Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Fransa ve insan hakları »

Son 90 günde en çok paylaşılan yazılar »

  1. Şefkat Tepesi’nin Turkish Kovboyları
  2. Yeni başlayanlar için “Müslüman” Marx
  3. Vodafone: Paran Kadar Konuş! – Bir Liberal Ahlâksızlık Örneği
  4. Kaddafi ve Porno
  5. Korkma Sönmez Ulan!
  6. Özgürlük Olmadan Dindarlık Olmaz
  7. Arthur Schopenhauer’dan Namaz Dersleri
  8. Şans, Kader, Özgür İrade ve Zaman(1)
  9. İnsanın Dört Zindanı (Ali Şeriati)
  10. Müslümanlar Para’dan an-Namaz mı?

İnsan’ın kendine yabancılaşması(1): Kapital’i anlamak »

Sunuş: İnsan’ın  kendine yabancılaşması (Entfremdung / Entäusserung) Marx’ın Hegel’den devşirdiği bir kavram. Ancak Marx kapitalizm eleştirisi doğrultusunda bu kavrama yeni anlamlar yüklüyor ve kendi düşünce sisteminin merkezine oturtuyor. Marxçı anlamda yabancılaşma son derecede zengin. Modası geçmek şöyle dursun tam tersine bugün yaşamakta olduğumuz ve faturasını moderniteye kestiğimiz bir çok meselenin zemininde bir yabancılaşma buluyoruz. Böyle bir perspektiften okunduğunda Kapital daha dün yazılmış gibi taptaze.

Fabrika’da çalışmayı kabul eden bir işçi sadece günde 8 saatini mi veriyor? Yoksa mesleğini, edineceği tecrübeleri ve icad etme yetisini de tehlikeye mi atıyor? İşçilerin zehirli gazlardan, kazalardan korunmasını istiyoruz. Peki ya diğer kayıplar? Toplumsal kazanç ve kayıpları göz önüne alırsak bilalnço ağirlaşabilir mi? Cemiyet olarak “endüstrileşmeyi” kabul eden toplumlar ne kaybediyorlar? Aile? Gelenek? Ahlâk?

İnsan’ın  kendine yabancılaşması son derecede renkli bir mevzu olduğundan bir kaç bölümlük bir dizide değerlendirmeyi uygun bulduk. Okuyacağınız bu ilk bölüm tamamen Marx’ın yazdıklarından oluşuyor. YABANCILAŞMA konusunda Kapital’den seçtiğimiz alıntılar bunlar.  İzleyen bölümlerde Marx’ın gözlemlerinden, Arendt’in, Weber’in, Soljenitsin’in fikirlerinden istifade ederek Kapital’deki Yanacılaşma’yı yorumlayacağız. Bu yolla çağımızın dertlerine ışık tutmaya, çare aramaya gayret edeceğiz.

Marx’ın çalışma şekli oldukça ilginç, siz de bu alıntıları okurken şahid olacaksınız. Bir yandan Kant ve Hegel gibi bütün sistemci filozofların yaptığını yapıyor. Yani soyutlama yoluyla kavramlar oluşturuyor, mevcut sistemleri eleştiriyor, kendi kavramlarını ilişkilendiriyor. Diğer yandan “ben bir filozof değilim” dercesine günlük hayattan elle tutulur, gözle görülür örneklerle, gazete haberleri, mahkeme raporlarıyla sömürüye isyan ediyor. Bazı kısımlar adeta bir şiir gibi benzetmelerle, “şakalarla” bezenmiş.

Her alıntının sonuna parantez içinde Kapital’deki referansı koyduk. Okuma kolaylığı için koyu renkle ve günümüz diline uygun ara başlıklar ekledik. Önemli gördüğümüz bazı cümleleri koyu yazdık. Metne uygun resimlerle “süsledik”…

TÜRKİYE’NİN GERÇEK SOL BİR MUHALEFETE İHTİYACI VAR. Eğer bu Kapital derlemesi Türkiye’nin aydın insanlarına biraz olsun Marx’ı okuma isteği verebilirse ne mutlu bize. Gerçekte solculuk, sosyalizm ve komünizm polise yumurta atmaktan çok daha akıllıca bir şeydir. Kendisini solcu zannedenlerin konferans basarak, lastik yakarak solcu olamayacaklarını öğrenmeleri gerekiyor artık. (MY)

Bölüm başlıkları:

  1. Makine etkisi ile yabancılaşma
  2. Parça-işçi kavramı: Parçalanmış işçi, parçalanmış meslekler ve beceriler
  3. İşbölümü ile yabancılaşma
  4. Fabrika ortamı ile “doğal” yolla oluşmuş bir ekonomik doku arasındaki farklar
  5. “Yaratıcı” zekânın, icad kabiliyetinin gerilemesi, zekâyı “parçalayan” üretim süreçleri
  6. Ailenin parçalanması, erkekleşen kadın (erkekle AYNI-laşma süreci)
  7. Çarpık kentleşme ile gelen ahlâkî çöküş
  8. Uluslararası ticaret ve endüstrileşmenin halkları köleleştirmesi

Makine etkisi ile yabancılaşma

“Emek-gücünün değeri, yalnız yetişkin işçinin yaşamının devamı için gerekli emek-zamanı ile değil, aynı zamanda ailesinin bakım için gerekli olan emek-zamanıyla da belirleniyordu. Makine, bu ailenin bütün üyelerini emek-pazarına sürerek, yetişkin erkeğin emek-gücünün değerini Read the rest

İsrail’in Sınır Anlayışı »

 

 

Bir Roman Günlüğü; “Bela” »


Meral Yarıcı

“Bir nehrin kıyısında takılı kalmışım. Hissettiklerime bakılırsa, ‘varsın olsun’ diyememişim, var’amamışım, var’olamamışım, varamamış ama yok olmayı da göze alamadığımdan, ‘var’da takılı kalmışım. ” Sy.9

Tutkuyla bağlı olduğum romanlar var, bir de bu romanların yazarları. Hayatımda en önemli yerde duran yazarlarım var, yeni keşiflerimde herkesten sakınmak için çaba sarf ettiğim. Bu yüzden hep, çok az bilinen, bilenler tarafından da köşe bucak saklanan bir yazar olma hayalim var. Bazen bir roman sadece ismi ile dikkatimi çekebilmiş, kimi zamanda son derece basit düşünüp kapağı için elime almışımdır.

Bu kez, işin rengi bambaşka.
İlk kez bir romana henüz elime geçmeden tutku ile bağlandım, yazarından mütevellit muhakkak.

Aylardır beklediğim an, elimin altında roman. Hem de çok beklediğimi bilen bir güzel insan Read the rest

Nasıl Bir Edebiyat? »

Edebiyat, şüphesiz hayatın tam ortasında bir yerde durur.  Hayatın ağırlık merkezi neresiyse söz, yazı oradadır. Acınız neredeyse eliniz oradadır ya, merhem sürersiniz yaranıza… Elbette, derdiniz varsa dermanını aramaya koşarsınız. Dert, sizi yollara düşürür, kapılara koşturur. Düşünce dünyası ve vicdan’dan bahsettiğinizde ise  “mezkur dert” bir şekilde kendine bir ifade alanı ve biçimi bularak dışa yansıyor. Bu kaçınılmaz bir yazgıdır.

İfade şeklinizi, alanınızı belirledikten sonra tamamen insani bir kaygı olarak başlayan düşünce serüveninizi eyleme dönüştürürsünüz. Aslında bu da kaçınılmazdır. En naif ve asgari haliyle bir yazı, eylemin ta kendisidir.  Harfler büyür büyür azami bir ses dalgasına dönüşür, orada olanın orada olmayana ulaştırdığı bir kuş olur.

Tokat’ta bir grup insan, yukarıda acemice tasvir etmeye çalıştığım o muzdarip hallerinin bir yansıması olarak dergi çıkarmaya başladı birkaç yıl önce.  Edebiyatın Read the rest

Yalnızlık, özgürlüktür öyleyse… »

Hayat nedir? Herkes cevap vermiş ama her birimiz yeniden cevaplamak zorunda kendisi için. Ya özgürlük nedir? Kendi cevabımı bulmalıydım.

Parayla alınıp satılmayan şey, dedim, kendi kendime, parayla alınıp satılamayan şey.

Parayla alınıp satılan her şey köleliğin göstergesi öyleyse: evler, arabalar, kıyafetler… Köle yapıyor bunlar bizi ve özgürlüğümüzü elimizden alıyor. Tam bu noktada Cibran’ın üryanlığına[1] yaklaşıyorum, çıplak kaldığımızda özgür olacağız, çırılçıplak; öyleyse bedenden kurtulmak zorundayız. Cennetten çıktığımızdan beri köleyiz bu durumda; cennete köle olanlar kadar, dünyaya köle olanların vatanı burası.

Kimi de kendisinin kölesi, kendisinin efendisi. Kendisini satıp, kendisini alıyor. Kendinden birçoklarını satıp, kendinden birçoklarını alıyor. Özgürlük diyor Nietzsche[2], özgürlük, devenin yükünü bırakıp aslana dönüştüğü çölde Read the rest

Kemal Kılıçdaroğ​lu’nu önemsiyoru​m »

İbrahim Becer

CHP ve Onun Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu takdirle izliyorum.

Şunun şurasında seçimlere sayılı günler kalmış ve ne “Laiklik elden gidiyor” feveranı ortalığı kasıp kavurmakta, ne de “Cumhuriyet’in temel niteliklerine saldırı…” şeklinde başlayan içi boş, kimseye bir fayda getirmeyecek cümlelerle bezeli metinler hazırlanmakta.  Ne Uğur Dündar Cuma Namazı kılan orta öğretim öğrencilerinin peşine acar muhabirler takmış, ne de “mürteciler ellerinde asit şişeleriyle mini etekli kızları arıyor “ şeklinde şehir efsaneleri kulaktan kulağa sufle edilmekte. Seçime giderken bunları duymaya alışkın bir milletin Read the rest

Kadın Üretkenliğinin Günyüzü »

 Yıldız Ramazanoğlu (www.ozgundurus.com)

[…Bundan yaklaşık on yıl önce Türkiye`nin farklı illerinden kadınlar “buluşan kadınlar” adıyla bir sivil inisiyatif gurubu kurmuş internet üzerinden hayatımızı, çocuklarımızı, toplumumuzu, dünyayı, geleceğimizi ve itikadımızı ilgilendiren birçok konuyu tartışmaya açmışlardı…

Yapılmak istenen yalnızca gündemdeki konular üzerine görüş alışverişinde bulunmak değildi. Tersine dayatılan konuların dışına çıkarak kendi gündemini oluşturmak ve varoluşumuzun temellerini derinleştirmekti. Bu amaçla her yıl bir başka şehirde toplanan iki gün boyunca tanışan, konuşan ve tartışan kadınlar öyle ağır baskıların, tarifi imkânsız sıkıntıların ve kuşatmaların içinden geliyorlardı ki dilin kurulumunda ister istemez mağduriyetin, baskıların yansımaları baskındı.

Gaziantep’te Kasım 2010’da gerçekleşen kadının emeğini ve üretkenliğini irdeleyen buluşma kadınlarla ilgili yeni bir zihin oluşturmada dönüm noktası gibidir, öyle ki benim de zihnimde uzun zamandır olgunlaşmakta olan bir açılıma tercüman oldu. Sürecin işlemesine, tartışılacak konuların oluşturulmasına küçük de olsa katkı vermeye çalışmama rağmen katılamadım buluşmaya ne yazık ki. Fakat tebliğ ve tartışmaları mail gurubumuzdan izlemeye çalıştım. TAMAMI

Askerlik üzerine düşünceler »

Cihan Aktaş (Dünya Bülteni)

Kimi konuları yeni baştan düşünmek için baştan aşağıya bir hayat muhasebesi yapmak gerekir. Vicdani ret benim açımdan işte böyle bir netameli bir konu anlamına geliyor. Çocukluğum taşrada, bir Doğu Anadolu kasabasında geçti. Kahramanlık söylenceleri, hakkı ve adaleti gerçekleştirmek üzere yapılan savaşların her halükarda mazlumu haklı çıkartan tasvirleri hayal dünyamda geniş bir yer tutacak kadar yaygındı. Masallardan, hikayelerden, sinema filmlerinden ve yaşlıların hatıralarından akardı, mazlumiyet zeminiyle uzlaşamayan kahramanın zorba düşman karşısındaki direnişinin en başından belli olan zaferine özgü sahneler. Düşmanlar ya Rum olurdu ya Rus. Bulgar’a da Ömer Seyfettin hikayelerinden kaynaklanan sebeplerle de öyle iyi gözle bakılmazdı. Ermeni zaten kötü tohumdu. Ermeni aynı zamanda terk edilmiş evlerin ve köylerin becerikli, maharet sahibi mimarı, duvar ustasıydı.

Yaşadığım iklimin etkisiyle olabilir, kurtarıcı hikayelerine bir düşkünlüğüm vardı. Çünkü millet olarak yüce gönüllü ve derinlerde de olsa güçlüydük, dört kıtada at koşturan bir ırkın ahfadıydık; öte yandan dünya kurtarılmayı bekleyen çok fazla esir, tutsak ve mazlum insanla doluydu.

Bu konudaki düşüncelerimin akışında meydana gelen değişmelerin karmaşık tarihini burada aktarmam çok güç. Pek ayrıntılara dalmamam gerek. Askerin temizliğine, paklığına o denli inanırdım ki lise yıllarında Haydarpaşa Hastanesi’ne giderken köprünün üzerinde karşılaştığım bir askerin dudaklarından yükselen bayağı sözler yüzünden sersemlemiş, utanmış, şaşırmış vaziyette ulaşmıştım hastaneye. “Aç aç” gecelerini TAMAMI