RSS Feed for This Post

Hakikat’i neden göremiyoruz?

Günlük hayat, ekmek kavgası derken yorucu ve boğucu bir perde örtülmüş üzerimize. Sıradan, göstermelik, çıkarcı ilişkiler… Onca uğraşma, didişme… Diğer yandan ele geçer geçmez kıymetini yitiren ganimetler, daha tadına bile bakmadan çürüyen meyvalar gibi. Birgün iştah kabartan, ertesi gün geçip giden hevesler… Günlük hayat boş umutlar ve pişmanlıklardan ibaret… Peki bu boğucu perdeyi yırtıp Hakikat’i görmek için ne yapmalı? Yedikçe acıktıran bu tatmin girdabından kurtulmak, “sadece” mutlu olmak mümkün değil mi?

Binlerce yıllık düşünce tarihine baktığımızda İnsan’ın varoluş sırlarına ermek için kullanabileceği üç yol görünmüş: Felsefe, Din ve Sanat. En kolayı olduğundan mıdır, bu sonuncusu özellikle ilginç. Tabi “Sanat” derken… Hangi sanat dalını isterseniz onu seçebilirsiniz: Resim, heykel, edebiyat ya da müzik… fark etmez. Sebep-sonuç zincirleriyle zapdedilemeyen bir şey var Sanat’ta. Leonardo da Vinci şöyle diyor:

“Sadece gözün yargısıyla, aklı kullanmaksızın resim yapan kişi taklitçi bir ayna gibidir. Zıtlıkları yansıtır ama şeylerin hakikatini anlamadan yapar bunu.”

Büyük usta “şeylerin hakikati” lafıyla ne demek istiyor? Sanatçıların, imam ve rahiplerin ya da filozofların “görebildiği” ama biz sıradan insanlar için gizli olan bir şey midir Hakikat? Bir şeyi aramadan önce tarif etmek gerekir elbette. Ama eğer o aranan bir “şey” değilse yani eşya değilse nasıl tarif edebiliriz? Ünlü ressam Paul Gaugin bu “tarif” konusunda gerçekten ilginç bir şey söylemiş:

“Resim sanatında aranan tarif değil tekliftir”

Bu tarif / teklif ekseni gerçekten mühim. Eğer bilimsel anlamda tarif edilebilir bir “Hakikat” olsaydı, din adamları ya da filozoflar “gidin şu dağın ardına bakın, Hakikat orada” diyebilselerdi ortada ne inanç olurdu, ne düşünce ne de güzellik. İnsan toplulukları arı kovanlarına ya da karınca yuvalarına benzerdi. Faşizm dışında hiç bir siyasî düzen(!) kurulamazdı. Bu sebeple Gaugin gibi bir ressamın « Sanat’ta arananın » bir teklif olduğunu söylemesi büyük önem arz ediyor. Bir başka deyişle sanat bir “güzellik bilimi/tekniği” değil. Sanatçı kendi “güzelini” teklif eder. Sanat insanca hürriyetlerin izhar edildiği bir zemindir.

Bir başka ünlü ressam, Paul Klee Modern Sanat Teorisi adlı kitabında şöyle yazmış:

“Sanat yaratılışın rumuzudur. Nasıl yeryüzü Kâinat’ın simgesiyse Sanat da öyle bir simgedir.”

Burada bir tefekkür kapışı açılıyor. Neden Bilim değil de Sanat olsun yaratılış rumuzu? Çünkü yaratma kudretine sahip olan Yaratan’ı yaratmaya mecbur edilmesi muhal. Aksi takdirde Yaratan’ı kim yarattı?” diye sormak icab ederdi. Bu ise tıpkı “Zaman’dan önce ne vardı?” ya da “Kâinat neyin içindedir? Hangi mekândadır?” diye sormaya benzer.

Yaratan’ı yaratmaya mecbur edilmesi muhal olduğuna göre yaratılışın “ilk sebebi” ya da tabiri caizse hammaddesi ancak Aşk olabilir, Muhabbet olabilir. Yani Yaratan daha yaratmadan önce yaratacaklarını sevmiş ve varlıklarını murad etmiş olmalı. Tıpkı bir ressamın resmi yapmadan önce varlığını arzu etmesi gibi. Bir insana zorla bir duvarı boyatabilirsiniz. Ama zorla resim yaptıramazsınız. Sanat’ın rumuz oluşu konusunda Klee’ye hakkını teslim edelim.

Gerek Sanat’ta gerekse yaratılısta murad, irade ve sevgi içiçe giriyor. O halde ilk varoluşumuz et, kemik, kan olmadan önceki varlığımız da ilâhî bir sevgi mertebesinde olmuş olmalı. Paul Klee’nin “simgesi”, Paul Gaugin’in “teklifi”, Leonardo da Vinci’nin “akıl ile görmesi” ancak böyle bir zeminde anlam kazanabilir. Evet, Klee bunun için haklı. Kimyasında tabi olarak bulunan hürriyet sebebiyle ancak Sanat olabilir yaratılışın rumuzu. Tabiat bilimleri determinizm sebebiyle ilk varoluştaki muradı, iradeyi, Aşk’ı  temsil edemezler.

“Gerçeklerden ölmemek için Sanat’a muhtacız” diyordu Friedrich Nietzsche Zerdüşt böyle buyurdu  adlı kitabında. Bilimsel gerçekler, gerçek ihtiyaçlarınız, kredi kartınız, malların gerçek fiatları, borsa endeksi, kiranız ve ev sahibiniz, gerçekten dökülen saçlarınız ve burnunuzdaki sivilce … bunların hepsi bir öğlen güneşinın altında. Saat 12:00. Renk olarak sadece ana renkler var, şekiller de öyle. Kareler tam kare. Üçgenler sipsivri… Zaman geçiyor tabi, güneş ufka yaklaşıyor. Gölgeler uzamaya başladı. Renkler ve şekiller birbirine karışıyor. Artık saat Sanat saatidir. Herşey daha güzel. Herşeyin üstünü sarı-turuncu bir ışık örtüsü kapladı. Cisimleri birbirinden ayıran çizgiler öğlendeki kadar net değil…

Neden akşam üzeri çekilen resimler daha güzeldir hiç düşündünüz mü? Çünkü “görünenler” (biraz) örtüldüklerinde daha görünür olurlar. Bu böyle olduğu içindir ki güneşin batışını seyreden insan şunu sorar kendine:

“Yoksa fazlasıyla aşikâr olduğu için mi göremiyorum Hakikat’i? Sayesinde herşeyi gördüğüm ama kendisine direk bakamadığım güneş ışığı gibi midir Hakikat’in ışığı?”

Belki de görüyoruz ama Hakikat’i zıddı olmadığı için O’nu idrak edemiyoruz? Sıcak/Soğuk zıtlığı gibi bir Hakikat/lâ-Hakikat ilişkisi tarif edemiyoruz çünkü. Meselâ  gerçek yokluğu, cahillik, bilgisizlik ya da yalan Hakikat’in zıddı olamıyor. Hakikat hakikaten var ama tersi (yine) hakikaten yok. Tıpkı ışık ve gölge gibi:

“Gölgeler ilginç varlıklar. Eğer değişmez madde miktarı, kütle, hacım vb perspektifinden bakarsak gölge diye bir şey yok. Meselâ Madde/Anti-madde karşıtlığı gibi bir foton/anti-foton karşıtlığından bahsedemiyoruz, Işık’ın zıddı bir fizikî karanlık yok bilimsel olarak. İyi ama o zaman bir “gölge gördüğümü sandığım” zaman nedir gördüğüm? Işık kaynağının önüne bir cisim geldiğinde, ışık engellendiğinde biz bir gölge görüyoruz. Işık görmeyi umduğumuz yerde ışık yoksa “gölge var diyoruz. Gölgenin varlığı bir borç gibi, ödenmemiş bir maaş, iptal edilmiş bir randevu, bayram günü çalmayan bir telefon… Gölge herkes için değil sadece ışık ümid edenler için var.” (Varlık ve Hiç – Jean-Paul Sartre / Bölüm 6: Gölge)

Modernitenin perdesi

Hakikat ile insanların görsel/aklî bağlarının zayıflaması kanaatimce son iki asırda daha da arttı. Bu bağın zayıflamasını uzun uzun anlatmak yerine çok güzel özetleyen iki paragraf aktarmayı tercih ediyorum. Her ikisi de DD’nin kıymetli yazarlarından:

Sever Işık

“… Sanat, modern dünyanın en “kutsal!”, ve en korunaklı alanıdır. Geleneğe karşı bir put kıran olarak işlev gören, saygın ve neredeyse eleştiriden münezzeh, ahlaktan muaf bir etkinlik alanıdır. Modern sanat ve ona dahil olan/edilen her unsur, ahlaka karşı bir dokunulmazlık zırhına bürünmektedir; “sanat, ahlakdışı olmaz” klişesi bu anlayışın göstergesidir. Bu aynı zamanda “yasadışı sanat yoktur” demektir, çünkü; ahlaki olan kolaylıkla yasak olmaz. Böylece müstehcen olan, sanat maskesi ve hilesi ile ahlakı askıya alırken, yasadan ve yasaklardan da paçayı sıyırmaktadır. Pornografi, bugün müzikte, sinemada ve resimde güçlü sarsılmaz bir taarruz konumundadır. Sanat, ahlakın, yani  “iyi” ve “kötü”nün  ötesine taşınınca haliyle sınırlar kendiliğinden yok olurken, yeni sınırlar/sınırsızlıklar/tanımlar fetiş bir etkinlik olan sanattın bizzat kendisi tarafından tanımlanmaktadır. Artık sanat olan şeyin kötülük ile ilintilendirilmesi, yargılanması ve cezalandırılması söz konusu değildir.  

“Yeni sanat”ın merkezinde hedonizm vardır. Amaç, hem kalite hem de kantite olarak olabildiğince daha çok arzunun tahrik ve tatminidir ve tabiî ki tüm bunlar kapitalin egemen araç ve amaç olduğu bir piyasa içinde vücut bulmaktadır. Ve tüm bunların ardında “hazların kullanımı ve denetimi” ile “toplumsal gövdenin” kontrolü sağlayan bir iktidar kavrayışı vardır … 

Alper Gürkan

“… San’at uzmanları, tıpkı finans uzmanları gibi karma karışık ve birbirine gönderimleri haricinde hiçbir tutamağa sahip olmayan “tesbit”ler içinden sesleniyorlar. Kime? Yine birbirlerine. Daha geniş olarak kültür aracıları da denilebilecek olan “görevliler, ekipler, hızır paşalar” ellerinde tabelalarla toplumu eğitip yönlendiriyorlar, “salonlar, piyasalar, sanat sevicileri…

Bu modernliğin bir sonucu: san’at ile bilgi (marifet-gnos)arasındaki bağın koparılması, kendi başına bir netice değil; bilgi ile insan ve bilgi ile hakikat arasındaki bağların koparılmasıyla ilgili. Aslında Aydınlanma ile birlikte san’at sebeb-i hikmetini yitirdi. Titus Burckhardt’ın Aklın Aynası’nda yazdığı gibi: “Modern insan için san’atsal simgecili[k]; bireysel, psikolojik -hatta duygusal- bir temelden başka bir şeye sahip değildir.” Artık bir hakikat izharı değil, (Tarkovsky’nin egzantrik dediği) sanatçının zihinsel dehlizlerinden fışkıran bir gayzer …” 

 

… Sanat üzerine e-kitap okumak için…

 

  Baudolino (Umberto Eco)  Suzan Başarslan

Yazınsal bir yapıt, “basit bir obje değil, çok yönlü anlam ve ilişkilerle tabakalaşmış bir niteliğin çok yönlü organizasyonudur.”* Bu organizasyonun incelemesi de kendisi kadar zor bir organizasyonu gerektirir ki, bu yüzden bir yapıtın incelemesi adına günümüze değin, birçok kuram ve inceleme yöntemi geliştirilmiştir. Bu makalede Umberto Eco’nun yazdığı Baudolino adlı romanın incelemesi Gerard Genette’nin “Yapısal Metin İnceleme” yöntemine göre yapılacak ve yapıt, üç düzlemde incelenecektir. Bakış açısı, anlatıcı türü, ana düşünce, eserin yazılış tekniği, dil… gibi sorunlara da değinilecektir. İncelemede Şemsa Gezgin tarafından İtalyancadan Türkçeye 2003′te çevrilen Baudolino esas alınacak, tespit ve yorumlar çeviri yapıttan yola çıkılarak belirlenecek ve ifade edilecektir.  İncelemeyi kitap halinde indirmek için buraya tıklayın

 

Derin Göz

  İnsan gözü daha verimli kullanılabilir mi? Aş, eş ve düşmanı gören Et-Göz’ün yanı sıra Hakikat’i görebilecek bir  Derin-Göz açılabilir mi? Sanatçı olmayan insanlar için kestirme bir yol belki de Sanat. Çukurların dibinden dağların zirvesine, Yeryüzü’nden Gökyüzü’ne…Sanat’a bakmak için çeşitli yapıtlardan, ressamlardan istifade ettik: Cézanne, Degas, Morisot,  Monet, Pissarro, Sisley, Renoir, Guillaumin, Manet, Caillebotte, Edward Hopper, William Turner,Francisco Goya, Paul Delaroche, Rogier van der Weyden, Andrea Mantegna , Cornelis Escher , William Degouve de Nuncques.

Peki ya baktığımızı görmek, gördüğümüzü anlamak? Güzel’i sorgulamak için çağ ve coğrafya ayırmadık, aklımızı uyaracak hikmetli sözlere açtık kapımızı: Mevlânâ Hazretleri, Gazalî Hazretleri, Lao-Tzû, Albert Camus, Guy de Maupassant, Seneca,  Kant, Hegel, Eflatun, Plotinus, Bergson, Maslow, … Buradan indirebilirsiniz.

 

Şiirlerim, Öykülerim / Cemile Bayraktar

İnsan ya zevkten yazar ya dertten yazar. Ama insan bazen dertli olduğunu kendi bile bilmez, derdini ve zevkini kendi yazar ama farkında değildir, derdini de, şevkini de bazen kendi yazmamışçasına, yazdığından okur, insanın kendinde bilmediği yansımıştır yazıya, insan dertten yahut zevkten yazarken herkes kadar kendini okur. İnsan önce kendi için yazar. O vakit yazdığı aynası olur. Buradan indirebilirsiniz. 

 

  

Kitap tanıtan kitap 3

İnsanları birleştiren, engelleri ortadan kaldıran bir eylem yazmak… ve tabi okumak. Heinrich Böll, Sadık Yalsızuçanlar, Jean-Paul Sartre, Leyla İpekçi, Samuel Beckett, Peyami Safa, Immanuel Wallerstein, Marilyn Monroe veya Baudelaire… Farklı ülkelerde yaşamış, farklı kaygılarla yazmış olsalar da bütün yazarlar bir iz bırakmak, günü gelince başka insanlarca okunmak isterler. Evet… Yazmak vermektir. Kitap tanıtan kitaplarımızın üçüncüsünü ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

 

Söz yıkar şiir imar eder

İncitmeden söylemek istersin ama söz incitir bazen. Ağlatmak istersin bazen ama söz ağlatmaz. Bazen sesini sözle duyurmak istersin ama duyulmaz. Bazen birsindir, bin olmak istersin söz yetmez. Sözün söz; kelimenin kelime olarak kaldığı anlar bazen yetmez, bazen tam aksine düşer, öyle zamanların sihri sadece şiirdir… Tahran’dan, Washington’a; Beyrut’tan, Tokyo’ya; İstanbul’dan Şam’a; Paris’ten Kazablanka’ya; Filistin’den Keşmir’e kadar uzatabilir kollarımızı şiir, tel örgülere, mayınlı topraklara, kırmızı çizgilere mahkûm etmeden beşeri, uzanır uzanabildiğince…Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

İnsan’sız Sinema Olur mu?

Elinizdeki bu kitabı Sinema’nın programlanmış ölümüne karşı bir direniş olarak görebilirsiniz. İnsan’dan vaz geçmeye yeltenen, Güzel’i, Sanat’ı,İnsan’ı kâr-zarar tablolarına sıkıştırmaya çalışan endüstriye “Hayır!” demenin nazik bir yolu. Sinema bütün “teknik” karmaşıklığına rağmen insansız olmaz. Sinema insanlar tarafından yine insanlar için yapılan bir sanattır.

Derin Düşünce yazarları izledikleri 28 filmi anlattılar. İnsanca bir perspektiften, günlük hayatlarındaki, iç dünyalarındaki yansımalara yer vererek… İran’dan Arjantin’e, Fransa’dan Afganistan’a, Rusya’dan Türkiye’ye uzanan bir yolculukta, İnsan’dan İnsan’a… Umulur ki bu kitap Andrei Tarkovsky, Semih Kaplanoğlu, Mecid Mecidi, Nuri Bilge Ceylan ile buluşmanın farklı bir yolu olsun… Buradan indirebilirsiniz.

Öyküler (Suzan Nur Başarslan)

“…Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni, yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılıyorlar. Sorsalardı bana, derdim ki, beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim. Gözlerimde; bir şeyler yaşamış olanların, yaşamadıklarını sandıklarına olan o kendini beğenmiş, o her şeyi bilen bakışına rastlayamazsınız bu yüzden…” 

Son romanı Bela’dan da tanıdığınız DD yazarı Suzan Nur Başarslan’ın öykülerini derlediği bu kitabını ilginize sunuyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

 

Kadınlar… Günümüzün Don Kişotları

Suzan Başarslan’ın dediği gibi “kadına dair söylenmesi gereken ne  kadar söz varsa erkeğin söylediği” bir dünya bu. Sadece söz mü? Yaşama hakkı bile. Bugün Çin’de ve Hindistan’da yüzbinlerce kız bebek daha doğmadan ultrason ile ana karnında görülüp yok ediliyor. Erkeklerin güç mücadelesinde kadınlar eziliyor. Cumartesi anası oluyor, cezaevlerinin önünde sıra bekleyen, şehit tabutlarının üzerinde ağlayan oluyor.  Şampuan veya otomobil satarken bedenini kullandıran, arka planda, silik, soyunan, tüketen, “figüran”… Kadınlara özne olma hakkını vermeyen erkekler mi yoksa bu hakkı alamayan kadınlar mı? Kadınlıklarını kaybetmeden, erkekleşmeden var olabilecek mi birgün kadınlar? 96 sayfalık bu kitapta Kadın’a ait kavgaları ve Kadın’ın kimlik arayışını sorguluyoruz. Buradan indirebilirsiniz. 

 

 

“Ötekilere” bakarken (Çeviriler)

“Ötekilerin” gözüyle dünyaya bakabilenler ilerliyor uygarlık yolunda. Geçmişte Bağdat’ı, Kurtuba’yı inşa eden, bugün ise Paris’i, New York’u, yaşatan “öteki” değil mi? Bugün içine kapanan ülkeler yine geriliyor. Dışa açılan, “ötekilerin” bilgisini, birikimini kendine katabilenler ilerliyor. Bu kitabın amacı da “ötekilere” küçük bir pencere açmak. “Almanlar, Amerikalılar, İranlılar, Filistinliler ve İsrailliler dünyada olup bitenlere nasıl bakıyor?” diye sormak. Çeviri metinlere adadığımız 125 sayfalık bu kitapta Ermenistan’dan tasavvufa, İran sinemasından Ateizme, Şeriat’tan Türkiye’deki Hristiyanlara uzanan çok değişik konularda çeviri metinler bulacaksınız.  Buradan indirin. 

 

Sanat karanlıkta çakılmış bir kibrittir…

 ”…Neden bir natürmorta iştahla bakmıyoruz? Tersine ressam “yiyecek-gıda” elmayı silmiş, elmanın elmalığı ortaya çıkmış. Gerçek bir elmaya bakarken göremeyeceğimiz bir şeyi gösteriyor bize sanatçı. İlk harfi büyük yazılmak üzere Elma’yı keşfediyoruz bütün orjinalliği, tekilliği ile…” 

Bu kitapta Derin Düşünce yazarları sanatı ve sanat eserlerini sorguluyor. Toplumdaki yeri, siyasî, etik ve felsefî yönüyle… Denemelerin yanı sıra son dönemde öne çıkan, ekranları, kitap raflarını dolduran eserlere (veya ürünlere?) dair eleştiriler de bulacaksınız. Buradan indirin. 

Trackback URL

  1. 3 Yorum

  2. Yazan:Mehmet Salih Demir Tarih: Haz 29, 2012 | Reply

    Yazınızı okurken Ataullah İskenderi ‘nin (hz) Hikem-i Ataiyye’sindeki bazı hikmetli sözlerini hatırladım. 
    *(Hak c.c.) varlıklarda zuhur etmeseydi, gözler onları goremezdi. Şayet sıfatları (dogrudan) görülseydi, varlıklar silinirdi. (hiç görünmezdi) 
    * Hak Teala perdelenmis, mahcub değildir. O’nu görmekten perdelenmis olan sensin. Şayet O’nu birşey perdelemis olsaydı kendisini perdeleyen şeyi örterdi. O’nu örten birşey olsaydı varlığını çevirip sıkıştırırdı. Birşeyi çevirip sıkıştıran ise ona üstün, onun hakimidir.”O kulları üzerinde hakimdir, kahirdir.”(Enam, 6/18)
     
    Bir diğeri de, bulamadım ve tam lafziyla hatırlayamiyorum ancak “Hak zuhurunun siddetinden gayb olmuştur” mealinde bir söz idi. Yani aslında hakikat, o kadar asikar, o kadar gözümüzün önündeki, bu görünürlugunun aşırılığından, siddetinden bize görünmez olmuştur anlamında bir sözdu. 
    Yazdığınız konu çerçevesinde;   hakikatin neden görülmediği, hakikati görmenin keyfiyeti, sanatin hakikati ve  sanatın hakikati görmeye/sezmeye yardımcı olma işlevi hakkında tefekkür edenlerin, Ataullah İskenderi’den (Hz) aktardığım hikmetler noktasından da meseleyi anlamaya çalısmalarının ufuk açıcı olacağını düşünüyorum. 

  3. Yazan:MY Tarih: Haz 30, 2012 | Reply

    eyv. Sözünü ettigin eser gerçekten tükenmez bir altin madenidir. Hakikati “görme” konusunda bu kitaptan bir hikmet de ben koyayim:

    “Çoğu kere sana inip gelen nurlar kalbini, kâinat ve eşya suretleri ile dolu olarak buldukları için indikleri yeri terk edip giderler. Kalbini masiva ve ağyardan temizle ki Hak Teala onu maarif ve sırlarla doldursun.”

    Bu büyük eser Kur’an’i anlamama çok faydasi oldu ve olmakta. Bunun yaninda batili ve dogulu bütün filozoflarin varolusçuluk felsefesi ve ahlak felsefesi sahalarinda verdikleri eserleri okurken de bu kitap bir terazi gibi kullanilabilir.

    bütün insanlara tavsiye ediyorum. Sitede daha önce iki kez bahsetmistik:

    http://www.derindusunce.org/2010/12/09/hikem-i-ataiyye-serhi-ahmed-mahir-efendi/

    http://www.derindusunce.org/2011/06/14/hikem-i-ataiyye-serhi-yeniden/

    Burada bir site var, ilginç:
    http://www.ataullahiskenderi.blogspot.fr/

    satin almak için burada:

    http://www.sufi.com.tr/kitaplar/tasavvuf-klasikleri/hikem-i-ataiyye-serhi.aspx

  4. Yazan:hayrii Tarih: Tem 3, 2012 | Reply

    Sanırım İbn-i Arabi’nin ” Sır görünmeyende değil aşikar olandadır ” mealinde bir sözü vardı. Hakikat apaçık ortada ama biz göremiyoruz. Mesele koyduğumuz perdeleri nasıl aralıyacağımız.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin