Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Piyasa Tanrısı ve Ekonomik Akıl(!) »

… Bazı  gerçekler ve liberal yalanlar üzerine okumak için…

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

Atatürk’ün mirası: Britanyalı Türkçüler, cenaze dansı yapan kadınlar, etek giyen erkekler »

kemalizm-2

…Kemalcilik ve Atatürkizm üzerine e-kitap…

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz.  

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasaktı. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyordu. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyordu. Rumların ruhban okulları özgür değildi. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyordu. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyordu. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, daha yeni geri verildi. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.  

Kadın hakları ve Kemalizm

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

Bağımsız bir Uygur devleti hayali kuranlar yeni katliamlara çanak tutuyorlar »

220px-Rebiya_Kadeer_(2)Çeçenlerin İslâm anlayışı Anadolu Türkleri gibiydi. Buna rağmen Vahabîler bölgeye nüfuz ettiler ve Çeçen bağımsızlık hareketi Suudiler kanalıyla CIA kontrolüne geçmiş oldu. Çeçenler ABD’nin Rusya’yı kuşatma stratejisinde bir piyon haline geldiler. CIA’nin analistleri Rusya’nın Çeçenistan savaşını kazanacağını baştan beri biliyordu. Gürcüler gibi onlar da feda etmek üzere ileri sürülen birer piyondu. Tarihte bunların örneği çoktur: Fransa Cezayir’de kendi halkını korumak için Müslüman Harkileri feda etti meselâ. Nijerya’da Biafra savaşında Londra ve Paris kapıştı. Petrol savaşının birer piyonu olan Hristiyan Biafralılar ve Kuzeyli Müslümanlar kendilerini vezir sandılar. Netice? 2 milyon ölü. Birinci Irak savaşında CIA Kürtlere ve Şiilere “ayaklanın, biz size bağımsız devlet kurduracağız” dedi. Saddam devrilmeyince ABD ordusu destek vermedi ve Saddam katliam yaptı. Çeçenistan, Biafra, Ruanda ve Bosna gibi bir çok katliamda Londra, Washington ve Paris’in rolü var.

Aynı tehlike bugün Uygurlar için söz konusu. Orta Asya Türklerine hiç de uymayan Vahabilik yayılıyor…. Ya da yayılıyormuş gibi gösteriliyor. Çin’de yükselen Müslüman korkusu/nefreti kime yarar? Uygurların bu durumdan zarar göreceği aşikâr. Bağımsız bir Uygur devleti hayali kuranlar yeni katliamlara çanak tutuyorlar. Neden?

Çin petrolde dışa bağımlı bir ülke ve deniz yoluyla ithal ettiği petrol Amerikan üslerinin ve uçak gemilerinin arasından geçerek geliyor. Pekin bu sahnede zayıf zira enerji şantajına açık. ABD İnsan hakları ihlâli gibi uydurma bir bahaneyle ambargo uygularsa sadece ticaret değil Çin ordusu da kilitlenir. Petrol tedarikindeki bu ABD kontrolünün hemen tek istisnası Uygur bölgesi. Hem petrol var hem de Rus ve Kazak petrollerine serbestçe erişim için petrol boru hatları. Kısacası Vahabiler kanalıyla kışkırtılan Uygurların bağımsızlık istemesi ile Pekin’i istemesi arasında çok büyük bir fark yok. Çünkü müstakbel Uyguristan bağımsız bir devlet değil ancak ABD güdümünde yönetilen, NATO üsleri barındıran bir toprak parçası olabilir.

Atatürk gibi bir Ana-Türk?

Piyon derekesindeki Uygurların kendilerini vezir zannetmesi büyük gaflet. Öznesi olmadıkları bir savaşın fedaisi durumundalar. “Uygurların anası” diye pazarlanan Rabia Kadir’in Batı tarafından sevilmesi, her Amerikan üniversitesinde kürsü alabilmesi, Nobel’e aday gösterilmesi ve Virginia eyaletinde yaşayıp Fethullah Gülen’e komşu olması düşündürücü. İran İslâm(?) devriminden sonra ABD petrol şirketlerinin kuyularını Fransızlara veren Humeyni’nin devrime kadar Paris’te yaşamış olması kadar düşündürücü… Bu insan acaba Sissi ve Ekmeleddin gibi potansiyel bir sömürge valisi mi yoksa gerçekten Uygurların anası mı?

chinakazakhstan_moscowbeijingeconom

 

… Bu konuda okumak için …

 

 

Münafıkların külâhı yine boş kalmadı »

munafiklar

Cemaatin övünç kaynağı olarak lanse edilen Türk okullarıyla ilgili bir dizi usulsüzlük deşifre oldu. ABD’de uygulanan göçmen yasasını kılıfına uyduran cemaatin, okullarda çalıştırdığı Türk öğretmenlere düzenlediği gizli ‘tüzük’ çerçevesinde maaş ödediği ortaya çıktı:

“Bir dizi usulsüzlüğü ABD’de federal yetkililere iletip, rapor tutturduk. Tüzükle ilgili verdiği bilgilerden vazgeçmesi için kocama bir kağıt imzalaması teklif edildi. Ancak Mustafa reddetti” diye konuştu. Aynı gün ailesinin Türkiye’deki evini polis basan Mustafa Emanet ise yaşadıklarını şöyle anlattı: “İfade için İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne gittim. 2 gün neyle suçlandığımı bilmeden nezarette kaldım. Avukatım aracılığıyla uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlandığımı öğrendim. Önce Metris’e ardından Silivri’ye gönderildim. 10 gün cezaevinde kaldıktan sonra avukatımın itirazı üzerine serbest kaldım. İki yıl süren davanın ardından beraat ettim.” (Basın)

… Müslüman görünüp Müslümanları vuranlar üzerine okumak için …

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Türk solu neden yerli olamadı? »

turk_solu

“… Kaldı ki şimdi bütün solu bir araya getirdiğinde hâlâ yüzde 3,5 yok. Ondan sonra tabii zaten sol diye bir şeyden bahsetmek de mümkün değil. Mozaik gibi bir şey işte. 49 fraksiyon falan deniyor. Hepsini aynı isimle anmak bile ne kadar doğru belli değil.[…] Türkiye’de genel geçer ideoloji İslam. Sosyalizme geçmek gibi, senin doğduğunda tevarüs ettiğin ideolojiden kopuşu aslında İslam’la yapıyorsun. Kemalizmden sosyalizme geçmek zor değil, seni daha çok durduran din. Onun için de bütün solcular, adeta “memleketin sosyalist olmasını engelleyen güç Müslümanlıktır” gibi bir algı ile yetişiyorlar. Ve sınıf düşmanı Müslümanlardır diye bir anlayışı getiriyor bu. Ve tabii bu daha Batı’ya yakın olan subaylarla beraber olmak kolay ama Müslümanlarla birlikte olmak zor. Alevi kolaylığı. Bu da yine solun bir şeyidir. Aleviler iyi insanlardır, birçoğu aydın insanlardır. Ama yani zaten toplumda azınlık olan bir kesimle çoğunluğun üzerine bir sosyalizm kuramazsın. Müslüman’a da hakaret ediyorsun. “Sen gericisin” falan diye. Bu memleketin nüfusunun bilmem kaçta kaçı bu adamlar. Bu kadar laf ettikten sonra Müslümanlarla bir şey yapmana imkân yok. Sosyalistleri ithal de edemiyorsan …” (Murat Belge, Aljazeera, Alişer Delek ile söyleşi)

… Türk Solu ve Normal Sol üzerine okumak için…

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Türk solu iktidar olur mu?

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Atilla Taş: Homo economicus’tan homo comicus’a »

atilla-tasAslında mesele Atilla Taş’da değil: Yığın düşünmez, maruz kalır

Atilla Taş, birçoğunuzun bildiği gibi Türk şarkı piyasasına ‘ham çökelek’isimli bir şarkı ile girmiş ve gönüllerimizde zarif bir tını bırakamasa da kulaklarımızda tırmalayıcı bir kakafoni bırakarak, anladığım kadarıyla kariyerini noktalamış bir atilla-tas-yam-yam-stylearkadaşımız. ‘Türk şarkı piyasası’ dedim, çünkü Türk Müziği dediğim zaman Itri’den Sezen Aksu’ya kadar uzanan bir zincirin en zayıf halkası olması kuvvetle muhtemeldi. Hani derler ya, ‘şeyh uçmaz mürit uçurur’; biz de kendisini bir imkansız beklenti içine sokmamak adına ‘piyasa’ olarak tasnif eyledik ki Ajdar’ın yanında yabancılık çekmesin. Hoş, kendisi hakkında biraz araştırma yapınca gördüm ki Ajdar komikmiş, kendisinin tarifiyse bir seferde imkansız.

2012’de Kore mahreçli bir şarkı vardı hatırlarsınız: Gangham Style. Bizim millet bunu sevmişti, düğün atilla_tas_umre_bderneklerde de yakın eş, dost, akrabayı utandıracak figürlerde oynayanlarımız çıkmıştı kocaman göbekleriyle bilirsiniz. Açık söyleyeyim, birinci derece akrabalarımdan oynayana rastlamadım ama görsem DNA testi isterdim. Günümüz düşünürü Atilla Taş bu şarkının coverını yapmıştı. Evde dinleyene, kaçıncı katta ikamet ettiğini önemsemeden atlayacak pencere arattıran bir iş çıkaran şarkıcıya o zamanlar tahammül etmiştik. Hatta ‘tsunamiye dayanan dünya buna mı dayanamayacak /Kur’an yırtıp maymuna dönüşen kızı arıyordum hemen hemen aynı yere geldim’ yollu geyiklerin bile döndüğünü hatırlıyorum. Şarkının sözlerini yazmam okura ihanettir, ola ki yazdım, okumanız hayattan soğuma sebebinizdir. Neyse ki ülke olarak dünya nezdinde prestijimizi İnci Sözlük yazarları kurtardı; ‘Atillos Thasos –Best Greek Singer’ başlığıyla şarkıyı Youtube’a yüklediler ve bir anlamda baklavayı çalan Yunanistan’a tarihi bir gol Read the rest

Korkuyorum öyleyse varım! »

ozgurluk

“… Kaygı, insanın özü ve varlık yapısı ile ilgili varoluşsal bir durumdur. O, insanın doğasından, yapısından kopup gelir. İnsanlık niteliği arttıkça kaygı da yoğunlaşır, sentezdeki ruhsallık güçlendikçe kaygı da güçlenir. Kaygının yoğunluk derecesi insan olmanın, bir ben olmanın derecesini de verir …”

Søren Kierkegaard doğru söylüyor. Hür olduğunu idrak eden bir insan uçurumdan aşağı bakıyormuş gibi baş dönmesi yaşar. Çünkü beyin haddini aşan bir tevhidi gerçekleştirme peşindedir. Ayakuçlarının arasından uçurumun görünmez dibine bakan insanın kaderidir bu. Jean-Paul Sartre’ın tabiriyle insanlar hür yaşamaya mahkûmdurlar. Göz (=akıl) eninde sonunda nefsanî mecburiyetle ruhanî iradeyi tevhid edecek; bakmaktan okumaya geçerek İnsan’ın anlamını yani hürriyetini idrak edecektir. Ama evvelâ bir başı dönmesi tecrübe edilecektir zira baş muhitinde cem olur aklın hem de gözün nûru.

Uçurumun kenarındaki bir insan gibi özgür ve korkak

Göz-Akıl-Korku ilişkisinin sinemadaki kontra-zoom tekniğine ilham olduğunu ve bunun sinemada Hitchcock tarafından kullanıldığını  anlatmıştık, hatırlayacaksınız. (Bkz. İnsan Yalan’dan değil Gerçek’ten korkar! Freud veya Hitchcock?) Kontra-zoom tekniğinin kullanıldığı ilk film olanVertigo’da Hitchcock  ileriye doğru zoom yapan kamerayı raylar üzerinde geriye çeker. Ne olur peki? Seyirci gerçek hayatta asla göremeyeceği bir şey görür. Cisimler zoom yüzünden büyürken geri giden kamera sebebiyle görüş açısı Read the rest

Yakıtı insan ve taşlaşmış kalpler olan bir makine bu »

… Modern hayat üzerine okumak için…

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

 

freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Kürt baharı başka baharlara benzemez! »

kurdistan

… Bu konuda okumak için…

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.“Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin” demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*) İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin. 

 

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Süleyman Nazif (1870-1927) Batarya ile Ateş adlı kitabında şöyle diyordu:

“Benim dinim kinimdir… Irkına, vatanına, tarihine ihanet etmiş olan insanların ve milletlerin hiçbirini unutma Türkoğlu! Unutma ve affetme!”

Büyük travmalar, katliamlar ve yok edilme korkusu yaşayan toplumlar geçmişten bazı dersler çıkarırken affetmek ile acıları unutmak arasındaki farkı göremiyorlar. (Bkz. PKK’lıları affetmek)

Elbette etnik kökenimiz kimliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan baskılar, bu renk “yüzünden” çekilen acılar sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilenler giderek insan olduklarını unutuyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açabilirler. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Bu korkunç dönüşümü Yahudilerde ve Avrupalı Ermenilerde görmek mümkün. Bizden önceki kuşaklar Balkanlarda, Kafkaslarda Türk ya da Çerkes olma “suçundan” dolayı bu şekilde eziyet gördüler. Ölenler bir kez ölürken hayatta kalanlar aşağılanma duygusuyla her gün öldü. Peki ya Kürtler?

“… Şiddet yanlısı Kürtler adeta hızla koşan bir adamın bir cam panele çarpıp yere yığılma duygusunu tekrar tekrar yaşayacaklar. Camın öbür tarafını görecekler ve camın öbür tarafında akan hayatı gözlemleyebilecekler, belki bedenen o hayatın içinde olacaklar ama ruhen hiçbir zaman o camın öbür tarafına geçemeyecekler. Hiçbir zaman kendilerini camın öbür tarafına akan hayatın parçası hissedemeyecekler…”

Böyle diyordu bir gazeteci. Haklıydı. Sadece Kürt olmak istedikçe Kürtlüğünü kaybeden bir kuşak yetişiyor. Tıpkı Türk ulusalcıları gibi geçmişten, gelecekten hatta kendi gölgesinden bile korkan bu insanlar şiddet için şiddet isteyen örgütlerin, partilerin elinde istenen her şekli almaya hazırlar. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

Mutluymuş gibi yap, yanında bir kadın varmış gibi »

IMG_1713Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın,

Gideceğim sürtüne sürtüne buğdaylara.

Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların

Yıkasın, bırakacağım başımı rüzgâra.

 

Ne bir şey düşünecek, ne bir laf edeceğim;

Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;

Göçebeler gibi uzaklara gideceğim;

Mes’ut sanki yanımda bir kadın varmış gibi.

İsmini Arthur Rimbaud’nun şiirinden alan bir tabloya bakıyoruz, “Soir Bleu”, 1914, Whitney Museum, New York. İhtimal Edward Hopper’ın Fransızca isim verdiği tek eser bu. (Büyük görmek için tıklayın) Bir Paris sahnesi. Beceriksizce abartılmış makyajı ve “meslek” için fazla mağrur duruşu rolüne giremeyen fahişenin bir dişi değil insan oluşunu ele veriyor. Etinin beyazlığı ile zıtlık arz eden kırmızı yüz pudrası bir maske gibi durmuş; fahişeliğin bir hüviyet değil rol olduğunu vurguluyor sanki.

soir-bleu_800

Fahişenin yanından kalkıp geldiği kadın tüccarı diğer insanlardan bir direk ile ayrılmış; iki dünya var bu resimde: Solda fakirlerin, sefillerin gerçek dünyası ve sağda, burjuva için inşa edilen sahne: Maskeler, roller, vehimler, illüzyonlar… Kadın tüccarı kuliste oturuyor; “sahneyi / ticareti” idare ederken rolünde rahat, bir gerginlik sezilmiyor. Ama fahişe gibi insanlığını örtemeyen ikinci bir insan daha var: Palyaço. Makyajı ve kostümüne rağmen hiç de komik değil. Zaten karşısındakiler de gülmüyorlar. Bir sigara yakmış Sayın Palyaço; iki haftadır ödenmeyen yevmiyesini mi düşünüyor? Read the rest