RSS Feed for This Post

Trump uluslararası eko-politik dengeleri değiştirebilir mi?

trumpEkonomi politik, gücün ve zenginliğin ele geçirilmesi çabası ve karşılıklı etkileşimi ile ilgilenen bir disiplin. Esas olarak devlet/siyaset ve piyasa/ekonomi arasındaki ilişkilerin doğası üzerinde çalışır. Devletin ve ona bağlı olarak yürütülen siyasal süreçlerin üretimi ve zenginliği nasıl etkilediğine, siyasal karar mekanizmalarının ekonomik çıkarları ne yönde etkilediğine odaklanır.

Ulusal ölçekteki bu siyaset ekonomi etkileşimini uluslararası düzeye taşıdığımızda disiplinin ismi uluslararası ekonomi politik (UEP) olmaya başlıyor. UEP ise küresel güç ve refahın üretimi ve devletlerarasında bölüşümüyle ilgilenir. UEP’te dünya sisteminin işleyişini açıklamaya çalışan üç teori bulunmakta. Birincisi, liberal değerleri referans alan “İkili ekonomi teorisi” (düalizm); ikincisi, ilhamını Marksizm’den alan “modern dünya sistemi”; üçüncüsü ise realist/milliyetçi yaklaşıma yakın “hegemonik istikrar teorisidir”. Eksiğiyle fazlasıyla her biri küresel ekonomi politik düzeni iyi kötü açıklama gücüne sahiptir diyebiliriz. Bu teorileri tek tek anlatmak yerine konumuz bağlamında ihtiyaç miktarınca istifade edeceğiz.

Özellikle hegemonik istikrar teorisinin, bugünkü ABD seçim sonuçlarını anlamamızda bize yardımcı olacağı kanaatindeyim. Bu teori, dünya üzerinde politik ve ekonomik istikrarın belli bir hegemonun varlığını zorunlu kıldığını söyler. Küresel sistemin sağlıklı işleyebilmesi için, güçlü ve baskın bir aktörün liderliği şarttır.

19cu yüzyılda dünya sisteminin lider ülkesi İngiltere idi. 20. Yüzyılda ise bu liderlik ABD’ye geçti. Hangisi olursa olsun ekonomik bir modelin tüm dünyaya yerleşmesi, o modeli savunan ve sahiplenen bir hegemonik gücün varlığını gerektirir. Dünya sistemi yaklaşık iki asır boyunca liberal ekonomik ve siyasi değerlerin ulus devlet formu içinde hayat bulması ve korunması biçiminde istikrar bulmuştur. 19. Yüzyılda İngiltere’nin hegemonyasında Pax Britanya, 20. Yüzyılda ise Pax Amerika’yı yaşadık, yaşıyoruz.

Literatürde hegemonik istikrar teorisi olarak adlandırılan bu yaklaşım dünyada görece istikrarın küresel ölçekte bir liderlik sayesinde gerçekleşebileceğini söyler. Ticari ve finansal akışı garanti edecek ve yönetecek, krize girdiğinde müdahale edecek bir hegemon gerekmektedir. İkinci dünya savaşından sonra ABD öncülüğünde kurulan uluslararası kuruluşların (BM, NATO, İMF, DB, GATT) amacı böyle bir denge ve istikrarın sağlanmasına yönelikti.

Bunlar şimdilik bir tarafta dursun ve biz Modern Dünya Sistemi teorisine de kısaca değinelim.

Bilindiği üzere Marks kapitalizmin kendi iç çelişkileri sebebiyle zamanı geldiğinde yıkılacağı tahmininde bulunmuştu. Ancak bir türlü gelmedi şu kapitalizmin sonu! Çünkü kendisini rehabilite etme ve yeni duruma göre onarma becerisini gösterebilen bir sistem kapitalizm.

Hemen hemen kusursuz işliyor gibi görünen kapitalizm 1929’da büyük bir buhran yaşadı. Hiç müdahale edilmediğinde ekonomin kendiliğinden dengesini bulacağına dair inanç yerle bir oldu. Sonra Keynes diye bir adam çıkıp kapitalizme bir hayat öpücüğü verdi. İkinci dünya savaşından sonra da refah devleti uygulamalarıyla (sosyal güvenlik sistemi, sendikal haklar vs. ) kriz aşıldı. Aşıldı ne kelime; 1970’e kadar Altın Çağ olarak da adlandırılan bir dönem yaşandı.

Peki, ne olmuştu kapitalizmin çelişkilerine? Neden yıkılmamıştı? İşte burada Wallerstein’da en derli toplu halini bulan Modern Dünya Sistemi bize bir açıklama sunuyor. Bu teori kısaca, dünya sisteminin ekonomik açıdan gelişmiş bir merkez ve az gelişmiş periferi/çevre ülkeleri ile bir bütün oluşturduğunu söyler.

Bu teoriye göre merkezde sermayenin ve gücün birikmesini sağlayan mekanizmalar, çevrede geri kalmışlığı üretmektedir. Merkez ülkelerin refahının kaynağı çevre ülkelerdir. Zengin ülkelerin varlığı diğer ülkelerin-ki bunlar çoğunluktur her zaman- fakir kalmasına bağlıdır. Eşitsiz ve dengesiz büyüme bu sistemin doğasında var. Yani aslında tek bir devler özelinde kapitalizmin çelişkileri küresel ölçeğe taşınmış, bazı ülkelerin refahı (kuzey yarımküredekiler) için kapitalizmin maliyeti ve çelişkileri diğer ülkelere (güney yarım küredeki) süpürülmüştür.

İkinci dünya savaşından sonra kurulan uluslararası siyasi ve ekonomik kurumlar sayesinde başarılmıştır tüm bunlar. Bilhassa 1944 yılında imzalanan Bretton Woods anlaşmasıyla kurulan IMF ve Dünya Bankası bu etkin sistemin öncü kuruluşlarıydı. Her ülke parasını dolara, dolar da altına endekslenmişti. Esasında iyi kötü bir istikrar getirmişti bu anlaşma. Ancak 1971 yılına geldiğinde ABD Başkanı Nixon dolar ile altın arasındaki bağı koparınca Bretton Woods anlaşması çöktü. Bu, ABD’nin dünyaya attığı ilk sağlam kazıktı. Böyle yaparak aslında halkına yaşattığı Altın Çağın bedelini tüm dünyaya ödetmiş oldu.

Bu tarihten sonraki ABD’nin tüm politik ve ekonomik hamleleri Amerikan rüyasının en parlak döneminin yaşandığı Altın Çağı yeniden yaşatmaya yöneliktir. Ancak yine bu tarihten sonra attığı her adımın bedelini özellikle çevre ülkelere ödettirmeye çalışmıştır.

Örneğin çevre ülkeleri kendi lehine dönüştürmek için uygulamaya koymaya zorladığı neo-liberal politikalar bu amaca matuftu. Bu politikalar da sonraki yıllarda pek çok gelişmekte olan ülkede borç krizine sebep oldu. Hatta bu politikaların hayata geçirilmesi için askeri darbeler bile tertip edildi (Bknz: Türkiye’de 24 Ocak kararları ve sekiz ay sonraki 12 Eylül askeri darbesi).

Yine bir başka çarpıcı örnek ise 2008 küresel finans krizine sebep olan politikalardır. Mortgage kredilerinin sebep olduğu bu finans krizinin esas müsebbibi 90’lı yıllardan itibaren Clinton ve Bush’un uyguladığı politikalardır. ABD halkına, Amerikan rüyasının en önemli bileşeni olan bahçeli geniş güzel evlere sahip olsunlar diye kredi geçmişine bakmadan, ödeme kapasitesine dikkat edilmeden limitsiz krediler verildi. Yüzbinlerce dolarlık bu evlere her ABD’li sahip olsun diye başkanların bankalara yaptığı “telkinler” sayesinde oldu bunlar. Gerekli likiditeyi sağlamayı da ihmal etmediler tabi. Likidite bolluğu içerisinde bankalar da, “bir koyundan ne kadar post çıkarırız” düşüncesiyle türev ürünleri geliştirdiler de geliştirdiler. Sonuç malum. En fazla 10-15 sürmüş oldu bu düzen de.

Peki, tüm bu çabalara rağmen neden Altın Çağ yeniden yaşanmıyor? Çünkü ABD küresel ölçekteki merkezi konumu kaybetmekte ve güç dengesi pasifiğe kaymakta oldu için. Bu tespiti pek çoğumuzu belki son yıllarda duymuştur ancak 30 yılı aşkın bir süredir bu güç kaymasından söz edilmekte. Yani yeni bir olgu ile karşı karşıya değiliz. Robert Gilpin’in 1986 yılında yazdığı ve sahasında referans kaynak olarak görülen “Uluslararası İlişkilerin Ekonomi Politiği” kitabında bu merkez kaymasından söz edilmekte ve sanki adeta bugün yaşananlar tasvir edilmektedir. Hegemonik istikrar teorisinin de önemli temsilcilerinden olan yazarın bu kitabını konuya ilgili herkese tavsiye ederim.

Bugüne gelirsek…

Amerikalılar, ABD’nin küresel liderliğini sürdürmenin maliyetinin, bu liderliğin getirilerini aştığını hissediyorlar. Bu açıdan bakıldığında Trump’ın seçim kampanyasında söylediklerinin hiç de anlamsız ve altı boş olduğunu söyleyemeyiz. Ne demişti örneğin: Ne işimiz var Ortadoğu’da, bize ne Avrupa’nın güvenliğinden vs.

Bir türlü gelmeyen Altın Çağ halkı hırçınlaştırıyor. Bu rüyanın gerçekleşmeyişinin sebeplerinden biri olarak da göçmenleri görüyorlar. Trump’ın seçim kampanyasında göçmenlere yönelik sert çıkışları, yeniden büyük Amerika vaatleri bu bağlamda daha anlamlı bir çerçeveye oturmaktadır. “Make American Great Again” ifadesinin Ronald Regan’ın da 1980 yılındaki seçim kampanyasının sloganı olması bu anlamda dikkat çekicidir. Bu slogan 1950’li 60’lı yılların Altın Çağına duyulan özlemin bir ifadesi olarak görülebilir ve aynı zamanda güç merkezinin ABD’den yavaş yavaş pasifiğe kaydığının farkına varılmaya başladığının işareti olarak da okunabilir.

ABD derin aklı küresel liderliğini sürdürebilmek için aslında hem kendi halkına hem de dünyanın geri kalanına bedel ödetiyor, birkaç on yıldır. Zamana yayarak bu bedelin kendi kamuoyunca sağlıklı algılanmamasını sağlayabiliyor. Ayrıca bazı gelişmeler de buna yardımcı oluyor. Örneğin Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve SSCB’nin dağılması ABD’nin hatta tüm Batı dünyasının kendilerine olan özgüvenini tazeledi ve doğru yolda ilerledikleri yanılgısını kuvvetlendirdi.

Birkaç on yıldır çevre ve yarı çevre ülkelerde gitgide yükselen öfke ve homurdanmanın bir sebebi ABD’nin, gücünü istikrardan yana kullanmaktan imtina etmesidir. Büyük ve güçlü olmanın nimetlerinden faydalanmak için azami gayret etmesi ama külfetine katlanmaya sıra geldiğinde bundan kaçınması küresel huzursuzluğun nedenidir. Dünya barışına öncü olması gerektiği yerde ve zamanda her daim bir bahane ile savaşı ve karmaşayı uzaktan seyretmesi hatta bunun bizzat kaynağı olması dünyadaki en büyük istikrarsızlık kaynağına dönüşmüş durumda. 90’lı yılların başında Balkanlardaki Müslüman soykırımına göz yumması, Suriye ve Irak’ta iç savaş çıkmasını engellemek için gerekli müdahalelerde bulunmadığı gibi bunu körüklemesi bir hegemon olarak ABD’nin konumu zayıflatan yaklaşımlarına örnek verilebilir.

Şu anda adı tam konulmasa da dünya halklarının beklediği ve umduğu, bütün kürede barışın garantörü olacak adil bir ülkenin/otoritenin küresel liderliğidir. Eksikliği hissedilen budur. Sert ve otoriter görünen, ancak ülkesinin kaderi üzerinde etkili olabileceğine inanılan, güçlü bir imaj çizen liderlerin revaçta olmasının sebebi budur bence. Trump gibi birini öne çıkaran da toplumun bu beklentileridir. Bilinçli ya da bilinçsizce istedikleri, hem kendi ülkesinde hem de küresel ölçekte otoriteyi ve gücü ele alacağına inandıkları ele avuca sığmaz bir lider.

Dünyada politik ve ekonomik rekabet kızışıyor.

Esas sorun şu ki, yeni güç dengeleri oluşmaya başlayıncaya kadar hem küresel hegemonda hem de diğer gelişmekte olan merkeze talip olan aday ülkelerde içe kapanma ve ekonomik milliyetçilik yükselmeye başlar. İşte dünyada tehlike çanlarının çalması gereken aşama burasıdır. Dünya ekonomik ve politik sistemi bu kadar entegre olmuşken ülkelerin içe kapanması ve korumacı davranması büyük riskler barındırmakta.

Pax Amerika’nın sonuna geldiğimize inananlardanım. Ayrıca küreselleşmenin de bittiğini düşünenlerdenim; daha doğrusu küreselleşme adı altında otuz yıldır anlatılan masalın gerçekten bir masal olduğunun anlaşılmaya başladığını.

Yukarıda anlatmaya çalıştıklarımızın özeti şudur: Bir süper güç olarak küresel istikrarı sağlama imkânını kaybeden hegemon ABD, bunu sürdürmek için gösterdiği çabaların maliyetini çevre ülkelere ödetme kapasitesi azaldığı için, hem kendi halkının hem de dünyanın az gelişmiş ve gelişme olan ülkeleri nezdinde bir huzursuzluk kaynağına dönüşmüş durumda. Dünyadaki pek çok gerginliğin ve çatışmanın esas nedeni budur.

***

Yazının konusu ile doğrudan ilgili değil ama yine de kısaca değinmek isterim. Meseleyi yukarıdaki çerçevede kavradığımızda “Dünya beşten büyüktür” sözünün mazlum halkların gönlünü çelmek için söylenen sıradan bir slogan olmadığı daha iyi anlaşılacaktır. Evet, dünyada küresel bir istikrarsızlık gitgide tırmanıyor. Batı dünyasının her şeyi kendine yontan politikaları artık sürdürülemez bir noktaya doğru hızla ilerliyor. Yeni bir küresel otorite kurmak gerekiyor. Ama muhakkak daha adil; katılımcı, çoğulcu ve eşit uluslararası temsiliyete dayanan adil bir sistem. Cumhurbaşkanımızın her fırsatta  “Dünya beşten büyüktür” demesinin ve bu söylemin dünyanın çevre/periferideki hemen her ülkesinde karşılık bulmasının bir nedeni var.

Türkiye bu sözün büyüsüyle umduğumuz adil küresel düzene katkı sunabilir. Ama bir çiçekle bahar gelmediği bir sloganla da adalet gerçekleşmez. Bu sözün arkasının kuramsal olarak doldurulması, teorisinin yapılması ve uygun politik önerilerde bulunulması gerekiyor. Peki, bunu hayata geçirebilecek düşünürlerimiz var mı acaba?

Belki şaşıranlarınız olacaktır ama bu sözün altını kuramsal açıdan doldurabilecek entelektüel birikime memleketimizin anti-emperyalist solcularının potansiyel olarak sahip olduğunu düşünüyorum. Onların da belki şu yeni Türkiye’ye ve daha adil bir dünya düzenine katkıları olur. Dünyada kartların yeniden karıldığı ve yeni bir denge arayışında olunduğu bir zaman diliminde ben sol entelektüel birikimin de bu ülkenin faydasına bir şeyler söyleyebileceğine samimi olarak inanıyorum.  Ama öncelikle Erdoğan kompleksinden kurtulmaları ve şu katı sekter tutumlarını terk etmeleri gerekiyor.

 

trump1

 

Edebiyat, Sinema, Siyaset, Sanat tarihi, Mimarî, Ateizm, Kemalizm, İslâm, Kadın hakları, Feminizm, Tarih, Felsefe… Bugün 75 kitap var. Yakında yenileri eklenecek, bu sayfayı takip edin… 

Rönesans’ın Kara Kitabı

ronesans-kara-kitap-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinRönesans sanatın yeniden doğuşu değil ölümü oldu… ve daha bir çok şeyin! Rönesans’ın fikir dünyamızda açtığı yaralar bugün dahi kapanmış değil. Maddenin mânâyı tahakküm aldığı, adına “Aydınlanma” dediğimiz karanlık çağların miladı hiç şüphesiz bu dönem. Güzel ahlâk ile güzel sanatın irtibatının kopuşudur Rönesans. Bu kopuş yüzündendir ki insanlık sadece sanatta değil siyaset, bilim, felsefe, iktisatta lâdini dünya görüşünü Hakikat’in yerine koydu. Sonradan bütün dünyaya dayatılacak olan Avrupa sanatı Rönesans’tan itibaren bilimselleşti. Anatomi, optik, matematik kuralları ve özellikle de merkezî perspektif sanatta insanî ifade imkânını sınırladı. Sömürgeciliği, dünya savaşlarını ve insanları homo-economicus zanneden ideolojileri doğuran işte bu zihniyet oldu.

İnsanlık asırlardır hapsolduğu Rönesansçı perspektiften kurtulabilir; kurtulmalıdır da. Bu kurtuluşun neticeleri ise sadece sanatla sınırlı kalmayacak, ahlâkî, siyasî, felsefî tekâmüllere kapı açacaktır. Rönesans’ın Kara Kitabı bu kurtuluşa katkıda bulunmak amacıyla yazıldı. Başta Pavel Florenski ve Erwin Panofsky olmak üzere George Orwell, Juhani Pallasmaa, Michel Foucault, Ahmed Yüksel Özemre, Zygmunt Bauman, Stanley Kubrick, Cemil Meriç, Henri Lefebvre, Lucien Lévy-Bruhl, Rasim Özdenören, Mircea Eliade, René Guénon gibi sanatçı ve düşünürlerin eserlerinden ve iki değerli araştırmacımızın, Ozan Avcı ile Gönül Eda Özgül’ün makalelerinden istifade edildi. Buradan indirebilirsiniz.


Derin Medeniyet

derin-medeniyet Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinNedir medeniyet? Opera? Demokrasi? Parklar ve bahçelerle süslü şehirler? Metro? Asansör? Modern çağın karanlık dehlizlerinde kaybolan bizler için medeniyet, teknoloji ve kültür mefhumlarını birbirinden ayırdetmek zor ama şurası kesin: Hiroşima, Gazze ve Halep’te şehirleri (medineleri) haritadan silen Batı’ya “medenî” diyenler büyük bir suç işliyorlar. Zira katil bir insanı bir kere öldürür ama katile “katil” demeyenler içlerindeki insanlığı, vicdanı öldürmüş olurlar. (Vicdan / Conscious / Conscience / ضمير)

Evet… Kimileri adaletle hükmedilmiş mülkler bıraktılar geriye; kimileriyse kan ve göz yaşıyla, kul hakkıyla çimentosu karılmış duvarlar, piramitler, kuleler. Elinizdeki bu kitap şu veya bu medeniyeti anlatma değil medeniyet mefhumunun derinlerine inme derdinde. İnsanlar arasındaki münasebetleri yani muhabbet, merhamet, adalet, ticaret ve şiddeti yönetebilme gücü açısından medeniyet mefhumuna yeni bir bakış açısı teklif ediyor. Miras olarak köprü bırakanlarla duvar bırakanları tefrik etmeye yarayacak bir bakış açısı. Buradan indirebilirsiniz.

fikir-kirintilari-2 Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinBir kez daha sosyal medyada paylaştığımız mesajları kitaplaştırdık. Yayına girdiği günden beri Fikir Kırıntıları-1o kadar çok ilgi gördü ki biz de yeni e-kitabı ilginize sunmak için elimizden geleni yaptık… Ve her zamanki gibi konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Fikir Kırıntıları-2’nin konuları şöyle:

Taktik ve Strateji, Enerji, Vatikanizm, Gündem Zehirlenmesi, İslâm Sanatı, Kanlı Fotoğraf Yayma, 1 Mayıs, Amigo-Tarihçi, Futbol, mafya, uyuşturucu, fuhuş ve terör, Namaz illâ namaz, Müslümanlarda içe kapanma ve dışa açılma, Neden okuyalım? Ne okuyalım? Nasıl okuyalım?, Ekonomistler neden ekonomiden anlamaz?, Münâfıkûn ve Siyaset-i Nebevî, Sosyal Medya, Gurbet, Çirkin Şehir, Devrim, Yeni PKK ve “Private Security”, Şifalı ottan zehir yapma, Kadına Karşı Şiddet, Liberalizm, Gerçeği görme, Çalışan kadın, Suriye, Tasavvuf, Hollywood-Pentagon, Beyin yıkama ve psikolojik harp. Buradan indirebilirsiniz.

Fikir Kırıntıları – 1

fikir-kirintilari Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin140 karakterle derdini anlatabilenlerden misiniz? Kısa mesajlar, FaceBook’taki özlü sözler, Twitter’da kısaltıldıkça sloganlaşan fikirler… Tabi insanlar sözü uzatmanın yeni yollarını buldular: Video, caps, … Ancak kısa söz her zaman derinlikten mahrum olmakla eş anlamlı değil. Az sözle çok ama çok derin mânâlar da aktarılabilir. Kısa sözün hikmeti dışarıdan aktarılan, alimden cahile verilen yeni bir şey değil. Meselê ârifin irfanıyla agâh olunması; dinleyende bilkuvve (potansiyel) olarak  bulunan güzelliklerin uyandırılması, bilfiil (aktif) hale geçirilmesi. Bunun için “dinleyen anlatandan “ârif olsa gerek” buyurmuş büyükler. Biz de Twitter’da paylaştığımız kısa mesajları konularına göre tasnif edip kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Eğitimden Türk soluna, ekonomik krizlerden petrol savaşlarına, ölüm korkusundan küresel ısınmaya kadar çok farklı konularda aforizmalar… Konuları derinleştirmek isteyenler için ise makaleler ve kitaplar da tavsiye ettik. Buradan indirebilirsiniz.

Kitap tanıtan kitap 7

kitap-tanitan-kitap-7 - kucuk Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinKitap tanıtan kitapların 7cisine damgasını vuran düşünür Susan Sontag oldu. 1977’de yayınladığı “Fotoğraf Üzerine” isimli cesur kitaptan bahseden 4 makale ile başlıyoruz. Mehmet Özbey’in kaleminden eskimeyen bir kitabı ziyaret edeceğiz sonra: Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez) Değerli yazarlarımızdan Mehmet Salih Demir ve Mustafacan Özdemir tek bir kitaba ve tek bir yazara odaklı kitap sohbetlerinden farklı makaleler hazırladılar. Bunlar kavram ve/veya olaylara odaklı, birden fazla kitaptan ve müelliften istifade eden çalışmalar: Terör, vicdan, modernleşme, bilim felsefesi (Kuhn, Heidegger, Derrida, Gadamer, Dilthey, Mach, Baudrillard, Toulmin) … Suzan Nur Başarslan’ın yazdığı Türk romanının tarihçesi ve Seksenli Yıllarda Türk Romanı Ve Post Modern Eğilimler de bu kategoriye dahil edilebilir. Bunların  yanısıra yazar kadar hatta bazen daha fazla ünlenmiş kitaplara adanmış makaleleri de yine bu sayıda bulacaksınız: Zeytindağı (Falih Rıfkı Atay), Hayy Bin Yakzan (İbn-i Tufeyl), Körleşme (Elias Canetti), Taşrada Düğün Hazırlıkları (Franz Kafka). Kitap tanıtan Kitap 7’nin daha önceki sayılardan bir diğer farkı da Georg Simmel’e adanmış iki makale içermesi. Karl Marx ve Max Weber arasındaki kayıp halka olarak nitelenen Simmel’in “Büyük şehir ve zihinsel yaşam” (Die Großstädte und das Geistesleben, 1903) isimli özgün çalışmasından bahsettiğimiz makaleler kitabın sonunda. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Derin Lügat 4.0

derin_lugat-4 kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinYeni sürümlere dair not: Eski sürümleri indirip okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmiyoruz. Yani her yeni sürümde okumaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

4cü sürümle eklenen yeni terimler: Paraklitos, Hudud, Ehliyet, Zâhir ve Batın, Barış, Unutmak.

3cü sürümle eklenen yeni terimler: Eksen Kayması, Bilgi toplumu, Zamanda Yolculuk, Ateist , Yokluk , Çağdaş, Gurbet, Kader.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlık akıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için. Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık. Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklari Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “Sinema Endüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmler yapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6 Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinKitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansin Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.


tezyin_kapak-150 Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinT.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirin

Fethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: 5inci sürüm, 11 Ağustos 2016)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde “pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme.

Sonra bir gün… Mavi Marmara! Doğu Akdeniz’de, uluslararası sularda oyuncak ve gıda taşıyan bir gemi saldırıya uğradı. Masum ve silahsız insanlar öldü. Psikopat bir devletti bunu yapan. İsraillileri hapsettiği korku duvarları Filistin’i hapseden beton duvarlardan daha yüksekti. Ama Fethullah Gülen İsrail’den izin alınması gerektiğini söyledi. Bu terörist devletten “otorite” diye bahsediyordu. Gülen’e göre İsrail Doğu Akdeniz’in efendisiydi, uluslararası sularda bile masum sivilleri öldürme hakkına sahipti. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyordu. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyordu.

15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişiminde yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların teşkilâtı sonradan mı kokuştu?

 Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirinAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” Ücretsiz kitap indirin75 kitap indirindemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Oca 2, 2017: Düşman Müttefiklerimiz… | Ne Mutlu "İnsan'ım" Diyene!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin