Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Çürümenin Kitabı / Emil Michel Cioran »

ÇÜRÜMENİN KİTABI E.M.CİORAN ‘Tanrı: Ürküntümüzün üzerine dosdoğru düşüş; hiçbir ümide kanmayan arayışlarımızın ortasına yıldırım gibi inen selâmet; tesellisiz kalmış ve zaten teselli edilmek de istemeyen kibrimizin dolambaçsız bir biçimde geçersizleşmesi; bireyin kızağa çekilme yolunda ilerlemesi; endişe noksanlığı yüzünden ruhun işsiz kalması…

İmandan daha büyük bir feragat var mıdır? İman olmadığından sonsuz sayıda çıkmaza girildiği doğrudur. Ama hiçbir şeyin sonunun hiçbir şeye çıkmadığını; erenin, hüznümüzün bir yan-ürünü olduğunu bile bile, bu ayak süreme ve kafamızı yere göğe vura vura ezme zevkinden kendimizi niye mahrum edelim?

Atadan kalma ödlekliğimizin bize önerdiği çözümler, entelektüel edebinden yan çizmenin en beter yollarıdır. Yanılmak, kandırılmış olarak yaşamak ve ölmek; insanların yaptığı budur. Ama bizi Tanrı’nın içinde yok olmaktan koruyan ve bütün anlarımızı, hiç etmeyeceğimiz dualara dönüştüren bir haysiyet de vardır.’

**

‘Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafızamızın zayıflıklarıyla Read the rest

Hudud / Sınır / граница / Frontière / الحدود »

hudud-sinirNe değildir?

Gerçekten var olan iki farklı şey arasındaki değişmez çizgi değil.

Nedir?

İndî olarak hissedilen ya da farklı olduğuna inanılan iki kimlik arasındaki hat. Yani sınırlar sübjektif/indî varlıklardır. (Bkz. Derin Lügat: İndî / Sübjektif / Objektif / ذاتي) Meselâ Türk-Yunan sınırı Türkler ve Yunanlılar için vardır ama kargalar, solucanlar ve bulutlar sınırda pasaport göstermeden geçerler. Yani hudud bir kimlik inşasıdır; “ben/biz” ve “ötekiler” hudud ile tarif edilir. (Bkz. Ben Kimdir?)

Zira bir şeyin değeri ona değer verenlerin değeri ve gücüyle bilinir. Kişilerin ya da devletlerin koydukları hududlar kişilerin ya da devletlerin gücü ve saygınlığıyla sınırlıdır. Yani sınırlamanın bir sınırı vardır. Hudud da mahdud bir şeydir.

Modern bir icad: Ulusal sınırlar

Yönetmenliğini Sinan Çetin’in yaptığı, Metin Akpınar ve Kemal Sunal’ın başrollerini paylaştığı Propaganda adlı film bunu anlatır. 1948’de ulusal sınırların dikenli telle kapatılması sonucu ortadan ikiye bölünen Hisli Hisar Kasabası’nda hayat alt-üst olur. İkiye bölünen kasabayla birlikte hayatlar ve insanlar da parçalanır. Bir gün köyün delisi sınıra kadar davul çalarak gelip poposunu öbür tarafa geçirir ve “haydi, tutuklayın onu!” diye haykırır.

hudud-sinir-propaganda1900’lerin başında imparatorlukların yerini alan seküler, endüstriyel ulus-devletlerin güç çatışmaları ile çizildi ulusal sınırlar. Avrupa’daki gerginlik bütün dünyaya yayıldı. Afrika’da ve İslâmistan’da da birçok “ulusal” sınır çizildi. Bunları çizmek, meselâ Arapları bölmek için yeni uluslar icad edildi: Mısırlılar, Suriyeliler, Iraklılar… Günlük hayatın gerçeklerine değil emperyalist hesaplara dayanan bölünmelerdi bunlar. Haliyle insanlara değil hammadde kaynaklarına ve limanlara göre çizildi. Meselâ 1884’te yapılan ve Afrika’daki (güya) ulusal sınırların çizildiği Berlin konferansında hiçbir Afrika halkı temsil edilmedi. Bugün de neticeleri süren ve Afrika’yı sömürmek için cetvelle çizilmiş sınırları kolaylıkla tanıyabiliriz. Ama kıyıdaki bir limandan içeri girip genişleyen sınırlar da yine Avrupalılar tarafından çizilmiştir. (Kongo, Kamerun, Benin…) Orta Asya’da Türkçe konuşan halklar da komünizm zamanında birbirlerinden ayrıldılar. Ama Ruslar sadece kara sınırları çizmekle kalmadı; her bir “ülkeye” farklı bir Kiril alfabesi dayattılar. Böylece Kazaklar, Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar ve Azerîler birbirlerinin kitaplarını okuyamaz hale getirildiler. Bir başka deyişle zihinlere dikenli tel çekildi. Kur’an alfabesiyle yazdıkları Türkçe metinleri de okuyamadıklarından geçmişleri ile aralarına mayın döşenmiş oldu.

Geçmişten koparan zihinsel sınırlar deyince elbette Türkiye’yi de hatırlamak gerekir. Latin alfabesinin dayatılması Türkleri ve Türkiye’de yaşayan Kürtleri hem diğer Müslüman halklardan hem de geçmişlerinden kopardı. Bugün dahi milyonlarca Türkiyeli Almanca, İngilizce, Fransızca okuyup yazabilirken ecdadından kalan belgeleri, tarihi eserleri, mezar taşlarını okumaktan acizdir.

Amerikan ulus kimliğinin inşasında “Frontier”

Amerikalı tarihçi Frederick Jackson Turner 1893 yılında “The Frontier in American History” isimli bir makale yayınladı. Bu makalede hudud kavramının Amerikalılar için bolluk, bereket ve iyimserlik temsil ettiğini savundu. Zira sürekli genişleyen sınırlar sayesinde asla toprak Read the rest

Kendini Savunan İnsan / Erich Fromm »

Kendini Savunan İnsan Erich FrommSon birkaç yüzyılda bir gurur ve iyimserlik ruhu, Batı kültürünün ayırıcı özelliği olmuştur.

İnsanın doğayı anlama ve ona egemen olma aracı olan akıl ile gurur duyulmuş; insanlığın en tatlı umutlarından biri olan «çok sayıda insan için en çok mutluluğu sağlama» işinin başarılacağı konusunda iyimser davranılmıştır.

İnsanın gururu haklı çıkarılmıştır. O, aklı aracılığıyla içindeki gerçeklikler düşlerdeki, masallardaki ve ütopyalardaki imgelerden daha üstün olan materyalist bir dünya kurmuştur.

Ayrıca insan ırkına onurlu ve üretken bir varoluş için gerekli olan maddesel koşulları sağlayıp güvence altına alacak fiziksel güçleri işe koşmaktadır. İnsan, her ne kadar henüz amaçlarının çoğuna erişemediyse de artık bu amaçlara yaklaşıldığı ve -geçmişin sorunu olan- üretim sorununun ilkece çözülmüş olduğu konusunda kuşkuya yer yoktur. İnsan, tarih boyunca ilk kez şimdi, insan ırkının birliği ve doğanın insan uğruna fethedilmesi düşününü artık bir düş olarak değil de gerçekçi bir olanak olarak algılayabilmektedir. Acaba, o, gurur duymakta kendine ve insanlığın geleceğine güvenmekte haksız mıdır?

Kendini Savunan İnsan Erich Fromm 2Buna karşın, çağdaş insan bir tedirginlik ve giderek artan bir şaşkınlık duygusunu yaşamaktadır. Çalışmakta, çabalamakta ama belirsiz bir şekilde, etkinliklerinin yararsız olduğu duygusuna kapılmaktadır. Madde üstündeki gücü artarken kendi bireysel yaşamında ve toplumda kendini güçsüz hissetmektedir. İnsan doğaya egemen olmak için yeni ve daha iyi araçlar yaratırken bu araçların ağına düşmüş ve onlara anlam veren -asıl amacı- kendini yitirmiştir. Doğanın efendisi olma süreci içinde kendi ellerinin yapmış olduğu makinenin kölesi haline gelmiştir. Maddeye ilişkin tüm bilgisine karşın, insanî varoluşun en önemli ve temel sorunları konusunda bilgisizdir. Çünkü insanın, ne olduğunu, nasıl yaşaması gerektiğini, içindeki sayısız güçlerin nasıl özgürleştirilebileceğini ve nasıl üretken bir şekilde kullanılabileceğini bilmemektedir.

Çağdaş insana has bunalım, siyasal ve ekonomik gelişmemizi başlatmış olan Aydınlanma düşünce ve umutlarından vazgeçmemize yol açmıştır. Gerçek ilerleme düşünü artık çocukça bir yanılsama olarak adlandırılmakta onun yerine insana duyulan tam bir güvensizliği dile getiren yeni bir sözcük, «gerçekçilik» öğütlenmektedir. İnsana son bir kaç yüzyıldaki başarıları için kuvvet ve cesaret vermiş olan ‘insan onuru’ ve ‘İnsanın gücü’ düşüncesine insanın kesin güçsüzlüğü ve önemsizliği inancını yeniden benimsememiz gerektiği görüşü ile karşı çıkılmaktadır. Ama bu görüş, kültürümüzün kendisinden kaynaklanmış olduğu asıl kökleri yok etme tehlikesini Read the rest

Protagoras / Eflatun »

platon-protagoras«… Kuşkusuz bilgi ruhun besinidir. Bu yüzden dostum, sofistin malını överken beden besinlerini alıp satan toptancılar, perakendeciler gibi bizi aldatmasından çekinmeliyiz. Çünkü onlar hiçbir ayrım yapmaksızın ellerindeki tüm malları hangilerinin gerçekten yararlı, hangilerinin gerçekten zararlı olduğunu bilmeden överler. Onları alabilecek olan alıcılar da eğer beden eğitimi öğretmeni ya da hekim değillerse onlardan fazla bilmezler bunu. Aynı şekilde toptan ya da perakende bilgi satmak için şehir şehir dolaşanlar da sattıkları her şeyi melekten olmayanlara övmekten geri kalmazlar. Ama dostum, aralarından bazıları sattıkları malın ruh üstündeki etkisinin iyi mi yoksa kötü mü olduğunu bilmez. Müşterileri de eğer ruh hekimi değillerse bu konuda aynı ölçüde bilgisizdir. İşte bu yüzden eğer sen hangilerinin iyi, hangilerinin kötü olduğuna ilişkin bir görüşün varsa Protagoras’tan ya da başka birinden güvenle bilgi satın alabilirsin. Ama eğer bu konuda bir görüşe sahip değilsen, o zaman dostum, dur ve en değerli şeyini bir şans oyununda tehlikeye atma. Çünkü bilgi satın almak, besin satın almaktan çok daha tehlikelidir …»

… Sanat, sinema, edebiyat, resim, sanatçılar ve sanat tarihi üzerine kitap okumak için… Read the rest

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton »

Kötülük Üzerine Bir Deneme  Terry EagletonKötülük üzerine daha önce yayınlanan makaleler

 

“… Başkalarını kötü oldu klan için cezalandırmak isteyenler, kendi özgür iradeleriyle kötü olduklarını kabul etmek zorundadır. Belki de Shakespeare’in “Kötü olduğumu kanıtlamaya kararlıyım,” diyen cüretkâr III. Richard’ı, Milton’ın Kayıp Cennetinde “Kötülük, benim iyiliğim ol!” diye haykıran Şeytan veya Jean-Paul Sartre’ın Şeytan ve Tanrı. Oyununda “Ben kötülüğü kötülük için yapıyorum,” diye itirafta bulunan fiyakacı Goetz gibi kötülüğü özellikle amaç edinmişlerdir. Yine de her zaman kötülüğü bilinçli seçen insanların, böyle bir şey yapmaları için zaten kötü olmaları gerektiğini iddia edebilirsiniz. Belki de Sartre’ın garsonu oynamayı seçen garsonu gibi, kötüler zaten oldukları şey olmayı seçiyorlardır.

Belki de yepyeni bir kimliğe bürünmüyorlardır da sadece gizli sığınaklarından çıkıyorlardır kötüler. Bebek ölümü davasındaki polis, öyle görünüyor ki, liberallerin “Birini tanımak, onu affetmektir,” doktrinini çürütmeye çalışıyordu. Bu inanış insanların davranışlarından mesul tutulabileceği ama onların durumlarını göz önüne aldığımızda, yargımızın daha hoşgörülü olacağı anlamına gelebilir. Ama eğer eylemlerimiz akılla açıklanabilirse, o zaman onlardan sorumlu olmadığımız anlamına da gelebilir. Oysa işin aslı akıl ve özgürlüğün sıkı bir şekilde bağlantılı olduğudur. Bu noktayı anlamayanlar için kötücül eylemleri açıklamaya çalışmak, failleri ipten kurtarmak için düzenlenmiş şeytani bir girişimdir. Ancak hafta sonlarımı porsukları neden canlı canlı haşlayarak geçirdiğimi keyifle açıklamamın sebebi yaptığım şeyi telafi etmek olamayabilir. Tarihçilerin Hitler’in yükselişini açıklamaya çalışırlarken amaçlarının onu daha çekici kılmak olduğunu düşünen Read the rest

Düşünmek Ne Demektir? / Martin Heidegger »

dusunmek nedir martin heidegger   ‘Bilim düşünmez.’

**

‘Şöyle söylemiştik: İnsanın hâlâ düşünmemesinin sebebi, asıl düşünülmesi gereken şeyin kendisinden yüz çeviriyor olmasıdır, düşünmemesinin biricik sebebi asla, insanın düşünülmesi gerekene yeterince yönelmemiş olması değildir.’

**

 ‘Oysa dinî olan asla mantık ile bertaraf edilemez, bu daima ancak Tanrı’nın uzaklaşmasıyla mümkündür.’

**

‘Güzel, hoşumuza giden değil, bilakis hakikatin marifetine tabi olandır.’

**

‘Çölleşme, yok etmekten daha korkutucu. Tahrip, yalnızca şimdiye kadar gelişmiş ve inşa edilmiş olanı ortadan kaldırıyor, fakat çölleşme gelecekteki gelişmeye meydan vermiyor ve her türlü inşa imkânını engelliyor.’

**

‘Bilimler, insanın bulunduğu yeri belirleme ve kendilerini bu belirlemenin kıstası olarak dayatma hakkını nereden alıyorlar?’

**

‘Zamanın bu geçip gitme, ardı ardına olanın akıp gitmesi, her ‘şimdi’nin henüz ‘şimdi’ değil’’ den ‘‘artık  ‘şimdi’ değil’’e  yuvarlanıp gitmesi ve netice itibariyle zamaniliğin gelip geçicilik olarak vasıflandırılması, bütün bunların hepsi birden Batı’nın tüm metafiziğindeki alışılmış ‘‘belirli’’ bir zaman tasavvurunu biçimlendirmiştir.’

… Sanat, sinema, edebiyat, resim, sanatçılar ve sanat tarihi üzerine kitap okumak için… Read the rest

Sanatçı İmgesinin Oluşumu / Otto Kurz, Ernst Kris »

sanatçi-imgesinin-olusumu-1Bir Sosyolojik Sorun: “Sanatçı Muamması”

Sanatçı muamması, yani onun çevresini saran esrar ve ondan çevresine yayılan büyü, iki perspektiften görülebilir. Hayranlık duyduğumuz sanat eserlerim yaratabilen insanın doğasını sorgulayabiliriz – bu psikolojik yaklaşımdır. Ya da eserlerine hemen belli bir değer atfedilen bir insanın, çağdaşları tarafından
ne kadar değerlendirilebileceğim sorabiliriz – bu da sosyolojik yaklaşımdır. Bu iki yaklaşım da bir muammanın var olduğunu varsayar: Sanatsal yaratım için, yeterince tanımlanmamış bile olsa, özel
birtakım yatkınlıkların ve eğilimlerin gerektiğini; bazı dönem ve kültürlerin, bir sanat eserinin yaratıcısına ikircikli de olsa özel bir yer vermeye hazır olduğunu. İki yaklaşım doğal olarak birçok temas noktasına sahiptir; bir yandan toplumun sanatçıya verdiği tepkinin kısmen onun kişisel özellikleri ve yetenekleri tarafından yönetildiğini, diğer yandan bu tepkinin sanatçının kendisini de etkilediğini kabul ederiz.

[…]

Birincisi, aklımızda sadece grafik sanatçısı var – ressam, heykeltıraş, mimar, ikincisi, bu kişilerin meslek hayatlarının değerlendirilmesi tam olarak tek bir açıdan yapılmaktadır; biyografilerin hepsinde sanatçılar
hakkında belli önyargıların tekrar ettiğini gösterebileceğimize inanıyoruz. Bu önyargılar ortak bir köke sahiptir ve tarih yazımının başlangıcına dek izleri sürülebilir. Bütün değişikliklere ve dönüşümlere rağmen çok yakın bir geçmişe kadar anlamlarının bir kısmını korumuşlardır; sadece kökenleri gözden kaybolmuştur ve zorlu bir şekilde de olsa yeniden ortaya çıkarılmaları gerekir.

[…]
sanatçi-imgesinin-olusumuSanatçıyla ilgili Tarihsel Değerlendirmeler Sanatçının yaşamı ve meslek hayatıyla ilgili geleneksel kayıtlar
sadece bir sanat eserini yaratıcısının ismiyle birleştirmek geleneği belirdiği zaman ortaya çıkar. Bunun evrensel bir gelenek olmadığı çok iyi bilinir. Bütün halklarda ya da bütün dönemlerde karşılaşmayız bununla. Bu geleneğin, bir “tarihe sahip olmadıkları varsayılan ve ilkel, cahil denen halklar arasında
bulunmadığını özel olarak açıklamak gerekmez, fakat sanatını beğendiğimiz ve tarihi bizim için tanıdık olduğu halde tek bir sanatçısını bile söyleyemediğimiz uygarlıklarla karşılaştığımız zaman sorunun tam kalbine ulaşırız. Bir sanatçının isminin kayda geçirilmiş olup olmadığı, – bundan nesnel olarak emin olmak mümkün olsa bile -sanatsal başarısının büyüklüğü ve kusursuzluğuna değil, o sanat eserine verilen öneme bağlıdır. Bunun sanat eserinin bazı kendine has özelliklerini değerlendirmeye ne kadar yardımcı olduğunu belirlemek de bu incelemenin kapsamının dışında kalmaktadır.

… Sanat, sinema, edebiyat, resim, sanatçılar ve sanat tarihi üzerine kitap okumak için… Read the rest

Burukluk / Emil Michel Cioran »

  • burukluk-cioran‘Kendi mezartaşını yazan bir yerkürede, terbiyeli cesetler gibi davranacak kadar ağırbaşlı olalım.’
  • ‘Fizik ile psikolojinin doğmalarından epey evvel, acı maddeyi parçalıyordu; keder de ruhu…’
  • ‘Şiir adına lâyık bir şiir, kader tecrübesiyle başlar. Bir tek kötü şairler özgür’dür.’
  • ‘ Yokolma krizlerine, hiçlik içinde soluksuz kalmaya, bir tükürüğün içindeki ruhtan başka bir şey olmamanın dehşetine karşı, umumî felçten kaynaklanan benlik genleşmesi dışında hiçbir çare yoktur.’
  • ‘Hepimiz soytarıyız; Sorunlarımızdan sonra da hayatta kalırız.’
  • ‘Şeytan’ın serpilip geliştiği zamanlarda panikler, ürküntüler, kargaşalar, tabiatüstü bir korumadan istifade eden dertlerdi; Bunları kışkırtanın kim olduğu, gelişmelerini kimin yönlendirdiği biliniyordu; şimdi, kendi hallerine bırakılınca, ‘içsel dramlar’a döndüler, veya ‘psikozlar’a dünyevileşmiş patolojiye çevirdiler.’
  • ‘Bilime itiraz: Bu dünya, bilinmeye lâyık değil.’
  • ‘Nasıl filozof olunabilir? Zamana, güzelliğe, Tanrı’ya ve diğerlerine saldırmaya nasıl cüret ederler? Zihin şişer ve utanıp sıkılmadan zıplar. Metafizik, şiir – bir bitin küstahlıkları…’
  • ‘Özgürlük mü? Afiyeti yerinde olanların safsatası.’
  • ‘Başka zamanlarda, yazmayan ama düşünen filozof horgörüye maruz kalmazdı; işeyararlık önünde secdeye gelindiğinden beri, eser, avamın mutlağı haline geldi; eser üretmeyenlere ‘rateler’ diye bakılıyor. Fakat bu rateler, başka bir zamanın bilgeleri olabilirlerdi; iz bırakmamış olmakla, bizim zaanımızı bağışlatacaklardır.’
  • Read the rest

Postmodernizm, İslam ve Us / Ernest Gellner »

Postmodernizm, İslam ve Us Ernest Gellner

« … Batı’da modernleşme iki farklı sekülerizmi beraberinde getirdi: Birinci sekülerizm devri, inancın ve inanca dayalı ilkelerin dünya hayatından kopartılmasıyla sonuçlandı. Bu kopuş modernliği, tabiri caizse “modern çağı” iyi özetleyen bir betimleme. İkinci sekülerizm devri ise dünyevî kaygıların, maddî değerlerin tabulaştırılmasıyla adeta yeni bir inanç sistemi kurulmasıdır. Haliyle din-dışı kutsallıklar, dogmalar, tabular üretilmiştir ve postmodernlik büyük ölçüde bu merkezde gelişmiştir. Postmodern filozoflar moderniteyi eleştirirken pozitivist “efsanelerin” bilimi, aklı, makineleri ve bunların sahibi olan insanı mutlaklaştırmasından dert yanarlar. Ama onlar da şüpheyi ve göreceli bakışı ideolojileştirmiş hatta mutlaklaştırmışlardır … » 

… Modernite üzerine kitap okumak için…

sen-insansin 70 kitap indirin70 kitap indirin Modernitenin Felsefî Söylemi / Jürgen HabermasSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

freud-kapak 70 kitap indirin70 kitap indirin Modernitenin Felsefî Söylemi / Jürgen HabermasGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

Ekonomik Kriz Aforizmaları »

  • ekonomik-kriz2008’de baş gösteren ekonomik kriz dünyayı kalıcı olarak değiştirdi. Bankaların gücü ve ulus-devletlerin çaresizliği teyid edildi.
  • 2008 krizi “uzmanlar” tarafından doğal bir felâket gibi gösterildi ama gerçekte bu bur adalet krizidir. Bankalar 2008’den itibaren resmen hukuk üstüdür.
  • Ulus-devletler ulusal sınırları aşan finansal güçleri kontrol edemiyorlar. Tam tersi, bankalar devleti kontrol ediyor.
  • Atina’da, Roma’da, Brüksel’de, Madrid’de ve Washington’da artık halkın değil bankaların dediği oluyor.
  • 2008 krizi Batı’da demokrasinin yerine plütokrasinin geçtiği yıldır. Yani aldığın oy kadar değil bankadaki paran kadar konuş.
  • Eskiden serbest piyasa demokrasiye güç verirdi zira kralın veya ceberut bir devletin halk üzerindeki tahakkümünü engellerdi.
  • Ama bugün alıp satma ve yatırım özgürlüğü halkı bankaların kölesi yaptı.
  • Basit bir ekonomik kriz değil aynı zamanda bir fikir krizi yaşıyoruz. Kendimize, hayata, insana verdiğimiz kıymet aşınıyor.
  • Tercihlerimize insanî değerler değil maddî değerler hâkim olduğu için kendi arsızlığımız altında ezilmeye başladık.
  • Bu tehlike konusunda kapitalizmin içinde yaşayan filozof ve siyasetçiler 100 yıldır alarm veriyordu ama kimse dinlemedi.
  • Thomas Jefferson, George Washington, Max Weber, Hannah Arendt, Karl Marx ve Alexis de Tocqueville’in eserlerinde ısrarla üzerinde durulan bir mesele bu.
  • Demokrasi herkese siyasete katılma umudu veriyor ama çok insan kullanabiliyor bu hakkı. Aldatıcı vaadleri düş kırıklığıyla bitiyor.
  • Hayatta bir şey olmak, topluma bir şey katmak isteyen için sadece serbest piyasanın sunduğu zenginleşme imkânı var.
  • Zenginleşmeye ve para ile daha çok haz almaya odaklanan insanlar bencilleşiyorlar.
  • Sonunda siyasetten, cemiyetin dertlerinden uzak, oy kullanmaya bile üşenen bir güruh çıkıyor meydana.
  • Evet, batıda demokrasi çökme noktasına geldi ve bu ahlâksız bankacıların ve siyasetçilerin suçudur. Ama bunu mümkün kılan neydi?
  • Batı’da demokrasinin en büyük düşmanı batılı insan modeli oldu. Demokratik ortamın ve serbest piyasanın ürettiği bencil insan tipi.
  • Kendini özel hayatına hapseden, lüks tüketime, tatile, konfora odaklanan batılı insanlar politikadan uzaklaştılar.
  • Bu refah toplumunun bireyleri diğer insanların dertlerine duyarsızlaştı ve para bu süreçte kutsallaştı.
  • Ve bu yüzden özel bankalar ve bankacılar adeta ilahlaşarak devlet hukukunun üstüne çıkabildiler.
  • FED, IMF, Dünya Bankası ve Goldman Sachs gibi kurumları suçlayalım, bu gerekli. Ama onlara bu gücü veren bizim bencilliğimiz.
  • Her ne olursa olsun neticede bankacılarına söz geçiremeyen batı toplumları tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler.
  • Read the rest