Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Hasır Sepetin Masalı / Hermann Hesse »

herman-hesse-Hasır Sepetin Masalı-1Genç biri tavan arasındaki yalnız odasında oturuyordu. Amacı ressam olmaktı, ama bunun için pek güç bazı engelleri aşması gerekiyor, o da şimdilik tavan arasındaki odasında rahat rahat oturuyordu. Zaman geçip gitmiş, biraz yaşlanıp kocamıştı. Saatlerce küçük aynanın karşısına geçip bir deneme olarak kendi portresini yapmaya alışmıştı. Şimdiden bir albümü baştanbaşa bu tür resimlerle doldurmuş, içlerinden birkaçını da pek beğenmemişti.

“Bu konuda hiç öğrenim görmediğim düşünülürse”, dedi bir ara kendi kendine, “bu resim aslında hiç de fena sayılmaz. Burnun yanındaki kırışıklıklar da ne ilginç doğrusu! Öyle anlaşılıyor ki, düşünür kimliğinden bir şeyler var bende ya da işte ona benzer bir şey. Yalnızca ağız köşelerini birazcık aşağıya çekeyim, o zaman tamamen kendine özgü bir anlatım gücüne kavuşur resim, doğrudan doğruya melankolik bir anlatım.”

Ne var ki, bir süre sonra yeniden gözden geçirdiğinde, çokluk Read the rest

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton »

kotuluk-uzerine-bir-deneme_terry-eagleton-4“… Kötü insanların bedenlerine şeytanın nüfuz ettiği ve şeytanın bunlar üzerine “hükmettiği” söylenir bazen. Gerçekten de şeytani güçlerin çaresiz kurbanıysalar lanetlemeyi bırakıp acımalıyız kötülere. Şeytan filminin küçük kahramanından nefret mi etmeliyiz yoksa ona acımalı mıyız konusunda ilginç bir belirsizlik sergiler. İnsanların ele geçirilme inancı, Nuh Nebi’den kalma özgürlük ve determinizm meselesini sansasyonel bir dramatizmle gündeme getirir. Ele geçirilmiş çocuğun içindeki şeytan onun gerçek özü müdür (ki bu durumda ondan korkmalı ve nefret etmeliyiz), yoksa yabancı bir istilacı mıdır (ki bu durumda ona acımalıyız)? Bu gücün elinde savunmasız bir kukla mıdır, yoksa bu güç onun içinden mi gelmektedir? Yoksa kötülük bir kendine yabancılaşma durumu mudur? Yani bu iğrenç güç, hem sensin hem de değil misin? Belki de kötü, bir polisiye roman yazandır ve aynı zamanda kişiliğinin tam yüreğine yerleşmiştir. Bu durumda, Aristo’ya göre trajedi izlerken yapmamız gerekeni yapıp hem acıma hem de korku hissetmeliyiz. Başkalannı kötü oldu klan için cezalandırmak isteyenler, kendi özgür iradeleriyle kötü olduklarını kabul etmek zorundadır. Belki de Shakespeare’in “Kötü olduğumu kanıtlamaya kararlıyım” diyen cüretkar 3. Richard’ı, Milton’ın Kayıp Cennet’inde “Kötülük, benim iyiliğim ol!” diye haykıran Şeytan veya jean-Paul Sartre’ın Şeytan ve Tanrı oyununda “Ben kötülüğü kötülük için yapıyorum” diye itiraft a bulunan fiyakacı Goetz gibi kötülüğü özellikle amaç edinmişlerdir. Yine de her zaman kötülüğü bilinçli seçen insanların, böyle bir şey yapmaları için zaten kötü olmaları gerektiğini iddia edebilirsiniz. Belki de Sartre’ın garson rolü oynamayı seçen garsonu gibi, kötüler zaten oldukları şey olmayı seçiyorlardır. Belki de yepyeni bir kimliğe bürünmüyorlardır da sadece gizli sığınaklarından çıkıyorlardır kötüler. Bebek ölümü davasındaki polis, öyle görünüyor ki, liberallerin “Birini tanımak, onu affetmektir” doktrinini çürütmeye çalışıyordu. Bu inanış insanlann davranışlanndan mesul tutulabileceği ama onların durumlarını göz önüne aldığımızda, yargımızın daha hoşgörülü olacağı anlamına gelebilir. Ama eğer eylemlerimiz akılla açıklanabilirse, o zaman onlardan sorumlu olmadığımız anlamına da gelebilir. Oysa işin aslı akıl ve özgürlüğün sıkı bir şekilde bağlantılı olduğudur. Bu noktayı anlamayanlar için kötücül eylemleri açıklamaya çalışmak, failleri ipten kurtarmak için düzenlenmiş şeytani bir girişimdir. Ancak hafta sonları porsukları neden canlı canlı haşlayarak geçirdiğimi keyifle açıklamamın sebebi yaptığım şeyi telafi etmek olamayabilir.

Tarihçilerin Hitler’in yükselişini açıklamaya çalışırlarken amaçlarının onu daha çekici kılmak olduğunu düşünen çok insan yoktur. Kimi yorumculara göre, örneğin Gazze Şeridi’nde yaşanan umutsuzluk ve yıkıma dayanarak İslamcı intihar bombacılarının eylem sebeplerini anlamaya çalışmak onları suçlarından azat etmek demektir. Ama Allah adına küçük çocukları bombalarla parçalayanları, yaptıkları korkunç şeylerin hiçbir açıklaması olmadığını, insanları sırf zevk için yok ettiklerini düşünerek lanetleyebilirsiniz. Söz konusu açıklamanın yaptıkları şeyi haklı çıkaracağına inanmak zorunda değilsiniz. Açlık, sabahın ikisinde bir fırının kapısını kırmak için yeterli bir sebeptir ama bizim polis gibi çoğu insan bunu geçerli bir sebep olarak görmez. Bu arada İsrail-Filistin meselesini çözmenin ya da Müslümanların taciz edildiği ve hor görüldüğü durumları gidermenin İslami terörü bir anda bitireceğini iddia ediyor falan değilim. Acı gerçek şu ki böyle bir şey için artık çok geç. Sermaye biriktirmenin de, terörizmin de momentumu vardır. Ama taciz ve horgörü olmasa terörün baş göstermeyeceğini söylemek makul bir yargıdır …”

 

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonTavsiye Sohbet

“Ben” kimdir?

Tavsiye makale

Tavsiye Kitap

Derin İnsan

Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?”(Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

Savaş Üzerine / Carl von Clausewitz (1) : Strateji ve Siyaset »

sykes-picotGariptir: İngilizler tarihlerinin en acı yenilgilerinden birini 29 Nisan 1916’da Osmanlı ordusu karşısında Kut’ül Amâre’de almıştır ama sadece 17 gün sonra Osmanlı toprakları yine İngilizler tarafından parçalanmıştır. Dünya tersine mi döndü? Dicle kıyısında İngilizler Osmanlı Ordusu tarafından kuşatılıp bütün bir orduyu kaybettikten, 14 bin İngiliz askeri ile 13 general 481 subay esir alındıktan ve 40 bini aşkın İngiliz askeri öldürüldükten sonra Osmanlı nasıl olur da haritadan silinecek duruma gelir? Acayiptir… Kudüs’le beraber bugünkü Irak, Suriye, Filistin, Ürdün, Lübnan ve Suudi Arabistan’ın Basra kıyılarını kaybedilmesine sebep olan gizli Sykes-Picot Anlaşması (16 Mayıs 1916) Kut’ül Amâre zaferinden sadece 2 hafta sonra imzalanmış. Yine aynı dönemde olan bir başka gariplik Çanakkale savaşı. Türkiye çocuklarına Çanakkale zaferini bando mızıka kutlatır ama imparatorluğun başkenti olan İstanbul’un “zaferden” sonra neden işgâl edildiğini sorgulatmaz. Örnekler çok… Tarihimizi ve haliyle bugünümüzü anlamıyorsak en ağır mes’uliyet savaşı siyasî değil askerî bir faaliyet zanneden aydınlarımız, akademisyenlerimiz ve gazetecilerimizin omuzlarında. Üstelik sadece tarihi yanlış anlamakla kalmıyoruz; bugünkü savaşları ve diplomatik münasebetleri de hâlâ bu yanıltıcı çerçevede tartışıyoruz:

“… Savaş politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir. Bir toplumun savaşı mutlaka politik bir durumdan doğar ve politik bir etkenden çıkar, işte bunun içindir ki savaş politik bir eylemdir. Eğer savaş hiçbir engel tanımayan tamamen başına buyruk bir eylem olsaydı, mutlak kavramından çıkarabileceğimiz gibi mutlak bir şiddet gösterisinden ibaret bulunsaydı, o zaman savaş politikanın yardımına çağrılır çağrılmaz onun yerini alır, ve tıpkı bir kere atıldı mı artık önceden ayarlandığı yoldan başka bir yol izlemesine imkân bulunmayan bir torpil gibi kendi yasalarına uyardı …” (Savaş Üzerine / Carl von Clausewitz)

Evet… Türkiye’de pek bilinmeyen bir gerçek bu. “Uzmanlarımızı” dinlerken/okurken savaşı dış dünyadan bağımsız başlayıp biten bir faaliyet gibi görmeleri üzücü. Okullarımızda tarihin öğretilme biçimi de yanıltıyor bizi. Sanki bir tarihçi değil de mahallenin mızıkçı çocuğu yazmış kitabı:

  • 1ci dünya savaşında yenilmedik ama müttefiklerimiz yenildiği için “yenik” sayıldık,
  • Ortadoğu’da Araplar bize ihanet etti; Balkanlarda Sırplar bizi arkadan vurdu; Kafkaslarda yenilmedik, bütün suç Ermenilerin…

Biz savaşı ok atma müsabakası veya 90 dakikalık bir futbol maçı gibi algılıyoruz: Başı sonu, kuralları belli, hakemleri var ama hep bize karşı hile yapılıyor… Türkiye’de çok yaygın bir başka algı hatası ise savaşı bütün aşırılıkların aniden boşalacağı bir patlama zannetmek. Meselâ Rusya ile yaşanan uçak krizinde Moskova’nın nükleer silahları kullanma niyetinin sorgulanması gibi. Geçelim…

Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır

Tarihe geçmiş bu sözün sahibi Carl von Clausewitz’in ünlü eserinden bahsetmek istiyoruz bu hafta: Savaş Üzerine (Alm. Vom Kriege, 1832). 13 yaşından beri savaşan Prusyalı generalin hayatı savaş meydanlarında ve askerî akademilerde geçmiş. Auerstaedt savaşında Fransızlara esir düşmüş ve 2 sene Read the rest

İnsancıklar / Dostoyevski »

insanciklar-dostoyevski-555Doğruyu söylemek gerekirse bütün bunları kendi kalbimi rahatlatmak ve daha çok da yazı yazma konusundaki edebi stilimi göstermek için anlattım. Sizin de kabul edeceğiniz gibi stilim son zamanlarda oldukça gelişti. Ama bugünlerde içim çok sıkılıyor. Bu düşüncelerimi ruhumun derinliklerinde hissetmeye başladım. Bu duygunun beni hiçbir yere götürmeyeceğini gayet iyi biliyorum ama yine de insanın kendine hak vermesi gerektiğine inanıyorum. Bazen ortada hiç sebep yokken kendi kendimi aşağılıyorum, bir saman çöpü kadar bile değerim olmadığını düşünüyorum. Bunun nedeni belki benim de sadaka isteyen o zavallı çocuk gibi aşağılanıp, hor görülmüş olmamdı. Şimdi bunu size örneklerle açıklayacağım Varenka, dinleyin. Bazen sabahlan erken saatte aceleyle işe giderken şehrin uyanışına, yataktan kalkışına, duman saçışına, fokurdayışına bakarım. Bazen bu görüntünün karşısında kendinizi öyle küçük hissedersiniz ki, sanki birisi sivri burnunuza bir fiske vurmuş gibi olur ama siz su kadar sessiz, çimen kadar alçakgönüllü yolunuza devam edersiniz ve huzurunuz bozulmaz.

Şöyle bir bakın etrafınıza, şu büyük, kara, kirli binalarda neler oluyor acaba? İyice incelerseniz kendimi neden bu denli değersiz hissettiğimi, aşağıladığımı Read the rest

Savaş Üzerine / Carl von Clausewitz »

clausewitz-savas_uzerine_12

 

Savaş politikanın başka araçlarla devamından başka bir şey değildir

Bir toplumun savaşı mutlaka politik bir durumdan doğar ve politik bir etkenden çıkar, işte bunun içindir ki savaş politik bir eylemdir. Eğer savaş hiçbir engel tanımayan tamamen başına buyruk bir eylem olsaydı, mutlak kavramından çıkarabileceğimiz gibi mutlak bir şiddet gösterisinden ibaret bulunsaydı, o zaman savaş politikanın yardımınna çağrılır çağrılmaz onun yerini alır, ve tıpkı bir kere atıldı mı artık önceden ayarlandığı yoldan başka bir yol izlemesine imkân bulunmayan bir torpil gibi kendi yasalarına uyardı.

Oysa bu tamamen yanlış bir düşüncedir. Yukarda gördüğümüz gibi, gerçek alemde savaş böyle bir defada gerilimi boşalan aşın bir şey değildir; hep aynı biçimde ve aynı ölçüde gelişen güçlerin değil, kah atalet ve sürtünmenin karşısında çıkardığı direnmeyi yenecek dereceye çıkan, kah hiç bir etkisi olmayan güçlerin eseridir. Savaş bir bakıma şiddetin düzenli kalp atışlanna benzer, kısa veya uzun bir süre içinde gevşeyip gücünü yitirir. Diğer bir deyişle, amacına erken veya geç, ulaşır, fakat katettiği yol boyunca bu amacı şu veya bu yönde etkileyecek ve yol gösterici bir zekanın iradesine bağlı kalacak kadar sürer. Bu itibarla, savaşın politik bir amaçtan doğduğunu düşünecek olursak, bu amacın sonuna kadar ona yön vermesini doğal karşılamak gerekir. Bununla birlikte, politik amaç zorba bir kanun koyucu değildir; elindeki araçlann niteliğine uymak zorundadır ve bunun için de zaman zaman değişikliklere uğrar, fakat yine de ön plandaki yerini muhafaza eder. Böylece politika savaş eylemi ile iç içedir ve onun üzerinde savaşın patlayıcı güçlerinin elverdiği ölçüde sürekli bir etki icra etmekten geri kalmaz. Read the rest

Tehâfüt-ül Felâsife – Filozofların Tutarsızlığı / Gazâlî Hz »

Mucizeler, illiyet, tümevarım üzerine

giphy

Alışkanlık eseri olarak, sebep diye inanılan şey ile müsebbeb diye inanılan şey arasını birleştirmek bize göre zarurî değildir. Bilakis her (ikisi) ayrı şeylerdir, bu; o, değildir, o; da bu, değildir. Birinin isbâtı (olumlanması) diğerinin isbâtını tazammun etmez. Birinin nefyi (olumsuzlanması) diğerinin nefyini de mutazammın değildir. Birinin varlığı için; diğerinin varlığı zorunlu olmadığı gibi, birinin yokluğu diğerinin yokluğu için zorunlu değildir. Susuzluk ve su içmek, doymak ve yemek, yanmak ve ateşe girmek, aydınlık ve güneşin doğması, ölüm ve boynun kesilmesi şifâ ve ilâç içmek, ishâl ve müshil kullanmak vs. Gibi tıpta, nücûm ilminde (Asrtroloji’de) sanatlarada (kimya’da) ve mahâretlerde görüldüğü gibi birbirine bitişik şeyler değildir. Bunların birbirine bitişik oluşu Allah’ın daha önceki takdirinden dolayıdır. Bilakis, yemeden topluğu yaratmak, boyunu kesmeden ölümü yaratmak, boynu kesmekle beraber hayatı devâm ettirmek ve daha buna benzer ard arda gelişlerin hepsine (Allah’ın) gücü yeter.

Filozoflar ise bunun, mümkün oluşunu reddederek müstahîl olduğunu iddia etmişlerdir. Sayılmaktan uzak olan bu konulara atf-ı nazar etmek uzun olur. Bz bir örnek (model) tâyin edelim. Bu da sözgelimi pamuğun ateşe değdiği anda yanması olsun. Biz (ateşle pamuk arasında) buluşma olduğu halde (pamuğun) yanmamasını câiz görürüz. Ayrıca pamuğun ateş dokunmadan yanmış bir kül haline dönebileceğini de câiz kabul ederiz. Onlar ise bunun cevazını reddederler. Bu meselede söylenecek sözün üç makâmı vardır: Read the rest

Körleşme / Elias Canetti »

Körleşme - Elias Canetti-x3Başlangıçta dinlenme günü, herkesin dilini tutacağı bir gün olarak düşünülmüştü. Ama zamanla soysuzlaşan bütün öteki kurumlar gibi, dinlenme günü olan pazar günleri de, başlangıçta güdülen amaçla ilgisi bulunmayan bir sürece geçmişti. Kien bu durumu alaylı bakışlarla izliyordu. Onun için dinlenme günü diye bir kavram söz konusu değildi. Çünkü hiç konuşmaz ve durup dinlenme nedir bilmeksizin çalışırdı.

Evinin kapısında Therese’ye rastladı. Görünüşe bakılırsa kadın onu epeydir beklemekteydi.

— İkinci katla oturan Metzger’lerin oğlu geldi. Sizi ziyaret etmesi için izin vermişsiniz. Evde olduğunuzu söyledi. Hizmetçi kız, uzun boylu birinin merdivenden geçtiğini görmüş. Çocuk yarım saat sonra yine gelecek. Rahatsız etmek istemediğini, yalnızca kitap için geleceğini söyledi.

Kien kadını dinlememişti. Ama “kitap” sözcüğü geçince kulak kabarttı ve neden söz edildiğini ancak ondan sonra anladı. Read the rest

Savaş Üzerine / Carl von Clausewitz »

clausewitz-savas-uzerineTanımlama
Savaşın çapraşık ve bilgiççe bir tanımlaması ile işe girişmeyelim. Savaşın özüne, düelloya bakmakla yetinelim. Savaş, çok daha büyük çapta olmak üzere, düellodan başka bir şey değildir. Bir savaşı oluşturan sayısız kişisel düelloları tek bir kavram içinde toplamak istersek, iki güreşçiyi düşünmemiz uygun olur. Her biri, fiziki gücü sayesinde, diğerini iradesine boyun eğdirmeye çalışır; en yakın amacı rakibini alt etmek, yıkmak, böylece tüm direnişini yok etmektir. Demek oluyor ki, savaş, hasmı irademizi yerine getirmeye zorlayan bir şiddet hareketidir. Şiddet, şiddeti göğüslemek için, bilim ve sanatların (=? zanaatların) buluşları ile silahlanır. Gerçi kaydedilmeye değmez bazı ufak tefek sınırlamaları devletler hukuku yasaları adı altında kabul eder ama, bunlar uygulamada savaşın gücünü zayıflatmaz. Şiddet, yani fizik kuvvet böylece savaşın aracı olmaktadır; amacı ise düşmana irademizi zorla kabul ettirmektir. Bu amacı tam bir güven içinde geçekleştirebilmek için, düşmanı silahtan anndırmak gerekir, ve işte bu silahsızlandırma, tanımlama gereği, savaş operasyonlarının gerçek anlamda ilk amacıdır. Bu amaç son amacın yerini almakta, onu bir bakıma, savaşın kendisine ait bir şey değilmişcesine, bir kenara itmektedir.

Sınırsız kuvvet kullanma
Savaş bir şiddet hareketidir ve bu şiddetin sınırı yoktur. […] insancıl kişiler belki kolaylıkla, düşmanı çok kan dökmeden silahsızlandırmanın ve yenmenin etkin bir yöntemi bulunduğunu, ve gerçek savaş sanatının bu amaca yöneldiğini düşünebilirler. Ancak bu istenilir bir şey gibi görünmesine karsın, aslında bir çırpıda bir kenara itilmesi gereken bir yanılgıdır. Savaş gibi tehlikeli bir işte, iyi yüreklilikten gelen hatalar başa gelebilecek şeylerin en kötüsüdür. Fizik gücün sonuna kadar kullanılması hiç bir zaman zekanın kullanılmaması anlamına gelmediğinden, bu fizik gücü acımadan kullanan ve kan dökmekten çekinmeyen Read the rest

Türklerin Tarihi / Jean-Paul Roux »

turklerin-tarihi-jean-paul-roux-4Türkler Arasındaki Ortak Paydalar: Irk? Lisan? İnanç?

Farklılarını ve çeşitliliklerini belirtme çabasına girdiğimiz insanlarla ilgili olarak, onların ortak nitelik ya da kusurlarından, Türk karakterinin baskın özellikleri ya da eğilimlerinden söz edebilir miyiz? Sibirya’daki avcı bir Yakut ile bozkırda hayvan yetiştiricisi bir Kazak, Sin-kiangh bir çiftçi ile İstanbullu bir kentli arasında nasıl ortak bir bağ olabilir? Bir Hun savaşçısı ile VIII. yüzyıldaki Moğol bir kervancı, X. yüzyıldaki mutasavvıf, XVI. yüzyılda Avrupa’da savaşan bir Osmanlı paşası, X’VIIl. yüzyıldaki Berberi bir korsan, çağdaş Al taylardaki bir Şaman, komünist şair Nazım Hikmet ya da Yol filminin yönetmeni arasında bir soy ilişkisi olduğu nasıl düşünülebilir?

Kuşkusuz Avrasya’nın bir ucundan diğerine sürüklenen iki bin yıllık bir macerada yaşam koşulları aynı olmamıştır. Siyasal, ekono-inik, kültürel koşullarda köklü değişiklikler olmuştur. Ama bazı gelenekler varlığını sürdürmüştür. Örneğin Afganistan’daki Türk köylülerinde, Anadolu’daki göçebe ve  yerleşiklerde, çağımızm birinci bin yılınm son yüzyıllarında, Güney Sibirya’da yazılmış metinlerin açığa kavuşturduğu ayinlere şahit oldum. Öte yandan ortaçağın başlangıcındaki Uygur toplumlarına, Hazar Denizi kıyısındaki Hazar Krallığına, Altınordu Hanlığına ve Osmanlı imparatorluğuna özgünlüğünü veren bazı tutum ve davranışlar da aynı kalmıştır: maddi ve manevi sağlamlık, yüksek onur, verilen söze sadık kalmak, ihanet edenlere karşı acımasızlık, ırkçılıktan uzak oluş, vurgulu bir askeri anlayış ve buna uygun erdemler, gözü peklik, savaşanlar arası dayanışma, üste kesin itaat, kendisinin ve başkalarının yaşamını hiçe saymak, idarecilik ve muhasebe anlayışı, arşivleme becerisi, toplumsal sınıfların çok güçlü bir biçimde yapılandırılmış olmasıyla birlikte aralarında geçiş yapma kolaylığı, bilim ve sanat sevgisi, büyük mimarlık başarıları, kadınların toplum içindeki şaşırtıcı sağlam konumları, din alanımda bitmek tükenmek bilmeyen bir merak ve kiliseleri örgütleme çabası, hoşgörü, tasavvuf merakı ve bir tür alaycı kuşkuculuk. Zihniyet dilin yansıması (ya da dil zihniyetin yansıması) olduğuna göre, bu özelliklerin aynı zamanda Türkçenin özellikleri olduğunu söylememiz yadırganmamalıdır.

Türk olgusunu çerçevelemek istiyorsak yine dil konusuna dönmemiz gerekir. Kullanıma uygun olması açısından “olgu” dedim; ama Türk gerçekliğinden söz etmek daha uygun olacaktır. Türklerle ilgili olarak kabul edilebilecek tek tanım dilbilimsel olandır. Türk, Türkçe konuşandır. Başka bir tanım son derece yetersiz kalır. Bir ansiklopedide, Türklerin, dar anlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin  Read the rest

Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı / Edward Said »

Edward Said-Entelektüel- Sürgün Marjinal Yabancı-1Gramsci’nin entelektüeli toplumda belli işlevleri yerine getiren bir kişi olarak değerlendiren toplumsal çözümlemesi, Benda’nın bize sunduğu her şeyden çok daha fazla yakındır gerçeğe. Özellikle yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan birçok yeni meslek -radyo televizyoncular, profesyonel akademisyenler, bilgisayar analistleri, spor ve medya alanında uzmanlaşmış hukukçular, işletme danışmanları, siyasa uzmanları, hükümet danışmanları, özel pazarlar hakkında raporlar hazırlayanlar, hatta bütün bir modern kitle gazeteciliğinin kendisi- Gramsci’nin bakış açısını haklı çıkartmıştır.

Günümüzde bilginin üretilmesiyle ya da dağıtılmasıyla bağlantılı herhangi bir alanda çalışan herkes, sözcüğe Gramsci’nin verdiği anlamda, bir entelektüeldir.

Endüstriyel Batı toplumlarının çoğunda bilgi endüstrileri denen endüstrilerle fiili olarak fiziksel üretim yapanlar arasındaki orantı, bilgi endüstrileri lehine hızla değişmektedir. Amerikalı sosyolog Alvin Gouldner epey bir zaman önce entelektüellerin yeni bir sınıf halini aldıklarından ve eski para babası, mülk sahibi sınıfların yerini artık büyük ölçüde entelektüel yöneticilerin Read the rest