir kosut olarak one suremezsiniz. Bu ab’nin ruhuna aykiridir. One surerseniz, daha cok Turan Dursunlar katledilir. Erdogan ve cemaat gercekten ozguluklerden yanaysa o zaman bu karikaturlerin yayinlanmasina destek vermeliydi, yoksa sirf Atilla Yayla’yi savunmak benim icin bir sey ifade etmiyor.
    Nereye cekmek istediginizi anlamadim, ataturk’e filan konu nasil geldi onu da (sanki ben ataturk elestirilmesin demisim gibi). Olayin din ile bir alakasi yok.
    saygilar.

  98. Yazan:murat utkucu Tarih: Nis 21, 2009 | Reply

    Bir de eklemeyi unuttum, birinin etnik gecmisine alenen saldirida bulunmak nefret sucudur, Sn.Aritman’in yaptigi da Sn. Gul’un turkoglu-turkum/kokune kadar muslumanim savunmasi da irkciliktir. Ben Gul’den ermeni degilim turkum ama olsam da bir onemi yoktur aciklamasini beklerdim ama sasirmadigim uzere olmadi. Ancak bunu muhammedin karikaturunun cizilmesiyle karistirmayin. Muhammed yalnizca muslumanlar icin hz. muhammed, eger muslumanlar o karikaturu hakaret sayiyorsa o zaman bunu ifade ederler olay biter. Muhammed baskalari icin ataturk gibi, musa isa gibi gibi bir insandir, resmedilmesi ve bunun cevresinde islamin elestirilmesi ifade ozgurlugu kapsamina girer.

  99. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 21, 2009 | Reply

    Sayın mer’a-Kıl,

    Çok kısıtlı bir zamanda okuyup yazıyorum. Bu yüzden değerli yorumlarınızı hızlıca okuyup, yine olanca hızımla düşüncelerimi yazmaya gayret ediyorum. Bu yüzden belirttiğiniz noktalardan yeterince anlayamadığım, veya size aktaramadığım şeyler olabilir. Kusuruma bakmayın. Yeni bir tavzihe ihtiyaç var gibi.
    Yorumumda dini akımların ve din adamlarının siyaset yapmaması gerektiğinin altını çizdim. Dindar insanların siyaset yapmasına ise elbette karşı değilim. Elbette ahlaki kriterleri sağlam, insani incelikleri kavramış, hizmet bilincinde olan samimi dindar insanların siyasette bulunması, bizler açısından bir kazançtır. Yalnız, aynı servet gibi, insanı bozmaya müsait çamurlu bir ortam olduğu muhakkak. Bunu AKP camiasının ve liderlerinin değişiminden gözlemlemeniz de mümkün. Evet, ben bahsettiğiniz gibi kendi adıma siyasete Nursi’nin penceresinden bakıyorum. Bence, siyasete giren adam ateşten bir gömleği üzerine giyiyor. Bu da bir fedakarlıktır. Çamura girip kirlenmeden mücadele edeceğim demek cesaret ister ve her babayiğidin harcı değildir. Keşke siyasete girenlerin sebepleri hep böyle halisane şeyler olsa.
    Günümüz siyaseti ile asr-ı saadeti lütfen karşılaştırmayın. Bu tip karşılaştırmalardan rencide oluyorum. Hz.Peygamberin ve raşid halifelerin adalete, ahlaka, bilgeliğe dayanan yönetimleri ile yalan, iftira, maslahatı idare etmek, nabza göre şerbet vermek, tarafgirlik üzerine kurulan fırkacı siyaseti aynı kefeye koyarsanız çok büyük hata etmiş olursunuz.
    Din alimleri konusuna gelince; Kur’an, “senden hiçbir ücret istemeyene uy” der. Din alimlerinin amacı insanlara İslam’ı sevdirmek olmalı. Fakat Nursi’nin deyimiyle elinde siyaset topuzu bulunan bir din aliminin muhatabı “acaba nur ile bana yaklaşıp topuzu kafama indirmek mi asıl niyeti?” diye düşünür. Hem particilik bölen bir şeydir. Party-(let’s go to party’deki anlamı dışında :)) taraf anlamına gelir. Ben Yalova’da bir panelde siyasi fikirleri uyuşmadığı için birbirine ana avrat küfreden iki müslüman görmüştüm. Herhalde bu adamların din tebliği pek makbul bir şey olmasa gerek.
    Kollektif eğilim konusunda fikirlerinize katılmıyorum. Arkadaşlar, bu seçimde oyumuzu X partisine veriyoruz dediğiniz zaman burada bir hemfikir olmaktan söz etmek bana pek makul görünmüyor. Nurcu Süleyman diye sürekli DYP’ye oy vermenin mantığını biraz izah edebilirseniz ikna olabilirim.
    İnönü faturayı kestiği gibi işin ilginç yanı Menderes’te rejime sevimli görünmek için aynı baskıyı, İnönü’ye rahmet okutturacak bir şekilde sürdürmüştür. Siyaset böyle bir şey işte.
    Gandi ve Nursi’nin söylemlerinden siyasi partilerin hizmet misyonuna çok yumuşak bir geçiş yapmışsınız. Durum o kadar berrak değil. Ben o “hizmet ehli”nin nelere hizmet ettiğine çok defa şahitlik yaptım. İşinin ehli bir alevi hanımefendinin ayağını kaydırmak için ne katakulliler yapıldı. Hani nerede “işi ehline veriniz” ayeti. Nerede Mekke’yi fetheden Hz.Peygamberin Kabe’nin anahtarını bir müşrike verişi. Kaldı ki bu hanım müslüman. Sünni değil diye bu ne çiğ bir muameledir. Hizmetmiş ! Hiç sanmıyorum.
    Umarım biraz daha netleşmiştir. Sizin görüşlerinize de teoride katılıyorum ama hayat öyle değil.

  100. Yazan:durhat Tarih: Nis 21, 2009 | Reply

    Sn.Utkucu,

    Birincisi ben ne Kemalistim ne de müslüman(daha doğrusu bir dini inancım yok).Benim için Atatürk’de,Hz.Muhammed’de önce birer insandır.Ancak dünya görüşüm böyle diye ne Atatürk ve onun şahsında Kemalizme/Atatürkçülüğe,ne de Hz.Muhammed ve peygamberi olduğu dine düşman değilim.Ayrıca insanların inanç ve ideolojilerine ve onu temsil eden öncü ve liderlere duyduğu saygı,sevgi ve hayranlığı da son derece doğal bulurum ve buna azami saygı göstermeye çalışırım.Bakın,inançlı biri olmadığım halde Muhammed değil Hz.Muhammed diyorum.Tabii bu belirlemeyi şahsınıza yönelik bir eleştiri ve kıyas olarak düşünmeyin;elbette sizin istediğiniz şekilde hitap etme hakkınız var.Ben sadece beraber yaşadığım bir çoğunluğa karşı bir saygının gereği olarak düşünüyorum.Keza Atatürk için de böyle düşünüyorum.Hiçbir saman sevenlerini rendice edici söz ve imalarda bulunmam.Zira eleştirinin de sınır ve kulları olmalı/vardır.
    Dolayısıyla konuyu kasıtlı olarak Atatürk’e getirmek gibi bir maksadım yok.Sadece çifte standartlardan ve ülkemizde halıhazırda varolan uygulamalara dikkat çektim.Bu bağlamda da bana göre ülkemizde kişiye özel “koruma kanunları”yürülükte iken müslümanların tepkilerine odaklanmak çok da anlaşılır bir tavır değildir.Ayrıca hadise,kesinlikle kişilik ve şahsiyetlerin karşılaştırılması meselesi de değildir;sadece uygulama ve zihniyetleri eleştiriyorum.
    Arıtman-Gül polemiğine gelecek olursak,;elbette Sn.Gül’ün açıklamaları sizin belirttiğiniz şekilde olmalıydı…Doğru ve şık olan cevap bu olurdu çünkü.Ancak,dediğim gibi bunu tartışmıyorum.Doğru olur yanlış olur,eleştiriye girer veya hakaret kabul edilir bu ayrı bir tartışma konusu.Sorum çok basit:aynı yaklaşım ve beyanat Atatürk’ün şahsına yapılabilir mi diye sordum.Kaldık ki asla tasvip etmem ve kınarım.Ama bakın burada bir gerçek kendiliğinden ortaya çıkıyor.Sn.Gül,Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanıdır her şeyden önce.Bu yönüyle Atatürk’e duyulan hassayitin kendisine de gösterilmesi gerekirdi.E,peki bütün bunlar ortada iken sizce de mesele biraz”o başka bu başka”ya gelip dayanmıyor mu?Ama yok kişinin konum ve statüsü ne olursa olsun eleştirilebilmeli diyorsanız(ki sizinle hemfikirim)peki sizce böyle bir eşit eleştiri hakkı veya ortamı var mı?Şayet olmadığını kabul ediyorsanız,sadece bir tarafın kutsallarını eleştirmek sizce ne kadar doğru?

  101. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 21, 2009 | Reply

    Ancak bunu muhammedin karikaturunun cizilmesiyle karistirmayin. Muhammed yalnizca muslumanlar icin hz. muhammed, eger muslumanlar o karikaturu hakaret sayiyorsa o zaman bunu ifade ederler olay biter. Muhammed baskalari icin ataturk gibi, musa isa gibi gibi bir insandir, resmedilmesi ve bunun cevresinde islamin elestirilmesi ifade ozgurlugu kapsamina girer.

    Efendim bu sizin keyfinize kalmış bir karar değil. Eleştirmekle alay etmek de aynı şey değil. Bırakın bir peygamberi, alelade bir insanı bile tahkir edip sonra ifade özgürlüğünden bahsedemezsiniz. Başkaları da müslümanların hassasiyetini gözetmek durumunda. Biz, peygamberimize yapılan hakaretleri sinemize çekemeyiz; eleştiridir geçiniz diyemeyiz. Yok öyle şey !
    Hz.İsa’ya da sövdürmeyiz, Hz.Musa’ya da, Buda’ya da, kutsal ineğe de… Modern insanın defosudur bu küstahlık. Nerede kutsal görünce saldırmaktan kendini alamaz. Bunun adı çiğliktir, kıymet bilmemektir, had bilmemektir. Kendi tanrısı olan benliğine tapınmadır bu. “Ama efendim ifade özgürlüğü diye bir şey var”. “İfade özgürlüğünü al da git kardeşim” derim ben de. İnsanlarla barış içinde yaşamak istiyorum. Herkesin de amacı bu olmalı. Eğer amaç birlikte, huzur içinde yaşamaksa birbirinin hassasiyetine saygı göstereceksin. Sen gülüp eğleneceksin diye, küstahlığını sineye çekemem kusura bakma. Herkes haddini bilecek.
    İfade özgürlüğü… mıy mıy mıy…
    İşte bu yüzden liberal değilim.

  102. Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 21, 2009 | Reply

    Sn.Ekrem Senai,(bu sayın çok resmi oldu aslında :-))

    Sizin görüşlerinize de teoride katılıyorum ama hayat öyle değil.

    Soluk alıp veriyorum ,kalbimin ve beynimin işlem gücünde bilebildiğim kadar bir problem yok tıbben hayattayım. 🙂 Bu işin latifesi elbette.Türkiye’de ve dünyada yapılan siyasettin uzamanı olmasam da pek bihaber olduğum söylenemez.Bizde ve diğer ülkelerde bomba etkisi yapacak şekilde patlatılan siyasi skandalların gürültüsünü duymamak mümkün değil.

    Yazdıklarınızdan kısaca anladığım sizin de istediğiniz “Türkiye’nin özel durumuna/koşullarına/gerçeklerine” karşı uyanık kalmak ve bunun bir tehlikeye dönüşmemesi için tedbirli olmak.(Tek bir farkla sizin endişenizi arttıran diğer bir husus da sekülerleşip,kapitalist zihniyete ayak uyduranların dinin safvetini bozuyor olması.)Herkes için yaşanabilir bir ülke olabilmesi için değiştirilmesi arzu edilen her girişimin karşısına kapı gibi bu iddia sürülmüyor mu zaten!

    Teori,hayat,hakikat ve gerçek,bu konuda Gökhan Özgün’ün kaleme aldığı yazıdan kısa bir alıntı yaparsam belki demek istediğimi daha kolay anlatabilmiş olurum;

    Hicap’tan Hakikat’e
    Türkiye’nin birtakım ‘gerçekleri’ var, ama bunlar bir türlü birer ‘hakikate’ dönüşmüyor. Bırakın Türkiye hakikatini yaşasın, dindarlaşacaksa dindarlaşsın. Önce bir kendini tanısın. Ama bunu demokrat bir anayasa ve hukukla yapsın. Ama birileri önce, insani bir hukuka engel oluyor. Sonra koparıyor yaygarayı.
    ……..

    Türkiye Cumhuriyeti eve hapsedilmiş bir genç kız gibi. Kapıdan dışarı adımını atsa, sanki cumhuriyetin bekâreti bozulacak. 1923 bitecek, yıl 1924 olacak. (Ya da cumhuriyetin bakire olmadığı, tecavüze uğramış olduğu ortaya çıkacak.)

    Bu memlekette ‘gerçekler’ bir türlü bir ‘hakikate’ dönüşemiyor. Varlıklar kendine bir varoluş zemini bulamıyor. Dindar muhafazakârlık hakikileşemiyor. Çünkü hakikileştiği anda, kıyamet kopuyor. Hakikileşse ne menem bir muhafazakârlık olduğunu anlayacağız, ama hakikileşmeden durdurulduğu için, hiçbir zaman anlayamıyoruz. AKP’yi tanıyarak, görerek, dokunarak inceleme hakkımız bile yok. Cumhuriyeti AKP’yle muhallebicide buluşturma hakkımız bile yok. Cumhuriyet beşikten kertilmiş.
    ……….

    Mesela ‘dinsizlik’, dinsizlik bir ‘gerçek’ de, bakalım bu memlekette bir hakikat mi? Asla değil. Ben dinsizim. Ama dinsizliğim tamamıyla bir süs. Öldüğüm gün, tabii ki Müslüman töreniyle toprağa verileceğim. İmam duamı okurken, askerleri, şehitleri ve özellikle Atatürk’ü duaya katmazsa, cenazemdeki bir şık Latife, imamla kavga edecek, olay çıkaracak mezarımın başında. Maalesef böyle bir cenazeye şahit oldum. Her cenaze bir Müslüman cenazesi, aynı zamanda da Atatürk’ün cenazesi. Ben de böylece ‘gerçekte dinsiz’, ‘hakikatte hiçbir şey’ oluyorum. Yok oluyorum.

    ……….

    Dindar Müslüman dedi ki, verdiğiniz siyasi rüşvete, manevi bahşişe teşekkür ederiz, biraz da onlar sayesinde ayakta kaldık. Ama artık devletin bize verdiği manevi bahşişle yaşamak istemiyoruz. Maddi, manevi, siyasi hayatımızı artık kendimiz kazanabiliriz. Olan biten budur.

    ……………
    Benim siyasetim, öncelikle ‘gerçekleri’ birer ‘hakikate’ dönüştürme siyasetidir. Bunun zeminini oluşturma siyasetidir.
    Türkiye’nin hastalığı, kendini idrak edememiş dindar muhafazakârlık değildir. Hastalık, kendini ta dibine kadar, ölçüsüzce, şımarıkça idrak etmiş, derin, donuk, laik, faşizan muhafazakârlıktır. Ve onun ‘silahlı kuvvetleri’dir.

    * * *

    Ancak, unutulmamalıdır ki; her konuyu tartışabilme özgürlüğü(!) devletlerin varlığını(!) riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içeremez.

    Kimse Türkiye’den, ne Türkiye’nin ulus-devlet ve üniter-devlet yapısını zayıflatabilecek ne de Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinin değiştirilmesi yönünde isteklerde bulunabilir. (GKB-14.04.’09-konuşmasından)

    Biraz ağır gibi gelebilir size belki ama yukarıdaki konuşmadaki tartışabilme özgürlüğünü kısıtlayan, konu belirleyen otoriter tavır ile sizin “karşılaştırmayın” tavsiyeniz birbirlerine denk gelen bir yaklaşım gibi görünüyor!

    Günümüz siyaseti ile asr-ı saadeti lütfen karşılaştırmayın. Bu tip karşılaştırmalardan rencide oluyorum. Hz.Peygamberin ve raşid halifelerin adalete, ahlaka, bilgeliğe dayanan yönetimleri ile yalan, iftira, maslahatı idare etmek, nabza göre şerbet vermek, tarafgirlik üzerine kurulan fırkacı siyaseti aynı kefeye koyarsanız çok büyük hata etmiş olursunuz.

    Aynı kefeye koymayı ima bile etmedim.Sanırım kısıtlı zamanda okuduğunuzdan tam anlaşılamamış.Tekrar okuduğunuzda itiraz ettiğim noktanın “bu zamanda imkansız” tespitinizin olduğunu fark edeceğinizden eminim.Rencide olunacak bir karşılaştırma yapmadım siz öyle düşündüyseniz de amacım kesinlikle bu olmadı.

    Sürekli toplum ahlakındaki bir yozlaşmadan/aşınmadan dem vurup duruyoruz. “Siyasetin yozlaşmasının sebebi,siyasetin kendisi” gibi bir açıklama yapmaya çalışmanın pek de doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum.Gayretim de bunu açıklayabilmek için.

    Çamura girip kirlenmeden mücadele edeceğim demek cesaret ister ve her babayiğidin harcı değildir. Keşke siyasete girenlerin sebepleri hep böyle halisane şeyler olsa.

    Hep ol(a)masa da böyle halisane şeylerin olabilmesi mümkün şayet “hayat böyle,siyaset bu kadar pis” deyip kenarda durulması tavsiye edilmez ise.

    Türkiye’nin özel şartları ileri sürülerek açılan parti kapatma davalarının sebebi hikmeti de bu “kolektif eğilim gösteren akımların uzak kenarda tutulma” gayreti değil midir?Kürd’e Kürtlüğünden,dindara dininden arınıp da bu “çamur siyasete gel” denilebilir mi?Elbette birileri çıkıp bunu da söyler ama mümkün mü?Mümkün olmayanı talep etmek;uzak dur demenin bir başka yolu değil midir?

    Din alimlerinin amacı insanlara İslam’ı sevdirmek olmalı….. Ben Yalova’da bir panelde siyasi fikirleri uyuşmadığı için birbirine ana avrat küfreden iki müslüman görmüştüm. Herhalde bu adamların din tebliği pek makbul bir şey olmasa gerek.

    Şimdi siz o kavga eden iki adamı Müslüman oldukları için “din alimi” olarak mı görüyorsunuz ki “din tebliğleri makbul olmasa gerek” diye düşünüyorsunuz?Daha önceki itirazın ve talebenizle çelişen bir durum pespiti;

    İslam için hizmet ettiklerini söyleyen siyasetçi abilerime rica ediyorum. Lütfen İslam’a hizmet etmekten vaz geçsinler. Onların vazifesi karnımızı doyurmak. Kendi işlerine kutsallık atfetmekten vazgeçsinler.

    Şimdi ben de siz ve sizin gibi düşünenlerden rica ediyorum siyaset yapan dindar adamları yada Müslümanları din tebliği yapan din alimleri gibi görmekten vaz geçsinler.Başörtülü bir hanımın hakim yada vekil olması neden sakıncalı kabul ediliyor ve yasaklanıyor?bu önkabulden dolayı olabilir mi?

    Fakat Nursi’nin deyimiyle elinde siyaset topuzu bulunan bir din aliminin muhatabı “acaba nur ile bana yaklaşıp topuzu kafama indirmek mi asıl niyeti?” diye düşünür.

    Bu ve yukarıdaki sorunun cevabını vermiştiniz zaten; “kendi oligarşik düzenlerinin devamını sağlamak, dindar insanların iktidar sahibi olmasını istememek.”Ve maalesef bu cevabın özünde yatan anlayış ile aşağıda yazmış olduklarınıza kaynaklık eden anlayış aynı noktada birbirleriyle uzlaşıyorlar;dindarlar uzak durun!

    Ben, dinin safvetini, kutsallığını korumak adına buna sahip çıkıyorum. Dindarlar giderek sekülerleşiyor, kapitalist zihniyete çok güzel ayak uyduruyor. Alarm zilleri çalıyor !

    Siyaset ,çamur olarak görüldüğü /bırakıldığı müddetçe demokrat bir anayasa ve hukuk elde etmek mümkün olabilir mi?

    Din alimlerinin amacı insanlara İslam’ı sevdirmek olmalı…

    Yaptığı her işte Müslüman ahlakına sahip olan biri de insanlara İslam’ı sevdirebilir değil mi?Ne yapıyor olduğunu dili ile ikrar etmese de!

    Din alimlerinin işi İslamı öğretmek demiş olsaydınız eğer sizden şu yazıyı okumanızı rica ederdim.

    sabredip iştirak ettiğiniz için teşekkürler.

  103. Yazan:Serkan Çekiç Tarih: Nis 21, 2009 | Reply

    MY bey yazılarınızı daha önce okumuştum ancak islam ve liberalizmi bağdaştırma çabalarını halkın liberalizmin antipatisini yenmek dışında gereksiz bulmaktayım. Daha öncede dediğim gibi biri din biri ideoloji. Liberalizmin dinlerle bi problemi yok islamda din ki yoruma çok çok açık bi din. Bu yüzden islamı veya liberalizmi diğerine engel olarak görmediğimi daha önce de defalarca belirtmiştim. Saidi nursiye neden karşı olduğumu kısaca özetliyorum yönetimde islami çerçevenin dışına çıkılmasına karşı bi insan. Bence bu saçmalık. Eğer yeni bir teknolojiyi, yeni bir fikri, yeni bir sistemi, yeni bir düzeni sırf bu islama aykırı(ki milyon tane yorum var) diye reddediyorsak işte o zaman geri kalacağız demektir. Ancak herkesin saidi nursiyi görme şekli farklı sen seversin ben sevmem bana ne. Ancak eleştiriden kaçınmamak gerek utkucu bey de değinmiş türk liberallerinin bir bölümünde islama karşı eleştiri yapamaması yapmaması söz konusu. (Allahtan bu kitle liberaller içinde azınlıkta). Bundan en çok kaybeden de şüphesiz türkie liberalleri olur yine. Sizin müslüman olmanız bu ülkenin çoğunluğunun müslüman olması serbest düşüncenin değerini değiştirmez. Durhat bey gaza gelmek tabiri sizi rahatsız etmiş anladığım kadarıyla yaşım gereği akranlarımla bu tabirleri sıkça kullanıyorum.Bundan kaynaklanan bi alışkanlı var yazarken farketmedim bile özür dilerim. MY bey istanbul da değilim 3H Hareketi başlangıç adına güzel bir hareket. Takip ediyorum. Nurculuğa karşı olmayı islama karşı olmak gibi algılamamak lazım. Fethullah gülen hareketinin kurduğu saadet zinciri ve özel eğitim kurumları ile yaptığı probogandalar ortada.Bunları bir lise öğrencisi olarak yakından görüyor ve yaşıyorum bu konuda herhangi bir itiraza karşılık vermeyi planlamıyorum. Sanırım bu kadar İyi eğlenceler.

  104. Yazan:dogan çil Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    ya ben birşey merak etdim saidi kürdimi yoksa nursimi roj tv kürt devletinin temelini atan kuri atatürke karşı sürgünde mücadele etmiş kürt lideri diyor ben bilmiyorum eyer birbilen varsa yazsın beyler dervişin fikri neyse zikride odur biz kendimizi kandırıyoruz ateş düşdüğü yeri yakarmiş yirmi yaşında okadar gencimiz boşuna şehıtmi oldu bunlar akıllı cocuklarını askere göndermıyor bir araş dırma yapsınlar yurdışında hizmet adı altında gülen camatinde belki de hıç askerlik yapan yok oyuzden bekara eş boşamak kolay adamlar bilmedikleri birşey allah askerligi herkese nasip etmez çünkü askerlik peykamber ocagı

  105. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    Sevgili mer’A-KIL hanım,

    Böylesi daha samimi oldu. Verdiğiniz linkte Mehmet Altan da benimle aynı fikirde. Şöyle demiş:

    Din görevlisini; siyasetten ziyade felsefeden iştahlanacak, felsefe ve sosyoloji ile irtibatlanmaktan lezzet alacak ve beyinsel haz duyabilecek, dünyanın her yanındaki insanlarla ilişki içerisine girebilecek, düşünce adamlarıyla irtibat kurabilecek, onlarla bir şekilde diyalog içerisinde olabilecek şekilde gelişmiş bir birey olarak tahayyül ediyorum.

    Benim kafamdaki din adamı modeli de bu. Entelektüel; insan psikolojisinden iyi anlayan, felsefenin künhüne vakıf kişiler olmalı. Yoksa, maşallah siyasetten anlamayan imam yok. Futbol ve siyaset hakkında konuşmak için fazla bir IQ seviyesi gerekmediği kanaatindeyim. Bizim ülkemizde siyaset, bütün problemlerimizi çözecek yegane kapı olarak görülüyor. Böyle değil. Nitekim başörtüsü gibi ülkeyi on yıllardır tartıştırıp, birbirine düşman eden bir konu siyasilerce çözülemiyor. Aynı kadın hakları konusunda, Kürt sorununda vs. olduğu gibi. Siyaset, zurnanın son deliği çünkü. Biz, Atatürk’le beraber hakların tepeden bahş edilmesine alışkın olduğumuz için hep tepedekilerden bir şey bekliyoruz. Bu, böyle değil. Bireyselleşme ve sivil toplum kuruluşları oluşturma, cemaatleşme asıl önemli olan. Siyaset kadir-i külli şey olan bir kurum olarak değil; vatandaşlara hizmet edilen; kanun çıkartan, organizatörlük görevini üstlenen bir kurum olarak düşünülmeli. Avrupa’daki meclislere bakın. Hiç bizim gibi hararetli tartışmalara rastalaymıyorsunuz. Parlementerlerin çoğu yaşı başı geçkin, heyecanı yitmiş insanlar. Toplandıklarında da el kaldırıp indirmekten başka fazla bir şey yapmıyorlar. Bunun sebebi “toplumsal” olarak bazı şeylerin aşılmış olmasından kaynaklanıyor. Bizdeki siyaset de bu seviyeye gelirse dediğiniz gibi ortam çamurlu bir ortam olmaktan kurtulur. Yalan yerine dürüstlük; iftira yerine hakperestlik prim yapmaya başlar. O zamana kadar çamur güreşi izlemeye devam.

  106. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    Serkan bey,

    Lise öğrencisi olduğunuzu bilmiyordum. Fazla yüklendiysem kusura bakmayın. Ben lisede Said Nursi’yi hain olarak biliyordum. Fikirler değişiyor, insan da değişiyor. Önünüzde uzun bir hayat var. Bol bol okuma yapın. Özellikle Doğu ve Batı klasiklerini mutlaka okuyun. Ben çok pişmanım okumadığıma. Biyografi okumayı sever misiniz bilmiyorum. İnsanlar hakkında kesin fikir sahibi olmak için biyografileri, varsa otobiyografileri okunmalı. Önyargılardan kaçınmak konusunda bir tavsiyeye ise gerek bile görmüyorum. Hayatta başarılar.

  107. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    doğan bey,

    Said Nursi ile Şeyh Said farklı kişilerdir. Said Nursi; Şeyh Said’e mektup göndermiş; İslam’ın bahadır ordusuna karşı silah çekilmez diye Şeyh Said’i isyandan vazgeçirmeye çalışmıştır. 1. dünya savaşında doğuda çarpışmış ve kahramanlıklarından dolayı Millet Meclisi’ne bizzat Atatürk tarafından davet edilmiştir.

  108. Yazan:MY Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    Selamlar Serkan Bey,

    “Eğer yeni bir teknolojiyi, yeni bir fikri, yeni bir sistemi, yeni bir düzeni sırf bu islama aykırı(ki milyon tane yorum var) diye reddediyorsak işte o zaman geri kalacağız demektir.”(Serkan)

    elbette, burada birlesiyoruz. Neyin Islam’a uygun/aykiri olduguna devlet herkes adina karar verirse bu halki çOCUKLASTIRMAK olur ki kemalizmden hiç bir farki kalmaz. Zaten Iran’daki ve Suudi Arabistan’daki rejimlere karsi çikma sebebim bu. Liberal degil Müslüman olmam.

    Liseli oldugunuzu söylediginiz iyi oldu, dediginiz gibi bazi “argo” kelimeler kusaktan kusaga anlam degisitiriyor. Ben 40 sayilirim, sizinle aramizda 20 yildan fazla fark olmali 🙂

    1980 darbesi bitmisti herhalde siz dogdunuzda, büyük ihtimal soguk savasin sonuydu ve PC çoktan icad edilmisti!

    Ben 12 Eylül 1980 darbesine bahane olan 1977-1980 terör dönemini yasadim, PC’lerin icadi ve bilgisayarlarin sadece 2 yilda 5000 (bes bin) kez ucuzladigina tanik oldum. Berlin duvarinin yikilisini TV’den naklen seyrettim.

    Biz öldükten sonra sizin kusak yasamaya devam edecek, kimbilir neler göreceksiniz, dünya degisiyor. Basindan beri tartistigimiz konunun özü sudur: Ne bir din ne de bir ideoloji adina devlet halkin vicdanini askiya almamali. Adaletin, vicdanin, iyiligin ve merhametin yerini ne bir teknoloji ne de bir ideoloji tutamaz.

    Sevgiyle

    Not: Ekrem Senai hakli, insan okudukça cehaletinin farkina variyor. Firsat buldukça kitap okuyun, herseyi, her kültürü, tarihi, felsefeyi taniyin. Ancak böyle fikren özgürlesebilirsiniz. Size dayatilan ezberlerden kurtulabilirsiniz.

  109. Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    Ekrem bey,
    Aliya İzzetbegoviç-siyaset-din ilişkisi için ne düşündüğünüzü de yazabilir misiniz?

  110. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    mer’a-KIL hanım,

    Aliya İzzet Begoviç, akraba olmaktan büyük gurur duyduğum müstesna bir insandı, Allah kabrini nurlandırsın. Yaşadığı dönem ve misyonu sebebiyle siyaset dışı kalması zaten düşünülemezdi. Entelektüel insanlar, eğer siyasete bu özelliklerini aktarabiliyorlarsa bu muhteşem bir şeydir. Aliya’nın Türkiye’de siyaset yaptığını hayal ediniz. Hayal bile edilemiyor değil mi? Ben, mesela Tito döneminde yaşasaydım, siyasetin tam göbeğinde olmayı talep ederdim. Ve bu bana felsefemi yaşama ve test etme imkanı verirdi. İnsanın dertlere derman olacağını bildiği bir reçetesi varsa bunu kullanmaya can atar. Bu insiyakla siyasete girmek de güzeldir.
    Ben şimdi lafı uzatıp zaten apolitikleşen gençliği siyasetten iyice uzaklaştırmak istemem. Bu da bir hizmet metodudur. Bakın bir parti başkanı milyonların sevgisini kazanabiliyor. Cenazesine binlerce kişi katılıyor. Bunu sağlamak önemli bir şeydir.
    Nereden bu tartışmanın içinde bulduk kendimizi? Said Nursi’nin siyasete bakışından geldik. Yine orada noktalayalım. Said Nursi, bir dava adamıydı. Kendisi kulvarını iman hizmeti şeklinde seçti, siyasetten uzak durdu, hatta öğrencilerini radyoda haber dinlemekten dahi men etti. Çünkü ona göre, mesela bir arı taifesinin yaşamını takip etmek çok daha merakı celp etmesi gereken bir harikuladelikti. Evreni, iman penceresinden değerlendirmek; zalimlerin satranç oyunları üzerinde gevezelik yapmaktan daha önemliydi. Nereden baktığınıza bağlı. Şahsi mülahazalardır deyip geçiniz. Odak kayması yaşamayınız. Ergenekonda bugün lav silahları bulunmuş, yaaa !

  111. Yazan:mer'A-KIL Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    Ekrem bey,
    Bu bir önem sıralaması üzerine yapılmış bir yorumlaşma değildi.

    Din görevlisini; siyasetten ziyade felsefeden iştahlanacak, felsefe ve sosyoloji ile irtibatlanmaktan lezzet alacak ve beyinsel haz duyabilecek, dünyanın her yanındaki insanlarla ilişki içerisine girebilecek, düşünce adamlarıyla irtibat kurabilecek, onlarla bir şekilde diyalog içerisinde olabilecek şekilde gelişmiş bir birey olarak tahayyül ediyorum.(M.Altan)

    Benim kafamdaki din adamı modeli de bu. Entelektüel; insan psikolojisinden iyi anlayan, felsefenin künhüne vakıf kişiler olmalı. Yoksa, maşallah siyasetten anlamayan imam yok. Futbol ve siyaset hakkında konuşmak için fazla bir IQ seviyesi gerekmediği kanaatindeyim.

    Sizin gibi düşünenler var elbette.Kenarda durmuş ve sadece konuşmakta olanlar için yüksek bir IQ seviyesi beklenmiyor,zira bu seviye “bireysel” olarak kabul ediliyor.Ne zaman ki bu seviye kolektifleşir ve siyasetçinin de IQ suna da etki etmeye başlarsa problem olarak görülüp engellenebiliyor.Ve bu seviyeyi önceden tartabilen hatta akıldan geçirilmeye niyet edilenleri bile okuyabilen IQ su bu toplumun oldukça ötesinde insanlarımız var.Ve yine bu insanlar kenarda duranların IQ seviyelerini yükseltene kadar “siyasetten” uzak kalmalarını sağlayacak tedbirleri(!)memleket yararına görüyorlar.(lav silahları da bunun bir parçası)

    Bizim ülkemizde siyaset, bütün problemlerimizi çözecek yegane kapı olarak görülüyor. Böyle değil.

    (lav silahlarının bulunuyor olması öyle demiyor ama olsun sizin dediğinizden gidelim)

    Yine aynı noktadayız;bizim ülkemizin bizi tanımlayan “özel durumu”nun var ettiği “bizim siyasetimiz”! Yapmayın lütfen Obama’nın siyaset yapabilmesi için 10’ar dolarla katkıda bulunan insanlar sadece “siyah bir renk beyaz sarayda çok şık durur” diye düşünen dekoratörler miydi?Neden bugünlerde orta doğu ve dünya barışı denildiğinde insanlar Bush’tan farklı Obama’nın “barışçıl siyaseti” diye düşünüyorlar!Ne kapıymış ama ; ardında tüm dünya bekliyor açılsa da geçsek diye!

    Evet ben de sizin gibi “yegane” kapı olmadığını düşünüyorum ama etkisini önemsiyorum.bazıları gibi toprağa gömülen,kuyulara atılan şiddet kapısını aklıma getirmiyorum bile!Ve bu nedenlerden dolayı; Siyaset kadir-i külli şey olan bir kurum olarak değil; vatandaşlara hizmet edilen; kanun çıkartan, organizatörlük görevini üstlenen bir kurum olarak düşünülmeli.”cümlenize tamamıyla katılıyorum.Bu düşüncenin içinde “siyaset çamurdur,topuzdur” anlayışı yok çünkü.Ve bunlar için iştahlı olmak “açgözlü,muhlis,nefs kölesi” olmak anlamına gelmiyor.

    Nitekim başörtüsü gibi ülkeyi on yıllardır tartıştırıp, birbirine düşman eden bir konu siyasilerce çözülemiyor. Aynı kadın hakları konusunda, Kürt sorununda vs. olduğu gibi. Siyaset, zurnanın son deliği çünkü. Biz, Atatürk’le beraber hakların tepeden bahş edilmesine alışkın olduğumuz için hep tepedekilerden bir şey bekliyoruz. Bu, böyle değil.

    İşin kördüğüm olan kısmı zaten burada.”Tepeden(!) yapılan ancak bağıştır,lutüftur” şeklindeki bir dini anlayış gayet güzel bir şekilde “iktidar, gökyüzünden yeryüzüne indirildi” şeklinde dinle harmanlanarak sürekli hafızalarımıza zerk edildiği için bu “tepe önkabulüne” bağımlı/alışkın olmamız kaçınılmazdı.Geri kalmışlıktan dini ve din adamlarını sorumlu tutan bir düşünce ile taktis edilmiş “siyaset” !
    Nasıl bir hesap kapama yada arındırma ise bu dindar bir adam bile kendi dininden şüpheye düşebiliyor “İslam alemi neden bugün Avrupa seviyesinde değil?””geri kalmışlığımızın sebebi inançlarımız,vs.vs.”Verdiğiniz Avrupa meclislerine bakıp” bunun nedenini üzerine kafa yormadan,alışkın olduğumuz o tepedencilikle “Eee tabi onlar laikler,Hırıstiyanlar,İslam ve şeriat endişeleri yok,coğrafi yapı vs vs” diye sıralamaya başlayabilirler. Buyrun işte yukarıda yorumculardan Serkan bey yazmış “Eğer yeni bir teknolojiyi, yeni bir fikri, yeni bir sistemi, yeni bir düzeni sırf bu islama aykırı(ki milyon tane yorum var) diye reddediyorsak işte o zaman geri kalacağız demektir.”

    Öğretisinin amacı,insanı eşrefi mahlukat seviyesinde ahlaklı tutmak olan bir din nasıl olur da ”geri” bırakabilir?

    Bireyselleşme ve sivil toplum kuruluşları oluşturma, cemaatleşme asıl önemli olan.

    Tabii tepe çamurlu biz de yemyeşil çim sahada kalalım!Futbol ve siyaset konuşmak için fazla bir IQ seviyesine ihtiyaç duymayan bizler kendi aramızda paslaşır dururuz.Kale önüne gelip gol atacakken birileri zurnanın son deliğinden üfler ve kırmızı kartı çıkartıverir.Sonra da bunu kenardan izleyenler kolektif dini akımların kural dışı mı içi mi olduğunu tartışıp dururlar.

    O zamana kadar çamur güreşi izlemeye devam.

    Evet bu da bir tercih.Ben tercihimi M.Altan’ın yazısı aracılığı ile anlatmaya çalıştım.Hala bu konuda yazdığıma göre bunu becerememiş olduğum için kendime esef ediyorum 🙂

    Verdiğiniz linkte Mehmet Altan da benimle aynı fikirde.

    Hayır Mehmet Altan sizinle değil benimle aynı fikirde,söylediklerimi dikte etmiştikendisi .-)

    Din, sadece camiyle ilgili bir şey değildir. Din, toplumsal yaşamın en temel kaynaklarından biridir. Bu toplumun kültürünün en etkin parçasıdır. Ben din adamını sadece bir devlet görevlisi olarak algılamıyorum, onu sadece mahalle ve cami ile bağlantılı değil, yaşam faaliyetlerinin sürdüğü her alanda bir kamuoyu lideri, bir düşünce adamı, bir felsefeci olarak algılıyorum.

    Bir düşünce söz konusu ise, kültür söz konusu ise, felsefe söz konusu ise bunlara vákıf olan bir birey, bulunduğu her alanda ister istemez bunların yayıcısı, tartıştırıcısı, hayatı bu noktalar üzerinden yeniden yorumlayıcısıdır. Yeryüzünden kopuk, dil bilmeyen, çok derin bir felsefe eğitiminden geçmemiş birisinin bulunduğu her mekanda kanaat önderi olmasına imkan yoktur.(M.Altan)

    Böyle donanımlı bir adamın, dinle alakalı/dindar diyerek ve “laiklik” ,”cumhuriyet”,”şeriat” adı altında bir takım korkular üretilerek yada sizin taşıdığınıza benzer endişeler nedeniyle siyasetten uzak olmasını talep etmenin doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum.Ve onların siyasete olan katılım arzularının “nefs doyumuna yönelik bir iştah” gibi algılanmasının, yine sizin vermiş olduğunuz Avrupa örneğine bakıp “Hıristiyan demokrat olunabiliyorsa neden Müslüman demokrat olunamıyor?” diyerek yeni bir kısır döngüye sebep olduğunu düşünüyorum.

    İnsanın dertlere derman olacağını bildiği bir reçetesi varsa bunu kullanmaya can atar. Bu insiyakla siyasete girmek de güzeldir…….Evreni, iman penceresinden değerlendirmek;…

    İşte bu.

  112. Yazan:elif kamalci Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    Not: Ekrem Senai hakli, insan okudukça cehaletinin farkina variyor. Firsat buldukça kitap okuyun, herseyi, her kültürü, tarihi, felsefeyi taniyin. Ancak böyle fikren özgürlesebilirsiniz. Size dayatilan ezberlerden kurtulabilirsiniz.

    Dogru soze ne denir. Ben de muhafazakar bi aileden gelerek, bana dayatilan dini ezberleri asmaya calisiyorum. Kurani okudukca sasiriyorum, bu mu baris dini diye. Bu soylemden, kadin dusmanligindan baris dini cikarmak icin insanin epppeyce bri zorlamasi lazim. Ezberimi bozmaya calisiyorum ama seneler suren muhafazakar beyin yikama sonrasi zor. Umarim inancimi kaybetmem.

  113. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    Serkan Bey

    Bediüzzaman hakkındaki yanlış düşüncelerinizden kısmen de olsa dönmüş olmanız beni fazlasıyla mutlu etti. Bu da sizin ideoloji saplantısı içerisinde olMAdığınızı gösterir ki, gerçekten takdire şayan…

    Bahsi geçen iddialar Savcı Nuh Mete Yüksel’in iddianamesindeki incilerdir. İfadeler yanlış ve çarpıtılmıştır.
    Dikkate almayınız…Bilgi kirliliği yaşıyorsunuz ve bunun çok zor bir durum olduğunu anlıyabiliyorum.

    En iyisi kaynağından öğrenmek … Sabırla Risale okumak … Bediüzzamanı tanımak…(Tabi sizin isteğinize bağlı)

    Bir örnek vereyim.

    Şayet Bediüzzaman Kürtleri Türklere kışkırtmak istese;

    Şeyh Said, meşhur hadise olmadan evvel, Van’da bulunan Bediüzzaman’a bir mektup göndererek;
    “sizin nüfuzunuz kuvvetlidir. bize yardım ederseniz muvaffak oluruz” diye yardım istemişti.
    Fakat Bediüzzaman Said Nursi, bu mektuba “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyete hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez. Siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad (doğru yolu göstermete) ve tenvir (aydınlatılmalı) edilmelidir” diye cevap verir miydi?

    Ayrıca, Üstad Bediüzzaman ‘ın içtihadına göre, dahilde kuvvet kullanılmaz. Kuvvet kullanıldığında ise, mâsum canların yanması ve kardeş kanının akıtılması kaçınılmaz olacaktır. Buna ise, İslâm dini cevaz vermez.. şeklinde içtihadı vardır.

    Aklı selim bir şekilde düşünürsek; şayet en basitinden doğu illerinde medresetüz-zehra üniversiteleri kurulsa ve yüksek dini ilimler yanında Bediüzzamanın yukardaki içtihadı gibi ve buna benzer bilgiler ışığında yetişen neslin topraklarında; PKK gibi eli kanlı bir örgüt yeşerip filizlenebilir miydi? Varlığını idame ettirebilir miydi? Düşünmeye değer bir soru.

    Evet Bediüzzamana 100 yıl önce kulak verseydik bugün yaşadığımız sorunların çoğunu yaşamayacaktık diye düşünüyorum.

    Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.

    Abi muhabbetini bırakalım demişsiniz. Nasıl isterseniz. Abi-kardeş muhabbeti samimidir candandır. Size samimi ve candan yaklaşma arzularımı dile getirmek istemiştim.

    Mühim değil. Sen nasıl istersen öyle hitap ederim.

    Sevgilerimle

  114. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    @Doğan Bey ;

    Bediüzzaman Said Nursi ile özellikle ve hatta kasten karıştırılmak istenen, aynı dönemde yaşamış 2 Said daha var. Şeyh Said, ve Said Molla.

    Şeyh Said:

    “Şeyh Said İsyanı veya Olayı” diye bilinen hadisenin başında yer aldı.

    Molla Said :

    “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” kurucusu, ingiliz ajanı olan bu şahıs çeşitli şekillerde halkı, veya hükümet yetkililerini İngiliz sevgisi ile aşılamaya çalışan bir İngiliz sempatizanıdır.

    Bediüzzaman Said Nursi ise Ekrem Beyin de belirttiği üzere; bir halk kahramanıdır ve bir İslam Alimidir.

    ya ben birşey merak etdim saidi kürdimi yoksa nursimi ? (Doğan çil)

    Şöyle cevap vereyim.

    Bediüzzaman ırkçılık anlamında değilde, doğduğu yere atfen ” Kürdi ” lakabını kullanmıştır. Erzurumi, Bursevi gibi… Fakat Cumhuriyetten sonra, bu gibi tabirlerin ve lakapların kullanımının kanunen yasaklanmasından dolayı ve bazı alanlarda bazı art niyetli insanların bunu menfi olarak kullanabilme ihtimalinden dolayı, bu lakab yerine, yine doğduğu yere atfen, ” Nursi” soyadını almıştır. Bundan böyle eski ve yeni tüm eserlerinde bu imzayı kullanmıştır.

    bunlar akıllı cocuklarını askere göndermıyor bir araş dırma yapsınlar yurdışında hizmet adı altında gülen camatinde belki de hıç askerlik yapan yok (Doğan Çil)

    Doğan Bey şimdi de ben size bir soru sorayım….

    Askerlik görevini yapmak mı daha zordur? Yoksa yurdundan binlerce, hatta on binlerce kilometre uzakta; Etyopya’da, Kamboçya’da, Moğolistan’da, Moritanya’da, Mali’de, Nijerya’da, Çad’da Gambiya’da, Gine Bissau’da Burkina Faso’da , Togo’da, Kongo’da, Uganda’da, Tanzanya’da, Malavi’de , Mozambik’de , Madagaskar’da, Benin’de, Fildişi Sahilinde Angola’da Laos’ta… ve dünyanın dört bir ülkesinde Allah rızası için hizmet etmek mi zordur?

    Bu insanların askerlikten kaçmak gibi küçük davaları olamaz diye düşünüyorum.

    Kolaysa siz seçin… Hangi ülkede hizmet etmek ve ülkemizin bayrağını dalgalandırmak istersiniz?

    Elinizden bir şey gelmiyorsa, en azından köstek olmaya hakkımız yoktur öyle değil mi?

    Sahi bu ülkelerin kaçının yerini haritada gösterebilirsiniz? Merakım celbetti de 🙂

    muhabbetle.

  115. Yazan:MY Tarih: Nis 22, 2009 | Reply

    Elif Hanim Merhaba,

    “Ben de muhafazakar bi aileden gelerek, bana dayatilan dini ezberleri asmaya calisiyorum. Kurani okudukca sasiriyorum, bu mu baris dini diye. Bu soylemden, kadin dusmanligindan baris dini cikarmak icin insanin epppeyce bri zorlamasi lazim. Ezberimi bozmaya calisiyorum ama seneler suren muhafazakar beyin yikama sonrasi zor. Umarim inancimi kaybetmem.”(ELIF)

    çok haklisiniz ve dogru yoldasiniz, çürük bir binayi yikmadan yerine saglamini insa edemezsiniz.

    icabinda bos bir arsada bir kaç sene çadirin içinde yatmak “ha yikildi ha yikilacak” korkusuyla 10cu katta oturmaktan iyidir.

    yolunuz açik olsun,

    sevgi ve selamlarimla

  116. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 23, 2009 | Reply

    Yorumlarda cemaatlerin bireyi öldürdüğü ve tek tip insan yetiştirdiği eleştirileri sıkça yer aldı…

    Bugün Zaman gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı eleştirileri yanıtlamış. Yazıyı aynen aktarıyorum.

    BİREY, CEMAAT, DEVLET
    Dürüstçe söylemem gerekiyor ki kim danışmanlık yapıyorsa Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’a yanlış bilgi veriyor. O kadar çok hata yapılıyor ki! Tespit yanlış, teşhis yanlış, terkip yanlış. Mesela zannediliyor ki köyden şehre gelmiş fakir çocukları, barınacak mekân bulamayınca ‘bazı cemaatler’ onlara imkân sağlıyor ve onlar da bilmecburiye bu yapıların sunduğu imkânlara boyun eğiyor.
    Yanlış. Belki on beş-yirmi sene önce bir doğruluk payı vardı bunun; ama şimdi bu varsayım kocaman bir şehir efsanesi. Çünkü cemaat dediğiniz yapı zaruretlerden çok, iradi bir tercih konusu haline gelmiştir. Yani, insanlar kendi kültür ve kimliklerinden kopmamak için sivil bir tercih kullanıyor. O yüzden bünyede çok sayıda zengin çocukları da bulunuyor. Cemaat irtibatı iddialarıyla gündeme gelen özel kolejlere ve üniversitelere, dershanelere gösterilen olağanüstü ilgiyi fakirlikle nasıl izah edebilirsiniz mesela? Zaten konu sadece öğrenci değil ki! Esnaf, işadamı, sanayici, sanatçı, sporcu, mimar, doktor…

    Şu gerçeği kabul etmezseniz ilk düğmeyi yanlış iliklemiş olursunuz: İnsanlar kendi iradeleriyle bir tercih kullanıyor, zorlamalar ya da zaruretler ile değil. Kim kime nasıl baskı yapacak ki bu insanlar kendini bir cemaat üyesi görmeye mecbur hissetsin? Meseleyi ‘sosyal devletin boşluğuna’ dayamak, sosyal bir gerçeğe gözlerimizi kapamaktır. Mesele gayet açık: Karşımızda gönüllü hareketler var; illegal yapılar değil. Katılmak isteyen dilekçe verme zarureti olmadan gelip katılıyor; ayrılmak isteyen de istifa dilekçesi verme ihtiyacı hissetmeden ‘hadi bana eyvallah’ deyip çekip gidiyor. İşte buna modern toplumlarda sivil toplum kuruluşları deniyor. Güdümsüz, bağımsız, sivil…

    Tam bu aşamada karşımıza yeniden ‘tek tip insan’ korkusu çıkıyor. Güya ‘din eksenli cemaatler’ tek tip insan yetiştiriyormuş. Mümkün mü? Hayır. Her şeyden önce bireyi yok edecek bir telkin İslam’ın ruhuna uygun değil; çünkü o din her bireyi doğrudan Allah ile muhatap ediyor.Kaldı ki bu çağda ne birey körü körüne buyurgan bir yapıya boyun eğer ne toplum. Kim razı olur tek bir kalıba girmeye?

    İnsanların bir kalıba sokulamadığı, zan altında bırakılan kişilerin her dinden, her dilden, her görüşten insanla rahat diyalog kurmasından belli. Bu topluluğun içinde her etnik gruptan, her mezhepten, her düşüncede insan bulunmaktadır. Toplumsal ayrışmalarda birleştirici ve barışçı bir dil kullanan ve gördüğü ilgi ile samimiyet testinden defalarca geçmiş kitlelerin insanları tek bir şablona zorladığını iddia etmek gerçeklerle ters düşmek anlamına gelir.

    Cumhuriyetimizin kazanımları açısından çok önemli bir nokta daha var: Dindar kitleler demokrasiyi içine sindirmiş durumda. O kadar ki ‘Keşke modernleşmeyi kimseye kaptırmayan kitleler de demokrasiyi bu kadar sindirebilseydi!’ demek zorunda kalıyorsunuz. Soran, sorgulayan, eleştiren, istişarenin hakkını veren, özgür düşüncenin bütün renklerine kanat çırpan kitleler ‘tek tip insan’ suçlamasıyla karşı karşıya getiriliyor. Olacak şey değil. Ülkeyi içine kapamak ve anti demokratik yollardan aristokratik düzenin devamını isteyenler özgürlükçü sayılıyor. Bir tuhaflık yok mu bunda?

    ‘Bazı cemaatler’ dünyanın dört bir yanında kozmopolitan kültürlerle ufuk turu yaparken ufuk körlüğüne yakalanmış bazı kitleler de ülkeyi bir çeşit faşizme sürüklüyor adeta.
    Kimin ufku ne kadar genişse özgürlük boyutu da o kadar engindir.Kim ne kadar geniş kitlelerle kucaklaşıyorsa o kadar çoğulcu ve katılımcı demokrasiden nasibini almıştır ve her kim ‘herkes benim gibi düşünecek’ emriyle hareket ediyorsa, o da kendini toplum karşısında o kadar sevimsiz hale getirir ve kendini geniş kitlelerden tecrit eder.
    Açık söylüyorum: Bir gün cemaatler insanlara ‘tek tip olun’ dese içeride çatlamalar olur; tıpkı devletlerin toplumlara ‘tek tip olun’ buyruğunu dayatmasıyla çatlamalar olduğu gibi…

  117. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Nis 24, 2009 | Reply

    Elif hanim,

    Tanriya gonderdigi dine inanmaktan hangi gerekcelerle vazgectiginizi makul bir sekilde anlatirsaniz sizi dinleyecektir. Iyi hazirlanmanizi salik veririm.

  118. Yazan:mücahit aydemir Tarih: Haz 8, 2009 | Reply

    Evet gerçekten açıklayıcı ve güzel bir çalışma olmuş.Ortadoğu ve Doğu da barışın sağlanması için Bediüzzaman Said Nursi’nin görüşleri geçekten bir taslak olarak gösterilebilir.Fakat bütün bunları yıllardır ‘bazı’ insanlar söyledikçe ‘cemaatçi’ şeriatçi’ gibi kelimelerle etiketlendirildiler.Fakat görüyorum ki artık Said Nursi nin görüşleri yavaş yavaş değerini alıyor.

  119. Yazan:kkemall54 Tarih: Haz 16, 2009 | Reply

    teşekkür edyoruzz bilgileriniz içinn…

  120. Yazan:Mithat Faruk Tarih: Ağu 16, 2009 | Reply

    Bir ülkenin kalkınması müstahsillerin (üreticilerin) çoğalması ve müstehliklerin (tüketicilerin) az olmasına bağlıdır. Bir ülkede üreticiler azalır, tüketiciler çoğalırsa o ülke fakir düşer. Memurlar ve idareciler tüketici sınıfını teşkil ederler. Toplum hayatının devamı ve ihtiyaçlarının giderilmesi ancak sanat, ticaret ve ziraat alanındaki üretime bağlıdır. Şayet ihtiyaçtan fazla üretim olursa o zaman ülke halkı fazlasını dış ülkelere ihraç ederek ülke kalkınmasına ve zenginliğine hizmet etmiş olurlar.

    Dinden, siyasetten, ideolojilerden bağımsız bakacağım olaya. Diyelim ki, dünya için en ideal sistem gerçekten bu olsun. Peki ya nihaî çelişkisini nasıl aşacağız?

    İdeal sistemi bulduğuna inanan insan bunu tüm dünyayla paylaşmak, tüm dünyayı bu sistemle yaşamaya iknâ etmek ister ki haklıdır; güzel şeyler paylaşıldıkça güzelleşir. Diyelim ki paylaştık “güzelliğimizi”, tüm dünya bu anlayışla yaşamaya başladı. Görelim neler olacak?
    Dünyada 3 tane ülke olduğunu varsayalım. Birisi bizim ideal sistemle yönetilen ülkemiz olsun. Diğer ikisi de yanlış bir sistemle yönetiliyor olsun. Ve dahi üreticileri de zayıflamış olsun. Biz ideal sistemle ihtiyacımızdan fazlasını üretiyoruz ve onlara satıyoruz. Başka bir deyişle ülke kalkınmasına ve zenginliğine hizmet etmiş oluyoruz.(!)
    Şimdi diyelim ki bu diğer iki ülke de zaman içinde yanlışlarını gördü ve bizim sisteme geçtiler. Üreticilerini arttırdılar, öncelikle bizden almayı bırakıp kendi ihtiyaçlarını karşılamaya başladılar. Zaman içerisinde de, tavsiye edildiği gibi dışarıya satmak için ihtiyaçlarından fazlasını üretmeye başladılar. Peki, üç ülkenin de tavsiye edildiği gibi üreticilerini arttırdığı, ihtiyaçlarından fazlasını ürettiği bir dünyada, kim kime mal satacak da zenginliğini arttıracak?

    Halkların ihtiyaçlarından fazlasını almasını bekleyemeyiz, zira onlar da dinleri gereği israfın günah olduğunu biliyorlar ve ihtiyaçları kadar harcıyorlar. Ne oldu şimdi bizim ekonomik kalkınma?

  121. Yazan:MB Tarih: Ağu 16, 2009 | Reply

    Canınınızı niye sıkıyorsunuz Mithat Bey,
    o zaman “üretmeyiz” olur biter.

    Hayali bir senaryo üzerinden, eleştiriye yönelik argümanınıza karşı, ben de böyle bir arguman sunuyorum size 🙂

    Kolaya kaçmayın lüften. Varsa çözüm önerileriniz, sizi de dinleyelim. Hatta farklı çözüm başlıkları da sunabilirsiniz…
    Böylece meseleye sizin de katkınız olmuş olur.

  122. Yazan:Mithat Faruk Tarih: Ağu 17, 2009 | Reply

    Sayın MB,

    1) Tabii ki hayalî bir senaryo üzerinden eleştireceğim. Zira üzerine konuştuğumuz şeyler de Said Nursi’nin hayalleridir. Yanılıyor muyum? Bakınız:

    “Memuriyete ve imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir.”

    Olması gereken bu diyor başka bir deyişle hayalî bir senaryo çiziyor.

    2) Dünya üzerinde, bir ideal sistem ya da ideal sisteme çıkacak yol olarak sunulan bir anlayışın mükemmel olmayacağını bilmekle birlikte, bu kadar kolay hüsrana uğramamasını isterim. Dahası; “Kuran’ın Eczahanesi” olarak nitelenen bir eserin, başka bir deyişle ilacı Kuran’dan sunduğu vurgusuyla yazılmış bir eserin, bu kadar kolay mat edilebiliyor olması bir Müslüman olarak beni üzer. Haksız mıyım sizce?

    3) Benim meseleye katkım olmam noktasına gelince... ben ne Said Nursi gibi “Güzel sistem budur arkadaşlar!” diyorum, ne de “Smith/Marx (hangisi olursa olsun) güzel sistemin temellerini atmıştır, onu takip edelim!” diyorum. Zaten kendimi böyle bir tavsiye yapabilecek yetkinlikte görsem, bir dakika durmam! Bu vaziyette, benim meseleye yegane katkım eksiğini gediğini göstermek, düzeltilmesini beklemektir diye düşünüyorum. Aksini yapmaya çalışmak haddimi bilmemek olmaz mı sizce de?

    NOT: Bediüzzaman’ın da hiçbir kitabını okumadığımı, incelemediğimi belirteyim. Ama madem burada bilgiyi aktaran ve aktarılan bilginin doğruluğunu iddia eden birilerini bulmuşum. Kafama takılan yeri sorayım, öğreneyim istedim. Benim yaptığım kolaya kaçmaksa, soruma yanıt vermeden bana soru yöneltmek kolaycılıkta sınır tanımamaktır diye düşünüyorum.

    Bilmem bana katılır mısınız?

  123. Yazan:MY Tarih: Ağu 17, 2009 | Reply

    “Bediüzzaman’ın da hiçbir kitabını okumadığımı, incelemediğimi belirteyim” (Mithat Faruk)

    Mithat Bey,

    kitaplarini okudugunuz, incelediginiz düsünürler, alimler kimlerdir?

  124. Yazan:MB Tarih: Ağu 17, 2009 | Reply

    Mithat Bey

    1. Said Nursi’nin hayalleri dediğiniz şey, 100 yıl önce söylenmiş ve geçerliliği bugün dahi devam ediyor farkında mısınız? O dönemler itibarıyla rejimler, diktatoryaya evrilirken, demokratikleşmeden bahsetmek her yiğidin harcı olmasa gerek.

    Üstelik “Memuriyete ve imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir.” Cümlesinde yanlış olan tarafı gösterebilir misiniz? Ve bu cümle neden hayal olsun?

    2.

    Dahası; “Kuran’ın Eczahanesi” olarak nitelenen bir eserin, başka bir deyişle ilacı Kuran’dan sunduğu vurgusuyla yazılmış bir eserin, bu kadar kolay mat edilebiliyor olması bir Müslüman olarak beni üzer. Haksız mıyım sizce?(MF)

    Bediüzzaman’ın eserlerini okumadan, incelemeden ve hatta anlamadan “kolayca mat ettiğinizi yada mat edilebileceğini mi düşünüyorsunuz?”

    Bu endişeyle üzülmene gerek yok.(Yazdıklarınızdan dolayı samimi olduğunuzu düşünüyorum.)

    Bir başka mevzuu Bediüzzaman’ın mükemmellik iddiası yoktur. Konuyla ilgili sadece görüşlerini açıklamıştır.
    Mutlak ve tek doğru yoktur. Farklı doğrular da olabilir.
    Bunu lütfen aklınızdan çıkarmayın

    Konuyu biraz daha açayım

    Kuran’da ekonomi, siyaset ve toplum alanlarını tarif eden detaylı sistemler yok. Sadece bazı temel ilkeler var. Örneğin siyasi alanda yöneticilerin adil olması, yönetilenlerin de onlara uyması emrediliyor. Yöneticinin nasıl başa geleceği, ‘devlet’in olup olmayacağı, olursa nasıl işleyeceği anlatılmıyor.
    Yine Kuran’da, Ekonomi politikaları ve kakınma politikalarının nasıl olacağına dair detaylar bulamazsınız. Faizin yasaklanması ve zekat gibi temel ilkeler vardır.
    Her çağın ve toplumun yapısına göre değişebilecek olan bu gibi ‘insani’ meseleler, son derece hikmetli bir biçimde, ilahi mesajın içinde yer almıyor.

    Bediüzzaman, anladığınız tarzda ‘İslami yönetim biçimi ya da islami sistemler’ inşa etmeye kalkmıyor, sadece bir probleme, görüşleri doğrultusunda çözüm önerileri sunuyor. Bu çözüm önerilerinin de günümüzde dahi geçerliliğini koruyor olması, Bediüzzaman’ın ne kadar ufku geniş bir insan olduğunun kanıtı değil mi?

    “İslami yönetim biçimi” inşaa etmeye kalkanlar da aslında kaynağı ilahi değil de insani olan sistemler kurguluyorlar. Tüm hayatı baştan kurmaya kalktıkları için de, inşa ettikleri sistemler totaliter ve despot oluyor malesef.

    3.

    Benim meseleye katkım olmam noktasına gelince… ben ne Said Nursi gibi “Güzel sistem budur arkadaşlar!” diyorum, ne de “Smith/Marx (hangisi olursa olsun) güzel sistemin temellerini atmıştır, onu takip edelim!” diyorum.(MF)

    Benim de böyle bir iddiam yok. Bediüzzaman’da böyle bir iddia da bulunmuyor… Zira bu meseleler her çağın ve toplumun yapısına göre değişebilecek meselelerdir. Yukarda detayları ile açıklandı.

    Benim yaptığım kolaya kaçmaksa, soruma yanıt vermeden bana soru yöneltmek kolaycılıkta sınır tanımamaktır diye düşünüyorum.

    Bilmem bana katılır mısınız?(MF)

    Size katılamayacağım üzgünüm…Yeterince size vakit ayırdığımı düşünüyorum.

    Sağlıcakla kal kardeşim.

  125. Yazan:Mithat Faruk Tarih: Ağu 17, 2009 | Reply

    Anında bir yanlışımı fark ediyorum not düştüğüm gibi:

    Hamiyeti hizmetten ayırırsanız, yaptığınız iş pragmatikleşir.

    Yazmışım, doğrusu şöyle olacak:

    Hamiyetle hizmeti (para kazanma ihtiyacından) ayırırsanız, yaptığınız iş pragmatikleşir.

    Sayın MY,

    Affedersiniz ama, sorunuzun sorduklarımla ve konumuzla bir alakasını göremedim?

  126. Yazan:MY Tarih: Ağu 17, 2009 | Reply

    Mithat Bey,

    Bediüzzaman hakkinda hiç bir sey bilmediginiz halde konusuyorsunuz. Hep böyle bilmedikleriniz hakkinda mi konusursunuz? Yoksa bilip de konustugunuz seyler var midir?

  127. Yazan:Olcayto Tan Haskol Tarih: Ağu 17, 2009 | Reply

    İdeal sistemi bulduğuna inanan insan bunu tüm dünyayla paylaşmak, tüm dünyayı bu sistemle yaşamaya iknâ etmek ister ki haklıdır; güzel şeyler paylaşıldıkça güzelleşir. Diyelim ki paylaştık “güzelliğimizi”, tüm dünya bu anlayışla yaşamaya başladı. Görelim neler olacak?
    Dünyada 3 tane ülke olduğunu varsayalım. Birisi bizim ideal sistemle yönetilen ülkemiz olsun. Diğer ikisi de yanlış bir sistemle yönetiliyor olsun. Ve dahi üreticileri de zayıflamış olsun. Biz ideal sistemle ihtiyacımızdan fazlasını üretiyoruz ve onlara satıyoruz. Başka bir deyişle ülke kalkınmasına ve zenginliğine hizmet etmiş oluyoruz.(!)
    Şimdi diyelim ki bu diğer iki ülke de zaman içinde yanlışlarını gördü ve bizim sisteme geçtiler. Üreticilerini arttırdılar, öncelikle bizden almayı bırakıp kendi ihtiyaçlarını karşılamaya başladılar. Zaman içerisinde de, tavsiye edildiği gibi dışarıya satmak için ihtiyaçlarından fazlasını üretmeye başladılar. Peki, üç ülkenin de tavsiye edildiği gibi üreticilerini arttırdığı, ihtiyaçlarından fazlasını ürettiği bir dünyada, kim kime mal satacak da zenginliğini arttıracak?

    Halkların ihtiyaçlarından fazlasını almasını bekleyemeyiz, zira onlar da dinleri gereği israfın günah olduğunu biliyorlar ve ihtiyaçları kadar harcıyorlar. Ne oldu şimdi bizim ekonomik kalkınma?

    Mithat bey, üretim sihirli bir değnekle anlık şoklayabileceğiniz ve ayar çekebileceğiniz bir süreç değildir.Bir üretimin yapılabilmesi her şeyden önce onun çevrilebilmesine bağlıdır.Mesela siz ideal ülkenizle x malı üretip diğer iki devlete satarken bu devletler artık x malı üretmeye karar veriyorsa bir sürece tabidirler.Bizin ürettiğimiz bu malın sermaye yatırımlarını yapacaklar,buna uzman iş gücü tahsis edecekler know-how elde edecekler vs. Bunlar bir anda gerçekleşmeyeceği gibi hiç bir şey üretmeyen 2 devletinde bunu gerçekleştirmeye gücü olmayacaktır.Nihayetinde üretici olan diğerlerini isteyerek-istem dışı köleleştirir.

    Yinede bu süreci başlatabilecek gerekli kritik kaynaklara sahip olduklarını var sayarak devam ediyorum.Kademeli olarak x malını üretmeye başlarsa bu devlet satıcı olan diğer devlette x malı üretimi kademeli olarak düşer ve x malının maliyeti sürekli ucuzlar.Bu durumda sermaye malı üretimi,yeni teknolojilerin keşfi vb. gibi alanlara giderek fazla aktarılan bir kaynakla karşılaşırız.Bu da tasarruf edilen iş gücü sayesinde gerçekleşir.Bütün dünyanın x malı ihityacını karşılamak için 60x üreteceğine bu devlet artık kendi için 20x üretir çünkü satamamaktadır.Bu durumda diğer 40x’i üreten işgücü başka bir şey üretir bu da bahsettiğim gibi tüm iht,yaçların karşılanıyor olması durumunda üretim teknolojileridir.Bunlara ayrılabilecek işgücü ise süratle bu bahsettiğiniz alternatif dünyanın ilerlemesine ve zenginleşmesine neden olur.

    İhtiyaç ve üretim kavramlarına biraz daha iktisadi çerçeveden bakarsanız günümüz dünyasınında az çok böyle yürüdüğünü göreceksiniz.

    Tükettiğinden çok üretmeyi salık veren klasik anglo-saxon protestan ahlakı bu ahlaka ve mezhebe mensup insanları bu gün dünyanın hakimi yapmıştır.Bu adamlar aman Allah’ım Çin artık bizim ürettiğimiz malları üretiyor diye dertleniyor mu?Ya da dünya Çin’in eskisine nispeten üretimini ekonomik kalkınmaya olumsuz bir etki olarakmı görüyor?Hayır iş süreçlerini farklılaştırarak yollarına devam ediyorlar.Pazarlama faaliyetlerine odaklanıyorlar.Yeni üreticilere ürettirip mallara ek hizmetler ekleyerek tüketiciye satıyorlar.

    Ya ekonomiden hiç anlamıyorsunuz ya da art niyetlisiniz.Çünkü saçmalıyorsunuz.

  128. Yazan:Mithat Faruk Tarih: Ağu 17, 2009 | Reply

    Olcayto Tan Haskol,

    Mesela siz ideal ülkenizle x malı üretip diğer iki devlete satarken bu devletler artık x malı üretmeye karar veriyorsa bir sürece tabidirler.Bizin ürettiğimiz bu malın sermaye yatırımlarını yapacaklar,buna uzman iş gücü tahsis edecekler know-how elde edecekler vs. Yinede bu süreci başlatabilecek gerekli kritik kaynaklara sahip olduklarını var sayarak devam ediyorum.

    Aman efendim, madem bu kritik kaynaklara sahip değiller ve madem bunu gerçekleştirmeye güçleri olmayacak (aşağıda söylediğiniz gibi) o zaman duralım. Nasıl isterseniz, cahilliğime verin ötesine geçmeyi, kalalım biz söylediğiniz yerde.

    Bunlar bir anda gerçekleşmeyeceği gibi hiç bir şey üretmeyen 2 devletinde bunu gerçekleştirmeye gücü olmayacaktır.Nihayetinde üretici olan diğerlerini isteyerek-istem dışı köleleştirir.

    İstemdışı olması giriştiğimiz köleleştirme edimini meşrulaştırır mı? Ve yine bu bağlamda – yani diğer devletlerin üretime geçecek kritik kaynaklara sahip olamadığı, aynı zamanda da bizim onları istemsizce köleleştirdiğimiz süreç bağlamında – başka insanların/devletlerin fakirliğine/köleleşmesine bağlı bir zenginliğe zenginlik demek ne kadar doğrudur?

    Hatta aynı şekilde, bugün dünyanın hâkimi olan sermayenin Çin’le olan ilişkisini bir yana koyalım, bu konuda da haklı olun; bugün zenginlik dünyanın genelinde midir, yoksa geri kalanı köleleştirmek eğiliminde olan sermayenin elinde midir?

    Art niyet aramak konusunda da üçte iki gidiyoruz, şaşırtıcı.

  129. Yazan:Elçin Alptekin Aydın Tarih: Eki 10, 2009 | Reply

    Yazınızı okudum. Benim ufak bir düzeltmem olacak izninizle. “Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel yönetirdim” diyen Maarif Nazırı Safvet Paşa’dır, Hasan Ali Yücel değildir. Teşekkür ediyor, çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum.

  130. Yazan:kuvvetlemuhtemel Tarih: Eki 10, 2009 | Reply

    Doğru demiş üstad

  131. Yazan:ALİHAYDAR Tarih: Ara 18, 2009 | Reply

    BEN BİR ALEVİYİM buna rağmen sünni bir alimin bu yazısını çok beğendim.teşekkür ederim çooooook güzel.Bediüzzaman Said Nursiyi duymuştum ama bukadar harika ve isabetli fikirlerinin olduğunu bilmiyordum.GERÇEKTENDE BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİYİ OKUMAK GEREKLİ…

  132. Yazan:aczmendi reşha Tarih: Mar 30, 2010 | Reply

    ve bihi nesteinu

    Biz Risale-i nur talebeleri Kur’an ve Sünnetten talim ettiğimiz ilimler ve ehl-i sünnet velcemaat itikadi ve ameli hüküm ve ölçülerine Risale-i nurun mizan ve muvazene ve mukayeselerine bakınca görmekteyizki:

    Şeriat , öğle mükemmel bir dindir ve hayat tarzıdır, Tevhid üzre ve kulluk üstüne gider, her mahlukun hakkı hayatını muhafaza eder, bu öyle bir muhafazadırki, maddi ve manevi, ne kendine ne başkalara zarar verilmesine müsaade edilmediği gibi, her zarar verecek olan şeyde, zararı nisbetinde yasak edilmiş ve NEFS-İ EMMARELER ZİNCİRLENMİŞTİR, ŞER-İ VE MESLEKİ EMİR VE YASAKLAR İLE..

    Öyle bir şeriattırki, insanın tüm maddi vemanevi,şahsi ve ailevi ve toplumsal ve hayat sahibi her calının tüm ihtiyaclarını en mükemmel ve elemsiz hali ile bulup tedarik edebileceği, fazlası ile her şeyi helal dairede verildiği insanlığa nimet olarak ihsan edildiği, bunların nasıl alınıp kullanılacağının dersleri, had ve hududları ve ölçülerinin öğretildiği bir dindir..
    İnsan yakışır bir şey arayan onu şeriat daresinde helal hududları içinde arasın, bunun dışından olanın ,ya zararı karından fazladır veya zarardan başka iş değildir..

    Mahza hayr ve güzellikler elemsiz lezzetler helal dairesindedir..Allah kullarına bu nimetlerini en mükemmel hali ile vermek ister..

    Yani Risale-i nurda SAĞ YOLUN YOLCUSU, SAĞ TARAFA GİDEN NEFER MESLEĞİ, SRATI MUSTAKİM ASHABIDIR BUNLAR.. denilir..

    Demokrasi ise, Tevhidi bir inancla değil,tam aksine bir sistem ile, insanların kuvvet ve kudret sahiblerinin kendi NEFSLERİNİ MUKAYESE EDEREK, NEFS-İ EMMARELERİN ,ZİNCİRLERİNİ KIRIP, SERBEST BIRAKILAN BİR SİSTEMDİR..

    Demokraside hak ve özgürlükten bahs edilsede, BU KASDEDİLEN ÖZGÜRLÜK, YÖNETİCİLERİN HALKA REVA GÖRDÜĞÜ KADARDIR..

    Demokrasiyi savunanların ÖZGÜRLÜKTEN NE KADAR KORKTUKLARINI, BİRBİRLERİNİN ÖZGÜRLÜKLERİNE NE KADAR MEYDAN VERDİKLERİNE BAKARAK GÖRMEK MÜMKÜNDÜR..
    YANİ: İŞTİR KİŞİNİN AYİNESİ LAFA BAKILMAZ..

    HEM BU demokrasi denilen sistem, nefsleri serbest bırakır, Allah’ın yasak ettiklerini serbest eder, teşvik eder.. Allah’ın kullarına emrettiği yapmalarını istediklerine ise BAHANELER İLE MAZARETLER İLE YASAKLAMA KOYARLAR..

    İlahi bir din ve sistem olmayan demokraside , ÖZGÜRLÜK DENİLEN ŞEY NEFSİN EMMARELİĞİ NOKTASINDAN, NEFSİN FİRAVNLUĞU NOKTASINDA, NEFSİN İLAHLIĞI NOKTASINDAN, MÜLKTE ALLAH’I TANIMAMAK, KENDİ KAFANA VE İSTEKLERİNE GÖRE YAŞAMANIN SİSİTEM OLARAK TATBİK EDİLMESİNİN ADIDIR..

    Her ne kadar dindarlarda dinlerinin bir kısmını yaşamakta serbest olsalarda, demokrasi ile, kemalizm dininin mensublarının müslümanlara ettikleri zalimliği ve zulmu, özgürlük adı altında engellemek ve müslümanlara hayat hakkı aramak için, demokrasiyi kullansalarda, demokrasiyi dine ve halka hizmet için kullanmak başkadır..

    DEMOKRAT OLMAK BAŞKADIR, DEMOKRASİYE HİZMET ETMEK BAŞKADIR..

    DİNDAR DEMOKRATLAR diye ifade edilenler ise, müslümanların ve islamın ihyası için gayret göstererek,insanlığın ve müslümanların özgürlüğü için kendi şahsları adına,dini değerleri kullanmadan,mümkün mertebe şer-i emir ve yasaklara riayet ederek,sadık kalarak, faaliyet gösterenlere denir..

    Burda acaib olan şudur: demokrasi diyenler, özgürlük diyenler, açılıp saçılmaya her türlü rezilliğe her yerde,daha fazlası rezilliklere ise belirli alanlarda tam serbestiyet verirlerken,
    DERGAHLARA,TEKKELERE, ZİKİRLERE,SARIĞA, ŞALVARA,SAKALA, ÇARŞAFA, İSLAMİ KİSVELERE,VE MÜSLÜMANLARIN ŞER-İ VE MESLEKİ EMİRLERE VE YASAKLARA UYGUN YAŞAMALARINA MÜSAADE EDİLMEZ,(HATTA BİR ZAMANLAR CAMİLERİ KAPATMIŞLAR)İŞTE BU MÜSAADE EDİLEN ALAN SADECE , DEMOKRASİYİ SAVUNANLARIN , HALKA SÖZ GEİREMEDİKLERİ, MECBUREN MÜSAADE ETTİKLERİ YERLERDE OLUR VE O TÜR İŞLERDENDİR..

    Müslümanları hayrete düşüren asıl şey şu:
    Risale-i nur ve Bediüzzaman r.a VE ERKAN TALEBELERİ VE TALEBELERİ VE SEVNELERİ, SÜFYAN İLE SÜFYANİYYET İLE,SÜFYANIN AVANELERİ İLE, DAHİLDEKİ HARB USULLERİNCE HARB ETMİŞLER VE ETMEKTEDİRLER, YANİ SÜFYANİYETİN GETİRDİĞİ DİNSİZLİĞİN ADIDIR DEMOKRASİ, KURALSIZLIĞIN, NEFS-İ EMMARE İLE ŞEYTANIN PLANLARI İLE KURULAN SİTEMİN EDIDIR DEMOKRASİ, DEĞİLMİDİRKİ BU DEMOKRASİ AVRUPAYI DİNSİZLİĞE SEVK ETTİ VE İSA A.S GELDİĞİNDE ÖLDÜRECEĞİ DİNSİZLİK FİKRİ DEMOKRASİ DEĞİLDE NEDİR..

    Demokrasi bir din değildir, dinsizliktir, güya HER DİNDEN OLANLARIN DİNLERİNİ YAŞAYACAĞI BİR ÖZGÜRLÜK olarak İFADE EDİLİR, BİLİNMEZKİ BİR İLAHİ DİNDE TEVHİD 1.ŞARTTIR MÜLK ALLAHIN DIR KULLAR ONUN GÖNDERDİĞİ DİNE UYMAKLA MÜKELLEFTİR, YER YÜZÜ ALLAHIN EMİRLERİ İLE ALLAH İÇİN HALİFELERCE YÖNETİLMELİDİR, DİNSİZLER ADINA DİNSİZLİK İLE DEĞİL..

    GERÇİ KEMALİZM DİNDİR, DİNSİZLİK DEĞİLDİR, AMA ÖĞLE BİR DİNDİRKİ YER YÜZÜNDE FİRAVUNLUK SİSTEMİDE DAHİL, BÖYLESİ SEVYESİZ BİR DİN VE TEBASI YERYÜZÜNE GELMEMİŞTİR, HALKINA ZULMEDEN, HALKININ DİNİNİ YIKAN, ALLAHA SAVAŞ AÇAN, ALLAHIN HER EMRİNİ YASAK HER YASAĞINI EMREDEN HALKI BUNA ZORLAYAN BİR DİN.. ÖYLEKİ SÜFYANDAN VE TAHRİBATINDAN TÜM İNSANLIK DEHŞET ALMIŞ VE EHL-İ İMAN VE İSLAM UYARILMIŞ..

    ŞİMDİ BU KEMALİZM DENEN DİNDEN VE KEMALİSTLERDEN VE ZULUMLERİNDEN KURTULMAK İÇİN, DİNSİZLİĞE SARILMAMAK GEREKTİR, DEMOKRASİ DEĞİP, ÖZGÜRLÜK DEĞİP..DEMOKRASİYE HİZMET ETMEMEK GEREKTİR..

    DEMOKRASİYİ,demokrat olmadan,pisliklerine bulaşmadan,serbest alanlarda insanlığın ortak değerlerini muhafaza ederek KULLANARAK İNSANLIĞA VE DİNE HİZMET ETMEK İSE FARKLIDIR..

    DEMOKRASİ ÖZGÜRLÜKTEN KORKAN KORKAKLARIN, ÖZGÜRLÜK DİYE NARA ATAN ESİRLERİN ,HEVA VE HEVESLERİNE NEFSİ EMMARELERİNE İSTEKLERİNE ESİR OLMUŞ ESİRLERİN KURDUĞU NEFSE DAYANAN SİSTEMİN ADIDIR..

    İSLAMIN SİYASETİ İSLAMDANDIR, RİSALE-İ NUR bu bid’at ve dalalet sisteminden nasıl kurtulunacağını, EHL-İ İMANIN DALALETTEN NASIL KURTARILACAĞINI,BİD’ATLERİN NASIL ÇMHA EDİLECEĞİNİ, İSLAMIN NASIL YEŞERECEĞİNİ, MÜSBET HAREKETİN, DİNSİZLERLE DİN DÜŞMANLARI İLE SORUNSUZ VE BİR ARADA GÜLE OYNAYA HİZMET DEĞİLDE, MÜSLÜMAN CEMAATLERE İLİŞMEDEN KAVGA ETMEDEN, DAHİLDEDE HARBE GİRMEDEN HAKKINDANDA ASLA VAZ GEÇMEDEN, HER GÜN İSLAMİYETİ VE İSLAMİ YAŞANTIYI BİRAZ DAHA İLERİ GÖTÜRMEK İLE OLACAĞINI İLAN EDER..

    rİSALE-İ NUR MESLEĞİ SIRR-I İHLAS ÜZERİNE BİNA EDİLMİŞTİR..
    İHLAS O ŞEYDİRKİ İÇİNDE GAYR YOKTUR..!! ACABALARI YOKTUR..!! HALKA KENDİNİ SEVDİRMEK ETRAFINDA TOPLAMAK İÇİN İŞ YAPMAKTA YOKTUR..!!
    RIZA-İ İLAHİ VARDIR..!! SADECE VE SADECE ALLAHIN EMİRLERİ, İLAHİ EMİRLER DİNİN EMİRLER EMREDİLDİĞİ İÇİN, MALUME UYGUN TATBİKLE İLERLENİR.. KIRIP DÖKMEDEN, TAMİRAT YAPILIR, TAMİR İSE YIKILAN YERDE OLUR, NERDE HASAR VARSA ,ORASI TAMİR EDİLMELİDİR..

    üstad r.a hın şeriatın emir ve yasakları ile verdiği bir ömürlük mücadeleği, bu noktadan net anlayıp anlatmak ve TÜM DÜNYAYA BEDİÜZZAMAN R.A ŞERİATÇI OLDUĞUNU ,İDAM İLE YARGILANIRKEN DAHİ KENDİNE SENDEMİ ŞERİAT İSTEDİN DİYE SORANLARA:” ŞERİATIN BİR HAKİKATİNE BİN RUHUM OLSA FEDA EDERİM”, BU VE BENZERİ ifadeleri ile, o ÜSTADI AZAM R.A HIN HUKUKUNU MUHAFAZA İLE, DOĞRU ANLAŞILMASINA GEYRET, ONU SEVEN HERKES ÜZERİŞNDE O ZATI MUHTEREMİN HAKKI OLSA GEREK.. BU HEPPİMİZİN BOYNUNDA BORCTUR..

  133. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Mar 30, 2010 | Reply

    aczmendi kardeş,

    Bir aczmendi bulmuşken sorayım: 28 Şubat sürecinde aczmendiler ortaya çıktılar. Daha önce yoktular, sonra da ortada görünmediler. Bu yüzden şimdi bir tane görünce şaşırdım doğrusu, farklı sinyaller aldım. Yıllardır merak ettiğim sorularım var, cevap verebilirseniz bahtiyar olurum:
    – Tarikatların zikr yerleri dergahlar ve tekkelerdir. Sizin neden bir dergahınız yok? Neden camilerde zikrediyorsunuz? Tariklerde usül olur, evrad olur, esma talimi olur. Siz zikri nereden talim ettiniz, ehliyetiniz var mı?
    – Tarikatların silsilesi olur. Öyle mantar gibi ortaya çıkmazlar. Çıkanlara da tarikat denmez. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
    – Risalelerde övülen “hürriyet” ile sizin bahsettiğiniz şeytani “demokrasinin” farkı nedir?
    – Aczmendilerin cüppeleri ve kıyafet şekilleri gördüğüm tüm tarikat kıyafetleri içinde en antipatik olanı. Hani gavurlar (haşa) Azrail resmi çizerler ya, ellerinde orak, kara cüppe içinde, öyle bir görüntü çiziyor. Bunun yerine beyaz cübbe giyip Resulullah’ın sünneti olan “gülümsemeyi” ihmal etmeseniz daha iyi olmaz mı?
    – Nurculukla sorunu olan, aynı zamanda “demokrasi” ile de sorunu olan bir rejimin, kendisine aczmendi diyen temiz kalpli insanları kullanıp kendi emellerine alet ettikleri söyleniyor. Hiç kendinizi kullanılmış gibi hissediyor musunuz?

  134. Yazan:ali yardım Tarih: Eki 23, 2010 | Reply

    Said Nursi dağ gibi bir adamdır. öncelikle Said Nursi ve nurculuk hareketi hakkında kanaatlerimi(tabi yazıyla ilgili olanları) serdedeyim.
    -nurculuk hareketinin temel karakteri “sivil toplum” hareketi kalıbına en yakın İslami hareket olmasıdır(Fethullah hocanın temsil ettiği hareketi onun devletçiliğini ayrı bir düzlemde ele almak gerekir. bu nur geleneğine yaslanmakla beraber onun evrilmiş halini temsil eder) beni bu tesbite götüren deliller cumhuriyet dönemindeki islamcı hareketlere olan baskının İslamcılığı “devletle göbek bağı olan ulema” katından, halk katına çekmesidir. said nursiye diyanet çevresinde, devlet elitleriyle bir yönden uzlaşmış ulema kalıntılarından da tenkit gelmesi bu tespitimizin bir başka delilidir. şunu belirtmek gerekir ki “darül hikmeti islamiye” azalığını yapan, siyasetle içiçe olan kendi tabiriyle “eski said” daha çok klasik osmanlı ulması reflekslerini temsil etmesine rağmen, cumhuriyet sonrası yeni said’in daha çok bir mutasavvıf gibi bir “halk islam”ı konumunu temsil ettiği söylenebilir. çünkü artık devlet desteği, bir devlet baskısına evrilmiştir. ayrıca said nursi rusyadaki esirliği sırasında manevi bir dönüşüm geçirmiştir.(ittihat terakki zamanında bilhassa “Türkçü-turancı” evver paşanın said nursiye olan saygısını hatırlayalım. çamlıcada said nursinin kaldığı mekanı enver paşa tahsis etmiştir)
    -imdi bu eski said-yeni said dönüşümünü anlayıp bir değerlendirmeye geçmek gerekir. nurculuk hareketi bir yeni said dönemi hareketidir. siyasetten said nursinin ayağını çekmesi, istanbulun şöhretli hocasının ve kuvvetli bir hürriyetçi “ittihad-ı islam” müdafiinin; Türkiyedeki mahrumiyet bölgelerinde okumamış halkla münasebeti üzerinde gelişen bir harekettir. eserlerinde açıkça görürsünüz,eski said döneminde dinin rasyonalist yönüne kuvvetli bir vurgu yapan “medreseli”, yeni said döneminde “kalbe gelen ilham” gibi ifadelerle apaçık halk mutasavvıfı öğelerinin belirgin olduğu, sivil bir “üstad” konumunu almıştır. başlangıçtaki nurcuların, ve “büyük ağabey”lerin hiçbiri din tahsili almış değildir. oysa mesela bir tasavvuf hareketi olan nakşiliğin pirlerinin çoğu aynı zamanda ilim adamıydı(m.esad coşan hocanın prof olmasını hatırlayalım) said nursinin itirazlarına rağmen, nurculuğun sürekli tarikat suçlamasıyla karşılaşması da ilginçtir.
    -nur hareketi yeni said’in özelliklerinden, ve nurculuğun yayıldığı halk katmanından dolayı sivil ve aksiyoner bir kıvam aldı. nurcu hareketler bu yüzden bugün dahi sivilleşme ve demokratikleşme taraftarıdır. nurcuların “devletçi” karakteri baskın olan siyasal islamcı hareketler yerine, daha liberal merkez-sağ hareketlere oy verdiğini unutmayalım. ama şüphesiz nurculuk gülen hareketi üzerinden çok yönlü bir değişim süreci yaşadı. bu değişime bir başka zamanda ayrıntılarıyla değinmek gerekir. bu değişimi anlamak ayrıca islamcı hareketlerin sosyolojik işleyişini de anlamayı kolaylaştırır. site yazarlarını “nurculuk” ve “yeni-nurculuk” üzerine kışkırtıcı bir yazı yazmaya davet ediyorum

  135. Yazan:ali yardım Tarih: Eki 23, 2010 | Reply

    nurculuğun evrilmesi ve sivil islamcılık kimsenin ilgisini çekmedi galiba:) neyse biz de “said-i kürdi” ve Türkçülükle ilgili fikirlerine değinelim o zaman
    -eski said döneminde bediüzzamanın klasik bir Osmanlı alimi olarak Türkçülükle ilgili duruşu bellidir. Türkçülük İslam ümmetini böler ve Türkçüler kıblelerini kabeden turana çevirmişlerdir. babanzade ahmet naimle paraleldir yani. ee çokta haksız sayılmazlar, dağılma tehlikesi geçiren bir imparatorluk var ve buna karşın Türkçüler gözleri turana dikmiş bir maceraya ülkeyi sürükleme peşinde(bence turancılığın başarısız olma nedeni Osmanlının zayıflığı değil, tahayyül edilen gibi tek bir “Türk dünyası”nın olmamasıydı).Türk ocağında osmanlı şuuraltında hiçde iyi yer etmemiş Timurlar,cengizler adına methiyeler düzülüyor. ayrıca bazı Türkçülerin laik temayüller taşıdığı da muhakkak.
    -yeni said döneminde Türkçülük iktidardadır(ittihat ve terakki dönemindeki meseleden biraz farklılık arzeder bu. ittihat terakkide dış Türkleri birleştirmeye yönelik bir siyasi proje iken, cumhuriyette osmanlı ve islam referanslarından arınmış bir “yeni vatandaş” tasarımının adı olur Türkçülük.)bediüzzaman bu Türklük telakkisi için “frenklik manasında Türklük” ifadesini kullanır. ama artık vurgu çok farklı bir noktadadır. Türklerin asıl şerefinin “İslamiyetin kalesi ve şanlı kumandanı” olmasında olduğunu belirtir. ve milliyetçiliğe müspet-menfi ayrımını getirir. Türk-İslam ülküsü gibi bir çevre hareketi niteliği taşımış milliyetçilik ortada yoktur daha. bediüzzamanın ölümüne değin Türkçülük devlet elitlerinin yukarıdan gelen bir baskısı şeklinde tezahür eder. halka,milli kültüre uzak bir Türkçülük anlayışıdır bu. ancak milliyetçiliğin tamamıyla,bediüzzamanın kabul edemeyeceği bir çizgide olduğu bu vakitlerde yeni said’in eskisinden farklı olarak müspet miiliyetçilik adı altında açık kapı bırakması ilginçtir. ve Türklüğün asli mecrasına yönelik vurgusuda bugün Türk-İslam ülkücülüğünün kaçırmaması gereken bir referansdır(n.kemal zeybek ve nevzat kösoğlu kaçırmamıştır)amma yeni said’in milliyetçilik hakkındaki düşünceleri daha çok milliyetçilik karşıtı bir noktadan,bağlamlarından koparılıp yorumlandığı için bediüzzaman sanki bütünüyle bir anti-milliyetçi olarak takdim edildi. bu noktaya dikkat edelim bediüzzaman ölene değin milliyetçilik halka inmedi,bir elit fantazisi olarak kaldı. inönü muhalifi atsız Türkçüleri dahi yalıtılmış bir entelektüel elit karakterini taşıyorlardı. o yüzden devlet elitlerinin Türkçülüğünden çok da farklı sayılmazdı. Türkçülüğün anadoluda teşkilatlanması Türk-İslam çizgisinde bir milliyetçiliğn oluşmasına ve sivil-muhalif karakter kazanmasına zemin hazırladı. en nihayetinde MHP kuruluşunda üç hilal kabul görecekti. atsız Türkçülüğün eski halini “yarım bir din” olarak anlatır ve o hali güzel bulduğunu belirtir. anadoludaki milliyetçilerin said nursiyi, iskilipli atıf hocayı,mehmet akifi aynı şekilde bağırlarına basması, bu Türkçülerde “ümmetçi! ocak” kaygısını uyandırmıştı.
    -bediüzzaman ölene değin Türk-İslam minvalinde bir harekete şahit olmadı. ama yeni said dönemi eserlerindeki Türk perspektifi ve büyük doğunun milliyetçi-muhafazakarlarına karşı aldığı tavır onun aslında anti-milliyetçi olarak değerlendirilmesini zorlaştırmaktadır. kendisi bir din ulusu olarak ilahi kelamdaki “ya eyyühellezine amenu” hitabına uyup,”müslüman”lara seslenmiştir ki doğrusu budur. ama Türklüğün bediüzzamanda farklı bir anlamı olduğuna şüphe yok. kendisi kürttür bunu söylemiştir,ama onun hocalığından ziyade kürtlüğünün vurgulanması rejim tarafından;kendisini başka yerlere çekmek ve halktaki nufüzunu kırmak için kullanılmıştır.

  1. 3 Trackback(s)

  2. Mar 24, 2009: CNN Türk’de Mana Boyutlu Demokrasi : Derin Düşünce
  3. Haz 30, 2009: Gülen Atatürk - Zekirdek Forum
  4. Ara 7, 2009: Son 12 ayda en çok okunanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin