Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton »

kotuluk-uzerine-bir-deneme_terry-eagleton-19“… Aslında meselenin gizemli bir tarafı yok. Akıl duyulardan koptuğunda , durum her ikisi için de feci oluyor. Akıl soyutlaşıp kendi içine dönerken sıradan insan varoluşuyla bağlantısını kopartıyor. Bunun sonucu olarak da gündelik hayatı, üzerinde düşünmeye değer bir mesele olarak görmemeye başlıyor. Aynı süreçte duyular artık akıl tarafından yönlendirilmedikleri için gemi azıya alıyorlar. Akıl, rasyonalizmin boyunduruğuna girdiğinde, içgüdülerimiz kendilerini ucuz duygusalcılığa kaptırıyorlar. Akıl yaşamdan uzak bir anlam biçimine dönüşürken tensel varoluş, duyulann emip tükettiği bir yaşantı haline geliyor. Şeytan kibirli bir entelektüel olduğu kadar anlam fikriyle dalga geçen küçük, kaba bir palyaçodur da. Nihilist ve soytarı anlamın en küçük dozuna bile katlanamaz. lşte bu yüzden Adrian’ın müziğinin bir yandan düzen fikrine takılıp kalması, bir yandan da cehennemi bir kaos fikrinden uzaklaşamaması şaşırtıcı değildir. Zaten düzen ve nizama hastalıklı bir önem verenlerin bunu içsel bir kargaşayı bastırmak için yaptıkları bilinen bir şeydir. Köktendinci Hıristiyanlar -cinsellikten başka bir şey düşünemeyen kibirli tipler- konuya güzel bir örnek teşkil eder. Milan Kundera Gülüşün ve Unutuşun Kitabı romanında insanlığın “meleksi” ve “şeytansı” diye nitelediği durumlarından bahseder. Kundera’nm “meleksi” ile kastettiği kökleri gerçekten kopuk, boş ve tumturaklı ideallerdir. Şeytansı ise insanla bağlantılı herhangi bir şeyin az da olsa anlamlı ya da değerli olması fikrine atılan alaycı bir kahkahadır. Meleksi tıka basa anlamla doluyken, şeytansı anlamdan fazlasıyla uzaktır. Meleksi sık sık “Tanrı bu güzel ülkemizi korusun!” gibi şatafatlı klişeler kullanır ve şeytansı kısaca “Kes tıraşı!” diye cevap verir. “Eğer dünyada çok fazla tartışılmaz anlam olursa (meleklerin hükümranlığı),” diye yazar Kundera, “bu insana fazla gelir; anlam eğer yeryüzünden silinirse (iblislerin hükümranlığı), hayatın en küçük kırıntısı bile imkansız hale gelir.” Şeytan, Tann1nın huzurunda muhalif bir kahkaha attığında, meleklerden biri ona çıkışmıştır. “Şeytanın kahkahası,n der Kundera “dünyevi işlerin anlamsızlığını imler, meleğin gülüşü ise dünyanın akılcı bir şekilde düzenlediği, dünyadaki her şeyin son derece anlaşılır, güzel, iyi ve mantıklı olduğu inancının sevincidir.” Meleksi politikacı gibidir, iflah olmaz bir iyimser ve romantiktir: Her şey gelişmektedir, meseleler aşılmakta, kotalar dolmakta ve Tanrı hala güzel ülkemizi koruyup kollamaktadır. Şeytansı ise, tam aksine, doğuştan alaycı ve siniktir; kullandığı dil politikacıların toplum içinde söylediklerinden çok kendi aralarındaki fısıldaşmalarına yakındır. Güç, arzu, kişisel çıkar ve akılcı hesaplamalardan başka hiçbir şeye inanmaz. Amerika Birleşik Devletleri, diğer ülkelerden farklı olarak, aynı zamanda hem meleksi hem de şeytanidir. Pek az ülke son derece şatafatlı bir kamu söylemiyle, tüketici kapitalizmi denilen anlamsız tüketim zincirini birleştirebilmiştir. Bu söylemin amacı peşi sıra gelecek unsura yasallık kazandırmaktır. Şeytanın meleği ve iblisi kendi kişiliğinde birleştirmesi gibi, kötülük de meleksiliği içerir. Bir yönü -meleksi, sofu tarafı- sonsuzluğun peşinde koşar ve faniliğin sıradan seyrinin üstüne çıkmak ister. Ancak aklın gerçeklikten böylesi bir uzaklaşma yaşaması dünyayı anlamdan yoksun kılacaktır. Dünyayı öyle anlamsız bir yere dönüşür ki şeytan artık orada rahatça keyfini sürebilir. Kötülük her zaman ya çok fazla ya da çok az anlam içerir -aslında ikisini de aynı zamanda yapar. Kötülüğün bu ikili yüzü Nazi Almanyası’nda rahatlıkla görülür. Fedakârlık, kahramanlık ve saflıkla ilgili nutuklar atılır ama Freudcuların dediği gibi bir yandan da ölüm ve yok etmeyle ilgili “edebe aykırı bir keyif’e esir olunur. Nazizm insan faniliğinden iğrenen sapkın bir idealizm türüdür. Ama aynı zamanda bu tür bütün ideallerin yüzüne savrulan alaycı bir geğirmedir de. Hem fazlasıyla ciddi, hem alaycıdır -Führer ve Babayurt’la ilgili kasıntı ve hamasi nutuklar atar ama sapına kadar da siniktir …”

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonTavsiye Sohbet

“Ben” kimdir?

Tavsiye makale

Tavsiye Kitap

Derin İnsan

Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?”(Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

İnsancıklar / Dostoyevski »

dostoyevski-insanciklarBütün arabaların içine baktım. Hepsinde de süslü hanımefendiler oturmuşlar, belki de prenses ya da kontestiler. Hiç kuşkusuz baloya ya da toplantılara gitme saatleriydi. Prenseslerin ya da aristokrat hanımların yakından nasıl olduklarını merak ederdim. Çok hoş olmalılar diye düşünürdüm. Bugün arabaların içine bakana kadar daha önce hiç görmemiştim. Sonra sizi hatırladım. Ah küçük güvercinim, ah sevgilim. Sizi hatırladıkça kalbim sızlıyor. Neden bu kadar şanssızsınız Varenka? Küçük meleğim! Onlardan ne farkınız var? İyi kalplisiniz, sevecensiniz, eğitimlisiniz. Neden kaderiniz bu kadar kötü? Neden başkaları hiç beklenmedik bir şekilde mutluluğa ulaşırken, iyi insanlar mutsuz yaşamaya mahkûm ediliyorlar? Biliyorum küçüğüm, böyle düşünmenin yanlış ve günah olduğunu biliyorum ama dürüst konuşmak gerekirse daha doğmamış çocuğun kaderi bile iyi yazılmışken neden bazılarının da doğar doğmaz sokağa atıldıklarını merak ediyorum. Aptalların kaderi iyi olurmuş. “Sen aptal, al işte dedenin kesesi. Karıştır, istediğin gibi harca, mutlu ol! Ama sen, adın her neyse avucunu yala. Sana bu yaraşır dostum!” Böyle düşünmek günahtır canım biliyorum ama bazen günah fikirler insanın aklına giriveriyor. Siz de böyle arabalara yakışırdınız. Sizin bir bakışınız değil bizim gibileri, generalleri bile deli ederdi. Size keten değil ipek ve altın işlemeli kıyafetler giymek yaraşırdı. Şimdi olduğu gibi zayıf, hasta görünüşlü biri olmazdınız o zaman. Bonbon şekeri gibi tombul, diri ve gül yanaklı olurdunuz. Ben caddeden geçerken ışıl ışıl pencerelerinizden sizi görünce mutlu olurdum. Gölgenizi bile görmek bana yeterdi. Sizin orada mutlu ve neşeli olduğunuz düşüncesi dahi beni memnun ederdi küçük kuşum. Ama bir de şu hale bakın! Kötü niyetli insanların sizi mahvettikleri, değersiz birtakım insanların Read the rest

Savaş Üzerine / Carl von Clausewitz (3) : Taktik ve Nefsanî Baskılar »

clausewitz-savas-uzerineGeçen bölümlerde (1, 2) taktik ve strateji arasındaki farklardan yani savaşın siyasetle olan ilişkisinden ve savaşan ünitelerin yönetilmesinden bahsettik. Bu bölümden itibaren savaşın psikolojik veçhesini yani halkın, komutanların ve askerlerin maruz kaldıkları nefsanî baskıları ele alacağız. Zira savaş zıt tabiatlı iki ilmin aynı anda icra edildiği bir saha:

  • Bir yandan zırh kalınlığı, hız, menzil gibi teknik unsurlara, planlanması ve soğukkanlılıkla idare edilmesi gereken eylemlere bağlı siyasal bir süreç,
  • Diğer yandan ulusal/ bölgesel/ dinî aidiyetlerden ve ferdî değerlerden kaynaklanan cesarete, fedâkarlığa, öfkeye, intikam arzusuna, halkın ve askerlerin metanetine bağlı hissî bir oluşum.

Savaşın “teknik” ve “hissî” unsurları birbirine karışmayan iki konu değil tersine birbirinden beslenen, biri diğerine fayda sağladığı kadar zarar da verebilen iki cephe gibidir:

“… Her askerî faaliyet doğrudan doğruya veya dolaylı olarak çarpışmakla ilgilidir. Asker sadece uygun zamanda ve uygun yerde çarpışmak için orduya alınır, giydirilir, silahlandırılır, eğitilir, uyutulur, yer içer ve yürür […] Gerçek alemde savaş böyle bir defada gerilimi boşalan aşırı bir şey değildir; hep aynı biçimde ve aynı ölçüde gelişen güçlerin değil, kah atalet ve sürtünmenin karşısında çıkardığı direnmeyi yenecek dereceye çıkan, kah hiç bir etkisi olmayan güçlerin eseridir. Read the rest

Tehâfüt-ül Felâsife – Filozofların Tutarsızlığı / Gazâlî Hz »

tumblr_mzswf7j1zo1rkf2rso1_500Denilebilir ki; «Âlem kadîm bir irâde ile hâdis olmuştur. Onun (İrâdenin) var olduğu vakitte âlemin varlığı gerekmiştir. İrâdenin devam ettiği noktaya kadar yokluk da devâmetmiştir. İrâdenin başladığı anda varlığın da başlaması gerekmiştir. Âlemin var oluşu; (irâdeden) önce murâd edilmediği için, âlem hâdis olmamıştır. Onun hâdis olduğu vakitte (hâdis olması) kadîm bir irâdeyle murâd edilmiştir. Dolayısıyla bu sebeple âlem hâdis olmuştur.» diyene nasıl karşılık verirsiniz? Bu inancı engelleyen veya muhâl kılan hangi sebep olabilir?

Denilirse ki; bu, muhâl olduğu apaçık olan bir muhâldir. Çünkü hâdis muceb ve müsebbebtir. Sebep ve mucip olmadan bir hadisin meydana gelmesi müstahil olduğu gibi, vücûd bulma şartları, esasları ve sebepleri tamamlanmış olup geriye beklenen hiçbir şey kalmadığı halde, yine de geciken bir mucebin varlığı müstahil olur. Muceb olan hadisin varlığının mucipsiz olarak meydana gelmesi müstahil  olduğuna göre, mucibi bütün şartlarıyla gerçekleşen mucebin varlığı zarurîdir, gecikmesi ise muhaldir.

Âlem var olmazdan önce mürîd (irade sahibi) de mevcud idi, irâde de mevcûd idi. İrâdenin murâda irâde edilene) nisbeti de mevcûd idi. İrâde eden yenilenmediğine, irâde de yenilenmediğine göre ve irâdenin, olmayan bir şeye nisbeti de yenilenmediğine göre -ki tüm bunlar (müridin ve irâdenin yenilenmesi) değişmedir- irâde edilen şey nasıl yenilenmektedir ve (irâde edilen şeyin) daha önce yenilenmesini engelleyen hangi şey vardır? Read the rest

Neden İngiliz fitnesinden kurtulamıyoruz? »

  • sans-titreİngilizler iyi savaşamadıkları için halkları birbirine düşürmek suretiyle kolay zaferler elde ederler.
  • İngilizler dünyanın her yerinde kan döktüler, milyonları aç bırakarak öldürdüler, ülkeleri ve halkları böldüler. Toplama kampı ve kimyasal silah da ingiliz icadı bir zulümdür.
  • Bugün dahi devam etmekte olan savaşların bir çoğu İngilizlerin ektiği kin tohumlarının zehirli meyvesidir.
  • Dünyaya hakim oluşlarının sebebi teknoloji yahut para değil bu sinsilikleridir. Peki neden diğer insanlar buna direnemez? İngilizler neden bu kadar kolay fitne çıkarabiliyor? Halklar buna neden direnemiyor?
  • Hemen her insanın manevi mihenk noktaları vardır. Fakat olağanüstü baskı altında insanların çoğu insanlıktan istifa ederler.
  • Olağanüstü baskı ailesinin öldürülmesi veya işkence olabileceği gibi çok büyük miktarda teklif edilen rüşvet de olabilir.
  • Bir halkın köleleştirilmesi için bu manevi mihenk noktalarının terk eTTirilmesi gerekir. Kimliksiz kalan halk işgalciye teslim olur.
  • İngiliz işgal ettiği her ülkede evvela maneviyatı yıkar: Din adamlarını rezil etmek ve mabetleri yıkmak bu planın parçasıdır.
  • İnsanların maneviyatını yıkmak onları zincire vurmaktan daha kolaydır. İnançları ve ahireti elinden alınmış insan hayvan gibidir.
  • Zincire vurulan köle daima özgür günlerini ve vatanını özler. Ama kölenin vatanını hor görmesini sağlarsanız size minnettar olur.

Read the rest

Gerilla Savaşı / Ernesto Che Guevara »

che-martİlk anların askeri durumu zorlu olacaksa, politik durum da daha az çetin olmayacaktır, ve bir tek askeri hata gerilla savaşını tasfiye edebilirse, politik bir hata da bunun gelişimini uzun dönemler süresince engelleyebilir.
Mücadele politik-askeridir, böyle gelişmeli ve bundan ötürü böyle anlaşılmalıdır.
Gerilla savaşı, gelişme sürecinde, eylem yarı çapının, boyutları için daha az gerillanın gerekli olduğu bir bölge üzerine geldiği ve gerilla savaşçılarının bu bölgede aşırı yoğun oldukları bir noktaya varır. Bundan sonra liderlerden birinin, sağlam bir gerillanın, başka bir bölgeye gittiği ve gerilla savaşının gelişim dizisini tekrarladığı, tabii ki merkezi başkumandanlık emrinde olan, arı kovanındakine benzeyen olay başlar.
İste burada, bir halk ordusu yaratılmadan zaferin umut edilemeyeceğine işaret etmek yararlıdır: gerilla güçleri belirli bir genişliğe kadar yayılabilirler, kentlerdeki ve düşmanın geçebileceği öteki bölgelerdeki halk güçleri, düşmana zarar verebilirler —fakat gericiliğin askeri potansiyeli buna rağmen aynen kalabilir. Nihai sonucun düşmanın yokedilmesi olması gerektiği daima gözönünde tutulmalıdır. Bu amaçla yaratılan bütün bu yeni bölgeler, artı, düşman hatları gerisinde gedikler oluşturmakta olan bölgeler, artı, en önemli şehirlerde harekât yapan güçler devrimci başkumandanlığa bağlı olmalıdırlar. Bir ordunun üstünlüğünü gösteren kusursuz hiyerarşik kumanda yapısının olması istenmeyebilecek ama stratejik bir kumanda yapısı istenecektir. Read the rest

Dolar’ın Yükselişi Hakkında; Gerçekten Ne Oldu? ne Oluyor? »

kur-krizi-dolar-satmakDolar’ın Yükselişi Hakkında; Gerçekten Ne Oldu? ne Oluyor?

 Dolar’ın yükselişine ilişkin fikri olan bir ekonomist, analist, danışman vs neredeyse YOK. Olmaması da doğal. Belki şaşırtıcı gelecek ama onların işi aslında mevcut durumla alakalı değil. Bu yüzden açıklama yaparken saçmalamaları ve bütün bu saçmalık içinde mevzuya hakim görünmeye çalışmaları da bu yüzden.

Peki Dolar’da ne olduğunu ekonomistler bilmiyorsa kim biliyor? Dolar’da gerçekten operasyonu yapanlar yani Hedge Fon traderları, spekülatörler, data akışını sağlayan ve yöneten brokerage house teknik personelleri vs. Peki onlar neden sessiz? Çünkü bu işten iyi para kazanıyorlar ve koltuğunu korumak için meseleyi biliyormuş gibi görünen bürokratların kibriyle itişip, kakışmak istemiyorlar. Zira işi bilenler için bu kibirden elde edilecek çok ganimet var.

Bu tip yazıları okumaktan ve benim gibi ne idiğü belirsiz bir takım adamların bilgi bombardımanından maruz kalmaktan sıkıldınız farkındayım ve sıkılmakta da haklısınız. Yine de tahammülünüze sığınıp bir 5 dk’nızı ayırırsanız aşağıda ilginç cevaplar bulabilirsiniz.

Doğrusu Yanlışı;

1-Dolar Dünya da bütün para birimlerine karşı değer kazanıyor mu?

 HAYIR ya da kısmen ama TL’ye karşı değerlendiği gibi hiçbir para birimine karşı değer kazanmıyor. Bunu anlamanın yolu hayli kolay. Diğer çapraz kurların TL karşısındaki durumuna bakmak. Mesela Pound’un, Euro’nun ya da Yen’in Tl’ye karşı değer kazanıp kazanmadığına bakarak durumu anlayabiliriz. Eğer Dolar bütün dünyada TL’ye karşı değer kazandığı gibi değer kazansaydı. Diğer para birimlerinin TL’ye karşı sabit olması gerekirdi ama Meksika Pezo’su dışındaki neredeyse bütün para birimleri TL’ye karşı değer kazandı. Meksika’nın başındaki bela Read the rest

Büyük Patlama / Big Bang / Urknall / الانفجار العظيم »

big-bang-buyuk-patlama-2Ne değildir?

Kâinat’ın başlangıcını açıklayan bilimsel teori değil.

Nedir?

Matematiksel olarak doğru ama fizik kanunlarına göre yanlış olan bir senaryo. Galaksilerden atoma kadar Kâinat’ın içindeki nesnelerin tarihini sorgulayabilen fizik yoluyla Kâinat’ın (dolayısıyla fizik yasalarının) başlangıcını açıklamaya çalışır. Big Bang’ın dayandığı formüller ve hesaplar matematiksel olarak doğrudur ama senaryo fizik kanunlarına göre yanlıştır. Çünkü yüksek enerji seviyelerinde parçacıkların gerçekten maruz kaldıkları kuvvetleri göz önüne almaz. Yani elektromanyetik kuvvet ile güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler.

Dinsel Big Bang yorumlarının sebebi nedir?

Kâinat’ın başlangıcı hakkında konuşan bilim adamları ve filozoflar adeta kâhin gibi bir statü kazanır. Sanki Kâinat’ın başlangıcını bilirsek her soruya cevap bulabilirmişiz gibi bir hisse kapılırız. Bu insan tabiatının gereğidir: Bütün çocuklar anne-babalarının nasıl evlendiğini ve kendi doğumlarını merak eder. Bu yüzden hemen her inanç yaratılmaya muhtaç olmayan bir “ilk sebep” ihtiva eder. Bu kâh bir kaplumbağanın kabuğudur, kâh Zeus’un bacağı. “Bundan önce ne vardı?” sorusunun sorulmayacağı noktadır bu. (Bkz. Evvel / Origin / Beginning / πρώτος / أولا ») Bu yüzden Big Bang hem dindarların hem de din karşıtlarının elinde oyuncak oldu: Bir tanrı inancına sahip olanlar “bak işte, kutsal metinlerdeki yaratılış ispat edildi” derken ateistler de “bilim Varlık’ın başlangıcını açıkladı, bir yaratıcıya gerek kalmadı” diye sevindiler. (Bkz. Şalgam suyu varsa Tanrı’ya lüzum yoktur) Dedikodulara bakılırsa 1992’de Stephen Hawking Jean Paul II ile buluşunca papa “Gelin peşinen anlaşalım: Big Bang öncesi olanlar bizim, sonrası ise sizin” diye takılmış. Doğruluğu tartışılır ama yaratılışa dokunmadan Kâinat’ın başlangıcını sorgulamanın imkânsızlığını göstermesi açısından ilginç.

Big Bang’ın teorik ve ampirik zemini

Einstein’ın 1915’te yayınlanan bir makalesi bir çok fizikçinin yerçekimine bakışını değiştirdi. Bu makaleye göre yerçekimi artık bir kuvvet değil zaman-mekân’ın bir bükülmesiydi. Mekân da bu insanların gözünde fizikî nesneleri ihtiva eden bir “zarf” olmaktan çıkıp bizzat fizikî bir nesne haline geldi.  Einstein’a burada itiraz etmek kolay değildi. Çünkü manyetik alanın aksine yerçekiminin perdelenememesi mekânın bir vasfı gibi tasavvur edilmesini destekliyordu. Üstelik yerçekim etkisinin anlık olması yani bir kuvvet kabul edilirse hızının sonsuz yani ışıktan bile hızlı olması gerekirdi. Aynı devirde Edwin Hubble galaksilerin “uzaklaşmasını” Wilson Dağı’ndaki teleskopla gözledi. Uzaktakiler daha hızlı uzaklaşıyordu. Genel görelilik teorisine göre galaksiler hareketsizdi ancak uzayın kendisi “genişliyordu” (dilatation). Gariptir, Hubble 1953’teki ölümüne dek bu genişlemeye inanmadı.

Big Bang gerçekten patladı mı?

Einstein’in genel görelilik teorisini kullanarak uzayın geçmişteki halini tahmin etmeye çalışırsak bugünkünden daha yoğun ve daha sıcak Read the rest

George Sylvester Viereck / Glimpses of the Great »

glimpses-of-the-great-g-s-viereck

“… Ben bir ateist değilim. Kendime bir panteist diyebileceğimi düşünmüyorum. İlgili soru bizim kısıtlı akıllarımız için çok geniş. Biz, pek çok değişik dilde kitapla doldurulmuş bir kütüphaneye giren küçük bir çocuğun durumundayız. Çocuk kütüphanedeki kitapları birisinin yazmış olması gerektiğini bilir. Nasıl yazıldıklarını bilmez. Yazıldıkları dilleri anlamaz. Çocuk, kitapların sıralanmasında esrarengiz bir düzen olduğundan şüphe eder, ama ne olduğunu bilmez. Bu durum, bana göre, en zeki insanın bile tanrıya göstereceği yaklaşımdır. Biz, evrenin muhteşem bir şekilde düzenlendiğini ve belirli kanunlara uyduğunu görmekteyiz, ancak bu kanunları çok bulanık bir şekilde anlayabilmekteyiz. Bizim sınırlı zekâmız takımyıldızları serpiştiren gizemli gücü kavrayamaz …”

… Yeni kitaplar keşfetmek için …

 

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler de bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup / John Locke »

Hoşgörü Üstüne Bir Mektup  John Locke 7Dinî bir topluluğun gayesi (daha önce söylendiği gibi), Tanrı’ya toplu olarak ibadet etmek ve bu sayede de sonsuz hayatı kazanmaktır. O hâlde, bütün disiplini bu amaca yöneltmeli ve bütün ruhanî kanunlar da bununla sınırlandırılmalıdır. Bu toplulukta sivil mülkiyet ve dünyevî mallarla ilgili olan hiçbir şey yapılmamalıdır ve yapılamaz. Her ne sebeple olursa olsun, burada hiçbir gücün kullanılmaması gerekir. Çünkü güç, tamamen siyasî yönetime aittir ve bütün maddî malların mülkiyeti onun yargılama yetkisine tâbidir.

Ama, sorulabilir ki, eğer ruhanî kanunların bütün zorlayıcı yetkilerden yoksun olmaları gerekiyorsa, o hâlde onlar hangi araçlarla tesis edilebileceklerdir? Cevaplayayım: Onlar, dış uğraşın ve gözlemin -eğer aklın tam bir inanmasından ve onayından hasıl olmadıysa- bütünüyle kullanışsız ve faydasız olduğu türden şeylerin doğasına elverişli araçlarla tesis edilmelidirler. Bunlar cemaat üyelerinin, görevlerinin sınırları dahilinde kalmaları için kullanılması gereken silâhlar, tembihler, öğütler ve tavsiyelerdir. Eğer bu araçlarla suçlular ıslah, hatalılar ikna edilemezse, düzelmeleri konusunda hiçbir ümide yer vermeyen bu tür inatçı ve dik kafalıların cemaat ile ilişkilerinin kesilmesinden başka yapılacak hiçbir şey yoktur. Ruhanî otoritenin en son ve azamî gücü bu kadardır. Bu derece kınanan bir kişinin, kilisenin bir parçası olmasına son verilir. Read the rest