Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Savaş Üzerine / Carl von Clausewitz »

clausewitz-savas_uzerine_13Her askerî faaliyet doğrudan doğruya veya dolaylı olarak çarpışmakla ilgilidir. Asker sadece uygun zamanda ve uygun yerde çarpışmak için orduya alınır, giydirilir, silahlandırılır, eğitilir, uyutulur, yer içer ve yürür. […]

Bir devlet adamının, bir başkomutanın ilk, en önemli ve kader tayin edici yargısı, giriştiği savaşın türünü doğru olarak değerlendirmek ve böylece onu olmadığı bir şey yerine koymamak ve olamayacağı bir şey olmasını istememektir. Stratejik sorunlann birincisi, en geniş kapsamlısı budur. […] Savaş, gördüğümüz gibi, her somut olayda niteliğini bir ölçüde değiştiren sahici bir bukalemun olmakla kalmayıp, aynı zamanda, bir bütün olarak bakıldığında, belirgin eğilimleri bakımından üç yanlı şaşırtıcı bir olaydır: bir yanda, özünü teşkil eden şiddet, doğal ve kör bir içgüdü sayılması gereken kin ve nefret; öte yanda, savaşı matematiksel/bilimsel bir faaliyet haline getiren teknik veçhesi; ihtimal hesaptarı ve tesadüfler; son olarak da, savaşı salt siyasî akla bağlayan bir politik araç oluşu. Bu üç veçhenin birincisi daha çok milleti, ikincisi daha çok komutanı ve ordusunu, üçüncüsü daha çok hükümeti ilgilendirir. Savaş içinde gemi azıya alan ihtiraslar halkların sinesinde önceden yer etmiş olmalıdır; Read the rest

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton »

kotuluk-uzerine-bir-deneme_terry-eagleton-9“… Gerçekte bu söz öteki şeylerin yanı sıra zamanla “sebepsiz” anlamına da gelir olmuştur. Eğer çocuk katiller, cinayetleri (polisin korktuğu gibi) can sıkıntısı, kötü barınma şartları ya da ebeveyn ihmali yüzünden işlemiş olsaydı, şartlar onları cinayete zorlamış olurdu ve sonuç olarak o polisin istediği kadar büyük bir ceza almazlardı. Bu durum şu yanlış çıkarımla sonuçlanır: Sebebi olan bir eylem hür iradeyle gerçekleştirilemez. Bu görüşe göre sebepler bir tür zorlamadır. Eğer eylemlerimizin sebepleri varsa, eylemlerimizden sorumlu değilizdir. Kafanı bir şamdanla parçaladığım için suçlanamam çünkü buna sebep senin beni uyarmak için yanağıma dokunmandır. Kötülüğün, öte yandan, sebepsiz olduğunu ya da kendi kendini yarattığını düşünürüz. Bu da, daha sonra göreceğimiz üzere, kötülüğün iyilikle ortak yanıdır. Kötülüğün dışında sadece Tanrı’nm kendi kendini yarattığı söylenir. Polisin bakış açısında gizli bir totoloji veya dairesel argüman var. insanlar kötü şeyler yapar çünkü kötüdürler. Bazı nesneler çivit mavisidir, bazı insanlar da kötüdür. Onlar bir hedefe ulaşmak için değil, işte o tür insanlar olduklarından kötü eylemlerini gerçekleştirirler. iyi de bu, yaptıkları şeyin önüne geçemedikleri anlamına gelmez mi? Polis için kötülük fikri böylesi bir determinizm fikrinin alternatifidir. Ama öyle görünüyor ki çevresel determinizmi sadece yerine kişiliği koymak için bir kenara atıyoruz. Artık seni ağza alınmaz kötü eylemlere iten toplumsal şartlar değil, kişiliğindir. Ve çevrenin iyileştirilebileceğini tahayyül etsek de –gecekondular yıkılır, gençlik kulüpleri açılır, uyuşturucu satıcıları mahalleden kovulur- iş insan doğasına gelince, kökten bir değişime inanmak çok daha zordur. Nasıl tamamen değişip yine de ben olmayı sürdürebilirim ki? Ama eğer ben kötüysem, sadece kökten bir değişim işe yarayabilir. Bunu itiraf ettiremezsiniz ama öldürülen bebek davasındaki polis gibi, insanlar hakikaten kötümserdirler. Eğer şeytan, olumsuz sosyal şartlarda değil de insanın içindeyse, o zaman kötülük yenilmezdir. Ve bu da (diğer bazı insanlar gibi) polis için iç karatıcı bir durumdur. Çocuklara kötü demek, suçlarının ciddiyetini dramatikleştiriyor ve toplumsal şartları irdeleyen yufka yüreklilerin önünü kesiyor. Suçluların affedilmesini zorlaştırıyor. Ama bunlar, habis davranışların kalıcı olduğu fikrini kabul etme pahasına yapılıyor. Öte yandan, eğer bebek katili çocuklar kötü olmalannın önüne geçemiyorlarsa, işin aslı, masumdurlar. Çoğumuz, hiç şüphesiz, çocukların boşanamayacağına ve ticari sözleşme imzalamayacağına nasıl inanıyorsak kötü olamayacaklarına da aynı şekilde inanıyoruz. Kötü kan ya da habis gen fikrine inanan birileri hep olmuştur ama eğer bazı insanlar kötü doğuyorsa, kendileri bu durumdan, sistik fibrosisli doğmaktan daha fazla sorumlu değildirler. Lanetlenmelerini öneren durum, onlann kefaretinden başka bir şey değildir. Yani aynı durum, üst düzey bir lngiliz güvenlik danışmanının yaptığı gibi teröristlere deli denmesi için de geçerlidir. insan bu adam işinin ehli mi diye düşünmeden edemiyor. Eğer teröristler gerçekten deliyse, ne yaptıklarının farkında değildirler ve dolayısıyla ahlaken masumdurlar …”

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonTavsiye Sohbet

“Ben” kimdir?

Tavsiye makale

Tavsiye Kitap

Derin İnsan

Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?”(Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

İnsancıklar / Dostoyevski »

insanciklar-dostoyevski-9Köyden ayrıldığımız gün hava aydınlık, sıcak ve güzeldi. Tarla işleri bitiyordu. Kocaman tahıl yığınları harman yerinde birikiyor, kuşlar sürüler halinde tahıl yığınlarının tepelerinde dönüp duruyordu. Her şeyde bir neşe ve huzur vardı. Ama şehre vardığımızda bizi yağmur, nemli bir sonbahar yağmuru, pis bir hava, düşman bakışlı, asık ve öfkeli, yabancı suratlar karşıladı. Bir şekilde yerleşiverdik. Hatırlıyorum da hepimiz büyük bir heyecan içindeydik. Herkes bir şeyle meşguldü. Babam her zaman olduğu gibi evde değildi, annemin de başını kaşıyacak hali yoktu. Ben tamamen unutulmuştum. Yeni evimizdeki ilk gecemizin sabahında çok üzgün uyandım.

Penceremiz sarı parmaklıklara bakıyordu. Sokakta her zaman çamur vardı. Çok az gelen geçen oluyordu. Hepsi de sıkı sıkı sarınırlardı. Soğuktan donuyor gibiydiler. Bizim evde de günler can sıkıntısı ve bunalım içinde geçiyordu. Pek akrabamız ve yakın dostumuz yoktu. Babamın Anna Fyo-dorovna ile arası pek iyi değildi, ona borcu vardı. İş için gelen gidenimiz oluyordu, Read the rest

Diyanet’in Cuma Hutbesine Reddiye »

Uğur Kurt

Nebiyy-i Ümmî’ye inen “Oku” ayetini; bilgiyi başka yerlerden değil, yalnızca kitaplardan almamız gerektiğine delil gösteren Diyanet İşleri Başkanlığı, bu cuma hutbesinde yeni bir fiyaskoya daha imza attı.

Oldukça kurnazca hazırlanan bu metin; söyledikleriyle ayrı zehirlerken, bu fitnesine düşünmeden cevap verenleri boşluğa düşürerek ayrıca vurmayı hedefliyor. Cümlelere ayrılarak incelendiğinde hatalı ancak bir kaç cümle bulunabilse dahi; ifadelerin sıralanışı ve kasıtlı olarak saklananlar İslam’ın ruhuyla alakası olmayan bir anlam ortaya koyuyor.

Hutbede öncelikle Cibril hadisinden bahsediliyor. Dinin temellerinin apaçık bir şekilde ortaya konduğu anlatıldıktan sonra, buna dayanarak sinsice yazılmış cümlelerle ehl-i tarîk’in yeri olduğundan farklı gösterilerek tasavvuf düşmanlığı yapılıyor. İsterseniz önce yazının aşağısında paylaşmış olduğum hutbe metnini okuyun, sonra buradan devam edelim.

“… Yüce Dinimiz İslam’ı; sır, gizem, rüya, keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina etmeye kalkışmak asla kabul edilemez.” denmiş.

Gayet doğru. İslam’ın hangi temeller üzerine bina edilmiş olduğu açıktır. Ancak, bu cümlelerin tuzağına düşmemek gerekiyor. Din-i Mübîn-i İslam’ın bunlar üzerine bina edilmemiş olduğu gerçeği, bunları İslam’ın dışında bırakmaz. Binanın direkleri, temelleri ve tezyinatını birbirine karıştırmamak gerekir. Bir binadaki duvarları bunlar temel değildir diyerek binaya dahil kabul etmemek ne kadar absürt olacaksa; sır, rüya ve kerametleri bu gerekçeyle dinin dışarısında görmek de aynı derecede hatalıdır.

Bunun devamındaki “En büyük keramet daima sırat-ı müstakim üzere olmaktır.” cümlesi, tam olarak ehl-i tasavvufun görüşünü yansıtmaktadır. Sırat-ı Müstakim üzere olmak, Hz. Fahr-i Alem’in ahlakıyla ahlaklanmaktan daha büyük bir keramet yoktur. Ancak, giriş seviyesinde Türkçe bilen birinin dahi anlayabileceği üzere, kerametlerin içinden en büyük olanını tesbit etmek, bundan başka kerametlerin varlığını kabul etmek demektir. Yani bu cümle tek başına, hutbenin bütününe itiraz niteliğindedir.

“… Önümüzde Peygamberimiz (s.a.s) gibi büyük bir rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alametleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul edilemez.” demişler.

Hatem-ün Nebi geldikten sonra yeni bir din ihdas etmenin (ortaya çıkarmak, kurmak) mümkün olmadığı konusunda İslam alemi olarak hemfikiriz. Bunu söylemenin bir manası var mıdır? “Namaz ve oruç üzerinden bir din ihdas etmek kabul edilemez” desek yine haklı oluruz. Söylenen sözden murad, herhangi bir şekilde din ihdas etmenin yanlışlığını vurgulamak mıdır, (eğer öyleyse buna ne gerek var?) yoksa bu adice hazırlanmış cümleyle hakkında sahih hadisler bulunan kıyamet alametleri ve Mehdi reddedilmeye mi çalışılmaktadır?

Hadis’te nübüvvetin 46 cüzünden bir cüz olduğu bildirilen rüya hakkında,

“Hassaten Kur’an’ın أَضْغَاثُ أَحْلاَمٍ diye tarif ettiği ‘karmakarışık rüyalar’ üzerine asla bir din bina edilemez. Allah’ın açık hükümleri dururken, heva ve heves eseri olan rüyalarla amel edilemez.”

deniyor.

Din’in zaten açıkça beyan edilen şeriatten başka bir şeyin üzerine bina ediliyor olmadığını söylemiştik. Ve evet, heva ve heves eseri olan rüyalarla amel edilmeyeceği; veya sahih olduğu düşünülen bir rüya dahi olsa Allah’ın açık emirlerine karşı gelirken bu rüyaların kaynak gösterilemeyeceği doğrudur. Ancak cümlenin kuruluşu, sahih rüyaları yok sayarak, bütün rüyalar heva ve heves eseridir gibi bir anlamı ortaya koyuyor.

Metin muhtemelen iyi bir demagog tarafından hazırlanmış, yaymaya çalıştığı fesad hususunda başarılı bir metindi. Fakat; sırtına yüklenmiş olan kitapların getirdiği kibirden mi, militanca ağzından saçtığı tükürüklerin görüşünü perdelemesinden midir bilinmez, metni yazan kişi acınası derecede komik bir hataya düşmüş.

Yukarıda bahsedilen Kur’an-ı Kerîm’deki “adğas-ü ahlam“ tabiri, Yusuf suresi 44. ayette, Mısır melikinin, Hz. Yusuf tarafından Allah-ı azimüşşan’ın kendisine bahşettiği ilimle tabir edilecek rüyası hakkında, rüya ilminden haberdar olmayanlarca kullanılıyor. Sonrasında bildiğiniz üzere, Hz. Yusuf’un tabir ettiği bu rüyaya göre amel eden melik, Allah’ın izniyle ülkesini gelecek olan kıtlıktan kurtarmış oluyor. Kur’an-ı Kerîm’de bize açıkça anlatılmış olan bu kıssanın ışığında, hutbede herhangi bir delil göstermeksizin sarf edilen “Peygamberlerin rüyası dışında hiçbir kimsenin rüyası bir bilgi kaynağı olarak kabul edilemez.” savının yüce kitabımız Kur’an-ı Kerîm’le ne derecede örtüştüğünü düşünmeyi irfanlarınıza terk ediyorum.

Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.

Cuma Hutbesi: “Dîn-i Mübîn-i İslam”

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ. وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ
Cumanız mübarek olsun Aziz Kardeşlerim! Read the rest

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup / John Locke »

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup John Locke 3İncil’in hâkimiyeti altında bile, birinci veya yedinci günün Tanrı’ya tahsis edilerek, onun ibadeti üzerinde yoğunlaşmak gerektiğine inananlar açısından, zamanın bu bölümü basit bir keyfiyet değil, fakat ilâhî ibadetin, ne değiştirilebilecek, ne de aldırmazlıktan gelinebilecek gerçek bir parçasıdır.

Bunun yanı sıra, siyasî yönetim yasalar yoluyla bir kiliseye herhangi bir ayini veya dinsel töreni empoze etmeye yönelik hiçbir güce sahip olmadığı gibi, herhangi bir kilise tarafından kabul edilmekte, onaylanmakta ve uygulanmakta olan ayinleri ve dinî törenleri yasaklamaya yönelik bir güce de  sahip  değildir; çünkü,  eğer böyle  olsaydı, kuruluşunun gayesi sadece kendi tarzında özgürce Tanrı’ya ibadet etmek olan kilisenin kendisini yıkardı. Read the rest

Türklerin Tarihi / Jean-Paul Roux »

turklerin-tarihi-jean-paul-roux-3Türkoloji şarkiyatçılıktan doğmuş yeni bilim dallarından biridir. Günümüzde kısa bir süre öncesine kadar Ortadoğu konusunda, İslam çalışmaları içinde yer alırdı. Uzakdoğu konusunda ise Çinbilimcilerin uzmanlık alanına girerdi ve böylece de Çinbilimciler kendi uzmanlık alanlarının dışına çıkarılmış olurlardı. Türkolojinin temel nitelikteki bazı bilgileri şimdilik oldukça sınırlıdır, tıpkı eski bir haritadaki bilinmeyen yerle r gibi tarihte de bilinmeyenler, uzun aralıklar, boşluklar mevcuttur. Bugün bu konuyla ilgili olarak elimizde, çevirisi yapılmamış ve incelenmemiş binlerce elyazması ve arşiv belgesi bulunmaktadır. Bu kaynaklan değerlendirmek güçtür ve büyük bir sabır ve azimli bir hazırlık dönemi gerektirir. Kaynaklar sadece Türkçe olmayıp, Türkler tarafından konuşulmuş çeşitli dillerde ve çevrelerinde onlarla mücadele etmiş, diplomatik ilişkiler kurmuş ya da sadece Türkler hakkında yazmış olan çeşitli topluluk ve halkların da dilindedir: Araplar, Sogdlar, Çinliler, Farsîler, Ermeniler, Süryaniler, Gürcüler, Ruslar, Moğollar, Yunanlılar, Latinler ve daha küçük ölçüde başka topluluk ya da halklar.

Türk tarihinin bazı yazılı kaynaklara başvurma olanağını ortadan kaldıran kimi özel güçlükleri vardır. Yüksek kültürlü ülkelerde cereyan etmiş olaylar genelde ya okuması yazması olmayan ya da davranışarının ayrıntılarını bir kenara kaydetmeye pek alışkın olmayan lopluluklarca gözden uzak bir biçimde hazırlanmışlardır. Kimi zaman, bu olayların ortaya çıkış nedenlerini bilmiyoruz ve bu nedenleri araştırmaya çok az bilgiyle başlamak zorunda kalıyoruz. Araştırmalarımızın bizi götürdüğü, dünyanın hiç de konuksever olmayan bu bölgelerinde alanlar sonsuz denecek kadar geniştir ve aradığımız kişiler sürekli olarak yer değiştirme alışkanlığındadır. Kuşkusuz göçebelik sanıldığı gibi düzensiz bir biçimde dolaşıp durmak demek değildir, her topluluğun yaz ve kış için kendine ait konaklama yerleri ve göç yolları vardı, hiçbir topluluk komşusunun yolunu kullanamazdı ve yüzyıllar boyunca düzenli olarak aynı bölgelere giden göçebeler Read the rest

Tehâfüt-ül Felâsife – Filozofların Tutarsızlığı / Gazâlî Hz »

tumblr_mdlq4xag331rvn6njo1_400 Ezcümle; canlı şeklini nutfeden başka bir şey kabul etmiyor. Onlara (filozoflara) göre, canlılık gücü nutfeye mevcudütın ilkeleri (mebde) olan melekler tarafından verilir. İnsan nutfesinden sâdece insan yaratılır, at nutfesinden de sadece at yaratılır. Nutfe; attan ürediği için, at şeklinin diğer şekillerden daha uygun olması nedeniyle (at şeklini alması) tercihen icâbediyor. (Nutfe) tercih edilen şekli ancak böylece kabullendiği için; ne arpadan buğday, ne de armut  tohumundan elma yetişmektedir. Sonra biz haşere gibi bazı canb cinsleri görüyoruz ki, topraktan doğarlar ama kendileri birbirlerini doğurmazlar. Fare, yılan ve akrep gibi bazı hayvan cinsleri de görüyoruz ki, hem kendileri doğururlar, hem de (birbirinden) doğarlar. Bunların hepsi de topraktan doğarlar. Ancak şekilleri kabul hususundaki yetenekleri –bizim görmediğimiz nedenlerden dolayı- farklıdır. Beşerin gücü bu (nedenleri) bilmeye yeterli değildir. Zira onlara (filozoflara) göre, (varlıkların) şekilleri meleklerin isteğine göre ve maksatsız olarak meydana gelmez. Hatta her mahalde ancak onu kabulü elverişli olan şey meydana gelir. Çünkü meydana gelecek hale kendisi müsaittir. îstidâtlar ise değişiktir. […] Şu halde istidatların mebde’leri (ilkeleri) kontrol (ümüz) den çıktığına, bizim onların derinliğini kavramamız (mümkün) olmadığına ve onları belirleme yolumuz bulunmadığına göre, bazı cisimlerin -daha önce kabule müstaid olmadığı- şekli kabule müstaid (hale) gelerek bazı merhaleleri en yakın (kısa zamanda) aşma istidadının hâsıl olmasının ve bunun mucize şeklinde ortaya çıkmasının müstahil olduğunu nereden bilebiliriz? Read the rest

Kuş / Hermann Hesse »

herman-hesse-kus-11Şu insanlar yok mu, karşılığında para gelsin yeter ki, İsa’nın kendisini bile yakalayıp teslim ederler. Ama şükürler olsun ki kuşu ele geçiremeyecekler, şükürler olsun ki ele geçiremeyecekler onu.”

Belediye başkanının kuzeni Schalaster de ilanı okuyanlar arasındaydı; hiç sesini çıkarmadı, tek bir söz konuşmadı, dikkat kesilerek ikinci bir kez okudu ilanı, her pazar sabahı yaptığı gibi kiliseye gitmeye niyetlenmişti, vazgeçti bundan, ağır ağır yürüyüp belediye başkanının evine geldi, bahçeden girdi içeri, ama birden düşüncesini değiştirip döndü, kendi evine doğru seğirtmeye koyuldu.

Schalaster ömür boyu kuşla özel bir ilişki içinde yaşamıştı. Onu başkalarından daha sık görmüş, daha sık gözlemlemişti; deyim yerindeyse kuşa inanan, onu ciddiye alan, ona bir çeşit yüce anlam mal eden kişilerden biriydi. Dolayısıyla, ilan tahtasındaki duyuru hayli güçlü ve çelişik bir etki yapmıştı üzerinde. Kuşkusuz ilk anda yaşlı Nina’da, geleneğe bağlı yaşlı Montagsdorf sakinlerinde uyanan duygu Schalaster’de de uyanmıştı: Dış ülkenin birinden gelen istek üzerine kuşun, Montagsdorf ve yörenin bu hâzinesi ve simgesinin yakalanıp ya da öldürülüp teslimi emri onu ürkütmüş, çileden çıkarmıştı. Ne yani, ormanlardan çıkıp gelen bu eşine seyrek rastlanır konuk, bu masalsı, öteden beri herkesçe bilinen, bir yandan Montagsdorfu üne kavuşturup beri yandan alay konusu edilmesine yol açan, kendisine ilişkin pek çok anlatı ve söylencenin atalardan miras olarak devralındığı bu kuş, para ve bilim için bir araştırmacının caniyane merakına kurban mı edilecekti? Read the rest

Ermiş / Halil Cibran »

ermis-halil-cibran 5Ruhunuz rüzgârda başıboş dolaşırken, siz, yalnız ve korumasız,

Başkalarına ve dolayısıyla kendinize karşı hata işlersiniz.

Ve işlediğiniz bu hata için, mübarek kişilerin kapısını çalıp orada bir süre önemsenmeden beklemeniz gerekir.

Tanrısal benliğiniz bir okyanus gibi;

Sonsuza dek bozulmadan kalır.

Ve tıpkı yüksek semalar gibi sadece kanadı olanları yüceltir Tanrısal benliğiniz hatta bir güneşe bile benzetilebilir;

O güneş ki ne köstebeğin yollarını bilir, ne de yılanın deliğini arar.

Tanrısal benliğiniz içinizde yalnız yaşamaz.

Varlığınızın büyük bir kısmı insanlaşmışsa da çoğu daha insan değil,

Uyurgezer, sisin içinde kendi uyanışını arayan şekilsiz bir cücedir.

Şimdi içinizdeki insandan söz edecek olursam, Read the rest

Savaş Üzerine / Carl von Clausewitz (2) : Strateji, Taktik ve İnsan »

clausewitz-savas_uzerine_97İnsan bilimsel bir varlık değildir yani akl-ı meaşın ötesine geçemeyen pozitif bilimler ile İnsan’ı ve dünya ile kurduğu münasebeti, ekonomiyi, tarihi, aileyi, şehirleri açıklayamazsınız. (Bkz. Akıl / Reason / Intelligence / العقل) Yakıtı İnsan vücudu olan savaş makinesi de böyledir; mekanik teorileri reddeder. Prusyalı General Clausewitz’in tabiriyle “savaş bukalemun gibidir”. Savaşın istenmesi, başlatılması soğuk stratejik bir zemindedir; geçen bölümde anlattığımız gibi savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır. Hatta savaşın ikinci bir soğuk veçhesi daha var o da mühendislik: Zırhların kalınlığı, füzelerin menzili, uçakların hızı… Yani savaşın neticesini etkileyen iki faktör siyaset ve mühendislik. Ancak bir çok savaş önceden hesaplandığı gibi bitmez. Küçücük ordular, bazen silahı, yiyeceği olmayan bir avuç insan koskoca bir ordunun hedefine ulaşmasına engel olur. Bilimsel olarak MUTLAKA kazanılması gereken savaş hezimete dönüşür. Pozitivist körlükten muzdarib olan modern insanların inanmakta zorluk çektiği bu gerçek, 15 Temmuz Direnişi esnasında bir kez daha ispat edildi: Kesin öleceğini bilen Ömer Halisdemir darbecilerin komutanını vurdu; silahsız halk askerlerin elindeki tüfekleri tutup çekti; tankların önünde yattı, arabasını tankın önüne koyup yolu kapattı. (Bkz. İnsan bilimsel bir kavram değildir)

15 Temmuz Şehitler Köprüsü adını alan eski Boğaz Köprüsü’nde zırh delici mermiler sadece öldürmüyor bazen kafa koparıyor bazen de vücutları ikiye bölüyordu. Tecrübeli askerleri bile delirtebilecek bir vahşet! Ama bunu gördüğü halde tanklara doğru yürümeye devam etti insanlar. Bunun bilimsel açıklaması yok. Yani eğer bilim kendisini doğum ile ölüm arasına hapsettiyse, Ahiret’i yok saydıysa Ahiret’e göre yaşayan insanların davranışlarını elbette açıklayamaz. (Bkz. Bir Pozitivizm Eleştirisi) Yoksa şehitliğin de ilmi vardır.

Tabi eğer savaşı kahramanlıktan ve askerlerin manevî gücünden ibaret görürsek bu defa Sarıkamış’ı, Yemen’i açıklamak zorlaşır. Savaş gerçeğini maneviyatsız anlayamayız ama maneviyattan ibaret bir faaliyet gibi de göremeyiz. Kısacası savaşı sadece siyasî, teknik veya manevî veçhesinden ibaretmiş gibi değerlendirmek imkânsız. Zannediyorum Clausewitz’in “bukalemun” tabirinin sebebi de böylece netleşiyor:

“… Bir devlet adamının, bir başkomutanın ilk, en önemli ve hayatî kararı, giriştiği savaşın türünü doğru olarak değerlendirmek ve böylece onu olmadığı bir şey yerine koymamak ve olamayacağı bir şey olmasını istememektir. Stratejik sorunların birincisi, en geniş kapsamlısı budur. […] Savaş, her somut olayda niteliğini bir ölçüde değiştiren sahici bir bukalemun olmakla kalmayıp, aynı zamanda, bir bütün olarak bakıldığında, belirgin eğilimleri bakımından üç yanlı şaşırtıcı bir olaydır: Bir yanda, özünü teşkil eden şiddet, doğal ve kör bir içgüdü sayılması gereken kin ve nefret; öte yanda, savaşı matematiksel/bilimsel bir faaliyet haline getiren teknik veçhesi; ihtimal hesapları ve tesadüfler; son olarak da, savaşı salt siyasî akla bağlayan bir politik araç oluşu. Bu üç veçhenin birincisi daha çok milleti, ikincisi daha çok komutanı ve ordusunu, üçüncüsü daha çok hükümeti ilgilendirir. Savaş içinde gemi azıya alan ihtiraslar, halkların sinesinde önceden yer etmiş olmalıdır; ihtimaller ve tesadüfler aleminde cesaret ve istidadın oynayacağı rolün önemi, komutanın ve ordusunun özelliklerine bağlıdır, politik amaçlarla ilgili karara gelince, onu ancak hükümet alır. Birer kanun koyucuya benzeyen bu üç eğilim konumuzun niteliğine derinden kök salmış durumdadırlar. Bunlardan bir tanesini hesaba katmak istemeyen, ya da bunların arasında keyfi bir ilişki kurmaya yönelen teori, derhal gerçekle öyle bir çelişkiye düşer ki, sırf bu yüzden tüm değerini yitirir. Bu itibarla, bütün mesele teoriyi bu üç eğilim arasında, üç ayrı çekim merkezi arasında denge halinde tutmaktan ibarettir …” (Clausewitz, Savaş Üzerine)

Zaferin üç ayağı: Askerin cesareti, komutanın taktiği ve siyasetçinin stratejisi Read the rest