RSS Feed for This Post

Yeni başlayanlar için “Müslüman” Marx

Marx’ı okumak lâzım. meselâ 1844 Elyazmaları’nı, Feuerbach Üzerine Tezler’i, Alman İdeolojisi’ni, Felsefenin Sefaleti’ni, Komünist Manifesto’yu ve Kapital’i okumak, üzerinde düşünmek lâzım. Sadece Sol’u ve solculuğu anlamak için değil, dünyanın şu anda içinde bulunduğu düşünce krizini anlamak için de Marx’ı okumak lâzım. Çünkü 21ci asrın Avrupa’sı ve Amerika’sı artık düşünemeyen bir coğrafya haline geliyor. Gölgesinden bile korkan, adeta bir hayvan gibi şartlı refleksler veren ama aklını kullanamayan, birlikte hareket edemeyen bir sürü, bir gürûh halini alıyor batılılar. Eğer “Doğu” bir zamanlar Batı’ya kaptırdığı düşünce bayrağına yeniden talip olacaksa bunun yolu Karl Marx’tan geçiyor. Teknoloji ve Para ile imtihan edilen insanlığın halini çok kapsamlı bir biçimde tahlil etmiş olan Marx’tan.

Kimdi Karl Marx? İşçilerin perişan hallerine acıyan onları Kapitalizmin altında ezilmekten kurtarmak isteyen bir idealist? Maddeden gayrı hiç bir şeyin var olmadığını iddia eden bir materyalist? Modern insan topluluklarının çarklarını, zembereklerini söküp takan bir makinist? Tarihin sebep-sonuç zincirlerine mahkûm olduğunu iddia eden bir determinist? Ters gitmekte olan dünyayı baş aşağı çevirip düzeltmek isteyen bir devrimci?

Biraz incelerseniz Batılı düşünürler arasında Marx’ın « kariyerinin» oldukça sıra dışı bir yol izlediğini görürsünüz. Dünya siyasetini, özellikle de 19cu ve 20ci asrı bu derecede etkilemiş bir başka düşünür var mı? Zannetmiyorum. Kitapları üzerine o kadar çok yorum yapılmış, o kadar şerh yazılmış ki bu “tefsir külliyatı” ancak kutsal kitapların miraslarıyla karşılaştırılabilir.

 Şunu da unutmamalı tabi: Marx’ın ölümünden çok kısa bir süre sonra Marxist ideolojiden etkilenmiş rejimler kuruldu. 20ci asırda insanlığın yaklaşık üçte biri bu ideolojinin etkisindeydi. Sovyet Rusya, Çin, Küba, Doğu Avrupa, Arnavutluk, Kuzey Kore ve Afrika’da bir çok ülke. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Marx komünist ülkelerin uyguladıkları zulümler için bir günah keçisi haline geldi. Rusya’daki çalışma kampları, sayıları on milyonlarla ölçülen idamlar, Kamboçyalı Pol Pot ve Kızıl Kmerlerin yaptıkları soykırımlar, Çin’de Mao’nun merkezî ve planlı “komünist ekonomi” ile sebep olduğu kıtlık neticesinde 40 milyon civarındaki Çinlinin açlıktan ölümü…

Müslüman Marx Ateist Marx’a karşı!

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok.  Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,…

Marx’ın gençliğinden itibaren ısrarla üzerinde durduğu “Verdinglichung” kavramından bahsetmek istiyorum söze başlarken. Hem yaşamı boyunca terk etmediği hem de mirasçısı olan düşünür ve yazarların önemle üzerinde durdukları temel bir kavram bu. Aslına bakarsanız Karl Marx biz Müslümanlara vahiyle bildirilen bir hakikati düşünerek bulmuş diye düşünüyorum. Neden?  Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri’nin Fütuhat-ı Mekiyye adlı devasa eserin 11ci cildinde bir kudsî hadise dikkat çeker:

“Eşyayı senin için, seni kendim için yarattım; kendim için yarattığımı kendisi için yarattığım yoldan çıkarmasın” (Cilt 11, sf 266)

“Günah” dediğimiz ve birbirinden bağımsız gibi görünen eylemlerde hep bu “yoldan çıkarma” vardır aslında. Başkası aç iken servet yığan ile çocuk bedeninden cinsel haz alanın yolu aynı yolSUZlukta birleşmez mi?Türk’ü üstün, Kürd’ü, Ermeni’yi aşağı sayan ırkçı ile bir orduyu, bayrağı ya da toprağı kutsal ilân edenin yolları kesişmez mi? Devleti kutsal (ve putsal) kabul eden faşistler İslâm’a göre şirke düşmüş sayılmaz mi?

Madde ya da “eşya” ile o şeylerin Mânâ’sı arasında hatalı bir bağ kurmak demek günah işlemek. Hak, iyilik, takva, haşyet gibi mânâları ırk ile, para ile, insan teni ile, şöhret ile takas etmek. Mânâ’yı şeyleştirmek, şeylerde Mânâ aramak. Kur’an’da putperestlik ve şirk konularındaki ayetlere bir de bu gözle bakın. Bediüzzaman Hazretleri’nin sözleri ile:

 “Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor.  Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”

 Bu hakikat biz Müslümanlara teorik olarak bildiriliyor ve uygulamamız icab ediyor. Tamam. Fakat işin matrak(?) tarafı şu ki koyu bir ateist olan Marx’ın ahlâkî sorgulamalarında da çekirdek kavram yine şeyleştirme (Alm. Verdinglichung / Versachlichung). Hatta bu kavram anlaşılmadan Marx anlaşılamaz dersek abartmış olmayız zira kapitalizme karşı çıkışının fikrî ve vicdanî temelinde bu şeyleştirme var. Derinlemesine mevzuya girmeden önce Marx’ın bu konuda yerden göğe kadar haklı olduğunu teslim edelim. Ancak bizce kapitalizm  yanlış seçilmiş bir hedef. Bir pozitivizm eleştirisi  isimli kitabımızda detaylı biçimde anlattığımız gibi sadece kapitalizm değil pozitivist zemine inşa edilen bütün ideolojiler, liberalizm, ulus-devletler, sosyalizm ve hatta bir kısım İslâmcılık dahi bu şeyleştirme eleştirisinin hedefi olmayı hak ediyorlar çünkü. (Bkz. Dinlerde dünyevîleşme ve çirkinleşme sürecinden bahsettiğimiz Çirkin Cumhuriyet ve Mânâ’sız Maneviyat isimli makale)

Peki Marx’ın deyimi ile şeyleştirme ya da kapitalizmin günahı gerçekte neye benziyor? Somut olarak günlük yaşama nasıl yansıyor? Gelin şimdi Alvin Toffler’in 3cü Dalga isimli kitabından bir alıntı ile konuya balıklama dalalım:

 “Henry Ford, ünlü Model-T otomobili imal etmek için fabrikasında 7882 farklı operasyonun icab ettiğini söylüyordu. Ford’a göre bunların 949’u kuvvetli işçilerin çalışmasını gerektiriyordu. 3448 operasyon için normal işçi lâzımdı. Kalan işlerin ise 670’si bacakları olmayanlar, 2637’si tek bacaklılar, 2’si kolu olmayanlar, 715’i tek kollu insanlar, 10’u da kör insanlar tarafından yapılabilirdi. Yani fabrikalardaki işbölümü sebebiyle artık tam insana bile ihtiyaç kalmıyordu. Sadece “insan parçaları” yeterliydi. […] Genellikle kapitalizm ile bağdaşlaştırılan bu durum, sosyalizmin de en temel özelliklerinden biridir, çünkü aşırı uzmanlaşan işçi ile tüketici/müşteri arasındaki bağın koptuğu her toplum doğal olarak bu noktaya varır. SSCB, Macaristan, Polonya, Doğu Almanya’daki fabrikalarda Çalışma Bakanlığı tam 20.000 tane farklı is kolu tanımlamıştır. Sosyalistler de ABD ve Japonya gibi fabrikalarında karmaşık uzmanlaşma teknikleri kullanmaya muhtaçtılar.”

 Endüstriyel sistemlerin kaçınılmaz bir ögesi uzmanlaşma yani işbölümü. Bilim ilerledikçe ve buluşların teknolojik uygulamaları ekonomide yerini aldıkça iş kolları dallanıp budaklanıyor. Bunda elbette bir “kötülük” yok. Ama işbölümü gün geliyor “insan bölümü” oluyor Ford’un ifadesindeki gibi. Çalışan insanlar tıpkı bir hammadde gibi görülebiliyor patronlar tarafından. Bir katsayı, istatistik tablolarda bir kolon, kırılırsa atılıp değiştirilebilir bir makine parçası oluyor insan…

Suç kimde? Kapitalizmde mi yoksa Toffler’in dediği gibi “üreten işçi ile tüketen müşterinin birbirinden uzaklaşmasında” mı? Soğuk savaşın bittiği, siyasî anlamda komünizmin çöktüğü yıllara kadar Doğu Bloku ülkelerinde çalışan işçilerin durumu batılı meslektaşlarından çok farklı değildi. Zaten aşırı uzmanlaşmaya, seri üretime hayran olan Sovyet liderlerin sözlerini ve eylemlerini inceleyen okurlarımız kendi kanaatlerini edineceklerdir.

Ancak bu “mesafe” konusu kendine has zenginliklere sahip. Zira Kapital’in özellikle birinci cildindeki anahtar kavramlardan biri de insanın işine, mesleğine ve neticede kendine uzaklaşması. Kapital adlı eser bu meselenin ekonomik, toplumsal, psikolojik ve hatta ahlâkî veçhelerini somut örnekler ve şiirsel güzellikte benzetmelerle anlatan paragraflarla dolu. Bunlardan hemen bahsetmek “Şeyleştirme” kavramının önemini gölgeleyeceğinden bir başka makalede konuyu etraflıca irdelemekte fayda var.

Marxçı ve Müslüman perspektifte “Şeyleştirme”

Şeyleştirmeye geri dönecek olursak… Georg Lukacs 1923’te yazdığı Tarih ve Sınıf Bilinci adlı eserinde bu kavramı daha da derinlemesine analiz etmiş. Bütün marxist ve Marxçı (marxist olmadan fikirlerini benimseyen) okurlarımıza tavsiye ederim. Zira Marx’ın kitaplarında karşımıza çıkan temel sorgulamaları meselâ ticarî malların “fetişizmini”, insanların birbirine ve köklerine yabancılaşmasını, doğayı hatta kendimizi bir cisim, bir alet gibi görmemize sebep olan “modern” materyalizmin marxistler tarafından da eleştirilmesi umut verici. Şeyleştirmenin eleştirisi deyince bu kavrama ruhsal bozukluk menzili kazandıran Joseph Gabel’i, şeyleştirmeyi marxist felsefenin anahtar kavramı kabul eden Lucien Goldmann’ı ve fenomenolojinin kalbine yerleştiren Theodor Adorno’yu anmak yerinde olur.

İslâm’a göre de ırkçılıktan tecavüze, aşırı tüketimden alkol bağımlılığına kadar bir çok nefsanî hastalığın ve aşırılığın “perde arkasında” karşımıza bu kavram çıkıyor. Bu meselelerin bir kısmını daha önce ele aldığımız için burada başlıklarını anmakla yetinelim. Ama özellikle dikkat çekmek istediğimiz nokta “Müslümanca” perspektif ile Marx’ın şeyleştirme perspektifi arasındaki çarpıcı benzerlikler:

Marx’ın zaman içinde bir çok konuda fikri değişmiştir ama şeyleştirme  kavramı bıraktığı mirasın sabitlerinden. Meselâ 1857’de kaleme aldığı makalelerden tutun da devasa eseri Kapital’e kadar emeğin kapitalizm tarafından şeyleştirildiğini daha doğrusu alınıp satılması yoluyla bir şey gibi gösterildiğini savunuyor:

 “Pamuk sanayii kurulalı doksan yıl oluyor. … İngiltere’de üç kuşaktır varolan bu sanayi kolu bu sürede, fabrika işçilerinin dokuz kuşağını mahvetti. İşlerin hızlandığı dönemlerde, işçi açığı çok büyük seviyelere ulaştı. 1834 böyle bir sene oldu. O sırada imalatçılar, hemen, Yoksullar Yasası Komisyonuna, tarım bölgesindeki “fazla-nüfus”un kuzeye gönderilmesini önerdi; açıklamalarına göre, “oradaki fabrikatörler bu fazla-nüfusu emer ve tüketebilirdi. Devletin onayı ile temsilciler atandı. […] Manchester’a aracılar yollandı. Tarım işçisi listeleri hazırlandı ve aracılare verildi. Aracılar bürolarında kendilerine uygun olanları seçtiler ve aileler yollandı. Bu insan paketleri etiketlerle yollandı tıpkı mal gibi, yük vagonlarında. Bazıları yaya idi. Sağda solda sürtenler oldu, kaybolanlar, sanayi mahallelerinde ölenler… Tarım işçileri tıpkı zenci köleler gibi sistematik bir biçimde aracılar tarafından alınıp satıldı ve bu insan ticareti düzenli olarak gelişti. 1860 tekstil sektörünün tavan yaptığı bir yıl oldu. Yeniden çalışacak “kollar” gerekliydi ve yeniden aracılar kırsal alanlarda insan eti ticaretine koyuldular. […] Ama buralardaki nüfus fazlası zaten tüketilmişti. Fransa ile yapılan ticaretin gelişmesi neticesinde ilk anda 10 bin “kol” gerekiyordu ama bu hızla 50 bine çıkacaktı. İnsan eti ticareti yapan aracılar yeterince köylü bulamayınca PLC başkanına bir temsilci yolladılar ve fakir çocuklarla yetimleri kullanmak için müsade istediler.” (Kapital, Onuncu bölüm [iş günü], 5ci kesim)

 Tabi kapitalizmi bu yüzden eleştirdiğinizde bunun tersini savunacak fikrî ve vicdanî bir temele ihtiyaç duyarsınız. Yani İnsan’ı ve emeğini mal gibi gören kapitalist duruş karşısına konması gereken alternatif nedir? Emek’in bir şey olmadığını, kendi başına bir değer/bir kutsal olduğunu ya da değerini kutsal bir kaynaktan aldığını söylemeniz gerekir. Aksi takdirde “emeğimi sömürüyorsun, hakkımı vermiyorsun!” diye kimseye kızamazsınız. çünkü size şöyle itiraz edilebilir:

  “Ne hakkı Kardeşim? Hak ne demek? Ne var bunda?

Dünyanın düzeni bu. Büyük balık küçük balığı yutar” (Bkz. Atilla Yayla ve liberal ahlâk)

 Böyle diyen birine ŞEYleştirilemeyen bir haktan bahsetmeniz gerekir. ŞEYlerin karşısına bir takım satılamazlar, mânâlar koyamazsanız siz de “kaka-pis” kapitalistler kadar materyalist olursunuz. Nitekim Marx’ın fikirlerinin “tartışılmaz” bir resmî ideoloji haline getirildiği, dogmalaştığı komünist Rusya’da (eski SSCB) insanın anonim, istatistik bir kimlikle(!)  hammaddeleşmesi rastlantı olmasa gerek. Politik bir din haline gelen Marxizm dinine rakip olacak şekilde mânâ taşıyan her şeyi yok etmeye azmetmiş bir rejimden bahsediyoruz çünkü. Camilerin kiliselerin devlet emriyle yıkıldığı, din adamlarının tutuklandığı bu dönemde Moskova’da atılan bir imza, Lenin ya da Stalin’in “ufak” bir kaprisi ile milyonların ölüme yollanabildiği bir rejim.

Marx’ın son derecede meşru sorgulamalarla, vicdanının sesini dinleyerek yola çıkışı ve Marxist rejimlerin 18ci asır İngiliz kapitalizminden beter bir zulme kapı açması Komünist olsun ya da olmasın herkesi düşündürmeli şüphesiz.

Peki Marx bugünkü anlamda “materyalist” bir düşünür müydü? Aslında değildi. Marx’ın materyalizm ile olan ilişkisini anlamak bugünkü materyalistleri kat kat aşar. Zira “modern” materyalistler her türlü maneviyatı reddeden bir duruştalar ekseriyetle. Marx’ın maneviyat ve materyalizm ile olan ilişkisini anlamak için Epikür ve Demokrit üzerine yazdığı doktora tezine ve Hegel’i yorumlayışına bakmak gerek. Ancak bu da yetersiz. Marx’ın çağıyla, toplumla ve üniversitedeki arkadaş çevresiyle kurduğu ilişki de irdelenmeli. Ancak bunlar masaya yatırıldıktan sonra Alman İdeolojisi’nde kristalleşen ve yaşamının sonuna kadar Marx’ı terk etmeyecek olan ateizmi ve Marxçı (marxist değil) materyalizmi anlayabiliriz. Nasip olursa bu mevzuyu da müstakil bir makalede ele almayı daha uygun buluyoruz.

Ancak şu kadarını söyleyelim: Karl Marx her şeyden önce bir insandı ve hepimiz gibi beşerî Karl ile insanî Karl’ın zıt yönlere çekmesinden kaynaklanan bir gerginlik yaşıyordu “derin insan” zemininde. (Bkz. Derin insan  kitabı) Bu gerginlik gençliğinde babasına yazdığı mektuplarda görünür bir halde idi ama  ölümüne kadar da takip etti onu. Bir yandan beşerî Karl ekonomik ilişkilerdeki “soğukluk” ve teknik konulardaki “determinizmi” müşahede ediyor, bu durum ona her şeyin bir sebebi ve bir sonucu olduğunu telkin ediyordu. Fakat diğer yandan işçilerin ezilmesinden rahatsızlık duyan insanî Karl daha adil bir düzen özlüyordu. Kendi deyimi ile zenginliği işçiler üretiyor ama meyvelerinden yöneticiler ve malları alıp satanlar faydalanıyordu.

Bir başka deyişle Marx insanları, toplumu, ekonomiyi “materyalist” bir gözle çözümlemek istiyordu ama “daha İYİ bir dünya” kurmak için. Bu sebeple onun kitaplarını okurken tek bir ses gelmiyor. Daha çok bir orkestra dinliyor gibisiniz. Aynı konçertoyu çalsalar da enstrümanlardan farklı sesler çıkması gibi Marx’tan da farklı sesler geliyor. Vicdan’ın sesini bastıramayan İnsan Marx ile beraber Ekonomist Marx, Filozof Marx ve Aktivist-Devrimci Marx’ın hep yanyana yürüdüğünü görüyoruz. Bu bağlamda ünlü bir Marx okuyucusu olarak ün salmış olan Althusser’in “epistemolojik kopuş” tezini reddettiğimizi de belirtmek zorundayız. Kanaatimizce böyle bir kopma hiç olmadı Marx’ın görüşlerinde. Değişen sadece yaşadığı günlerin önceliği ve eserlerin odaklanma alanı idi.

Zaten kafası bu kadar iyi çalışan Karl Marx’ın Mânâ’yı reddedecek derecede ahmak bir materyalist olmasına da imkân yok. Aksi takdirde bütün eserlerini mânâsız zeminlere oturtmak gerekirdi. Bu bağlamda “modern” materyalist (=mânâsız) bir zeminde “işçiler birleşin, patronu dövelim” demekle “patronlar birleşin, işçileri sömürelim” demek arasında ahlâken bir fark göremiyorum:

“Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz?Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki… “ (Maymunist iman kitabı’nın önsözünden)

Sonuç

Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri’nin Fütuhat-ı Mekiyye adlı eserindeki o kudsî hadisi bir kez daha tekrar edelim:

“Eşyayı senin için, seni kendim için yarattım; kendim için yarattığımı kendisi için yarattığım yoldan çıkarmasın” (Cilt 11, sf 266)

İnsan’ın fizikî varlığına rağmen bir eşya olMAdığını (Müslümanlar için) açıkça ortaya koyan bu söz üzerine tefekkür edilmeli. Çünkü bu kısacık cümle sadece Müslümanları değil bütün insanlığı kucaklayacak bir siyaset felsefesinin zeminini teşkil edebilir. Zira Hristiyan, Ateist ya da başka inançlara mensup olsalar bile insanlarda bir “insanlık onuru” algısı vardır. Hem Marx hem de Batı’nın hatırı sayılır bir çok düşünürü (ing.) “Human Dignity” veya (fr.) “Dignité Humaine” başlığı altında işkenceye, tecavüze vs karşı durmuşlardır. İnsan denilen varlık fakirliği, ırkı ya da cinsiyeti yüzünden haksızlıklara uğratılabilir, hatta öldürülebilir. Ama İnsan’da indirgenemez, bölünemez (in-divisible?) bir benlik ya da birey (= individu) vardır.

Eserlerine hakim olan “materyalist” ve “determinist” renklere rağmen Marx’ta da indirgenemez, aşağılanamaz, saygı hak eden, hak sahibi bir birey kavramı var. Müslümanlar için ise İnsan yaratılmışların en onurlusu, en şereflisi, eşref-ül mahlûkattır. Ama bu “rütbe” kazanılmış, çantada keklik bir rütbe değildir. Layık olunması gereken bir şeref, erişilmesi gereken bir hedefi belirler. Okuyucuların Fütuhat hakkında kendi yorumlarını yapabilmesi için söz konusu hadis-i kudsîyi izleyen satırları buraya ekliyorum:

 “[…]  Bilmelisin ki O yarattığı her şeyi zillet ve muhtaçlık özelliğinde ve onun için belirlediği makamda yaratmıştır. Bu nedenle O’nun yarattıklarından hiç bir şey yaratıldığı makamı aşamaz. Bunun istisnası insan ve cinlerdir. O onları izzet makamında ve dünya hayatındaki nefeslerinin sona ermesiyle ulaşacakları makamın dışında yaratmıştır. Bu nedenle onlar müşahedenin kendilerine kazandırdığı makamlara “yükselme” ve perdenin ardında bulunmanın yol açtığı makamlara “inme” imkânına sahiptirler. Dolayısıyla onlar iki grup arasında berzahtadırlar. “Ya şükrederler ya inkâr ederler” (el-İnsan, 76/3). şükrederlerse yükselirler, inkâr edince aşağıya düşerler.”

 Peki iyi-kötü ayrımını bu kadar derinden yakalamayı bilen bir Marx nasıl oluyor da ateizmi seçebiliyor? Dine, inanca karşı çok sert eleştiriler getirebiliyor? Daha da önemlisi “din toplumların afyonudur” diyen bir Marx, emeği şeyleştiren kapitalizme nasıl karşı duracak?

Zahiren basit bir çelişki gibi görünse de hadisenin perde arkası biraz daha renkli. Bir kere bizim bildiğimiz marxistlerin materyalizmi ile Karl Marx’in materyalizmi arasında büyük farklar var. Ama marxistler Marx’tan ne denli uzaklaştıklarının farkında değiller.  İkinci önemli nokta ise Marx’ın yaşadığı dönem ve coğrafya ile hatta özel hayatıyla ilgili “zemin”. Marx’ın birey, din, ahlâk, hukuk, özgürlük ve materyalizm ile olan ilişkilerini ölmez isek gelecek bölümlerde ele almayı ümid ediyoruz.

Tavsiye okuma

Kurtuluş Cephesi Sitesi (Marx, Engels, Lenin, Stalin, Mao Zedung,  Che Guevera, ve daha bir çok Türkçe sol referansı  bedava indirmek için)

Türkçe yayınlanmış olan Marx kitapları, Kitap Yurdu Sitesi

Lire Le Capital de Louis Althusser, Etienne Balibar, Roger Establet et Pierre Macherey

La Réification de Joseph Gabel

The Frankfurt School: The Critical Theories of Max Horkheimer and Theodor W. Adorno Zoltan Tarr Michael Landmann

… Türk Solu ve Normal Sol üzerine okumak için…

Mülkiyet Nedir? / Pierre-Joseph ProudhonMülkiyet Nedir? / Pierre-Joseph Proudhon Ulusların kaderlerini tayin hakkı / Viladimir İliç LeninUlusların kaderlerini tayin hakkı / Viladimir İliç LeninDerin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Türk solu iktidar olur mu?

Mülkiyet Nedir? / Pierre-Joseph ProudhonMülkiyet Nedir? / Pierre-Joseph Proudhon Ulusların kaderlerini tayin hakkı / Viladimir İliç LeninUlusların kaderlerini tayin hakkı / Viladimir İliç LeninKendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

Mülkiyet Nedir? / Pierre-Joseph ProudhonMülkiyet Nedir? / Pierre-Joseph Proudhon Ulusların kaderlerini tayin hakkı / Viladimir İliç LeninUlusların kaderlerini tayin hakkı / Viladimir İliç LeninBir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 13 Yorum

  2. Yazan:Enes Yalçın Tarih: Mar 9, 2011 | Reply

    “Bediüzzaman’ın tam da bu mevzuya dair bir cümlesi geldi şimdi aklıma. Motomod hatırlayamıyor olabilirim ama şu ifadeye çok yakın bir şeydi: İnsanın eşyaya nazarı istifaze yönüyle olmalıdır, istifade değil!

    Exupery de Küçük Prens’te, evrendeki bütün yıldızların sahibi olduğunu söyleyip, ömrünün tamamını bu yıldızlar saymak ve zenginliği(!) ile fahirlenmekle geçiren adama Küçük Prens’in ağzından şunları söyletir: “Benim bir çiçeğim var,” dedi işadamına “Her gün suyunu veriyorum. Her hafta temizlediğim üç volkanım var. Sönmüş olan volkanımı da temizliyorum ben, ne olur ne olmaz diye. Onların sahibi olmam çiçeğimin de volkalarımın da biraz işine geliyor. Ama siz yıldızların hiçbir işine yaramıyorsunuz ki…”

  3. Yazan:vera Tarih: Mar 9, 2011 | Reply

    komunist manifesto’yu kitapçıdan aldığımda indirim yapar mısınız diye sormuştum ve satıcı bana: “hala okumadıysan zaten bedava al git, para falan istemem” demişti. bugüne kadar okumadım diye azarlamıştı beni, olsun. bir nebze haklıydı. bazı kitapları okumaktan korkuyoruz niyeyse. kapital’i okuyunca birdenbire sosyalist olacak ya da beynimiz yıkanacak, dinimiz şüpheye düşecek değil. düşmanımız bile olsa tanımak esastır, neden okumuyoruz bilmem.
    bu makaleyi okumakla da işe başlanabilir.

    “işçiler birleşin, patronu dövelim” demekle “patronlar birleşin, işçileri sömürelim” demek arasında ahlâken bir fark göremiyorum” okuyunca yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan çıkar, hangi aşırılık diğerini tetikler diye düşündüm.

    “İşçi Sınıfı Savaşacak, Sosyalizm Kazanacak!” sloganı tkp’nin eylemlerinde çok kullanılır. bu sloganda “ben yemeği pişirdim ailece yedik” havasından çok “avam kısmı çalışsın bizim ideoloji üst çıksın” havası sezmişimdir hep. marx’ı sevenler yada ortalıkta “adam haklı beyler” diye dolaşanlar marxı tam tanımıyorlar sanırım.

    peygamber ve din alimlerinden bihaber yaşayan bir insan da Allah’ı bulmakla sorumludur. marx düşünerek insan-eşya dengesini bulmuş. tabi zekasını ekonomi alanında değil başka alanlarda kullansaydı farklı hakikatlere de ulaşabilirdi diye düşünüyorum.

  4. Yazan:izzettin Tarih: Mar 10, 2011 | Reply

    Türk solunun en önemli hatası Marx’ı Marxsız anlamaya çalışmak olmuştur herhalde.İyi hatırlıyorum sol görüşlü bir arkadaşımla tartışırken kapitali okuması gerektiğini söylemiştim.Kendisi ertesi gün gelip ”Ya bu kapital ekonomi kitabıymış” demişti.Maalesef Türk solunun hatası budur.Bir de listeye koyduğunuz kitaplara bir tane ilave söylemek isterim.Ömrünü Marksist teorinin üstyapısını araştırmaya harcayan,Mussolini’nin zindanlarında işkencelerden geçen Antonio Gramsci’nin ”Hapishane Defterleri”

  5. Yazan:ali duman Tarih: Mar 10, 2011 | Reply

    “din toplumların afyonudur”

    yanlış bir tespit mi?

    cennetten toprak satan,

    enginizasyon mahkemeleri kuran,

    afaroz eden,

    ücreti mukabilinde günah çıkartan

    bir din, afyon değil midir?

    “afyon” olma durumu; dinin ne olduğu, kime hizmet ettiği ile ilgili bir durumdur

    kendisi için olabilen bir din, ya da ilk çıkış haliyle kalabilen bir dinin “afyon”luğundan söz edilemez.

    İbni Haldun “Ekonomi dini belirler” derken, dinin belirleyen değil, belirlenen olduğunu vurgulamak istemiştir. Belirleyen olmaktan çıkan, belirlenen olan bir din aynı zamanda “afyon” olarakta işlev görebilir, belirlenebilir.

    burada doğru tutum “hangi din” e verilecek cevaptır. Bu durumun somut yansıması da yine Ali Şeriati’de karşılığını bulan “ya inandığın gibi yaşarsın, ya da yaşadığın gibi inanırsın” hangisi? hangi din?

    hangi din? sorusu, aynı zamanda marx’dan cımbızlama yapılarak apartılan “din halkın afyonudur” çarpıtmasıyla da yakından ilişkilidir. Zira Marx, çok haklı olarak hakim sınıfların kontrolune giren din’in, çok rahat bir şekilde halka karşı afyon olarak kullanılabileceğini ifade etmek istemiştir, bu meşhur tezin önü ve arkası yok sayılarak usta bir şekilde dindar olan ile marxist olan karşı karşıya getirilmiş, bu durumdan kapitalist sistem kazançlı çıkmıştır, oysa afyonlaştırma eleştirisi dinden çok kapitalist sistem eleştirisidir. Zira batı kapitalizmi (vatikan kilisesi) dünyaveleştirme koşullarında suni bir hristiyanlık/din yaratarak, tamda marx’ın ileri sürdüğü gibi “afyon bir din” yaratmıştır.

    Her ne hikmetse Marx’ın; “Dinsel sıkıntı hem gerçek ıstırabın bir ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı bir protestosudur. Din, mazlum varlığın feryadı ve ruhsuz koşulların ruhu olduğu gibi kalbsiz bir dünyanın da hissiyatıdır” sözleri unutulmak istenilmiştir.

    Lenin’in; “diyalektik bir idealizmin kaba bir materyalizmden ileri olduğunu” söylemesi de Marx’ın yukarıdaki sözlerini tamamlayıcı niteliktedir. (bugünü ne kadar da anlamlı kılıyor, AKP’nin sol geçinen parti ve örgütlerden daha ilerici olması)

    Engels ise; Hristiyanlığın ilk dönemlerinde kölelerin ve yoksulların dini olduğunu, daha sonralari ise kimlerinin elinde bir zulüm aracı ve afyon, kimilerinin elindeyse vicdanın ve isyanın çağrısı olduğunu ileri sürmektedir..

    İslamiyete gelirsek, sözü Ali Şeriati’ye bırakmayı tercih ederim;

    “Bütün İslam ekonomisine bir bakın, küçük bir burjuva ekonomisidir… Şu fıkhımıza bir bakın basit bir burjuva hukuku… Camilerde vaizlerimiz solcu, kimsesiz ve fakir halkın lehine ve zenginlerin alyhine konuşur. Fıkıh yazıp hüküm süren fakihlerimiz ise sağcı, muhafazakar ve kapitalistten yanadır. Kapitalist Amerikan sisteminin bütün kanunları bile bu fıkıhtan daha ileridir. Alt yapısı kapitalizm, istismar ve sömürü, üst yapısı ise ahlak, adalet ve takva olan bir yapıyı kurmak doğru olmaz. görüyoruz ki molla, hükümdara bağlıdır. Ancak hükümdar da mollaya muhtaçtır…Hüseyin için ağlamak ama Yezid ile işbirliği yapmaktır bu.”

    din ve marx düşmanlığı suni yaratılmış bir düşmanlıktır, her iki tarafın birbirini anlamalarından tek anladıkları şey olan “düşmanlığın” bir kenara bırakılması her iki tarafın kazançlı çıkmasına yol açacaktır.

    kendine ait bir ekonomik politiği olan kapitalist sistem bu yönü itirabariyle 1-0 öndedir, ancak ne var ki kapitalizmin VİCDANI yoktur.

    ekonomik politiği olmayan din’in ve marxizmin ise hiç olmazsa VİCDANI vardır. Sorun bir ekonomik politiğe sahip olma sorunudur, bu sorun ise ancak her iki (din ve marxizm) tarafın birbirinden etkileşimiyle giderilecek bir eksikliktir. Zira marxizmin “artı değer”, “ortak mülkiyet” gibi önemli ekonomi kavramlarının içeriği ile dinsel değerler (en azından islama ait olan “mülkün allaha ait” olması, aynı anlamda “ortak olması” anlamına da gelir) örtüşmektedir, önemli olan bunlara dair yapılacak yeni okumalar ve yorumlardır.

    islam’ın marx’ı anlamaya ve yorumlamaya çalışması çok olumlu ve önemli bir adımdır, bu adımın devamı çok somut yeni açılımları da yaratacaktır. Zira son kriz esasında kapitalizmin iflasını ortaya koymuştur. Önemli bir fizik kanunudur “boşluklar doldurulur”. Dünya için hiç bir etkinliğinden söz edilmeyen bir milyarlık islam dünyasının da artık söz olacak iradeyi de gösterebilme zamanı gelmiş, geçmiştir bile, bunun yolu editörün çok yerinde belirttiği üzere “marx”ı anlamaktan geçmektedir. İlericilik bayrağı ancak böyle Doğu’ya (islam dünyasına) geçebilecektir.

  6. Yazan:MY Tarih: Mar 10, 2011 | Reply

    Haklisin Izettin,

    Gramsci kesinlikle unutulmamasi gereken bir isim. Kaliteli çeviriler var mi Türkçe?

  7. Yazan:Hayrii Tarih: Mar 11, 2011 | Reply

    islam’ın marx’ı anlamaya ve yorumlamaya çalışması çok olumlu ve önemli bir adımdır, bu adımın devamı çok somut yeni açılımları da yaratacaktır


    Sayın Ali Duman, Marx elinde bir imkan olsaydı da İslam’ı anlamaya çalışsaydı acaba Kapitali yazarmıydı. Görecektiki düşündüklerim İslam’da var. İslam’ın Marx’ı yorumlaması diye birşey olamaz. Hiçbir idoloji İslam’a alternatif olamaz. İslam bir bir ideloji değildir ama bir idelojisi vardır.

  8. Yazan:ali duman Tarih: Mar 11, 2011 | Reply

    Sn. Hayrii

    İslamın bugüne inhisar eden ve/ya vicdanı olmayan kapitalizme alternatif olabilecek bir ekonomik politiği var mıdır?

    6-7 asır öncesinden İbni Haldun ‘Ekoonomi dini belirler’ derken, acaba ne demek istemiştir

    çok önemli bir şeyi kariştırmaktasınız, marx öğretileri Din(leri) değil kapitalizmi hedeflemiştir. ‘Din toplumların afyonudur’ eleştirisi dahi bir din eleştirisi değil kapitalizm eleştirisidir. Zira din(ler)i AFYON haline dönüştüren kapitalizmdir.

    Marxizmden birşey anlamak demek ona ‘düşman olmak’ demektir anlayışını bir yana bırakmak gerekir, bu durum marxsistler içinde geçerlidir, onlar da din düşmanlığından vaz geçmelidirler, zira marx din düşmanlıği yapmamış, aksine ‘din’in yoksulların çığlığı ve kalpsiz dünyanın hissiyatı olduğunu’ söylemiştir.

  9. Yazan:Hayrii Tarih: Mar 12, 2011 | Reply

    İslam’ın bir ekonomik politiği olup olmadığı konusuna girmeden önce şunu belirtelim. İslam insanın kişisel, aile toplum, devlet ve devletlerarası ilişkileri ve problemlerini çözmek üzere Hz. Âdem’den başlayarak en son Hz. Peygamber’e Allah tarafından gelen bir sistemler bütünüdür. Bu sebeple İslam’ın bir ekonomik bir esaslar getirmediğini söylemek doğru olmaz. Tarih açısından bakarsak dönem dönem İslam’ın yaşandığı toplumlarda adil ve sosyal olarak en üst düzeyde ekonomik bir politikanın uygulandığı devirler olmuştur. En basit ve genel olarak ekonomi, üretim tüketim, mübadele ve tedavül bölümlerine ayrılır. Bütün bu konular hakkında pek çok ayet ve hadisler vardır. Lafı fazla uzatmadan sadece zekât konusu üzerinde durulsa her şey kolayca anlaşılacaktır. Hangi sistemde bu kadar yalın ve bir o kadar da mükemmel bir müessese vardır.
    Marx’ a gelince neye afyon dediği konusunda ise; onun görüşlerini takip eden ve sistem kuranlar dini tamamen yok sayıp yasaklamışlardır.

    ekonomik politiği olmayan din’in ve marxizmin ise hiç olmazsa VİCDANI vardır. Sorun bir ekonomik politiğe sahip olma sorunudur, bu sorun ise ancak her iki (din ve marxizm) tarafın birbirinden etkileşimiyle giderilecek bir eksikliktir.

    Sistemlerin vicdanı olmaz.Vicdan insani bir özelliktir. Sistemler vicdanlı insanlar yetiştiremezse en mükemmel sistemler bile bozulur. İslam’ın amaçladığı İnsanın hilkatinde –doğasında- olan ahlakı ortaya çıkarmaktır. Bu ahlakla tertemiz vicdanlı olarak yetişmiş nesillerle her vakit en ideal bir sistemler yeryüzünde olmuştur ve olacaktır.
    Bence Marx’ın ne dediği pek önemli değil aslında ben sizin İslam’ın bir ekonomik politiği yok sözünüzü yanlış buldum onun için bir iki kelime söylemek istedim o kadar…

  10. Yazan:ali duman Tarih: Mar 13, 2011 | Reply

    Hayri bey,

    beğensekte, beğenmesekte kapitalist sistemin kendi iç dinamikleri doğrultusunda ve sürekli gelişim içerisinde bir ekonomik politiği var, reel sosyalist sistem, kapitalist sistemin ekonomik politiğine bir alternatif oluşturamadığı için çöktü, esasında bana göre son krizle kapitalist sistemin de ekonomisi çökmüş durumda, aralarında ki en önemli fark reel sosyalist sistem ekonomisinin diğerinden daha önce çökmüş olmasıdır.

    ancak, kabul edelim ki, kapitalist ekonomi sistemi model olarak çıtayı yükseltmiştir, şimdi bu modele islam’da yer alan zekat vs. gibi argümanları alternatif olarak koyamayız, kendimizi kandırmış oluruz, ancak başta marx’ın önermeleri olmak üzere geliştirilen ekonomi politikalarıdan insani olanlarını, İslamiyetin özüne aykırı olmayanları kullanmanın, İslamiyete bir zararı olamayacağı gibi, bilimi aramak adına faydası da vardır, zira sonuçta EKONOMİ bir bilim dalıdır. Bilim ise müslümanın yitik malı değil midir?

    İslamiyetin çıktığı dönemde, finans dünyası mı vardı, banka mı vardı? fabrika mı, işçi mi vardı? elbetteki gelişen şartların getirdiği bir takım uygulamalar olmalıdır. O günün şartlarında takılıp kalmak gelişmeyi, ilimi, bilimi, toplumu, işçiyi, fabrikayı ret etmek olur, kendi kendini dar bir dünyaya hapsetmek olur, bu minhalde değerlendirirseniz yukarıdaki düşüncelerim sanırım size de aykırı gelmeyecektir.

  11. Yazan:ali yardım Tarih: Mar 13, 2011 | Reply

    Ali beyin dediği gibi İslamın ortaya çıktığı vakitlerdeki ekonomik ilişkilerle bugünküler arasında ciddi bir fark var. sanırım hayri bey böyle bir tespiti İslamın zaafı gibi algılayarak eleştirmiş. bu onu göstermez. İslam ekonomisi gibi üçüncü yol arayışlarından pek kuvvetli bir şeyler çıkmadı. bunun yanında reel sosyalizm de kapitalizmden evvel akamete uğradı, merkezi planlamacı ve tekelci devletin aşırı otoriter ve bireysel özgürlük karşıtı konumlanması bunda etkindi denebilir.
    İslam ekonomisi çalışmaları en sonunda İslam ahlakıyla liberalizmin bir şekilde uzlaştırılması ile devam etti. liberal ekonominin kıyıcı taraflarının İslamın sosyal adalet vurgusuyla dengelenmesi idi amaçlanan. bugünkü iktidarında zihinsel arkaplanında böyle bir sentez var. toplumda sosyal adaletsizliklerin kaynaklarına dair bir çözüm sunmuyor, hatta belli yönlerden uzlaşım içinde olduğu bu iktisadi iktidar mekanizmalarını tahkim ediyor. bunun yanında sağlık eğitim gibi sosyal hizmetlerde geniş halk kitlesini daha önceki yıllara göre epey rahatlattı. daha çok Sabri Ülgener Sabahattin Zaim gibi kişilerin ekolünden etkilendiği görülüyor. diğer yandan Fethullah hoca cemaatininde benzer yaklaşımda olduğunu görüyoruz. cemaatin kuvvetlenmesi amacıyla halihazırdaki iktisadi kuvvetlerle bir uzlaşım içinde, bununla beraber güneydoğuya Afrikaya yardımlar yapıyor. velhasıl sosyal adaletsizliklerin kaynakları üzerinde cüretli bir hamle yapmak, çoğu zaman muktedirlerin çıkarına olmayacağından; muktedirler varolan ilişkileri light bir düzlemde kendi lehlerine çevirmekle yetiniyorlar.
    meseleye yalnızca ahlakilik noktasından bakıp, kendisini iktidar ilişkilerinin dışında konumlayabilen müslüman düşünürler ise, “bu işte bir yanlışlık var” pozisyonunu benimsiyorlar. bugün muhafazakar seçkinlerin referans alanına girmeyen, Nurettin Topçu buna örnek olabilir. kendisi sağın genel olarak tepkisini çekme pahasına “anadolu sosyalizmi” tezini savunmuş, toprak reformu gibi hamleleri desteklemişti.
    hazırlop çözümlerin ağına düşmeden, iktisadi meseleler üzerinde yeniden yoğunlaşmamız gerekiyor. bu noktada Marx’ı es geçmek pek mümkün değil. Bunun yanında sosyalist söylemin; popülist ve romantik içeriğine karşı dikkatli olmak gerekir. Çünkü dünyanın kolay çözüm yollarından epey ağzı yandı.

  12. Yazan:izzettin Tarih: Mar 13, 2011 | Reply

    Gramsci’nin çevirilerine baktım içlerinde Aşina Kitaplar ın Hapishane Defterleri çevirisi hoşuma gitti,nitelikli bir çalışma olmuş

  13. Yazan:Hayrii Tarih: Mar 14, 2011 | Reply

    Ali beyin dediği gibi İslamın ortaya çıktığı vakitlerdeki ekonomik ilişkilerle bugünküler arasında ciddi bir fark var. sanırım hayri bey böyle bir tespiti İslamın zaafı gibi algılayarak eleştirmiş.

    İslam’da herhangi bir konuda zaaf olamayacağı için benim sayın Duman’ın sözlerini İslam da bir zaaf olarak algıladığım için savunmaya kalktığım durumu anlaşılmasın. Haddimde değil zaten. İslam yani din hayatın her safhasında vardır. Dini yada ladini bir hayat ayrımı yoktur. Her konuda muhakkak bir esas getirmiştir. Yemek adabından tutta bebek emzirmesinden ,savaş hukukuna kadar her konuda esasları çızmiş bir sistemde ekonomiyi ihmal etmesi muhaldir.
    Ama mesele insanların bu esasları alıp uygulama durumunu geçmesinde doğan suistimaller, ihmaller, zaaflar sistemleri yetersiz göstermesi açısından tartışılabilir.
    İslam’ın yaşandığı toplumlarda 100-150 yıldır bırak ekonomik bir poltikanın varlığı herhangi bir siyasetin baskın olduğu hiç bir ideolojinin oluşmadığı bir gerçekliktir kanımca.
    Bu devirler zaviyesinden bakarsak haklısınız derim.

  14. Yazan:simurganka Tarih: May 8, 2012 | Reply

    Marx’ın gençliğinden itibaren ısrarla üzerinde durduğu “Verdinglichung” kavramından bahsetmek istiyorum söze başlarken. Hem yaşamı boyunca terk etmediği hem de mirasçısı olan düşünür ve yazarların önemle üzerinde durdukları temel bir kavram bu. Aslına bakarsanız Karl Marx biz Müslümanlara vahiyle bildirilen bir hakikati düşünerek bulmuş diye düşünüyorum. Neden? Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri’nin Fütuhat-ı Mekiyye adlı devasa eserin 11ci cildinde bir kudsî hadise dikkat çeker:

    “Eşyayı senin için, seni kendim için yarattım; kendim için yarattığımı kendisi için yarattığım yoldan çıkarmasın” (Cilt 11, sf 266)

    insan kelimesinin nisyan(unutma) ve üns(alışma) kelimelerinden geldiğini söylerler galiba yabancılaşma da bu.

  1. 12 Trackback(s)

  2. Mar 25, 2011: Marx ve İnsan’ın kendine yabancılaşması(2): Makineleşmek : Derin Düşünce
  3. Nis 12, 2011: Derin Düşünce ile Yeni Bir Röportaj : Derin Düşünce
  4. Nis 27, 2011: “Din Toplumun Afyonudur” (Karl Marx) : Derin Düşünce
  5. May 10, 2011: Komünizm ile Yamyamlık İlişkisi : Derin Düşünce
  6. May 28, 2011: Sosyalizmden kaçan işçi olur mu? : Derin Düşünce
  7. May 29, 2011: Sosyalizmden kaçan işçi olur mu? | www.tombaki.com
  8. Haz 10, 2011: YAKINDA:Jean-Paul Sartre neden yalan söyledi? : Derin Düşünce
  9. Haz 21, 2011: İnsan’ı devirmek için kökünden sökmek gerekir(2) : Derin Düşünce
  10. Haz 21, 2011: İnsan’ı devirmek için kökünden sökmek gerekir(2) : Derin Düşünce
  11. Tem 22, 2011: Liberal Totalitarizm(1): Karl Marx’ın hayaleti : Derin Düşünce
  12. Oca 8, 2012: Varlık ve Hiç - Jean-Paul Sartre (Bölüm 4: Mahalle Baskısı) : Derin Düşünce
  13. May 1, 2016: 1 Mayıs Aforizmaları | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin