Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Germinal / Émile Zola »

emile-zola-germinal-62

Dört kazmacı yukarı doğru yükselen damar boyunca üst üste uzanmışlardı. Çıkardıkları kömür üzerinde biriktirdikleri ve duvara kancalarla tutturulmuş kalaslarla birbirlerinden ayrılmışlardı; her biri damarın yaklaşık dörder metrelik bölümünde çalışmaktaydı. Son derece ince olan damarın kalınlığı bu noktada ancak elli santim olduğundan, tavanla duvar arasına sıkışmış halde, dizlerinin ve dirseklerinin üzerinde sürünüyor, dönmeye çalıştıklarında omuzlarını sağa sola çarpıyorlardı. Kömürü söküp çıkarmak için yan yatıp boyunlarını kırmaları, kollarını kaldırıp saplı kazmayı yanlamasına sallamaları gerekiyordu.
En altta Zacharie, onun üstünde Levaque ve Chaval, en üstte ise Maheu vardı. Her biri kazma darbeleriyle şist yatağını oyuyor, sonra kömür tabakasında iki dikey yarık açıyor ve iki başlı kazmanın sivri tarafını yarığın üst kısmına daldırarak kömür kütlesini yerinden söküyordu. Yağlı olduğundan kütle halindeki kömür dağılıyor, parçalar halinde karınlarına ve baldırlarına dökülüyordu. Bu parçalar altlarındaki kalaslarda biriktiğinde kazmacılar da o daracık yarıkta gözden kayboluyorlardı. Read the rest

Jeopolitiğe Giriş / Philippe Moreau Defarges (2) »

 “Denize hakim olan ticarete hakim olur; ticarete hakim olan dünyaya hükmeder.” (Walter Raleigh, İngiliz asker ve siyasetçi, ö. 1618)

Bir ada ülkesinde yaşayan İngilizlerin böyle konuşmasından daha doğal ne var? Elinde çekiç tutan adama her şey çivi gibi görünürmüş. Ya siz? Dünya haritasına baktığınızda karalarla çevrili bir okyanus mu görüyorsunuz yoksa okyanuslarla çevrili bir kara parçası mı? Gemi mühendisliğinde ileri gitmiş ve petrolü kontrol edebilen ülkelerin gözünde denizler ticareti ve savaşı kolaylaştıran bir unsur. Oysa karacı devletler için denizin kıyısı iktidarın bittiği, belirsizliklerin başladığı bir hudut. (Bkz. Hudud / Sınır / граница / Frontière / الحدود)

Fakat üzerinde yaşamak zorunda olduğumuz gezegenin yapısına bakarsak aslında meselenin o kadar da indî/sübjektif olmadığını görüyoruz. (Bkz. İndî / Sübjektif / ذاتي) Çünkü bütün okyanuslar birbirlerine bağlı ama bütün kara parçaları tek bir bütün oluşturmuyor. Panama ve Süveyş kanalları açılmadan evvel bile kıtaların kenarından dolaşan gemiler büyük mesafeler katedebiliyorlardı. Meselâ 1500’lerde Batı Avrupa’dan yola çıkan istilacılar Güney Amerika, Kuzey Amerika, Afrika, Doğu Asya ve Avustralya kıyılarını elegeçirdiler ve hâlâ da talan etmekteler:

“ … İnsanoğlu nehirleri ve denizleri bir engel gibi görmeyi bırakıp onları otoyol olarak kullanmayı öğrendiğinde uygarlığa dev bir adım attı. Su yolları insan emeğine ve fikirlerine yeni bir manevra kabilyeti kazandırdırdı …” (E. B. Potter, Sea Power: A Naval History, 1960)

Tabi buradaki “uygarlık” kelimesi bizim bildiğimiz medeniyet değil. Atom bombası yapıp yüzbinlerce insanı bir saniyede öldürmeyi kılıçla öldürmekten daha “uygar” gören teknik ve ticarî bir zihniyet bu. Dikkatli okumak lâzım. (Bkz. Derin Lügat: Medeniyet / Civilisation / المدنية / الحضارة) Neyse, geçelim… Kısacası denizcilerin rüzgâra muhtaç olduğu eski çağlarda bile “üzerinde güneş batmayan” bir imparatorluk hayal edilebilirdi. Ama aynı şeyi kara orduları ile yapmak imkânsızdı. Okyanuslar gezegenimizin %70’ini kapladığı için denizciler karacılara kıyasla daima torpilliydi. (Bkz. Rusya) Bu verilere 1800’lerde açılan Panama ve Süveyş kanallarını eklersek Cebelitarık, Bab el Mendep ve Malaka boğazıyla beraber 5 geçiş noktasını kontrol eden bir ülkenin bütün dünyadaki deniz yolları üzerine söz sahibi olacağını Read the rest

Ermiş / Halil Cibran »

ermis-halil-cibran 9Arkadaşınız yanıt bulan gereksinimlerinizdir.

O sizin sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır. Ve o sizin sofranız ve ocağınızdır.

Çünkü siz ona açlıkla gelir ve onda huzuru ararsınız.

Arkadaşınız düşündüğünü söylediğinde “hayır” demekten korkmaz, “evet” demekten de geri durmazsınız.

Ve o sessiz kaldığında yüreğiniz onun yüreğini dinlemeyi bırakmaz.

Çünkü arkadaşlıkta tüm düşünceler, arzular ve beklentiler sessiz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.

Arkadaşınızdan ayrılınca üzülmeyin;

Çünkü onda en çok sevdiğiniz şeyi onun yokluğunda daha iyi anlayabilirsiniz, nasıl ki dağ düzlükten baktığında dağcıya daha net görünürse.

Ve arkadaşlıkta ruhunuzu derinleştirmekten başka bir amaç gütmeyin.

Çünkü kendi gizemini açığa çıkarmaktan Read the rest

Kuş / Hermann Hesse »

herman-hesse-kus-3Tepeliği guguk kuşununkine benziyormuş, ama onunkinden hayli küçükmüş, çokluk bir tahterevalli gibi çabuk çabuk bir aşağı bir yukarı inip kalkıyormuş, zaten kuşun kendisi yerinde duramıyormuş bir türlü, uçarken olsun, ayakları üzerinde dikilirken olsun, devinimleri de esnek ve anlamlıymış. Adeta öyleymiş ki, sanki gözleriyle, başını sallayışla, tepeliğini oynatışıyla insana bir bildirimde bulunmak, ona bir şeyi anımsatmak istiyormuş. Sanki bir görevle, bir haberci gibi çıkıp geliyormuş hep; insan ne zaman kendisini görse, sonradan bir süre onu düşünmeden edemiyor, onun acaba ne istediği, ne anlattığı üzerinde kafa yormadan duramıyormuş. Hakkında gizli saklı bilgi edinilmeye çalışılmasından ve gözetlenmekten hoşlanmıyormuş pek; nereden çıkıp geldiği asla kestirilemiyor, her vakit apansızın ortada bitiveriyormuş. Yanı başınızda bir yerde tünüyor, öteden beri oracıktaymış gibi yapıyormuş. Sonra da o dostça bakışı yok muymuş! Kuşların normalde sert, ürkek ve camsı gözleri olduğunu, bakışlarıyla insanı süzmek diye bir şey bilmediği kimsenin yabancısı değilmiş çünkü. Gelgelelim, bu kuş gözlerinin içi gülerek, adeta sevecen bakışlarla insana bakıp duruyormuş. Read the rest

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton »

kotuluk-uzerine-bir-deneme_terry-eagleton“… On beş yıl önce İngiltere’nin kuzeyinde on yaşında iki çocuk bir bebeği işkence edip öldürdü. Halk dehşetle ayağa kalktı. Oysa bu cinayeti niye özellikle korkutucu buldukları tam açık değildi. Neticede çocuklar, kimi zaman oldukça vahşice davranmaları doğal karşılanan sadece yan ehlileşmiş yaratıklardır. Eğer Freud haklıysa, çocuklar büyüklerinden çok daha zayıf birer süper egoya ve ahlak duygusuna sahiptirler. Bu yüzden asıl şaşırtıcı olan böyle korkunç olayların daha sık yaşanmamasıdır. Belki de çocuklar sürekli birbirlerini öldürüyorlar da bunu bize çaktırmıyorlardır. […] Öldürülen bebek davasında çalışan bir polis memuru, suçlulardan birine bakar bakmaz onun kötü olduğunu anladığını beyan etti. Bu tür olaylar kötülüğün adını kötüye çıkarıyor. Çocuğu bu şekilde şeytanileştirmenin sonucu, yufka yürekli liberalleri zor bir duruma düşürmek oluyor. Çocukların yaptıkları şeyin sebeplerini anlamak için toplumsal şartlara başvuracak olanlara karşı önleyici bir darbe oluyor bu polisin söyledikleri. Ve böyle bir anlayış er ya da geç affetmeyi getirir. Bir eyleme kötü demek, onun anlayışımızın ötesinde olduğunu söylemektir. Kötülük anlaşılmazdır. O sadece kendisi için bir eylemdir […] 1991 yılında Protestan bir lngiliz piskopos, uygunsuz kahkahayı, kaynağı açıklanamaz bilgiyi, sahte gülüşü, lskoçya kökenli olmayı, kömür madeninde çalışan akrabaları ve giysi ile araba rengi olarak siyaha düşkünlüğü bir insanın bedenine şeytanın girdiğini gösteren işaretler arasında sayıyordu. Bu özellikler anlamlı değil ama zaten kötülük de öyle bir şeydir. Bir eylem anlamdan ne kadar uzaksa o kadar kötüdür. Kötülüğün, bir sebep ya da amaç gibi, kendinin ötesinde var olan hiçbir şeyle bağlantısı yoktur …”

Tavsiye Sohbet

“Ben” kimdir?

Tavsiye makale

Tavsiye Kitap

Derin İnsan

Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?” (Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

 

İnsancıklar / Dostoyevski »

insanciklar-dostoyevski-24Sanki içerde hiç kimse yaşamıyormuş gibi odalarından çıt çıkmaz. Çocuklarının sesini bile duymazsınız, etrafta koşuşturup oynadıklarını görmezsiniz. Ne kötü bir şey! Bir keresinde bir akşam odalarının önünden geçiyordum, nasıl olduysa ev de pek gürültülü değildi, işte o zaman içerden hıçkırık sesi geldiğini duydum, fısıldaşmalar ve sonra yine hıçkırıklar geldi. Birisi ağlıyordu. Durum öyle acıklıydı ki içim parçalandı. Bütün gece bu zavallılar aklımdan çıkmadı, gözümü uyku tutmadı.

Evet benim değerli dostum Varenka, şimdilik hoşça kalın. Bütün yeteneğimi kul anarak size onları anlattım.

Bütün gün sizi düşündüm. Kalbim sızladı. Sıcacık bir mantonuz olmadığını biliyorum. Rüzgârı ve karla karışık yağmuruyla şu Petersburg bahan insanı öldürür Varenka! Tanrı bizi böyle havadan korusun! Yazı tarzım için kusura bakmayın ne olur! Elimden ancak bu kadarı geliyor. Sizi neşelendirebilmek için aklımdan geçen her şeyi yazıyorum. Keşke biraz okumuş olsaydım, her şey bambaşka Read the rest

Jeopolitiğe Giriş / Philippe Moreau Defarges (1) »

jeopolitik-1

Ülkelerin dostları ve düşmanları yoktur; menfaatleri vardır. Uluslararası ilişkiler karmaşık menfaatlerin neticesi. Dinsel, ideolojik veya kan-soy-ırk davası gibi görünen kavgaların arkasından daima menfaatler gizli. “Hızlı konuştuğumuz için anlıyoruz birbirimizi” demişti Paul Valéry. A contrario yavaş konuşursak iletişim kopabilir. Neden? Ağır kelimeler kullanırız konuşurken ama fark etmeyiz. Durup üzerinde düşünsek altında ezileceğimiz kelimelerdir bunlar. Çünkü açıklanması imkânsız şeyleri bir çırpıda, objektif bir dille açıklar:

  • Arakan’daki zulüm neden başladı?
  • 2010’da doğal gaz bulundu.
  • Yemen’deki savaşın sebebi ne?
  • Güney Sudan’daki petrol.
  • Suriye’de çocuklar neden ölüyor?
  • 2.5 trilyon dolar.

Jeopolitik işte bu ağır kelimelerden biridir. Doğal kaynakları, ticaret yollarını, silahların menzillerini ve fiyatlarını konuşur. Mekân ile menfaatler arasındaki münasebetin ilmidir jeopolitik. Petrol, altın, kömür, uranyum ve insan hayatı aynı borsada el değiştirdiği için jeopolitik bilenler insan kanıyla Amerikan doları basabilirler.

Mekân insanları, insanlar da mekânı dönüştürür

Bu hafta Philippe Moreau Defarges’ın bir kitabından bahsetmek istiyorum: “Jeopolitiğe Giriş”. Defarges hem akademisyen hem de eski bir diplomat olması sebebiyle teoriyi ve pratiği yaşayarak öğrenmiş biri: Fransız dış işlerinde danışman, IFRI’de araştırmacı, Université de Paris-II Panthéon-Assas ve Institut d’études politiques de Paris’de hoca. Tabi şu soru akla gelebilir: Ortalıkta bu kadar Ortadoğu, terör, enerji vs “uzmanı” varken neden biz acemiler gibi “Jeopolitiğe Giriş” yapalım? Zannediyorum uzman enflasyonu yaşanan sahalarda ilk kaybımız temel kavramlar oluyor. Sıradan kelimelere yüklenen bulanık mânâlar yüzünden avam işine geleni anlarken diplomatlar “politically correct” kalmak uğruna bu bulanıklığın arkasına saklanıyor. Bu manzaraya bir de diplomatik sorunları iç politikaya ve seçimlere meze yapanları eklersek tam olur! Kısacası bitmeyen savaşların, değişen çıkar kavgalarının arkasındaki değişmezleri okumak için sağlam biçimde inşaa edilmiş mücerred bir lisan elzem. Bu bakımdan kendini “uzman” hisseden Read the rest

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup / John Locke »

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup  John Locke 4Kendi doğaları bakımından gündelik işler, tam da bu sebeple, hiçbir insanî otorite tarafından, Tanrı’ya ibadetin herhangi bir unsuru kılınamazlar. Çünkü gündelik şeyler, yapıları nedeniyle, Tanrı’nın teveccühünü kazanmaya muktedir değildirler, hiçbir insanî kuvvet veya otorite de bunu başarmaya imkân verecek ölçüde bir asaleti ve mükemmelliği onlara veremez.

Hayatın sıradan işlerinde, Tanrı’nın yasaklamamış olduğu önemsiz şeylerin kullanılması serbest ve meşrudur ve bu yüzden, bu şeyler insanî otorite içinde yer alır. Fakat dinsel konularda böyle  değildir. Önemsiz şeyler, bizzat Tanrı tarafından tesis edildikleri ve Tanrı, bazı pozitif buyruklarla, onların zavallı günahkâr insanların katılmalarını kabul etmeyi lütuf buyurduğu bu ibadetin bir parçası kılınmasını emrettiği için, Tanrı’ya ibadette farklı bir meşruiyete sahip değildirler. Aksi hâlde, Tanrı bize “bu ve bu çeşit şeylere katılmanızı sizden kim talep etti?” diye öfkeyle sorduğu zaman, O’na, bunları siyasî yönetimin buyurduğu şeklinde cevap vermek yeterli olurdu. Eğer siyasî yönetimin yetkisi böylesine genişlerse, dinin içine yasal bir şekilde neler dahil edilmez ki? Yönetimin otoritesi üzerinde inşa edilen hangi karmaşık ayinler, hangi batıl uygulamalar Tanrı’nın müminlerine (vicdana karşı) dayatılmaz ki? Read the rest

Tehâfüt-ül Felâsife Filozofların Tutarsızlığı / Gazâlî Hz »

gazali-filozoflarin-tutarsizligi-tehafut-ul-felasife-3Filozofların âlemin kadîm olduğu hususundaki sözlerinin iptaline dâirdir

Görüşlerinin açıklanması:

Filozoflar, âlemin kadim olması konusunda ihtilâf etmişlerdir. Onlardan mütekaddimîn (eskileri) ve müteahhirîn (sonrakiler) hepsinin üzerinde karar kıldığı görüş-, âlemin kadîm olması sözüdür. Âlem devamlı Allah ile birlikte var olmuştur. O’nun malûlüdür ve onunla birliktedir. Ma’lûlün illeti, ışığın güneşi takip edişi gibi onu takip eder. Zaman bakımından ondan sonra değildir. Bârî Teâlâ’nın (âleme) önceliği, illetin ma’lüle önceliği gibidir. Bu öncelik sıra ve zât bakımındandır, zaman bakımından değildir. Eflatun’dan nakledilir ki o, «âlem var edilmiş ve sonradan meydana getirilmiştir» demiştir. Sonra filozoflardan bir kısmı Eflâtun’un sözünü te’vil edip âlemin sonradan meydana gelmiş olduğuna inanmayı reddetmişlerdir. Calinus da ömrünün sonlarına doğru: «Calinus’un İnandığı görüşler» adını verdiği eserinde bu mes’elede duraklama yoluna gitmiştir. O, âlemin kadîm mi, yoksa sonradan meydana getirilmiş mi olduğunu bilmemektedir. Belki de bunun bilinemiyeceğine delil getirmiştir. Ancak bu, ondaki bir eksiklikten dolayı değil mes’elenin akıllara zor gelmesinden dolayı olabilir. Bu görüş, onların mezhepleri içerisinde şâz (müstesnâ) bir görüştür. Filozoflara göre âlem kadîmdir ve-yine hepsine göre- bir vâsıta olmadan kadîmden hâdisin sâdir olması katiyen düşünülemez.

Onların delillerinin îrâd edilmesi:

Eğer ben onlardan delil sadedinde nakledilenleri anlatmaya ve bu konudaki itirâzlan zikretmeye yeltenseydim, bu mes’elede sayfalar karalardım. Ne varki uzatmanın hayri yoktur. Biz onların delillerinden; her bakan kişinin çözümleyebileceği şekilde zayıf tahayyüle dayanan tahakküm sadedindeki görüşlerini bir kenara atalım ve rûhlarda te’siri olan seçkin görüş sahiplerini şüpheye düşürecek delillerini irâd etmekle yetinelim. Zira zayıf görüşlü kimselerin en küçük bir hayâlle şüpheye düşürülmesi Read the rest

Türklerin Tarihi / Jean-Paul Roux »

turklerin-tarihi-jean-paul-roux-2

Türkler hakkında sandığımızdan çok şey biliyoruz, ama bu bilgileri birbirine bağlayan öğelerden yoksunuz. Okulda öğrendiklerimizden aklımızda kalanlar, Haçlı Seferlerine Kutsal Toprakları onların ellerinden kurtarmak için girişildigi; Türklerin 1453’le Konstantinopolis’i ele geçirdikleri ve bu olayın ortaçağın sonu sayıldığı; Kanuni Sultan Süleyman’ın Charles Quint [Şarlkenj’in hegemonyasına karşı I. François ya yardım ettiği; tüm XIX. yüzyılın, “hasta adam” adı takılan Osmanlı İmparatorluğunun zayıflaması sonucunda ortaya çıkan Doğu sorunuyla uğraşarak geçtiği ve XIX. yüzyıldaki “Jön Türk Devrimi” dir. Racine aracılığıyla Sultan Bayezid’i tanıyoruz; Moliere ve Kibarlık Budalası adlı eseri vesilesiyle ve daha sonra Rotrou ve Scudery gibi yazarlar aracılığıyla, XVIII. yüzyılda da gözde olmaya devam eden [Türklere özgü alışkanlıklar ve özellikler anlamına gelen] turquerie’leri biliyoruz. Théophile Gautier “gökyüzü ile yeryüzü arasında rastlantısallığın mükemmelliğiyle uzanan siluet”iyle İstanbul’un düşünü kurdurmuştur. […] Pierre Loti bize A ziyade’nin (1879) ve Mutsuz Kadınların güzel yüzleriyle ince ve şiirsel bir dünyanın düşüne davet etmiştir. Ayrıca belleğimizde Hugo’dan kimi dizeler, Lamartine ve Nerval’den cümleler, Ingres ve Delacroix’nın bazı tabloları, Mozart’tansa bazı ezgiler (Saraydan Kız Kaçırma) kalmıştır…

Türklerin yaşam biçimi ve Türklere ait eşyalar günlük yaşamımıza sandığımızdan fazla girmiştir. Ortaçağda Fransa’da yel değirmenlerine “turquois” denilirdi. Fransızcada “kiosque” adıyla bilinen halka açık müzik ya da gazete bayilerimiz, Türklerin köşk adını verdikleri küçük, gösterişli binalardan devşirmedir. Hollandalıların Avrupa’ya Boğaziçi’nden taşıdıkları lale, tulipe adını, bu çiçeğin taç yapraklarının bir türbanı andırmasından dolayı tülbent sözcüğünden almıştır. XIV. yüzyıldan beri Avrupalılar evlerini, çoğunlukla Türklerden, arada sırada İranlılardan (uzakta kalan İran yerine daha çok Türkiye’den alışveriş yapıyorlardı) aldıkları Doğu halılarıyla süslemişlerdir; ressamlar Türklerden o kadar çok etkilenmişlerdir ki, bugüne kadar ulaşan değerli birçok parçaya adlarını vermişlerdir. Bellini, Lotto, Holbein halıları (Holbeinler en ünlüleri ve en değerlileridir) XV ve XVI. Yüzyıllarda ve XVII. yüzyılın bir bölümünde Türkiye’de üretilmiştir.

Sandığımızdan daha sık Türk yemekleri yemekteyiz; bunlar şiş kebap’tan ibaret değildir. Kahve, Osmanlıların Viyana Kuşatmasından sonra Avrupalılar arasında yayılmıştır, ki o güne kadar çok bilinen bir içecek değildir Avrupa’da ve kahvaltılarımızın baş tacı croissant‘lar aslında Türklerin  bayraklarındaki hilalden esinlenerek ortaya çıkmışlardır. Ve yoğurt, Larousse tarafından çok uzun bir süre şaşırtıcı bir biçimde “dağlı Bulgarların ulusal yemeği” olarak adlandırılırken, aslında yüzyıllardır bozkır göçebelerinin baş yiyeceği olmuş ve Fransızca yaourt sözcüğü de yoğunlaştırmak anlamına gelen eski Türkçe bir fiilden (yoğurtmak) türetilen yoğurt sözcüğünden gelmiştir. Türklerden alınan şeylerin bu görece bolluğu, bu kadar geniş olabileceğini hiç aklımıza getiremediğimiz Read the rest