RSS Feed for This Post

Tayyip Erdoğan’ı devirmek için kaç para lazım? (Bölüm II)

Banka darbe ister mi?

Türkiye’de hükümet devirmekten bahsedince akla hemen ordu gelir. Normal. Adamların sabıkası kabarık. (Bkz. Cemile Bayraktar’ın e-kitabı: Kendi ülkesini işgal eden ordu) Türkiye dışında da örnek çok. Ortadoğu, Latin Amerika ve Afrika’nın önemli bir kısmında ülkeler kendi orduları tarafından işgal edilir durur. Peki ya bankalar? Onlar da hükümet darbesi yapar mı?

Mevduat ve yatırım bankaları ya da endüstriyel faaliyetleri olan özel şirketler “normalde” darbe istemez. Seçim zamanında bile stres yapan bir patron neden kendi ülkesinde darbe yapsın değil mi? Bırakın darbeyi, koalisyon hükümeti dahi istemez onlar. Zira ekonomik faaliyet en çok siyasî istikrara ihtiyaç duyar. İşçilerin grevden uzak durması, müşteri ve yatırımcının güveni, ülkenin dışarıdaki itibarı vs bütün bunlar firmaların kârlarını doğrudan etkileyen faktörler. Ammaaaa… işin bir de “ama” kısmı var. Nedir?

Kendi ülkesinde mülteci durumuna düşmek!

Biz “ülke / devlet / hükümet” deyince ulus-devlet anlıyoruz. Yani Birinci Dünya Savaşı ile imparatorlukların yıkılmasından sonra yaygınlaşan devlet modeli. Ulusal sınırlar, ulusal kanunlar, ulusal ordular, ulusal gümrükler vs. Biz vatandaşlar da ulus-devletin pasaportu ile gezeriz, ona vergi öderiz, onun ordusunda askerlik yaparız.Gerçekten de ulus-devletin gücü, menzili ulusaldır. (Bkz. Ulus-Devlet isimli e-kitabımız) Türkiye eğer sınırları dışında bir şey yapmak isterse öteki ulus-devletlerle işbirliği yapmak zorundadır: Gümrük anlaşmaları, sınır ötesi askerî harekâtlar, suçluların iadesi, yabancılarla evlilik…

Yani “hükümet darbesi firmaların işine gelmez” derken eğer menzili sınırlı ulusal firmaları kasdediyorsanız, evet doğrudur. 100-150 işçi çalıştıran, fabrikası, müşterisi, satış mağazası vs Türkiye’de bulunan bir patron başbakanı sevsin ya da sevmesin, darbe istemez. Çünkü darbe bu tür patronları iflasa götürür. Fakat başka tür patronlar da vardır. Parazit adamlardır bunlar. Yani ekonomik mânâda katma değere sahip mal ve hizmet üretMEyen, diğer firmaların ve sıradan vatandaşların sırtından geçinenler. Stokçuluk yaparlar, milleti dedikodu yoluyla paniğe sevk edip spekülasyon yaparlar; ucuza arsa, bina, altın, hammadde vs kaparlar. Dürüst patronlar gibi riske girmezler, yatırım niyetiyle alıp satmazlar, doğrudan fiatlarla oynamak isterler çünkü başkasının emeğini sömürmenin en kolay yolu budur. Aman dikkat! Ne kapitalizmi ne de moderniteyi suçlamayın, mesele özünde insanlık kadar eski. Teknik ya da ekonomik değil hukukî bir mesele. Parayı kullanarak başkasına eziyet eden ticaret eşkiyasına Hamurrabi kanunlarından İbn Haldun’a kadar her yerde rastlanabilir!

İşte bu kravatlı eşkiyalarla mücadele etmek, vampir patronlar ile dürüst patronları ayırd etmek bugün için ulus-devletin görevi. Dürüst olan tüccarlara zarar vermeden; faaliyetlerini aksatmadan vampirlerin yıkıcı vurgunlarını önceden görmek ve halkı korumak gerek. Peki ulus-devletin adalet mekanizması işlemediği zaman ne olur? 2001 krizindeki gibi “hortumcular” gelip devletin kasasını boşaltabilir. “Kasa devletin, bana ne?” demeyin tabi. 30 veya 40 milyar dolarlık bir ulusal kayıp yüzlerce hastahane, binlerce okul, kilometrelerce yolun çalınması demek. Çalınması ya da bir düşman işgali esnasında bombalanması. 2001 krizini sonuçları bakımından bir savaşa benzetebiliriz. Türkiye’nin her yerine düşman bayrakları asılmadı tabi ama “ulusal egemenlik” kavramının içi boşaldı o dönemde. Dış borçlarını ödeyemeyen, yol, köprü, hastahane yapamayan, doktorun, polisin, öğretmenin maaşını ödeyemeyen bir devlet neye yarar? Gücü sıfırlanmış bir devletin vatandaşları kendi ülkelerinde mülteci durumuna düşmez mi?

Yunanistan’daki duruma bir bakın: Devlet televizyonunda yayının durması, halkın pazarlarda yere düşen sebze meyveyi kapışması, kilise önlerinde bedava bir çorba için saatlerce sıra beklemesi… (Bkz. Yunanistan artık Yunanlıların değil) Gerçek şu ki ırkçı Altın şafak partisinin yollarda gezdirdiği dev Yunan bayrakları dışında ulusal egemenlik namına bir şey kalmadı Yunanistan’da. Yunan limanlarını satın alan Çinli firmalar iş güvenliği, fazla mesai vb konularda Yunan kanunlarını değil Çin kanunlarını uyguluyorlar. Yunanlı işçileri çok daha fazla ezen bu uygulama Yunan hükümetinin göz yumduğu geçici bir durum değil. Çin firmaları bu şartla geldiler yatırım yapmaya. Yani hükümet liman bölgesinde bir egemenlik transferi yaptı! (Adalet ve vicdan transferi de diyebilirsiniz buna)

Devlet ulusal, düşman küresel!

Ulus-devletlerin işi giderek zorlaşıyor. Zira vampir patronlar 1980’lerden beri statü değiştirdiler. Son 30 yılda meydana gelen bir dizi gelişme aslında bütün dünyayı değiştirdi. [1] Ulusal adalet sistemlerinin, ulusal polis ve mahkemelerin küresel şirketler üzerindeki etkisi neredeyse sıfırlandı. Eskiden şirketler birbirleriyle rekabet ederdi; şimdi devletler Sayın Piyasa’nın gözüne girmek, kredi notlarını yükseltmek için rekabet ediyor. İşçi hakları, çevre koruma, tüketici koruma yasaları bu açık arttırmada feda ediliyor. Ticaret için Adalet’i feda eden ulus-devletler yatırımcıları hoşnut ediyor ve alkışlanıyor. Eskiden “haddi aşan” şirketler devlet eliyle cezalandırılıyordu. Artık “haddi aşan” devletler Sayın Piyasa tarafından cezalandırılıyor. Çünkü menzil değişti: Devlet hâlâ ulusal ama düşman küresel. Peki nasıl gelindi bu noktaya?

Eskiden sermaye sahibi gibi kâr getirecek işlere yatırım yapardı. Az risk, çok kâr arardı. Endüstri, tarım, ticaret… Meşru ekonomik sahalar bu yolla para kaynağı bulurdu ve istihdam artardı. Yani bankalar birer buluşma yeri, birer çöpçatan idiler. Kimle kim? FAZLA parası olan sermayedar ve küçük tasarrufçu ile EKSİK parası olan üreticinin. Yatırımcı uzun vadeli bir vizyon ile neticeyi beklerdi. Tarım ise hasat zamanını, fabrika ise üretim ve satış döngüsünü (imalat, montaj, lojistik…). Yıl sonunda dağıtılan kâr payı sermayedarın hakkı idi. Göze aldığı risk gerçekleşirse parasını kaybederdi.

Bugün sermayedarın yerini fon yöneticisi dediğimiz aracılar aldı. Kâr payını gölgede bırakacak kadar büyük kazanç imkânları söz konusu. Fon yöneticisi kısa vadeli, çoğu zaman günlük, hatta saatlik alım-satımlar ile spekülatif kârlar peşinde. Bu sebeple istikrar değil tersine panik ortamı onlara daha fazla kâr getiriyor. Endüstri patronu ile borsadaki broker müttefik değil düşman oldu. Bu başlı başına bir sorun. Bir çok savaşı ve ekonomik krizi besleyen küresel bir sorun.

Fakat daha da beteri var. Aracı kurumlar ve fon yöneticileri bazen kendi müşterilerine para kaybettirerek kâr etmenin yolunu seçiyorlar! Muazzam komisyonlar ve saydam olmayan kompleks finansal ürünler sebebiyle bu da mümkün hale geldi. Yani “bizim” broker kendisine para emanet eden zengin müşterilerin de düşmanı oldu. Üstelik Goldman Sachs gibi firmalar yandaş siyasetçileri, yandaş gazetecileri ve yandaş akademisyenlerinden oluşan ilişki ağı ile muazzam bir dokunulmazlık elde etti. Bu güce sahip olan bankalara soruşturma açmaya yeltenen ulus-devletler tehdit ediliyor: “Sakın bankalara dokunmayın, biz çökersek sistem çöker, siz de batarsınız!”. Emlâk krizini tetikleyen ve büyüten, yüzbinlerce Amerikalıyı evsiz bırakan bu firmanın suçlu olduğunu herkes biliyor ama kimse dokunamyor…

 

 

Dipnotlar

1980’lerden bu yana sürmekte olan bu köklü değişimi önceki kitaplarımızda inceledik:

 

… Bu konuda makale okumak için…

  1. Çapulculuk ve sivil itaatsizlik arasındaki fark nedir?
  2. Tayyip Erdoğan’ın kellesini isteyenler onu Salvador Allende zannediyor »
  3.  Taksim Meydanı’na alternatif bakış
  4. Sevgili başbakanım, “milletin dediği olacak” demişsin
  5. Gezi Parkı’ndaki isyan bitti mi?
  6. Ne kadar az bilirseniz…
  7. Ben bir bankacıyım Gezi Parkı’nda, ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında
  8. Gezi Parkı: Kür mü yoksa kürtaj mı?
  9. Derin Nefret
  10. Tayyip Neden Devrilmedi?
  11. Tayyip Erdoğan’a karşı küresel bir komplo var mı?
  12. Bu hesap tutmayacak
  13. Gezi Parkı “içeriden” nasıl gözüküyor?
  14. Gezi Parkı komplo teorisi mi yoksa gerçek komplo mu? (Video)

 

Sivil itaatsizlik, isyan ve devrim konusunda:

… Bu konuda e-kitap okumak için…

 

Banka Ordudan Tehlikelidir!

Atina’da, Roma’da, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor. Batı’da demokrasi geriliyor, yeni bir düzen kuruluyor. Alıp satma özgürlüğü nasıl oldu da halkı bankaların kölesi yaptı?

İnsanî değerlerin değil maddî değerlerin hakim olduğu her toplum kendi arsızlığı altında ezilmeye mahkûm aslında. Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu. Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar. Siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.

 Tam da bu yüzden Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar. Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı. Para bu süreçte kutsallaştı. Yine bu yüzden bankalar ve bankacılar ilahlaşarak hukukun üstüne çıkabildiler.

İşte bu fikrî zemindir sermayeyi aşırı büyüten, savcıları, hakimleri bile etkisiz hale getiren. Bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler… Peki 2008 ekonomik kriz süreci nasıl gelişti? Krizi tetikleyen ve büyüten ne oldu?

Bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Yaklaşık 40-50 kişilik bir ekip. Kriz sürecinden zenginleşerek ve güçlenerek çıktılar. Banka kurtarma operasyonlarıyla halen zenginleşmekteler.

Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor:

  1. Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler?
  1. “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar?
  2. Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?

 Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 2 Trackback(s)

  2. Tem 2, 2013: Sistem bozuk değildir, bozuk artık sistemdir!
  3. Tem 12, 2013: Müslümanlar ortak para birimine geçmek zorunda kalacak!

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin