RSS Feed for This Post

Humeyni Lenin’i döver mi? Ulus devlet bölüm III

kapak_humeyni_lenin.jpg Kemalistler “Türkiye İran olmasın” derken kimi muhafazakârlar sırf “ABD’ye kafa tutuyor” diye İran’ı takdir ediyorlar. Oysa Kemalizm’in doğuşuna ve bugün içinde bulunduğu sıkıntıların kaynağına inecek cesareti gösterebilenler çok garip bir durumla karşı karşıya kalacaklar: İran’daki “İslâm devrimi” ve hatta Rusya’daki 1917 Ekim devriminin bizdeki “çağdaşlaşma projesi” ile akıl almaz benzerlikleri var.

Neden?

Anatole France bir kahramanını şöyle konuşturuyordu:

“Bütün devrimlerin en büyük hatası erdem denen şeyi yeryüzünde kurumsallaştırmaya çalışmaktır. Bir halkı devlet gücüyle iyiden yana, bilge, özgür, ılımlı ve adil yapmak istediğinizde herkesi öldürmekten başka çareniz yoktur!”

image4_devrim_rusya.jpgİster İslamcı olsun, ister komünist isterse pozitivist, bütün devrimlerin çelişkisi burada yatıyor: Yeni bir insan ve yeni bir halk yaratmak. Bu “pedagojik” çabanın zorlandığı her noktada devrim, devlet terörünü de beraberinde getiriyor. Tabi bu terörün yaygınlığı ve vahşiliği “yeni bir halk yaratma” projesinin kapsamı ve amaçlarının büyüklüğü ile doğru orantılı:

1) Rastgele tutuklamalar,

2) Devrim mahkemeleri,

3) Yargısız infazlar,

4) Etnik temizlikler,

5) Ağır etnik vergiler,

6) Toplama kampları,

7) Zorla göç ettirme,

8) Vatandaşların birbirini ihbar etmeye zorlanması,

9) Din adamlarının ve ibadethanelerin imhası.

iran-execution-femme-11.jpgElbette bu zulümler her devrimin siyasî rakiplerince delil olarak kullanılıyor. Meselâ Kemalistler İran’daki zulümlerin altını çizerken “bizim” muhafazakârlarımız Lenin ve Stalin zamanında yapılan özellikle de Müslümanları hedef alan zulümleri işaret ediyor. Yahudiler kendi kimliklerinin oluşmasında kullandıkları Hitler‘i dillerinden düşürmezken Kemalizm karşıtları istiklâl mahkemelerini, şapka kanununu, dükkânında Kur’an bulunduğu için tutuklananları hatırlıyor.

Kanaatimizce bunların hepsi doğru ama “gerçek” başka bir yerde saklı. Zulümlerin kaynağını ideolojinin tarifinde aramak bir sonuca götürmüyor aydınları. Yani “komünizm kötüdür” veya “islâmizm şiddet doğuruyor” gibi önermeler karanlık bir odada el yordamıyla yol bulmaya benziyor.

Her ideolojinin zayıf ve güçlü yanları var. Ayrıca şiddeti, zulmü meşrulaştıran ilkeleri, dogmaları bulunabilir. Ama bu zulmü hayata geçiren ideolojinin kendisi değil uygulanması. Bu bağlamda amacımız şu veya bu ideolojiyi savunmak/karalamak değil ideoloji bir kez belirlendikten sonra devrim sırasında olan biteni irdelemek.

Devlet terörü

guillotine1.gifTerör kelimesinin etimolojisini araştıracak kadar meraklı arkadaşlar görecekler ki bu terim ilk defa devlet terörü olarak doğmuş. Yani bugünkü yasadışı örgütlerin propaganda veya başka bir siyasî amaçla korku salması (fr. Terroriser = Korkutmak) ilk defa devlet eliyle yapılmış tarihte.

İşin daha da ilginç yanı özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleriyle yola çıkan Fransız devrimcileri bu devlet terörünü uygulamaya koyan. Tabi yöneticilerin halka eziyet etmesi insanlık tarihi kadar eski ama bu eziyeti “halkın iyiliği için – halka rağmen” yapma fikrinin resmîleşmesi ve meşrulaştırılması 1789 Fransız Devrimi’nin insanlığa bir “katkısı”.

İşte wikipedia’dan kısa bir özet :

Terör Dönemi (5 Eylül 179328 Temmuz 1794) Fransa‘da, Fransız devriminin ardından on ay süreyle iktidarı ele geçiren Jakobenlerin yürüttüğü kanlı dönem. Önde gelen Jakobenler, Robespierre, Mirbau ve Marat‘dır. Karşı devrimci olarak görülen ve iç düşman etiketi yapıştırılan halk yığınları giyotine yollanmış ve daha sonra da bu durumu yaratanlar kendi başlarını giyotine vermiş, bu dönem boyunca ülkeye paranoya hâkim olmuştur. (tamamı için buraya bakınız.)

Devlet terörü Fransız devriminde bir “geçiş dönemi” yöntemi olarak kullanılırken Sovyet Rusya örneğinde olduğu gibi kurumsallaşarak kalıcı hale de geçebiliyor. Daha sonraları KGB ismini alan, karşı devrimcilerle mücadele olağanüstü komitesi Çeka’nın “devrimi korumak adına yaptığı zulümlerin kurbanları milyonlarca insan ki çoğu da Rus. (ÇEKA = Всероссийская чрезвычайная комиссия по борьбе с контрреволюцией и саботажем)

image2_devrim_rusya.jpg

Bugünkü Marxistler Fransız devrimini “burjuva devrimi” diye aşağılayadursunlar Bolşeviklerin 1920’lerde uyguladıkları eziyeti Fransız tarihçileri neredeyse alkışlıyorlardı. Albert Mathiez1920’de yayınlanan “Bolşevizm ve Jakobenizm” adlı makalesinde şöyle diyordu: “Bolşevik terörü Robespierre‘in Halk Kurtuluş Komitesi terörünü örnek almıştır. Felsefeleri aynıdır. Sorunlar ve ortamlar benzerlik göstermektedir”.

Bir başka tarihçi, Ernest Labrousse Fransız Komünist Partisi‘nin yayın organı olan Humanité‘de (6 kasım 1921) şöyle bir başlık atmış: “Fransız devrimi’nin kahraman Rus devrimini açıklaması ve meşrulaştırması!”

Giyotin iyiyi ve kötüyü ayırt edecek

execution_of_women_russia.jpgFransız devriminden asırlar önce 1200’lerde Vatikan’ın emriyle Hıristiyanlık adına bir “homojenleştirme” devrimi yapıldı. Katar mezhebindeki Hıristiyanlar Lyon yakınlarında yakılarak katledilirken Haçlı askerleri “kâfirleri” Katoliklerden nasıl ayıracaklarını sordular. Papa’nın temsilcisi Arnaud Amaury‘nin yanıtı şu oldu : « Siz herkesi öldürün, Tanrı yandaşlarını ayırt edecektir !»

Fransız Devrimi sırasında da bu “kökten temizlik” fikri aynen muhafaza edilmişti: Büyük Terör dönemi (1793- 1794) olarak adlandırılan zaman diliminin bir numaralı teorisyeni Saint-Just Halk Kurtuluş Komitesi adına yazdığı bir raporda şöyle diyordu:

“Halk egemenliği birlik ve teklik ister. Bütün farklılıklar egemenliğe bir hücumdur. Vatansever devrimi vargücüyle destekleyendir. Kayıtsız kalanlar veya kısmen destekleyenler ise karşı çıkanlar kadar haindir.”

Bu anlayışın emrinde iyi vatandaş ile haini ayırt etmek de giyotine düşüyordu haliyle.

1922 Mayısında ise Sovyet ceza kanunu hazırlanırken Lenin şunu teklif ediyordu:

“Sovyet hukuk sistemini tanımayan, uluslararası burjuva fraksiyonuna yarayacak biçimde propaganda yapan herkes idam edilecektir.”

Kemalizm ve idamlar

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılları Almanya’da Hitler’in, İtalya’da Mussolini’nin ve Rusya’da Stalin’in totaliter rejimler kurduğu yıllardı. Kimi ırk üstünlüğüne kimi sınıf mücadelesine dayanan ideolojileri düstur edinmiş bu rejimlerin ortak yönü ise homojen bir ulus yaratma çabası idi.

Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda da Kürtleri Türkleştirme çabasından Varlık vergisine ve Aşkale’deki toplama kamplarına uzanan bir homojenleştirme projesinin yürürlükte olduğunu görüyoruz. Ancak sadece gayrimüslimler veya Kürtler değil « gereğinden fazla » dindar olan insanlar da bir şekilde “yola getirilmek” istendiler. Bu tektipleştirme projesine karşı çıkmanın bedeli ise çoğu kez idam oldu. Tamamı Derin Sular sitesinde bulunan Kemalizm Nedir? adlı belgeden (sf. 24) :

“… Mustafa Kemal, Kastamonu’daki konuşmasında ‘Bu serpuşun adına şapka denir’ şeklindeki meşhur ilanını yaptıktan hemen sonra […] aşağıdaki sözleri sarf etmişti:

‘Keskin bir gerçek olarak söylüyorum […] İsterseniz bildireyim ki,

bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca ulaşabilmek için gerekirse bazı kurbanlar da verelim. Bunun önemli yoktur. … Şapka Kanunu’nun yürürlüğe konma sürecinde ve sonrasında Kayseri, Sivas, Maraş, Rize, Giresun ve Erzurum başta olmak üzere […] isyanlar sonucunda binlerce kişi tutuklandı. Tutukluları yargılamak üzere ilgili bölgelere gönderilen gezici İstiklal Mahkemeleri, (içlerinde ulemanın da bulunduğu) çok sayıda insanı şapka kanununa muhalefet gerekçesiyle idam etti.”

(Referanslar için orijinal metine bakınız)

İdeolojilerin sonu

leninstalin19221.jpgDevrimlerin gerçek sorunu sağcı, solcu, komünist veya İslamcı olmaları değil bir ideolojiye dayanmaları. Bir başka deyişle aklı, eleştiriyi, hür fikirleri terk edip hayattaki her şeyi açıklayan basit kurallar peşinde koşmaları. Korku ve umutsuzluk içindeki geniş halk kitleleri kolayca benimsiyor bu basit fikirleri. Gerçekte birer slogan olmaktan öteye gitmeyen söz konusu basitlik devrimlerin hem hızlı yükselişini sağlıyor hem de yıkımlarını hazırlıyor:

  1. Bütün Dünya işçileri, birleşin!
  2. Başımıza gelen her felaketin sorumlusu Yahudilerdir!
  3. Anayasa’ya ihtiyaç yok, Kur’an yeter!
  4. Damarlarımızda dolaşan kan soylu bir kandır! İçinde kuvvet ve kudret vardır!
  5. Türkiye Türklerindir!
  6. Türkiye laiktir, laik kalacak!

Hitler dünyayı ırkların çatışma alanı olarak görürken G. W. Bush, Huntington, Humeyni veya Ahmedinejad gibileri dinler arası çatışmaların, “kutsal savaşların” kaçınılmazlığından dem vuruyorlar. Pozitivistler din ile bilimin mutlaka çatışacağına ve bilimin galip geleceğine iman ediyorlar.

Oysa bir ülke yönetimi doğası gereği karmaşık bir iş. Ekonomiden adalete, eğitimden savunmaya çok çeşitli alanlarda çalışan milyonlarca insanı en verimli biçimse çalıştırmak için ideolojiye değil akıla, vicdana ve sağduyuya ihtiyaç var. Bir yandan halkın ihtiyaç ve tercihlerinin bilinmesi ama diğer yandan uzmanların kararlara katkıda bulunması gerekiyor.

Elbette halkın dini, gelenekleri, ülkenin yakın tarihi, iç ve dış kısıtlamalar bazı “değişmezler” dayatabilir yöneticilere. Bunun yanında doktririnler oluşabilir, uzun vadeli devlet politikları belirlenebilir.

Ama bunlardan bir ideoloji üretmek ve “artık altın bir kural var elimizde, düşünmeye gerek yok” demek en büyük gaflet. Dünya değişiyor. “Gözlerimi kaparım, ilkelerimi uygularım” düsturu her cephede iflas etti. Ne Komünizm, ne islamizm, ne Faşizm ne de Pozitivizm umulan sihirli değnek olamadı.

Artık halkların “gözlerimi açarım, gerekeni yaparım” dediği, gerçekçi siyasetlerin yapıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Tek tip insan yaratma projeleri tarihin çöplüğüne çoktan atıldı. Birey önem kazandı. Farkların zenginlik olduğu anlaşılıyor. Tartışmaya, eleştiriye, bireysel haklara dayalı yönetimler diğerlerine her alanda üstünlük sağlıyorlar.

Gerek refah gerekse hukuk alanında Türkiye’nin bu durumdan çıkaracağı çok ders var.

image3_devrim_rusya.jpg kemalist-kafa-trasi.jpg

Ulus devlet – Bölüm I: Ulus mu devlete aittir yoksa devlet mi ulusa?

Ulus-devlet Bölüm II: Ulus-devlet ne kadar ulusal?

 

Kitap tanıtan kitap 1

Kitap okumak… Jean Paul Sartre, Nazan Bekiroğlu, Toshihiko Izutsu, Henri Bergson, Mustafa Kutlu, Dostoyevski, Elif Şafak, Clausewitz, Sadık Yalsızuçanlar, Alber Camus ile sohbet etmek… Suyun resmine bakmakla yetinmeyen, su içmek isteyenler için var kitaplar. Mesnevî var, El-Munkızü Min-ad-dalâl, Kitab Keşf al Mânâ, Er-Risâletü’t-tevhîd var.  Elinizdeki bu kitap Derin Düşünce yazarlarının seçtiği kitapların tanıtımlarını içeriyor. Bizdeki yansımalarını, eserlerin ve yazarların bıraktığı izleri. Farklı konularda 44 kitap, 170 sayfa. Zaman’a ayıracak vakti olanlar için… Buradan indirebilirsiniz.

 

Aydın kimdir? Muhafaza’nın ve Değişim’in kimyası

Aydın konusu gerçekten sorunlu görülüyor. Her ideoloji, her grup kendi liderini, kahramanını aydını ilan ediyor çünkü. Tam da bu sebeple tanımından önce başka bir sıfata daha ihtiyaç duyuluyor: Reformist aydın, muhafazakar aydın, Kürt aydını, Türk aydını, vs.. Kısacası “aydın olmak” hem toprak(toplum) hem de tohum(aydın) gibi üzerinde durulup incelenmesi yazılıp çizilmesi gereken bir kavram. Değişimin adresi kabul edilen Aydın’ın tanımı konusunda muhafazakar olunabilir mi?” 130 sayfalık bu kitapta modernleşme sürecinde Aydın’ı ve Aydınlanma’yı sorgulayan bakış açıları bulacaksınız. Ama teori ile yetinmeyen,  fikrin eyleme dönüşmesini, Cumhuriyet’i, demokrasiyi ve sivil itaatsizlik olgusunu da sorgulayan yazılar bunlar. Buradan indirebilirsiniz.

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarından YABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleri İÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler.  İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek  KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 14 Yorum

  2. Yazan:Mehmet Yılmaz Tarih: Şub 8, 2008 | Reply

    ==== Y O R U M S U Z ====

    lenin ve Atatürk

    Laiklik yürüyüşünde Atatürk’le Lenin’in fotoğrafı yan yana

    Yurtsever Yurttaşlar Platformu’nun gerçekleştirdiği laiklik yürüyüşü skandala dönüştü.
    İzmir’de Yurtsever Yurttaşlar Platformu öncülüğünde gerçekleştirilen ‘Laiklik’ yürüyüşünde
    Atatürk’le Lenin’in fotoğrafı yan yana taşındı. Lenin için ‘Atatürk’ün en büyük müttefiki’ ifadesi kullanıldı.

  3. Yazan:alperen gürbüzer Tarih: Şub 10, 2008 | Reply

    BOLŞEVİK İHTİLALİ

    ALPEREN GÜRBÜZER

    Nasıl ki Fransız ihtillalin nedeni eski Fransa ise, Bolşevik ihtilalin müsebbibi de eski Rusya’dır.
    Herşey Kilise ve Çar’ın elinde, onlar ne diyorsa o oluyordu.. Her ikisi de merkezi teşkil ediyordu. Merkezin etrafında ise büyük toprak ağaları vardı, yani asiller. Köylüler toprağa bağlı adeta köle idiler, bu yüzden köylü mevcut kurulu rejime büyük bir öfke ile dolu idi… Geniş kesimlerden öfke sesleri çığ gibi çoğaldıkça ipleri biraz gevşetmek zorunda idi Çar, çünkü tüm dünyada olduğu gibi Rusyada da tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru geçiş sözkonusudur. Sosyolojinin bir tespitidir: her geçiş süreci sancılıdır gerçeği. Nitekim Çar’ın sıkı disiplin uygulamalarından birazcık taviz vermesiyle, korktuğu sancı başına gelecektir. Nasıl mı?
    Fransa’nın Robespierre’si ne ise Rusya’nın Neçayefi de o. Neçayef’de Rusya’nın asi yaramaz evladı, tam bir eylem hippisi, yani anarşist. Devrim kanla yazılır sloganı bizatihi ona ait. Fevri ve kabına sığmayan tavırları yüzünden kendisini zindana mahkum etmekten başka işe yaramadığı gibi şüpheli ölümle terki diyar eyledi bu dünyadan ve ardından tek bıraktığı miras, kendisini şiddet tarihine yazmak kaldı, o da miras kabül görürse tarihin vicdanında .. Neçayef zindanda ölümünü beklerken dışarda onun izinden giden binlerce terörist doğuyordu. Çar bu öfkeli insanların üzerlerine gittikçe dalga dalga yükseliyorlardı, her tarafta gizli örgütler mantar gibi bitiyordu. Bu örgütler arasında en sonuncusu aynı zamanda en karizmatiği şüphesiz Bolşevik örgütü dikkatleri üzerinde toplayacak ve bu örgütün yaptığı eylemleri sayesinde Lenin adını duyuracaktı. Lenin zaten iyi bir uygulayıcı ve teşkilatçı bir liderdi, önce düşmanını sinek avlar misali tek tek devirmekle stratejisini ortaya koydu, ama bu taktik tutmadı, yeni metodlar üzerinde kafa yordu ve denemeye başladı, adına kitlesel terör ya da adına devrimci terör dediği yeni usulü piyasaya sürerek ezilen tüm kitleler büyük bir hınçla ihtilale yöneldiler. Lenin fikir bakımdan eksikdi, fakat teşkilatçı yönünün ağır basmasıyla bir anda kitleleri peşine takmayı sonunda başaracaktır, her ne pahasına olursa olsun bir kere iktidarı beynine kaydetmişti, ölmek var dönmek yok diyerek adeta and içmişti.
    Lenin tüm hesaplamalarını en küçük detayına kadar gözden geçirmenin yanısıra medyanın gücünü bildiği için ISKRA gazetesinde verdiği sürekli mesajlarla işçiyi köylüyü kendi çekim alanına aldı, yayınlanan her makalesi kitlelere heyacan aşılıyordu, öyle ki; yayınlanan makaleler zamanla birikerek bir yıl sonra; Ne yapmak gerek? (What is to be Done) adlı kitaba dönüştü. ISKRA gazetesi deyip geçmemek lazım, bu gazetenin etkisiyle Bolşevikler bir anda marjinal durumdan kitlesel güç hale geldi diyebiliriz.
    Artık bu noktadan sonra proletarya emek uğruna çalışan değil, her biri birer ihtilalci gerillalardı. Bu ihtilalci ocak mensuplarının hedef olarak bir noktaya kilitlenmiş olsalar da yöntem bakımdan kendi aralarında fikir ayrılıklarının olduğu da gözlerden kaçmadı. Şöyle ki; Bolşevikler tıpkı Frasız ihtilalcilerin kendi aralarında ki ayrışmalarının bir değişik benzer
    Örneği ile 1903 de Martov; Bolşeviklerin daha demokratik kanadını, Lenin taraftarları ise ihtilalden yana olanlar yani Bolşevik cenahını oluşturdu. Dolayısıyla yapılan oylama da demokratik kanat azınlıkta kalınca onlara azınlık manasına gelen Menşevik denildi, çoğunluk olanlara da Bolşevik. Bu iç mücadele de Lenin’in kazanmasıyla kendi iç dünyasında hedef büyültme iştiyaki doğurdu. Şartlar hep lehine işliyordu, onu meşhur edende şartların ihtilal saatine ayarlı olmasıydı.
    1891–1892 yılları Rusya’nın kıtlık ve açlık yılları, Çar aç mideleri önce doyurması gerekirken habire dışarıya buğday ihraç ederek döviz elde edip, sanayileşmek yolunu tercih etti. Lenin için bu tablo bulunmaz bir fırsattı, nitekim fırsatı iyi değerlendererek sokaktaki sıradan bir insana bile ayaklanma ilmini ve stratejisini kısa zamanda öğretmekte ve kazandırmakta güçlük çekmedi, önce kışkırtma, ardından sokak gösterileri derken, nihayetinde halk ayaklanmasına dönüştürmeyi beceren bir maharet örneği sergiledi Lenin..
    Bu yola başkoyduklarında yirmibeşbin kişi idiler, ama sonradan milyonları tek potada buluşturan büyük bir güce ulaştı. Lenin düşman addettiği tarafı ustalıkla provoke ederek kitleleleri tek yumruk altında toplayabilmiş, hatta etnik farklılıklarından dolayı zulme uğrayan gerek Yahudi, gerekse Türk’lerin yumuşak karnı olan; her ülke kendi kaderini kendi tayin etmeli taleplerini kullanarak aynı cepheye dâhil edebilmiştir. Hele hele Çar, halkı dipçikle hizaya getirmeye devam ettikçe ve her türlü olaya şiddetle tepki gösterdikçe Lenin’in işini kolaylaştırıyordu. Birde bunlara ilaveten Çar ve ordusunun Japonya karşısında mağlup olması kitlelerin belleğinde Çar’ın devrilebileceği cesaretini uyandırdı. Gittikçe olaylar büyüyordu, patlamaya hazır bomba gibiydi her yer.. Öyle ki; 1905 Ocakta yaklaşık üç milyon insanın genel grev yapması ihtilalin artık geliyorum dercesine habercisiydi. Rahip Gapon’un bu öfkeli kalabalık karşısında Çar’ı ikna etme teşebbüsleri de fayda vermeyince artık ok yaydan çıkar hale gelmişti, sonunda tüm çabalarının boşuna olduğunu gören ve üstelik polisle bir şekilde ilişkili olan Rahip Gapon’u bile muhalefet safına itiyor. O işçilerin haklı talepleri karşısında duyarsız olamazdı, vicdanınn sesine kulak verip en yakından şahit olduğu Çarın bu tutumundan dolayı öfkeli kalabalığın yanında tavrını belirliyor.
    Çar’ ın aldığı bu sıkı güvenlik önlemleri ile rejim koruma altına alınamadığı gibi, aksine gerçekleşmek üzere olan devrimin gücüne güç katıyordu. Nitekim korkunun ecele faydası yok derler ya, kitleleler ihtilalcilerle aynı safta 1905 Ekimi ayında genel grev ve ardından isyan niteliği kazanmaya başladı. Olaylar doruğa ulaşınca, Lenin apar topar İsviçre’den Rusya’ya gelmesine gelmişti ama, Bolşeviklerin asıl etkinliği bir yol sonrasında gerçekleşecek olan 2. Moskova ayaklamasındaki olaylarda görülecektir. Bu olaylarda görüldü ki; henüz tam olarak olgunluğa erişmemiş teşkilatsız yığınlar sözkonusu, bu durum teşkilat ihtiyacını meydana getirmiş ve böylece Sovyet işçilerinin kurdukları Sovyet teşkilatı; Bolşevik – Menşevik çekişmesini beraberinde getirse de Bolşevikler teşkilat içinde ipleri eline alan taraf olacaktır.
    Lenin kendinden emin adımlarla bütün iktidar Sovyetlere diye çağrıda bulunarak kitleleri coşturuyordu. Her nekadar Moskova ayaklanmasında birçok işçinin kanının heder olmasından dolayı arkadaşlarınca eleştiri alsa da o bu durumu devrimin kanla gerçekleşebileceğini düşünerekden kazanç olarak değerlendiriyordu.. 1905 yinede kayıp sayılmazdı, bir nevi 1917 Ekim ayının provası sayılırdı, belkide bu prova olmasaydı Bolşevik ihtilali gerçekleşemezdi yorumunu yapanda bizatihi Lenin’in kendisidir.. Lenin başarısızlıklarda bile yeni stratejiler ortaya koyacak usta bir aktör, bu işin sadece işçi kesimiyle değil, aynı zamanda köylüyü kazanmakla ve resmi ordunun çökertilmesi ile gerçekleşebileceğini, yani bu üç unsur denilen işçi – köylü – orduyu biraraya getirmedikçe özlenen ihtilalin hayal olabileceği kanaati doğdu kendinde. İşte bu noktadan sonra Lenin; Rusyanın canı cehenneme, bana proletarya ihtilali lazım sloganın ortaya atarak insanları etkilemeye çalıştı. Savaş esnasında ortaya atılan bu slogan yüzünden; acaba Lenin Alman ajanı mı? Dedikodularına yol açsa da, o söylentilere aldırış etmeden yoluna devam edip, kısa bir zaman sonra zaten onu Alman casusu diye karalayanlar ardına düşeceklerdir.
    1916 Ekim ayı geldiğinde grevciler; kahrolsun savaş, ekmek ve barış diye seslendirdikleri sloganlarla Lenin’in beklediği anın yavaş yavaş gerçekleşeceğinin muştusunu veriyordu. Çar, peyder pey gelişen önce işçiler, sonra orta sınınf ve en nihayette askerlerin isyanı karşısında şaşırmış, işlerin çığırından çıktığını anlasa da bu noktadan sonra kontrolü zordu, generallerinin de görüşünü alarak tahtından çekilmek zorunda kalmıştı. İşte kitlelelerin gücü bu.. Anlaşıldı ki; kitleler isterse yapamayacağı bir şey yok Bu durum da Rusyanın başsız Duma üyeleri Duma komitesi kurarak ülkeyi başıboş bıramak istemediler ve derhal idareyi ele aldılar.
    Çar’ın çekilmesi ile birlikte Lenin Avustarya’dan Rusyaya döndü, daha ayağının tozuyla bastığı topraklara gelir gelmez Geçici hükümeti desteklemeyin talimatını verdi. Bir yandan Lenin, diğer yandan Almanya orduyu yıprattıkça geçici hükümet bitap düşüyordu, artık Bolşevik olmayanlar bile; Bütün iktidar Sovyetlere flamasını taşımaya koyuldular. Hükümet kendince sert tedbirlere girişmekle olayları durdurmuyor, tam aksine alevlendiriyordu. Lenin, baskılar karşısında Finlandiya’nın sınırına yakın bir köye saklandı, Troçki ise tutuklandı.
    Hükümet güvenliğe yönelik uygulamalarıyla kitleleri ihtilale sürüklüyor ve derken gerçekleşen iç savaşta, zafer Bolşeviklerin.. Böylece ihtilal başarısıyla sonuçlanıyor.
    Lenin hedefine ulaşmıştı, ama tıpkı Fransız ihtilali örneğinde olduğu gibi, o da beraber yola koyuldukları kader arkadaşlarını yiyecektir, hemde proletarya yalanının adına sığınarak. Sadece evlatları mı, Bolşevik olmayan soldan tutunda sosyalistlere kadar herkes dahil, hakeza Rus olmayan milletlerde.. Kelimenin tam anlamıyla yediden yetmişe toplum Lenin yönetimi altında ezildiler hor görüldüler bütün ümitleri hayal kırıklığına uğradı..
    Lenin de ihtilallerin kanununda mevcut olan kan döktükçe kana doyulmadığını hayatında yaşadı ve geriye şöyle dönüpde döktüğü kanlardan dolayı zerre miskal pişmanlık duymamıştır. Düşmanlarının kanını akıttıkça sürekli akıtası geliyordu, böyle bir adamdı o… Lenin’in de ötekiler gibi ne jakobenlerden ne de nazilerden hiçbir farkı yoktu. Devrim kanla gerçekleştirdi, ama yönetiminde özgürlük, halklara adalet, ekmek, aş ve iş gibi güzel sözler yerini bulmadı, meğerse o kavramlar hedefe varmak için araç olarak görev yapmış, nasıl olsa maksat hasıl olmuştu, dün dündür, bugün bugündür felsefi geçerli akçedir artık.
    Lenin’in açtığı bu yol Stalin döneminde adeta devlet terörürüne dönüşerek devam etti tüm hızıyla.. Lenin dünyadan göç ettikten sonra Sovyetlerde ihtilale destek veren kader arkadaşları diyebileceğimiz evlatlar kalmıştı geriye sadece. Ortadan düşman kalkınca, kan akıtmaya alışmış sistem gıdası olan kan dökmeden duramazdı, sistem için kansızlık susuzluk demekti.. O halde bu iş Staline kalmıştı. Önce Troçki mercek altına alındı. Troçki gibi bilge bir insanın fikir gücünden çekiniyorlardı, o halde ne yapmalı Troçki’yi halletmeli; ilk uygulama olarak sürgün ardından da bir ajan vasıtasıyla öldürtülür. Malumunuz Jakobenlerin sağ sol kutupları vardı, Bolşeviklerinde sağ ve sol bolşevikleri oluştu. Bu ikili durum, Stalinin işini kolaylaştırıyordu, sağın hesabını solla, solun hesabını da sağla hallediyordu, derken herkesi bir havuzda boğmayı başarıyordu. Döneminde milyonlarca insan öldürülmüş mahkemeler adeta mezbahaya dönmüştü.
    Velhasıl; Rusya’da değişen bir şey olmadı, yine kan , yine gözyaşı, yine istibdat vs… Slave kavram olarak zaten köle ruhu demekti, yani özgürlükten uzak bir ruh.. Gorbaçov döneminin glasnot perestroika dönemi gelene dek Sovyetler’de yaprak kıpırdamadı, etrafında demirperde ile ördüğü dikenli tel örgü ile ABD karşısında şişirilmiş bir güç olarak bir süre gündeme oturduysa da, yetmiş yıllık kominizm totaliter temeller üzerine kurulduğu için daha yüzyılını dolduramadan nihayet slave ruhu çökmek zorunda kaldı ve böylece bağrında taşıdığı milletler özgürlüklerine kavuşma imkânına kavuştular.

  4. Yazan:beddavi Tarih: Nis 12, 2008 | Reply

    böyle bir saçmalık olmaz bu yazı tamamen aldatmacaya yönelik , talibanın yaptıklarını gösterek İRAN İSLAM DEVRİMİNE yükleniyorsunuz .. lenin de kim ?? herkesin bildiği ateist ve kendilerini ilah yerine koyan putperest ile humeyniyi mukayese edenlerin bilgisizliği ortaya çıkar veya yapmak istediği islam düşmanlığı ki YEMEZLER…

  5. Yazan:beddavi Tarih: Nis 12, 2008 | Reply

    KOMÜNİSTİN MÜCADELESİ KAPİTALİST olmak içindir derdi imam-ı humeyni ve birde amacı ve hedefi YAŞAMAK olan herkes SÖMÜRGECİDİR derdi nasıl doğru mu yaaaa

  6. Yazan:DENİZ Tarih: Şub 19, 2009 | Reply

    ya yukarıdaki asılmış kişiler kim ya

  7. Yazan:Buse E. Tarih: Haz 24, 2009 | Reply

    Devlet terörü devrimin getirdiği birşey değildir.Devrimin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesiyle birlikte halkın duyuşu,düşünüşü mevzu bahis olur ve yaşam standartı yükselir.Devlet Terörü işte bu ilerlemeyi durdurmak isteyen yobazların eseridir.

  8. Yazan:Ali Duman Tarih: Haz 24, 2009 | Reply

    Güzel bir yazı, son zamanlarda bende aslında Türkiye’nin Iran’a ne kadar benzediğini düşünmeye başlamıştım. Mesala Anayasasında kişi ismi geçen iki ülke var dünyada, tahmin ettiğiniz gibi biri Türkiye, diğeri İran.

    Atatürk ve Hümeyni; İki farklı kültürün iki yarı tanrısal lideri, öz’sel farkları mevcut olduğu gibi, benzerlikler de var, birinin yüzü batıya, diğerinin doğuya dönük, benzer yanlar ise; her ikisinin de akıl ve bilimden uzak biat eden müritleri var ve her ikisi de doğma olmaya çok yatkın.

    AKP Milletvekili Zafer Üskül Atatürk isminin anayasadan çıkaralım demişti de dediğine pişman etmişlerdi, görüşünde ısrar etseydi kimbilir başına neler gelecekti, aynı şeyi İran’da Hümeyni için diyen biri olsa ona da aynısını yaparlar, benzer yanların benzer tepkileridir ve bu örnekler çoğaltılabilinir.

    Oysa bir ülke anayasasında bir kişi isminin yer alması o ülkenin “totaliter” olduğuna delalettir, ya da en azından bunu çağrıştırır. Mutlaka, Zafer Üskül böyle bir çağrışımdan kurtulunmasının önemli bir şey olduğunu düşünmüştür, yoksa Üskül’de dahil tarihe mal olmuş bir kişilik ile kimsenin bir alıp veremediği olamaz, olmamalıdır. Ancak bu çok basit ve haklı gerekçeyi anlayabilmek dahi doğmalardan arınmayı gerektirir. Mevcut örnek dahi bir doğma’nın olduğunu kanıtlamaktadır, çok güncel böyle bir örnek var iken hiç kimse bunun aksini iddia edemez.

    Yazıda da belirtildiği üzre totaliter, yarı totaliter, ya da ideolojik anlamda totaliter tüm yönetimlerde olumsuz anlamda birçok benzer yanlar bulabiliriz, zira totaliter olmaları olumsuzlukta birbirilerine benzemelerine yeterli sebeptir. Bir başka ortak yanları ise olumlu yönlerde birbirilerine benzeyemeceklerini, zira olmayan şeylerin YOK oluşları itibariyle; benzemelerini bekleme imkanımızın olmadıklarına örnekler ise; hukukun üstünlüğü, insan haklarının gelişkinliği, katılımcı ve çoğulcu demokrasi, demokratik laiklik, eşit anayasal vatandaşlık hakkı, anadilde eğitim hakkı vs.

  9. Yazan:bir insan Tarih: Ağu 17, 2009 | Reply

    sayın yazar islam ile kafanızdakini karıştırmayın islam çok yücedir ama başkalarının ekini ve nesli yok etmek için uydurdukları an gelir modası geçer

  10. Yazan:Humeyni'yi sevmek kolay degil Tarih: Eki 21, 2011 | Reply

    http://www.timeturk.com/tr/2011/10/21/ferid-farjad-in-konserinde-iran-kavgasi.html

    İstanbul’a 2 konser için gelen Farjad, son konserini önceki akşam Kültür Üniversitesi Akıngüç Oditoryumu’nda verdi.

    Yaklaşık 600 kişiye muhteşem bir keman ziyafeti çeken Farjad, konserin sonuna doğru müziğine ara verip, doğduğu İran’da zulüm yaşandığını, rejimin müziği, eğlenceyi yasakladığını anlattı.

    40 yıldır Amerika’da yaşayan Farjad, kardeşinin bir kadeh votka yüzünden kırbaçlandığını öne sürdü. Bu sırada izleyiciler arasından ayağa kalkan 5- 6 kişilik bir grup, önce Türkçe olarak “Yalan söylüyorsun” diye bağırdı, ardından Farsça olarak Farjad’la tartışmaya girdi.

    Farjad bunun üzerine, kızgın bir yüz ifadesiyle sahneyi terk etti. Türk izleyicilere tercüman çeviri yaptı. Tercüman Farjad’ın İranla ilgili eleştirilerine İranlı grubun, “İran senin anlattığı gibi bir ülke değil, böyle şeyler olmuyor. Er geç İran’a geleceksin” dediğini aktardı.

    Türk izleyiciler çevirinin ardından İranlı gruba tepki gösterdi. Grup, “Türkiye İran olmayacak, İran’a gidin, sizi ülkemizde istemiyoruz” sözleri ve sloganları arasında salon dışına çıkarıldı.

    Sanatçının Türkiye turnesini düzenleyen Ada Organizasyon’dan Ali Şenol, planlı bir protesto yapıldığını düşündüklerini belirtti.

    Şenol, turnenin son konserinde bunun yaşanmasından üzüntü düyduklarını, Farjad için Mayıs ayında yeni bir Türkiye turnesi planladıklarını söyledi.

  11. Yazan:Serhan Gul Tarih: Kas 18, 2011 | Reply

    Yazıyı yazan kişinin entellektüel derinliği, verdiği onca örneğe rağmen bir ortaokul öğrencisinden daha fazla değil. “Oynaya oynaya gelin çocuklar el ele el ele verin çocuklar”, “insanlar öldürülmüş ne kötü dimi” seviyesinden daha çaplı bir argümanı da yok.

    Kısaca ifade edeceğim, uzun bir makale de ben yazıp yazarın şişirdiği gibi kafanızı şişirmeyeyim:

    İlk olarak, ne bolşevik, ne fransız ne de iran devrimlerine kendimi bağlı, bağımlı ya da taraftar görmüyorum. Bilimsel ve tarihsel bir noktadan bakacağım.

    Kansız bir devrim, hatta toplumsal ilerleme olması mümkün değildir. Bu kan, giyotinde akmıyorsa başka yerlerde akıyordur, mesela fabrikada fazla çalıştırılan işçinin kanıdır, düşünce suçundan hapse girip ölen, öldürülen insanlardır vs. Fakat beğenmesek, daha iyisini istesek bile şu kesindir ki, insanlık tarihi savaş, devrim ve kavgaların tarihidir. Bu açıdan baktığınız zaman, Fransız devrimi döneminde öldürülen insanlar için “ölmüşler ne yazık” diyebiliriz fakat Fransız devrimi, dünyaya burjuva demokratik devrimini, merkezi ulus-devleti ve dolayısıyla, daha az insanın öldüğü yeni bir dönemi getirmiştir. Yazarın kafası o kadar bulanık ki, sanki Fransız devriminden önce herkes 120 yaşına kadar yaşıyordu da, Fransız devrimi ile ölümler başladı sanır! Benzer şekilde, Sovyet devrimi ile, veba ve verem ile yüzbinlerce köylünün öldüğü, giyecek ayakkabı bulamadığı, hergün yüzlerce idamın yapıldığı, yaşanan karışıklık, taciz, cinayet, katliam ve her türlü başıbozukluğun hüküm sürdüğü, gelişememiş, sanayisi olmayan, tarlada -20 derecede insanların donarak öldüğü çarlık rusyası yıkılmıştır. Elbette ki, birçok kişi öldürülmüştür bu devrimde, fakat gelinen noktaya bakıyoruz neredeyse yüz yıl sonra, bütün bu örnekler, Fransa, Rusya ya da Türkiye, kaybettikleri onca candan sonra daha iyi bir konumdalar.
    Dolayısıyla, devrim süreçlerinde ölen insanlar, tarihi ilerletmişlerdir. Bunu övme amaçlı değil, objektif olarak ifade ediyorum.

    İkinci nokta ise, yazar yine tarihsel perspektif açısından ortaokul seviyesine tekabül eden biçimde, konuyu öyle bir anlatmış ki, devrim dönemleri hariç kimse ölmüyor sanarsınız! Gelin madem bakalım, devrim “olmayan” dönemlerde, tarihsel olarak, daha az mı kişi ölmüş? Devrim olmayan dönemlerdeki büyük kitlesel savaşlara bakalım, Yüzyıl Savaşları(milyonla ifade edebileceğiniz kadar insan), Gün savaşları, bütün imparatorluklar arasında geçen savaşlarda ölen on milyonlarca insan, Osmanlı-Avusturya-Rusya-Macaristan vb, 1. ve 2. dünya savaşları falan filan. Bunları topladığınızda, devrim olmayan, yani devlet nizamı “stabil” dönemlerde, devrim olanların en azından bin katı daha fazla ölüm yaşanmıştır. Tabi bir de hem devrim, hem savaş olan dönemler var, iç savaşlar var falan filan.

    Kısaca; insanlar, doğar, büyür ve ölürler. Bilmiyorsanız diye söyledim. Ve tarihte de milyonlarca insan savaşlarda, devrimlerde, iş kazalarında, trafik kazalarında falan ölmektedir ve ölmüştür. Hani şu “topluma müdahaleci” olmakla itham ediyorsunuz ya devrimleri, sizler, aslında “kimse ölmesin” diyerek bir toplumsal müdahale yapıyorsunuz. Dolayısıyla, insanlar ölsün ya da ölmesin, her ideoloji, topluma kendi istediği doğrultuda müdahale etmek ister, işin doğası budur. Son kertede, tarih boyunca anlamlı ölümler olduğu gibi, etnik mücadeleler, kan davaları, aşiret kavgaları gibi anlamsız ve gereksiz ölümler de olmaktadır. Bunları durdurmaya çabalarsanız bu da bir ilerleme sayılabilir.
    İnsanlar elbette ölmesin(di), fakat bu oldu ve toplumu bir noktaya getirdi. Ve sizin bu “aman kimse ölmesin laylaylom” tavrınız, en kökten ve kemikleşmiş muhafazakarlığın gizlenmiş halidir. Yani, “eller havaya kimse kımıldamasın” demektesiniz.
    İnsanoğlu böyle çirkin bir varlık işte, tarih boyunca hep savaşmış, birbirini öldürmüş, yegane türlerden biridir. Bu yüzden bunu onaylamak ya da kökten karşı çıkmak yerine, nesnel olarak tarihe bakabilirseniz, lise diplomanızı alabilirsiniz.

  12. Yazan:taxi driver Tarih: Kas 19, 2011 | Reply

    Yazıda bahsedilen konuya ilgi duyanlara tavsiyem Eric Hoffer’in Kesin İnançlılar adlı denemesini mutlaka okumalıdır.Karşıt gibi duran düşüncelerin aslında ne kadar benzer bir mantık silsilesiyle dost-düşman tanımlaması yaptıklarını gözler önüne seriyor.

  13. Yazan:nevvab Tarih: Haz 13, 2013 | Reply

    bu yazıyı yazan yazar kim bilmiyorum ama imam humeyni ile lenini benzetmeye çalışmak en hafif ifadeyle ahmaklıktır.bu ikisi arasında kıyas kabul edilemez çünkü aralarında illiyet bağı bile yoktur.temel mantık ilkelerine aykırı bir yazı olmuş.kaldı ki imam ümmetin yüz akıdır.sorun imamın tertemiz mesajını bağnaz ve yobaz şii yorumuyla kirletenlerdedir. yazara tavsiyem imam hakkında on okusun on düşünsün on dinlesin öyle yazsın.

  14. Yazan:fatma gökhan Tarih: Haz 13, 2013 | Reply

    Ümmetin yüz akı İmam göreve gelince bakın ne yapmış,

    Sekiz yıl süren İran Irak savaşında bir milyon müslümanın ölümüne seyirci kaldı.

    Savaş boyunca İran’a silah ambargosu uygulayan büyük şeytan Irak’ı destekledi. Fransa Irak’a sattığı silahlarla en büyük kazancı elde etti.

    İmam tüm bu olanlara seyirci kaldı. Savaşı İran kazanmalıydı.

    İran ambargodan dolayı Kominist ülkelerden silah aldı.
    Niçin? MÜSLÜMAN KANI AKITMAK İÇİN!

    Şiiliği ve devrimi yüceltmek en önemli politikasıydı İmamın.

    Devrimden sonra binlerce bilim insanını hapse attırdı.
    Siz Mekke’nin fethinden sonra insanlara zulmedildiğini okudunuz mu hiç?

  15. Yazan:Sivil-Ce Tarih: Haz 14, 2013 | Reply

    MÜSLÜMAN KANI AKITMAK İÇİN!

    Bu tayyipistleri işin ABC’sinden başlayarak eğitmek lazım.

    Akan kanı insanlık üzerinden değil de, müslümanlık üzerinden değerlendirmek en az şu cümleyi “Türk kanı akıyor” diye kurmak kadar manasız birşeydir. Gideceği yer eninde sonunda salt faşizmdir.

    Bakın konu başlığıyla da ilişkilendirerek çok basitçe formülüze edeyim.

    Ümmetçilik çapı az biraz pergelle genişletilmiş milliyetçilikten başka hiçbir nane değildir.

  1. 10 Trackback(s)

  2. Şub 8, 2008: Ulus-devlet Bölüm II: Ulus-devlet ne kadar ulusal? : Derin Düşünce
  3. Şub 27, 2008: Günah işleme özgürlüğü : Derin Düşünce
  4. Tem 16, 2008: Şu kaplaşmadan kurtulalım mı? : Derin Düşünce
  5. Tem 23, 2008: Şu kamplaşmadan kurtulalım mı? | SiyarGrup™
  6. Tem 28, 2009: Fahişelik, şehitlik ve özgürlük : Derin Düşünce
  7. Kas 3, 2009: Humeyni’yi ve Humeynizm’i sevmek farz mıdır? : Derin Düşünce
  8. Haz 13, 2013: Tayyip Neden Devrilmedi?
  9. Tem 5, 2015: Dinlerarası diyalog : Diyanetizm ve İslâm
  10. Mar 25, 2016: Devrim Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!
  11. May 18, 2017: İslâmî devlet olur mu? | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin