Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Dikkat Kitap: Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır »

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla “bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların  aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir.

Elinizdeki bu kitap İslâm sanatının fikrî zeminini anlamak için başlayan bir arayışın seyir defteri. Hem İslâmî kaynaklardan hem de “ötekilerden” istifa etmeye özen gösterdik: Christine Buci-Glucksmann, Oleg Grabbar, Sidi İbrahim – Titus Burckhardt, Leonardo Da Vinci’nin karneleri, Van Gogh’un mektupları, Andrei Tarkovksy’nin felsefî denemeleri, Maurits Cornelis Escher’in hatıraları, Pablo Picasso’nun röportajları, hatta Giuseppe Tornatore ve ille de Kandinsky, ille de Kandinsky! Yolumuza çıkan Budist, Taoist ve Hristiyan ressamların da “İslâmî emirlere uygun” resim yaptıklarını gördük. Tersten perspektif, harfleştirici soyutlama, figüratif resimden uzaklaşma gibi nice estetik tercih bize bunların İslâmî olduğu kadar insan fıtratına uygunluğunu da teyid etti. Güzel sanat ile güzel ahlâk arasındaki bağlantıyı anlama çabamız bizi Rönesans’a kadar götürdü. Bu arayış esnasında hem sanatın hem de soyut sanatın ne olduğu, ne olması gerektiği konusunda yeniden düşünme imkânı bulduk.

284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” için. Buradan indirebilirsiniz.

Acil! Beyazıt, Aksaray, Laleli’deki Suriyeliler kötü durumdalar »

Arkadaşlar, Suriye’li muhacirlerin durumu hepimizin malumu. Demin bir arkadaşımızdan bu konuyla ilgili bir mesaj aldım. Size aynen aktarıyorum. Daha uygun bir dille yayınlayın demiş ama arkadaşın içten çabasından daha uygun bir dil bulamam zaten. Buyrun okuyun:
……………………………………….
İyi akşamlar. Sizden rica etsem sayfanızda yayınlar mısınız?
Beyazıt, Aksaray, Laleli Suriyelilerle dolu o kadar kötü durumdalar ki dışarıda yatıyorlar, malum havanın durumu. Bebekler ve çocuklar tabiki çoğunlukta. Ufak tefek bir şeyler yapıyorum ama elimden fazla bir şey gelmiyor öğrenciyim. Mont, ayakkabı, battaniye vb. ihtiyacları var gıda da tabi. Yardımcı olmak isteyenler gitse zaten meydandalar ya da ben götürürüm ama bana inanmayabilirler yani bir şekilde yardım edilmesi gerekiyor önümüz kış gözüme uyku girmiyor yayınlarsanız siz daha uygun bir dille lütfen..

Sonsöz: Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır »

Kitabımızın sonuna geldik. İslâm sanatı kadar derin bir konuda, tezyin ve soyut sanat özelinde olsa dahi “son” bir söz söylemek, son noktayı koymak imkânsız. Fakat ressam ve düşünür Wassiliy Kandinsky’nin Satıh Üzerinde Nokta ve Çizgi adlı kitabında dediği gibi her cümlenin sonundaki nokta bir bitiş olduğu kadar bir başlangıçtır zira bir cümleyi bitiren her nokta aynı zamanda yeni bir cümleye açılıştır. Nokta kendisini okuyan gözlere “sus!” dediği kadar “konuş!” da der. Biz de Müslümanların Yitik Malı Soyut Sanat üzerine hazırladığımız yazı dizisine böyle bir nokta koyuyoruz. Müsade olursa bir sonraki kitabımızla İslam sanatını anlama çabamız sürecek.

Cümle güzelliklerin sahibi, esmâ’ı güzel, sıfatı güzel, ef’âli güzel, tecellîsi güzel, kendisi güzel ve güzellikleri seven Celîl ve Cemîl Allah Teâlâ’ya en güzel hamd ü senâlar arzolunsun.

Cemâl ve Celâl tecellîlerinin mazhar-ı tâmmı olan ekmel-i mahlûkat, mir’ât-ı Hakk Fahr-i âlem Efendimiz’e en güzel salât ü selâmlar arzolunsun. Ve dahî âline, ashabına bu güzelliklerden ikram ve ihsan buyurulsun. “Rabbi yessir velâ tu’assir rabbi temmim bi’l hayr” sırrına bu güzel dualar, hamdler, salât ü selâmlar vesile kılınsın. Âmin.

(Hat: Mehmet Özçay)

Nokta yokluktan varlığa geçişin ta kendisidir »

nokta-hat-sanatiHz. Ali kerreme’llâhü veche buyurdu ki:

“Ve’l-cem’u bilâ farkin zendakatun. El-farku bilâ cem’in şirkun. Ve’l-cem’u ma’a’l-farki tevhîdun.”

(Farksız cem’ zındıklık Cem’siz fark, şirk; farkla birlikte cem’ ise tevhittir.)

Yok + Yok + … = Var?

Harflerin başı Elif, Elif’in başı ise Nokta. Nokta boyutsuz bir varlık. Hammaddesi maddesel yokluk! Sayın Nokta Hazretleri’nin bir resmini yapmak isterseniz  Fırçanın ya da kalemin şekline göre kare ya da daire biçiminde çizersiniz. Minnacık da olsa çizilen bir satıhtır, Nokta’nın kendisi değildir. Gerçek Nokta ne bir renge sahip labilir ne de bir genişliğe. İster ressam olun isterse matematikçi, fark etmez. Nokta yokluktan varlığa geçişin ta kendisidir. Yaratma niyetiyle yaratma fiilinin buluşma noktası, Zaman ile Mekân’ın kesişimidir. Onun için Sayın Nokta Hazretleri yok-lardan oluşan bir var-dır. Kim bilir? Belki de Nokta Tasavvur edilen ile halk edilen arasındaki tecelliyatı idrak etmemiz için ikram edilen bir keramettir? EL MUSAVVİR ve EL-HALIK’a açılan bir tefekkür kapısı?

Nokta çizgiden eftaldir, çizgi ise satıhtan

İki boyutlu bir tasvir üç boyutlu bir resme kıyasla daha üstündür. Zira ışık-gölge ve merkezî perspektif ile derinlik, uzaklık, yakınlık arz eden üç boyutlu tasvir kesrete, dağılmaya, saçılmaya, ayrılığa açılan bir penceredir. Tasvir edilen varlıklar kendi başlarına var olabilen kudret sahibi özneler gibi sunulur akıllara (=gözlere). Kâinat mallaşır, mülkleşir. Gerçekçi renk, ışık-gölge ve merkezî perspektif kibirlerlenmeye davet eder gözü. Göz kendini Kâinat’ın mâliki zanneder.

Oysa bir TV ekranı, cilalı bir ayna veya Karagöz perdesi gibi iki boyutlu zeminlere akseden gerçek görüntü ile onun sebebi olan hakikat üzerine tefekkür etmek gerekir. TV stüdyosundaki (hakikî) sunucu, aynada süslenen (hakikî) kadın, (hakikî) kuklaları oynatan (hakikî) kuklacı vardır. Gördüğümüzz “gerçek görüntüler” de vardır. Ama ikisinin varlık derecesi Read the rest

İslâm’da resim yasağı yoktur ama… »

455px-Story_of_Mejnun_-_in_wildernessBoyacı ile ressam arasındaki fark katil ile mücahid arasındaki fark gibidir

Tenzih kelimesi (تنزیه) pis şeylerden uzak tutmak anlamındaki “nezzehe” kökünden gelir. Müslüman bir sanatçı tenzih ettiğinde eserleri ALLAH’ın bütün kusurlardan kesinlikle ârî olduğunu gözlere, kulaklara ilân etmelidir. Zira Yaratan (haşa) yarattıkları gibi resmedilemez (=akledilemez). Tenzih Uluhiyet’in, aşkınlığın (fr. transcendance) bir beyânıdır. HAKK’ı arayan aklın gayb (bilinmezlik) karşısındaki doğal temayülü budur. Ama Tevhid’den uzak, beşerî akılla bina edilen bir tenzih sanatçıyı O’na yaklaştırmaz.

Teşbih (تشبيه) ise “şebbehe” kökünden gelir; fikren bir benzerlik / alaka kurmak anlamındadır. Kur’an’da beyan edildiği üzere mutlak hüküm bildiren ayetlerin yanı sıra müteşabih ayetler vardır. Yani benzetmeler, söz sanatları… Müslüman sanatçı Kur’an’daki mekânsal ifadelere bakarak tenzih ve teşbih arasında bir denge sağlar. Zira ima yoluyla da olsa ALLAH’ın “görmesi, işitmesi, eli ayağı olması, önü, arkası, vb” ifadelerin anlaşılması asgârî bir ilmî hassasiyet gerektirir. Teşbih ve tenzih arasındaki bu dengeyi anlamayan Müslüman sanatçı için iki tuzak vardır:  Read the rest

Dido’s Lament (Henry Purcell) »

When I am laid, am laid in earth, may my wrongs create
No trouble, no trouble in, in thy breast.
When I am laid, am laid in earth, may my wrongs create
No trouble, no trouble in, in thy breast.
Remember me, remember me, but ah!
Forget my fate.
Remember me, but ah!
Forget my fate.
Remember me, remember me, but ah!
Forget my fate.
Remember me, but ah!
Forget my fate.

… e-kitap okumak için…
 

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz.

 

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…”

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Ulus-Devlet Türkiye’den Adil Türkiye’ye »

“… Türkiye bir paketle demokrasinin geleceği bir Ortadoğu diktatörlüğü değil. 3 aydır diktatör ilan ettikleri Başbakan’dan daha fazla demokrasi bekleyenlerin şizofrenik hali bile Türkiye’nin uzun süredir ileri olmasa da ilerleyen bir demokrasi olduğunun delili. Bu paketin 2013 yılının Eylül ayının sonunda açıklanmasının tek bir sebebi var. O da çözüm süreci. Bu paket 21 Mart Newroz’unda Öcalan’ın mektubundan sonra devletin cevabı mektubudur. Silahlı mücadeleye son verme kararı alan Kürt siyasetine “buyur ovaya gel, bütün engelleri kaldırıyorum, siyaset yap” çağrısıdır …” (Yıldıray Oğur / Türkiye)

… Bu konuda okumak için…

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Etnik kökenimiz benliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan bir baskı, bu renk “yüzünden” çekilen büyük bir acı sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişleIZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilen insanlar giderek insanlıklarını perdeliyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açıyorlar. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz. 

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisinihukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor. Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

Kemalizmin Zararları (22): Cahilliğini ilim zanneder »

kemalizm

 
…Kemalcilik ve Atatürkizm üzerine e-kitap…
Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz. 

 

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.  

Kadın hakları ve Kemalizm

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış

Çirkin Resim Yapan Toplumlar Adil Olamazlar… »

sinek… çünkü sanatsal tercihleri o toplumun varlık tasavvuruna işaret eder

Ressam ve sanat tarihçisi Giorgio Vasari’nin anlattığına göre[1a] doğayı taklit etme konusunda Giotto di Bondone kadar yetenekli bir ressam daha yoktu. Birgün ustası Cimabue’nin başladığı bir tablonun üzerine o kadar gerçekçi bir sinek çizdi ki Cimabue geri geldiğinde resme devam etmeden önce bir müddet uğraştı sineği kovmak için. Ortaçağ’daki Hristiyan ikonlarına gerçekçi yüz ifadeleri ekleyen Cimabue ve aynı teşbih yolundan giden talebesi Giotto di Bondone taklitçi resim sanatının öncülerinden kabul ediliyor.

“…Giotto di Bondone öyle büyük bir dehaydı ki, herşeyi yaratan Doğa Ana onun fırça ya da kalemle taklit edemeyeceği hiç bir şeyi yaratamazdı. Taklit öyle kusursuzdu ki o artık bir kopya değil modelin aslıydı. Eserleri bakanların gözlerini yanıltır, insanlar resimleri gerçek zannederdi …” (Boccaccio, 1353, Decameron, 6cı gün, 5ci hikâye)

İhdas etmeyi yaratmak zanneden beşerî kibir! Taklitçi sanatı ile Rönesans’a öncülük eden ressamlardan Giotto di Bondone’yi övmek için yazılmış bu satırlar. Kim yazdı peki? Rönesans hümanizminin gurusu Giovanni Boccaccio! adeta Hristiyanlıktaki 7 günahı hayat düsturu yapmış bir hümanist! Floransalı bir tefecinin gayrı meşru çocuğu, kendisi de evlilik dışı iki çocuğun babası, aşırı şişmanlıktan kalp krizi geçirerek ölmüş ve cesedi yakılmış bir zavallı.

Sanat Güzel Olmadan Ahlâk Güzel Olmaz

Güzel Sanat ile Güzel Ahlâk arasındaki bağı koparan toplumların “iyi – kötü” yargısı “fayda-zarar” hesabıyla yer değiştirir. “Nasıl?” sorusu yerine “Kaç Para?” geçer. Ekonomik açıdan “faydası” olan herşey parasını ödendiği müddetçe hukukî meşruiyet kazanır. Zengin olmak ile haklı olmak eş anlamlıdır artık. Fakir de her zaman haksızdır çünkü parasızdır. Adaletin yerine bir racon / iç tüzük konmuştur. Ekonomiyi aksatmayan eylemler yasaldır. Para putlaşır, para için herşey yapılır. Buna da “iyi” denir. Örnek?

organ_ticaretiİsrail’deki bazı “iş” adamlarının merkezî rol oynadığı bir piyasa var: Arnavutluk, Bangladeş ve Moldavya gibi ülkelerde geçim sıkıntısı çeken insanların organlarını alıp zenginlere satıyorlar. “Sadece” böbreğini satmak için gelen fakir insan ülkesine döndüğünde fark ediyor ki başka organları çalınmış. Organlarını satan fakirler çok kısa bir süre sonra ölüyorlar zira kötü koşullarda ameliyat ediliyorlar ve bilmeden hayatî organlarını çaldırıyorlar. Dünyanın en zengin 500 milyon insanı ile en fakir 500 milyon insanı arasında öyle büyük bir uçurum açıldı ki fakirlerin ömründen 30 yıl çalıp zenginlere eklemek ekonomik bir faaliyet haline gelmiş; “iyi” kazanç getiriyor. [1b]

Serbest piyasa kanalıyla İnsan’ı yedek parça derekesine düşüren liberal ekonomi artık Stalin zulmü ile aynı noktada. (Bkz. Bir et parçası olarak komünist İnsan) Komünist Rusya’da olduğu gibi birbirimizin etini yemeye başlamadan önce sorgulasak “iyi” olacak; Nasıl geldik buraya? Nasıl kurtulabiliriz?  Read the rest

#DirenGezi’nin Faydaları(6): Gezi demokrasiye güç verdi, reformlara hayır diyemezler »

Fadime Özkan: 2007’de AK Partiye cumhurbaşkanı seçtirmemek için harekete geçen koalisyona, 367 saçmalığının icadına siyasetin, medyanın, kurumların desteği oldu ama toplumsal destek de oldu. Cumhuriyet mitinglerinde on binlerce insan Çankaya’ya başörtülü biri çıkamaz diye sokaklara döküldü. Bazı insanların haklarının gasp edilmesini onaylayan toplumsal bir kesim de var yani?

 Markar Esayan: Doğru, CHP bunu bir rejim meselesine çevirmek için öndeydi ama bu sadece CHP’yle sınırlı değil. Yüz binlerce insan
meydanlara çıktı, ordu göreve pankartları açıldı. Bütün ulu-solcu STK’ların baroların vs. orada olduğunu gördük. Çok acıklı bir durumdu. 90 yıllık bir statüko var Türkiye’de. Bu statükonun temsilcisi olduğunu düşünen bir siyasi parti ve onunla dayanışma içinde olan yargı ve askeri vesayet kurumları, bürokrasi, onun altında hizalanmış medya, odalar, sendikalar, üniversiteler var. Bu yapı Türkiye’yi yıllardır yöneten bir yapı. Bu yapının iktidarını kaybederken ses çıkarmaması mümkün değildi. Burada tabii o paralelde düşünen geniş bir halk kesimi olduğunu da görmek lazım. Türkiye toplumsal siyasi açıdan dönüşüyor, onu dönüştüren bir kesim var ama dönüşmeyen kesim de var. Sonuçta bu ideoloji bir toplum yarattı. Biz de onun ürünüyüz sadece beyaz Türkler, Kemalistler değil. Bizim ya da AK Parti’nin çelişkili halleri de oradan aldığımız kodlardan ötürü lapsuslar halinde ortaya çıkıyor zaman zaman.
(StarGazete)

 
… Çapulcular üzerine okumak için…

 

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.