Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

İnsancıklar / Dostoyevski »

insanciklar-dostoyevski-271Bugün burada dayanılmaz derecede üzücü, anlaşılmaz ve hiç beklenmedik bir olay oldu. Bizim zaval ı Gorshkov -bunu söylemeliyim- adını tamamen temize çıkardı. Dava bir süre önce tamamlandı, bugün kararı almaya gitti. Dava onun için çok mutlu bir şekilde sonuçlandı. İhmal ve düşüncesizlik suçlarından beraat etti. Tüccar Gorshkov’a büyük bir miktar para ödemek zorunda bırakıldı. Böylelikle ekonomik durumu oldukça düzeldi. Adı temize çıktı. Her şey yoluna girdi. Kısacası istediği her şeye kavuşmuş oldu. Bugün saat üçte eve geldi. Çok kötü görünüyordu. Yüzü kâğıt gibi bembeyazdı. Dudakları titriyordu ama yine de gülümsüyordu. Karısını ve çocuklarını kucakladı. Biz de onu tebrik etmek için başına toplandık. Bizim bu davranışımızdan çok etkilendi. Etrafa selamlar verdi, hepimizle birkaç kez tokalaştı. Sanki boyu biraz daha uzamış ve dimdik duruyor gibi geldi bana. Gözünde her zamanki yaşlar yoktu. Zavallı adam çok heyecanlıydı. Yerinde duramıyordu. Gördüğü her şeyi eline alıyor sonra tekrar bırakıyordu. Etrafa hiç durmadan gülümsüyor, selamlar veriyor, oturuyor sonra tekrar kalkıyordu. Neler söylediğinden haberi yoktu. Read the rest

Germinal / Émile Zola »

emile-zola-germinal-52Étienne ağır adımlarla kömürün boşaltıldığı hangara geri döndü. Başının üzerindeki bu korkunç hareketlilik onu serseme çevirmişti. Soğuk hava akımının altında tir tir titrerken, kulaklarını sağır eden vagonların gürültüsünde asansörlerin iniş çıkışını izliyordu. Kuyunun yanında bulunan gösterge tablosu, aşağıdan çekilen bir ipin kaldıraçlı ağır bir tokmağı bir kütüğün üzerine düşürdüğünü gösteriyordu. Tek vuruş dur, iki vuruş indir, üç vuruş yukarı çek anlamına geliyordu. Bir topuzun aralıksız inip kalkan darbelerini andıran bu sinyaller tiz bir zil sesinin eşliğinde tüm gürültüyü bastırıyor, manevrayı yönlendirirken makiniste megafonla talimatlar yağdıran vagon işçisi bu şamatayı daha da üst noktalara taşıyordu. Bu hengâme içinde dolup boşalan asansörler bir görünüp bir kayboluyor, Étienne bu alengirli işlere akıl sır erdiremiyordu.
Étienne’in anladığı tek bir şey vardı: Kuyu insanları yirmişer otuzar lokmalar halinde ve hiç zorlanmadan yutuyor, üstelik onların boğazından geçtiğini bile fark etmiyordu. İşçiler saat dörtte ocağa inmeye başlıyordu. Ellerinde fenerlerle yalınayak barakadan geliyor, küçük gruplar halinde yeterli sayıda kişinin toplanmasını bekliyorlardı. Demir asansör bir gece hayvanına özgü sessiz bir süzülüşle karanlıklardan yükseliyor, her birinde kömür dolu iki vagon bulunan dört katıyla sürgülerin üzerine yerleşiyordu. Read the rest

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup / John Locke »

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup  John Locke 6Kiliseler olarak adlandırdığım bu dinî topluluklara siyasî yönetimin hoşgörü göstermesi gerekir; çünkü bu toplulukların işi, özellikle ilgilenmenin her insan için meşru olduğu şeyden (ruhlarının selâmetini kastediyorum) başka bir şey değildir; ve bu bakımdan, millî kiliseyle diğer farklı cemaatler arasında hiçbir farklılık söz konusu değildir. Fakat her kilise içinde, bilhassa düşünülmesi gereken iki konu vardır: İbadetin dış formu ve ayinleriyle, imanın doktrinleri ve hükümleri. Bu konuların, bütün hoşgörü sorununun daha açık bir şekilde anlaşılabilmesi için, ayrı ayrı ve açık seçik ele alınması gerekmektedir.

Zahirî ibadete ilişkin olarak, ilk önce, yargıcın yasa yoluyla, gerek kendi kilisesini, gerekse az çok farklı olan bir başkasını, Tanrı’ya ibadette, her ne olursa olsun, herhangi bir ayinin veya seremoninin yapılmasını mecbur etmeye yönelik hiçbir gücü bulunmadığını söylüyorum. Ve bu, sadece kiliseler özgür topluluklar olmadıkları için değil, fakat Tanrı’ya ibadette her ne uygulanırsa uygulansın, bu uygulamanın Tanrı indinde kabul edilebilir olduğuna  onu uygulayanlar tarafından inanıldığı için  de savunulabilir bir şeydir. İmânın vaadiyle alâkalı olmayan her ne olursa olsun, Tanrı için ne kendinde daha iyi, ne de daha kabul edilebilirdir. Read the rest

Tehâfüt-ül Felâsife – Filozofların Tutarsızlığı / Gazâlî Hz »

2014-1-9Filozofların zamanın kadîm olması k onusunda ilzâm edilişlerinin ikinci şekli:

Onlar (filozoflar) dediler ki; «şüphesiz Allah -size göre- âlemi yarattığından bir yıl, yüz yıl, bin yıl veya sonsuz süre önce yaratmaya kadir idi. Bu takdirler miktar ve kemmiyet bakımından birbirinden farklıdır. Öyleyse âlemin var olmasından önce bir kısmı diğerinden daha uzun ve daha devamlı olan bir süre ve miktarın kabul edilmesi gerekir.

Derseniz; ki, «seneler» lafzı ancak felekin hâdis olmasından ve dönmeye başlamasından sonra kullanılabilecek bir lâfızdır. Öyleyse biz «seneler» lafzını bırakalım, başka bir ifâde kullanalım ve diyelim ki: Âlemin -sözgelimi- varlığının başlangıcından şu ana kadar kendi yörüngesinde bin devir yapmış olduğunu kabul edelim. Acaba Allah Sübhânehû bu âlemden önce, onun gibi bizim zamanımıza kadar bin yüz devir yapmış olacak- bir başka âlem-yaratmaya kâdir mi idi? Şayet «hayır (kâdir) değildi» derseniz bu söz; sanki kadîmin acz halinden, kudret haline inkılâp etmesidir veya âlemin istihlâleden imkân haline dönüşmesidir.

Şayet «evet (kâdirdir)» derseniz ki -bunu demek gerekir- o takdirde «bizim zamanımıza kadar binikiyüz devir yapan üçüncü bir âlem yaratmaya kâdîr miydi, değil miydi?» Buna da evet demek lâzımdır. O halde biz diyoruz ki: Her ne kadar en eskisi o olmakla beraber (çünkü bize kadar binikiyüz devir yapmıştır) bizim varsayımımızdaki sıralamamızda üçüncü dediğimiz âlemin, ikinci adını verdiğimiz âlemle beraber yaratılması mümkün müdür değil midir? Bu âlem bize kadar binikiyüz devir yapmıştır, diğeri ise (ikinci diye sıraladığımız) binyüz devir yapmıştır.

Bunun ikisi hareketin hızı ve mesâfesi bakımından eşit midirler? Şayet «evet (eşittir)» derseniz bu, muhaldir. Zira hız ve durgunluk bakımından birbirine eşit olan iki hareketin aynı vakitte son bulduğu halde, farkh miktar (sayılar)ın ortaya çıkması müstahîldir. Eğer derseniz ki, Read the rest

Kendi Hayat Hikâyem / Hermann Hesse »

herman-hesse-ozyasam-1dd1Yeniçağ’ın sonlarına doğru, Ortaçağ’ın hortlamasından kısa süre önce Jüpiter’in sevecen ışınlarının aydınlattığı yay burcunda doğdum. Temmuz ayının sıcak bir günüydü, akşamın erken bir saatinde dünyaya açtım gözlerimi, doğumumun gerçekleştiği bu saatteki ısı derecesini yaşam boyu farkına varmadan sevdim, aradım hep, bulamadığım zamanlar içim kararıp suratım asıldı. Soğuk ülkelerde barınamadım asla, hayatımda zevk için çıktığım bütün gezilerde güneyi seçtim. Dindar bir ailenin çocuğuydum, anne ve babamı yürekten sevdim, beni On Buyruk’tan dördüncüsüyle vakitsiz tanıştırmayalardı, belki daha bir yürekten sevecektim kendilerini. Gelin görün ki, ne kadar doğru, ne kadar iyi niyetli olsalar da, buyruklar her vakit kötü bir etki yaptı üzerimde. Yaradılıştan uysal, kuzu gibi istenilen yöne yöneltilecek biri olan ben, her türlü buyruğa karşı hele çocukluk yıllarında baş kaldırdım. “Mecbursun” sözünü işitmeye göreyim, çileden çıkıyor, yapmam istenilen şeyi yapmamakta diretiyordum. Bu özelliğimin de okul yaşamımı hayli olumsuz yönde etkilediğini bilmem söylememe gerek var mı. Gerçi dünya tarihi denen o eğlenceli derste öğretmenlerimizin söylediklerine bakılırsa, her zaman dünyayı, geçmişten aktarılagelen yasalarla bağlarını koparıp kendi içlerindeki yasalara uygun davranan insanlar yönetip değiştirmişti ve bu insanların önünde saygıyla eğilmek gerekiyordu. Ancak, derste anlatılan öbür şeyler gibi bu da yalandan başka şey değildi; çünkü biz çocukların arasından biri çıkıp da ister iyi, ister kötü niyetle gözünü karartarak verilen bir buyruğa ya da sadece aptalca bir alışkanlığa Read the rest

Ermiş / Halil Cibran »

ermis-halil-cibran-7Ve içim kan ağladı; çünkü sizler özgürlük arayışındaki arzunuz size gem vurduğunda ve özgürlükten bir amaç ve erişim olarak konuşmayı bıraktığınızda özgür olursunuz. Aslında siz günleriniz kaygısız ve geceleriniz bir istek ve üzüntüden uzak olduğunda özgür olacaksınız.

Ve hatta bunlar hayatınızı kuşattığında ve siz çıplak ve özgür bunları aştığınızda.

Ve anlayışınızın şafağında öğle saatinize bağladığınız zincirleri kırmazsanız nasıl aşabilirsiniz günlerinizi ve gecelerinizi?

Gerçekte özgürlük dediğiniz şey bu zincirlerin en sağlamıdır, halkaları güneşte parlayıp gözlerinizi kamaştırsa da.

Ve bunlar kendi benliğinizden özgür kalasınız diye atacağınız parçalar değil de nedir?

Yürürlükten kaldıracağınız haksız bir kanunsa, o kanunu siz kendi ellerinizle alınlarınıza yazdınız.

Bu kanunları hukuk kitaplarınızı yakarak ya da denizin suyuyla yargıçlarınızın alınlarını yıkayarak yok edemezsiniz. Eğer tahttan indireceğiniz bir zorbaysa, önce onun sizin içinizde kurduğu tahtı devirin. Read the rest

Ekimde en çok okunan kitaplar »

ekimde-en-cok-okunan-kitaplar

Geçen ekim ayında e-kütüphanemizde 31.224 kitap okundu. En çok indirilen ve bu rakamın %50’sini oluşturan ilk 10 kitap siyaset dışı konulardı. Mimarî, sanat tarihi, medeniyet tasavvuru ve kitap tanıtan kitaplar:

  1. İslâm’da Mimar ve Şehir
  2. Kitap Tanıtan Kitap 1
  3. Rönesans’ın Kara Kitabı
  4. Senin tanrın çok mu yüksekte?
  5. Kürtlerin Tarihi Üzerine
  6. Derin Medeniyet
  7. Derin Lügat 4.0
  8. Roman nedir? Nasıl Yazılır?
  9. Kitap Tanıtan Kitap 2
  10. Kitap Tanıtan Kitap 3

 

…Yeni kitaplar ve yeni yazarlar keşfetmek için…

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler de bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Bilim adamlarının en zayıf noktası : Matematiksel doğrulukla fiziksel gerçekleri karıştırmak »

teori-2

  • Eşya ile onu keşfetmek için ihdas edilen mücerred (soyut) varlıkların aynı gerçeklik içinde akledilmesi matematikle fiziği karıştırmaktır.
  •  Keşfedilen varlık ile akledilen soyut rumuzu bir sanmak “ateş” kelimesinin dili ve dudakları yakacağını iddia etmek kadar saçma.
  • Farklı mekânlara, kevnî/ontolojik şartlara ait nesnelerin düşüncede ve dilde yanyana temsil edilebilmeleri, bu farklı nesneler arasında varlıksal bir geçiş, varlıksal bir bütünleşme imkânı veya bir etkileşim sağlamaz. (Ahmed Yüksel Özemre)
  • Matematiksel nesneler ile fiziksel nesneler, kendi mekânlarının imkânları sebebiyle birbirlerine “dokunmak” kuvvetinden yoksundur.
  • Matematiksel nesneler ile fiziksel nesnelerin birbirlerine “dokunmaları” mümkün olmamakla birlikte, bu nesnelerin tasavvurda ve lisanda meydana gelen temsilleri, aynı kabda ve zemînde bulunmaları sebebiyle birbirlerine sadece tasavvurda ve lisanda “dokunmak” imkânına sahiptir.
  • Ancak, tasavvurda ve lisanda birbirlerine dokunan bu şeyler artık matematiksel nesnelerle fiziksel nesnelerin kendileri değil, tasavvurda ve lisandaki temsilleridir; yani fikrî ve lisanî nesnelerdir.
  • Bilim adamlarının lisanî nesnelerle fizikî nesneleri birbirine karıştırması yüzünden bir çok yapay tartışma asırlardır sürüp gidiyor. “Zamanda Yolculuk” bunlardan biri.

Read the rest

Rüzgâr ve güneş enerjisi sürdürülebilir/yenilenebilir değil çünkü… »

  • ruzgar-gunes-enerjisiRüzgâr ve güneş enerjisi göründüğü kadar çevreci ve yenilenebilir değil.
  • Rüzgâr türbinlerinde ve güneş enerjisi panellerinde kullanılan nadir elementlerin topraktan çıkarılması ve saflaştırılması doğayı kirletir.
  • Büyük bir rüzgâr türbini alternatörü için 600 kg neodimyum gerekir.
  • Nadir elementlerin işlenmesi sırasında toprak kirlenir: Ağır metaller, sülfrik asit ve radyoaktif elementler toprağa karışır.
  • 1 ton nadir metal filizi üretmek için 7-8 ton amonyum sülfat toprağa karışır ve uzun yıllar sürecek bir kirlilik başlatır.
  • Çin hükümeti topraksız kalan köylülere yüksek tazminatlar ödüyor ama yeni bir tarla veremiyor.
  • Nadir metal üretim şampiyonu Çin’de bu madenlere yakın köylerde radyoaktivite normalin 32 katı. (Çernobil’de 15 kat)
  • Çin’de nadir metallerin üretildiği bölgelerde pankreas, akciğer ve kan kanseri %70 daha yüksek.
  • Gazeteler enerji konusunda neyi çok konuşuyorsa o önemsizdir (Rüzgâr, Güneş). Neyi az konuşuyorsa o önemlidir: Kömür.
  • Güneş ve rüzgâr santrali üretimi başlıca 3 ülkede yapılır: Almanya, ABD ve Çin. Bu ülkelerde elektriğin %50’si kömürden gelir.
  • Yani güneş ve rüzgârla elektrik ürettiğinizde gezegeni kurtarmış olmazsınız, çöpleri halının altına süpürmüş olursunuz.
  • RES ve GES sürdürülebilir değil çünkü:

Read the rest

Gerilla Savaşı / Ernesto Che Guevara »

che-guevera-1Gerilla savaşı, tarih boyunca, çeşitli koşullar altında ve farklı hedeflere varmak için pekçok kez uygulanmıştır. Son zamanlarda, çeşitli halk kurtuluş savaşlarında, halkın öncülerinin düşmana karşı üstün askeri potansiyele sahip kural dışı silahlı mücadele yolunu seçtiği yerlerde kullanılmıştır. Feodal, sömürgeci ya da yeni sömürgeci sömürüye karşı mücadelede, iktidarı ele geçirmek söz konusu olduğundan, Asya, Afrika ve Amerika bu eylemlerin sahnesi olmuştur. Avrupa’da ise kendi ordularının ve müttefik düzenli orduların tamamlayıcısı olarak kullanılmıştır.
Amerika’da, çeşitli nedenlerle gerilla mücadelesine başvurulmuştur. Örnek olarak en yakın geçmişten gezici yankee birliklerine karşı Nikaragua Segovia’sında mücadele eden Cesar Augusto Sandino’nun girişimi gösterilebilir. Ve yenilerde Küba’daki devrimci savaş. O zamandan beri kıtanın ilerici partilerinin teorik tartışmalarında gerilla savaşının sorunları ortaya atılmakta ve uygulanma olanakları ile amaca uygunluğu, karşıt polemiklerin konusu olmaktadır.
İlerki notlarımız, gerilla savaşı ve doğru uygulanması hakkındaki görüşlerimizi ifade etmeye çalışacaktır. Read the rest