RSS Feed for This Post

Başkalarıyla aynı mekânda bulunmak yalnızlığa çare değil

images

Mona Lisa gibi ünlü tablolar artık kimseyi etkilemiyor. Zira resmin TEK olmasından kaynaklanan çarpıcı etki tükendi. Ünlü tablolar turistik eşya, bardak, tişört, takvim ve buzdolabı mıknatıslarıyla fena halde yalama oldu. Müzeye gidip tabloların aslını görenler genellikle düş kırıklığı yaşıyorlar. Çünkü özel bir zamanda ve özel bir mekânda yaşanması umulan özgün/indî buluşma gerçekleşmiyor. Güzellik eserde değil bakan gözde. Eser sıradanlaşınca objektifleşiyor ve sanat ölüyor. Walter Benjamin’in “Mekanik Çoğaltım Çağında Sanat” adlı kitabında söylediği gibi görselin insan elinden değil de makineden çıktığını bilen göz farklı bakıyor. Eserlerin her yerde görünür olması sanat/güzellik algımızı bu yüzden etkiledi. Endüstrileşen görsel imalâtı yüzünden hem sanat hem de sanatçı görünmez oldu.

 Mona Lisa gibi aşındırılan tablolardan biri de Edward Hopper’ın Gece Şahinleri. (Nighthawks, 1942, 84×152 cm, Art Institute of Chicago) Beyaz ışıklarıyla gecenin karanlığından kopan, akvaryum gibi aydınlatılmış bir mekân. İçeride tutsak balıklar gibi yemlenen insanlar… “Normal” insanların uyuduğu bir saatte bu gece şahinleri neyin peşindeler? Yasadışı bir şey mi yapacaklar? O adam neden uzakta oturuyor? Yağlı boya tablodan çok polisiye film gibi, sorularla dolu tuhaf bir sahne. Tuhaf bir sahne, çünkü tuhaf bir an resmedilmiş dikkat ederseniz. Vücut diliyle can sıkıntısını anlatan insanlar mahiyetini ve vaktini bilmedikleri bir işareti bekler gibiler. Özellikle de duraksayan barmen rolünü unutmuş aktörlere benziyor. (Bkz. Canın sıkıntısı İnsan’ın rolsüz kalmasıdır)

 hopper-night-hawks

Hopper’ın sadece bu tablosunda değil bütün resimlerinde insanlar yalnızlar. Kalabalıkta da yalnız olabilir insan. Başkalarıyla aynı mekânda olmak yalnızlığa çare değil ki. Taşlaşmış gibiler; ıskalanmış hayat hikâyeleri sızıyor bedenlerinden dışarı. Bir şeylerden pişman olmuşlar sanki…. Bekliyorlar ama neyi? Ölümü ya da affedilmeyi? Hopper’ın mekânları insanları barındırmıyor; sadece onlara tahammül ediyor. Zannediyorum bu gerginlikten olacak, Gece Şahinleri kokan çok sahne vardır polisiye filmlerde. Meselâ başrollerinde Burt Lancaster ve Ava Gardner’ın oynadığı, Robert Siodmak’in yönettiği ve Ernest Hemingway’in aynı isimli kısa hikâyesinden uyarlanan The Killers (Katiller).

 Seyirciyi seyretmek

killers-filmYönetmen Wim Wenders’ın anlattığına göre Hopper resim yapamadığı dönemlerde haftalar boyunca günlerini sinemada geçirirmiş. Ama sadece film seyretmek için değil. Ressamımız ekrana arkasını dönüp sinema salonlarını da seyredermiş. Karısı Josephine onun aynı salonlara defalarca gittiğini, perdenin kıvrımlarını, koltukları, salon içindeki ışıkları dikkatle incelediğini anlatıyor. Hopper’ın kara kalemle yaptığı yüze yakın sinema krokisi saplantı derecesindeki bu detay hassasiyetinin ispatı gibi.

Geçen bölümlerde söylemiştik, Amerikalı sinemacılar çok sevdiler Hopper’ın eserlerini: David Lynch, Robert Siodmak, George Stevens, Paul Thomas Anderson, Terrence Malick, Todd Haynes… Fakat Hopper’ın sinema üzerindeki etkisi ülkesiyle sınırlı kalmadı: Alman Wenders, İngiliz Hitchcock ve İtalyan Antonioni de ressamın lisan-ı suretinden ilham aldılar. Hatırlayacaksınız, Hitchcock ve metafizik korkunun Hopper resmi ile olan münasebetini daha önce konuşmuştuk:

Tıpkı Hitchcock gibi Hopper’ın House by the Railroad adlı tablosundan esinlenen ve daha önce bahsetmediğimiz bir filmi analım şimdi: Yönetmenliğini Terrence Malick’in yaptıiğı, başrolleri Richard Gere, Brooke Adams, Sam Shepard, ve Linda Manz’ın paylaştığı Days of Heaven. Izdıraplı ve sapıkça bir manipülasyon için bu evden daha güzel bir dekor düşünebiliyor musunuz? Köklerinden ve geleneğin verdiği mihenk noktalarından koparılmış insanların rumuzu olmak üzere demir yoluyla tabiattan koparılmış metafizik bir ev!

Sahnenin sahnesi

Hopper sinemadan etkilendi ve sinemayı etkiledi. Ressamlık hayatının daha başında iken yaptığı Night Shadows (1921) isimli gravürden tutun da ölmeden kısa bir süre önce bitirdiği Two Comedians (1966) adlı yağlı boya tabloya kadar hep bir sahneye rastlıyoruz. Hatta “röntgenci” bakış açısından yapılmış gibi görünen Room in New York (1932) veya Night-Windows (1928) gibi tablolar da bir film setinden çıkmış gibi. Hele kendinizi bir vinç sayesinde alçalıp yükselebilen bir yönetmen sandalyesinde hayal ederseniz!

Yönetmen Wenders kameramanlara, görüntü yönetmenlerine ne istediğini anlatmak için Hopper albümlerinden kesip ellerine tutuşturuyormuş. İtalyan yönetmen Antonioni iletişim bozukluğundan muzdarip insanların vücut dilini Hopper şivesiyle konuşuyor. Meselâ Kırmızı Çöl filminden alınmış bu iki sahne ile sözü sırlayalım:

 

red_desert_Antonioni

red_desert_Antonioni-6

 

Senin tanrın çok mu yüksekte?

senin-tanrin-cok-mu-yuksekte

Güzel olan ne varsa İnsan’ı maddî varoluşun, bilimsel determinizmin ötesine geçirecek bir vasıta. Sevgilinin bir anlık gülüşü, ay ışığının sudaki yansıması, bir bülbülün ötüşü ya da ağaçları kaplayan bahar çiçekleri… Dinî inancımız ne olursa olsun hiç birimiz güzelliklere kayıtsız kalamıyoruz. Etrafımızı saran güzelliklerde bizi bizden alan, yeme – içme – barınma gibi nefsanî dertlerden kurtarıp daha “üstlere, yukarılara” çıkaran bir şey var. Baş harfi büyük yazılmak üzere Güzel’lik sadece İnsan’a hitab ediyor ve bize aşkın/ müteâl/ transandan olan bir mesaj veriyor: “Sen insansın, homo-economicus değilsin”.

İşte bu yüzden “kutsal” dediğimiz sanat bu anlayışın ve hissedişin giriş kapısı olmuş binlerce yıldır. Tapınaklar, ikonalar, heykeller insanları inanmaya çağırmış. Ancak inancı ne olursa olsun bütün “kutsal sanatların” iki zıt yola ayrıldığını, hatta fikren çatıştığını da görüyoruz:

  • Tanrı’ya benzetme yoluyla yaklaşmak: Teşbihî/ natüralist/ taklitçi sanat,
  • Tanrı’yı eşyadan soyutlama yoluyla yaklaşmak: Tenzihî/ mücerred sanat.

Kim haklı? Hangi sanat daha güzel? Hangi sanatçının gerçekleri Hakikat’e daha yakın? Bu çetrefilli yolda kendimize muhteşem bir rehber bulduk: Titus Burckhardt hem sanat tarihi hem de Yahudilik, Hristiyanlık, İslâm, Budizm, Taoizm üzerine yıllar süren çalışmalar yapmış son derecede kıymetli bir zât. Asrımızın kaygılarıyla Burckhardt okyanusuna daldık ve keşfettiğimiz incileri sizinle paylaştık.Buradan indirebilirsiniz.

Öteki Sinemanın Çocukları

oteki-sinemanin-cocuklariYakında sinemanın bir endüstri değil sanat olduğuna kimseyi inandıramayacağız. Zira “SinemaEndüstrisi” silindir gibi her şeyi ezip geçiyor. Sinema ürünleşiyor. Reklâm bütçesi, türev ürünlerin satışı derken insanlar otomobil üretir gibi film ÜRETMEYE başladılar. Belki en acısı da “sinema tekniği” öne çıkarken sinema sanatının unutulması. Fakat hâlâ “iyi bir film” ile çok satan bir sabun veya gazozun farkını bilenler de var. Çok şükür hâlâ ustalar kârlı projeler yerine güzel filmleryapmaya çalışıyorlar. Derin Düşünce yazarları da “İnsan’sız Sinema Olur mu?” kitabından sonra yeni bir sinema kitabını daha okurlarımıza sunuyorlar. “Öteki Sinemanın Çocukları” adlı bu kitap 15 yönetmenle buluşmanın en kolay yolu: Marziyeh Meshkini, Ingmar Bergman, Jodaeiye Nader Az Simen, Frank Capra, Dong Hyeuk Hwang, Andrey Rublyov, Sanjay Leela Bhansali, Erden Kıral… Buradan indirebilirsiniz.

kitap-tanitan-kitap-6Kitap Tanıtan Kitap 6

Bir varmış, bir yokmuş. Mehtaplı bir eylül gecesinde Ay’a bir merdiven dayamışlar. Alimler, yazarlar, şairler ve filozoflar bir bir yukarı çıkıp oturmuşlar. Hem Doğu’dan hem de Batı’dan büyük isimler gelmiş: Lev Nikolayeviç Tolstoy, René Guénon, Turgut Cansever, El Muhasibi, Şeyh-i Ekber, Cemil Meriç, Arthur Schopenauer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Mahmut Erol Kılıç… Sadece bir kaç yer boş kalmış. Konuklar demişler ki “ başka yazar çağırmayalım, bu son sandalyeler bizim kitabımızı okuyacacak insanlara ayrılsın”. Evet… Kitap sohbetlerinden oluşan derlemelerimizin altıncısıyla karşınızdayız. Buradan indirebilirsiniz.

Önceki kitap sohbetleri:

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, müteâl / aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i iyi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmakolabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Yorum

  2. Yazan:ç-z Tarih: Haz 16, 2015 | Reply

    “..Walter Benjamin’in “Mekanik Çoğaltım Çağında Sanat” adlı kitabında söylediği gibi görselin insan elinden değil de makineden çıktığını bilen göz farklı bakıyor. Eserlerin her yerde görünür olması sanat/güzellik algımızı bu yüzden etkiledi. Endüstrileşen görsel imalâtı yüzünden hem sanat hem de sanatçı görünmez oldu….(MY)”

    W.B’nin kitabının adı yazının bulunuşundan önceki tarih öncesi kabul edilen çağlara atıf gibi. İnsan elinden çıkma izi sürülebilir alet edevata bakılarak insanın kendisi hakkında fikir sahibi olmak, bugün çoğunluğumuz tarafından kabul görmüş o hastalıklı, insanın üretilebilir olduğu inancının nüvesi; Bana okulunu, mesleğini, arkadaşını, okuduğun kitabı, filmi, kıyafetinin markasını, tatil seçimini, ikametgâh adresini, arabanı vs. vs. söyle sana hangi çağa ait olduğunu söyleyeyim! Koşullanmayı öğrenme, koşullanmayı sorgusuz sualsiz elzem kabul etmeyi de eğitim kabul ediyoruz. Her birimizin kafasının içinde bir takım insan prototipleri var. Bir insan olarak diğerine biçtiğimiz değer, ne yazık ki o insana form kazandıran insanlara ilişkin kafamızın içine nakşedilmiş değerlerle doğru orantılı; insan aklı ve eliyle üretilmiş insan! İletişimle Çoğaltılan İnsan Çağı…Bir laboratuvarda tüp içinde üretilebilen eksik, kusurlu parçası ameliyathanede usta bir cerrahın ellerinde bir operasyonla düzeltilebilen, okul denen torna tezgahında ilk formu verilebilen, bir diğerine benzetilebilerek aynılaştırılabilen üretilebilir insan. Çağlar insanların çağları değil.
    http://www.derindusunce.org/2015/01/17/canin-sikintisi-insanin-rolsuz-kalmasidir/
    Siz burada zaten bu konuyu çok iyi anlatmışsınız. Can sıkıntısı belki de insanın kendi olamamasından kaynaklanıyor. Sahne üzerinde başarılı performanslarını alkışladığımız profesyonel rol yapıcılar, inandırıcılığa endeksli başarılarının sırrı sorulduğunda genellikle şu lafı ederler “rolüme girdim, onu yaşadım”, “çokça tekrar ettim gece gündüz çalıştım, her repliği harf harf, noktasına virgülüne varıncaya kadar ezber ettim” demezler. Ama can sıkıntısından şikayet eden çoğumuz ise her gün aynen bize öğretildiği gibi her yeni günü dünün daha başarılı olacağımız bir tekrarı gibi yaşamaya çalışıyoruz; dün olmadı ama bugün, olmadı yarın mutlaka olacak…  Kendimiz gibi olmakta zorlanıyoruz zira nasıl kendimiz olacağımızı belki de bizden istendiği gibi çoktan unuttuk, özgün ve de özgür olmayı sıradışı, isyankâr olmak sanıyoruz. Kısacası çağ denen samanlıkta kaybolduk.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin