Main Content RSS FeedÖnceki Yazılar

Suriyeli kadın »

suriyeGöz göze gelmediğimiz bir insan hakkında gerçekten doğru düzgün hiçbir şey söyleyemeyiz. Bugün Suriyeli dilenci bir kadının gözlerine baktığımda daha iyi anladım bunu. Cami çıkışında gördüğüm kadın, kucağında bebeği, elinde tası, boynu bükük mırıldanarak dileniyordu. Kara kuru, zayıf bir kadındı. Mahzun bir yüzü vardı ve tabii ki çökmüştü. Kırmızı-siyah renk ağırlıklı çiçek desenli fistanı, mor renkli özensiz bağlanmış eşarbıyla yanından gelip geçenlere hızlıca yönelerek tasını uzatıyordu. En azından bozukluklarını atarlar ümidiyle bir sağa dönüyordu bir sola.

Son birkaç yılda alıştığımız bir görüntü bu. Cami önlerinde, trafik ışıklarında kendilerine has fiziksel görünümleri ve giyimleri ile toplumun yeni “ayrıksıları” olarak Read the rest

Müslüman’ın bollukla imtihanı »

Eating-Too-Much“Dünya tatlı ve çekicidir. Allah sizi ona sahip kılacak ve nasıl amel ettiğinize bakacak.” buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav).

Müslüman her hal ve karda bir imtihan içinde bulunduğunun şuurunda olan insandır; darlıkta da imtihandadır, genişlikte de. Başına bir sıkıntı gelir, sabreder, kazanır; bir nimete kavuşur, şükreder, yine kazanır. Terazinin kefesine sıkıntımız ya da bahşedilen nimet değil, bizim bunlar karşısındaki tavrımız, halimiz konur; şükrümüz ve sabrımız yani. Hadiseler değil, o hadiseler karşısındaki duruşumuzun bir ehemmiyeti vardır. Konuyu, seçim sonuçlarından sonra tavrımız ne oldu/ne olacak meselesine bağlamayacağım. Seçim sonuçları, evet, gerçekten sadece bir sonuçtur. Asıl bu sonucun ortaya çıkmasında bizim bir payımız var mı ona bakmak gerek. Acaba toplum olarak bir şeylerin değerini hakkıyla bilememenin neticesi midir bu durum?

Eğer bir kadirNAşinaslık olduğu düşünülüyorsa, bu sonuca belli bölgelerdeki ya da partiler arasındaki oy kaymalarına bakarak varmak, sebeplere takılıp kalmak anlamına gelir. Nicelikte meydana gelene değişikliklere bakarak yorum yapmamak gerek her zaman. Ardındaki esas sebebi görmeye çalışmalıyız. Eğer bugün Türkiye Müslümanlarının içini burkan bir seçim sonucu ortaya çıktıysa, bu acaba hangi hatalarımızın neticesi diye Read the rest

Bir ölüm provasıdır uyku »

dark-cityBaşrolde Rufus Sewell’ın oynadığı, Alex Proyas’ın yönettiği Dark City adlı bilim-kurgu insan kimliği ile hafıza arasındaki eklemlenmeyi sorgulamak için iyi bir fırsat. Konusu şöyle: Uzaydan gelen “Yabancılar” insanların hissiyatını ve kimlik mefhumunu anlamak için hafıza üzerine deneyler yapıyorlar. Bir laboratuar-kent olan Dark City’de yaşayan insanların hafızaları her gece siliniyor ve başka hafızalar (=?kimlikler) yükleniyor. Aynı zamanda şehir de yeniden şekillendiriliyor ve sonra halk uyandırılıyor. Her gece değişen yapısı sebebiyle şehrin hüviyeti yenilenirken insanlar da sanal hafızalarla kazandıkları yeni hüviyetleri gerçek hayatları zannederek “içinde” yaşamaya başlıyorlar…

Ya biz? Her sabah aynı bedene uyandığımızı nereden biliyoruz? Dünkü Ben’in hayatına dün gece kaldığı yerden devam ettiğimize emin miyiz? Uyku bir ölüm provası gibi; her gece görünmez bir el şuurumuzu bizden alıyor ve sabah geri veriyor. Read the rest

Seçim 2015: Yeni Türkiye’den önce yeni bir Ak Parti istiyorum »

akp 2015 secimleriEvet, olanda hayır vardır. Fakat bu, Ak Partinin hiç geciktirmeden öz eleştirisini yapmasına engel olmamalı; olmayacaktır diye de tahmin ediyoruz. Bildiğimiz Ak Parti zaten zamanında öz eleştiri yapabilmesi ve kendini yenileyebilme kapasitesi sayesinde bu kadar uzun süre iktidarda kalabildi. Eğer bu beceriyi gösteremezse daha fazla hüsran kaçınılmazdır.

Şimdi, Partinin yapacağını zannettiğimiz öz eleştirisine âcizane bir katkımız olsun.

Ak Partinin oy kaybının sebeplerini taktiksel ve yapısal hatalar olarak iki kategoride analiz edebiliriz. Taktiksel yanlışların çoğunluğu son altı ayda gerçekleşti. Bunları; Cumhurbaşkanının sahaya inmesi, başkanlık sistemini seçim öncesinde gündeme getirip tartıştırması, merkez bankası ile anlamsız didişmesi, milliyetçi oyların kaymaması için tutturulan söylem, dini hassasiyetlerin ve sembollerin göstere göstere açık bir şekilde seçime malzeme edilmesi Read the rest

Sonuçlar sebeplerin içinde mi saklı? »

 

… Bu konuda tavsiye okuma …

Makale

Sitede yayınlanmış kitap alıntıları

… Bu konuda okumak için…

Maymunist imanla nereye kadar?

Evrim ve Big Bang gibi konular genellikle sağlıklı biçimde tartışılmaz. İdeoloji ve inançlar, felsefî tercihler bilim-SELLİK maskesiyle çıkar karşımıza. Özellikle evrim tartışmaları“filanca solucanın bölünmesi” veya falanca Amerikalı biyoloji uzmanının deneyleri etrafında döner ve bir türlü maskeler inmez. Madde ve o Madde’ye yüklenen Mânâ maskelenir.

Oysa perde arkasında tartışılan başkadır. İnsan’a, Hayat’a dair temel kavramlardır. Sadece et ve kemikten mi ibaretiz? Yokluktan gelen ve ölümle yokluğa giden, çok zeki de olsa SADECE VE SADECE bir maymun türü müdür insan? BİLİM DIŞINDAbir insanlık yoksa, Aşk yoksa,Sanatyoksa,Güzellik yoksa ve Adalet yoksaHayat‘ın anlamı nedir? Aşık olmakhormonal bir abartıysa, iyilik enayilikse, neden birbirimizin gırtlağına sarılmıyoruz ekmeğini almak için? Neden bir çocuğa tecavüz edilmesi midemizi bulandırıyor ve neden fakir bir insana yardım etmek istiyoruz?

Taj Mahal’in, Ayasofya’nın, Notre Dame de Paris’nin değeri bir arı kovanı veya termit yuvasına eşdeğer ise, Mesnevî boşuna yazıldı ise neden Hitler’i lanetliyoruz ve neden Filistin’de can veren bebeklere üzülüyoruz? Maymun olmanın (veya kendini öyle sanmanın) BİLİM DIŞINDA, psikolojik, siyasî, ahlâkî, hukukî öyle ağır sonuçları var ki…

İşte geçtiğimiz ay bu maskelerin düştüğü, kartların açık oynandığı çok kaliteli iki tartışmaya tanık olduk. İki makale işaret fişeği görevi yaptı. Sağolsun bir çok değerli okurumuz yüzden fazla yorumla konuyu DERİNLEMESİNE tartıştı. Derinlemesine diyoruz çünkü Madde’nin arkasındaki Mânâ bu kez gerçekten masaya yatırıldı. Evrim senaryosunu kabul etmenin etik ve siyasî neticeleri hatta evrimciliğin etimolojik değeri bile konuşuldu. Biz de bu sebeple söz konusu iki tartışmayı 116 sayfalık bu kitapta topladık. Buradan indirebilirsiniz.

 

Modern Bir Put: Bilim (Tartışma)

Bilimciler herşeyi parçaladıkları için mânâyı kaybediyorlar. Aşk’ı, Korku’yu, Sevinç’i hormonal “fenomenler” sanıyorlar. Hakikat’in tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya(!) Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi koptu. Bilimsellik değil bilimcilik peşindeler. Bilimi putlaştırdılar. Konuya eğilen yazarımızMehmet Bahadır her zamanki nazik üslubuyla “kral çıplak”dedi… Dedi ve bir işaret fişeğini daha ateşledi. Sitede en çok yorum alan yazılardan biri oldu bu makale. Fakat sadece içeriği ve yorum sayısıyla değil,yapılan yorumların kalitesiyle de öne geçti bu çalışma. 100′den fazla yorum alan ve aylar süren ilginç bir tartışmaya vesile olan makaleyi altındaki yorumlarla beraber kitaplaştırdık, ilginize sunduk. Buradan indirebilirsiniz.

Bir pozitivizm eleştirisi

Hayatta en kötü mürşit ilim ve fen olmasın sakın? Eğer Atatürk bir kaç yıl daha yaşasaydı o meşhur sözünü geri alır mıydı acaba?… Ateşi keşfetmeden önceki insanlık ile bugünkü “uygarlığımızı” karşılaştırdığımızda hiç yol almadığımız söylenebilir. Bundan 200 bin yıl öncekomşusunun yiyeceğini çalmak için başına taşla vuran neandertal insani ile 2003 yılında Irak in petrolünü çalmak için bir milyon ıraklı sivili öldüren (veya buna seyirci kalan) homo economicus ayni uygarlık seviyesinde. Aralarındaki tek fark kullandıkları silahların teknolojik üstünlüğü. Teknoloji ve bu teknolojinin uygulanmasını mümkün kılan bilimsel buluşlar sıradan insanlar kadar bilim adamlarının da gözlerini kamaştırdı. Bugün karşımıza kâh bilimci (scientist), kâh deneyci (ampirist) olarak çıkan ahlâkî-felsefî bir duruş var. Bu duruş eğitim sistemimize ve resmî ideolojimize öyle derinden işlemiş ki sorgulanması dahi çok sayıda insanı öfkelendirebiliyor, rejimin savunma mekanizmalarını harekete geçirebiliyor. Bilim ve teknolojinin insanlığa otomatik olarak barış getireceğinden şüphe etmek neredeyse bir suç. Buna cüret edenler gericilikle,bağnazlıklasuçlanabiliyor. Pozitivizm ve “modern” yaşam üzerine yazılmış makalelerimizin bir derlemesini 75 sayfalık bir kitap halinde sunuyoruz. PDF formatındaki bu kitabı buradan indirebilirsiniz.

O’ndan başka muzaffer yok – ولا غالب إلا الله »

Erdoğan ile de Gaulle arasındaki garip benzerlikler »

1964_06_06_01Avrupalı bir devlet adamıyla Recep Tayyip Erdoğan arasında bir benzerlik kuracak olsak bu Charles de Gaulle olur. Neden?

  • de Gaulle ABD’de bulunan altın rezervlerinin Fransa’ya geri gönderilmesini sağladı; ulusal para birimini güçlendirdi.
  • Meksika gibi Güney Amerika’nın kilit ülkeleriyle ABD’den bağımsız bir diplomasi kurdu.
  • Fransa’nın kendi nükleer silahını yapabilmesi için diretti ve başardı.
  • NATO’dan çıkarak ABD’nin Avrupa üzerindeki askerî kontrolünü zayıflattı.
  • Washington’un dayattığı “öcü komünizm” paranoyasına direndi, Rusya ile barış görüşmeleri başlattı.
  • Londra’nın Avrupa Birliği’ne girmesini engelledi.
  • Vietnam savaşının bir felâket olacağını, ABD’nin rezil olacağını açıkça ve defalarca söyledi.
  • Nixon’dan 7 sene önce Mao’nun kurduğu Komünist Çin’i resmen tanıdı.
  • Québec bölgesinin bağımsızlığını savunarak Kanada’daki ABD tahakkümüne meydan okudu.
  • Nutuk ve eylemleriyle İsrail’i rahatsız etti.
  • CIA de Gaulle’ü devirmek için kuzeydeki madenci grevlerini destekledi; dergi, yayınevi, film vb yoluyla karşı propaganda yaptı. Gazeteci, milletvekili ve bakan kiraladı.
  • CIA operasyonlarıyla Fransız çapulcular 68 olaylarını başlattı ve de Gaulle uzaklaştırıldı.
  • de Gaulle’den sonra iktidara gelenler sadık sömürge valileri oldular. Fransa bir daha asla Washington’dan bağımsız dış politika gütmedi.
  • Fransa’nın enerji altyapısı kömürden petrole kaydırıldı. Ülkenin petrole ve dolara bağımlı olması sağlandı.
  • Zaman zaman ABD politikasına küçük itirazlar olduysa da bunlar “banliyö ayaklanması” ve “Charlie Hebdo” saldırısı gibi operasyonlarla düzeltildi. (Bkz. Paris’in o tarihlerde yaptığı diplomatik “sapmalar”)

 

38947712

… Bu konuda makale …

… Bu konuda e-kitap …

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

Yanlış hayatlar doğru yaşanamaz… »

hypocrisy-quotes-8

“… Seyirci ne kadar çok seyrederse o kadar az yaşar. Herkese dayatılan o görüntülerde benliğini ne kadar ararsa kendi varoluşunu ve kendi arzularını o kadar az anlar […] Gösteri toplumunda, kurtuluş vaatleri de gösterinin bir parçasına dönüşür, sahteleşir. Tüm dünya aynı gösterinin sahnesidir artık; hepimiz aynı gösterinin oyuncusu ve seyircisi oluruz …” (Gösteri Toplumu)

Birkaç kişi tarafından görünen şeylerin kaydedilip herkese aynı anda gösterilmesi hatıralarımızı ve hayallerimizi ipotek altına alıyor. Kendi gördüklerimiz değil bize gösterilenler doğrultusunda yaşamaya başlıyoruz. Çok gösterildiği için gerçek zannettiğimiz yalanlar hem günlük hayatımıza hem de ekonomiye ve siyasete yön veriyor. İndî / sübjektif dünyamızı hiçe sayan, bizi objektif / standart / homojen bir algıya hapseden bu gösteri bildiğimiz mânâda siyasetin ve istişarenin de sonu demek. Zira:

“… Eğer insanlar saf akıldan ibaret olsalardı sürekli ve her konuda hemfikir olurlardı. Fikirlerin çatışması aklın işleyişinden veya mantık kurallarından değil sonradan edinilmiş bilgilerden kaynaklanıyor. Yani bireysel farklılıklar ve deneysel olarak kazanılanlardan. Dialektik dediğimiz şey bu bireysel farklılıklardan doğan verileri “ötekine” tamamen objektifmiş gibi göstermekten ibarettir. Çünkü insan, kendi tabiatında bulunan bir özellikten dolayı fikir farklılıkları görünce ötekinin “hatasını” düzeltmek ister. Kendi fikirlerinin yanlış olabileceğini düşünmez …” (Arthur Schopenauer, Her zaman haklı çıkma sanatı)

Algıların yönetilmesi gerçeklerin yönetilmesinden daha önemli

Devirdikleri diktatörlerin yerine geçen yeni diktatörler eskileri hain ve zalim ilan ederek kendi zulümlerini aklardı; eskilerin heykellerini devirip kendi heykellerini dikerlerdi. Bugün beyazdan daha beyaz yıkama iddiasındaki deterjanlar da eski reklâmları yalanlıyor. Eski “bilgileri” çöpe atıp sıfırdan başlayanlar Read the rest

Irkçı Kürd ile ırkçı Türk arasında ne fark var? »

turkcu-kurtcu“… Anladık artık, HDP kana doymuyor… Bu ülkede akan kandan beslenen, “terör” denen illetin müsebbibi olan medya organları, Demirtaş’a oy verilsin diye hemen her akşam ellerinden geleni yapmaya başladığından bu yana bizler de anladık, bu medya organları da kana doymuyor; doymayacak… PKK’liler, yurt dışında oy kullanacak vatandaşları konsolosluk önüne kadar takip ediyor; çünkü tehdit ediyor. PKK köyleri geziyor, isim isim insanları ziyaret ediyor, kim ne kadar oy verecek belirliyor, ve köylüye tehdit yağdırıyor, insanların evlerini işaretliyor. Bu ülkenin halkını, kendi vatandaşlarını öldüren, silahı hala bir alternatif olarak gören bir örgütün siyasi uzantısı hiçbir şey olmamış gibi meydanlarda “Demokrasi, barış, kardeşlik” naraları atabiliyor… Yahut bu ülkenin kendi gibi olmayan herkesi “yandaş” olmakla itham eden medyası hem Demirtaş’ı destekliyor hem de hiçbir şey olmamış gibi yapıyor, hatta PKK’liler köylerine HDP bayrakları asılmasını istemeyen Hüda-Par’lıları katlediyor, Demirtaş hayranı medya bu haberi HDP’nin bu olaydaki payesini göstermemek için itina ile kırparak veriyor; “İki Hüda-Par’lı öldü!” manşetini seçiyor, nedeni ortada yok. Bu ülkede kan aksın diye bekleyenler, bu dönem böyle bir gazetecilik yapıyor …” (“Tehdit et, öldür, Meclis’e Gir!“, Cemile Bayraktar / Yenişafak)

… Bu konuda okumak için…

 

Asimilasyon ile Şiddet Kıskacında Ulusalcı Kürtler (Kitap + Tartışma)

Süleyman Nazif (1870-1927) Batarya ile Ateş adlı kitabında şöyle diyordu:

“Benim dinim kinimdir… Irkına, vatanına, tarihine ihanet etmiş olan insanların ve milletlerin hiçbirini unutma Türkoğlu! Unutma ve affetme!”

Büyük travmalar, katliamlar ve yok edilme korkusu yaşayan toplumlar geçmişten bazı dersler çıkarırken affetmek ile acıları unutmak arasındaki farkı göremiyorlar. (Bkz. PKK’lıları affetmek)

Elbette etnik kökenimiz kimliğimizin bir parçası, rengarenk insanlığımızın gerçek bir rengi. Ancak bu renk üzerinden yapılan baskılar, bu renk “yüzünden” çekilen acılar sonucu diğer bütün renkler silinebiliyor. Bir başka deyişle IZDIRAPLAR ÜZERİNE YAPAY BİR KİMLİK İNŞA EDİLİYOR. Bir halka yapılabilecek en büyük kötülük bu belki de. Sadece Türk ya da sadece Kürt olmaya mahkûm edilenler giderek insan olduklarını unutuyorlar. Böylesi halklar ırkçılığa, her türlü şiddet çağrısına kucak açabilirler. Zira duydukları kin ve nefret onları bıçak gibi bilerken bir yandan da tektipleşiyor, şeyleşiyor. Bu korkunç dönüşümü Yahudilerde ve Avrupalı Ermenilerde görmek mümkün. Bizden önceki kuşaklar Balkanlarda, Kafkaslarda Türk ya da Çerkes olma “suçundan” dolayı bu şekilde eziyet gördüler. Ölenler bir kez ölürken hayatta kalanlar aşağılanma duygusuyla her gün öldü. Peki ya Kürtler?

“… Şiddet yanlısı Kürtler adeta hızla koşan bir adamın bir cam panele çarpıp yere yığılma duygusunu tekrar tekrar yaşayacaklar. Camın öbür tarafını görecekler ve camın öbür tarafında akan hayatı gözlemleyebilecekler, belki bedenen o hayatın içinde olacaklar ama ruhen hiçbir zaman o camın öbür tarafına geçemeyecekler. Hiçbir zaman kendilerini camın öbür tarafına akan hayatın parçası hissedemeyecekler…”

Böyle diyordu bir gazeteci. Haklıydı. Sadece Kürt olmak istedikçe Kürtlüğünü kaybeden bir kuşak yetişiyor. Tıpkı Türk ulusalcıları gibi geçmişten, gelecekten hatta kendi gölgesinden bile korkan bu insanlar şiddet için şiddet isteyen örgütlerin, partilerin elinde istenen her şekli almaya hazırlar. Kürt aydınları kadar Türk aydınlarına da büyük iş düşüyor. İnsan olmadan “Türk” ya da “Kürt” olmanın imkânsızlığını halklarına anlatmak. Okuyacağınız bu kitap aydınların dikkatini tam da bu noktaya çekmek için hazırlandı: Asimilasyon  ile şiddet kıskacı içindeki Kürt halkına… Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Kemalizm ve darbe: Halka rağmen halkı yönetmek »

Haber Türk sitesindeki video: izleyemeyenler için 1946’dan bugüne..Türkiye siyaseti hayatı

http://t.co/D58az820cZ

… Darbeler, Kemalcilik ve Atatürkizm üzerine e-kitap…

Kendi ülkesini işgal eden ordu

Hiç bir yeri işgal edemeyen ordular kendi ülkelerini işgal ederler. Çünkü bir ordunun ayakta durması için insan emeği ve maddî destek gereklidir. Beceriksiz ordular disiplinsiz olduklarındanYABANCI DÜŞMAN ile savaşamazlar. Kolayca yenebilecekleriİÇ DÜŞMANLAR uydururlar ve bu bahane ile kendi ülkelerini işgal ederler. Başbakan asarlar. Milletvekillerini hapse atarlar. Korumakla yükümlü oldukları halkı işkenceler altında inletirler. İşgalciler kimseye hesap vermezler. Halkın isyan etmesine engel olmak için “etrafımız düşmanla çevrili” diyerek KORKU PROPAGANDASI yaparlar. Eleştirilerden uzak kalmak için farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanların birbirine düşman olması da bu eşkiyaların işine gelir. Bu sebeple terörü destekleyebilir hatta teröristlere silah ve para yardımında bulunabilirler. Okuyacağınız kitap kendi ülkesini işgal etmiş bir ordunun kısa tarihidir. Buradan indirebilirsiniz.

Tarih şaşırmaktır

Evet… Tarih şaşırmaktır. Atatürk’e şaşırmak, Kürtlere şaşırmak, Lozan’a şaşırmaktır. Geçmişe hayret edip bugüne eleştirel bakabilmek, yarını hazırlamaktır Tarih. Geçmişe değil geleceğe dönüktür amacı. Özetle siyasî bir propaganda aygıtı değildir. Gaz vermek, “Asker millet” üretmek, atalarımızla gurur duymak için tarih araştırılmaz. Eğer resmî tarihin beyin yıkamasından bıktıysanız bu kitap ilginizi çekecektir…Buradan indirebilirsiniz.  

Alaturka Laiklik: “Beni bir bir sen anladın, sen de yanlış anladın!”

Türkiye Cumhuriyeti’nde Alevîlere zorla Sünnî İslâm öğretilirken Sünnîlerin başörtüsü devlet dairelerinde yasaktı. Türk Ordusu’nun istihbaratı camileri ve namaz kılanları fişliyordu. Hristiyan Ermenilerin ne kiliseleri, ne yetimhaneleri ne de cemaat lideri seçimleri özgürce yapılamıyordu. Rumların ruhban okulları özgür değildi. Yahudiler diğer gayrı Müslimler gibi askerde ayrımcılığa uğruyordu. Ateistlerin kitapları, internet siteleri yasaklanabiliyor, kapatılabiliyordu. Gayrı Müslimlerin alın teriyle biriktirdikleri vakıf malları 1970′lerde gasp edildi, daha yeni geri verildi. Sahi Laiklik neye yarıyor? Bu kitap son yıllarda Türkiye’nin gündemine gelen, birbirinden ayrı gibi duran ama çekirdeğinde Yobaz Laiklik Meselesini barındıran konuları ele alıyor.Buradan indirebilirsiniz.  

Kadın hakları ve Kemalizm

“Kemalizm Türk kadınına özgürlük verdi” gibi sloganlarla düşünmeye daha doğrusu ezberlemeye itildiği için sık sık şaşırmaya mahkûm bir kuşak bizimki. Tarihi, belgeleri, siyasî söylemleri ve sloganları aklın imtihanına tabi tutan herkes hayretler içinde kalıyor. “İyi de biz bunu bunca sene nasıl yuttuk?” diye sormaktan alamıyoruz kendimizi. Kemalist düşüncenin, çağdaşlığın ve Atatürk devrimlerinin yılmaz bekçisi “çağdaş Türk kadını’nın sesi” Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı olan Yunus Nadi kadınların siyasete atılmasına nasıl tepki vermiş meselâ? “Havva’nın kızları, Meclis’e girip yılın manto modasını tartışacak” Kadınlar Halk Fırkası kapatılınca yerine Türk Kadınlar Birliği kurulmuş. O da kapatılınca Cumhuriyet Gazetesi’nde şu başlık atılmış: “Türk Kadınlar Birliği kapatıldı, fesat çıkaran hatun kişilere haddi bildirildi.” Derin Düşünce Fikir Platformu yakasını resmî tarihten kurtarmak isteyen okurlarına ezber bozan bir kitap öneriyor : Kadın hakları ve Kemalizm ilişkisine alternatif bir bakış