Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Terörist / terrorist / террорист / ارهابي »

teroristNe değildir?

Sebepsiz yere masumları öldüren maskeli kötü adam değil.

Nedir?

İnsanları korkutarak siyasî hedeflere erişen kişi. Öldürebilir ama amaç öldürmek değil geri kalanları korkutmak, “terörize” etmek. Terörün icadını ve kurumsallaşmasını Batı medeniyetine(!) borçluyuz. Zaten Terörün isim babası da Fransızlar. Fransız devriminden sonra 10 aylığına (1793) iktidarı ele geçiren Jakobenler bizim Kemalistlerin kopyalayacağı gibi Devrim mahkemelerinde iç düşman etiketi yapıştırılan sıradan insanları giyotinle katletmiş ve hayatta kalanlar üzerine bir baskı kurmaya çalışmış. Stalin ve Churchill de teröristtirler yani insanları korkutarak siyasî amaçlarına erişmişlerdir. Meselâ Winston Churchill İngiliz ordusuna direnen Kürtlerden bahsederken şöyle demiş:

“… Zehirli gaza neden herkes karşı çıkıyor ki? Medenî olmayan kabilelere karşı gaz kullanılmasını şiddetle destekliyorum …” (1919)

Evet, bilinen en tehlikeli İngiliz teröristi Winston Churchill. İrlandalıları ve Kürtleri zehirli gazla öldürdü. Mısır’da ve Hindistan’da sivilleri katletti. Irak’ta boyun eğdiremediği Arapların köylerini bombalattı; erkeklerin boyun eğmesi için çocukların ve kadınların özellikle öldürülmesini emretti. Aynı Churchill Güney Afrika’da toplama kampları kurdurdu. Çok bilinmez ama “Toplama kampı” aslında Alman değil İngiliz icadı ve isim babası da Read the rest

Güzel sanat ve güzel ahlâk aynı hakikatin farklı veçheleridir »

Medya Akademi’nin öğrencileriyle Taksim’deki merkezinde İslâm sanatı üzerine son derecede verimli ve keyifli bir sohbet etmiştik. Söz verdiğimiz gibi sunumu PDF formatında siteye koyduk. Buradan indirebilirsiniz. Hazırlık için kullandığımız kitapları da kısa tanıtımlarıyla beraber bu sayfaya ekledik.

Islam Sanati

 

… Güzel sanat ve güzel ahlâk  münasebeti üzerine okumak için…

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

 

 

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar. Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

 

Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?

İnanmak belki zor ama … eğer sınırsız görme kabiliyetine sahip olsaydık hiç bir şey göremezdik!güneşe dürbünle bakan biri gibi kör olurduk.Gözlerimizin sınırlı oluşu sayesinde görüyoruz dünyayı. Immanuel Kant’ın meşhur bir güvercini vardır, havayı iterek uçar ama havanın direncinden yakınır durur. “Hava olmasaydı daha hızlı uçabilirdim” der. Hakikat’i görmekte zorluk çekmemizin sebebi O’nun gizli olması değil tersine aşikar olmasıdır. Aksi takdirde Hakikat’i içeren, kapsayan ve perdeleyen daha hakikî bir Hakikat olması gerekirdi. İşte bu sebeple Hakikat’i görmek için Bilim’e değil Sanat’a ihtiyacımız var, bilmek için değil bulmak söz konusu olduğu için. Derin Düşünce yazarları Sanat-Hakikat ilişkisi üzerine yazdılar.Buradan indirebilirsiniz.

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

“…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…”

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin.

Diktatör / Dictator / δικτάτορας / دكتاتور »

diktatorNe değildir?

Halkını ezen zorba devlet başkanı değil.

Nedir?

