Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Çirkin Cumhuriyet ve Mânâ’sız Maneviyat »

“Ruhunda müzik olmayan, ahenkli bir müzikle duygulanmayan bir adam ancak ihanet, içten pazarlık ve tecavüz için vardır. Ruhunun halleri gece gibi ölümcül bir sessizlik ve hisleri Cehennemlerin Efendisi Erebus gibidir. Kollayın kendinizi böyle bir adamdan! Müzik dinleyelim.” (William Shakespeare, Venedik Taciri, Sahne 20*)

 Çirkin Cumhuriyet

Atatürkçülüğün tarih sahnesinden silinmeye yüz tuttuğu şu günlerde insan kendi kendisine “geriye ne kaldı?” diye sormadan edemiyor. Hangi güzellik kaldı geriye Atatürkçülükten?

1923’ten bu yana sanat adına yapılan şeylerin çirkinliği dikkatinizi çekti mi hiç? Atatürkçüler çirkin bir rejim kurdular. Zorla okullarda okutulmasa Cumhuriyet dönemi şiiri, edebiyatı olmayacaktı. “Bayrağım, seni selâmlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım” diye bir şiir vardı meselâ. Vatan sevgisiyle kuş nefretini birleştirebilen bir sanat oldu Atatürkçü sanat. Bunu çocukluğumda (zorla) ezberlemiş ve törenlerde bağıra bağıra okumuştum, sene 1977.

“Önce Vatan” yazılı çıplak tepeler, insan kanıyla çizilmiş Atatürk resimleri ve Türk bayrakları. Rüküş ve çağdaş Atatürkçü kadınlar…

Atatürkçü sanat çirkindir çünkü sanat değildir. Yeme-içmeye, düşmandan korunmaya odaklıdır. Faydaya, faydacılığa dönüktür. İnsanlardan faydalanmak, onları rejim için kullanmak isteyen bir boyacılık, bir propaganda vardır karşımızda. Bu boya-sanat  ölüm korkumuza hitap eder başta. Propaganda ve reklâm mertebesindeki Atatürkçü Sanat nefsimizi yani hayvanî yönümüzü diri tutar. Kan, soy, ırk kibrini kamçılar. İntikam alma arzusunu körükler. Ruh’a “gıda” olmaz Atatürkçü sanat. İnsanî yönümüz, aklımız, vicdanımız nasiplenmez.

Peki Gerçek Sanat nedir? Hegel’in Estetiğe Giriş adlı çalışmasında isabetle saptadığı gibi Gerçek Sanat bunun tam tersidir. Natürmort’un konusu olan bir portakal susuzluğumuzu gidermez, kar manzaraları üşütmez bizi. Bir savaş sahnesini seyrederken oklar, mızraklar üzerimize gelmez çünkü. Bir başka deyişle Gerçek Sanat, günlük yaşam ile (fayda-tehdit) aramıza mesafe koymamızı hatta ondan kopmamızı sağlar.

Hegel’in “ironik” (?mecazî) olarak nitelediği bir kopmadır bu. Zira sanatçı katıksız bir biçimde Mânâ’ya işaret etmekte zorlanır. Mecburen maddeden çıkar yola. Kaçıp kurtulmak istediği, fayda-tehdit ortamında geçerli olan algıları kullanır. Bir başka deyişle sanatçı sanatsevere şöyle seslenir: “Hey dostum, hayatta kalmak için kullandığın gözün ve kulağın sandığından çok daha güçlü Read the rest

Son 30 günde en çok okunanlar »

  1. Atatürk İngiliz valisi olmak istedi mi?
  2. ANKET: 12 Eylülde Anayasa değişikliğine ne diyeceksiniz?
  3. Kemalizmin Zararları (1) Adamı çıldırtır!
  4. Güneydoğu’daki en acı kaybımız: Masumiyetimiz!
  5. Kılıçdaroğlu kimsenin önünde eğilmez!
  6. Türk Ordusu… Yine zaaf, yine ihmal: O askerler ölmeyebilirdi! İlker Başbuğ hesap versin!
  7. Bu gece 106 saatiniz varsa 5 dakikalık bir şey anlatacağım…
  8. Zaman nedir? Yazarlara davet…
  9. Türk ordusu neden (artık) darbe yapamıyor? (Darbe Tekniği – Curzio Malaparte)
  10. Alternatif Bir Bölünme Önerisi

12 Eylül’de Anayasa Değişikliği neyi değiştirecek? »

Biliyorsunuz şu an « Yetmez ama EVET » diyenler bir yandan, “HAYIR” diyen muhalefet diğer yandan polemik sürüyor. Konuya uzak kalan bir çok insan için hadise “AKP’yi mi seviyor musun yoksa Darbecileri mi?” şeklini aldı ki cevabınız ne olursa olsun bu Türkiye için hiç de sağlıklı bir durum değil.

1982 Anayasası ile Teklif edilen değişiklikler arasında ayrıntılı bir karşılaştırma sunuyoruz. Belgeyi buradan indirebilirsiniz.

YAKINDA: Çirkin Cumhuriyet ve Mânâ’sız Maneviyat »

Atatürkçülüğün tarih sahnesinden silinmeye yüz tuttuğu şu günlerde insan kendi kendisine “geriye ne kaldı?” diye sormadan edemiyor. Hangi güzellik kaldı geriye Atatürkçülükten? Hangi sanat eseri?

“Önce Vatan” yazılı çıplak tepeler, insan kanıyla çizilmiş Atatürk resimleri ve Türk bayrakları, çağdaşlığı  rüküşlükte arayan Atatürkçü kadınlar…

Diğer yandan “İslâmî çevrelerde” Kürt Meselesi konusundaki kıpırdanmalar, ortak bildiriler, yürüyüşler dikkat çekiyor. Ama insan yine de kendi kendine sormadan edemiyor, Filistin söz konusu olduğunda kıyameti koparanlar neden darbe yıllarında ya da OHAL gibi zulümler karşısında sustular?
Kendisi için istediklerini öteki için iste(ye)meyen bu “Müslümanlar” ne zaman, nasıl üretildi? Doğu Türkistan’daki, Bulgaristan’daki, Kıbrıs’taki Türklerin hakları için çırpınanlar neden Kürtçe yasaklanınca sustular?
Özünde zulme karşı direnmek hatta ölümü göze almak olan bir dinin mensupları nasıl oldu da uyudular, uyuTuldular? Korkarım yanıt (kısmen de olsa) vicdanların siyasî kontrol altına alınması, başta imamlar olmak üzere Müslümanların boynuna dünyevîleşme zincirinin geçirilmesiydi.

Atatürkçülerin önemli bir kısmı aynı zamanda Müslüman olduğunu iddia ederken, isteyerek veya zorla Türkiye’nin her çocuğu Atatürk heykellerine tapmak durumunda. Bunun yanında Sünnî Müslümanlık(?) zorunlu din derslerinde Alevîlere dayatılıyor. Kürtçe yasaklanırken Türkçe eğitime engel olan Bulgaristan veya Almanya lanetleniyor. İsrail’deki üniversitelerde tesettürlü Müslüman kızlar okuyabilirken başörtüsü Türkiye’de meşru(!) darbe sebebi… Liste uzun. Ama Türkiye’nin çarpıklıklarını anlamak istiyorsanız, “Müslümanlar bu zulüme nasıl göz yumdu?” diye soruyorsanız Atatürkçü çirkinlik ile Müslüman suskunluk arasındaki ilişkiyi irdelemekten başka çareniz yok.
Kanaatimizce Atatürkçü çirkinlik ile Müslüman suskunluk birbirine sıkı sıkıya bağlı iki olgu. Hatta belki de tek bir olgunun iki ayrı veçhesi. Türkiye’de yaşayan insanların kaybettiği insanlığın hikâyesi bu. Güzel’den uzaklaşmamızla İyi’nin yüreklerimizi terk edişi aynı yıllara tekabül ettiyse bir rastlantı değil söz konusu olan.

 

İlk Yalan »

Ömrünün ilk yazını geçirip de kum saatindeki kumların saatin alt haznesinde daha fazla yer aldığını gören kişinin arkasına dönüp yaşadığı hayata baktığında ağzının tadını kaçıran şey nedir?

 Acı, tatlı bir çok vaka ile dolu hayatında nice kavgalar, nice ülküler, nice ilkelerden sonra bir gün yaşadığı hayatın içinde kendine ait rolünün çok az olduğunu anladığı an, devasa bir makinada işleyen pek çok çarkın uyumla döndüğü bir panayır meydanında diğer çarkların hareket ettirdiği bütün o harika bebeklerle beraber hareket eden bir bebek olduğunu hissetmenin yaşattığı şoktan daha kekremsi bir tadı hangi duygu verebilir insan ruhuna?

 Bu benim hayatım, benim tercihim dediği gün insan ilk büyük yalanını önce kendine söylemiş, ilk suçuna azmetmiştir. Anın bir yerinde kendini içinde bulduğu bir hızlı trende kendi seçtiği hedefe yol aldığı sanrısı ile hareket eden bir yolcuya benzer “onun” hikayesi. Pencereden dışarı baktığında tüm o ışığın ve renklerin Read the rest

Bugün Pazartesi, başörtüsü yasakları devam ediyor… Unutma, unutturma! »

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.

Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Halkın devlete verdiği bir yetki beratı olarak Anne-Yasa »

“Anayasa, halkın devlete verdiği, toplumu tanzim etmeyi değil devleti sınırlamayı hedefleyen bir ‘yetki beratı’dır.”

Mustafa ERDOĞAN

Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Konuşan: Ahmet DURSUN

Anayasa nedir? Çağdaş bir anayasa hangi özellikleri içinde barındırmalıdır? Mevcut anayasamızın ve anayasa hukukunun temel problemleri nelerdir?

Anayasa, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü güvence altına almak ve iktidarın tek elde toplanmasını önleyecek mekanizmalara yer vermek suretiyle devlet iktidarını sınırlayan kuralların oluşturduğu bütündür. Bu kuralların “anayasa” adlı Read the rest

Ali Bulaç Hiç Melek Görmüş Müdür? »

Ali Bulaç ile ilk tanışmam babamın kitapları arasından ulaştığım bir kitabına dayanır; oldukça eski. Yüzümü parıldatan kitapların öznesi olarak benim için varlığı gerekli bir şey.
 
  Ali Bulaç ile son buluşmam geçtiğimiz haftalara rastlar; oldukça yeni. Kadın tasnifi yazılarının öznesi olarak benim için yüzümü buruşturan her şey.
 
  Referandum yorumlamasında bulunan Bulaç, Özgün Duruş gazetesinde yayınlanan yazısında tüm siyasi tarihimizin karasını kısmen teğet geçiyor ve ‘evet-hayır’ gündeminden konuyu ‘kadın’ başlığına çekiyor. Mesele kadın üzerinden yürüyor, Yeni Anayasa Paketinin ‘kadınlara pozitif ayrımcılık’ içeriğinden oldukça rahatsız. Ve sözlerini fıkıhçılara yönelttiği sorular ile noktalıyor.
 
  Bulaç’ın somut bir de örneği var; ‘ iş istihdamı sorununda kadının çalışması gerçeğinin toplumsal bir sorun olacağını ve evi geçindirmekle(?) yükümlü erkeğin payının kapılacağı endişesini Read the rest

Kılıçdaroğlu Asla Eğilmez! »

ÇİAÇ: Örgütlenme ve Mücadelede Yeni Bir Model »

Semra Pelek

Türkiye Büyük Meclisi’nden neredeyse çıkmadılar, milletvekillerini, Adalet Komisyonu üyelerini, medyayı sıkı markaja aldılar. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüler… Tek bir amaçları vardı: Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında yetişkinlerle aynı şartlarda yargılanan, sayıları dört bini bulan çocukların hukuki durumlarını düzeltmek.

Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları’nın (ÇİAÇ) iki yıl boyunca sürdürdüğü çalışmalar sonunda, Meclis TMK’da değişiklik yapan yasayı çıkardı. Çocuklar bundan sonra Çocuk Adalet Sistemine göre Çocuk Mahkemeleri’nde Read the rest