Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Kemalizmin Zararları (30): Adamı laik yapar! »

ilahiyet

 

… Bu konuda okumak için…

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretiliyordu ve Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde uzun zaman yasak idi. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyordu. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyordu. Rumların ruhban okulları özgür değildi. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyordu. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyordu. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, uzun süre geri verilmedi. Sahi Laiklik neye yarıyor? “Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır” diye ezberletildi bize okullarda. Çağdaş, uygar, gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkmak için gerekliydi güya.“Sakın ha sakınçocuklar!” derdi öğretmenimiz, “laiklik dinsizlik demek değildir”.

Aslında yerli malı değil; Fransızlar Vatikan’ın baskısından kurtulmak için icad ettiler laikliği. T.C. usulü Alaturka laiklik ise babasının ceketini giymiş bir çocuktaki gibi iğreti duruyor üzerimizde. Eline sopayı geçiren “laiklik adına” patlatıyor “ötekine”. Zenciyi zenciye kırdırmaktan başka bir işe yaramadı bu güne kadar: Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, 28 şubat…

Elinizdeki bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor. Buradan indirebilirsiniz. 

Kadın hakları ve Kemalizm

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisinihukukyerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları“ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen…Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek,atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir… Buradan indirebilirsiniz.

 

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişleIZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

Liberalizm hukuk devletine ve demokrasiye düşmandır »

suisse[1]Dünyanın en büyük ikinci bankası HSBC’nin İsviçre’de bulaştığı sanılan vergi kaçırma ve para gizleme skandalında İsviçre savcılığı devreye girdi. Bankanın şubelerine yapılan baskında birçok belge ve bilgisayara el konuldu. Skandalla ilgili iddialara göre HSBC Bankası müşterilerinin milyonlarca Dolar vergi kaçırmasına aracılık etti. Yayımlanan belgeler bu kişilerden 3105’inin Türkiye bağlantılı olduğunu bankaya 3.5 milyar Dolar yatırdığını ortaya çıkardı.

france[1]Fransa’da HSBC bankası hakkında “kara para aklamak ve vergi kaçakçılığına yardımcı olmak” suçlamasıyla dava açıldı.
2006-2007 yılları arasında Fransa üzerinden İsviçre’deki şubelerini yasa dışı faaliyetler için kullanmakla itham edilen HSBC için kefalet miktarı ise 1 milyar Euro olarak belirlendi. HSBC’nin “varlıklı müşterilerinin İsviçre’deki hesapları üzerinden vergi kaçırmalarına yardımcı olduğu” iddiasını destekleyen belgelerin Fransız gazetelerine sızdırılması üzerine Paris Savcılığı, Mart ayında soruşturma başlatmıştı. Fransız Le Monde gazetesinin öncülüğünde toplanan Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu tarafından ortaya çıkartılan skandal ile “Swissleaks” adı verilen belgelere göre, yaklaşık 9 bin Fransız vatandaşının söz konusu bankada 5 milyar Euro civarında gizli hesabı bulunuyor.
uk[1]Avrupa’nın en büyük bankası HSBC İngiltere’yi terk ediyor. Genel merkezini İngiltere dışına taşıma kararına sebep olarak yönetim İngiltere’nin bankacılık sektörüne getirdiği katı kuralları gösterdi. Finansal kriz sonrası İngiliz yönetiminin uygulamaya koyduğu regülasyon ve yapısal reformlar birçok bankanın piyasa ve müşteri tabanını kaybetmemek için yeni ülkeler arayışına girmesine yol açtı.

(Kaynak: EuroNews)

… Bazı  gerçekler ve liberal yalanlar üzerine okumak için…

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

Gülenizm-Kemalizm elele: Yeni bir muhalefet doğuyor! »

 

… Müslüman görünüp Müslümanları vuranlar üzerine okumak için …

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

İman / Faith / Foi / Bilgi / Knowledge / الإيمان »

Lion-Trainer-With-LionNe değildir?

Yanılgı şurada: Maddeyi biliyoruz, mânâya inanıyoruz. Beyin / akıl / zekâ biliyor, kalp iman ediyor. Bilim bilgi veriyor; din ise iman istiyor. Güya bilmek ve inanmak iki farklı fiil, iki farklı sahanın eylemi, organları bile farklı. Peki “biliyorum” derken gerçekte bir inancı kastetmiyor muyuz? Ya “inanıyorum” derken bir bilgi değil mi söz konusu olan?

Nedir?

Gerçek şu ki “bilgi” birçok dogmatik ve/veya indî/sübjektif kabule hatta imanî temellere dayanıyor. İnanmak ise güven kaynağı, referansı açıkça belli olan bir bilgiden ibaret. Emin olmak, iman etmek, aman dilemek, emniyet, emanet … Sadece Arapça mı böyle? Değil. İngilizce (veya Fransızca) örneklere bakın: Faith (Foi), Confidence, Trust (Confiance), Believe (Croire)… Bu kelimelerin dinsel veya ticarî/teknik sahalardaki mânâları tıpkı Arapça ve Türkçe örneklerdeki gibi. Bu tekabüliyet dahi meselenin fıtrî oluşuna hem de ifsadın çaresinin lisan/mantık/nutuk/tasavvur ile düzelebileceğine işaret etmiyor mu? Evet… Gerçekten yaşadığımız dünya ile zihnimizde temsil ettiğimiz dünya arasında bir uçurum var ve bu hastalığın tedavisi doğru kelimelerle konuşmakla başlayabilir. Ludwig Wittgenstein’ın işaret ettiği meseleye dikkat:


“… ‘Biliyorum’ demenin ‘görüyorum’ demeye benzer ve ona yakın, ilkel bir anlamı vardır. ‘Odada olduğunu biliyordum, ama odada değildi’ ifadesi şuna benzer: ‘Onu odada gördüm, ama orada değildi.’ ‘Biliyorum’ sözü benim ile önermenin anlamı arasındaki münasebeti değil, benimle bir olgu arasındaki ilişkiyi ifade etmesi gerekir. Böylece benim bilincim olguyu özümser. (Dış dünyada olup bitenleri değil, yalnızca hislerin aktardıklarını bildiğimizi söyleriz.) Dıştaki bir olayın bilgisinin resmi göze ve bilince yansıyan ışınlar yoluyla algılanır. Ancak o zaman, insanın bu yansıtmadan emin olup olamayacağı sorusu hemen ortaya çıkar. Ve bu resim gerçekte ne olduğunu değil bizim o bilgiyi nasıl tasavvur ettiğimizi gösterir …”
 (Kesinlik Üstüne, 1949-1951) Read the rest

Nisan ayında en çok okunan kitaplar »

book-diary-gif-grass-Favim.com-2204125Geçtiğimiz nisan ayında e-kütüphanemizi ziyaret eden okuyucularımız 14.156 kitap okudular. Bu okuyucuların önemli bir kısmı tarih, sanat, felsefe, psikanaliz ve edebiyat konulu kitaplara ilgi gösterdi. Toplam okumanın %63’ünü teşkil eden ilk 20 kitabın listesi şöyle:

  1. Kürtlerin Tarihi Üzerine
  2. Roman nedir? Nasıl yazılır?
  3. Senin tanrın çok mu yüksekte?
  4. Derin insan
  5. Derin Zaman / Zaman Nedir?
  6. Kitap Tanıtan Kitap 1
  7. Fethullah Gülen’i iyi bilirdik
  8. Bir pozitivizm eleştirisi
  9. Tarih şaşırmaktır
  10. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  11. Gurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”
  12. Derin MAЯҖ
  13. Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru
  14. İslâm’da Mimar ve Şehir
  15. Gözle dinlenen müzik: Tezyin
  16. Kaybedenler Klübü: Muhalefetimiz
  17. Sen insansın, homo-economicus değilsin
  18. Kitap Tanıtan Kitap 2
  19. Kitap Tanıtan Kitap 5
  20. Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

Eugène Atget: Gerçek-üstü fotoğraf için gerçek bir göz »

Fotoğrafları yayınlanacağı zaman “lütfen ismimi koymayın” diyormuş Eugène Atget. Takipçisi, meraklısı olan sanatçıları saymazsak Atget fotoğraf dünyasının unutulmuş kahramanlarından. Zamanın “uzmanları” çektiği resimleri hatalı bulmuşlar, yayınlamak istememişler. Picasso ve Matisse gibi ressamlara ilham veren karelerin sahibini bugün bile tanıyan pek yok. 1925’te La Révolution Surréaliste sirk temalı bir fotoğrafını yayınladığında Atget neredeyse 70 yaşındaymış. Ertesi yıl iki Paris karesi daha yayınlanmış ama karısı ölmüş. Bir yıl sonra da kendisi gözlerini yummuş.

Atget’yi önemsiyorum zira fotoğraflarındaki lisan-ı sûret Edward Hopper’ınki ile şaşırtıcı derecede benzeşiyor; sanatçı kurgudan, rötuştan medet ummaksızın, gerçeğin içinden gerçek-üstünü görebiliyor. Paris’te çekilmiş 10.000 adet İnsan’sız kare. Walter Benjamin’in tabiriyle bir suç mahali gibi. Seyirciye endişe veren bir boşluk, bir yokluk var. Gözüm bir şey arıyor ama… neyi? Hayır, fotoğrafın konusu gösterdiği şey değil, görünenlere bakarak görünmeyen bir şeyi “okumam” gerek. Sanki Guy de Maupassant’ın zihninde geziyorum, belki Horla’sında? Korkuyorum ama neden? Örümcek ya da köpek gibi maddî bir korku değil bu. Varoluş şuuruyla tetiklenen metafizik bir korku. (Bkz. Sanat Yoluyla Hakikat Bulunur mu?)

İnsan gözünün etten ibaret olmadığını gösteren kareler bunlar. Göz objektif gerçeklikten öte iç dünyamızın sırlarını da dış dünyanın aynasında okumaya yarayan bir organ. Hopper gibi ressamların ve Atget gibi fotoğrafçıların eserleri bu kabiliyetimizin en “objektif” ispati değil mi? (Bkz. Derin Göz)

 

Resimleri büyük görmek için… Read the rest

Bankacısını dövmeyen dizini döver! »

jesusbank_zps728fc4efDeutsche Bank’a ABD ve İngiltere’de faiz manipülasyonu nedeniyle 2,5 milyar dolar para cezası verildi

Dünya Bülteni/ Haber Merkezi

Alman Deutsche Bank ABD’deki denetleyici kurumlara 2 milyar dolardan fazla, İngiltere’de ise 340 milyon dolar ceza ödeyecek. Cezalar uluslararası finansmanlarda kullanılan gösterge faiz olan Libor ve Euribor oranlarında manipülasyon yapılması nedeniyle verildi.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre, verilen cezanın rekor düzeylerde olmasının nedeni, Deutche Bank’ın konuyla ilgili soruşturmayı yanlış yönlendirmeye çalışması. İki yıl önce İsviçre bankası UBS aynı nedenle 1,5 milyar dolar cezaya çarptırılmış, İngiliz bankası Barclays de 453 milyon dolar ceza almıştı.

İngiltere’deki mali denetleme kuruluşu Finansal Yönetim Kurumu’nun Müdürü Georgina Philippou, “Bu vaka Deutsche Bank’ın yaptığı ihlallerin ciddiyetini ve süre olarak uzunluğu açısından farklı. Bu da bugün verilen cezanın Read the rest

Düzen / System / Système / المنظومة »

Ne değildir?

Bütün, parçaların toplamı, karışımı ya da bir ortalaması değildir. Bütün hem parçalarından fazla hem de parçalarından eksik olabilir.

Nedir?

“Parça” rolündeki varlıkların bir araya gelip belli bir nizam ile bir “bütün” oluşturması. Bütün, parçaların toplamı, karışımı ya da bir ortalaması değildir. Çünkü meydana çıkan bütün hem kendi parçalarında bulunmayan bazı “yeni” vasıfları arz ader hem de parçalarda bulunan bazı vasıflar bütünde görünmez.

Roman onu oluşturan binlerce harfin toplamından farklıdır. Hidrojen ve oksijen birleşip su olduklarında bu gazlarda görünmeyen vasıflar suda kendilerini gösterir. Ordu denilince akla gelen şey asker, araç ve silahlardan oluşan bir yığın değildir.

Parçalara ayırmak Bütün’ü anlamaya engeldir

Karar vermek için varlıkları, seçenekleri, risk ve fırsatları, hatta insanları birbirini dışlayıcı şekilde (mutually exclusive) ayırd ederiz; etiketleyip hesap-kitap yaparız. Bu ayırma bazı düşünme veya karar süreçlerinde gerekli olabilir. Ancak bu bir tasavvur, geçici bir icad olmasına rağmen bir süre sonra biz bu kavramı mutlak gerçek gibi vehmederiz ve bu vehim karmaşık gerçekleri anlamamıza engel Read the rest

1 Mayıs: Türk solunun şiddet ve çatışma bayramı kutlu olsun »


… Türk Solu ve Normal Sol üzerine okumak için…

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Türk solu iktidar olur mu?

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

 

Read the rest

Dr. Martin Luther King “The other America” »

 

… Bu konuda okumak için…

Amerika Tedavi Edilebilir mi?

Bayrak yakmanın ve Amerikan/İsrail mallarını protesto etmenin dışında bir şeyler yapmak gerektiğini düşünenler için yapılmış bu çalışmayı ilginize sunuyoruz. ABD desteği son bulmadan Ortadoğu’nun psikopatı İsrail’in saldırganlığı bitmeyecek ve Ortadoğu’ya huzur gelmeyecek gibi görünüyor. Vietnam’da ve Latin Amerika’da yaşanan katliamlar Ortadoğu’da devam ediyor. Ancak ne askerî ne de ekonomik olarak bu iki ülkeye üstünlük sağlayamayan insanlar Afganistan’da, Filistin’de, Irak’ta ABD bombaları altında can vermeye devam ediyorlar. Barışçı yollarla bir şeyler yapmaya niyetli,  “yangına gagasıyla su taşıyanlar” ise Amerikan kamuoyunu uyarma çabasında. Fakat ne yanmış yıkılmış okullar, ne de kolları bacakları kopmuş bebek fotoğrafları Amerikalıların vicdanını uyandıramadı.

Amerikalılar neden bu kadar gaddar? Dünyanın geri kalan kısmında yaşayan insanlara karşı niçin bu denli acımasız?

Amerikan’ın bu saldırganlığı sıradan Amerikalılara da büyük zarar veriyor aslında. Sadece Irak’ın işgali için harcanan yüz milyarlarca dolar ile ülkelerini baştan yapabilir, zengin-fakir demeden herkese yüksek kaliteli sağlık ve eğitim hizmeti götürebilirlerdi. Oysa milyonlarca Amerikalı sefalet içinde yaşıyor. Kimi ekonomik kriz yüzünden kimi Katrina kasırgası gibi bir doğal felaketlerden dolayı evini, işini kaybetti. Devlet ise bu insanları yüz üstü bıraktı. Neden? Bu 37 sayfalık kitap klişelerin ötesinde bir bakış açısı öneriyor. Buradan indirebilirsiniz.