Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Ekonomiyi ekonomistlere bırakmak aptallıktır! »

“… Avrupa borç krizi yaklaşık üç yıldır altüst olan borsalar, iflas eden bankalar ve yükselen faiz oranlarıyla gündemde. Krizle boğuşan ülkelerde hayatın birçok alanında meydana gelen önemli değişiklikler ise söz konusu rakamların hayata yansıması. Sosyal devlet anlayışında dünyaya örnek gösterilen Avrupa ülkelerinde eğitimden sağlığa, savunmadan sosyal güvenliğe kadar tüm alanları kapsayan tasarruf önlemleri halkın hayat standartlarını önemli ölçüde etkiliyor. Öyle ki aile hayatından yeme içme alışkanlıklarına ve eğitim hayatına kadar her şey gözle görülür bir değişim içinde.

İşsizlik ve borç batağından bunalan halkta psikolojik tedavi görenlerin sayısında artış tespit edilen Yunanistan’dan gelen intihar haberleri durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. 2007’den sonra intihar olaylarının yüzde 24 arttığı Yunanistan’da hayat adeta yavaşlamış durumda. Kamu borcunun 298,7 milyar doları bulduğu ülkede sanayi üretimi ise AB’ye girişten sonraki en düşük seviyesinde. İşsizler ordusunun 1 milyona ulaştığı komşuda krizin oluşturduğu diğer bir olgu ise kentlerden köylere yaşanan göç. Zira büyük şehirlerde iş bulamayan Yunanlıların köylerine ve tarım bölgelerine göç etmesiyle tarım sektöründe çalışan sayısının yüzde 6,38 artması bu iddiayı doğruluyor.

Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya’nın çökmesine sebep olan Euro krizinin bugüne kadar mali yükünü çeken Fransa ve Almanya’yı da kriz korkusu sardı. Fransız Merkez Bankası ekonominin 3. çeyrekte küçüldüğünü ve küçülmenin 4. çeyrekte de devam edeceğini açıkladı. Fransız medyası, ülkenin sonbahar aylarında büyük bir krize gireceğini ve on binlerce kişinin işten çıkarılacağını iddia ediyor. Otomotiv devi Peugeot’nun haziranda 6 bin kişiyi işten çıkararak Paris’teki fabrikasını kapatmasının ardından Societe Generale gibi büyük bankaların da eylülden itibaren toplu işten çıkarma sürecine girmesine kesin gözüyle bakılıyor …” (Arife Kabil, Zaman)

 

 

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile  liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde liberalizmin tehlikeli yönleri hatta YIKICI UNSURLARI da var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor… Büyük bir kısmı bu gelenekten olan düşünürlerin fikirlerinden istifade ederek liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard ve Türkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan… Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın” çocuklarıyız. Son derecede “Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik “millî” okullarda. “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Buradan indirin.

Bilim ve icad »

 

… Bilim ve bilim ideolojisi üzerine e-kitap okumak için…

 

Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)

Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımız Mehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak” dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil, yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz. 

Maymunist imanla nereye kadar? (Tartışma)

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları “filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir… Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDA bir insanlık yoksa Aşk yoksa, Sanat yoksa, Güzellik yoksa ve Adalet yoksa Hayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmak hormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz? Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…  Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri ve evrimciliğin epistemolojik değeri … Derin Düşünce’nin yorumcuları tarafından konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı”  karşılaştırdığımızda hiç  yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü.  Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak  çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor.  Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor.  Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.  

Thomas Bernhard (Beton) »

 

 

“… Ve gerçek şu ki yalnızlığımı seviyorum, tek başıma da değilim, ablamın bana durmadan bunu telkin etmeye çalışması da bana acı vermiyor, ben yalnızlığımla mutluyum, bunun bana olan faydasını biliyorum, böylesi bir yalnızlığa sahip olmayan, ömür boyu bunu arzulayan ama beceremeyen insanlarda Read the rest

Cemile Bayraktar: “PKK’nın öfkesini anlarım şiddetini değil” »

Bu hafta Agos’ta yaynlanan röportaj: Buradan indirebilirsiniz. 

 

… Bu konuda okumak için…

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz. 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin. 

 

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Bugün cuma, ne olur bir şey yap (30) »

Bizleri öldükten sonra dirilten ve yevm-i mahşerde huzuruna sevkedecek olan, her şeyi miktarınca ve kadrince takdir üzre yaratan, lûtfuyla keremiyle insanı başıboş bırakmayan, şerîatıyla bizleri kulluğa sevkeden, tarikatıyla muhabbetini bildiren, hakîkatiyle ilmine âşinâ, ma’rifetiyle de sırrına muhatab eyleyen, helâl ve haram çizgisiyle suflî varlıklar derekesine düşmekten muhafaza eyleyen, her şeyi kuluna hizmetkâr kılıp kulunu da kendi husûsî hizmetine tahsis eyleyen güzeller güzeli Allah Teâlâ’ya hamd ü senâ olsun.

Cemâline vuslat ve onun cemâl-i aşkıyla hizmet nasib-i müyesser kılınsın. İnsanlığı zulmetten nura, gafletten zikre, dalâletten hidâyete, küfür ve şirkten tevhîd ve îmâna; hiçbir ücret almaksızın, kimseden minnet beklemeksizin, en ağır imtihanlara pâk sinesini açarak ümmetine dâimâ hizmetkâr olan hem kavmin efendisi hem beşeriyetin fahr-i ebedîsi ve efendisi, merce-i fukara, enîsi’d duafâ, Hazret-i Muhammed Mustafa Efendimiz’e sonsuz salât ü selâm olsun. Ruh-i Resülullah bizlerden haberdar olup, hoşnud u râzı olsun. Salât ü selâmın nâmütenahî ecrinden âli, ehli, ashâbı ve etba’ı hissedâr olsun. Cenâb-ı Hakk bu zevât-ı kirâmdan hoşnud ve râzı oluşunu bizlere vesile kılsın. Âmin.(*)

Ümmet’in kimi erkekleri ve kadınları lüks evleri, yemeyi, içmeyi, giyimden, modadan ve paradan bahsetmeyi namazdan daha fazla sever hale gelmişler. Dini bilmemek değil sevmemekten muzdarib olmuşlar. Somali’de, Bangladeş’te, Pakistan’da açlıktan ölen kardeşlerine inat eder gibi TV ekranından ifradı teşhir etmişler.

Uçaklarla çocukları bombaladığı, silah üretip satanların kendilerini “barışçı” ilân ettiği bir dünyada yaşıyorsun. Petrol çalmak için insan öldürenlerin  kurduğu bir ”medeniyetin” gölgesindesin.  O « barışçı ve medenî» ülkeler ki askerleri Read the rest

إذكريني – فيروز »

Tibet Ölüler Kitabı (Bardo Thödol) »

“… Ölümü takib eden ilk geçiş evresi süre itibariyle ölen kişinin manevî mertebesine bağlıdır. İnsan ne kadar vehimlere ve günlük kaygılara gömülmüş bir şekilde yaşarsa ölüm saati geldiğinde geçiş evresine dalışı o kadar ani olacaktır. Kaynaksal ışık da bir o kadar bulanık görünecektir. Ruh’un mahrem hakikatini bilme fırsatı ölenin ellerinden kaçıp gidecektir. Ancak yaşarken Işık üzerine meditasyon yapmış, bu yolda yoğun gayret göstermiş olanlar ölürken Yaratılmamış’ı hiçlikte göreceklerdir. Herşeye nüfuz eden bu bakıştır ki özgürleştirir. Ölen en yüksek aydınlanma mertebesine ulaşır ve Buda olur. […] Sadece eşya sonludur ama bir an bile kendi kimliklerini muhafaza edemezler. Eşyadan bize ulaşan suretler eşyanın hakikati değildir. Düşünülmesi dahi mümkün olmayan baş döndürücü bir hızda bir varoluş evresi ötekini takip eder. Hiç bir şey aynı kalmaz …”

 

 

… Ölüm ve Zaman konusunda e-kitap okumak için…

 

Ölümden Bahseden Kitap

Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak?  Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o “konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.

 

Zaman Nedir?

“…Geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise bu sonsuzluk olmaz mı? ”  diyordu Aziz Augustinus. Zira kelimeler yetmiyordu. “Zaman Nedir?” sorusuna cevap verebilmek için kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediğı sınırlarda Sanat’tan istifade etmek gerekliydi : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu. Ama felsefeyi dışlamadık: Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl, Aristoteles… Bilimin Zaman’a bakışına gelince elbette Newton’dan Einstein’a uzandık. Bilimsel zamandan başka, daha insanî ve MUTLAK bir Zaman aradık. Delâilü’l-İ’câz, Mesnevî, Makasıt-ül Felasife , Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açtı. Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Zaman’ı düşünmek, Zaman’ı yazmak

Zaman insanın hissiyatıyla algılayamadığı, bilimsel, düşünsel, hatta psikolojik boyutları olan bir gerçeklik.  Zaman yaşadığımız hayatın kendisi. Ama bu kadar önemli olan Zaman ile aramıza mesafe koymak, Zaman’ın dışına çıkıp onu keşfetmek mümkün mü?

Zaman konusundaki bu ilk kitabımızda Derin Düşünce yazarları zor bir işe girişiyorlar: Zaman’ı düşünmek ve Zaman’ı yazmak. Zaman’ın NE? olduğunu sorgulayacağımız ikinci kitaptan önce NASIL? olduğuna baktık bu ilk makalelerde. NE? ve NASIL? soruları Zaman’a bakışımızda ana ekseni oluşturuyor çünkü bilimsel yolla, deney ve gözlemle ilerleyemediğimiz anlarda düşüncenin yardımına Sanat yetişiyor. Buradan indirebilirsiniz. 

Teknoloji ve inanç: Amel Defteri »

Son 12 ayda en çok paylaşılanlar »

  1. Kırık parçalar (Marilyn Monroe)
  2. VAV Harfinin Manası
  3. Hocam, kadın fitne midir?
  4. 19 Mayıs Militarizmi
  5. AKP, Futbol ve Beyaz Kadın Ticareti
  6. İslam’ın vizyonu (5) / Hamza Yusuf
  7. Anti-Kapitalist Müslümanlar cahil ve aptal değiller!
  8. PKK’nın sonu ETA gibi olmayacak çünkü Kürtler sırt çevirse bile PKK ayakta kalabilir
  9. Kötülük’ten Güzellik çıkar mı? – C.Baudelaire’in şiirleri, O.Dix’in gravürleri
  10. Dersim Dağlarında bir sazan: Hüseyin Aygün’ün PKK ziyareti
  11. Tarkovsky ve Andrey Rublyov
  12. Biz ne dedik, PKK ne anladı…
  13. Türkiyede İslamcıların Üçüncü Dönemi
  14. İslamcılar Özeleştiri Yapabilecekler mi?
  15. Resim sanatındaki Hakikat / Jacques Derrida

YAKINDA: Niteliksiz Adam / Robert Musil »

“… 16cı asra kadar Teknoloji ve Para İnsan’a aitti, insanlar bunları kullanırdı. İçinde yaşadığımız asra baktığımızda ise İnsan’ın Teknoloji ve Para’ya ait olduğunu, kullanıLdığını, insanî değerlerin alınıp satıldığını görüyoruz. İnsan kendi eliyle yaptığı makineleri, piyasa, devlet gibi sistemleri putlaştırıyor. Bu putlara tapmakla kalmıyor, insanlığını dahi onlara kurban ediyor …”

“… Köyün/şehrin en yüksek binası ya caminin minaresi ya da bir kilisenin çan kulesi olabilirdi. Bugün gökdelenler ve alış-veriş merkezleri ile şekillenen görsel hafıza çocuklara en “YÜKSEK” değer olarak PARA’yı ögretiyor. Para kazanmak veya harcamak için göğe küstahça, kibirle yükseliyor kuleler.  Eğer 9cu asırda yaşasaydık tevazu, acz ve yakarış ile inşa edilen ibadethaneler şehirlerin silüetini şekillendirecekti. Bu binalar zengin ya da fakir herkesin girebileceği, içeride Yaratan ile başbaşa kalabileceği yerler olacaktı …”

“… Bazı romanlar vardır, onlarca felsefe kitabından daha etkilidir. Sanat’ın gücüdür bu. Açıklamaz, hissettirir. Zira hisler kavram kutucuklarına, kelime libaslarına ihtiyaç duymadan, kalpten kalbe akar. Arendt, Foucault, Freud gibi kıymetli yazarların modernite eleştirilerinde anlattıklarını bir çırpıda hissediverirsiniz. Sanatçı roman kahramanının gözünden bir devrin fotoğrafını çeker. Bir sahne, bir diyalog veya bir mırıldanış ile gözleriniz birden bire açılıverir. 

Avusturyalı yazar Robert Musil’in ünlü eseri “Niteliksiz Adam” (alm. Der Mann ohne Eigenschaften) işte böyle bir roman. Hatta çok daha fazlası! Zira sadece bir devri anlatmakla yetinmiyor. Toplumdaki zihniyet değişimini ve manevî değerlerin maddiyat ile, kudret, para, bürokrasi ve askerî nizam ile yer değiştirme sürecini tahlil ediyor: Nazizmin toplama kampları, komünizmin gulagları ve insan yiyen kapitalizmin piyasaları… Bütün bunları mümkün kılan fikrî zeminin nasıl oluştuğunu anlıyorsunuz bir çırpıda. “Fildişi kulelerde yaşayan İslamcılar, solcular ve liberaller bu romanı okusaydı herşey daha farklı olabilirdi” demekten kendinizi alamıyorsunuz. 

 Ulysse (Joyce) ve Kayıp zamanın peşinde (Proust) ile birlikte 20ci asrın en büyük üç romanından biri olduğunu söylüyor Thomas Mann. Ünlü yazar şöyle yazmış günlüğüne Niteliksiz Adam için:

 […]

“Işıltılar saçan bu kitap epik komedi ile deneme arasındaki hassas dengeyi çok iyi muhafaza ediyor. Tanrı’ya şükürler olsun ki bu artık bir roman değil alışılmış mânâda. Goethe’nin dediği gibi her mükemmel eser kendi türünü aşar ve mukayese kabul etmez yeni bir şey olur. Alaycı üslubu, zekâsı ve maneviyatı ile bu eser son derecede dini, çocuksu ve şiirsel”