RSS Feed for This Post

Tayyip Neden Devrilmedi?

mona_lisaDevrimlerin ve hükümet devirmelerin en güzel zamanı henüz başlamadan önceki halidir. Henüz hiç bir şey belli değil, adrenalin yükselmekte, avuçlar terlemekte, dişler sıkılmakta. Ne olacak devrimden sonra? Hiç bir ağaç kesilmeyecek, herkesin karnı doyacak, kimse kimsenin tavuğuna “kışt” demeyecek.

Mona Lisa’nın gülüşü gibidir o an. Hani o belli belirsiz, imâlı gülüşü var ya. Kahkahalarla gülen bir kadının aksine Mona Lisa net bir tavır içinde değil orada. Yani hanımefendi tam olarak gülmüyor, gülmeye başlıyor. Geleceği, olacak olanı tablosunda resmetmiş Leonardo da Vinci. Statik bir tablo değil de sanki sinema sahnesi gibi, bir kaç saniye bir tek kareye sığmış. Hanım efendinin müstakbel gülüşü esnasında dudak ve gözlerinin nasıl hareket edeceğini bilmiyoruz. Bu boşluğu  bizim hayal gücümüz tamamlıyor. Tam da bu yüzden dünyanın en güzel gülüşü bu. Çünkü hanım efendinin şu veya bu gülüşü değil, bizim hayalimizdeki “ideal” gülüş. Ne fazla utangaç ne de fazla cüretkâr. Da Vinci’nin dehası bu tabloda elle tutulur, gözle görülür bir hâl almış.

Gezi Parkı’nda ilk günden itibaren çok heterojen bir topluluk oluştu. Çevreciler, solcular, abdestli sosyalistler, kemalistler ve PKK’lılar… Bunların hepsi oradaki kalabalığın TAMAMINI kendi yandaşı gibi gördü. Oysa fikren birbirine bu kadar zıt insanlar siyasî bir proje etrafında toplanamazlar. İlk günden itibaren bu grubu birleştiren tek şey polisin kullandığı orantısız güce direnmekti. Bu mağduriyetti onları bir arada tutan. Polis Taksim’den çekilince bu unsur yok oldu ve “grup” bir anda gruplara dönüştü.

gezi_talepler_1

Zira birlikten güç doğar ama birlik yoksa bir başka kural girer devreye: Nerde çokluk, orada yokluk(?) prensibine göre terbiye ve ahlâk yok olur. Heterojen insan grupları ancak insan tabiatının en hayvanî boyutlarında buluşabilirler: Grubun liderliği için kavga, cinsellik ve şiddet. Öyle de oldu: Günler boyu her grup ötekileri devşirmeye çalıştı, Kürtçe pankart açan çocuklar Türk milliyetçilerinden sopa yedi, iki gösterici kadına tecavüz edildi, içki satan bir satıcıyı engellemeye  çalışan Çarşı üyesi bir insan bıçaklandı ve hastahanelik oldu.

mona_lisa-2Daha da korkuncu “diktatör” Tayyip Erdoğan’a baş kaldıran ve özgürlük istediklerini söyleyen bu insanlar TGB kanalıyla Rize İl Alay Komutanlığı’nın telefonunu vererek “Herkes arasın, orduyu göreve çağırsın” dediler. Nereden nereye? Ağaçları kurtarmak için polisle çatışırken darbe çağrısı yapacak derekeye düşmek… İşte Mona Lisa’nın güldüğü, çürük dişlerinin göründüğü an buydu!

Evet… Bütün sorunları bir kalemde silip atacak bir devrim yapma düşü ne kadar güzel. Ama bu düşü gerçekleştirmek için, başkaldırmak için önce kaldırılacak başlar olması lâzım. Tarihi, insan tabiatını incelemiş, bilgili, şuurlu başlar. Devrim kavramını ve devrimci şiddetin her türlüsünü sorgulayacak cesarete sahip başlar:

“…Kemalistler “Türkiye İran olmasın” derken kimi muhafazakârlar sırf “ABD’ye kafa tutuyor” diye İran’ı takdir ediyorlar. Oysa Kemalizm’in doğuşuna ve bugün içinde bulunduğu sıkıntıların kaynağına inecek cesareti gösterebilenler çok garip bir durumla karşı karşıya kalacaklar: İran’daki “İslâm devrimi” ve hatta Rusya’daki 1917 Ekim devriminin bizdeki “çağdaşlaşma projesi” ile akıl almaz benzerlikleri var. Neden?Anatole France bir kahramanını şöyle konuşturuyordu:

“Bütün devrimlerin en büyük hatası erdem denen şeyi yeryüzünde kurumsallaştırmaya çalışmaktır. Bir halkı devlet gücüyle iyiden yana, bilge, özgür, ılımlı ve adil yapmak istediğinizde herkesi öldürmekten başka çareniz yoktur!”


İster
 İslamcı olsun, ister komünist isterse pozitivist, bütün devrimlerin çelişkisi burada yatıyor: Yeni bir insan ve yeni bir halk yaratmak. Bu “pedagojik” çabanın zorlandığı her noktada devrim, devlet terörünü de beraberinde getiriyor. …” (Humeyni Lenin’i döver mi? isimli yazıdan alıntı)

Evet, Anatole France’ın tabiriyle devrimlerin ortak günahı “erdem denen şeyi yeryüzünde kurumsallaştırmaya çalışmak”. Bugün kapitalizmin yıkıcı sonuçlarına kızan bazı gençler ne olduğunu anlamadan, sırf kapitalizmin zıddı diye sosyalizme sarılıyor, sosyalist devrim düşleri peşinde koşuyorlar. Oysa bu tecrübenin “başarıyla” tatbik edildiği bir coğrafyada insanlar yenecek et derekesine düşürüldüler, hayatta kalanlar ise komşularını, yakınlarını yemek zorunda kaldılar:

“… Etrafınızdaki insanlara bir bakın, o güler yüzlü komşunuz, yardım sever bakkalınız, manavın konuşkan çırağı…Yoldan geçen seyyar satıcılar, çocuklarınızın şefkatli öğretmeni… İş yerinizdeki çalışkan insanlar… Yüzlerini, huylarını hatırınızdan geçirin bir bir… Bir gün gelip de bu insanların birbirlerini yiyebileceği aklınıza gelir mi? Şüphesiz Ukraynalılar da sizin gibi düşünüyorlardı. Ama komünizme, özel mülkiyetin iptaline, kolektivist tarım politikasına direnen halkı hizaya getirmek için Stalin onlara “iyi” bir ders verecekti:Holodomor!

 ”Kıtlık neticesinde aileler bölündü. Polis teşkilâtı GPU’nun belgelerine göre aileler en zayıf üyelerini ya da gelinlerini yediler. Yetişkinler çocuklarını öldürüp yemeye başladı. 2500 civarında insan yamyamlıktan tutuklandı ama gerçek rakam bunun çok üzerindeydi.”(Timothy Snyder, Bloodlands)

Stalin’in emriyle uygulanan kolektivist tarım politikalarına direnen insanların aç bırakılarak öldürülmesi yaklaşık olarak Hitler’in Yahudileri katlettiği döneme tekabül ediyor. (Bkz. Ukrayna’daki Komünizm ile Yamyamlık İlişkisi üzerine resimler) Fakat batılı tarihçiler uzun süre bu dosyayı açmak istemediler. Çünkü o dönemde Komünist Rusya “Özgür Dünya’nın” kıymetli bir müttefiki idi. Eli kanlı bir diktatör olan Hitler’i yenmek için işbirliği yapılan Stalin’in de en az Hitler kadar cani olduğunun duyulması hiç yakışık almazdı …” 

Ukrayna’daki faciadan bir kaç resim:

Tavsiye okuma:

… Türk Solunu ve sosyalizmi anlamak için…

 

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Türk solu iktidar olur mu?

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

 

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 8 Trackback(s)

  2. Haz 16, 2013: Ben bir bankacıyım Gezi Parkı’nda, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında
  3. Haz 16, 2013: Faiz lobisi neden şimdi harekete geçti?
  4. Haz 23, 2013: Tayyip’i devirmek için kaç para lazım?
  5. Haz 26, 2013: Ulusalcı, Türkçü ama Ortakları Sırp ve Amerikalı
  6. Haz 27, 2013: Gezi Parkı’ndan sonra sıra Çin de mi?
  7. Tem 2, 2013: 2 milyon dolarla anti-kapitalist isyan olur mu?
  8. Tem 3, 2013: Sistem bozuk değildir, bozuk artık sistemdir!
  9. Tem 12, 2013: Müslümanlar ortak para birimine geçmek zorunda kalacak!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin