Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Ermiş / Halil Cibran »

ermis-halil-cibran 12Siz sıkıntılı anlarınızda ya da ihtiyacınız olduğunda dua edersiniz; neşeniz bol olduğunda ve günleriniz bolluk bereket içinde olduğunda da dua edemez misiniz?

Çünkü dua kendi benliğinizi göklerin sonsuzluğuna doğru açmak değil midir?

Ve eğer içinizdeki sıkıntıyı boşluğa bırakmak sizi rahatlatıyorsa, yüreğinizin ferahlığını ortaya dökmek de sizi mutlu eder.

Ruhunuz sizi dua etmeye çağırdığında ağlamaktan başka bir şey yapamıyorsanız, ağlasanız da sizi tekrar güldürene kadar çağırmaya devam etmelidir.

Dua ettiğinizde göğe yükselip aynı anda dua edenlerle buluşursunuz ve etmeyenlerle karşılaşmazsınız.

Öyleyse o mabede olan ziyaretinizi bırakın gizli kalsın, bir coşku ve tatlı bir paylaşım olsun.

Yoksa o mabede dilemekten başka bir amaçla girerseniz, bir şey alamazsınız. Read the rest

Evvel / Origin / Beginning / πρώτος / أولا »

evveliyat-baslangicNe değildir?

Yokluk’tan Varlık’a geçiş değildir. Eğer bir ilk madde ve ilk kudret ve ilk sebep olmaksızın “başlamak” söz konusu olursa buna “yaratılış” denir. (Genesis / γένεση / Creatio ex nihilo / خلق من العدم)

Nedir?

Başlamak daima kendinden evvel gelen bir şeyin sonu, ölümüdür. Tohumun sonu ağacın başı, yumurtanın ölümüyse kuşun doğuşu… (Bkz. Ölüm’ün –E hâli (4) : Kâmiliyet / έντελέχεια) Yani her başlangıç bilimsel bilgiyle erişilebilecek bir dönüşüm evresidir: Atomlardan evvel atom-altı parçacıklarla dolu bir evren vardı; kelebekten evvel tırtıl vardı. Eğer “Yokluk” olarak tasavvur edilen şey Yokluk’tan ibaret olma dışında bir şeye dönüşebilme potansiyeline sahipse, yumurta veya tohum gibi bilkuvve bir hayatiyet ihtiva ediyorsa ona “Yokluk” demek yanlıştır. Read the rest

Bilim demokrasiden üstündür! »

fiziksel-realite-meselesine-giris-ahmed-yuksel-ozemre

Adolf Hitler, Albert Einstein’ın deneyle tahkîk edilmiş olan Rölâtivite Teorilerini “yahudi ilmi” diyerek tezyif ve tahkîr ederek Alman Bilimler Akademisi’ne oybirliğiyle reddettirmiştir. Benzer bir kararı da Stalin’in baskısıyla Sovyet Bilimler Akademisi almışsa da bu her iki akademinin kararı Rölâtivite Teorileri’nin ve bunların sonuçlarının gerçekliğini ve geçerliliğini ortadan kaldıramamıştır. Çünkü, yukarıda da işâret ettiğimiz gibi, ilmî hakîkatları oylama yoluyla yok saymak mümkün değildir. Bugün nükleer reaktörlerden yarı-iletkenlere, devâsâ tânecik hızlandırıcılardan karadeliklere kadar pekçok uygulama ve kavram, varlığını bu teorilere borçludur.

Eski S.S.C.B.nde Stalin’in desteklediği ve güçlü makamlara getirdiği Lissenko, bu politik destekten aldığı güce dayanarak, genetik ilminin kānûnlarını devletçe reddettirmiş ve bunların yerine kendi “Vernalizasyon Teorisi”ni vaz ederek ülkenin bütün ziraî uygulamalarının bu teoriye göre icrâ edilmesini sağlamıştır. Bunun sonucu olarak bütün Sovyet ziraati iflâs etmiştir.

Mao-Tzû Tung ise Kızıl Çin’de 1960’larda “Kültür Devrimi” terânesiyle marazî ve çarpık kamuoyu oluşturmak yoluyla ilmî gerçekleri değiştirebileceğini ve bunları kendi siyâsî felsefesine uydurabileceğini sanmıştır. Read the rest

Dokuz yüz katlı insan / Mustafa Merter »

mustafa-merter-900-katli-insanİnsanlık tarihinin son 200 senesi içerisinde Batı dünyasında meydana çıkan modern psikoloji ve psikiyatri bilimleri, bir yandan bizlere insanın hasta veya sağlıksız düşünce, duygu ve davranış yapısını bilimsel açılardan açıklarken bir yandan da acılarımıza çareler bulmaya çalışıyor. Fakat nasıl bir çelişki ise, bir yandan insan “şudur/budur” diye yüz binlerce kitap yazılır, yeni ilaçlar geliştirilirken bir yandan da genel insan psikolojisi, kitlelerin nefs sağlığı gittikçe artan oranlarda bir çözülme, hatta yıkım yaşıyor. Bedensel hastalıklara yönelik somatik tıbbın tersine, psikolojik sağlık alanındaki istatistikler bırakın ilerlemeyi, tam tersine dehşet verici bir kötüleşme gösteriyor. 1915’ten önce doğan Amerikalıların sadece %1 veya %2’si hayatları boyunca büyük çapta bir depresyon geçirirken günümüzde böyle bir depresyon geçirme sıklığı 10 kat daha fazla, yani %15 ile %20 arasında seyrediyor. Hatta bazı araştırmalardan çıkan sonuçlar %50’ye yakın. 1990’larda yapılan bir araştırmaya göre, 15 ile 17 yaşları arasındaki gençlerin %21’i çoktan büyük bir bunalıma girmiş bile.[1]

Kaygı (evham) oranlarındaki artış ise daha da dehşet verici, 1950 ile 1990 arasında ABD’deki 9 ile 17 yaş arası ergenlerde kaygı oranları, %85 oranında bir kötüleşme gösteriyor.[2] Daha küçük kapsamlı benzer bir pilot çalışmanın ülkemizdeki kaygı artış oranları ise 1982 ile 2010 yılları arasında %88,8’e varıyor. Evet, doğru okudunuz, ABD’den daha öndeyiz.[3]

Bu çok büyük bir çelişki, ya biz psikiyatr ve psikologlar bu işi bilmiyoruz ya da bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Bu durumda bizleri ve dünyayı tehdit eden tehlike sadece çevre kirliliği ve ekolojik felaket değil, esas tehlike tüm bu trajik tabloyu oluşturan insanın yeterince anlaşılamaması. İki asır boyunca Batı dünyası bizlere insanı anlattı fakat yine de bu duru­ma düştük. Ama artık bu tek yönlü akışın tersine de dönmesinin zamanının geldiğine inanıyoruz, binlerce senelik birikimimize dayanarak bizlerin de artık Batı dünyasına insanı, özellikle de sağlıklı insanı tanıtmamız gerekiyor. Çünkü tüm belirtiler Read the rest

Küçük burjuva ideolojisi / Maksim Gorki »

maksim-gorki-kucuk-urjuvaKüçük burjuva, uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberlerin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin, “hümanist” edebiyatın etkisi, “yasaların ruhu”, burjuva “gelenekleri” denilen bütün şeylerin etkisi küçük burjuvaların kafalarında bir saatin çarklarına benzer. Küçük burjuva düşüncelerinin küçük çarklarını, küçük burjuvanın rahatına düşkünlüğünü harekete getiren bir zemberek, pek karmaşık olmayan bir cihaz yaratır. Küçük burjuvaların bütün duaları belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: “Tanrım, bize acı!”
Bu dua biraz daha yetiştirilip, devlet ve toplum karşısında bir hak ve istek olarak ifade edilecek olursa, şu şekli alır: “Beni rahat bırakın, dilediğim gibi yaşayayım.”
Gazeteler hergün küçük burjuvaya; İngilizce, dünyanın en iyi insanı; Fransızca, yine dünyanın en iyi insanı; Almanca ya da Rusça, her zaman asil, her zaman dünyanın en iyi insanı olduğunu aşılar.
Oysa, “medeni” dünyanın bu en iyi vatandaşı, neresinden bakarsanız bakın, hıristiyan misyoneri tarafından sorguya çekilen vahşiye benzer. Misyoner vahşiye sormuş:
– Ne istersin? demiş.
Vahşinin verdiği karşılık çok sadedir:
– Çok az çalışmak, çok az düşünmek, ve daha çok yemek.
Öyle bir başka insan tipidir ki küçük burjuva, ciddi bir şekilde öğrenilen düşünme tekniği, onda düşüncenin gelişmesini durdurur. Olayların etkisiyle kendisine yabancı bir takım düşünceleri benimsediği olur küçük burjuvanın. Ama bu düşünceler onu hasta eder. Örneğin bir cilt hastalığına tutulmuş gibi, sanki böbreklerinde taş varmış gibi olur. O zaman din, karamsarlık, içki, sefahat, rezalet çıkarma, vb. gibi hastalığı, sancılıları dindiren ilaçlara sık sık başvurur.
Bütün bu söylediklerimizin boş ve havada kalan bir takım sözler olmadığını göstermek için bir örnek vereceğiz: Bundan on bir yıl kadar önce isyan eden Rus işçilerinin ve köylülerinin kararlılığı sayesinde halkın kitle halinde öldürülmesine, kazançlarını artırmak amacıyla, Avrupalı efendiler tarafından dört yıldır sürdürülen bu öldürme işine (Birinci Paylaşım Savaşına) son verildi. Para babalarının ve siyasi maceracıların bu kanlı ve canice eylemlerinden dolayı küçük burjuvalar hem maddi, hem de ekonomik bakımdan büyük acı çektiler. Peki ama, bu çekilen acılar küçük burjuvaların “düşünce” yaşamına ne getirdi? Read the rest

Ezansız Semtler / Yahya Kemal Beyatlı »

ezansiz-semtler-yahya-kemal-beyatliKendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtler­de doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minâreler görül­mez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Ço­cuklar müslümanlığm çocukluk rü’yasını nasıl görürler?

İşte bu rüyâ, çocukluk dediğimiz bu müslüman rüyâsıdır ki bi­zi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları, hava­sı ve toprağı müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, do­ğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübârek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur’an’ın sesini işittiler; bir raf üze­rinde duran Kitâbullâh’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülya- gı gibi bir rûh olan sarı sahifelerini kokladılar. tik ders olarak bes­meleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazan­ların, bayramların toplan atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbır’leri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler hayata girdiler. Türk oldular.

Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine müslüman semt­lerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile de­ğilse bile yine müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocukluğunun güzel rüyasını göremiyorlar. Bu ço­cukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki, ileride alaf­ranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağ­lı kalabilsinler, yoksa ne muhit ne yeni yaşayış, ne semt, hiçbir şey

bu yavrulara Türklüğü hissettirmez.

* * *

Ah! Büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerinde yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede müslüman- lığın nûru belirir, beş vakitte ezan işitilir, aşmalı minare, gölgeli mescid peydâ olur; sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hâsılı o toprağın o köşesi imana gelirdi; Beyoğlu’nu ve Galata’yı sa­ran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldı da gördük ki cedlerimiz o kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi. Biz bugünün Türkleri bilâkis Şiş­li, Nişantaşı, Kadıköy, Moda gibi küçük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler müslüman ruhundan ârî, çorak ve kurudur. Bir Üsküdar’a bakınız bir de Kadıköyü’ne, Üsküdar’ın yanında Ka­dıköy Tatavla’yı andırır. Eski Türklerin rûhları ile yeni Türkle­rin rühları arasındaki farkı anlamak isterseniz bu son asırda peydâ olan semtlerle İstanbul içlerini mukayese ediniz. Medenileştikçe müslümanlıktan çıktığımızı tabii ve hoş gören eblehler uzağa değil Balkan devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler. Görürler ki baştan başa yenileşen o şehirlerin her tarafından çan kuleleri yükselir, pa­sszar ve yortu günleri çan sesleri işitilir. Manzara halkın dinini ve milliyetini Read the rest

Savaş Üzerine / Carl von Clausewitz »

clausewitz-savas_uzerine_1Zafer, düşmanları öldürmek değil kendi iradesine boyun eğdirmektir

Amaç düşmanı etkisiz hale getirmektir. Düşmanı etkisiz hale getirmenin savaşın amacı olduğunu söylemiştik. Şimdi bunun hiç değilse teorik olarak zorunluoldugunu göstereceğiz. Düşmanın irademize boyun eğmesi için onu kendisinden istediğimiz fedakarlıktan daha elverişsiz duruma sokmamız gerekir. Bununla birlikte durumunun elverişsizliği geçici olmamalı, hiç değilse öyle görünmemelidir. Aksi halde, düşman daha elverişli bir anı kollar ve teslim olmaz. Bu itibarla, savaş faaliyetinin devamının düşmanın durumunda meydana getireceği her değişikliğin hiç değilse teorik olarak, kötüye doğru olması gerekir. Savaş halinde bulunan bir kimse için en kötü durum, tamamen etkisiz hale geldiği dummdur. Öyleyse düşmanı bir savaş hareketi ile irademize boyun eğecek duruma getirmek istiyorsak, ya onu gerçekten silahtan tecrit etmek, ya da kendisini öyle bir tehdit altında hissedeceği bir hale getirmek gerekir. Bundan çıkan sonuç şudur ki, düşmanın silahtan tecridi veya bozguna uğratılması askeri harekatın amacıdır.

Gerçek hayatın imkân ve ihtimalleri “aşırı” ve “mutlak” mevhumlarının yerine geçer

Savaş, canlı bir gücün ölü bir kitle üzerindeki hareketi değil, daima iki canlı ve düşman gücün çarpışmasıdır, çünkü mutlak bir karşı koymama hali savaşın inkarı anlamına gelir. Bu itibarla, savaş faaliyetlerinin nihai hedefi için söylediklerimiz iki taraf için de geçerlidir. Burada da bir karşılıklı eylem vardır.
Ben düşmanı yenmedikçe onun beni yenmesinden korkabilirim. Artık kendi kendimin efendisi olmaktan çıkarım; artık, vaktiyle benim ona istediğimi yaptırdığım gibi, o bana istediğini yaptıracaktır. Bu ikinci karşılıklı eylemdir ve ikinci bir aşınlığa yol açar. Oysa, soyuttan gerçeğe geçtiğimiz zaman işin rengi değişir. Soyut planda kaldığımız sürece, her şeyin iyimserlikle Read the rest

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton »

kotuluk-uzerine-bir-deneme_terry-eagleton-3“… Öteki insanları anlamanın daha çok müsamahaya, toleransa yol açacağını varsaymak da garip. Aslında tam tersi geçerlidir. Birinci Dünya Savaşı’nın anlamsız katliamları hakkında daha çok bilgi sahibi oldukça, örneğin, katliamları açıklanabilir görmekten daha da uzaklaşırız. Açıklamalar ahlaki yargılarımızı bilediği gibi körleştirebilir de. Üstelik eğer kötülük açıklamanın, aklın ötesindeyse -eğer anlaşılmaz bir gizemse- bu konuda kötülük yapanları lanetlemeye yetecek kadar bilgiye nasıl sahip olabiliriz ki? “Kötü” kelimesini kullanmak tıpkı karın boşluğuna indirilen yumruk gibi, genellikle bir tartışmayı sona erdirmenin bir yoludur. Tartışma kaldırmadığı düşünülen zevk kavramı gibi bir noktalama, sonlandırma ifadesidir, daha fazla soru sorulmasını yasaklar. İnsan eylemleri, ya açıklanabilirdir ki bu durumda kötü olamazlar ya da kötüdürler ki bu durumda onlarla ilgili söylenebilecek başka bir şey yoktur. Bu kitabın tezi, sözü edilen iki bakış açısının da yanlış olduğudur.

Bugün hiçbir Batılı politikacı toplum içinde, teröristlerin yaptıkları korkunç şeylerin ardında anlaşılır sebepleri olduğunu söylemeye cesaret edemez. Çünkü “anlaşılır” kolaylıkla “affedilebilir / övgüye değer” diye algılanabilir. Ancak, genellikle övgüye değer bulunmasa da banka soymak anlaşılmaz bir şey değildir. (Gerçi Bertold Brecht “Bir banka kurmanın yanında, banka soymanın lafı mı olur?” der.) İrlanda Cumhuriyet Ordusu, amaçları uğruna korkunç şeyler yapmışsa da, şüphesiz iyi düşünülmüş bir politik davaya sahipti. Yine de İngiltere medyasında kimileri IRA’cılan psikopat olarak sunmaya çalıştı. Eğer canavarları insanlaştırmak istemiyorsak diyordu kimileri, onların yaptıklarında akıl ve mantık olmamalıdır. Ama asıl gerçek şu ki teröristlerin yaptıklarını korkunç kılan onların insanlar tarafından yapılmış olmasıdır. Teröristler eğer insan olmasaydı yaptıkları bizi hiç şaşırtmazdı. Belki de teröristlerin yol açtığı korkunç felaketler Alfa Centauri yıldız sisteminde gündelik olaylardır. Polis memurunun “kötü” kavramını kullanması elbette ideolojiktir. Muhtemelen insanların, yaşları sebebiyle zanlılara hoşgörülü davranmalanndan korkuyordu ve on yaşındaki çocukların bile ahlaken sorumlu insanlar olduğunu belirtme ihtiyacını duyuyordu. (Aslında kimse çocuklara hoşgörülü davranmadı. Bugün artık polis gözetimi altında olmadıklarına göre öldürülmeleri gerektiğini düşünen insanlar bile var.) Yani “kötü” bu bağlamda, tıpkı zıddı iyilik gibi “yaptıklarından sorumlu” anlamına gelebilir. iyiliğin de bazen toplumsal şartlanmadan bağımsız olduğu düşünülebilir.

En önemli modern filozoflardan olan lmmanuel Kant tam da böyle düşünür. Dickens’ın kahramanı Oliver Twist içine itildiği Londra suç dünyasının ahlaksız yaşamında işte bu yüzden kirletilememiştir. Oliver nurlu yüzünü ahlaki temizliğini ve bir ıslahevinde büyümesine rağmen, gizemli bir şekilde, BBC ingilizcesi konuşma yeteneğini kaybetmemiştir hiç. (Oliver’ın yankesici arkadaşı Artful Dodger ise Windsor Şatosu’nda bile büyüse, koyu bir işçi aksanıyla konuşurdu diye düşünmeden edemiyor insan.) Oliver bir aziz olduğu için değil bu. Hırsızlann, haydutların ve fahişelerin yozlaştırıcı etkisinden muafsa eğer, bunun sebebi Oliver’ın ahlaki üstünlüğünden çok, içindeki iyiliğin bir şekilde genetik olması, tıpkı çevre etkilerine de çillere ve kum rengi saça olduğu kadar dirençli olmasıdır. Ancak Oliver istemsiz bir şekilde iyiyse, o zaman sahip olduğu erdem kulaklarının büyüklüğünden daha takdire şayan değildir. Ayrıca eğer onu yeraltı dünyasının kötülüğünden koruyan şey iradesinin saflığıysa, belki de yeraltı dünyası o kadar da kötü değildir. Gerçekten de kötü olan bir Fagin o iradeyi yozlaştırmakta başarılı olmaz mıydı? Çocuğun su götürmez erdemi, yaşlı serseriyi gayri ihtiyari iyiliğe götürmez miydi? Oliver’ın dokunulmaz saflığını düşünerek, sınava tabi tutulmamış, zora gelmemiş bir iyiliği gerçekten de takdir edebilir miyiz acaba diye de sorabiliriz kendimize. “İyilik, düşmanla çetin savaşında ehliyetini kanıtlamalı ve bunu yaparken düşmanın baştan çıkaran gücüne maruz kalmalıdır” diyen eski moda püriten inançta haklı bir yön var …”

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonTavsiye Sohbet

“Ben” kimdir?

Tavsiye makale

Tavsiye Kitap

Derin İnsan

Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?”(Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

Gerilla Savaşı / Ernesto Che Guevara »

che-guevera-2Sömürücü sınıfların iktidarını dayandırdığı biricik güç olan ordular, geleneksel savaşa uygun biçimde yapılanmış ve donatılmıştır. Bu silahlı güçler, harekat alanı olarak kendi arazilerini yeğleyen köylülerin düzensiz çarpışmalarıyla karşılaşınca kesinlikle etkisiz kaldıkları ortaya çıkar; düşen her devrim savaşçısına karşılık on asker kaybeder; görünmez ve yenilmez bir düşmanla dövüşürken saflarında moral bozukluğu hızla yayılır. Nerede olduğu bilinmeyen bu yenilmez düşman, ordudaki subayların harp akademisinde öğrendikleri, kentlerdeki işçi ve öğrencilere karşı baskı uygularken öylesine ustalıkla kullandıkları taktikleri, şamata ve tantanayı sergilemelerine fırsat vermez.
Küçük savaşçı çekirdeklerinin başlangıçtaki mücadelesine, sürekli yeni güçler katılır, kitle hareketleri patlak vermeye başlar, eski kurulu düzen yavaş yavaş yıpranıp yıkılır: Artık savaşın kaderini belirlemek, kentlerdeki kitlelerin ve işçi sınıfının elindedir.
Mücadelenin ta başından beri —düşmanlarının sayısından, gücünden ve kaynaklarından bağımsız olarak— bu ilk kadroları yenilmez kılan nedir? Bu halkın desteğidir ve kadrolar gittikçe daha yüksek derecede kitlelerin bu desteğinin hükmü altında olacaktır. Read the rest

İnsancıklar / Dostoyevski »

insanciklar-dostoyevski-44Sevgili Makar Alekseyevich,

Bugün korkunç kederliyim. Bakın ne oldu. Çok önemli bir önseziye kapıldım. Anlatınca kendiniz karar verin sevgili dostum. Bay Bykov Petersburg’a gelmiş. Fedora ona rastlamış. Arabayla giderken Fedora’yı görünce arabayı durdurmuş ve Fedora’nın yanına gelip nerede oturduğunu sormuş. Fedora önce söylemek istememiş.

Sonra yüzünde imalı bir gülüşle kiminle beraber oturduğunu bildiğini söylemiş. Belli ki Anna Fyodorovna her şeyi anlatmış ona. Fedora da dayanamayıp oracıkta onu azarlamış. Sokak ortasında ona ahlaksız bir adam olduğunu, benim mutsuzluğumun tek suçlusunun kendisi olduğunu yüzüne vurmuş. O da cebinde tek kuruşu olmayanların mutsuzluğa mahkûm olduğunu söylemiş. Fedora da benim hayatımı kazanabileceğimi, hatta evlenebileceğimi, evlenmesem de bir iş bulabileceğimi ama şimdi bütün mutluluğumun bittiğini, hasta olduğumu, yakında öleceğimi söylemiş. O da daha çok genç olduğumu ve kafamda bir sürü saçma fikir olduğunu ve -kendi deyimiyle- erdemlerimizi yavaş yavaş yitirmeye başladığımızı belirtmiş. Fedora ile ben oturduğumuz yeri bildiğini sanmıyorduk ama dün alışveriş için Gostiny Dvor’a gittiğimde odamıza gelmiş. Benimle karşılaşmak istememiş herhalde. Fedora’ya yaşantımızla ilgili sorular sorup Read the rest