RSS Feed for This Post

Kelebek cenazesi gibidir kelâma hapsedilen mânâ

pavel-florenski-tersten-perspektif-4-kucukHer devrin olduğu gibi Rönesans’ın da kendine has bir sanat lisanı vardı. Optik, matematik ve anatomi kurallarıyla gelen, oldukça teknik ve objektif bir lisandı bu. Zaten erken Rönesans “sanatçılarının” çoğu sanatçı değil teknisyendi: Mühendis, matematikçi ve mimarlardan müteşekkildi bu topluluk.

Fakat yıkıcı olan teknikleştirmenin kendisi değil bu lisanın yegâne gerçeklik(!) olarak dünyaya dayatılması idi. Titus Burckheardt’ın isabetle söylediği gibi Rönesans yeniden doğuş olmadı. Tam tersine sanat da dâhil olmak üzere birçok şeyin ölüm fermanıydı. Peki, Rönesans’ın lisan-ı suretini bu kadar ölümcül yapan nedir?

Tabiatı “olduğu gibi” resmetme iddiasındakilerin matematik, optik ve anatomi kurallarıyla sanatı teknikleştirmesi insanların Kâinat’ı okumayı bırakıp bakmasına sebep oldu. Bakılan bir Kâinat’ın içindekilerle beraber eşyalaşması kaçınılmazdı. Yani okumak yerine sadece bakan bir göz için hem diğer insanlar hem de gözün sahibi olan “Ben” eşya haline geldi. İşte “gerçekçi / natüralist” denilen ama aslında sadece taklitçi olan Rönesans sanatıyla gelen yıkım bu yolla fikir dünyasına da sirayet etti. Taklitçi sanatın vicdan ve adalet tasavvuru üzerindeki etkisi de son derecede ifsad edici oldu.

Ağaçlar sonlu, ağaç resimleri sonsuzdur

pavel-florenski-tersten-perspektif“… Nasıl düzenlenmiş olurlarsa olsunlar, temsili sanat eserleri simgesel olup olmayışları veya güya natüralist olmalarıyla değil, natüralist olmamalarıyla, şeylerin farklı yönlerinin farklı dünya görüşlerinin ve farklı sentez düzlemlerinin simgeleri olmalarıyla birbirlerinden ayrılırlar. Farklılıkları simgesel düzlemde ortaya çıkar. Bazıları daha kusursuz, bazıları daha az kusursuzdur. Bazıları daha az, diğerleri ise daha çok genel insanlığa özgüdür. Ama doğaları gereği tümü simgeseldir. Kaba natüralizmin inandığı gibi temsillerin perspektifliği asla şeylerin bir özelliği değil, aksine sadece simgesel ifade gücünü gösteren bir yöntem, sanatsal değeri farklı bir değerlendirmenin konusu olan pek çok olası simgesel tarzdan biridir. Tam da bu nedenle bunların hakikiliğinden, patentli bir “realizm” iddiasından söz etmek anlamsızdır …” (Tersten Perspektif)

 Evet… Pavel Florenski’nin açık bir şekilde ifade ettiği gibi ne merkezî perspektif ne de bir başka temsil yöntemi Gerçek’in patentine sahip olma iddiasında bulunamaz. Resmedilen her ne olursa olsun ressam birçok soyutlama yapar yani eşyanın sûretini eşyadan tecrid ederek kâğıda aktarır. Ressam bu süreçte önemsediği ayrıntıları abartır; “gereksiz” olanları ihmal eder. Bu cihette her tasvir bir estetizasyon değil midir? 3 boyuttan 2 boyuta her geçişte bazı tercihler yapılır ve her tercih de kendine has abartı, boşverme, netleştirme ve tecridleri beraberinde getirir. Demek ki ne kadar “gerçekçi” olursa olsun her resim mücerred yani soyuttur. Meselâ karakalemle çizilmiş bir ağaç resmi renkleri ihmal ettiğinden ağacın gövdesi ve dallarının kenar çizgileri bize daha net görünür. Benzer şekilde renkli ve gündüz ışığında çekilmiş bir ağaç fotoğrafına kıyasla kar-sis içindeki ağaçlar sadece siluetleriyle öne çıkarlar. Merkezî perspektif kuralları harfiyen uygulansa bile bakış açısına kadar her tercih kâğıda kendi mürekkebini akıtır. Bunun içindir ki ağaç türleri sonlu olsa bile yapılabilecek ağaç resimleri sonsuzdur.

pavel-florenski-tersten-perspektif-5“… Sonuç olarak eğer (ister doğrusal olsun, ister tersten, ister tek ya da çok merkezli) perspektif sorunlarını araştırmak istiyorsak, öne sürülmüş tüm bu nedenlerden ötürü her zaman resmin ve diğer temsili sanatların simgesel ödevlerinden hareket edilmeli ve diğer çizim yöntemleri arasında perspektifin nerede konumlandığı, tam olarak neyi temsil ettiği ve hangi manevî değerlere uzandığı bu yolla açıklanmalıdır. Zira perspektifin görevi diğer sanatsal araçlara benzer şekilde, zaten bilinen, dikkatleri gerçekliğe çekmeye yönelik manevî bir itici güç olabilir sadece. Diğer bir deyişle, eğer herhangi bir değeri olduğunu kabul ediyorsak perspektif de bir lisandır ve gerçekliğin kendisi değil tanığı olmak zorundadır, bu gereklidir …” (Tersten Perspektif)

Elma kelimesi yenmez, köpek kelimesi ısırmaz

Resim, roman ya da müzik… Sanat eseri ihdasına vesile olan konuyu göstermek/ anlatmak/ işittirmenin yanında kendine has bir lisanı haiz. Eserler sanatçıların ve üretildikleri asırların değerlerini, ümit ve korkularını yansıtan bir lisanda konuşuyorlar bize. Sinema eleştirmenleri “sinema dili” demekten çekinmiyor. Edebiyat tarihine geçmiş romanlar ve öyküler de Rusça ya da Fransızcayı aşan bir üst dile sahipler. Evet… Tam da bu yüzden Florenski’nin yukarıdaki sözleri meselenin kalbine dokunuyor: “… perspektif de bir lisandır ve gerçekliğin kendisi değil tanığı olmak zorundadır …

Fakat böyle bir lisanın ya da lisanların varlığını kabul etmenin yetersiz olduğunu da itiraf edelim. Eğer farklı dönemlerin sanatlarını ve bunların toplumlar üzerindeki müspet/menfi etkilerini anlamak istiyorsak bu seviyeden çok daha derinlere inmeliyiz. Bir lisan-ı sûreti teşkil eden sanatsal tercihlerle Türkçe, Kürtçe gibi doğal dilleri teşkil eden kelimeler arasındaki ortaklığı açıkça gözler önüne sermeliyiz.

Bu bölümün girişinde ne kadar gerçekçi/taklitçi olursa olsun tasvirlerin birer soyutlama olduğunu söylemiştik. Aslında kelimelere, hatta dilbilgisi kurallarına da bu gözle bakabiliriz. Zira gerçekte yaşanan her his, her eylem, öznenin nesneler ve fiillerle kurduğu her münasebet, her fikir yenidir, kendine hastır. Dün trafikteki öfkemle bugün anahtarlarımı kaybedince hissettiğim öfke aynı olabilir mi? Ama ikisine de “öfke” gibi ortak bir isim vermek sûretiyle kendi hissiyatımı evvelâ kendim, sonra başkaları için anlaşılabilir hale getiriyorum. İki öfke arasındaki farkları ihmal etmek, benzerlikleri abartmak yoluna gidiyorum. Tersini yapsaydım yani her yeni gündeki her yeni hisse farklı isimler verseydim bunları hatırlamam imkânsız olurdu. Hatırlasam bile bir aynılık yokken yine kendi geçmişimle bağ kuramam. (Bkz. Derin Lügat maddesi İndî / Sübjektif / Objektif)

Kendi iç dünyasının labirentlerinde kaybolan “akıl hastaları” bazen “Ben” demekten dahi aciz durumdalar. Her sabah aynı bedene uyandıklarının hiçbir garantisi yok! Diğer yandan lisan ile yapılan soyutlama işini abartırsak yine konuşamaz oluruz. Meselâ ışık, sıcaklık, güneş, ısınmak, aydınlanmak yerine kavramsal yakınlıklarından dolayı tek bir isim verdiğinizi, “şavk” dediğinizi düşünün. “Güneş ışığı ısıtır ve aydınlatır” gibi bir cümle yerine “şavk şavk şavk şavk” dersiniz. Aşırı sübjektif (indî) bir lisan eriyip buharlaşarak bizi kendi iç dünyamıza hapsediyor.  Fakat aşırı objektif bir lisan da her hissi hatta her insanı ve durumu tektipleştirerek anlaşmayı engelliyor.

Olmak, varolmak, tek olmak… ve anlaşılmak!

Halklar kimliklerine şekil veren ortak acılarına özel isimler verirler: Yahudiler Holokost’u, Filistinlier Nakba’yı ( يوم النكبة Yevmü-n-Nekbet), Ukraynalılar Holodomor’u kimseyle paylaşmazlar. Kurucu olaylar meselâ göçler, savaşlar da böyledir: Hicret, Ergenekon, Tevrat’taki Eksodos (Mısır’dan Çıkış) Halklar bu yolla lisanın sıradanlaştırıcı ve objektifleştirici etkisine karşı direnirler. Çünkü Roland Barthes’in dediği gibi :

“… Lisan faşisttir zira faşizm söylemeyi engellemek değil, söylemeye mecbur etmektir …”

Bizler anlama ve anlaşılma gayesiyle lisana sarılırız. Ama uçsuz bucaksız mânâları 8-10 harften oluşan kelimelerle etiketlediğimiz zaman mânânın içimizde tetiklediği güzellikler kartona iğnelenmiş kelebeklere döner. Zira iç dünyamızda öfkenin ve kıskançlığın yakıcı sıcaklığı ile elmanın lezzeti arasında bir duvar yoktur, buna gerek de yoktur. Hayat görünmez, yaşanır. Ama biz yaşadıklarımızı hem kendimize hem de ötekilere anlatmak ihtiyacı duyarız. Çünkü bir hüviyete yani zaman içinde “AYNI” kalma hissi olmadan “Ben” diyemeyiz. Bu hüviyet (identity / sameness) ancak bizim ve cemiyetin hafızasıyla gerçek olabilir. Bu yüzden hem kendi geçmişimizle hem de toplumun kavram ve hisleriyle ortaklıklar / aynılıklar inşa etmek gerekir. Bu aynılık köprüsünü kuramayan şizofren ya da Alzheimer gibi hastalıklardan muzdarib olanlara bakarsak lisan faşizminin bir lüks değil gerekli bir vehim olduğunu da anlarız.

İşte bu yüzden hislerimizin arasına sanal duvarlar çekeriz. Ortak yönlerini abartır, farkları görmezden geliriz. Böylece öfke gerginlikten ayrılır, gerginlik sabırsızlıktan farklı bir şey olur ve bu böyle gider. Aynı şeyi toplumun kelime ve kavramlarıyla da yaparız. Bu sayede anlarız ve anlatırız. İster istemez toplumun değerleri bize, bizimkiler de topluma sirayet eder. Ama hislerimizi fehmetmek için vehmettiğimiz bu duvarların sanal olduğunu unuttuğumuzda lisan kristalleşir ve kavramlar arasında aşılmaz engeller varmış gibi gelir bize. Kelimeler dışlayıcıdır. “Elma” dersem armutları, “kedi” dersem köpekleri, “umut” dersem korkuları dışlarım. Ama bu kelimelerin işaret ettiği mânâların şuurumda tetiklediği hisler zamansal olduklarından birbirlerini dışlamazlar. Yani kelimeler ve cisimler görünür, hisler yaşanır.

Çünkü hisler gerçekte tesbih boncukları veya bir evin odaları gibi birbirlerine bağlı değillerdir. Bir Olay olmadan önce yoktur ki onla ilgili hisler bir depoda hissedilmeyi bekliyor olsun. Ancak akl-ı meaş olayların olma ve birbirlerini tetikleme sırasına bakarak bir “kodlama” oluşturur. Biz bu kodlamaya bakarak hislerimize ad veririz. Hisler gerçekte lisan kutucuklarına sığmaz. (Bkz. “Zaman Nedir?” isimli e-kitap)

Resmin ögeleri de lisan gibi dışlayıcıdır

Lisandaki indî-objektif gerilimi resimde de çıkar karşımıza. Özellikle figüratif resim –ki merkezî perspektif de bir figürleştirmedir- dışlayıcı bir grameri haizdir. Çünkü üç boyutlu bir cismi iki boyutta resmeden her insan ister istemez bazı vasıfları abartacak ve öne çıkaracak; başka bazı vasıfları ise görmezden gelecek. Resim yaparken “gerçek” olduğuna inandığımız dünyadan koku, ses ve hareket gibi unsurları tecrid etmekle zaten önemli bir soyutlama yapıyoruz. Kısaca söylersek ne kadar figüratif ve gerçekçi bir tarzda yapılmış olursa olsun her resim kuvvetli bir soyutlamadır ve çok ileri derecede soyut bir temsil noktasından başlar.

Aqueous FluoreauRenkli mürekkepler suda dağılıyor ve yavaşça birbirine karışıyor. Bunu seyretme hissini sözlerle anlatmak istesek ne yazarız? Pembe, mavi, siyah,… diyerek hem diğer renkleri ve hem de anlaşılan/tetiklenen pembe dışında kalan diğer pembeleri dışlarız. “Mürekkep” diyerek belli bir kıvam, akışkanlık anlatırız ve yine dışlayıcı oluruz. “Karışmak” diyerek yine başka fiilleri dışlarız, ilh.

Figüratif resimler cismanî dünyanın eşyasına işaret ettiğinden resmin zemininde belli bir yer kaplarlar ve özellikle merkezî perspektif uygulanmışsa konumları da kendileri gibi dışlayıcı ve ölçülebilir olur. Meselâ cisim/vücud bir yerdeyse başka bir yerde değildir ve işgal ettiği yere başka bir cisim giremez. Natüralist olduğu ölçüde resimler tabiat kurallarının dışlayıcılığını da yansıtır. Sözgelimi katıların ve sıvıların birbirlerine olan durumu: Bir vazodaki suyun vazonun camıyla sınırlanması, nehirde yüzen (=batmayan ve suya karışmayan) gemiler vs. Benzer şekilde camdan geçen ışık, aynadaki yansımalar…

Kısacası gerek kelimeler gerekse resimdeki figürler birbirlerini dışlamak sûretiyle işaret ettikleri mânâların zamansal yani aslına sadık olarak hissedilmesine engel oluyorlar. Tabi bazı metinlerin ve bazı resimlerin diğerlerinden çok daha kategorik, çok daha dışlayıcı olduğu söylenebilir. Örneğin Kant’ın yazdğı “Yalın aklın eleştirisi” veya Hegel’in “Bilincin Fenomenolojisi” düşünceyi ve hissiyatı objektifleştirirler. Bunu yaparken hem fikir ve hissiyat arasına hem de insanın şuuru ile iç dünyası arasına aşılmaz duvarlar örülür. Oysa Felix Ravaisson, Henri Bergson, Gaston Bachelard, Merleau-Ponty gibi düşünürlerin eserleri çok daha “içeriden” çok daha indî bir gözle okunabilir.

Netice

Bütün fiillerimiz, bildiklerimiz ve varlığımız bir hafıza tarafından hıfz edilmeye muhtaç. Çelişkili görünse de zaman zarfı içinde kalan hayatlarımız zaman dışı bir kudretin elinde. Hafızalarımızın eylemi olan hatırlama Şimdi’nin içinde gerçekleşiyor ama “arşivden” getirilen bilgiler geçmişe ait. Ben’e ait olduğunu vehmettiğim bir gelecek gelebilecekse bu, geçmiş ama gitmemiş olanın Şimdi’yle kesişmesi sayesinde olacak. 6.5 milyar insanın her sabah aynı bedene uyanabilme mucizesi işte bu acayip makine sayesinde gerçekleşiyor.

Florenski’nin o sözünü bir kez daha hatırlayalım: “perspektif de bir lisandır ve gerçekliğin kendisi değil tanığı olmak zorundadır”. Sadece perspektif değil bütün sanatsal unsurlar, resim ekolleri, edebî akımlar, sanat adına yapılan bütün tercihler gerçeğin tanığıdır ve ASLA gerçeğin kendisi olamazlar.

Zira Türkçe veya Fransızca gibi bir lisanin alfabesi, kelimeleri, dilbilgisi kuralları vs sonludur, sayılabilir. Ama bu dille yazılabilecek roman, öykü, şiir sayısı sonsuz. Çünkü yazar ve şairlerin savaş ya da mecazî aşk gibi ortak konuları olsa bile lisanı kullanma şekilleri teknik değil sanattır. Yani yemek kitabı, yol haritası ve çamaşır makinesi kullanma kılavuzundan farklı olarak sanatsal metinler objektif değildirler. Öykü, roman, destan ve şiirler benzetme, abartı, tecahül-ü ârif gibi nice söz sanatıyla bezenir. Bu estetizasyon sürecinde acılar, sevinçler, korkular zamana yayılarak daha hissedilir olur hatta gerçekten daha “gerçek” yaşanır.

İster resim sanatından isterse söz sanatından bahsedelim bu estetizasyon sürecinde bizim iç dünyamız ve manevî değerlerimiz tecessüm eder. Dünyayı bir eğlence parkı, ölümü de nihaî bir yokoluş kabul eden biriyle Ahiret’e inanan bir insanın suretleri/kelimeleri oluşturması birbirinden çok farklı olacaktır ister istemez. Keza Hristiyan bir ressamın “Kurtuluş” inancıyla Müslüman bir hattattın “Selamet” imanı arasındaki farklar eserlerinde tezahür edecektir.

Sanat böylesi bir hürriyet sahasını önümüze açarken merkezî perspektifin veya herhangi bir tasvir yönteminin “patentli bir gerçek” olarak dayatılması hatta okul çocuklarına öğretilmesi kültürel bir yıkımdır.

 

pavel-florenski-tersten-perspektif-11

 

… Sanat, tarih, siyaset, ekonomi, felsefe üzerine kitap okumak için …

derin_lugat-2-kapak 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرDerin Lügat 2.0

2ci Sürüme dair not: Birinci sürümden bu yana 12 yeni kelime eklendi Derin Lügat’a. İndirip ilk 30 kelimeyi okumuş olanların işini kolaylaştırmak için kelimelerin sırasını değiştirmedik. Yani 65inci sayfa sonuna kadar (Yalnızlık dahil) 2.0 ile 1.0 arasında bir fark yok. Bundan sonraki güncellemelerde de aynı yolu takip edeceğiz.

İnsanlık neredeyse 4 asırdır “ilerleme” adını verdiği müthiş bir gerileme içinde. Tarihteki en kanlı savaşlar, sömürüler, soykırımlar, toplama kampları, atom bombaları, kimyasal ve biyolojik silahlar hep Batı’nın “ilerlemesiyle” yayıldı dünyaya. En korkunç barbarlıkları yapanlar hep “uygar” ülkeler.  Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu insanlar nereden çıktı? Yoksa kelimelerimizi mi kaybettik?

Aydınlanma ile büyük bir karanlığa gömüldü Avrupa. Vatikan’ın yobazlığından kaçarken pozitivist dogmaların bataklığında kayboldu. “Yeniden doğuş” (Rönesans) hareketi sanatın ölüm fermanı oldu: Zira optik, matematik, anatomi kuralları dayatıldı sanat dünyasına. Sanat bilimselleşti, objektif ve totaliter bir kisveye büründü.

Kimse parçalamadı dünyayı “Birleşmiş” Milletler kadar. Güvenliğimiz için en büyük tehdit her barış projesine veto koyan BM “Güvenlik” Konseyi değil mi? Daimi üyesi olan 5 ülke dünyadaki silahların neredeyse tamamını üretip satıyor. “Evrensel” insan hakları bildirisi değil güneş sisteminde, sadece ABD’deki zencilerin haklarını bile korumaktan aciz. Bu kavram karmaşası içinde Aşk kelimesi cinsel münasebetle eş anlamlı oldu: ing. To make love, fr. Faire l’amour… Önce Batı, sonra bütün insanlıkakıl (reason) ile zekânın (intelligence) da aynı şey olduğunu sanmışlar. Oysa akıl iyi-kötü veya güzel-çirkin gibi ayrımı yaparken zekâ problem çözer; bir faydayı elde etmek ya da bir tehditten kurtulmak için kullanılır. Bir saniyede 100.000 insanı ve sayısız ağacı, böceği, kediyi, köpeği oldürecek olan atom bombasını yapmak zekâ ister ama onu Hiroşima üzerine atmamak için akıl gerekir.

İster Batı’yı suçlayalım, ister kendimizi, kelimelerle ilgili bir sorunumuz var: İşaret etmeleri gereken mânâların tam tersini gösterdikleri müddetçe sağlıklı düşünmeye engel oluyorlar. Çözüm ürettiğimizi sandığımız yerlerde yeni sorunlara sebep oluyoruz. Dünyayı düzeltmeye başlamak için en uygun yer lisanımız değil mi? Kayıp kelimelerin izini sürmek için yazdığımız Derin Lügat’ı ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Edward Hopper’ı okumak

hopper-kapak 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرAmerikalı ressam Edward Hopper sadece Amerika’nın değil bütün Batı kültürünün en önemli ressamlarından biri. Hopper ile Batı resmi asırlardan beri ilk defa kısır ekol savaşlarını, soyut resim / figüratif resim gibi ölü doğmuş dikotomileri aşma fırsatı yakaladı.

Bu bağlamda, perspektif, ışık, gölge vb tercihleri aşan Hopper’ın yeni bir şey yaptığını savunuyoruz: Hopper Rönesans’tan beri can çekişen figüratif resme yeni bir soluk verdi. Tezimiz budur. Bu lisan-ı sûreti tahlil etmek için sadece Hopper’dan etkilenen diCorcia gibi fotoğrafçıları değil ondan beslenen Hitchcock, Jarmusch, Lynch gibi sinema yönetmenlerini, romancıları da kitabımıza dahil ettik. Diğer yandan Hopper’ın tutkuyla okuduğu filozoflardan yani Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’dan da istifade ettik. Elinizdeki bu kitap Hopper tablolarına aceleyle örtülen melankoli ve yalnızlık örtüsünü kaldırmak için yazıldı. Hopper’a bakmak değil Hopper’ı okumak için.Buradan indirebilirsiniz.

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدر

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklari 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “SinemaEndüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmleryapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرKitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansin 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.


tezyin_kapak-150 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرGözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرT.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapak 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدر

Fethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitik 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرdemokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدر80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدر4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcular 70 kitap indirin70 kitap indirin Millî eğitim aforizmalarıMillî eğitim aforizmaları Öğretim yılı yeni ama kafa hâlâ eski! Kader / Destiny / القدرÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin