RSS Feed for This Post

Hocam, kadın fitne midir?

İslami yaşantınız, onu nereden öğrendiğinizle alakalıdır. Kaynağınız ne ise İslam’ınız odur. Misal Tasavvufi bir kaynağa, rivayet eksenli bir kaynağa yahut ana kaynağa (Kuran ve Sünnete) direk şahit olarak İslam bütünü ortaya çıkarılabilir. Bunlar arasında İslam’ın ne olduğu konusunda küçük ve büyük farklar ortaya çıkar. Ancak bazı konular vardır, bu konular değişmezdir. Kaynakların metotları değişse dahi aynı kalır, hatta bu zihin Allah’ın ve Peygamber’in (SAS) önüne geçerken bir çekince duymaz. İşte o konulardan biri “kadın” konusudur.

  İslami yaşantınız bulunduğunuz coğrafya, ait olduğunuz kabile ve ırka göre de bir şekil kazanır. Misal İslam tektir ancak Bosna Müslümanlığı, Türk Müslümanlığı, Hint Müslümanlığı, Arap Müslümanlığı birbirine göre bir takım farklılıklar göstermektedir. Bunlar doğrudur-yanlıştır demiyorum, farklıdır diyorum.

  Türkiye’deki İslam anlayış “genellikle” Türk-İslamcı bir çizgide ilerlediği için, kadının, erkek egemen zihindeki kodu; “saçı uzun, aklı kısa” şeklinde can bulmuştur. İslam anlayışı ise yer yer neredeyse Allah’ı, Kuran-ı Kerim’i ve Peygamberi (SAS) bir kenara bırakıp, Allah’ın ve Resul’ünün bıraktığı geniş alanı hiçe sayıp daraltmakta mahir bir takım fıkıhçılar ağzıyla, sahihliği ve niyeti sorunlu rivayetler ile kodlanmıştır; “Kadın, domuz, kara köpek, eşek namazı bozar” gibi…

  Bu yanlış ve muhatabına haksızlık eden kodlar, yıllar yılı değişmemiş, kendini dindar yahut İslamcı olarak tanımlayan, egemen erkek dil ile bugünlere kadar taşınmıştır. Bu zihniyet için kadın, “ya fitnedir ya da düşünemeyen varlık“.

  Peygamber (SAS) aile hayatına, eşleri ve kızıyla ilişkisine baktığımızda muazzam bir merhamet, iyilik, anlayış ve anlama çabası örneği görürüz. Ancak bu dünyada Peygamberi örnek ve ölçü aldığını iddia edenlerin, İslam-Kadın başlığında konuşan yerleri, örnek Peygamberleri değil, maalesef ene’leri ve taşıdıkları kültürleridir.

  Ali Bulaç, 12 Haziran Genel Seçimlerinde, hakları ihlal edilmiş bir gurup kadının, haklarını arama niyetiyle yaptığı bir çıkış olan “Başörtülü aday yoksa oy da yok” girişimine o dönem ağır eleştirilerde bulunmuştu. Olayın üzerinden aylar geçtikten sonra verdiği bir röportajda, konuyla ilgili bir soru ve cevap aynen şöyle:

  “Laiklik en çok başörtülü kadınlar üzerinden tartışıldı, ama son seçimlerdeki “Başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyasına çok keskin biçimde karşı çıktınız. Neden?

  -Edindiğim bilgilere göre kampanya AK Parti’yi zora sokmak için “derin devlet” tarafından planlanmıştı…”

  Yani Müslüman kadın, hakkını aradığında, kendi düşünemediği için “derin devlet” onun adına düşünmüştür ve aynı kadın derin devletin piyonu olmak kaydıyla fitnedir.

  Sayın Bulaç, her ne kadar “İslamcı aydınlar, görevi Kemalistlerden devraldı” eleştirisini ciddiye almıyorum, dese de, Kemalist anlayışın “düşünememekle itham edip, yok saydığı başörtülü kadınları” aynı üslup ile yok sayıyor ve düşünemez ilan ediyor.

  Ali Bulaç gibi İslami meselelere benim ömrüm kadar mesai harcamış birinin zan, iftira, zulüm ölçeğinden Müslüman dindar kadınları vurması gerçekten çok ama çok üzücü…

  Bir başka bahis ise Bulaç’ın 28 Şubat mağduriyetleri konusunda, erkeklerin mağduriyetleri ile kadınların mağduriyetlerini eşit bulması, yani hakları konusunda erkekler ile aralarında eşitsizlik bulunan kadınlar sadece mağduriyette eşitlenebiliyorlar; şükrolsun!

  Mağduriyet yarıştıracak değilim ancak 28 Şubat sürecinde işinden ve hatta hatta ordudan atılan erkekler bugün görev iadesi hakkını kazanmıştır. Ancak başörtülü kadınların, devlet kurumlarında başörtülü çalışması, Ales gibi sınavlara girmesi, bazı üniversitelerde başörtülü eğitim alması halen yasak!

  Bugün 28 Şubat sürecinde üniversiteden ayrılmak zorunda kalan bir gurupla birlikteydim. Evli ve bekâr kadınlardan oluşan bu gurup içerisindeki kadınlar, üniversitelerde kısmen çözülmüş olan yasak nedeniyle tekrar üniversitelere dönmeyi düşünüyorlar. Üniversite sınavına hazırlanıyor. Bu kadınlar, dindar babalarından destek ve yüz bulamadığı için dershane paralarını bile çalışarak biriktirmiş kadınlar. Üniversite sınavına hazırlanırken, çocuklarının ödevlerine, kocalarının ütülerine, kocalarının ailelerinin sonu gelmez beklentilerine de cevap vermeye çalışan kadınlar. Bu kadınlar, YGS Türkçe çalışırken, gözlerini ocaktaki tencereden dahi ayıramayan kadınlar. Ali Bulaç gibi erkeklerin anneleri, eşleri… Hayatları tam ortalarından kırılmış, beyazlamaya başlayan saçlarına rağmen, “oku, çalış” ısrarına düşmüş paragöz ve statü düşkünü “dindar” kocaları, “artık seni bakmaktan yoruldum” diyen evladının yükünü taşımaktan aciz, cahiliye Müşrik Arapları gibi davranan babaları olan kadınlar!

  Bir gurup “tanıdığınız, bildiğiniz” kadına “Derin Devlet” iftirası atmadan, o kadınların tümünü zan altında bırakmadan, yok ediciniz Kemalistlerin üslubunu aşırmadan önce elinize vicdanınıza koyarak, bir düşünün derim. Totaliter laik kesime rahmet okutacak cinsten bir şekilde başörtülü kadınlara yükleneceğinize, kadınlarını o modern dünyanın içine atan Müslüman dindar erkeklere buğz edin lütfen.

  Bazı kadınlar anne, evlat, eş rolleri dışında bir role bürününce; bir aktivist, bir yazar, bir hatip olarak ortaya çıkınca, kadının varlık nedenine, biçilmiş rolüne ihanet ettiğini düşünen ve onu yaka paça eski rolüne tıkıştırmak isteyenler var. Ancak durum öyle değil, kadın evlat, anne, eş rolü yanında bir rol, bir statü eklediğinde, mevcut rolünden istifa etmiyor. Bilakis bir rol üstüne, bir rol daha ekliyor, diyeti ödeme pahasına bundan geri durmuyor. Zira o alanı Allah’ın ona verdiğinden şüphesi yok, peki ya haşa Allah’ın rolüne soyunan “bazı dindar” erkekler? Onlar bu cüreti nasıl gösterebiliyor?

  Allah’ın muhatap olarak yani kul olarak kadın ve erkeği eşit sayıyor, yerlerini kendi belirliyor. Peki ya erkekler hangi sıfatla o alana müdahil olma hakkını kendinde görüyor? Sahi erkek diliyle çevrilmiş, yorumlanmış İslami metinlerin yorumlanmasında, Peygamber (SAS) örneğince, kadınlara, kendi ahvalleri hakkında danışılmasının, fikirlerinin alınmasının vakti gelmedi mi?

  İslami kesim arasında adeta bir küfür gibi kullanılan “feminizm” kavramına uzak, haklarını feminizm ile aramayan bir kadın, tüm bu soruların cevabını birçok hemcinsi gibi merak ediyor.

 

… Bu konu ilginizi çekiyorsa…

   Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

 Kadın hakları ve Kemalizm

 “Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık  şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi.  Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ?  “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak”  Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış:  “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 

 İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 70 Yorum

  2. Yazan:suzannur Tarih: Eki 10, 2011 | Reply

    Bu yazının altına DD’ye yazdığım ilk yazıyı yorum olarak koyuyorum, çünkü bu konudaki fikirlerim hala aynı, hatta daha da kökleşti. Hazin ki öyle:
    Kadına dair söylenmesi gereken ne kadar söz varsa erkeğin söylediği ve erkeğin bu sözün ne kadarının söylenmesine dair sınırları belirlediği günümüzde aydınlarımızın kadına bakışı nasıldır? 19.yy.da Türk intelijansiyasının kadına bakış açısı, -Mehmed Salâhi, Mehmed Celâl, Ahmed Mithat, Tevfik Fikret, Mehmed Sıdkı,… kadını “…tabiatı gereği kolay müteessir olan”, “alacağı lezâizi zevcinin nâsıyesinde, çocuklarının mâsumâne tebessümünde aramak” zorunda bırakılan, çabuk etkilenen, küçük dünyasından büyük dünyaları, ihtirasları okuyarak gerçekle-hayâlî ayırt edemeyen olarak kabul etmekte ve bu düşünceyi ahlâki temeller ve gelenek-modern çatışması bağlamında geleneği savunan bir düşünce sistemi üzerine inşa ederek yapmaktadır.
    Günümüzde ise artık bireyselleştiği ve sosyalleştiği varsayılan(!) kadın; hâlâ belirli gelenekler / dogmalar / inanışlar / fikirler üzerinden, hak ve özgürlükleri erkekler tarafından ellerine sunulan, hangi hakkı, nerede, hangi zaman çizelgesi içinde kullanması gerektiği belirlenen bir özgürlükler(!) silsilesi içinde hayatına devam etmek zorundadır. İlginç olan şu ki kadınlar, nasıl 19.yy.da aydınlar tarafından belirli sınırlar içine hapsedilmeye çalışıldıysa 21.yy.da da yine aydınlar tarafından değişen şartlar altında aynı dayatmacılığa maruz bırakılmaktadır.Özgürlük alanının içini dolduran aydınlarımız kadını dün sokağa çıkmaması gereken ve evinden uzaklaşmaması gereken varlıklar olarak addederken bugün de sokağa nasıl çıkması ve sokağın kamu adı verilen bölümlerinde hangi kıyafetlerle arz-ı endam edeceğini belirlemeye çalışmakta ve bunu bir yığın argümanın ardına gizleyerek, Virginia Woolf‘un da belirttiği gibi, başkasının güçsüzlüğü üzerinden kendi gücünü ispat etmeye çalışmaktadır. Don Kişot’u yadırgayan/yargılayan Batı toplumu, onun eskiye bağlılığını, delilik olarak alaya alıp eğlenirken modernizmin eskiye bakışını yansıtmakta; Doğu toplumu ise Batı toplumunun 19.yy.da yaşadığı tepkiyi 21.yy.da vererek, eskiye / moral değerlere / inanca bağlılığı küçük görmekte, intelijansiyası da dahil, buna engel olmaya çalışmakta ve bunu delilik/gereksizlik/sırası gelmemiş fuzuli iş addederken deliliği olaylardan en çok etkilendiğini varsaydığı insanlara yakıştırmakta ve en çok ona engel olmaya çalışmaktadır: kadına. Oysa bilinmesi gereken şu ki eskiye/moral değerlere/inanca bağlılık yeni bir formda, yeni değerlerle sentezlenerek biteviye karşımıza çıkacaktır.
    Don Kişot‘un her şeyden vazgeçtiği noktayı yaşamamak için, Don Kişot’un dünyasına saygı duymayı öğrenemeyenlere, devleri daima yel değirmeni kabul edenlere çok şeyler anlatmamız gerekecek. Özellikle de kadınların günümüzün Don Kişotları olduğunu…
    Bugün Sayın Bulaç’a da aynı cevabı veriyorum.
    Kadınlar Don Kişot olmaya devam edecekler, kim ne düşünürse düşünsün, ne söylerse söylesin. Kapalı kadınlar mı, okuyacaklar, düşünecekler, yazacaklar,daha çok okuyacaklar, daha çok düşünecekler, daha çok yazacaklar…
    Ellerine sağlık Cemile.

  3. Yazan:cb Tarih: Eki 10, 2011 | Reply

    Ne zengin bir yazıymış Suzan, okumamıştım vesile ile okudum, kadının, hayata ve hapsedicisine cevabının duruşu yanında artı kalemiyle olması bile duruma cevaptır aslında, kalemine sağlık.

  4. Yazan:nurten zavalsız Tarih: Eki 10, 2011 | Reply

    bu yazının yazarı galiba okuduğunu anlamamış. ali bulaç önemli tespitlerde bulunmuş. röportajı baştan aşağı okudum. bu yazının yazarı ise konuyu her zaman yaptğı gibi yine ali bulaç’ın kadın konusundaki tahammülsüzlüğüne (!) getirmeye çalışmış. ben ali bulaç gibi düşünüyorum. islam kadın veya erkek olarak bakmaz. cinsiyetçi değildir yani. kadın ve erkeğin rol tayinini ise yaradan belirleemiştir. peygamber efendimizin eşlerine olan merhametinden bahseden dindar feministler peygamber efendimizin eşleri gibi davranmayı öğrensinler. karşılarında daah merhametli bir erkek bulabilirler belki o zaman. her zamanki gibi dindar feminist kızlarımız başlamış yine ağlamaya. mücadele edelim. haklarımızı alalım, sabırla yapalım ama. ali bulaç bazılarınız kullanıldınız diyor, onlar hayır biz cahil miyiz, kimse bizi kullanamaz ulen diyor. derin devler bugüne kadar herkesi kullandı. modern devletler böyle çalışır. kimse bunun garantisini veremez.

  5. Yazan:Hidayet Tuksal Tarih: Eki 11, 2011 | Reply

    Sayın Zavallısız,

    Ali Bulaç ve siz her şeyi biliyorsunuz anlaşılan. O zaman nereden bildiğinizi açıklayacaksınız ilk önce.
    Başörtülü aday yoksa oy da yok kampanyasını düzenleyenlerin (ben de içlerindeyim) derin devlet ya da benzer birileri tarafından kullanıldığı bilgisi size nasıl ulaştı?
    Orada bunca yıldır bu meselenin arkasında olan, bu sıkıntıların yarattığı bütün mağduriyetleri yaşamış ve bütün kayıplarına rağmen “başlarını açmamış” kadınlar vardı. Hiç mi utanmıyorsunuz bu iddialara katılıp, bilmiş bilmiş ahkam kesmekten?
    İlk yorumum olduğu için daha nazik olmak isterdim ancak üslubunuz bunu haketmiyor ne yazık ki.
    “islam kadın veya erkek olarak bakmaz. cinsiyetçi değildir yani. kadın ve erkeğin rol tayinini ise yaradan belirlemiştir.” cümleleri arasındaki çelişkiyi fark edemeyecek kadar bu konulardan bîhaber olmanız da cabası. Ona buna laf yetiştirip akıl vermeye kalkışmadan önce, biraz bu konularda okuyun, öğrenin derim. Öyle Ali abinizin arkasına saklanıp, onun laflarını bile tam anlamadan burada münekkitlik yapamazsınız. Ya da yaparsınız da, işte böyle olur.

  6. Yazan:Burhan Çetin Tarih: Eki 11, 2011 | Reply

    Herkes herşeyi biliyor maşaAllah. Hidayet hanım da bakın ne güzel ağzının payını vermış Nurten hanım’ın. Tebrik ediyorum Hidayet hanımı. Hep böyle had bildirsin ilk yorumlarında. Burası serbest bir platform değil mi? Niye had bildirme gereği hissediyoruz birbirimize.

    Ali bey’inki bir iddia. Doğru mudur bilinmez. Ama yıllardır Türkiye ve civar ülkelerde olan bitenlere bakınca insan “acaba” demeden de geçemiyor hani. Röportajda o kadar önemli tespitler var ki, “dindar feministler” (had bildirilme sırası bana gelmesin idye tırnak içine aldım, Ali bey’den alıntıdır ona göre Hidayet hanım) sadece o kısmı almış kızmışlar. Ne demiş okuyan yok. Tırnakla, cımbızla çek, salla.

    Ama şu var, Ali bey de vurdu mu parça tesirli vuruyor. Bayağı etkili oluyor. Gücünü de buradan alıyor olsa gerek. Ciddiye alınması gereken bir insan (ki alınıyor), sadece bir kitabı 40 civarı doktora tezine konu olmuş, 10 dan fazla dile tercüme edilmiş nadir yetişen bir sosyolog. Kimseye yaslanmadan, kendi hatırına konuşuyor. Yeri geliyor iktidara, yeri geliyor muhalefete çakıyor ve hep gücünü koruyor. Ben böyle zihinlere şapka çıkarırım arkadaş.

    Son sözüm de Derin Düşünce’ye olsun. Hit almak zamanı geldiğine inandığınız zaman hep Ali bey’i konu edin. İflah olmaz bir antipatiniz var zaten, yazılara bakınca görüyorum bunu. Şöyle bir siteyi karıştırdım da bayağı merhametli (!), ağzı hoş lafan (!) Ali Bulaç yazılarına denk geldim. Epey rating almış bu yazılar. Ne güzel.

    Herkes sözünü söyleyecek. İnsanlar dilediğine inanacak, istediğini ciddiye alacak. Delirmeye gerek yok.

  7. Yazan:Silent Tarih: Eki 11, 2011 | Reply

    “Hit almak zamanı geldiğine inandığınız zaman hep Ali bey’i konu edin”


    yoksa Ali Bulaç reyting yapmak istedigi zaman abuk subuk iddialarla mi cikiyor sahneye? Yeni kitap yazdiginda ne raslantiysa(!) alakasiz konularda polemik baslatiyor. Sanki islam dunyasinin birinci derdi buymus gibi. alim degil alimcik iste. oyle arapca sozluge bakarak tefsir yapmaya benzemiyor bu isler. toplumun dertlerine deva olacak alim dedigin. tv’lerde boy gosterme meraki olmayacak star gibi.

  8. Yazan:Burhan Çetin Tarih: Eki 11, 2011 | Reply

    sn. silent,

    bildiğim kadarıyla ali bulaç’ın tefsiri yok ama meali var. aradaki farkı bildiğinizi varsaymak istiyorum. varsayayım mı?

    koskoca röportajda o kadar konu varken sadece malum konunun gündeme taşınması herhalde onun kabahati olmasa gerek.

  9. Yazan:suzannur Tarih: Eki 11, 2011 | Reply

    Bu konuyu Ali Bulaç özelinde tartışabilirsiniz, feminizme çekebilirsiniz, site reytingleri üzerinde de kaydırabilirsiniz ama asıl sorunu görmezlikten gelmek nasıl bir algı? Ali Bulaç’ın niyet okuma tavrı, yıllardan beridir mağdur olunan bir anlayışın bir sosyolog tarafından yeniden hortlatılması değil mi, hem de bunu yapmaması gerektiğine inanılan biri tarafından. Hangi sosyolog tutup da bir sivil toplum hareketini gizli niyetlerle itham eder, hele de bu en demokratik hakken ve toplumsal bir sorunun dile getirilmesiyken? Konunun iki ana başlığı var: Kadına yönelik tutum ve niyat okuma. Kadına yönelik tutum tartışılmalı, özellikle gerekli bu. İşin ilginç tarafı kadınların bu baskıdan yaşadığı mağduriyetin ifadesi birilerini rahatsız ediyor. Mağdur ama mağduriyetini dile getirmemeli. Neden? Parti zarar görebilir! Partiler insanlar için vardır, insanlar partiler için değil. Önce bu bakış açısını düzeltelim. Ha, reel-politikte işler öyle yürümeyebilir çünkü tam demokrat olamamışızdır, iyi de bu hareket ve bunun gibi sivil toplum hareketleri yavaş yavaş toplumda demokrasi kültürünün geliştiğinin ispatı değil midir? Bu teşvik edilmeli ve haklar bağlamında insanların kendilerine söz hakkı verildiği bir kültürde sorunların çözümü ve bunun anayasal haklar düzleminde legal yoldan halledilmesi varmak istenilen nokta değil mi?
    Neyi tartışacağız, niyeti mi? Kadının kapalı ya da açık olması, niyet, kimseyi ilgilendirmez. Bu, verilmiş bir hak. Bitti. Adayı tercihine göre seçmek, niyet, kimseyi ilgilendirmez. Bu, hak. Bitti. Neden hak olarak verileni bir de niyet gibi belirli ölçütü olmayan/birilerine göre değişen suçlama tarzı bir kavramla yeniden almayı hak etmek zorunda bırakılıyor kadınlar?
    Çok meral ettiğim bir şey var, özellikle de bu konu hakkında hiçbir negatif şey yaşamadan çok konuşan erkeklerle ilgili : Sayın Bulaç ve sizler, kadın olsaydı/nız ne yapardı/nız? Devlet kurumlarından içeri alınmasaydınız, meclise giremeseydiniz, okullardan içeri alınmasaydınız? Sahi ne yapardınız, hakkınızı aramaz mıydınız? Evde mi otururdunuz?! Hangi partiye oy vereceğinize beyiniz mi karar verirdi? Niyetinizi öğrenmek isteyen insanlara ne derdiniz? Kendinizi açıklamaktan yorulmaz mıydınız? Sosyal statü olarak yok sayılmak dokunmaz mıydı? Haksızlığınızı dile getirdiğinizde, daha başlamadan mağdur edebiyatı yapıyorsunuz lafı sizi kırmaz mydı? Sahi, ne yapardınız??? Olmak istediği gibi yaşamak isteyen bir kadın olsaydınız?

  10. Yazan:MY Tarih: Eki 11, 2011 | Reply

    Kanaatimce Ali Bulaç bir kemalist ama bunun farkinda degil, biri ona artik aci gerçegi söylemeli 🙂

  11. Yazan:salih arıkan Tarih: Eki 11, 2011 | Reply

    gülücük koyunca etkisi azalıyor mu sn MY?. siz bir müfterisiniz. yazıklar olsun size.

  12. Yazan:cb Tarih: Eki 11, 2011 | Reply

    @salih arıkan,

    ben 28 şubat’ta okulu bıraktım, ancak kendi çapımda okumaya-eğitime devam ettim, öyle dolmuştum, öyle tıkanmıştım ki, yaşadığım yer samsun kültürel anlamda sıfıra yakın bir yerdeydi ve o sırada biz başörtülü kadınlar 28 şubat’ın ağırlığı altında ezilirken ali bulaç ve onun gibi birçok müslüman dindar erkek, kitap yazıp, tv programı yapıp, kendi ceplerini doldurup, ünlerine ün katıyordu, “yazıklar olsun” dediğiniz MY, Mehmet Yılmaz bu sitenin editörü, öyle İslamcı çevreden gelen, avam tabirler “hacı, hoca” bir adam olmasa dahi, şu Derin Düşünce sitesiyle bana biriktirdiklerimi çıkartma ve yenilerini ekleme fırsatı verdi, kendi içimdeki dünyam birden büyüdü, yani başörtüsü mağduru bir kadını kurtardı, her pazartesi başörtüsü yasaklarını konu edinerek belki onlarcasını, peki islamcı geçinenler ne yaptı, bize tutup “derin devletin parçası” dedi, şimdi Allah’ın sizi izlediğini unutmayarak, kime “yazıklar olacağını” bir daha düşünün derim, güzel kardeşim!

  13. Yazan:sevim Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    Suzannur hanıma katılıyorum, insanın en temel hakları siyasi çıkarlara, iktidar hesaplarına feda edilemez. Ne yani fincancı katırları ürkütülmesin diye kadınlar haklarından feragat mı etmeli? İyi o zaman jakobenlerin sınırını çizdiği kamusal alanların dışına itilmiş, haklarından mahrum edilmiş ve dünyası karartılmış kadınlar bu köhnemiş sistemde kaderlerine razı olsun! Bu mudur? Peki ne için sineye çekecekler bunca hukusuzluğu? Ali Bulaç’ın buna dair bir cevabı var mıdır?
    Cevabı yok çünkü din kisvesi altında sisteme boyun eğen bir anlayışa bizzat bayraktarlık yapıyor. Bulaç’ın gönüllü avukat ordusuna sormak lazım, dindar erkeklerin din üzerinden kadına yönelik bu tahakkümcü anlayışının Kemalizmden farkı nedir? MY bey bence çok haklı, Ali Bulaç, bu tahakkümcü tutumuyla Kemalizmin izindedir. Aradaki tek fark bu jakoben tutumunu din ile maskelemiş olmasıdır.

  14. Yazan:Burhan Çetin Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    Belki farkında değildir ama MY bey bildiğimiz tipik bir sağcı. Birileri hemen kendisine hatırlatsın:):) (iki gülme işareti durumu kurtarabilir)

  15. Yazan:funda Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    @Burhan Çetin

    “civar ülkeler ve türkiye’de olanlara bakınca insan ‘acaba’ demeden de geçemiyor hani” diye yazmışsınız. biraz daha yakınınıza da bakın lütfen: “acaba”?

    kendi adıma cemile’nin sözünü de hidayet’in sesini de kendilerinden dinlemeyi tercih ederim. “acaba” bir sakınası var mı?!

  16. Yazan:Burhan Çetin Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    Hadi bakalım babayiğitler, mücahideler. Görelim etki alanınızı. Sırrı Süreyya Önder meclis için önerge vermiş başörtüsüyle ilgili. Ortalığı ayağa kaldırın, dökülün sokaklara. Bastırın, sıkıştırın iktidarı. Ali Bulaç’ın istediği de oldu. % 50 ay aldı AKP. Neyden çekiniyoruz ki artık? O zaman inanalım biz de sizin samimiyetinize. (Bahsettiğim kampanyacıların hepsi değil, birçoğu samimiydi bence ama aradaki çürük elmalara sesleniyorum, onların kim olduğunu ses gelince zaten anlarsınız)

  17. Yazan:MY Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    “Belki farkında değildir ama MY bey bildiğimiz tipik bir sağcı. Birileri hemen kendisine hatırlatsın:):) (iki gülme işareti durumu kurtarabilir)” (Burhan çetin)

    Ali Bulaç ideal toplum ve ideal birey tasavuru yapiyor. Bu yönüyle kemalisttir. isterseniz “jakoben” diyelim. Mustafa Akyol geçenlerde islamcilari elestirdi “sistemci” olduklarini söyledi. Tabi kiyamet koptu, ne babasini biraktilar ne amerikadaki tanidiklarini.

    Ama Mustafa bu konuda hakliydi. Islamci Müslümanlar en az komünistler ve liberaller kadar sistemcidir. (Mustafa ile anlasamadigimiz yer burasi 🙂 herseyi otomatik vitese baglamak isterler.

    çünkü islamcilik Peygamberimiz SAV’in yolu degil. islamcilik bir tepkidir. Batinin sistemlerine, jakobenizme, komünizme, kapitalizme… vs bir itirazdir. Ama batiya endeksli ideolojiler gibi islamcilik da batiya TERSiNDEN ENDEKSLi bir ideolojidir.

    “bati ne derse tersini yap” demek de bir tür aptalliktir. DüsünMEmektir. insanin özgür iradesinden geriye atilmis bir adimdir. Bu nokta islamcilik ile Müslümanligin KOPMA NOKTASIDIR!!!

    Özetlersek, islamcilik müslümanlik ile ayni sey degildir. Pozitivizm zemininde yesermis bir sistemdir. Devleti “Müslüman” yapmak halki dinden uzaklastirir. Müslüman buzdolabi olmayacagi gibi Müslüman devlet de olmaz. Emirle, zorla olmaz takva. Yoksa halki “adam etme” noktasina gelinir.

    Not: Ali Bulaç’in sahsina bir gicigim yok. Ama o ve onun gibi yazarlarin düsünce tarzinda ciddi aksakliklar görüyorum ve söylüyorum.

    Pozitivist sistemler hakkinda bilgisini arttirmak isteyen okurlara bir kaç kitap tavsiye ediyorum:

    Bir pozitivizm eleştirisi

    Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.

    >Derin MAЯҖ

    Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

    Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

    >Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

    Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008’de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99’un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

  18. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 12, 2011 | Reply

    Hakkında tezler yazılan Ali Bulaç, şu çok hukukluluğu savunan adamla aynı kişi değil mi? Neyinin tezini hazırlıyorlarmış çok merak ettim.

  19. Yazan:nusret malkoç Tarih: Eki 15, 2011 | Reply

    Birileri kitap yazar, birileri de yazılan kitapları tavsiye eder. Fark bu olsa gerek:)

    İslamcılık nakısalarına rağmen neokolonyalizme ve neoliberalizme eklemlenmeyi reddetti. Neoliberalizm ise aslında sağcılıktır, her ne kadar aksini iddi etse bile. Çıkış noktası aynıdır. Şimdilerde MY gibi aslında sağcı muhafazakar olup bunu örttüğünü sananlar bir yandan İslamcılık eleştiri yapar diğer yandan liberalizme çakar. İran’a gıcık kapar, şiilikten nefret eder ama bunu belli etmemek için kendini yırtar. Ortaya karışık kebap, sebze çorbası gibi. Zihinleri karışmış, tamamen paralize olmuş bir çok kişi gibi yani. Ali Bulaç ve İslamcılığın altın kemerini taşıyan Rasim Özdenören, Cevat Özkaya, Akif Emre, Abdurrahman Arslan vb fikir emekçilerine duyduğu nefreti ve kini de kusmak için fırsat kollar. Efendim, Ali Bulaç ideal birey ve toplum tasavvuru yapıyormuş, bu yüzden aslında kemalistmiş. Yok deve….. MY efendi, din nasıl bir toplum tasavvur ediyor. Yoksa bu din de mi kemalist ideolojinin katalizörüdür de biz farkında değiliz. Ciddiye alınamayacak kadar zavallıca fikirler bunlar. Biraz daha okuyun, okuduklarınızı hazmedin sonra gelin islamcılığı eleştirin. Dağılın şimdi. Hemen.

  20. Yazan:MY Tarih: Eki 15, 2011 | Reply

    Nusret Bey %100 haklisiniz, çok tesekkür ediyorum. Ben de zaten sizinle ayni seyi söylüyorum, bir kisim islamcilar Müslümanliktan kopmak pahasina islamcilikta israr ediyor. Sizin yazdiklariniz da bu tezimi ispati olmus.

    Düsünmek yerine biraz küfür, biraz tehdit ve en sonunda “dagilin lan! Hem de hemen” diye biten bir mesaj.

    4 senedir ülkücülerin ve kemalistlerin hakaretlerine, tehditlerine katlaniyorduk, simdi “islamci” fanatiklerle ugrasacagiz anlasilan.

    ALLAH akil fikir versin. Bu kadar sinirlenmeye gerek yok, sag üst kösede kirmizi bir çarpi var, ona tiklayin, biz hemen kayboluruz 🙂

  21. Yazan:nusret malkoç Tarih: Eki 15, 2011 | Reply

    MY bey. Mazlumu oynamayın. Hakareti siz yapıyorsunuz. Siz nerede, ne zaman cefa çektiniz? Nerede, ne zaman müslümanların haklarını savundunuz? Nerede, ne zaman başörtülülerin davasına sahip çıktınız? Anlatın bakalım. Biz sizi bizler oralardeyken hiç görmedik. Nasıl bu kadar rahatça, arsızca İslamcılığa kin kusabiliyorsunuz? Ali Bulaç’a kemalist diyorsunuz?

    Üşenmedim, bu sitede yazmış olduğunuz fazlaca yazınızı okudum. Yazılar ufuk açıcı değil belki ama sizin zihin haritanızı ayan beyan döküyor. Siz sağcı muhafazakarsınız, üstüne üstlük mezhepçisiniz de. Kategorik olarak İran düşmanısınız. Neden inkar ediyorsunuz?

    Benim nacizane tavsiyem size şu; kitap önermeye devam edin.

    İşte ben de gülme simgesi koyuyorum. Alın 🙂 Gördünüz mü, ne kadar da sakinim.

  22. Yazan:nusret malkoç Tarih: Eki 15, 2011 | Reply

    Son olarak. Siz ayrıca yalancısınız da. Yorumumda küfür yok, tehdit hiç yok. Ama sizin yorumunuzda ne var biliyor musunuz? Mazlumu oynayan bir şark kurnazının zavallıca tepinmelerini görüyorum ben.

  23. Yazan:MY Tarih: Eki 15, 2011 | Reply

    keske bu ikinci yorumu yazmasaydiniz 🙁 içinizde bastiramadiginiz bir kin var, ALLAH yardim etsin.

    daha Müslümanca yazdiginiz birinci yoruma cevap vereyim yine de:

    “Mazlumu oynamayın. Hakareti siz yapıyorsunuz. Siz nerede, ne zaman cefa çektiniz?”

    Gecenin bu saatinde sizin gibi gergin bir yorumcuya cevap yaziyorum, bundan büyük cefa mi olur?

    Hem cefa çekmek baska sey, hakli olmak baska sey. Solcular da çok cefa çektiler 12 Eylülden sonra iskence gördüler hatta öldüler bu yolda. Ama HAKSIZ idi solcular. Bir yandan ulusalci ve devletçi idiler, diger yandan sözümona “solcu”. Deniz Gezmis’in HAKSIZ yere öldürülmüs olmasi onu HAKLI yapar mi? Bugün de polisten (bazen) haksiz yere cop yiyen solcular ne MArx’i biliyorlar ne de sol literatürün temel eserlerini. Ekonomiden de anlamiyorlar. Siyaset felsefesi okumuyorlar. Türk solculari Genellikle HAKSIZLAR ve CAHiLLER. Bu yüzden gelecek yillarda da çok CEFA çekecekler ama bir basari elde edemeyecekler. Siz ise “Eziyet çeken haklidir” demeye getiriyorsunuz. Bu sorunuzda ciddi bir mantik hatasi var.

    “Nerede, ne zaman müslümanların haklarını savundunuz? Nerede, ne zaman başörtülülerin davasına sahip çıktınız? Anlatın bakalım.”

    Bizim siteyi, özellikle de benim yazilarimi okumus/taramis oldugunuzu söylediniz ama bu sorunuz ile çeliski teskil ediyor. Ben size “yalanci” demiyorum. çünkü hakaret etmeyi sevmem. “Yaniliyorsunuz” demeyi tercih ediyorum. Kiminin parasi, kiminin duasi. Tesettür yüzünden hakki çignenen insanlari ve ailelerini savunduk gücümüz yettigince. Siz biMEseniz de ALLAH biliyor. Bu da bize yetiyor.

    Nasıl bu kadar rahatça, arsızca İslamcılığa kin kusabiliyorsunuz? Ali Bulaç’a kemalist diyorsunuz?

    “Kusmak” sanirim sizin simdiye kadar yazdiklariniza daha çok yakisan bir niteleme. Ali Bulaç’in fikirlerini begenmiyorum. Atatürk gibi ideal bir toplum için fikir üretiyor. Jakoben, konstrüktivist, Fasist… Bunlarin alaturka sekline Kemalizm deniyor. Bence Ali Bulaç bu hastaliktan muzdarip. Siz ise bir tür “Ali-bulaçizm” hastaligindan muzdaripsiniz. Onu savunma seklinizi görse adamcagiz utanirdi her halde. Buna hiç gerek yok.

    “Üşenmedim, bu sitede yazmış olduğunuz fazlaca yazınızı okudum. Yazılar ufuk açıcı değil belki ama sizin zihin haritanızı ayan beyan döküyor”

    Haklisiniz. O kadar yaziyi okudugunuz halde hâlâ ufkunuz açilmamis. Demek ki benim yazilarim ufuk açici degil. O halde Ali Bulaç okumaya devam 🙂

    “Siz sağcı muhafazakarsınız, üstüne üstlük mezhepçisiniz de. Kategorik olarak İran düşmanısınız. Neden inkar ediyorsunuz?”

    “muhafazakâr” neyi nasil muhafaza ettiginize göre degisir. Eger genel olarak degisime direnmek ise, Türkiye’nin en muhafazakar kesimi kemalistler. Hâlâ 1930’larin fasist avrupasini örnek alan bir Türkiye kurmak istiyorlar.

    “Iran düsmani” degilim. O rejimi sevmiyorum. Halkin kiyafetini kanunla düzenleyen rejimlere alerjim var. Tesettür yasaklayan kemalistlere kizip bunu mecburi yapan Iran’i alkislarsaniz adama sizofrenik derler.

    Sizin adaminiz Ali Bulaç idi saniyorum, Iran için sunu demisti: “Iran halkina tesekkür borçluyuz, Islamciligin laboratuari oldu”

    Bu korkunç bir laf. Koskoca bir ülkeyi laboratuar, halkini da laboratuar faresi yapan bir “destek”… Umarim Bulaç degildir bunlari söyleyen. Neyse.

    Humeyni ilmen kuvvetli bir insan. ilmini elestirmek için ona yakin hatta üstün olmak gerek. Degilim. Ama kurdugu rejimi elestirebilirim. Eger Mesnevî’nin yazari Hz. Mevlânâ bir devlette bakanlik vb yapsaydi onu da elestirebilirdik. ilmen degil, siyaseten.

    Yoksa alimler ve/veya siyasetçileri veya sizin yaptiginiz gibi köse yazarlarini TANRI yapmis oluruz. “Hata yapmaz ve hesap vermez” bir Ali Bulaç bir bakmissiniz “dogmamis, dogurmamis” vs vs oluverir.

    Humeyni’nin bir fotosunu görmüstüm. 7-8 yasinda çocuklarin kafasina kirmizi bir bez bagliyordu. O bezde Besmele ve “kursun islemez” yaziyordu. O çocuklarin hepsi öldüler. çocuklari böyle savasa göndermis olmasini unutamiyorum. Siz sevebilirsiniz. Ben ne Humeyni’yi seviyorum ne de kurdugu rejimi. Iran halkini, müzigini, yemeklerini severim. ikisi farkli seyler.

    Bir devleti, rejimi, tarihini, milleti, kültürü … birbirine esitlemeyin. O zaman konusacak kelime bulamazsiniz.

    not: Sizinle tartismaktan çok zevk almadim. Bir daha yorum yazacak olursaniz daha efendice bir tarz kullanin lütfen. Saygilar.

  24. Yazan:Nusret Malkoç Tarih: Eki 15, 2011 | Reply

    Ne güzel itiraflar bunlar sayın MY. Dökül kardeş, dökül. At ifrazatını. Rahatla. Ali Bulaç önce kemalistti. Şimdi faşist, jakoben, ve konstrüktivist oldu. Hey ya Rabbim. Ali Bulaç’ı deforme etmek için verdiğiniz örnekler o kadar komik ki. İran laboratuar olmuş, e o halde İranlılar da kobay oluyor demekmiş. Vay vay vay. Bilmem Bulaç böyle demiş midir, ama demişse bile bunu sizin gibi anlayan kaç genious vardır acep bu ülkede?

    Sağcı muhafazakar olmadığınızı haykırıyorsunuz ya. İşte bu da yeter:) Öylesiniz zira.

    Ben de keyif almıyorum sizin gibi kategorik olarak İran’a ve Humeyni’ye düşmanlık besleyen ve Türkiye’deki İslamcıların hatalarına rağmen ortaya koymuş olduğu mücadeleyi küçümseyen aydınlanmış, esasen pozitivist bir zihin sahibiyle yazışmaya.

    Bu da son yorumum olacak nitekim. Umarım siz de birgün tavsiye edilebilir kitaplar yazacak seviyeye ulaşırsınız.

    Öğüdüm var size. Bırakın sağcılığı, mezhepçiliği, muhafazakarlığı. Liberallere duyduğunuz muhabbetin bari çeyreğini esirgemeyin İslamcılardan. Biz sizinle yaşarız yaşamasına da siz erki elinize alsanız bize neyi reva görürsünüz kestiremiyorum. Allah yardımcınız olsun.

  25. Yazan:Ayhan Bey Tarih: Eki 16, 2011 | Reply

    “İslâmcı” ile “Müslüman” arasındaki fark nedir? İslâmcı eğer Müslümanların iyiliği için aktif olarak çalışan demek ise bu zaten farz. İslâmcı eğer Allah (c.c.) rızası için siyaset dahil her sahada cehd eden ise bu zaten farz. İslâmcıların “normal” Müslümanlara göre bir farkı, bir üstünlüğü mü var? Zühd, ihlâs, takva bakımından İslâmcı bir Müslümandan daha üstün mü görüyor kendisini?

    Zannediyorum İslâmcılar da bu soruların cevaplarını bilmiyorlar. Korktukları bir Batı var. Buna karşı pozisyon almışlar. Ama aralarında “mühim” mevzuları hiç konuşmamışlar. Demokrasi, insan hakları, serbest piyasa, internet ve iletişim özgürlüğü… Bu konulara net cevaplar verebilecek bir İslâmcılık var mı? Hiç görmedim bunu. Durup durup tesettür vb konularda ahkâm kesiyorlar. Ama İslâm’ın devlet idaresi konusundaki kırmızı çizgileri nedir? Bunun metnini yazabildiler mi?

    Kapitalizme “hayır” diyorlar. Tamam haklısınız. Komünizme “hayır” diyorlar. Tamam. Destekliyorum. Ama sizin İslâmcı devletiniz neye benzeyecek? Ya da tarihte var mı böyle bir devlet? Bugünkü teknoloji ve ticarî ilişkileri dikkate alarak İslâmcı bir anayasa teklif edebildiniz mi? Hayır. Hep itiraz. Hep itiraz. Yoksa “İslâmcı” demek itirazcı Müslüman mı demek oluyor?

    İslâmcılar… korkarım kendi aralarında halledemedikleri meselelere sıra gelmesin diye sürekli “dışarıda” bir rakip, bir düşman, bir tehdit arıyorlar. Ama kendi siyasî projeleri yok. Geçmişte çekilmiş acılardan dem vuruyorlar. Dünyanın zulmüne ve sefaletine lanet okuyorlar. Ama böyle “ucuz” itirazları okul çocukları da yapıyor. Sizin hedefiniz nedir? Ve o hedefe ulaşmak için planınız nedir? Tabi çözümünüz komple “İslâmcı” olacak, bekliyorum…

  26. Yazan:İslâmcılar top sizde :) Tarih: Eki 16, 2011 | Reply

    AKP iktidarda. Evet, AKP yeterince İslâmcı değil. Biliyoruz. Ama yandaş medyalarınız ve şirketleriniz var. İslâmcı dernek vb gırla. Akademisyenler var İslâmcı olan. Haydi nedir projeniz? Bir sultan mı gelmeli? İslâmî bir cumhuriyet? Nedir? Osmanlı imparatorluğu sizce İslâmcı mıydı? Selçuklar? Suudi Arabistan’ı mı salık verirsiniz? Nedir İslâmcıların ideali? Var mı bunu tarif edebilecek olan?

    Sakın ha “komşusu açkten tok yatan bizden değil” filan demeyin. Onu babam da biliyor. Siz tok yatanları yakalayınca ne yapacaksınız onu söyleyin. Aç komşuları neyle, nasıl doyuracaksınız? Yoksa “yeşil” rüyalarınıza karnım tok. Komünistlerin “sınıfsız toplum” ütopyaları gibi hayal kurmak kolay. Siz iktidara gelince veya ne bileyim %100 İslâmcı bir anayasa yapılsa ne olacak? Kurt ile kuzu yanyana mı gezecek?

    Ey İslâmcılar. Kendi hedefinizi tarif bile edemiyorsanız liberalleri ve solcuları hiiiç eleştirmeyin. Siz de ütopiksiniz onlar kadar.

  27. Yazan:burak Tarih: Eki 16, 2011 | Reply

    Söz islamcı geçinenlerde değil canı yananlarda,gerçek mağdurlarda olmalı. Kulak verelim bakalım işin içyüzü neymiş.

    http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1066509&Date=16.10.2011&CategoryID=77

  28. Yazan:otomatik mandalina Tarih: Eki 16, 2011 | Reply

    islamcı diye, “islami devlet.. islam toplumu.. islami bilim” gibi zırvalarla teorik veyahut siyasi düzlemde meşgul olmasına rağmen, besmele-i şerifin anlamı üzerine 1 sayfa dahi yorum yapamayanlara denir.

  29. Yazan:sefacelik Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    burada ali bulaçı ideal insan tipini tasvir etti diye kemalistlerle bir tutan MY adlı kişi ve peşine düşmüş kadın/erkek karışımı topluluğu kınıyorum. Ali bulaç ideal insan ve toplum tasvirini(kendi bakış açısıyla da olsa) Kuran ve sünnet çerçevesi içerisinde yapıyor.Kemalizm gibi 3-5 materyalistin kafasından çıkma toplum porjelerini bununla nasıl aynı kefeye koyarsınız?

    Birde hidayet tutsal’a;
    Kardeş aslında siz kadınlara en büyük kötülüğü yapanlarsınız.Başörtülü olup mütedeyyin gibi ”göründüğünüz” için toplum kahir ekseriyetini oluşturan insanları,tuzu kuru gerçek hayatla bir bağı olmayan aydınlanmacı-laik-maddeci feminist güruhtan daha çok etkiliyorsunuz. Tvlerde ve yazılarınızdaki saldırgan üslubunuz zaten isyan etmek,kavga çıkarmak için fırsat kollayan ve her yerden bu yıkıcılık için teşvik edilen kadınlarımıza örnek oluyor.Aslında sözlerinizin etksi kafanızdaki başörtüsüyle katmerleşiyor..

    Kadınların hakkını savunanlar erkeklerin uğradıkları haksızlıklar karşısında sustukça,erkeklerin fiziki şiddetini ağzına sakız edenler kadınların manevi-cinsel-ahlaki saldırılarını görmezden geldikçe hiç bir zaman ciddiye alınmayacaklar. (zaten bunun yüzünden gitgide daha salyalı konuşmalar yapıyorlar- marjinalleşme tavan yaptı)

    Ali bulaç güzel bir tespitiyle son vereyim belki biraz da bunun üzerine kafa yorarsınız diyor ki hocamız;

    ” Zamanın modern kadını piyasaya açılıp maddi güce eriştikçe kendi zincirlerini kırıyor,özgürleşiyor sandı.Halbuki onu piyasaya ittirende yine önceden özgürlüğünü kısıtlayan olduğu gibi; erkekti.Erkekler ”kavvam” vasfını gereklerini yerine getirmemek için kadınları piyasaya sürüyorlar..Yani kadının özgürleşmesi erkeklerin eliyledir”…..

  30. Yazan:zeze Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    her sey degissin. erkekler jiplerini, kol saatlerini, muhitlerini ve dahi başka şeylerini değiştirsinler. şehre film filan gelsin.. her ama her şey değişsin. kadınlar aynı kalsın. bu maskeli balo sürsün. öyle mi?!

  31. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    İslamcılık İslam’ın komunizmin, kapitalizmin karşısında bir ideoloji olarak kurgulanmasıdır. İslamcılar için ayet, slogandır. Peygamber devlet adamıdır. Müslüman, ideoloji bağlısıdır. Amaç dünya cenneti yaratmaktır. Dünya odaklı bu din anlayışı, islamcılığın çöküşüyle birlikte iflas etti. Eski islamcıların zengin olanları zaten bu ideallerine kavuştukları için olsa gerek uğruna savaşacakları bir şey kalmadı. Zengin olmayan azınlığı ise hala dünya cenneti sağlamak uğruna kopyala/yapıştır ilaç reçeteleri sunmaya devam ediyor.
    Ali Bulaç bir tarikat mı kurdu, nedir bu mürid-mürşit ilişkisi gibi bağlılık anlamak zor ama şurası çok açık ki Ali Bulaç, tilmizlerine önce tartışma adabını öğretmesi gerekiyor. Türkiye’de en önde gelen sorun bu. Beyefendi tutturmuş, sen sağcısın, muhafazakarsın, mezhep düşmanısın diye yaftalayıp duruyor. Böyle tartışma mı olur? İslamcılık iyi, güzel, hoş da, işte temel sıkıntılarından biri bu. İslam’ı ve İslam ahlakını ıskalattırıyor. Yazık.

  32. Yazan:sefacelik Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    ”her sey degissin. erkekler jiplerini, kol saatlerini, muhitlerini ve dahi başka şeylerini değiştirsinler. şehre film filan gelsin.. her ama her şey değişsin. kadınlar aynı kalsın. bu maskeli balo sürsün. öyle mi?!…..”

    İşte yapılan en büyük hata.. Feminstlerin ve onların özentilerinin yanlışlarını biraz dile getirince,karşı tarafın savunması ”onlara helalde bize mi haram” olduğu için bu laf salatasının sonu gelmiyor..

    Bakın muhteremler, kimsenin erkeklerin hele mütedeyyin geçinen ve cebi yeni yeni para görmeye başlayanların yaptığı aşırılıkları,sonradan görmeciliklerini,ilk eşlerine yaptıkları saygısızlıkları/vefasızlıkları onayladığı yok ki.. Zaten onlar feministlerin ve ”özgür kadın” borazancılarının sayesinde dışarıda kadına bu kadar kolay ulaşır oldular yani eleştirip,mağdur olduğunuzu söylediğiniz kimseler sizlere minnettar…

    Dikkat edin en fazla bu kişiler kadının piyasaya açılmasını teşvik ediyor,neden? Sebebi gayet basit; ”Kendi sığ ve sefil dünyalarında kurdukları sahte cennete ve onun içindeki hurilere ölmeden,toprağın altına girmeden 3-5 kuruş harcayarak kolayca sahip olmak.” Yöntem basit; Ver gazı,sür piyasaya,biraz mevki,biraz fıtratını gıcıklatacak hediyeler…İŞLEM TAMAM!!!

    (Bu feminist özentileri kendi ateşlerine odun taşıyorlar ama farkında değiller bana göre)

  33. Yazan:Tuğrul Paşa Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    Evet, bende akp’nin takıyyelerinden artık utanıyorum!

    Bilindiği üzere Bdp’nin Meclis’te başörtüsü serbestliğiyle birlikte pantolon giyme serbestliğinin yanında Kravat takma zorunluluğunu da ortadan kaldıran önergesine destek vermeyerek komisyon’dan başörtüsü serbestliğine imkan veren tasarısını bdp’nin provoke edeceği (!?) bahanesiyle geri çekti…

    Yalnız bu provakasyon bahanesine kendi içlerindeki parti yandaşları bile inanmadığı halde milleti aptal (!) yerine koyarak Hüseyin Çelik beyefendinin birde üstüne üstlük ” Meclis’te başörtüsünü yasaklayan bir madde yok (!)” demesi de kendilerinin ne kadar takiyye sanatında insanların gözlerinin içine baka baka yalan söylediklerini de ayrıca ortaya koymuştur.Madem yasak yoktu da, niye geçen seçimlerde seçilebilecek sıradan bir tane bile başörtülü kadın vekil adayını dahil etmediniz?!!!
    Akp, nedense başörtüsü sorununu her yerde kendi lehine istismar edeceğe benziyor.Dahası bu sorundan daha çok nemalanacağa benziyor.
    Açık konuşmak gerekirse, Akp’nin başörtüsü/türban yasağını çözmekte bu kadar ayak sürümesi; “yerim dar, yenim dar” denebilecek bir çok davranışlara girmesi, konunun muhatab mağdurları arasında ciddi bir hayal kırıklığından ziyade çevremde gördüğüm itibarla öfke meydana getirmiş durumda malesef…

    Üstelik bu yasa taslak ve önergesine bdp’nin yanı sıra Mhp’de tam destek verdiğini açıklamışken, akp’nin hala bu sorunu binbir bahane ile çözmeyip ısrarla sulandırmaya devam ederse bu işin altındaki vebali hiç kimseye de ödettiremez…
    Bu vebali ancak kendilerinin ödemesi gerektiğini hatırlatırım…

    Ha bu arada benim fikrimi soracak olursanız; akp’nin en başından beri başörtü sorununu çözmek gibi derdi olmadı, bilakis başörtüsünü çözmek için elinden geleni yaptı.Bu gayretleri sonucunda milletin kafasında başörtüsü de kalmadı zaten.Millet kendi kendiliğine çözüldü…
    Başörtüsünü takacak bayan kalmadı sokakta ve Meclis’te…

    Not; bu arada şunu da ifade edeyim;akp’nin sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapacağına da inanmıyorum.Tıpkı başörtüsü sorununu sulandırdıkları gibi anayasa olayını da sulandırma işini kimseye bırakmazlar…

    Not;sayın editör(ler), inşaALLAH bana özel bir garazınız yoktur:)
    Kolay gelsin…

  34. Yazan:Hakan Albayrak da anlamıyormuş Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    Ali Bulaç, “Suriye Politikasından Kaygılar” başlıklı yazısında (bkz. http://www.dunyabulteni.net) hükümetin Suriye politikasına yönelik eleştiri bombardımanını sürdürüyor.

    Şöyle başlıyor söze:

    “Genel olarak neredeyse temel parametreleri değişen ve giderek Suriye’ye karşı şahinleşen Türk dış politika alanında yaşanan gelişmeler çeşitli tedirginliklere yol açıyor. Aslında kimse ne olup bittiğini tam olarak anlamıyor, anlamlandıramıyor. Ne oldu da bir anda Türkiye, Suriye’ye savaş açacak hale geldi?”

    Gündemde savaş falan yok. Kimsenin ne olup bittiğini tam olarak anlamadığı, anlamlandıramadığı da doğru değil. Hükümetin ne yaptığı ve niye yaptığı gayet açık ve pek çok kimse bunu gayet iyi görüyor. Ali Ağabey biraz yardımcı olursa belki daha çok kimse görür.

    Geçen gün Freud’un bir sözünü hatırlatmıştık, yine hatırlatalım: “Bazen pipo sadece pipodur.”

    Mart ayı ortalarında başlayan katliama kadar Suriye yönetimiyle sıkı-fıkı olan ve bu yönetimi emperyalistlere karşı kararlılıkla savunan AK Parti Hükümeti’nin (ve de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün) bugün Suriye yönetimi ile ipleri koparmış olmasının ardında niye o katliamdan başka sebep arayalım ki?

    Hükümet, katliama rağmen, hiçbir sorun yokmuş gibi Beşşar Esed rejimi ile muhabbetini sürdürseydi, bu defa da “Masum Müslüman kanının akıtılmasına kayıtsız kalıyorlar” demeyecek miydik?

    İslam topraklarında hürriyet ve adalete dayalı bir düzen kurulacaksa ve Türkiye buna hizmet edecekse -ki biz bunu arzu ediyor olmalıyız- diktatörlerin katliamdan geçirdiği kardeş halkları satan bir Türkiye resmini nasıl içimize sindirecektik?

    Başbakan Erdoğan Bahreyn’deki gelişmeler konusunda “Yeni Kerbelalar istemiyoruz” dediği gibi Suriye’deki gelişmeler konusunda da elbette “Yeni Hamalar istemiyoruz” diyecekti.

    Öyle deyince de ister istemez böyle oldu işte. Beşşar Esed yönetimiyle stratejik ittifak ilişkisi kısa bir süreç içerisinde (kısa bir süreç, ama Ali Bulaç’ın dediği gibi “bir anda” değil) muarızlık ilişkisine dönüştü.

    Ali Bulaç, yukarıda mezkûr yazısının beşte dördünü bir okuyucu mektubuna ayırmış. Kendi fikrini desteklemek için, tamamen sahiplenerek naklettiği mektubun bir yerinde şöyle deniliyor:

    “…(Türkiye ve Suriye yönetimleri arasında) bu kadar yakın ilişki ve samimiyet var iken ve bu samimiyet içerisinde ortak düzenlenen toplantılarda her türlü kararı aldırabilecek ortam da mevcut iken, sizin de yazınızda çok güzelce izahını yaptığınız gibi yumuşak geçiş yapmalarına yardımcı olabilecek iken her şey bir yana bırakılıp sokaktaki tedhişçiye destek sağlamak üzere Suriye yönetimine yükleniliyor.”

    El insaf! Cumhurbaşkanı Gül’ün, Başbakan Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun başlangıçta Beşşar Esed’e sahip çıktıklarına, Esed’in liderliğinde bir “yumuşak geçiş” için canla başla çalıştıklarına, bu konuda Esed’e her türlü yardımı teklif ettiklerine, Esed’i kan dökmekten vazgeçip reformları acilen hayata geçirmeye ikna etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarına hepimiz şahit olmadık mı?

    Gerginlik öyle “bir anda” değil, tedrici olarak tırmandı. Ankara’nın “yumuşak geçiş” yönündeki çabaları Beşşar Esed’e bağlı katiller sürüsü tarafından mütemadiyen bombalandığı için tırmandı.

    “Yumuşak geçiş yapmalarına yardımcı olabilecek iken her şey bir yana bırakılıp sokaktaki tedhişçiye destek sağlamak üzere Suriye yönetimine yükleniliyor”muş!

    Bu nasıl söz? Bu nasıl vicdan? Der’a, Humus, İdlib, Deyrizor sokaklarını hürriyet ve adalet sloganlarıyla inleten kitleler “sokaktaki tedhişçi”den mi ibaret?

    “Eş-Şaab Yurid Iskat’en-Nizam” diye haykırarak yürüyen 500 bin Hamalı “sokaktaki tedhişçi”den mi ibaret? Hama’yı karadan, Lazkiye’yi denizden bombalayan Baas ordusunun bütün kavgası “sokaktaki tedhişçi”yle mi?

    Bu korkunç mezalime seyirci kalamayıp Esed’e yüklenen Erdoğan’ın, Gül’ün bütün emeli “sokaktaki tedhişçiye destek sağlamak” mı? Bu mudur yani? Hepsi bu mudur? Böyle bir şey nasıl söylenir ve Ali Bulaç böyle bir şeye nasıl imza atar?

    Üstadın zihninde ne olup bittiğini tam olarak anlamıyorum, anlamlandıramıyorum!

    * Yeni Şafak

  35. Yazan:zeze Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    sayın sefacelik,
    bir köyün ortasından yol geçerse o köyün değişeceği en basit sosyolojik kabullerden biridir. şimdi siz diyorsunuz ki, köyün ortasından yol geçsin, yolun bir yanı değişsin, öteki yanı değişmesin. böyle bir şey mümkün değil.
    “uçuruma bakarsanız uçurum da size bakar”. siz yine diyorsunuz ki, biz baktık, ama sen görme.

  36. Yazan:zeze Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    sayın tuğrul paşa,
    başörtüsünün kravatla eşlenerek meclis’e sunulması hiç mi rahatsız etmedi sizi?

  37. Yazan:otomatik mandalina Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    Ali Bulaç, İslamcıların henüz adam yetiştiremediği, siyaset bilimi, sosyoloji ve (şayet varsa) İslam epistemolojisi üzerine kalem oynatan dindarların yok denecek kadar az olduğu dönemlerde itibar sahibi oldu, ama hala onun hayalden ibaret, altı doldurulamamış birçok fikri ilgi görmeye devam ediyor. galiba bir tür vefa duygusuyla yaşatmaya çalışanlar var, yahut da kendi fikrini yaratmaktan aciz olduğu için alıntılayabileceği bir otoriteye ihtiyacı olanlar.. sitedeki yorumcuları bu açıdan değerlendirmek lazım.

    ekrem beyin yorumunda yer verdiği “zengin ol(a)mayan islamcılardan” birinin bana söylediği bir söz, herhalde temel zihniyetlerini yansıtması açısında faydalı olur : “Şu an müslümanlar namaz kıldığında, eğer gayrimüslimler korkudan titremiyorsa, bu namazımızın kabul olmadığına işaret eder”. al işte. namazı kul ile Tanrı arasından çıkarıp, müslüman-gayrimüslim savaşının enstrümanı haline getiren insanlardır islamcı denilenler. aslında ciddiye alınacak bir tarafı yok, ama toplumsal öfkesini, dinin bazı emirlerini istismar ederek ifadelendirmeye çalışanlar hangi aklı selimin midesini bulandırmıyor ki?

  38. Yazan:sefacelik Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    Burada Ali Bulaç ”köhneliğine” itiraz edip,kendisine ve fikirlerine hürmet edenleri takipçilik,yeni bir şey üretememe ile suçlayan ve kendilerini Mehmet Altan,Taha-Mustafa Akyolgillerin v.b. öve öve bitiremediği,okyanus ötesinden kurmalı;
    ”Allahla kul arasında,dört duvarın içinde,suya sabuna dokunmayan,beş vakit jimnastik modundaki islam”ın yani ”kent dindarlığının” borazanlığına adayanlara lafımız yok zaten neden sayfaları doldurmaya çalışırlar ki inadına!.Be kardeş zaten sizin gibi sabah-akşam rüyasında beyaz sarayın çatısında ezan okuduğunu hayal eden biri(leri)nin internet sitesinde yazıyoruz.Meydan sizin hemen hırçınlaşıp,kılıçlarınızı çıkarmayın kınınızdan!Sayfalarca alıntıyla,makaleyle anlatmışsınız kendinizi,biliyoruz kim olduğunuzu neye hizmet ettiğinizi…

    Sayın zeze
    Ben ne o çarpık köyü ne onun orasından burasından geçen yolu isterim.Peygamberimizde istemedi ki veda hutbesinde bize ne emanet bıraktı? Bakış açınızı değiştirip hem kendi açmazlarınızı çözmeniz hemde etrafınıza huzur vermeniz dileğiyle…
    (çünkü bu kadar ‘bende yapacağım bana ne bana ne’ diyebilen biri yazıda bu kadar rahatsız ediciyse konuşurken ki halini düşünemiyorum bile)

  39. Yazan:zeze Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    sayın sefacelik,
    niyetim sizi rahatsız etmek değildi ama rahatsız olmanıza sevindim. çünkü rahatsız insanlar düşünürler.
    niteliği ne olursa olsun sizin herhangi bir köyü ya da yolu isteyip istememeniz hiç farketmiyor. televizyonunuz ya da adınıza kayıtlı bir telefonunuz varsa, bilgisayar kullanıyorsanız, özetle herhangi bir yerde kayıtlıysanız ve adınıza herhangi bir fatura geliyorsa o yol çoktan köyünüzden geçmiş demektir.
    ben size kötülükten değil gerçekliğin çölünden söz ediyorum.

  40. Yazan:ali duman Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    sn. tugrul paşa,

    kemalist zombiliğinin don kişotlaştırdıklarından olmalısınız ki; olmayan bir şeyi kanun ile kaldırmaya çalışmaktasınız.

    elbette hüseyin çelik doğru söylüyor, başörtüsünü yasaklayan her hangi bir yasal engel yok, bu yasak zombi kemalist sistemin beyninde ve genlerindedir.

    hem daha önce üniversitelere serbesti için mhp önermiş ve 411 oyla meclisten geçen daha sonra zombi siyasetin partisi chp tarafından yine zombi bürokrasi tarafından iptal edilen kanunu hatırlayınız, orada mhp pası vermiş, chp/anayasa mahkemesi de golü atmıştı, tabiki zombi siyasetin medyası da geri durmamış “411 el kaosa kalktı” diye manşetler atmıştı, ne çabuk unuttunuz, üstelik bu komplonun fitilini yakan mhp ise pişkin bir tavır takınmıştı, şimdi aynı oyun mhp inandırıcı olamayacağı için bdp üzerinden tezgahlanmaya çalışılmaktadır.

    hem, olmayan yasağı kaldırmakta neyin nesi oluyor, merve kavakçı TBMM’den dışarı atılırken bir yasal dayanak mı vardı? yoksa dönemin ergenekoncu faşist zihniyetinin zorbalığı mı merve kavakçı’yı TBMM’den dışarı atmıştı. milletvekilliğini düşürmek için de, gerekçe olarak bula bula merve kavakçı’nın “abd vatandaşlığı”nı bulmuştu, bu gerçekten bilmem bir şey çakozlayabildiniz mi? biraz akıl, biraz mantık zor olmasa gerek.

    hani beni ilgilendirmeyen bir konu da olsa haksızlığa ve çarpıtmalara tahammülüm olmadığından bir hatırlatmada bulunmadan edemedim.

  41. Yazan:Tuğrul Paşa Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    Sn zeze,
    ” başörtüsünün kravatla eşlenerek meclis’e sunulması hiç mi rahatsız etmedi sizi?”

    demişsiniz..

    Ben sonuç odaklı düşünürüm hep.Kravatın serbest kalmasına rahatsız olmam.
    Ancak belli ki, başörtüsünden karşı cephede rahatsız olanların olduğu gibi, bu sorunun çözüme kavuşmasından dolayı nemalanmayacak olanlarında rahatsız olduğu,(ve ya çözümsüzlükten dolayı rant kapma sevdası) son olayda belli olup ortaya çıkmış gözükmektedir.Yoksa o bazıları, kadınların özgürleşmesinden dolayı işgal ettikleri makam ve mevkileri kaybetmesi korkusu mu demeliydim?!

    Neye karşısınız?
    Önce kendiniz bir karar verseniz:)

  42. Yazan:sefaçelik Tarih: Eki 17, 2011 | Reply

    bir kişiyi ne olursa olsun rahatsız ettiği için sevinen ve ”düşünmesine sebeb olma” lütfunda (!) bulunan rahat(sız) kardeşim;

    Bir şeye nasıl bakıyorsan aslında beyninde ona o şekli vermişsin demektir.Sen kendi enteresan bakış açına göre köyleştirdiğin dünyayı ( ub arada liberal misin bilmiyorum ama liberallere çok benzeşir biçimde işinize geldimi köy,köylük gibi aslında kıyaslarına görece daha ibtidai yaşam formu olan bir sosyolojik katmanı bile moderniteyi cilalamak için tepe tepe kullanmaktan çekinmiyorsunuz) ve onun içinde senelerin vermiş olduğu birikimlerle elde edilmiş teknolojiyi bile tehlikeli görüp bunların yarattığı/yaratabileceği tahribat üzerinden korkularınızı ve umutlarınızı (aynı anda)besliyorsunuz…

    Köyün ortasını yardı geçti dediğiniz şeyler istenirse daha olumlu olarak kullanılabilecek zararları minimuma indirilebilecek şeyler.Bir düşünün neredeyse kaç asırdır ekmek bıçağıyla ne cinayetler işlendi lakin şimdi gelip mutfağına baksam bir düzine bıçağı gönül rahtlığıyla barındırdığını görebilirim.Bu potansiyel tehlikeyle(!) istersen nasıl başa çıktığın gibi(bugüne kadar dayanamayıp birlerini doğradıysan o ayrı elbette) Kuran ve sünnet çerçevesine çıkmadan,onun ipine sımsıkı bağlı olursan diğerlerinin menfi-saptırıcı etkisiyle de öyle başa çıkabilirsin…

    Teşhis yapan tedaviyi göstermeli.Sizin tedaviniz ne? ”Bende yapıcam,siz yapıyorsunuz hevesinizi almışsınız bana karışamazsınız” mı yoksa aklı başında her insanın onaylayabileceği başka bir çözüm mü? Gerçekliğinizin çölünde yolunuzu erkekleri birebir taklit ederek mi buluyorsunuz yoksa? (korkarım öyle)

  43. Yazan:burak Tarih: Eki 18, 2011 | Reply

    kemalist zombiliğinin don kişotlaştırdıklarından olmalısınız ki; olmayan bir şeyi kanun ile kaldırmaya çalışmaktasınız.

    Bir kere olsun Kemalistlikle itham etmeden fikrinizi beyan edemez misiniz?

    elbette hüseyin çelik doğru söylüyor, başörtüsünü yasaklayan her hangi bir yasal engel yok, bu yasak zombi kemalist sistemin beyninde ve genlerindedir.

    Başörtüsünü yasaklayan her hangi bir yasal engel yok demekle doğru söylemiş olabilir Hüseyin Çelik. Ancak yasal engel olmamakla birlikte bu yasak fiiliyatta devam ediyor. Mecliste neden başörtülü vekil yok, neden hala sınırlamalar devam ediyor? Sizce başörtülü olup da m.vekilliği talip olan ya da aday olmak isteyen yok mudur?
    Demek ki yasal engelin bulunmayışı yetmiyor ortada bir problem var. Ha, bu problemin müsebbipleri asıl müsebbipleri bellidir sizin de işaret ettiğiniz gibi. Lakin sonuçta bu yasağı savunan zihniyetin sözü geçiyor. Akp de başı derde girmesin diye eyyamcılık yapıyor. Bunu anlamadığınıza gerçekten şaşırıyorum. Anlamadığınız gibi sizin deyiminizle bu şikeli duruma itiraz edenleri zombilikle, donkişotlukla suçluyorsunuz.

    hem daha önce üniversitelere serbesti için mhp önermiş ve 411 oyla meclisten geçen daha sonra zombi siyasetin partisi chp tarafından yine zombi bürokrasi tarafından iptal edilen kanunu hatırlayınız, orada mhp pası vermiş, chp/anayasa mahkemesi de golü atmıştı, tabiki zombi siyasetin medyası da geri durmamış “411 el kaosa kalktı” diye manşetler atmıştı, ne çabuk unuttunuz, üstelik bu komplonun fitilini yakan mhp ise pişkin bir tavır takınmıştı, şimdi aynı oyun mhp inandırıcı olamayacağı için bdp üzerinden tezgahlanmaya çalışılmaktadır.

    Tamam, ifade ettiğiniz kumpası kimse inkar etmiyor. Ancak bu problemin bir şekilde çözülmesi gerekir ve akp şu anda çarketmiş durumda. Yani her türlü kateküllinin olduğu bir siyaset ortamı var diye bu sorun öylece kendi haline mi bırakılsın?

    hem, olmayan yasağı kaldırmakta neyin nesi oluyor, merve kavakçı TBMM’den dışarı atılırken bir yasal dayanak mı vardı? yoksa dönemin ergenekoncu faşist zihniyetinin zorbalığı mı merve kavakçı’yı TBMM’den dışarı atmıştı. milletvekilliğini düşürmek için de, gerekçe olarak bula bula merve kavakçı’nın “abd vatandaşlığı”nı bulmuştu, bu gerçekten bilmem bir şey çakozlayabildiniz mi? biraz akıl, biraz mantık zor olmasa gerek.

    Olmayan yasağa değil, yasal engel olmadığı halde halıhazırda sürmekte olan yasağa ve keyfi uygulamalara bakın siz. Bu bakımdan belki de acilen düzeltilmesi gereken çarpıklık bu. Nasıl düzeltilecek? Madem yasak yok, yasak olmamasına karşın devam eden çekinceleri ortadan kaldıracak yasal bir düzenleme ya da anayasal güvence getirilsin. İşin biçimsel yanına takılmamak gerekir.

    İkincisi, Merve Kavakçı’nın meclisten atılmasından kimse bugünkü iktadarı sorumlu tutmuyor. Ne var ki, o gün bugündür başka bir başörtülü vekil meclisten adımını atmış değil. Ha, bile bile lades diyerek “amerikan vatandaşlığında” ısrarın 28 Şubat’a zemin hazırlama planının bir parçası olabilir. Ancak geçmişte böyle oyunlar oynandı diye konu kapanmış diyemeyiz.

    hani beni ilgilendirmeyen bir konu da olsa haksızlığa ve çarpıtmalara tahammülüm olmadığından bir hatırlatmada bulunmadan edemedim.

    İyi güzel de, haksızlığa karşı gelirken haksızın yanında yer alıdığınızın farkında değilsiniz. Hüseyin Çelik’i savunmakla mı mağdurların hakkını savunup haksızlığa/hukuksuzluğa karşı çıkacaksınız? Hem hakkı gaspedilen, sosyal alanların dışına itilen kadınların adına karar verme hakkını nereden alıyorsunuz? Yani her konuyla ilgilenin, müdahil olun, amenna da, biraz adil ve hakça olsun, işi gücü bırakıp akp borazanlığı yaparak olmasın.

  44. Yazan:zeze Tarih: Eki 18, 2011 | Reply

    sayın sefaçelik,

    öncelikle bana “sen” diye hitap etmekten sizi men ederim.

    ortalama türkçe okuma-yazma bilgisine sahip (200 sözcük içinde konuşup yazan) biri yukarıda yazdığım üç satırın hiç birinde kendi yaşam tarzıma ilişkin tek sözcük etmediğimi algılayabilir.

    ilk mesajımda (bazı dindar) erkeklere atfen andığım yaşam biçimleri ise öykünülecek tutumlar değil elbette. bunları ilk önce kendi hemcinslerinize bir bakmanızı önermek için andım.

    köy örneğini ise değişime işaret etmek için metafor (mecaz) olarak kullandım. bu da bir söyleme biçimidir.

    insanın kelime dağarcığı ile düşünme, algılama kapasitesi arasında da bir korelasyon olduğu için söylediğimin temelde “değişimin insana değeceğini” söylemekten ibaret olduğunu anlamayışınızı anlayabiliyorum -ama üslubunuzu dikkate aldığımda anlayışla karşılayamıyorum.

    dindar ya da değil hiç bir erkeğin, dindar ya da değil hiç bir kadına nasıl yaşayacağını, neyi savunacağını dayatma hakkı yoktur. kadın erkeğin “malı” değildir.

    yazdıklarınızda cinsiyetçi klişelerden ve önyargılardan başka bir şey göremedim. beni “terbiye etme” gayretiniz için size teşekkür edemeyeceğim. size minnettar kalmadım.

  45. Yazan:zeze Tarih: Eki 18, 2011 | Reply

    sayın tuğrul paşa,
    varacağım yer kadar yürüdüğüm yolu da önemsediğimden “akıntıya karşı”yım.

  46. Yazan:Tuğrul Paşa Tarih: Eki 18, 2011 | Reply

    Bence tesettürde geldiğimiz bu engelleme noktası ve furyası sebep değil, bir sonuçtur. Gitgide Batı endeksli modernist bir hayata adapte olmak için taklitçi bir yolu seçen, kendi öz benlik ve kimliğinden uzaklaşarak neo- liberal kapitalist dünyanın karşısında kendisine bir yer arayan Müslümanların dışa vurmuş yansıması da diyebiliriz.Ne varki, bu dışa yansıması ahlaki ve müslümanca bir tavır olmadığı gibi abartıya kaçan yaldızlı bir hayat tarzına da özlemi yansıtmaktadır…

    Halbuki bir zamanlar başları örtülü olduğu için üniversiteye alınmayan 28 Şubat mağduru bayanların da bu abartılı hayat tarzında görev almaları, Müslüman camianın bazı gruplarının kendilerini bir kez daha sorgulaması gerektiğini göstermektedir…

    Tesettürde moda tarzı amacından uzaklaşmış bu hayat tarzı,özünde tesettür etrafında uzun süre tartışılacaktır. Şüphesiz, 28 Şubat sürecinde mağdur edilerek kendilerini geliştirmek yerine farklı alanlarda ispat-ı vücut etmeye çalışan bu insanlar maalesef tesettürün gerçek ruhunu anlayamayan karekter zafiyeti içinde olanların olması da düşündürücü ve ibret verici bir vakıadır…

    Bunlar kendilerini ruhen geliştirip fikirleriyle toplum önünde olmak yerine; şallarıyla, yaldızlı, süslü janjanlı elbiseleriyle dikkat çekmek için toplum içinde olmayı göz önünde tercih etmişlerdir.Her şeye rağmen bu vb bireysel hatalara rağmen birde bardağın dolu tarafı şudur bana göre:Yukarıda tasvir ettiğimiz insanların bize göre yanlışları, Müslüman kesimi her türlü önyargılardan arındırarak kendimizi özeleştiriye yöneltebiliyorsak ve bu yanlışlarımızı şefkatle dile getirebiliyorsak kazanan yine biz Müslümanlar olacak diye ümid etmek istiyorum…

    Sayın Ali Duman ve sayın zeze, her ikinize de verecek çok cevaplarım var ama sanırım kıymetli editör(ler) bana objektif davranma konusunda cimri davranmaya devam ediyorlar.Yolladığım 5 yazıdan biri, o da zülfiyare dokunmadığı için yayınlanmış.Sağlık olsun…

    Hiç bir haksızlık karşısında susmayanlar; hızar gibi olurlar,nalıncı keseri gibi olmazlar.Heleki akp’nin takiyyeleri karşısında sesimiz/sesiniz daha da gür çıkmalı…
    Bu yolladığım yazı bir yayınlansın, cevaplarda arkasından gelecektir,İnşaAllah…
    Kolay gelsin tekrar…

  47. Yazan:EDiTÖR Tarih: Eki 18, 2011 | Reply

    @Tuğrul Paşa,

    Bir çok yorumcu bu “engelleme” geyiklerine hayret ediyor. çünkü 4 yildir TEK BiR YORUMU BiLE ENGELLENMEYEN bir sürü yorumcu var. Siz kusuru kendinizde arayin. Geçmiste irkçi ve siddeti öven yorumlariniz bizi yeterince ugrastirdi. Kimsenin size gicigi yok. Siz biraz özelestiri yapin. Yorumlarinizi yollamadan önce biraz okuyun.

    Bir yorumcu üslubunu bir kere bile bozsa “iSTENMEYEN” olarak isaretlenebilir. O zaman haftalarca engellenebiliyor. Sonradan çok nazik vb yazsaniz bile fark etmiyor, engelleme OTOMATiK. Ayda yilda bir çöpe düsen yorumlari kurtariyoruz. O zaman yeniden yazabiliyorsunuz.

    Editörlerin isi “kötü” yorumlari ayiklamak degil. Genellikle bütün yorumcular zaten “iyi” yorum yaziyor. Siz de onlarin arasina katilin ve hep orada kalin ins.

    Saygilar

  48. Yazan:sefacelik Tarih: Eki 18, 2011 | Reply

    Öncelikle ortalama Türkçe bilgisine sahip olmayı 200 kelime bilmekle sınırlandırıp bunları tekrar etme zanneden zat-ı alinizi,kendi kişiliğini ve çapını(içinde direkt küfür yada başka türlü hakaret kullanmadan) bu kadar güzel özetleyebildiği (daha doğrusu küçüklüğünü anlatabildiği) için tebrik etmek istiyorum..

    Aslında takındığınız tutum yansıtma psikolojisi dediğimiz olaya denk düşüyor.Zanndersem sürekli bir uyku veya uyuşma hali içerisindesiniz yukarıdaki satırlarda yazdıklarımı tekrar okursanız kimin yazılan cümlelerin manasından bihaber olup bunun üzerine yalnış değerlendirmeler yaptığını idrak edebilirsiniz(veya dayanışma içerisnde olduğunuz bir arkadaşınız okusun siz dinleyin…Öyle ya bir elin nesi var iki elin neleri var!)

    Kimsenin bir başkasının yaşamı hakkında ahkam kesmemesi kuralını; sizi gülünç durumlara sokma pahasına savunduğunuz/ezberlediğiniz ”kadın faşizm’ine sadakatle bağlı olan ve kendileri gibi azmamış kadın-erkek herkese saldırmayı ibadet haline getirmiş ve herkesi zavallı gören hemcinslerinize ve onların destekçilerine anlatmanız gerekecek.

    Kaldı ki sn.Ali Bulaç ve onun fikri üzere olan hemen herkes kadının konumu hakkındaki beyanları Kuran ve sünnet dayanaklı olarak yazmaktadır.Kendi şahsi fikirleri değildir zaten karşı oldukları ”şey”in aslında erkekler için daha avantajlı daha fazla dünyalık zevklere kapı araladığını söylemektedirler.Eğer kendi fikirleri olsa zaten çoktan karşı sapkın safın tarafına geçmişlerdi ama kişisel nefis ve şeytani heveslerinin aleyhine olmasına rağmen(doğal olarak) Kuran ve Sünnet penceresinden olaya bakmaktadırlar..

    İte aramızdaki bu ”radikal” farklılık meselenin çözümü konusundaki temel problemdir.Hiç bir İslami temeli olmaksızın seküler adetlerin dayattığı şeylere balıklama atlayanların sadece menfi şiddet unsurlarından ve diğer güncel bazı tersliklerden başka içselleştirdikleri ütopyayı destekleyecek herhngi bir dayanakları bulunmamaktadır.Yazsınlar bir eser,göstersinler bir delil bizde okuyalım tabii efendimizin davranışları,İslami prensibler çerçevesinde…

    Yoksa rehberi başka,klavuzu başka ehh nihayetinde burnunun çıkmayacağı yerde başka olanların hezeyanlarına daha fazla zaman ayırma şansımız yoktur…

    Bu arada ”sen” kelimesinin kıymetini bilseniz çok iyi edersiniz çünkü hemcinsimden niceleri sizin dikbaşlı tavırlarınızın yarısını okusalar daha ”samimi” olabiliyorlar benden söylemesi (ben daha fazla ‘samimiyeti’ sevmem zeten merak etme)

  49. Yazan:sefacelik Tarih: Eki 18, 2011 | Reply

    Unutmadan; kadını ”mal” olarak görenleri kendi vücudunu teşhir etmeyi (ister başörtülü ister dekolte giyinerek) hak olarak gören siper yoldaşlarınızın arasında arasanız daha iyi edersiniz..

  50. Yazan:zeze Tarih: Eki 19, 2011 | Reply

    @safaçelik

    din bir “tavsiyedir”. dayatma değil. öncelikle savunduğunuz düşünceleri dayandırdığınız temeli kavramaya çalışmayı denemenizi öneririm.

    “Edindiğim bilgilere göre kampanya AK Parti’yi zora sokmak için “derin devlet” tarafından planlanmıştı…” cümlesinin nesi kur’an ve sünnete “dayanaklı”, bir açıklarsanız sevinirim.

  51. Yazan:sefaçelik Tarih: Eki 19, 2011 | Reply

    Bana cevap yazmaya devam ettikçe şapır şapır döküldüğünüzü görüyorum üzülerek…

    Din’e yaklaşımınız bektaşinin tarzında maşallah.. O da ”Namaza yaklaşmayın” emrinin verildiği ayetin işine gelen kısımlarını kesmiş ve sadece bu kısmıyla yetinip,bir ömür boyu beynamaz gönül rahatlığıyla yaşamıştı ”muhterem”,sizde aynı yolun yolcusu olduğunuzdan ; DİNDE ZORLAMA YOKTUR kelimetullahını;”din suya sabuna dokunmaz,islamı tercih edenlere karşı herhangi bir yaptırım öngörmez,onları vicdanlarıyla başbaşa bırakır v.b. klasik ”seküler /reformist islam” tarzında yorumlayıp bunun peşinden itirazlar geliştirmişsiniz..Hatta daha da ileri gidip bu çarpıklığın üzerinden birde kişisel duruş oluşturmuşsunuz,yazık…

    Sn.Ali bulaç’ın tırnak içerisinde alıntıladığınız cümlesi elbette Kuran ve sünnet dayanaklı değildir.Zaten o cümlesi fıkhi bir konuda açıklama için değil o anki güncel olay karşısındaki düşüncelerini beyan etmek için kullanılmıştır.Elbette yanılgı veya yanlış teşhis içerebilir kaldı ki ben kendisinin kadın sorunu denilen mesele(!)hakkındaki bir çok tespitine katılmama rağmen bu hususta ki tespitini özsel olarak doğru ama kaygı duyduğu etken bakımından hatalı buldum…

    Benim derdim sözde kadın özgürlüğünün peşine giden lakin yaptıklarıyla(daha doğrusu yıkıp duman ettikleriyle) sadece ve sadece kadın-erkek düşmanlığını ve fitnesini arttırmaktan başka hiçbir işe yaramayanların Ali Bulaç ve onun gibilere karşı,onların genel anlamda ”kadının aile,iş,sosyal durumları hakkında” yazdıkları KURAN VE SÜNNET TEMELLİ yazılarına aynı şekilde sadece ve sadece KUR’AN VE SÜNNET TEMELLİ yazılarla cevap vermeleridir.Eğer savunduklarını,Fıkhi bir temele oturtup öyle devam ederlerse emin olunsun ki bugün karşılarına aldıklarını yarın yanlarına çekmeleri çok kolaydır ama bu BÜYÜK ŞARTı yerine getirmeleri halinde…

    Aksi durum (hiç böyle olsun istememe rağmen) yaktıkları şeytani fitne ateşinin büyümesine,nice ocakların yıkılmasına ve türlü türlü melanetlerin artmasına yol açacak ve bugün olduğu gibi yarınlarda da kaybeden erkekler değil KADINLAR olacaktır…

  52. Yazan:nazif doğan Tarih: Eki 19, 2011 | Reply

    Muhafazakar kadınlar zincirlerini kırmak ve “modern” olmak istiyorlar anladığım kadarıyla. Buyursunlar. Ama karşılarında “modern” erkek bulmaya başlayacakları da kesin gibi. O zaman kızmasınlar. Buna şimdiden hazırlıklı olsunlar. “Yok ben modernleşiyorum ama erkek geleneksel rolünden ve sorumluluğundan vazgeçmesin” diyorlarsa daha çok beklerler.

    Yani; bindikleri dalı kesiyorlar, bumerang gibi, dönüp kendilerini vuracak bir yanılgıdır bu.

    Perde ardında kadını dışarı çıkarıp, modernleşmesini tetikleyenler de aslında yine erkeklerdir, çünkü küresel iktisadı ateşleyen güçler, büyük baronlar bunlardan müteşekkildir.

    Amaçları şu olabilir.

    a- ucuz insan gücü (tüm dünyada ve Türkiye’de hala ortalamaya bakıldığında kadınlar daha düşük ücret verilerek çalıştırılıyorlar, özellikle hindistan ve çin’de)

    b- modern iktisadın temeli tüketim ve büyümeye dayalıdır. Büyüme öyle birşeydir ki adeta modern iktisadın fetişi gibidir. Daha fazla modernleşen ve dışarı çıkan kadın daha fazla tüketecektir, büyümeyi tetikleyecektir. Büyümr olmazsa küresel kapitalizm kontak kapamak zorunda kalabilir.

    “Modernleşmek” isteyen kadının ne istediğini biliyoruz artık. Ama karşısındaki “modern”leşmek isteyen erkeğin ne yapacağı şunlar olabilir;

    a- evlenmekten kaçmak
    b- evliyse eğer bu sefer evin, eşin, çocuğun sorumluluğunu üzerinden atmak.

    Sonuç: Batı bugün ürememektedir. Yani nüfus yavaşlaması yaşamaktadır. Buna çözüm aramaktadır, bu yüzden bu konuları yeniden tartışmaya başlamıştır. İslam coğrafyası da bunu tadmaya başladı. Bu projenin gönüllü öncülüğünü maalesef Türkiye yapmaktadır.

    Modernlik meyvesi önce tatlı ama sonra mideyi bozan acımtırak bir tad bıracaktır şüphesiz. Biz de bunu yemeye başladık. Israrla yemek istiyoruz, bir ısırık da biz almak istiyoruz bu meyveden. Hepimiz. Erkek, kadın farketmez. Hep beraber altında kalacağız galiba.

    (Benim için) çözüm: geleneğe, temelini bozmaksızın yapacağımız ufak tadilatlarla, sahip çıkmak, Peygamber efendimiz ve eşlerinin münasebetlerini iyi incelemekten geçmektedir.

    Son söz: Din, günahı ve sevabı cinsiyet ayırımı yapmaksızın tayin etmiştir ve sözünü insana söyler, sadece kadına ya da sadece erkeğe değil.

  53. Yazan:ja Tarih: Eki 19, 2011 | Reply

    nazif doğan: “Muhafazakar kadınlar zincirlerini kırmak ve “modern” olmak istiyorlar anladığım kadarıyla. Buyursunlar. Ama karşılarında “modern” erkek bulmaya başlayacakları da kesin gibi. O zaman kızmasınlar. Buna şimdiden hazırlıklı olsunlar. “Yok ben modernleşiyorum ama erkek geleneksel rolünden ve sorumluluğundan vazgeçmesin” diyorlarsa daha çok beklerler.”

    Nazif bey,
    1. O kadınlar muhafazakâr değil, Müslüman, Müslümanlar muhafazakâr değil devrimci olurlar(solun ağzına yamanmış devrimcilik değil elbet!
    2. Müslüman kadınlar modernleşmiyor, modernleşseler Müslüman kimlikleriyle-ayan beyan başörtülüleriyle yola devam etmezlerdi değil mi? Sakın ola sakal traşlı, vücut yapmış, İslamsı erkeklerle karıştırmayasınız?
    3. Yorumlarınız kadına anne-eş rolünden başka bir rol sunmamış maşallah! bu size avratlık edip, çocuklarınızı doğuran-büyüten robotları Allah kul-muhatap-insan kabul etti ama siz hala eş-anne-bakıcı rolünden fazlasını layık görememişsiniz.
    4. Kadını tek başına konu edemeyip, erkek ilişkileri içinde var etmeniz tam Freud’luk!
    5. Kocasız da, insanız, siz önce bunu öğrenin, gerisi gelir nasılsa

  54. Yazan:zeze Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    dün hilal kaplan yeni şafak’ta bir yazı yazdı. gözden kaçırmış olanlar için aşağıya linkini kopyalıyorum:

    http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=19.10.2011&y=HilalKaplan

  55. Yazan:zeze Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    @ sefaçelik

    “din bir tavsiyedir” sözünden sizin yazdığınız ithamlara ve savruk genellemelere ancak kötü niyetli biri varabilir.

    islamı kostüm müslümanlığına indirgeyen yaklaşımınızın ardından eklediğiniz tehditkar, öncekiler kadar karanlık bir kalbe komşu ve muhtemelen sadece kendinizden ya da benzerlerinizden ilham alan satırlarınız bu konuşmayı geliştirmiyor.

    hoşgörünüze güvenmeyerek artık bu konuşmayı başka bir düzlemde ve size cevap vermeyerek sürdüreceğim.

  56. Yazan:MehmetSalihDemir Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    Aşağı linkteki yazı konuya bir diğer bakış açısını yansıtıyor. tavsiye ederim.

    http://www.adilmedya.com/makale.php?id=1365

  57. Yazan:MY Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    Sedat Dogan’in yazisini okudum, iyi niyet var ama kafa karisikligi daha baskin gibi:

    “Bundan 10-15 yıl önce sistem karşısında eşit mağduriyetlere uğrayan Müslümanlar, artık bu homojenlikten uzaktalar”

    büyük yanilgi. o “homojenlik” hiç bir zaman var olmadi. Ortak “tehdit” karsisinda birlesen insanlarin vehimidir bu. Türkiye’de ve dünyada Müslümanlar çok farkli inanç ve tatbikat yollari tutmustur. ALLAH’in takdiri olan insan tabiatinin geregidir bu. Homojen / tek düze ve hatta monolitik ümmet tasavvuru bir yanilgi oldugu kadar tehlikelidir de. (Bkz. iki kitapta “totalitarizm” konusunda Müslümanlara yapilan ikazlar: Derin MAЯҖ ve Liberalizm Demokrasiyi Susturunca)

    Sedat Dogan ayni zamanda çogu islamcinin ve islamatorun saplandigi TEHLiKELi BiR HASTALIKTAN muzdarip:

    “Başörtüsünü yoksulların ,ezilenlerin safından sıyırıp salt bireysel özgürlük kılıfına yerleştirip egemen kapitalist sisteme eklemlemeye çalışanlara cevabımız şudur:
    ‘Tesettür, ezilen kadınların sembolüdür ‘ …”

    Hayir. Tesettürün neyin sembolü oldugunu ALLAH gerektigi gibi açiklamistir. Kulluk vazifesi ile sinif kavgasini birbirine karistirmak ne korkunç bir hata! Peygamberler dahi O’nun niyetini okumaya cüret edemez iken Serdar Dogan’in kendi kendine bu ehliyeti vermesi ne esef verici! Kendisini acaba peygamberlerden daha üstün, ALLAH’a daha yakin mi görmektedir ki böyle bir niyet okuma hevesine kapilmistir?

    Dahasi bu cümleye bakarak ezilMEyen kadinlarin baslarini açmasi gerektigi ya da buna gerek olmadigi ya da haklari olmadigi bir sonuç çikar.

    ALLAH’in yolu birdir. şirke düşmenin ise bin çeşidi vardir. Kur’an ve Sünnet üzerine spekülesyon yapma hatasina düşenlerin tipik açmazlari içinde kalmis Serdar Bey. ilk firsatta El-munkizu Min-ad-dalâl (Hz Gazâlî) okunursa bir daha bu türlü hatalara düsmekten korunabilir.

    üstelik yine bu son paragrafta Fakir/işçi/ezilen/Müslüman arasinda bir paralelleik kurma gayreti var. Malcolm X’in gençlik yillarinda Müslümanligi bir “zenci dini” sanmasi, beyazlarin müslüman olamayacagini iddia etmesi gibi tam bir saçmalik. Yanlis bilmiyorsam Malcolm X Hacc’a gidince akli basina gelmis. Her irktan din kardesini etrafinda görünce uyanmis.

    Daha elestirilecek çok sey var. en iyisi kendisi yazdiklarini yayinlamadan önce elestirel gözle bir kez okusun diye dua edelim. Bu kadar kisa bir yazida bu kadar çok ve derin hata! Pes dogrusu.

    Lüks saplantisini, bencilligi, cimriligi, israfi reddetmek baska sey, islam’i müzmin fakir/ezilen dini sanmak bambaska. Islam parayi, zenginligi yasaklamaz. Para ile “sapik” iliski kurulmasini yasaklar. Kiliç ile, karsi cins ile, siyasi iktidar ile de “sapik” iliski kurulabilir. Ama bunlar da Islam’da yasak degildir.

    Islâm’i babalarinin mali gibi oraya buraya çekistirmeyi birakmadiklari müddetçe insanlar Serdar Dogan’in durumuna düsmekten kurtulamayacaklar korkarim. Netice islamcilik ve islamatorluk “normal” Müslümanlik ile çatisabilir. Bir seçim yapma vakti geldiginde dikkatli olmak gerek 🙂

    Konuyla ilgili okurlar için biraz okuma tavsiyesi

    1) İslamatorlar aptallığa abdest aldırdı!
    2) Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?
    3) Müslümanlar Para’dan an-Namaz mı?

    … Vakit ayirabilenler için ise iki kitap…

    Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

    Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

    İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

    Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

  58. Yazan:beneklitavuk Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    Said Nursi’den bir alıntı yapıyorum. Lemaat’tan :

    “Mim”siz medeniyet, tâife-i nisâyı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metâı yapmış. Şer’-i İslâm onları

    Rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede. Temizlik zînetleri;

    Haşmetleri hüsn-ü hulk, lûtuf ve cemâli ismet, hüsn-ü kemâli şefkat, eğlencesi evlâdı. Bunca esbâb-ı ifsad, demir sebat kararı

    Lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvânda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları.

    Yatmış olan hevesât birden bire uyanır. Tâife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı.

    Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; Hem müthiştir tesiri.

  59. Yazan:MehmetSalihDemir Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    Tesettürün amacı ve neyin simgesi olduğu elbette açık ama inanan ve bilen insan için. Bir kesim için ise bambaşka bir anlamı var(dı).

    Yıllarca başörtüsü simgedir-değildir tartışması yapıldı. Bu itham karşısında dindar insan “Hayır ben Rabbimin emri olduğu için, onun rızasını kazanmak için örtünüyorum” diye savundu kendini. Tamamen haklıydı da. Siyasi bir simge olduğunu düşünmedik. Ancak itham edenlerin için ise kesinlikle bu bir simgeydi. Bir nesne, birileri onu simge olarak düşündüğü andan itibaren bir simgedir artık o kişi için; gerçekte ne olduğu önemli değil. Peki, suçlayanlar için başörtü neyin simgesiydi? İtirazlarının bir “bez parçasına” olmadığı açıktı. Onu takan kadına da olamaz; neticede elinde silah ya da fiziksel güç ile onları tehdit ediyor değildi. Temsil ettiği şey İslam’dı ve tabii ki onun çağrıştırdığı her şey. Özellikle, o andaki sermaye ve mülkiyet ilişkilerini kökten değiştirecek bir iktidar adayını çağrıştırıyordu. 28 Şubat’ın ardındaki sermaye, medya, asker, siyaset ilişkilerini bugün daha net biliyoruz. Başörtüsü meselesi üzerinden tüm dindar ve muhafazakâr insanlar dövülüyordu, hatırlayalım.
    Başörtülü kadın en görünür kurban oldu, kabul…

    Serdar Doğan’ın yazısındaki her cümleye katılıyor değilim elbette. Ama özellikle şu cümleyi önemsiyor ve üzerinde kafa yormaya değer buluyorum: “Tesettürü, sömürü çarkına çomak sokan bir mekanizma olarak addetmezsek eğer, kapitalist sistem elbette tesettürü de tüketim kalıplarının içinde yoğuracaktır.”
    Cümledeki ikinci yargının gerçekleşmek üzere olduğunu düşünebilir miyiz? Son günlerde çok tartışılan Ala dergisinin neyi “temsil” edebileceğini bir düşünelim isterim. 28 Şubat’ta eğitim hakları engellenip hayatı alt üst olanlar, “bizim de Vogue gibi bir dergimiz olsun diye mi onca acı çektiler?

    Bu tartışmaların bir nedeni de, dindar insanların dışlandığı ve horlandığı zamanlarda başörtüsünün temsil ettiğine inanıldığı şey ile iktidar olduktan sonra temsil ettiği ve çağrıştırdığı şey arasındaki farktan kaynaklanan bir gerginliktir diye düşünüyorum.

    Bu meselede, öfkeye kapılmadan ve dinimizin ısrarla vurguladığı ‘takva’ hakikatini göz önünde bulundurarak yargılar üretirsek herkes için daha faydalı olur derim.

  60. Yazan:"Sadece" Müslüman Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    Yukarıdaki tartışmaları izlerken aklıma İhsan Eliaçık geldi. Kendisi sol görüşlü olduğu için Kur’an ayetlerini de o şekilde yorumluyor ki büyük bir tehlike. Mesela bir ara tutturmuştu: “Büyük günah nedir?” diye. Kur’an’da geçen K-e-B-i-R kelimesinden yola çıkıp kapitalizme tekme atıyordu. Büyük Günah mı yoksa büyüklenme (K-i-B-i-R) günahı mı? Eğer tercüme/yorum hatası yaptıysa ne büyük bir vebal altına girdi değil mi?

    Buyurun, siz bakın, Eliaçık Kur’an’a yorum mu getirmiş yoksa istediği yöne çekiştirmek mi istemiş?

    “…{KEBÂİRE’L-İSM}: Sözlükte [كبر ] kökü “büyük olmak”, [ثما] kökü de “suç işlemek, günaha girmek” demektir. Bu iki kelimeden oluşan [كباءر الاثم ] ise “büyük günahlar” demektir. Bu deyim aslında sadece Müslümanlara değil; insanlığa önemli mesajlar vermektedir. Ayette geçen lemem kelimesi ise “Bir anlık şuursuzluk hali” demek olup (Razi) “küçük günahlar, ufak tefek hatalar” şeklinde meşhur olmuştur. Demek ki “Günahın büyüğü küçüğü olmaz” sözü doğru değildir. Suçun ve günahın büyüğü olur ve Kur’an bu anlamda büyükler (kebâir) demektedir. Peki büyük günahtan ne anlamalıyız? Ayet bağlamına baktığımızda, “Dünya ve ahiret Allah’ın’dır” (Necm; 53/25) ve “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır” (Necm; 53/31) tekrarlı vurgularından da anlaşılacağı gibi büyük günah (kebâire’l-ism) “sahiplenme” (mülk) ile ilgilidir. Keza aynı bağlamda “İnsan için emeğinden başka hakkı yoktur” (Necm; 53/39) ve “Onun emeği karşılığını görecektir (Necm; 53/40) tekrarlı uyarısından da anlaşılacağı gibi kişi emeğinden başka bir şeye sahip değildir. Bunu unutup örneğin çit çevirerek, emeği sömürerek vs. Allah’ın mülkünü ve insanların alınterini sahiplenmeye kalkışması büyük günah (kebâire’l-ism) olmaktadır. Sure bağlamından anlaşılan budur…”


    Ha Eliaçık’ı savunmak için şu denilebilir: Cimrilik ve maddî baskı ile insanlara eziyet etmek de şirke girer. Gerçek kudret ancak O’nundur. Tamam. Bunu derseniz anlarım. Ama “para ile ilgisi olmayan büyük günah yoktur” mealinde konuşan Eliaçık’ın ciddi biçimde hata yaptığını düşünüyorum. Üstelik sevenlerini, talebelerini de hataya sevk ediyor. Yazık.

  61. Yazan:Siyah Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    sevgili Ekrem Senai’nin kisa bir yazisi vardi, okudunuz mu bunu?: “organik dinimi geri isterim”

  62. Yazan:burak Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    Sedat Doğan, bence de iki noktayı birbirine karıştırmış. Yazısında ağırlıklı olarak islamın iktidar amaçlarına payanda edilmesine itiraz etmiş. Bu noktada bence haklı olduğu noktalar var. Akp, sistem tarafından inancından ötürü horlanan, ezilen,engellenen sünni müslümanların hakkını savunarak yani haktan yana safını belirleyerek bu günlere geldi. İlk başta, hakkını teslim edelim bu hak ve adaletten yana duruşunda samimiydi de. Ki zorbalığın karşısında dik duruşu karşılıksız kalmayarak dışlanan insanlarla beraber hakkı hukku çiğnenen farklı kesimlerden de destek aldı.Akp ayrıca bu mücadele sürecinde büyük sıkıntılar yaşadı. Statükocuların hedefi haline geldi. Yobaz laiklerin başlattığı karalama kampanyalarıyla yıpratılmaya çalışıldı. Nihayetinde karşılaştığı bu direnç akp’yi kapatma noktasına getirdi. Ne var ki bu badireler kısmen aşıldıktan sonra akp kitlelere verdiği umut noktasında bugün sapma düzeyinde ciddi bir siyaset değişikliği göstermekte, Denge siyasetine yönelmektedir. Dolayısıyla denge siyasetine ağırlık verildikçe, iktidara zeval gelecek kaygısıyla her türlü hak arayışı komplo olarak değerlendirilmeye başlandı. Bunun anlaşılır bir yanı yok. Apk sistemle sıkıntı yaşıyor diye kimse inanç ve değerlerinden vazgeçmek zorunda değildir.
    Dolayısıyla Sedat Doğan’ın bu yöndeki kaygı ve endişeleri yerindedir ve doğru anlamak gerekir.

    Ancak, akp’nin yeni yeni gün yüzüne çıkan bu popülist siyaset tarzı ne kadar yanlışsa, Sedat Doğan’ın islamı sınıf ayrımı/farklılığından ibaret görerek meseleyi sınıf çatışmasına indirgeyici bakış aşısı da bana göre o kadar hatalıdır.

  63. Yazan:MY Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    “Tesettürü, sömürü çarkına çomak sokan bir mekanizma olarak addetmezsek eğer, kapitalist sistem elbette tesettürü de tüketim kalıplarının içinde yoğuracaktır.”(Serdar Doğan)

    Evet, kafa yoralim.

    “sömürü çarkına çomak sokan bir mekanizma”

    ifadesi sorunlu meselâ. Tesettür bir mekanizma degil bir kere.
    SoruN 1: Tesettürün bu sekilde araç haline getirilmesine ALLAH razi mi?
    SoruN 2: Zulme (=sömürü çarkına) direnmek kimin görevi? Kullarin mi “mekanizmalarin” mi? Meselâ cihad edenler Sahabe miydi yoksa kiliçlar ve zirhlar miydi?

    Ve bir kaç soru
    Soru 1: Tesettürün bu sekilde araç haline getirilmesine kadinlar razi mi?
    Soru 2: Tesettürü “kullanmak” kadinlari da kullanmak anlamina gelmez mi?
    Soru 3: Namaz, oruç da bu sekilde anti-kapitalist bir alet yapilsa kabul edilir mi?
    Soru 4: Kapitalizm bir gün son bulursa “Artik Islâm’a da gerek kalmadi” diyenlere cevap ne olacaktir?

    TEHLiKE: Sovyetler Afganistan’i isgal ettiklerinde islâm’a dair ne varsa anti-komünist sembol haline gelmisti. Sovyetler geri çekildi. Komünizm çöktü. Islâm’i anti-komünist bir alet olarak tasavvur edenler de fikren çöktüler. Islâmciligin zayif taraflarindan biri bu. Bati’dan veya “ötekilerden” gelen kötülüklere göre dinimizi enstrümantalize ediyor. Sonra tehdit biterse veya sekil degistirirse boslukta kaliyor.

    Bu boslugu doldurmak için bu kez komplo teorileri üretmek gerek: “Aslinda sovyetleri saldirtan siyonistlerdi, simdiki Amerikan saldirganligi 1400 yillik bir planin devamidir…”

    ALLAH’in dini Zaman ve Mekân’la, ideolojiler ve antidotlariyla ihata edilemez; anti-Komünist veya anti-Kapitalist kaliplara sigdirilamayacak kadar engindir … diye düsünüyorum 🙂

  64. Yazan:MY Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    “Son günlerde çok tartışılan Ala dergisinin neyi “temsil” edebileceğini bir düşünelim isterim. 28 Şubat’ta eğitim hakları engellenip hayatı alt üst olanlar, “bizim de Vogue gibi bir dergimiz olsun diye mi onca acı çektiler?”

    Burada bir önkabul var: Tesettürle üniversiteye girmek isterken “onca acı çeken” her kiz bir dava sahibiymis ve dava AYNI dava imis gibi bir önkabul. Bence tesettürü yüzünden okuldan atilanlarin içinde “tahsilli koca arayan” da vardi. Doktora yapip akademisyen olmak isteyen de vardi. Iran hayrani da vardi. Türk Milliyetçisi de vardi. Kürt de vardi. Bize yorum yazanlardan biliyoruz, tesettürlü Alevî kizlar da magdur olmuslar. Halbuki tesettür konusu hep “sünnî” etiketle sunuldu medyada.

    Niyetimiz iyi olsa bile bütün tesettürlü kizlari AYNI kalip içine koymak en basta o kizlara karsi büyük saygisizlik olur. Kemalistler bunu yaptilar. “Tesettürlü” diye bir kimlik olustu.

    Tabi meydanlarda, mahkemelerde, dernek vb yerlerde bir yaklasma olur. Birlikte HAREKET ETME olur. Ama AYNI OLMAK baska. Bu insanlari ne anti-Kemalist ne de islamci vb etiketle TEKTiPLESTiRMEYE hakkimiz yok.

    Nasil ki “gözlüklü erkek” diye bir kimlik yoksa bu da böyle.

    Gelelim ALA dergisine veya VOGUE vs. Lüks tüketim insanlik kadar eski. Bu 19cu ya da 20ci asra ait bir sey degil. insanlarin para ile kurdugu iliskinin vasiflari zaten Islam’da belli. Daha dogrusu NE OLMASI GEREKTiGi. Cimrilik, israf, gösteris vb. Bunlar yasak.

    Serdar Dogan lüks tüketimi elestirebilir tabi. Ama “AKP iktidar oldu, mertlik bozuldu” seklindeki serzenis kanaatimce az düsünmekten geliyor.

    Müslümanlar Bagdat’ta, Istanbul’da, Endülüs’te ve daha bir çok yerde iktidar olmustur. çok da iyi olmustur. Dünyanin en güzel binalarindan biri olan Taj Mahal Müslümanlar tarafindan yapilmistir, minaresi vb olan bir camidir. Mimari yanilmiyorsam Üstad Isa isimli bir Türk idi.

    taj mahal

    Bu cami ayni zamanda onu yaptiran Müslüman sultanin zevcesi için bir türbedir. Etrafi Kur’an ayetleriyle kaplidir.

    taj mahal üzerinde hat

    Gerek ekonomik, gerek siyasî gerekse askerî güç pastasindan payimiza düseni almaliyiz. Islam demek anarsizm demek degildir. Ya da her türlü otoriyete itiraz demek degildir. FAZLA UZUN bir süredir “ezik” rol oynamis olan Müslümanlarin iKTiDAR’i, zenginligi haram sanmasini anliyorum. Ama katilmiyorum. Eger biz güce ortak olmazsak Israil’in, ABD’nin kaprislerine katlanmaya devam edecegiz. Tersine bu bizim hakkimiz ve ödevimiz. Geçmiste de bu böyle olmustu zaten:

    “…Müslümanlar uygarlığa çok önemli ve kalıcı katkılarda bulundular. Gerçek anlamda ilk üniversiteleri yani birkaç disiplinin birden aynı bir çatı altında okutulan medreseleri kurdular. Gene deney ve gözlemi batı dünyasına öğreterek bugünkü pozitif bilimin temellerini attılar. [*] 1600’lere kadar da askerî ve siyasî alanlarda liderliklerini korudular. Ortaçağ’da Müslüman’ın seviyesine erişmek isteyen Avrupalı elit çocuklarını Bağdat’a tahsile yolluyor, bunu yapamayan ise Venedik’te, Viyana’da, Paris’te kıyafetiyle Müslüman’ı taklid ediyordu…”(Bkz. Müslümanların iç hastalıkları)

    Eger Müslümanlar güçlü ordular kurMAmis olsa ve iktidara geçMEmis olsaydi ticarette, bilimde, teknikte, felsefede kaydedilen ilerlemelerin hiç biri olmazdi.

    Islamcilarin ve Serdar Dogan’in (henüz) anlamadigi mevzu su:
    Devlet adalet ile ayakta durur. suçlulari cezalandirir. Ama bazi cezalari insanlar veremez. Onlarin cezasini ancak ALLAH verecektir.(dedikodu, kiskançlik, kibir…) O da kismen öldükten sonra. Bu Ahiret ile ilgili olan ilâhî adaleti de yeryüzüne tasima arzusu (bence) bir hata. Eger islamci(?) bir devlet yeryüzünü Cennet, vatandaslari da cennetlik yapmak isterse herkesi öldürmekten baska çare bulamaz. çünkü insanin nefsi vardir. Zenginlikle sapitabildigi gibi fakirlikle de sapitabilir.

    insanlari “islam adina” adam etme arzusu islamcilarin Müslümanliktan uzaklasmasina vesile olabilen bir arzu. Bu arzu VOGUE veya Al okumaktan daha da tehlikeli olabilir 🙂

    Takdir-i ilâhî’ye aykiri arzulardan yine O’na siginalim…

    (*) Fransız bilim adamı Briffault Making of Humanity adlı yapıtından : “… bilim dediğimiz olgu Avrupa’ya araplarca getirilen deney, gözlem ve ölçüm yöntemlerinin sonucudur. Bilim İslâm uygarlığının Dünya’ya en önemli hediyesidir” der. Amerikalı bilim tarihçisi George Sarton’a göre ise : “Ortaçağın temel fakat bir o kadar da az bilinen başarısı, deney ruhunun uyandırılmasıdır ki bu, her şeyden önce, 12nci asra kadar Müslümanların sayesinde olmuştur.”
    Hüseyin Kâzım Kadri: 20. Asırda İslâmiyet; Pınar Yayınları, sayfa: 99).

  65. Yazan:MehmetSalihDemir Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    Üstadım, (MY)
    Madde madde yazdığınız her şeye aynen katılıyorum. Ama bu inanan, bilen ve bunun farkında olan insanın düşünceleri. Ben de bu şekilde düşünüyorum.

    Oradaki mekanizmadan kasıt ( benim yazıdan anladığım şekliyle tabii) tesettür değil; onun ima ettiği, çağrıştırdığı ve göndermede bulunduğu şey. Tesettür inanan insan için sadece bir emir. Ama dinden korkanlar için tesettür kendilerini birçok bakımdan rahatsız edecek bir şeylerin simgesiydi.

    Kendimizi başkasının eleştirileri, saldırıları üzerinden tanımlamayalım elbette. Fakat biz nasıl tanımlarsak tanımlayalım kendimizi, “ötekilerin” çeşitli dönemlerde İslam’dan farklı farklı korkma nedenleri olmuştur. Örneğin İslam, ilk çağlarından itibaren diğer dinler tarafından (özellikle Hıristiyanlık) farklı düzlemlerde tehdit olarak algılandı. Teolojik, siyasi, kültürel… (İbrahim Kalın, İslam ve Batı isimli kitabında bu konuları detaylı bir şekilde anlatmıştır.)

    Konumuz açısından bakarsak 28 Şubat’ta da, kızları başörtülü üniversiteye almayanların esas amacı o kızlar değildi. Bir iktidar mücadelesinin nesnesi oldular, ne yazık ki. Yani tesettürden değil de, onu taşıyanların zihniyetinden korkulmaktaydı. O zihniyetin “sadece o dönem” için “ötekiler” tarafından ifade ettiği anlam, hali hazırda kurmuş oldukları iktisadi ve iktidar ilişkilerine yönelen bir tehditti. Başörtüsü onlar için bir araç, sembol veya simge idi.
    İnanan ve gerçeği bilen için değil…

    Asıl, bugün Müslümanlar olarak ( İslamcılar değil) yitirmekte olduğumuz şey vicdanımı rahatsız ediyor. Nedir onlar? İhlâs, takva, güzel ahlak vs… Yani başörtüsü/başörtülüler aslında yine çok hayati bir tartışmanın ( tartışMAmanın) ister istemez nesnesi konuma geliyor; Müslümanların gerçeke konuşması gereken şeyler yine konuşulmuyor maalesef. Mesele esas olarak başörtü filan değil bence…

  66. Yazan:zeze Tarih: Eki 20, 2011 | Reply

    insan aklıyla da kalbiyle de kavrayabilir. evinde oturmak, “sokağa” çıkmamak aklı ve kalbi hastalıklardan korumayı garantilemeyeceği gibi, “sokağa çıkmak” ta aklın ve kalbin hastalanacağı anlamına gelmez. öyle olsaydı erkeklerin de “sokağa” çıkmamasını talep etmeliydik.

    burada sorunlu olan kadınların anlatılarının eksikliği. biz dindar ya da değil, kadınlara dair olan pek çok konuyu erkeklerden dinledik, dinliyoruz. burada dahi referans verilen yazıların yazarlarının neredeyse tamamına yakını erkek. bu hiç tuhaf değil mi?

    ortaçağda cadı diye yakılanlar kadın şifacılardı. tıbbın meslekleşmesi ve kadınların üniversitelerin dışında bırakılması ile tarihin o döneminde kadına tahsis edilen sıfat cadılık oldu. “cadılık” sıfatının kadını taciz ve tasfiye etmek için kullanılması ortaçağ’dan kalma bir alışkanlık olmasın?

    marx’ın karısının adını bilen var mı? freud’un? fransa’da komünarların mektuplaştıkları arasında kadınlar var mıydı? ted hudges şiir yazarken sylvia plath ne yapıyordu? berthold brecht’in yazılarının bir bölümünü yazdığı iddia edilen asistanı kadın mıydı, erkek miydi? annemarie schimmel ev kadını mıydı?

    sahi, neden kadınlara ilişkin sorulardan çok cevaplar var?

  67. Yazan:sefaçelik Tarih: Eki 22, 2011 | Reply

    Yozlaşmış,kokuşmuş düşünceleri üzerine istediği renge boyayıp benimsediği ”şeyi” din zanneden ve islam a bakış açısı ‘’sadece bir tavsiyedir istenirse uyulur’’ olan

    Kafasına bir bez parçası geçirip tesettürü bununla sınırlayan, buna karşın body-building yapıp sakal traşı olan erkekleri İslam dışılıkla suçlayıp , sonradan görme ‘’ala’’ mümine(!)lerin altı şişhane üstü tophane misali,karşı cinsi hertürlü tahrik edebilecek gayet seksi –hani giyinmesen daha iyi olur dedirten- giyimleri hakkında tek kelime etmeyen

    ‘’Cennet Anaların ayakları altındadır’’… Buna mazhar olabilmek için kendisine biçilmiş annelik eşlik ve gerçek kadınlık rolünden utanıp bunu aşağılayan bunların yerine piyasanın malı,oraların ‘’avradı’’ olmayı hayat gayesi haline getirmiş,kendi sapıttığı yetmiyormuş gibi başkalarını da peşinden sürüklemeye çalışan

    Güya savunmalarını sadece ‘’kadın’’ üzerinden yaptığını zannedip aslında bütün duruşunu erkeğe göre ayarladığından bihaber olan

    Gençlik,güzellik elde iken kocasız olacağını düşünen ama ne hikmetse 30undan sonra her türlü kılığa bürünüp ‘’koca arayan/arayacak’’ olan

    Ne düşündüğünü net ifadelerle belirtmek yerine devrik karmaşık cümleler kurarak araya marx,Freud,brechet karşıtırıp kendilerini nirvanaya çıkarmış olan

    ‘lar bundan sonra benimle muhatap olmayacaklarmış!!! Vah ki vah ne kadar büyük kayıp benim için…

    Albenisi ve çekiciliği gittikten sonra nasılsa ‘’özlerine’’ dönüp gençliklerinde kıl aldırmadıkları burunlarını her türlü zemine sürttürüp fellik fellik erkek peşinde koşacak olduklarını tekrar tekrar göstermelerine rağmen şimdilik bu azgınlıklarının, bu had bilmezliklerinin, bu ukalalıklarının tek bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Lise veya Üniversiteyi bitirdikten sonra kendi heva-hevesi uğruna çalışıp 22-35 yaş arasında toplayabildiği kadar mal toplamak.Tabii böyle kutsal bir vazifenin önündeki en büyük engel anneliğe,ev kadınlığına ne kadar küstahça saldırabilirsen o kadar iyi bir yer edinebiliyorsun ‘’nirvana’’da… (Kendi heva ve hevesi uğruna çalışmak her ne kadar bunların akıl hocaları İhsan ağabeylerinin sosyalizmine uymasa da olsun… Din’i nasihat olarak görüyorlar ya yeter Ritüelsiz İslamın müridi olmakta İhsan hocanın dergahına kabule yeterlidir)

    Aşık mahzuni sözün bittiği yerde duruyormuş meğer…

  68. Yazan:sefacelik Tarih: Eki 22, 2011 | Reply

    Yozlaşmış,kokuşmuş düşünceleri üzerine istediği renge boyayıp benimsediği ”şeyi” din
    zanneden ve islam a bakış açısı ‘’sadece bir tavsiyedir istenirse uyulur’’ olan

    Kafasına bir bez parçası geçirip tesettürü bununla sınırlayan, buna karşın body-building yapıp
    sakal traşı olan erkekleri İslam dışılıkla suçlayıp , sonradan görme ‘’ala’’ mümine(!)lerin altı
    şişhane üstü tophane misali,karşı cinsi hertürlü tahrik edebilecek gayet seksi –hani
    giyinmesen daha iyi olur dedirten- giyimleri hakkında tek kelime etmeyen

    ‘’Cennet Anaların ayakları altındadır’’… Buna mazhar olabilmek için kendisine biçilmiş
    annelik eşlik ve gerçek kadınlık rolünden utanıp bunu aşağılayan bunların yerine piyasanın
    malı,oraların ‘’avradı’’ olmayı hayat gayesi haline getirmiş,kendi sapıttığı yetmiyormuş gibi
    başkalarını da peşinden sürüklemeye çalışan

    Güya savunmalarını sadece ‘’kadın’’ üzerinden yaptığını zannedip aslında bütün duruşunu
    erkeğe göre ayarladığından bihaber olan

    Gençlik,güzellik elde iken kocasız olabileceğini düşünen ama ne hikmetse 30undan sonra her
    türlü kılığa bürünüp ‘’koca arayan/arayacak’’ olan

    Ne düşündüğünü net ifadelerle belirtmek yerine devrik karmaşık cümleler kurarak araya
    marx,Freud,brechet karşıtırıp kendilerini nirvanaya çıkarmış olan

    ‘lar bundan sonra benimle muhatap olmayacaklarmış!!! Vah ki vah ne kadar büyük kayıp
    benim için…

    Albenisi ve çekiciliği gittikten sonra nasılsa ‘’özlerine’’ dönüp gençliklerinde kıl
    aldırmadıkları burunlarını yerlere sürttürüp fellik fellik erkek peşinde koşacak
    olduklarını tekrar tekrar göstermelerine rağmen şimdilik bu azgınlıklarının, bu had
    bilmezliklerinin, bu ukalalıklarının tek bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Lise veya
    Üniversiteyi bitirdikten sonra kendi heva-hevesi uğruna çalışıp 22-35 yaş arasında
    toplayabildiği kadar mal toplamak.Tabii böyle kutsal bir vazifenin önündeki en büyük engel
    anneliğe,ev kadınlığına ne kadar küstahça saldırabilirsen o kadar iyi bir yer edinebiliyorsun
    ‘’nirvana’’da… (Kendi heva ve hevesi uğruna çalışmak her ne kadar bunların akıl hocaları
    İhsan ağabeylerinin sosyalizmine uymasa da olsun… Din’i nasihat olarak görüyorlar ya yeter
    Ritüelsiz İslamın müridi olmak ta İhsan hocanın dergahına kabule yeterlidir)

    Aşık mahzuni sözün bittiği yerde duruyormuş meğer…

  69. Yazan:sefacelik Tarih: Eki 22, 2011 | Reply

    Bu arada bu densizlerin son icraatlerini bir de buradan okuyabilirsiniz;
    http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1192686

    Kaç küsür yaşında olduğuna bakmadan,ömürlerinin 2 hatta 3 katı çarpımı kadar ilim peşinde
    olmuş bir insana bunları yapanlara ”hak ettiklerini” vermek gerek bundan böyle…

  70. Yazan:cemile b. Tarih: Eki 22, 2011 | Reply

    editörden naçizane ricamdır….

    lütfen sefa çelik isimli yorum sahibine ya edep sınırları içinde yazmayı salık verin yahut yayımlamayın zira “Müslüman erkek tipolojisi” sefa çelik yorumu değildir, Müslüman erkek yorumu gibi görünüp, Müslüman erkeklere leke süren bu “sapık” zihne şifa dilemekten başka yapabilecek bir yok.

  71. Yazan:burak Tarih: Eki 22, 2011 | Reply

    valla zevzek şarkısı tam da sefaçelik gibi edep yoksunlarına yakışıyor. Hiç aklıma gelmemişti, sağolsun kendini çok iyi tarif etmiş. Ne diyeyim Allah kimseyi zevzek etmesin.

  1. 5 Trackback(s)

  2. Eki 25, 2011: Son 30 günde en çok paylaşılan yazılar : Derin Düşünce
  3. Kas 7, 2011: Son 30 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce
  4. Kas 7, 2011: Son 30 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce
  5. Ara 7, 2011: Son 90 günde en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce
  6. Ağu 30, 2012: Son 12 ayda en çok paylaşılanlar : Derin Düşünce

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin