Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Bugün Pazartesi, başörtüsü yasakları devam ediyor… Unutma, unutturma! »

… Bu makale ilginizi çektiyse…

 Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasak. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyor. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyor. Rumların ruhban okulları özgür değil. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyor. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyor. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, hâlâ geri verilmiyor.

Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.

Cumhuriyet ve Sanat »

Türkiye’de yazdıkları yüzünden hapse tıkılan onca yazar varken, hiçbir ressam ya da heykeltraşın ‘eserlerinin ifade ettiği (veya halkta uyardığı) duygu ve düşünceler’ yüzünden hapse girmesinin pek duyulmuş şey olmaması, belki de sanat dostu resmi ideoloji yanlılarının sanattan anlamamalarıyla ilgilidir.

“Çoğu medeniyet korkaklık üzerine kurulmuştur. Korkak olmayı öğreterek medenileştirmek epey kolaydır. Cesaret standardını düşürürsün. İstekleri sınırlarsın. İştahları denetim altına alırsın. Ufkun etrafını çitle çevirirsin. Her faaliyet için bir kanun yaparsın. Kaosun varlığını inkar edersin. Çocuklara bile yavaş yavaş nefes almalarını öğretirsin.” (Derin sular / Serdar Kaya)

Dağdaki çoban ve güzellik »

Cihan Aktaş

I-Bir süre önce Ömer Karaoğlu ile yapılmış önemli bir röportaj yayınlandı Yeni Şafak’ta. Karaoğlu “yeşil pop” etiketi yapıştırıldığı için eserleri lâyıkıyla değerlendirilemeyen eğitimli bir müzisyen, tecrübeli bir bestekâr ve yorumcu. “Yeşil pop”, Ömer Karaoğlu’nun ifadesiyle, 90’larda İslami kesimde üretilen ezgilere verilen ad. Bu bağlamda Karaoğlu da dahil, Müslüman bir duyarlığa sahip olup da müzikle iştigal eden bütün sanatçıların eserleri geniş yeşil pop çuvalına tıkıştırılarak paketlendi. Karaoğlu, İslami kesimi merkezin geleneksel yapısına döndüren global ve yerli etkileşimlerin kısıtlayıcı rolüne de işaret ediyordu söyleşisinde.

Toplumsal dalgaların ürettiği yeni, yepyeni herhangi bir akım, bazen yeni ve farklı olandan duyulan korku, bazen klasik sanatın ağır mirasının gölgesi, bazen de estetik despotizmin tutuculuğu nedeniyle kendini aşıp da bir dalgaya dönüşemiyor.

Sanatta sınıfsal çevrenin, « habitus »un belirleyici olduğu görüşüyle kan bağı içinde bulunan estetik despotizmin bakış açısını Türk seçkinleri Fransız sanat eleştirmenleri ve giderek Fransız sosyoloji okullarını vasıtasıyla benimsemişlerdir. Bu bakış açısına göre güzel ve değerli olan konusunda belirleyici olan, eğitim ve çevreyle sağlanan bir duyarlılıktır. Dağdaki çoban ince güzelliklerden anlamaz ve zaten dağdaki çobanın oyu da pek değerli sayılmaz.

DEVAMI

Baskıcı devletten hukuk devletine geçiş »

“Sivil Anayasa” Panelleri Ankara’da düzenlenen “Sivil Anayasa Paneli” (15 Eylül 2007) ve “Yeni Anayasa Paneli”ndeki (20 Ekim 2007) konuşma metinleri

Nevzat ERCAN (Eski Devlet Bakanı)

Paneli düzenleyen STK’lara teşekkür ediyorum. Aslında bütün dünyanın aradığı tek şey var: Daha iyi işleyen bir devlet, toplum, demokrasi ve ekonomi. İçinde bulunduğumuz yeni bin yılın aradığı da budur. Bizim de aradığımız budur. İnsanın başını döndürecek kadar dünyada hızlı değişimler, dönüşümler yaşanıyor. Devletler arasında, milletler arasında amansız bir yarış var. Şüphesiz bu yarışta olmak, geride kalmamak hepimizin öncelikli görevidir. Read the rest

Solcu dediysek o kadar da değil… »

İbrahim Becer

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu döne döne okuduğum ve kendisine büyük saygı duyduğum bir şairdir.

 Doksanlı  yılların başında Fatih Kısaparmak “ünlü meydanlar üstüne”  ve “çayda çıra destanı” olmak üzere bazı şiirlerini de bestelemiştir Şairin. Fakat yine de Onu özel kılan ne benim naçizane beğenim ne de Fatih Kısaparmak’ın müzisyenliğidir. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun en önemli yanı, On iki Eylül döneminde Ülkücü Camianın kayıplarını Read the rest

Üstün Türkler Halk Olan Türkleri Beğenmiyor! »

Çirkin Cumhuriyet ve Mânâ’sız Maneviyat »

“Ruhunda müzik olmayan, ahenkli bir müzikle duygulanmayan bir adam ancak ihanet, içten pazarlık ve tecavüz için vardır. Ruhunun halleri gece gibi ölümcül bir sessizlik ve hisleri Cehennemlerin Efendisi Erebus gibidir. Kollayın kendinizi böyle bir adamdan! Müzik dinleyelim.” (William Shakespeare, Venedik Taciri, Sahne 20*)

 Çirkin Cumhuriyet

Atatürkçülüğün tarih sahnesinden silinmeye yüz tuttuğu şu günlerde insan kendi kendisine “geriye ne kaldı?” diye sormadan edemiyor. Hangi güzellik kaldı geriye Atatürkçülükten?

1923’ten bu yana sanat adına yapılan şeylerin çirkinliği dikkatinizi çekti mi hiç? Atatürkçüler çirkin bir rejim kurdular. Zorla okullarda okutulmasa Cumhuriyet dönemi şiiri, edebiyatı olmayacaktı. “Bayrağım, seni selâmlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım” diye bir şiir vardı meselâ. Vatan sevgisiyle kuş nefretini birleştirebilen bir sanat oldu Atatürkçü sanat. Bunu çocukluğumda (zorla) ezberlemiş ve törenlerde bağıra bağıra okumuştum, sene 1977.

“Önce Vatan” yazılı çıplak tepeler, insan kanıyla çizilmiş Atatürk resimleri ve Türk bayrakları. Rüküş ve çağdaş Atatürkçü kadınlar…

Atatürkçü sanat çirkindir çünkü sanat değildir. Yeme-içmeye, düşmandan korunmaya odaklıdır. Faydaya, faydacılığa dönüktür. İnsanlardan faydalanmak, onları rejim için kullanmak isteyen bir boyacılık, bir propaganda vardır karşımızda. Bu boya-sanat  ölüm korkumuza hitap eder başta. Propaganda ve reklâm mertebesindeki Atatürkçü Sanat nefsimizi yani hayvanî yönümüzü diri tutar. Kan, soy, ırk kibrini kamçılar. İntikam alma arzusunu körükler. Ruh’a “gıda” olmaz Atatürkçü sanat. İnsanî yönümüz, aklımız, vicdanımız nasiplenmez.

Peki Gerçek Sanat nedir? Hegel’in Estetiğe Giriş adlı çalışmasında isabetle saptadığı gibi Gerçek Sanat bunun tam tersidir. Natürmort’un konusu olan bir portakal susuzluğumuzu gidermez, kar manzaraları üşütmez bizi. Bir savaş sahnesini seyrederken oklar, mızraklar üzerimize gelmez çünkü. Bir başka deyişle Gerçek Sanat, günlük yaşam ile (fayda-tehdit) aramıza mesafe koymamızı hatta ondan kopmamızı sağlar.

Hegel’in “ironik” (?mecazî) olarak nitelediği bir kopmadır bu. Zira sanatçı katıksız bir biçimde Mânâ’ya işaret etmekte zorlanır. Mecburen maddeden çıkar yola. Kaçıp kurtulmak istediği, fayda-tehdit ortamında geçerli olan algıları kullanır. Bir başka deyişle sanatçı sanatsevere şöyle seslenir: “Hey dostum, hayatta kalmak için kullandığın gözün ve kulağın sandığından çok daha güçlü Read the rest

Son 30 günde en çok okunanlar »

  1. Atatürk İngiliz valisi olmak istedi mi?
  2. ANKET: 12 Eylülde Anayasa değişikliğine ne diyeceksiniz?
  3. Kemalizmin Zararları (1) Adamı çıldırtır!
  4. Güneydoğu’daki en acı kaybımız: Masumiyetimiz!
  5. Kılıçdaroğlu kimsenin önünde eğilmez!
  6. Türk Ordusu… Yine zaaf, yine ihmal: O askerler ölmeyebilirdi! İlker Başbuğ hesap versin!
  7. Bu gece 106 saatiniz varsa 5 dakikalık bir şey anlatacağım…
  8. Zaman nedir? Yazarlara davet…
  9. Türk ordusu neden (artık) darbe yapamıyor? (Darbe Tekniği – Curzio Malaparte)
  10. Alternatif Bir Bölünme Önerisi

12 Eylül’de Anayasa Değişikliği neyi değiştirecek? »

Biliyorsunuz şu an « Yetmez ama EVET » diyenler bir yandan, “HAYIR” diyen muhalefet diğer yandan polemik sürüyor. Konuya uzak kalan bir çok insan için hadise “AKP’yi mi seviyor musun yoksa Darbecileri mi?” şeklini aldı ki cevabınız ne olursa olsun bu Türkiye için hiç de sağlıklı bir durum değil.

1982 Anayasası ile Teklif edilen değişiklikler arasında ayrıntılı bir karşılaştırma sunuyoruz. Belgeyi buradan indirebilirsiniz.

YAKINDA: Çirkin Cumhuriyet ve Mânâ’sız Maneviyat »

Atatürkçülüğün tarih sahnesinden silinmeye yüz tuttuğu şu günlerde insan kendi kendisine “geriye ne kaldı?” diye sormadan edemiyor. Hangi güzellik kaldı geriye Atatürkçülükten? Hangi sanat eseri?

“Önce Vatan” yazılı çıplak tepeler, insan kanıyla çizilmiş Atatürk resimleri ve Türk bayrakları, çağdaşlığı  rüküşlükte arayan Atatürkçü kadınlar…

Diğer yandan “İslâmî çevrelerde” Kürt Meselesi konusundaki kıpırdanmalar, ortak bildiriler, yürüyüşler dikkat çekiyor. Ama insan yine de kendi kendine sormadan edemiyor, Filistin söz konusu olduğunda kıyameti koparanlar neden darbe yıllarında ya da OHAL gibi zulümler karşısında sustular?
Kendisi için istediklerini öteki için iste(ye)meyen bu “Müslümanlar” ne zaman, nasıl üretildi? Doğu Türkistan’daki, Bulgaristan’daki, Kıbrıs’taki Türklerin hakları için çırpınanlar neden Kürtçe yasaklanınca sustular?
Özünde zulme karşı direnmek hatta ölümü göze almak olan bir dinin mensupları nasıl oldu da uyudular, uyuTuldular? Korkarım yanıt (kısmen de olsa) vicdanların siyasî kontrol altına alınması, başta imamlar olmak üzere Müslümanların boynuna dünyevîleşme zincirinin geçirilmesiydi.

Atatürkçülerin önemli bir kısmı aynı zamanda Müslüman olduğunu iddia ederken, isteyerek veya zorla Türkiye’nin her çocuğu Atatürk heykellerine tapmak durumunda. Bunun yanında Sünnî Müslümanlık(?) zorunlu din derslerinde Alevîlere dayatılıyor. Kürtçe yasaklanırken Türkçe eğitime engel olan Bulgaristan veya Almanya lanetleniyor. İsrail’deki üniversitelerde tesettürlü Müslüman kızlar okuyabilirken başörtüsü Türkiye’de meşru(!) darbe sebebi… Liste uzun. Ama Türkiye’nin çarpıklıklarını anlamak istiyorsanız, “Müslümanlar bu zulüme nasıl göz yumdu?” diye soruyorsanız Atatürkçü çirkinlik ile Müslüman suskunluk arasındaki ilişkiyi irdelemekten başka çareniz yok.
Kanaatimizce Atatürkçü çirkinlik ile Müslüman suskunluk birbirine sıkı sıkıya bağlı iki olgu. Hatta belki de tek bir olgunun iki ayrı veçhesi. Türkiye’de yaşayan insanların kaybettiği insanlığın hikâyesi bu. Güzel’den uzaklaşmamızla İyi’nin yüreklerimizi terk edişi aynı yıllara tekabül ettiyse bir rastlantı değil söz konusu olan.