Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Bilimsellik aklın emaresidir; bilimcilik ise akılsızlığın! »

  • Bilimin putlaşması, laboratuardan çıkıp bir ideoloji, akıllara giydirilen bir deli gömleği oluşu “pozitivizm” denen fikir akımıyla kurumsallaştı.
  • Determinist fizik, kimya, biyoloji yasaları sayesinde kazanılan başarılardan etkilenen insanlar, bunu sosyolojik tahlillere ve toplum mühendisliğine uyguladı.
  • Pozitivizmin kurucusu Comte gibi Condorcet, Renan gibi birçok düşünür Newton’un fizik yasaları gibi tarihsel ve sosyal yasalar olduğunu zannetti.
  • Atılan bir topun hızı, ağırlığı vs bilinince düşeceği yer tahmin edilebiliyorsa sosyal, ekonomik, tarihsel parametrelere bakarak aynı şey neden olmasındı?
  • Marx da bu “tarihsel determinizm” tuzağına düşmüştür. İlliyet ve iktiran (ing. concomitance) gibi kavramları determinizm sanmıştır.
  • Auguste Comte halkı bir makine gibi gören tarihsel determinizmden o kadar eminmiş ki bugün sosyoloji dediğimiz bilim dalına “sosyal fizik” ismini vermiş!

Read the rest

Uluslararası adalet / International justice / العدالة الدولية »

Ne değildir?

Ülkeler arasındaki adalet değildir.

Nedir?

Halka zulmü unutturan bir anestezi; ülkelerin menfaat kavgalarını halktan gizleyen kamuflaj. (Evet, baklavayı bitirdim ama kendi zevkim için değil, sen kilo alma diye yaptım bunu)

Neden?

Çünkü devletlerin dostu, düşmanı yoktur; menfaatleri vardır. Çünkü devletler arasında adalet olmaz; müzakere olur, pazarlık olur.

Nasıl yürür?

Savaş ve veya ekonomik kavga biter; kaybedenin vereceği tavizleri kendi halkına yutturması için bir masal uydurulur ve bir adalet müsameresiyle cila çekilir.

Meselâ Nürnberg’de yargılanan/yargılanması gereken Nazi subaylarının bir kısmına ABD vatandaşlığı verilmesi ve NASA ve CIA tarafından işe alınması, bazı SS subaylarının aklanıp Avrupa’da yüksek bürokrat yapılması uluslararası adalete(!) örnektir. (Bkz. Adalet / Justice / العدالة) Katliam, soykırım gibi uluslararası hak ihlâllerini yargılayan Lahey Uluslararası Adalet Divanı, Bosna ve Ruanda gibi soykırımlar karşısında ne caydırıcı ne de olaylar sonrasında adaleti tesis edici bir güç teşkil etmedi. Zira: Read the rest

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton »

kotuluk-uzerine-bir-deneme_terry-eagleton-23“… Pincher Martin, ölmeyi reddeden bir adamın hikâyesi. Fakat bir dizi geri dönüşten çabucak öğreniriz ki bu açgözlü, şehvet düşkünü, çıkarcı deniz subayı aslında hiç canlı olmamıştır. “Ağzı ve fermuarı açık, elleri almak için ileri uzanmış olarak doğmuştur o” der bir meslektaşı. Kaya üstündeki tek başınalığı onun baştan beri hep yalnız bir yırtıcı olduğunu vurgulamaktadır. Martin diğer insanları kendi çıkarının ya da keyfinin nesneleri olarak kullanır ve kayanın üstündeyken yorgun vücudunu, çeşitli görevleri yerine getiren paslı bir mekanizma gibi görmekten başka bir şey yapamaz haldedir. Romanın dinç, kuvvetli üslubunun da gösterdiği gibi, kahramandan geriye sadece bir hayvan kalmıştır -hep olageldiği içgüdüsel olarak kendini kurtarmaya çalışan yaratık. O zaman Martin’in bilmeden ölmesi yerindedir çünkü ölüm vücudu anlamsız bir madde parçasına indirger. Ölüm maddeselliğin ve anlamın ayrışmasını temsil eder. Vücuduna yabancılaşmış olan Martin, tıpkı bir vinçte oturan biri gibi, uzuvlarını manivela kolları gibi kullanırken, kendi içine çekilmiştir. Kötülük beden ve ruh arasında bir ayrılmayı içerir -soyut bir baskı kurma ve tahrip etme iradesiyle bu iradenin yerleştiği anlamsız bir parça et arasındaki ayrılmayı. Martin görmez; gözlerini çevresindeki şeylere bakmak için “kullanır”. Hayattayken, onları kendi keyfinin mekanik araçları olan et parçaları gibi görerek, çevresindeki insanların vücutlarının gerçekligini inkar etmiştir. Şimdiyse, katıksız bir ironik dönüşüm sonucu kendi vücudunu sanki bir başkasınınmış gibi kullanır. Bitap düşmüştür; uzuvlarını bütünüyle iradesinin zoruyla hareket ettirmek durumunda kalmıştır ve bu da hayatı boyunca diğer insanlara nasıl davrandığını vurgulamaktadır. Vücudu artık kesinlikle kişiliğinin bir parçası değildir. Vücut kişiliğin tene dönüştüğü yer olmaktan çıkıp, kişilikle savaşa tutuşmuştur. Martin’in içinde hala kıpırdanıp duran, uyuşan vücut mekanizmasını bir despot gibi zorlayan, dizginlenemez yaşama isteğidir. Bütün doğal sınırlan aşan bu istek bir tür sonsuzluğu sembolize eder. Yaşama isteği, bu yönden, Martin’in ölümkalım mücadelesinde karşısında bulduğu T ann’n ın seküler bir sureti gibidir. Bu kazazede denizci merhametsiz bir istemin bir arada tuttuğu hayatsız dokular bütününden öte değildir. Bu istem romanda “karanlık merkez” diye nitelenen yerdedir – Martin’in kafasında bir yerlere gömülmüş sonsuza değin tetikte olan bilinç merkezi, onun gerçekten de yaşadığı tek yerdir ki bunun bile bir yanılsama olduğu çıkacaktır ortaya. Bu karanlık merkez kahramanımızın kendini tartmaktan uzak canavarımsı egosudur. Bu durum hem gerçek anlamında hem de ahlaki anlamda düşünülebilir. insan bilinci kendi arkasına geçemez çünkü kendisini tartar, değerlendirirken bile bunu yapan kendisidir. Bilincimizin çıkıp geldiği tekinsiz bölgelerle ilgili kavrayışımızın kendisi zaten bir bilinç eylemidir ve bunu yaparken o karanlık bölgeden uzaklaşmıştır. Pincher Martin de, kendi yağmacı doğasını seçme anlamında, gerçekten de kim olduğunu bilmez. Eğer kim olduğunu bilebilseydi, pişman olabilir ve gerçekten de ölebilirdi. Halihazırda kafasının içine tıkılıp kalmıştır. Konturları baştan beri kendine tanıdık gelen kaya bile ağzında eksik olan bir dişe benzemektedir. Kelimenin gerçek anlamında, kendi kafasının içinde yaşamaktadır. Cehennem, Jean-Paul Sartre’ın iddia ettiği gibi, başkaları değildir. Tam tersi doğrudur. lnsanlann en korkuncuyla, akıl almayacak kadar monotonuyla, yani kendinle, bir yere tıkılıp kalmandır cehennem. Romanın ölen ama öldüğünü kabul etmeyen karakteriyle gösterdiği, aslında ürpertici bir Aydınlanma Çağı insanı imgesidir. Bu kesinlikle, Golding gibi tutucu bir Hıristiyan kötümserinden bekleneceği gibi, muhteşem özgürleşme akımının büyük oranda tek yönlü bir betimlemesidir. Golding yine de olağanüstü bir açıklıkla aydınlanmanın bazı nahoş yönlerini yakalamıştır romanında. Gördüğümüz gibi Martin dünyayı, kendisinin ve başkalannın vücutları da dahil olmak üzere, buyurgan iradesiyle şekil verdiği değersiz şeyler yığını olarak gören bir rasyonalisttir. Önemi olan tek şey kendi kaba istekleridir. Sömürgeci atası Robinson Crusoe gibi mahsur kaldığı ufacık kayanın üstünde bile saltanat sürmeye çalışır: Kayanın farklı bölümlerine isim verir, kayanın üstündeki ufak parçalan zorla koparıp onları bir tür düzene sokar. Sanki kayanın üstündeki çevik, becerikli hareketleri, öldüğü gerçeğini kendinden saklamanın bir yoludur …”

 

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonTavsiye Sohbet

“Ben” kimdir?

Tavsiye makale

Tavsiye Kitap

Derin İnsan

Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton“Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?”(Zhuangzi, M.Ö. 4.yy)

“Ben” kimdir? İnsan nedir? Hakikat’in ne tarafındayız? Hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde nasıl bilebiliriz bunu? Zekâ, mantık ve bilim… Bunlar Hakikat ile aramıza bir duvar örmüş olabilir mi? Freud, Camus, Heidegger, Kierkegaard, Pascal, Bergson, Kant, Nietzsche, Sartre ve Russel’ın yanında Mesnevî’den, Mişkat-ül Envar’dan, Makasıt-ül Felasife’den, Füsus’tan ilham alındı. Hiç bir öğretiye sırt çevrilmedi. Aşık Veysel, Alfred Hitchcock, Maupassant, Hesse, Shyamalan, Arendth, Hume, Dastour, Cyrulnik, Sibony, Zarifian ve daha niceleri parmak izlerini bıraktılar kitabımıza. Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry EagletonSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

Avrasya’nın tarih sahnesine geri dönüşü: Heartland ve Halford Mackinder »

Silah sadece silah değildir!

Yeni silahlar her zaman eski modellerin daha hızlı/uzun menzilli uyarlaması değildir. Zaman zaman siyasî ve askerî doktrinlerdeki keskin virajları da buradan okursunuz. Zırhlar mı kalınlaştı? Hareket menzili mi arttı? Pilotsuz uçaklara neden ağırlık verildi?

Bugünlerde de böyle önemli bir kıpırdanma var. Nedir? Rusya, Çin, İran ve Türkiye gibi karacılar hava sahalarını ve sahillerini denizcilerin tecavüzünden koruyacak teknolojilere ağırlık veriyor. (“Karacılar” veya kıtaya mahkûm stratejik vizyon için deniz savaşlarıyla ilgili son 4 bölüme göz atabilirsiniz) Geçmişte mayın ve dikenli tellerle yapılan bu “yasaklama” bugün S-400 gibi orta menzilli hava savunma sistemleriyle sağlanıyor. Diğer yandan tatbikatlar, resmî açıklamalar ve bölgesel çatışmalarda amfibi birliklerin yükselişi dikkat çekici. Hem denizciler hem de karacılar yeni amfibi hipotezler deniyor. Sahil bölgelerdeki bu stratejik yoğunlaşmaya ABD’nin verdiği cevap da dikkate değer: LCS – Littoral Combat Ship (Sahil / sığ sular için savaş gemisi) 1990’lardan beri Lockheed Martin, Fincantieri Marine Group, General Dynamics ve Austal gibi firmalar işin içindeler. Tasarlanan çok amaçlı savaş gemileri helikopterden orta menzilli füzelere kadar çok değişik silah sistemleri taşıyabiliyor ve mayın tarama, sabotaj, özel harekât gibi görevlerde kullanılabilir.

Teknolojik tercihlerin satır aralarından okuduğumuz bu gerginlikle coğrafî unsurları birleştirelim şimdi. Nedir? Ankara, Tahran, Moskova ve Pekin’in okyanuslara açılabileceği her noktada ABD’nin engeliyle karşılaşması. Ruslar için batıdaki Atlantik yolu sadece İskandinav ve Britanya ile değil NATO ile işbirliği yapan Baltık devletleriyle kuşatılmış. Güneydeki Karadeniz-Ege-Akdeniz yolunun Atlantik çıkışı Cebelitarık’tan, Hint okyanusu yolu ise Süveyş kanalından geçiyor. (Bu engeller Ankara için de geçerli) Rusya için doğudaki durum bundan daha parlak değil. Kamçatka üzerinden geçen Pasifik yolu Japonya’daki üslerle kilitlenmiş. Pasifik adaları, uçak gemileri ve Alaska’daki askerî üsler Rusların hareket kabiliyetini sınırlıyor.

Çin’e gelince… Japonya, Güney Kore, Tayvan, Vietnam, Malezya, Singapur ve isteksiz de olsa Filipinler Pekin’in önünde Çin seddi gibi yükseliyor. (Tabi Guam gibi adalardaki ABD üsleri, uçak gemileri vb ile birlikte) Pakistan ve Arakan’dan Hint okyanusuna erişmeye çalışan Pekin’in Read the rest

Derin Lügat güncellendi. Sürüm 6.0 yayında. »

  • Yeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
  • 6cı sürüme eklenen yeni terimler: Demokrasi, Muhafazakârlık, Kuvvetler ayrılığı, İnovasyon, İlerleme, Erken – Geç.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü. (Bkz. Rönesans’ın Kara Kitabı)

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

İyi Psikolog / Noam Shpancer »

  • Beyin, hayatlarımızdaki hikayelerin derlenip depolandığı bir kütüphanedir.Gerçekten de güzel bir metafor.Ancak ne yazık ki hatalı ve yanıltıcı.Hafıza bir depo değil,geçmişe bakıp kendimize anlattığımız bir hikayedir.Bu anlamda hafıza,hikaye anlatırken kullanılan unsurlardan oluşur:Abartı ve yalan,karmaşa ve zorunluluklar,açığa vurma ve saklama.
  • Her poker masasında bir enayi vardır. Etrafına baktığında bir enayi göremiyorsan, o enayi sensindir.
  • Bazen onarım, arızanın kendisinden daha fazla acı verir.
  • Bir erkek yirmilerinde yalnızsa bekar, orta yaş dönemlerinde yalnızsa tek başına, ilerleyen yaşlarında yalnızsa terk edilmiştir.
  • Bilgi iki uçlu bir kılıçtır.

 

Read the rest

Demokrasi / Democracy / Демократия /デモクラシー/ ديمقراطية »

Ne değildir?

  • Halkın kendi kendini yönettiği bir rejim değil.
  • Hukuk devleti değil. (Demokratik yolla soykırım yapılabilir)
  • Bir değer değil.
  • Özgürlük rejimi değil. (Demokratik yolla özgürlükler kısıtlanabilir)

Nedir?

Demokrasi, menfaat çatışmalarını azaltan bir ateşkes rejimidir.

Demokrasinin zayıflıkları

İnsanî değerlerin değil SADECE maddî değerlerin hâkim olduğu bir toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm. İnsan toplulukları 5 değerle inşaa edilir: Muhabbet, Merhamet, Adalet, Ticaret ve Şiddet. İnsanî rejimler muhabbete, hayvanî rejimler ise şiddete yakın kurumlarla faaliyet gösterirler. (Bkz. Gelecek Zaman’ın hikâyesidir Vakıf ») Batı demokrasilerinde son iki değerin ağır bastığını, adaletin yerine ise bir racon konduğunu görürüz. Yani ticareti, endüstriyi rahatsız etmediği müddetçe her şey kanuna uygundur. Meselâ çalışan bir kadının kürtaj yaptırıp işine geri dönmesi ekonomik olarak rasyoneldir. Bebeğin hayatının (ekonomik) değeri yoktur. Her şeyin fiyatını bilen, hiçbir şeyin değerini bilmeyenlerin adaleti(!) böyle çalışır. (Bkz. Çünkü o her şeyin fiyatını bilir, değerini değil)

Demokrasi neden Batı’da doğdu?

 Avrupa’da demokrasinin ortaya çıkışı ve gelişimi düşünülüp tartışılmış bir proje değil. Bazı zaruretlerden doğmuş bir tür ateşkes hali daha çok. Teknoloji ilerlemiş, endüstri devrimi toplumu dönüştürmüş ve bir işçi sınıfı ihdas etmiş meselâ. Yine aynı süreçte şehirde yaşayan, “soylu” olmayan sermaye sahipleri ortaya çıkmış… Yani toplum değişmiş. Karınlarını doyurma şekilleri değişmiş, ticaretleri değişmiş… Bu yeni düzende Kilise’nin, kralların, soyluların nüfuz sahaları daralıyor haliyle. Buna karşılık endüstriyel ve finansal bir “yeni aristokrasi” doğuyor, her yerel güç gibi o da iktidara talip.

Batı’da demokrasi neden çöktü?

Çünkü ABD ve Avrupa’da demokrasi hukuk ihtiyacından değil ateşkes ihtiyacından doğmuştur. Ekonomi işçilerin kas gücüne muhtaçtı. Atlantik’in iki yakasında kömür ve çelik çok önemliydi. Bugünkü robotlar ve otomasyon yoktu. Sermaye yüzbinlerce işçiyi kullanıyordu. Buna karşılık işçiler kömür madenlerini ve demir yollarını kilitleyerek sermayeye şantaj yapabiliyordu. Read the rest

Kuvvetler ayrılığı / Separation of Powers / Séparation des pouvoirs / فصل السلطات »

Ne değildir?

Devlet organları olan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrılmış oldukları devlet modeli değil.

Nedir?

Halkın, ayrı güçlerin birbirini dengelediğini zannedip oligarşiyi rahat bırakması için uydurulmuş bir masal.

Neden güçler ayrılmaz?

Gücün doğası gereği vesayet eden biri olacak olmak zorunda. Çünkü inisiyatifi eline alan diğer alternatif güçleri tekeline alma eğiliminde. Güçleri anayasa ile dağıtmaya kalkarsak birinden bir adım önde olan bürokrat, diğerleri üzerinde baskı kurmaya başlar ve bürokratik bir elit oluşur. Meselâ: Savaş tehdidinden ötürü askerin eli güçlenirse gücün dağıldığı diğer kurumları ezer. İstihbaratın eli güçlüyse devletin içine devlet kurar: Bkz. Ergenekon, FETÖ, KGB, CIA… Sermaye güçlüyse diğer güçleri satın alıyor. Medya güçlüyse şantaj ve manşetle hükümet düşürmeye kadar gider. (Bkz. Doğan grubu)

Belli şartlarda güç sahiplerinin organize olamaması ve bunların arasındaki mücadelenin kazananı olmayacak şekilde sürmesi düşünülebilir ki bu halk için en kötüsü. Read the rest

Budala / Dostoyevski »

  • Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: “Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?” Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar. İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.
  • Belki ömrümüzce sevemeyeceğimiz birini yağmurlu bir havada güzel bulup sevivereceğiz.
  • Param olduğunda, benim de son derece orijinal biri olduğumu göreceksiniz. Paranın en bayağı, en iğrenç yanı insana yetenek bile verebilmesidir. Dünya batana kadar da vermeye devam edecektir.
  • Tanrı birini cezalandırmak isterse önce aklını karıştırırmış derler…
  • Emin olun ki, Kristof Kolomb Amerika’ yı bulduğu zaman değil, fakat bulmak üzere olduğu zaman daha mutluydu. İnanın ki, mutluluğun en hararetli dakikası belki, Yeni Dünya’yı keşfetmeden 3 gün önce, bütün tayfaların ümitsizlik içinde ayaklanarak, Avrupa’ya tekrar dönmek istediği zamandı. Kolomb onu, belli belirsiz gördü. Öldüğü zaman nereyi bulduğunu tam anlamı ile bilmiyordu. Asıl önemli olan şey hayattır. Yalnız hayat!

Read the rest

Düşüş / Albert Camus »

albert-camus-dusus-55

Gerçekten, aziz hemşerim, merakınızdan dolayı size minnet borçluyum. Yine de, hikâyemin hiçbir olağanüstü yanı yok. Madem konunun üzerinde duruyorsunuz, bilin ki, birkaç gün boyunca bu gülüşü düşündüm biraz, sonra unuttum. Uzaktan uzağa, içimde bir yerde onu işitiyorum gibi geliyordu bana. Ama çoğu zaman, bir çaba harcamadan başka şey düşünüyordum.

Yine de şunu kabul etmeliyim ki, bir daha Paris rıhtımlarına ayak basmadım. Arabayla ya da otobüsle oralardan geçtiğimde içimde bir çeşit sessizlik oluyordu. Sanırım, bir şey bekliyordum. Ama Seine’i geçiyordum, hiçbir şey olmuyordu, rahat bir soluk alıyordum. O günlerde sağlığımda da bozukluklar oldu. Belirli bir şey, bir çöküntü falan değil, bir çeşit, keyfimi yeniden bulamama sıkıntısı.

Hekimlere gittim, bana kuvvet ilaçları verdiler. Düzeliyordum, sonra yine bozuluyordum. Yaşam benim için gittikçe daha zorlaşıyordu; beden keyifsiz oldu mu, yürek de ölgünleşir. Bana öyle geliyordu ki, hiç öğrenmemiş olduğum, ama yine de çok iyi bildiğim bir şeyi, yani yaşamayı unutuyordum. Evet, sanıyorum ki, her şey o zaman başladı. Read the rest