Çirkin Cumhuriyet ve Mânâ’sız Maneviyat »
By Mehmet Yılmaz on Ağu 10, 2010 in atatürkçülük, Çirkinlik, Güzellik, Kemalizm, Sanat, vicdan | 140 Comments
“Ruhunda müzik olmayan, ahenkli bir müzikle duygulanmayan bir adam ancak ihanet, içten pazarlık ve tecavüz için vardır. Ruhunun halleri gece gibi ölümcül bir sessizlik ve hisleri Cehennemlerin Efendisi Erebus gibidir. Kollayın kendinizi böyle bir adamdan! Müzik dinleyelim.” (William Shakespeare, Venedik Taciri, Sahne 20*)
Çirkin Cumhuriyet
Atatürkçülüğün tarih sahnesinden silinmeye yüz tuttuğu şu günlerde insan kendi kendisine “geriye ne kaldı?” diye sormadan edemiyor. Hangi güzellik kaldı geriye Atatürkçülükten?
1923’ten bu yana sanat adına yapılan şeylerin çirkinliği dikkatinizi çekti mi hiç? Atatürkçüler çirkin bir rejim kurdular. Zorla okullarda okutulmasa Cumhuriyet dönemi şiiri, edebiyatı olmayacaktı. “Bayrağım, seni selâmlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım” diye bir şiir vardı meselâ. Vatan sevgisiyle kuş nefretini birleştirebilen bir sanat oldu Atatürkçü sanat. Bunu çocukluğumda (zorla) ezberlemiş ve törenlerde bağıra bağıra okumuştum, sene 1977.
“Önce Vatan” yazılı çıplak tepeler, insan kanıyla çizilmiş Atatürk resimleri ve Türk bayrakları. Rüküş ve çağdaş Atatürkçü kadınlar…
Atatürkçü sanat çirkindir çünkü sanat değildir. Yeme-içmeye, düşmandan korunmaya odaklıdır. Faydaya, faydacılığa dönüktür. İnsanlardan faydalanmak, onları rejim için kullanmak isteyen bir boyacılık, bir propaganda vardır karşımızda. Bu boya-sanat ölüm korkumuza hitap eder başta. Propaganda ve reklâm mertebesindeki Atatürkçü Sanat nefsimizi yani hayvanî yönümüzü diri tutar. Kan, soy, ırk kibrini kamçılar. İntikam alma arzusunu körükler. Ruh’a “gıda” olmaz Atatürkçü sanat. İnsanî yönümüz, aklımız, vicdanımız nasiplenmez.
Peki Gerçek Sanat nedir? Hegel’in Estetiğe Giriş adlı çalışmasında isabetle saptadığı gibi Gerçek Sanat bunun tam tersidir. Natürmort’un konusu olan bir portakal susuzluğumuzu gidermez, kar manzaraları üşütmez bizi. Bir savaş sahnesini seyrederken oklar, mızraklar üzerimize gelmez çünkü. Bir başka deyişle Gerçek Sanat, günlük yaşam ile (fayda-tehdit) aramıza mesafe koymamızı hatta ondan kopmamızı sağlar.
Hegel’in “ironik” (?mecazî) olarak nitelediği bir kopmadır bu. Zira sanatçı katıksız bir biçimde Mânâ’ya işaret etmekte zorlanır. Mecburen maddeden çıkar yola. Kaçıp kurtulmak istediği, fayda-tehdit ortamında geçerli olan algıları kullanır. Bir başka deyişle sanatçı sanatsevere şöyle seslenir: “Hey dostum, hayatta kalmak için kullandığın gözün ve kulağın sandığından çok daha güçlü Read the rest