“… Düşmanlarımız gerçekten aptal. Bize “düşman” diyorlar, hâlbuki gerçek düşman onlar! …”

Diktatörlük tıpkı “düşman” gibi göreceli bir kavram. (Bkz. İndî / Sübjektif / Objektif / ذاتي) Pinochet, Gbagbo, Saddam, Kaddafi, Esad gibi bir çok insan uzun süre “diktatörlük” yaptıktan sonra Batı’nın diktasına boyun eğmiş ve “vizyon sahibi reformcu” ilân edilmiş. Kaddafi ve Saddam gibi bazıları sonradan Batı’ya kafa tutmuş ve yeniden “diktatör” olmuşlar. Neden böyle oluyor?

Londra, Washington ve Paris’e itaat etmeyen her lider “diktatör” ilân ediliyor, adet bu. Batılı firmalar bir ülkeyi sömürmekte zorluk çekince “ulusal güvenlik” bahanesiyle devletin gücünü, hatta ordusunu oyuna dahil ediyorlar. Eğer karşılarında güçlü bir lider değil de bütün kurumlarıyla hatta halk desteğiyle direnen bir ülke varsa ona “emperyalist” deniyor. (Bkz. Amerikanca / اللغة الأمريكية) Meselâ Rusya Doğu Avrupa’da Çin ise Asya ve Afrika’da “yayılmacı, emperyalist” olmakla suçlanıyor. Ama aynı coğrafyalarda Amerikan, İngiliz ve Fransız şirketleri rahat iş yapamadıkları zaman darbe ve soykırım yapsa bile buna “özgürleştirme” deniyor. (Bkz. Iraq Liberation Act of 1998, Benjamin A. Gilman) Şayet Batılı bir lider bu şirketleri hukuk çerçevesine dahil etmek isterse “komünist” ya da “faşist” damgası yiyor. Şirketlerin sözcülüğünü de genellikle liberaller yapıyor. Meselâ liberal düşünür Hayek’in Şili’li bir gazeteciye söylediği şu sözleri hatırlayalım:

 “Şahsen liberal bir diktatörü liberal olmayan demokratik bir hükümete tercih ederim” (“Personally I prefer a liberal dictator to democratic government lacking liberalism.”)

Kısacası temel mesele ticaret ve yatırım konusunda Batı sermayesine engel olmak ya da olmamak. (Her başarılı diktatörün arkasında bir Batı ülkesi vardır!) Yeraltı zenginliklerini Batı’ya peşkeş çeken, onlardan vergi almayan, hesap sormayan liderler IMF ve Dünya Bankası’ndan yahut doğrudan Batı ülkelerindeki kamu fonlarından (Fransa’daki COFACE gibi) milyarlarca dolar borç alabilirler. Nakit para hiçbir zaman yer değiştirmiyor tabi; sadece el değiştiriyor. Borç ise sadece Read the rest

Kâfirin silahıyla mücahid değil ancak fedai olursun »

kafirin-silahiyla-cihad

… Bu konuda okumak için…

  1. Biz ahlâklıyız, onlar ahlâksız da ondan…
  2. Mali: Fransa para etmeyen “değerler” için savaşır mı?
  3. Tombuktu’da çocuk öldürmenin Paris’teki faydaları
  4. Libya: Kâfirin silahıyla mücahid olunur mu?
  5. Libya: ABD ve AB, NATO Müdahalesini Haklı Çıkarmak İçin İç Savaşı Teşvik mi Ediyor?
  6. Her başarılı diktatörün arkasında bir Batı ülkesi vardır!

… Bu konuda e-kitap okumak için…

  İslâmcılık, Devrim ile Demokrasi Kavşağında

Müslümanca yaşamak için devletin de “Müslüman” olması mı gerekiyor? Bu o kadar net değil. Çünkü İslâm’ın gereği olan “kısıtlamaları” insan en başta kendi nefsine uygulamalı. Aksi takdirde dinî mecburiyet ve yasakların kanun gücüyle dayatılması vatandaşı çocuklaştırıyor ister istemez. İyi-kötü ayrımı yapmak, iyiden yana tercih kullanacak cesareti bulmak gibi insanî güzellikler devletin elinde bürokratik malzeme haline geliyor. 21ci asırda Müslümanca yaşamak kolay değil. Yani İslâm’ın özüne dair olanı, değişmezleri korumak ama son kullanma tarihi geçmiş geleneklerden kurtulmak. AKP’yi iktidara taşıyan fikrî yapıyı, Demokrasi-İslâm ilişkisini, İran’ı ve Milli Görüş’ü  sorguladığımız bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî  tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

 

Yahudi oldukları için mi zalimler?

İsrail bir çok bakımdan Türkiye’ye benzeyen bir ülke. Paranoyak bir ulus-devlet. “Yoktan var edilmiş bir millet” dört tarafı “düşmanla çevrili” kutsal bir vatanda yaşıyor. Terör tehlikesine karşı ülkenin güvenliği için(?) haklar ve özgürlükler çiğneniyor. Devlet eliyle düşman üretiliyor!

Gidemeyenlerin ülkesi oluyor İsrail… Kendi zulmü altında ezilen, korku içinde yaşayan, dünyasıyla beraber Ahiret’ini de kaybetmiş olan İsrailli zannederimFilistinliden bile daha zavallı bir durumda bu yüzden.Buradan indirebilirsiniz.

 

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?
Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz.ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor.

 

 

Bir Yunan Trajedisi: Liberal Totalitarizm »

avrupa-yunanistan

“… Yunanistan’ın temerrüde düşme senaryoları gündemdeyken, hem ülkedeki halk hem de turistler tedirgin. Avrupa Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyeleri’nden Benoit Coeure’nin Yunan bankaların Pazartesi günü açılacağından emin olmadığını belirtmesinin ardından, ülkeyi ziyaret eden turistler nakit ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını düşünüyor. Bu endişeyle sadece Perşembe günü Yunan bankalarından 1 milyar euro civarında mevduat çekildiği, halen de para çekme ve transfer işlemlerinin devam ettiği aktarıldı. Atina’da banka ve süpermarketlerin önünde kuyruklar oluştuğu gözlemleniyor. Kreditörleriyle anlaşmaya varamayan Yunanistan’ın IMF’e olan borcunun ödemesini erteleyeceğini açıklamasının ardından Brüksel’de ülkenin durumu ile ilgili endişeler arttı. IMF Başkanı Yunanista’na yönelik oldukça esnek hareket ettiklerini söyledi. Yunanistan’ın bu hafta IMF’e 300 milyon euroluk kredi borcunu ödemesi gerekiyordu.

Yunanistan ile kreditörler arasında birçok konuda fikir ayrılıkları bulunuyor. Brüksel ve İMF emeklilere yönelik kemer sıkma önlemlerinin sıkılaştırması ve vergilerin artırılmasını istiyor. Yunanistan’ın kurtarma programının süresi 30 Haziran tarihinde dolacak. Yunanistan’daki iflas riskinin hızla artması Alman yatırımcının moralini bozdu. Avrupa Ekonomik Araştırmalar Merkezi (ZEW) Beklenti Endeksi, geçtiğimiz Kasım’dan beri en düşük seviyesini gördü. Geçtiğimiz Mayıs’ta 41, 9’da bulunan endeks, 31,5 puana geriledi. Ekonomistler ZEW’in 37 puan civarında olacağını tahmin ediyordu. 229 Alman uzman ve yatırımcı arasında yapılan kamuoyu yoklaması sonucunda elde edilen puanda Yunanistan’daki belirsizlik ve küresel ekonomideki zayıf canlanma baş rolü oynadı.

Yunan halkı ise bütün olup bitenleri endişeyle izliyor. Yunanistan’ın IMF’ye olan 1.6 milyar Euroluk borcunu ödemesi için süre 30 Haziran’da doluyor. Ancak Yunanistan özellikle kreditörlerin KDV ve yeni emeklilik şartlarına ayak direrken, gerekirse Euro Gurup’tan çıkma tehdidini savuruyor. Karar yarınki zirveden çıkacak …” (EuroNews)

… Bazı  gerçekler ve liberal yalanlar üzerine okumak için…

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

Küba devleti halka internet özgürlüğü verdi! »

page-cuba“… Komünist Parti son seçimde yüzde 0.33 oy aldı, yani her yüz kişiden birinin de üçte biri, ancak bir kolu ya da bir bacağı.Seçime katılan 47 buçuk milyon kişi arasında komünistlere oy veren seçmen sayısı da 13 bin 732… Bugünkü yazımı bu 13 bin 732 hamiyetli vatan evladı için yazıyorum ve onlara bir müjde vermek istiyorum: Küba Wi-Fi ile tanışıyormuş! Wi-Fi, pis kapitalist ve emperyalistlerin insanları daha iyi sömürebilmek için icat ettikleri “kablosuz Internet bağlantısı”…Ama bu yalnızca 35 merkezde olacakmış. Başkent Havana içindeki 35 merkezde yani, ülkenin başka yerlerinde Wi-Fi yok. Daha önce hiç bağlantı yok değilmiş, tam 155 bilgisayar odasında kablolu Internet varmış zaten. Bütün Küba’da yüz elli beş nokta. Varmış ama öyle lagalugaya da izin vermiyorlar, Küba’da Internet yalnızca “kültürel etkinliklerde” kullanılabiliyor. Öyle herkesin kendi evinden ya da işyerinden takılması da sözkonusu değil, kalkıp kablo döşenmiş “modemli mekanlardan” birine gideceksin… Herkes değil! Internet kullanımı yalnızca gazetecilere, doktorlara, avukatlara ve akademisyenlere tanınan bir hak! …” (Engin Ardıç)

… Türk Solu ve Normal Sol üzerine okumak için…

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Türk solu iktidar olur mu?

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

 

Dikkat Kitap: Derin Lügat 1.0 »

derin_lugat-1-kapakİnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. Herşeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Önce “Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi beyaz, zengin ve Hristiyanların hakları dışında bir şeyi savundu mu? Hayır. 1948’de Paris’te imzalandıktan sonra Washington, Londra ve Paris’te verilen kararlarla öldürülen Afrikalıların, Müslümanların, Güney Amerikalıların, Vietnamlı ve Korelilerin sayısı milyonları buldu.

Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Aynı sebeple Batı insanı ruhun hürriyeti ile (liberty) nefsin serbestliğini (possibility) ayırd edemiyor; Her ikisine birden özgürlük diyor: libertyliberté. Oysa sadece nefsini zaptedebilen, uhrevî kaygı ile frene basabilen insan hürdür. Ama polis korkusu ya da cemiyetin ayıplaması sebebiyle kendini tutan bir insan ancak serbestliğini kaybetmiş olur, özgürlüğünü değil. Polis ve mahalle baskısı ortadan kalkınca serbest kalan insan  bir anda hayvanlaşır, yakıp yıkar, öldürür, tecavüz eder. Nefsinin zindanından kurtulup hür olamayan insanlar hayvanlardan çok daha tehlikelidir.

Gandhi “Batı medeniyeti hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna gülerek “iyi fikir, yapsanız iyi olur” dermiş. Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Dikkat Kitap: Edward Hopper’ı okumak »

hopper-kapakAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı. Neden?

Batı’da resim sanatı denince ekoller, akımlar ve değişimler geliyor akla. Ama Batı’nın güzellik algısını ve “sanat” dediği şeyi anlamak için değişmezlere bakmak daha önemli. Bu değişmezler içinde ise figüratif resim ve figüre karşı “soyutçuların” takındığı tavır özel bir yer tutuyor. Zira ressam çizmeye başlamadan evvel ilham alacağı renk ve suretlerden daha mühim bir tercih yapmak zorunda: Lisan-ı suret. Yani doğayı en mükemmel şekilde taklid etmek; bakılan bir resim yapmak ya da insandaki hisleri tetikleyecek soyut tercihlere yönelerek okunan bir resim yapmak. Yani teşbih ile maddeye işaret etmek ya da tenzih ile görünenin ötesindeki mânâya yönelmek… (Bkz. Bu konudaki e-kitap: Tezyin: Gözlerle Dinlenen Müzik)

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Krokiler: Edward Hopper mükemmeli ararken »

“Kelimelerle anlatabilecek olsaydım resim yapmazdım” diyor Hopper. Derdini resimle anlatan bir düşünür. Asrını sorguluyor. İnsan’ın iç dünyasını ve modern dünyada İnsan’ın yerinin ne olacağını. Mükemmeliyetçi ressamımız tablolarını yapmadan önce konu aldığı mekânlara defalarca gidiyordu, renkleri ve ışıkları krokiler üzerine not edip karısı Josephine ile uzun uzun tartışıyordu. Hopper hakkındaki yazı dizimize son verirken onun bu mükemmeliyetçi çalışma üslubunu en iyi yansıtacak ögeleri yani ressamın krokilerini paylaşmayı uygun gördük.
 


 
Krokileri büyük görmek için…
Read the rest

Zaman / Time / Temps / الوقت »

Ne değildir?

Olayları sarıp sarmalayan bir ambalaj değildir. Varlığa, cisimlere bulaşmayan tekdüze, homojen bir zarf değildir. Zaman, takvim ve ajandalarda mekân gibi kutucuk halinde gösterilen, ölçülebilir, objektif bir nesne değildir (Bkz. Fizikçilerin Zaman’ı). Kısacası Zaman Newton ve Kant’ın zannettikleri gibi ontolojik/kevnî bir çerçeve değildir.

Nedir?

Zaman görünmez, yaşanır. Biz yaşadıktan sonra “arkamızda” kalan zamanı mekân gibi tasavvur ederiz. Dikiz aynasından görünen yol sûreti yolun kendisi değildir. Güzergâh ile menzil tevhid edilmedikçe zaman mefhumu anlaşılamaz. Zaman İnsan’ın bilkuvve güzelliklerinin bilfiil hale geçmesini mümkün kılan bir tecelli; illiyet ve Ben’lik gibi gerekli bir vehimdir. Zaman İnsan’ın hayvanlığın aşağısından melekliğin üzerine giden yolu mümkün kılan ilâhî bir kudret tecellisidir. Ama her sahada olduğu gibi zaman konusunda da fehmedemediklerini vehmeden insanlar çoktur:

Fazla erken gelen adalet geciken adaletten daha tehlikelidir

n103yIndiana Jones filmini hatırlayın; Harrison Ford’un “iman atlayışı” yaptığı o sahneyi. Bu sahne önemli çünkü gayba iman edip boşluğa adım atan her insan inançla bilkuvve haldeki nice köprüleri bilfiil hale geçirebilir. (Bkz. Derin Lüdat maddesi:İman / Faith / Foi / Bilgi / Knowledge / الإيمان ) İnsan’ın kimyasında “zaman” vardır ve bu zaman değişik sûretlerde tezahür eder: Hilm olur yani işlenen suçun cezasını hemen vermez, özeleştiriye, hatadan rücu etmeye fırsat tanır. Böyle terbiye edilir çocuk. RABB’i halîm olanın mürebbiliği de hilm üzere olur.

Zaman bazen iman olur yani henüz görmediği şeyi vahiyy ile “bilmeyi” ve o bilgiyle amel etmeyi kabul eder. (Bkz. Derin Lügat maddesi: Teslimiyet / submission / soumission / تسليم) Kimyamızdaki zaman sayesinde kusurlar setredilir. Bize bir süre tanındığı için nefsimizle mücahede imkânı buluruz. En kötü insanlar bile sabırla içlerindeki iyilik hazinelerini keşfedebilirler. Meselâ Victor Hugo’nun “Sefiller” romanında Jean Valjean’ın çaldığı gümüş takımlarla yakalandığı o ana geri gidelim. Eğer piskopos Read the rest