Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Mülkiyet Nedir? / Pierre-Joseph Proudhon »

mulkiyet-nedir“… Mülkiyet hırsızlıktır… Nasıl ki yolcu, üzerinden geçtiği yolu sahiplenmiyorsa, işçi de ektiği tarlayı sahiplenmez… Açtığım, ektiğim, üzerine evimi bina ettiğim, beni, ailemi ve sürümü doyuran tarla üzerinde önce kazanan vasfıyla, çalışan vasfıyla, bana payımı bahşeden toplumsal sözleşmeye binaen egemen olabilirim. Fakat bu vasıflardan hiçbiri bana mutlak mülkiyet hakkı vermez. Çünkü kazanma hakkına başvursam, toplum bana “Ben senden önce kazandım” diyebilir; tarla üzerindeki emeğimi öne sürsem, “Sadece bu şartla egemen olabilirsin” diyecektir; sözleşmeden bahsedecek olsam, “O sözleşmeler sana sadece kullanma hakkını veriyor” diyecektir …” 

… Türk Solu ve Normal Sol üzerine okumak için…

Derin MAЯҖ

Etrafınızda “ben solcuyum” diyen kaç kişi var? Birgün Ya da Cumhuriyet Gazetesi, Türk Solu Dergisi okuyan? Yürüyüşlerde Marx, Lenin, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterlerini yanyana taşıyan kişileri tanıyor musunuz? İşçi sendikalarında aktif rol oynayan dostlarınız var mı? Bu insanlar hasretle beklediğimiz sol muhalefeti kuramadılar bir türlü. Neden?

Marxist ve Marxçı (Marx’a dair ama marxist olmayan) miras ile yüzleşmedi Türk solcuları. Oysa Marx anlaşılmadan hiç bir sol projenin anlaşılmasına da imkân yok. Leninist, Stalinist, Maoist… Hatta Kuzey Avrupa’nın sosyal demokrat modellerini de çözemezsiniz. Marx’ın bıraktığı yerden devam edenleri anlamak için de gerekli bu okuma; dünya soluna bugünkü şeklini veren düşünürleri anlamak için: Rosa Luxemburg, Ernst Thälmann, Georg Lukács, Max Adler, Karl Renner, Otto Bauer, Walter Benjamin, Jürgen Habermas,… Buradan indirebilirsiniz.

Türk solu iktidar olur mu?

Kendini « sol » olarak tarif eden hareketler hiç olmadıkları kadar zayıf ve bölünmüş bir tablo çiziyorlar bugün. Türk Solu Dergisi’nin ırkçı söylemlerinden CHP’nin darbe çağrılarına uzanan bir kafa karışıklığı hakim. Muhalefet boşluğunun müzmin bir hastalığa dönüştüğü şu dönemde Türk solu bu boşluğa talip olabilir mi? Daha önce Dikkat Kitap kategorisinde yayınladığımız Pozitivizm Eleştirisi gibi bu kitap da Türkiye’deki sola tarafsız bakan bir çalışma. İyimser görüşler kadar geçmişe dönük ağır eleştiriler de var. İlginize sunduğumuz 82 sayfalık bu kitap Türkiye’deki “sol” grupların sorgulamalarına, projelerine ışık tutmak amacıyla derlenmiş makalelerden oluşuyor. Kitabı buradan indirebilir ve paylaşabilirsiniz. Ele alınan başlıca konular: Solda özgürlükçü hareketler, 68 Kuşağı, Devrimci sol, Kemalizm, ulusalcı sol akımlar, Sol ve İslâm, Cumhuriyet Gazetesi.

Sosyalizm İslam’a uyar mı? (Tartışma)

Bir yanda zekât üzerinden eşitlikçi bir İslâm yorumu yapan anti-kapitalist Müslümanlar. Diğer tarafta bir türlü iktidar olamayan, sosyalizmi bilmeyen, kemalizmi demokrasi zanneden devletçi, hatta darbe yanlısı bir Türk solu.

Türk solu geçmişiyle yüzleşemekten korkuyor. Solcunun solcuyu katlettiği 1 Mayıs 1977 bir tabu. Deniz Gezmiş’in ulusalcı duruşunu da eleştiremiyorlar. Evet… Türk solcuları iktidara yürümek için bir koltuk değneğine muhtaçlar. Peki ya İslâm? Sosyalizm İslâm’a ne kazandırabilir? Sosyalist devletlerin Müslümanlara yaptığı onca eziyetten sonra Müslümanlar sosyalizm ile ittifak yapabilir mi? Derin Düşünce okurları tartıştılar, biz de kitaplaştırdık. Buradan indirebilirsiniz.

Dinle Küçük Adam / Wilhelm Reich »

dinle-kucuk-adam“… Çünkü büyük adam sana benzemez. Yaşamının amacı yığın yığın para biriktirmek ya da kızlarını toplumsal konumu iyi birileriyle doğru dürüst evlendirmek ya da bir siyasal göreve atanmak, adının başına bir yığın büyük sözcükler eklemek ya da Nobel Ödülü almak değildir. […] Sen, unutursun küçük adam. Ama büyük adam; doğası gereği unutmaz. Sanma ki, kin besler büyük adam, sanma ki öç alır, yalnızca senin neden böylesine bayağı davranışlarda bulunduğunu anlamaya çalışır. […]  Kapanamayacak yaralar bile açsan, büyük adam, yaptığın yanlışlardan ötürü senin yerine acı çeker. Bu yanlışların büyük olmasından değil, küçük ve değersiz olmalarından dolayı acı çeker. Seni bu gibi şeyleri yapmaya iten nedenleri bilmek ister. […]  Uçmaktan korkuyorsun, yükseklerden ve derinliklerden korkuyorsun sen …”

…Bu konuda okumak için…

Ölümden Bahseden Kitap

Çocuklarımıza Ölüm’den daha çok bahsetsek ne olur? Meselâ evde besledikleri hayvanların, saksıdaki çiçeklerin ölümü üzerine yorum yapmalarını istesek? Mezarlık ziyaretleri yapsak onlarla birlikte ve sonra ne düşündüklerini, ne hissettiklerini sorsak? Çocuklara ölümden bahsetsek belki daha güzel bir dünya kurulur bizden sonra. Çünkü bugün Ölüm’ü TV’den öğrenmek zorunda kalıyor çocuklar. Gerçekten bir “problem” olan ve çözüm bekleyen kazalar, hastalıklar… Çocuklar ölüm sebepleriyle Ölüm’ün hakikatini ayırd edemiyorlar. Küçülen ailelerden uzaklaşan dedeler ve nineler de bizden “uzakta” ölüyor: Kendi evlerinde, hastahane ya da bakımevlerinde. Doğumlarına tanık olamayan çocuklar bir gün ölme “sırasının” onlara da geleceğini anlayamıyor. Ölümü bekleyen modern insan idam mahkûmu değilse eğer, kısa çöpü çekmekten korkan biri gibi. İstenmeyen bir “büyük ikramiye” ölüm… Bu kitap Ölümden bahsediyor. Ölüm denen o“konuşmayan nasihatçıdan”, o karanlık ışıktan. Kendisini göremediğimiz ama sayesinde hayatımızın karanlık yarısını gördüğümüz ölümün ışığı. Buradan indirebilirsiniz.  

Zaman Nedir?

“Zaman nedir? Kimse sormazsa ne olduğunu biliyorum. Ama birisine açıklamaya kalkarsam artık bilmiyorum… Eminim ki geçip gitmiş olmasa “geçmiş” zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasagelecek zaman da olmayacak. Peki nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz gelmedi. Şimdiki zaman sürekli var ise sonsuzluk olmaz mı? İyi ama şimdiki zaman var olabilmek için geçmişe karışması gerekiyorsa mevcudiyetini  yok oluşuna muhtaç olan bir Şimdi‘ninVARlığından nasıl bahsedilebilir? Demek ki zaman yokluğa meylettiği ölçüde var olan şeydir.” (Aziz Augustinus, 354-430)

Zaman nedir? İnsan düşüncesinin en çok zorlandığı sorulardan biri bu. Zira Zaman’ın olmadığı bir yer, an, olay düşünmek imkânsız. “Hiç bir şey olmuyor şu an” derken bile zamansal bir cetvele ihtiyaç var. Saniyeler tık tık ilerleyecek ki “yaprak bile kıpırdamıyor” cümlesinin bir anlamı olsun. Zaman’ı anlamadan Yaşam, Hareket, Özgürlük kavramlar üzerine düşünmek de imkânsız.

Derin Göz isimli kitabımızda özellikle ünlü ressam Edward Hopper’dan bahsederken modern yaşamın özellikle de Sanat’ın biz insanlara Zaman’ı düşünmek için yeni kapılar açtığından bahsetmiştik.  Derin İnsan  adlı kitabımızın Korku Matkabı bölümünde de Korku-Zaman ilişkisinden ve Sinema Sanat’ından istifade ederek Zaman’ın NE’liğini bir parçacık sorgulamıştık. Kelimelerin ve mantığın gücünün yetmediği sınırlarda yine Sanat’tan istifade ettik : Sinema, Resim ve Fotoğraf sanatı imdadımıza koştu.

Ama felsefeyi dışlamadık. Zaman hakkında çok isabetli tahliller yapmış olan Kant, Bergson, Heidegger, Hegel, Husserl’den çok önce belki ilk defa Aristoteles (MÖ 300′ler) ile başlamış sorgulamalar var. 1800ler ve 1900lerdeki fikirler haliyle teknolojik ilerlemelerden ve yeni kurulan endüstriyel toplumdan istifade eden ama aynı zamanda bunların altında ezilen bir kuşağın ürettikleri. Bilim ve teknoloji ile zaman arasındaki ilişkiye gelince elbette Newton’dan Einstein’a ve Kuantum mekaniğine kadar uzayan, epistemolojiden fizik teorilerine kadar dallanıp budaklanan sorgulamalar söz konusu.

Peki bilimsel, objektif, tik-tak zamandan başka, daha insanî, sübjektif ya da bütün bunların üstünde, dışında MUTLAK bir Zaman kavramından bahsedilebilir mi? Zaman sadece bir çerçeve, aklı sınırlayan bir tür “yokluk” mudur? YoksaDerin İnsan  ve Zaman’ın eklemlendiği bir Derin Zaman boyutu var mıdır? Tam da bu noktada Delâilü’l-İ’câzMesnevîMakasıt-ül Felasife Telhis-u Kitab’in Nefs ve Fütuhat-ı Mekiyye gibi eserler Zaman-İnsan ilişkisine bambaşka perspektifler açıyor. Zaman konusunu bütün derinliğiyle anlayabilir miyiz? Zaman’ın kitabını buradan indirebilirsiniz.

Devlete Karşı Toplum / Pierre Clastres »

devlet-piyasa“… İlkel toplum insanı için üretim, tam tamına karşılanması gereken ihtiyaçlarla örülen, sınırlanan bir etkinliktir, yani burada esas olan, yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasıdır: Üretim, harcanan enerji stokunu yerine koymaya yöneliktir. Başka bir deyişle, toplumun şenlikler için ihtiyaç duyduğu miktar dahil olmak üzere, bu stoku yeniden üretmek için gerekli zamanı yaratan ve belirleyen, doğayla eş anlamlı düşünülmesi gereken yaşam koşullarıdır. Bu durumda, yaşamsal ihtiyaçların tümü bir kez karşılandıktan sonra, hiçbir şey ilkel toplumu daha fazla üretmeye, yani tembellik, oyun, savaş ya da şenliklere ayrılabilecek bir zamanı, amacı belirsiz bir çalışmayla harcamaya sevk edemez. […] 

İlkel toplumlar çalışma ve üretimin kendilerini ezmesine izin vermez, stokları toplumsal-siyasal ihtiyaçlarla sınırlar, rekabeti dolaylı olarak olanaksız hale getirirler -zaten ilkel bir toplumda, fakirler arasında zengin olmak neye yarar?-; kısacası, formüle edilmeden de belirtilmiş olsa, eşitsizliği yasaklarlar. … İlkel bir toplumda ekonominin siyasal boyuttan yoksun olmamasını sağlayan, ekonominin özerk bir biçimde çalışmamasıdır. İlkel toplumların ekonomiyi [bizdeki mânâda ekonomi tahakkümünü] reddeden toplumlar oldukları söylenebilir …” 

… Özgürlükler ve sahte özgürlükler üzerine okumak için…

Liberalizmin Ak Kitabı

1930 model bir ulus-devletin, bir “devlet babanın”çocuklarıyız. Son derecede“Millî” bir eğitim gördük, öğrenim değil. Hayatta işimize yarayacak meslekî bilgileri ya da eleştirel bir bakışı öğrenmedik“millî” okullarda.“Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek” için eğitildik, eğilip büküldük.

Liberallerin dilinden düşmeyen “Bireysel haklar ve özgürlükler” bizim gibi Kemalist çamaşırhanelerde yıkanmış beyinler için çok yeni. Ankara’dan uzaktan kumanda ile yönetilmeye o kadar alıştık ki günlük hayatımızın kanunla değil de piyasa ile belirlenmesi neredeyse bilim-kurgu. Türkiye’yi kâh bir fabrika kâh bir kışla zannediyoruz. Faprika müdürü ya da gomandan ne emir verirse uygulayacağız. Varlığımızı armağan ettik ya!

Türkiye’de yaşayan insanların ulus-devlet boyunduruğundan kurtulmasında önemli bir rol oynuyor liberaller. Daha da oynayacaklar. Biz de bu kitapta liberalizmin temel tezleriyle uyumlu, bu fikir akımına doğrudan ya da dolaylı destek veren makaleleri birleştirdik. Peki liberalizm her derde deva mı? Hiç eleştirilecek yanı yok mu? Türkiye’nin gerçekleriyle uyumlu mu? Kendi içindeki tutarsızlıkları hatta insan doğasıyla çatışması hakkında neler söylenebilir?

Liberalizm ne yazık ki insan nefsini, bencillik ve kibir gibi insan doğasının en korkunç yönlerini ilâhlaştırıp bir ideoloji haline getirebilir. Yepyeni ve modern bir totalitarizm üretebilir. Ama gelin işin bu yanını yakında yayına gireceğimiz bir başka kitaba,Liberalizmin Kara Kitabı‘na bırakalım. Başlangıç olarak 127 sayfa boyunca liberallerin haklı oldukları kısımları teslim etmeye çalışalım. Tabi bu arada islâmcı veya solcu arkadaşlar “istemezük” dışındaki argümanlarını ve alternatif önerilerini bizimle paylaşabilirler. Buradan indirin.

 

Liberalizmin Kara Kitabı

Liberalizmin Ak Kitabı” adlı kitabımızın önsözünde söz verdiğimiz gibi sıra Kara Kitap’ta!

Neden? Kemalist ulus devletin tektipleştirici silindiri altında ezilenler için bir umut teşkil etti liberalizm. Kürt, Ermeni, Alevî, “aşırı” dindar, Eski Solcu, vs Atatürkçülerin gözünde “makbul olmayan” kimlikleri haiz insanlar “ideolojisiz bir ideoloji” bulduklarını düşündüler.

Yine de sormak gerekmez mi  “Ben de liberalim” diyenlerin içinde kaçı bu düşünce geleneğini derinlemesine inceledi? Güçlü ve zayıf yanları, Türkiye’ye uyan ve uymayan vasıfları hakkında bilgi sahibi oldu? Liberalizm asırlardır bir çok aşamalardan geçmiş, tarihi olaylarla kendisini, temel ilkelerini imtihan etmiş bir düşünce geleneği. Değişmiş yanları var ama sabitleri de var. Bu sabitlerin içinde YIKICI KUSURLARI var. Bunları ortaya çıkarmak için “doğru” soruları sormak ve liberal perspektifte kalarak yanıt aramak gerekiyor.

Özgürlük nedir? Devletin, toplumun ve bireylerin özgürlükler üzerindeki hakları sınırlandırılabilir mi? Liberalizmin merkezine aldığı bireysel özgürlüklervepiyasa her derde deva mıdır? Özgürlüklerin birbiriyle sınırlanması ANLAMLI mıdır?

Büyük bir kısmı liberal olan düşünürlerin perspektifinden liberalizmin kusurlarını ele alıyoruz bu kara kitapta: Adam Smith, Mandeville, John Stuart Mill, Hayek, Friedman, Röpke, Immanuel Kant, Alexis de Tocqville, John Rawls, Popper, Berlin, Mises, Rothbard veTürkiye’de Mustafa Akyol, Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan…

Liberallere, liberalimsilere ve anti-liberallere duyurulur.

Buradan indirebilirsiniz.

Günlük / André Gide »

islamophobie“… Bu topraklardan hiç birşey çıkmamış… Onca ırkın, tarihin, inancın ve medeniyetin sürtüşmesinin ve çatışmasının yarattığı kalın köpüğün altında yerli hiçbir şey yok… İstanbul’da herşey başka yerden parayla ve zorla getirilmiş gibi duruyor… Türklerin kıyafeti aklınıza gelebilecek en çirkin kıyafet ve doğrusunu söylemek gerekirse, bu ırk da bu elbiseyi hak ediyor… Bu seyahatten payıma düşen hisse, ülkeye duyduğum tiksintiyle orantılı… Bu ülkeyi daha fazla sevemediğim için memnunum …” 

… E-kitap okumak için…

Müslüman’ın Zaman’la imtihanı

Sunuş: Müslümanlar dünyanın toplam nüfusunun %20’sini teşkil ediyorlar ama gerçek anlamda bir birlik yok. Askerî tehditler karşısında birleşmek şöyle dursun birbiriyle savaş halinde olan Müslüman ülkeler var. Dünya ekonomisinin sadece %2-%3′lük bir kısmını üretebilen İslâm ülkeleri Avrupa Birliği gibi tek bir devlet olsalardı Gayrı Safi Millî Hasıla bakımından SADECE Almanya kadar bir ekonomik güç oluşturacaklardı. Bu bölünmüşlüğü ve en sonda, en altta kalmayı tevekkülle(!) kabul etmenin bedeli çok ağır: Bosna’da, Filistin’de, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da ve daha bir çok yerde zulüm kol geziyor. Müslümanlar ağır bir imtihan geçiyorlar. Yaşamlarını şekillendiren şeylerle ilişkilerini gözden geçirmekle başlıyor bu imtihan. Teknolojiyle, lüks tüketimle, savaşla, kapitalizmle, demokrasiyle , “ötekiler” ile ve İslâm ile olan ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtabilecekler mi? Müslüman’ın Zaman’la imtihanı adındaki 204 sayfalık bu kitap işte bütün bu konuları sorgulayan ve çözümler öneren makalelerden oluşuyor.

Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl önce komşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle, bağnazlıkla suçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradanindirebilirsiniz.

“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)

“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin”bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız. Buradan indirin.

 

Filistin Mirası Nasîr Şama تراث فلسطينى-نصير شمة »

Haziran ayında en çok okunan kitaplar »

haziran-2015Haziran ayında e-kütüphanemizde 13.481 kitap okundu. Geçen ayki listede olmayan 6 kitap ilk 20’ye girdi, isimlerini koyu harfle yazdık. Özellikle bir anda 9cu sıraya yükselen yeni kitabımız Derin Lügat‘a gösterilen yoğun ilgiye sevindik. Bir başka kayda değer gelişme kitap tanıtan kitaplar serisinden 2 kitabın birden ilk 20’de olması.  Bildiğiniz gibi bu 6 kitap 200’den fazla kitabı ve yazarı tanıtan sohbetler içeriyor. Toplam okumanın %62’ini teşkil eden ilk 20 kitap şöyle:

  1. Kürtlerin Tarihi Üzerine
  2. Derin insan
  3. Kitap Tanıtan Kitap 1
  4. Senin tanrın çok mu yüksekte?
  5. Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır
  6. Derin Zaman / Zaman Nedir?
  7. Türk Solu iktidar olur mu?
  8. Fethullah Gülen’i iyi bilirdik
  9. Derin Lügat 1.0
  10. Kaybedenler Klübü: Muhalefetimiz
  11. Jean-Paul Sartre ile Kaliteli bir Ateizme Doğru
  12. Tarih şaşırmaktır
  13. İslâm’da Mimar ve Şehir
  14. Gözle dinlenen müzik: Tezyin
  15. Liberalizmin Ak Kitabı
  16. Derin MAЯҖ
  17. Roman nedir? Nasıl yazılır?
  18. Sen insansın, homo-economicus değilsin
  19. Türkiye bölünür mü?
  20. Kitap Tanıtan Kitap 2

 

… E-kitap okumak için…

kitap-tanitan-kitap-6Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

Zaman-Mekân / Time-Space / शून्यता /悟り/ الزمان والمكان »

zaman-mekanNe değildir?

Üzerine yaşanan olayların ve hayatların yazıldığı kareli bir defter değil. Yaşadıktan sonra “geriye” dönüp baktığımız için hayatı yıllara, aylara, günlere bölen biziz. Lisanımız mekânsal olduğu için zamanı da mekânmış gibi konuşuyoruz: Geride kalan gençlik, gelecek günler, zamanda yolculuk

Zaman-Mekân mefhumunu fehmedemeyen insanlar Newton ve Kant gibidirler, ancak vehmederler: Onu tekdüze, homojen, objektif, ölçülebilir iki boyutlu bir çerçeve zannederler ki bu 19cu asırda başlamış fikrî bir hastalık. Ne metrekarelerin mekânı ne de tik-takların zamanı gerçek değil. Saatin tik ve takları ile hissedilen sürenin anları arasında bir tekabüliyet kuran biziz; herkes için aynı olan endüstriyel zaman aslında zihnen inşa edilen bir şey. Endüstri için gerekli bir vehim olan tik-tak zamanı mutlak zaman-mekân gibi algılamak ise apaçık bir tasavvur yırtılması.

Nedir?

Yok’ların var’mış gibi görünmesini sağlayan, serbestlikleri ve hürriyetleri mümkün kılan bir vehimden ibaret. Ama vehim olduğu gerçeği akıl sahiplerince fehmedilebilir; özellikle de zamanların mekânlaştığı veya mekânların zamanlaştığı Read the rest

İktisad / Economy / οικονομία / اقتصاد »

ekmek-ekonomi

 Ne değildir?

Sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılamak için sınırlı kaynakları verimli kullanma bilimi değil.

Nedir?

Ekonominin hayattan ve toplumun geri kalan kısmından ayrı bir kurum gibi vehmedilmesi 19cu yüzyılda başladı. Bu devire kadar “ekonomik faaliyetler” beşerî ve içtimaî hayatın akışı içinde yer alıyordu. Bugün milyonları aç bırakan, İnsan’sız, hatta İnsan’a rağmen işleyen, kâh bürokrasiyle yönetilen kâh kendi kendini düzenleyen “piyasa” algısı tasavvurumuzdaki korkunç bir yırtılmanın eseri. Bu yırtılmadan evvelki cemiyetlerde ekonomi ile tasarruf arasında fark yok. (Bkz. saving, possession, austerity) Yunanca etimolojisi de yetinme, kanaat etme, azla idare gibi mânâlar veriyor.

Adam Smith ilk baskısı 1776’da yapılan ünlü kitabı The Wealth of Nations’ın hiçbir yerinde üretim, tüketim, iş gücü ve sermayeyi kapsayan bir kurumdan bahsetmiyor. “Ekonomi” kelimesini temkinli harcama ve tasarruf gibi mânâlarda kullanmış:

“… Bu birikim insanların kendi ekonomileri ve temkinli harcamaları sayesinde sessizce arttı. […] Vatandaşların ekonomilerini gözetlemek ve denetlemek kibir ve saygısızlık olur …”

Ekonominin İnsan’dan kopması nereden başladı?

İnsanların buğday veya kurutulmuş et biriktirmesiyle altın biriktirmesi aynı şey değil. Yiyecek ekonomisi/tasarrufu mutlak olarak değerli, sıkıştı mı oturur yer. Ama son kullanma tarihi var, kokar, bozulur. Altın bunun tam tersi. Mutlak olarak kullanım değeri yok. Yani hayatta kalmaya faydası yok. Altının değeri sosyal/içtimai bir değer. Yani ötekiler değer verdiği için değerli. Thomas More’un 1516’da Latince kaleme aldığı Ütopya’da ifade ettiği Read the rest

Son Yunan Trajedisi: Demokrasi: 1, Banka Faşizmi: 0 »

yunanistan

… Bazı  gerçekler ve liberal yalanlar üzerine okumak için…

Liberalizm Demokrasiyi Susturunca

Halkın iradesi liberalizm ile çatışırsa ne olur? 2008′de başlayan ekonomik kriz sürmekte. Eğitim, sağlık ve güvenlik hizmetlerine ayrılan bütçeler kırpılırken batan bankaları kurtarmak için yüz milyarlarca dolar harcanıyor. Alın terinin finans kurumlarına peşkeş çekilmesini istemeyenler protesto ediyor. Ama batılı devletler polis copuyla finans sektörünü savunmaktalar. Ne oldu? Bütün nüfusun binde birini bile temsil etmeyen bankacıların çıkarları geri kalan %99.99′un önüne nasıl geçti? Alıp satma, üretip tüketme özgürlüğü nasıl oldu da halkı finans sektörünün kölesi yaptı? Mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı uğruna halkın iradesi çiğnenebilir mi? Okuyacağınız kitap demokrasi ile liberalizmin savaşı üzerinedir. Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

Koreli seni dövüyorum, Çinli sen anla! »

maoKurtlar Vadisi’ndeki fedailer gibi giyinmişler ama korkak oldukları için Doğu Türkistan’a gidememişler. Çin lokantalarına, turistlere ve Mao maskeli bezden kuklalara saldırmak daha güvenli. Zekâ ve cesarette neo-ülkücüler abilerini aratmıyor. Dayak yiyen çekik gözlü turistlerin arasında Koreliler ve Japonların yanı sıra Kazak ve Özbekler var. Çünkü Türk(!) milliyetçisi olmalarına rağmen bizimkiler “safkan” Türklerin çekik gözlü olduğunu bilmiyorlar.

Korelilerin ve Japonların da bizim kuzenimiz olduğunu hatırlatalım bu vesileyle. Vurgulu bir lisan olan Çince’nin aksine Korece ve Japonca Türkçe gibidir, Ural-Altay dil ailesindendir, sondan eklemelidir. Yani İngilizce veya Fransızca’daki yardımcı fiillerin yerine bizdeki gibi ek alırlar. Onun için Korelileri ve Japonları dövmek ırkçılık bile sayılamaz, sadece salaklık sayılabilir.

eskimoKuzenlerimizi tanıyalım, sevelim, dövmeyelim

Ural-Altay dil ailemizde başka kuzenler de var: Macarca, Fince, Baskça… Basklar ta Atlantik kıyısında yaşıyorlar. Büyük ihtimal Estonca da kuzen. Ülkücülere söyleyin, Ruslara kızıp Estonyalı dövmesinler. Neyse. Geçelim. Akraba dillerden bahsederken inanılması güç bir şey daha söyleyeyim: Eskimolar ve Kuzey Amerika yerlileri de bizim uzaktan akrabamız. Çok sayıda bilimsel araştırma var ama ben bir hatıramı paylaşmak isterim: 1991’de Kanada’dayken Eskimo kabilelerinden arkadaşlarım vardı. Dinledikleri şarkılarda “anana … atata” kelimeleri duydum. Birincisi annenin annesi demekti yani anneanne. Diğeri ise babanın babası, yani baba-dede veya büyük baba. Sonra İngilizce karşılıklarından bir sürü “Türkçe” kelime bulduk. Pıçak (bıçak) ve Tepek (tepe) gibi birkaç tanesi hâlâ hatırımda. Hatta daha acayibi, Güney Amerika’da yaşayan bir kabilenin lisanında “alakush” kelimesi vardı, “alakuş” diye okunuyordu ve “kırmızısı bol olan kuş” demekti! Nasıl olur?

Jean-Paul Roux’nun bir kitabını Read the rest