RSS Feed for This Post

Sanatın tahrifi imanın tahrifidir

montaj

Bursa Ulu Camii ve iki fotoğraf. Birincisinde fotoğrafçı silmiş kendisini. Levhaya tam karşıdan bakıyoruz. Lambanın tellerini ve yaldızlı harflerdeki yansımayı saymazsak “İslâmî bir fotoğraf” denebilir. İkincisi tam tersi. Mekânın derinliğini verecek bir açı seçilmiş, hatta belki geniş açılı bir objektifle mesafeler abartılmış. Tavandan sallanan iki büyük ışık kaynağı hemen gözü çekiyor. Bu fotoğrafa loş bir odada bile baksanız kendi aydınlatmasını dayatıyor size. Fotoğrafçı burada Ben’liğini silmemiş. Aksine durduğu yer, bakış açısı, boyu, makinesini tuttuğu yükseklik… Adamın bir özgeçmişi eksik! Fotoğrafçının Ben’liği caminin kendisi kadar yansımış görüntüye.

Üstteki levha bu defa merkezî perspektifin müsaade ettiği şekilde yani matematik ve optik kanunlarıyla bilimselleşerek / objektifleşerek nazarımıza (aklımıza) verilmiş. Fotoğrafçının indî / sübjektif tercihleri, meslekî becerisi kısacası Ben’liği hattatın sanatını perdelemiş. (Bkz. Derin Lügat maddesi: İndî / Sübjektif / Objektifİslâmî değil oryantalist bir manzara! Dahası Erwin Panofsky’nin [1] kriterleriyle değerlendirirsek ampirik açıdan da bir felâket ile karşı karşıyayız:

  1. Üç boyutlu bir mekânın iki boyutlu zemine aktarılmasından kaynaklanan görüntü kaybı,
  2. Köşelerdeki deformasyon,
  3. İki gözlü insan görüşünün fotoğraf makinesiyle “tek göze” indirgenmesi
  4. İki göz arasındaki mesafe farkı sayesinde dinamik ve sübjektif olan görmenin makine ile statik ve objektif bir derekeye düşmesi

DEUTSCH-08

Burada incelediğimiz fotoğraf elbette “İslâm sanatı” olmak iddiasıyla çekilmemiş. Ancak makalemize dahil ettiğimiz 3 tabloya bakarak oryantalizmin yol açtığı tahrifatı (تحريف) daha iyi anlayabilirsiniz. Bugün ne yazık ki bir çok Müslüman sanatçı “geleneksel / dinî” vb etiketler altında Batı sanatı yapmaya devam ediyor.

Gerçek şu ki kendi merkezî perspektifini, ışık gölge vb yoluyla seyirciye dayatan bir eser İslâmî kabul edilemez; isterse konusunu İslâm’dan almış olsun! Olsa olsa oryantalist olur. Nitekim Müslüman sanatçıların özgüvenlerini yitirdikleri, Batıyı taklid etmeye başladıkları devirlerden itibaren İslâm sanatı bozulmuş yahut terk edilmiş ve yerine oryantalizm konmuştur. Konusunu camilerden, çarşı ve hamamlardan alan bu tasvirler Rönesans sonrası Hristiyan sanatındaki bütün bozuklukları ihtiva ederler: Merkezî perspektif, gerçekçi renkler, insan ve hayvan tasvirinde natüralizm. Tenzihî yani mücerred sanatı terk eden Müslümanlar tıpkı Hristiyanlar gibi teşbihî sanata yönelmişler. Yani optik, matematik, anatomi kurallarına göre resim yapmışlar. Bilimselleşen, objektifleşen bu sanat aslında rasyonalizmin vektörüdür. Bir başka deyişle natüralist sanat veba virüsünü taşıyan sıçanlar gibi şirk belâsını İslâm toprağına taşımıştır. Bu şirk karşımıza değişik etiketlerle çıkar: Materyalizm, pozitivizm, pragmatizm… Fakat en tehlikeli veçhelerinden biri rasyonalizmdir. Yani insanın kendi aklını put edinmesi!

Rasyonalizm aklın beşer ile ve beşerî akılla sınırlandırılmasıdır

“… Batı, medeniyet yoluna İnsan’sız devam edebilir. Çünkü gelişmesinin motoru olan bireycilik, insan nefsini merkeze koydu. Bireycilik insanların hayvanî arzuları ve kapasiteleri dışındaki her şeyi; İnsan-üstü ögeleri, aklı ve maneviyatı reddediyor …”

Üstad René Guénon böyle demiş[2]  Modern Dünyanın Krizi adlı kitabında, sene 1927. Daha önce de söylediğimiz gibi Rönesans bir çok şeyin ölümüdür ama hiç bir şeyin doğumu ya da yeniden doğuşu değildir. Hümanizm nasıl insanları Hakikat’ten kopararak insanlıktan çıkardıysa rasyonalizm de aklı Hakikat’ten koparmış ve akl-ı meaş çerçevesine hapsetmiştir.  Bir başka büyük ustanın, Titus Burckhardt’ın tabiriyle söylersek:

“… Rasyonalizm aklın beşer ile ve beşerî akılla sınırlandırılmasıdır. Rönesans sanatı rasyonalisttir. […] Rasyonalizmden bireyciliğe geçiş neredeyse kaçınılmaz. Bundan sonra ise mekanist bir dünya tasavvuru zihinlere hakim olacak …” (Kutsal Sanatın İlke ve Yöntemleri)

Burckhardt’ın sanattaki değişimlere bakarak pozitivist istilayı açıklaması dikkate değer. Gerçekten de maneviyatı reddeden, mânâsız, ruhsuz bir varoluş tasavvuru sorunlu. Bu fikrî zeminde barış inşa edilemiyor, ancak pragmatik sebeplerle ateşkes yapılabiliyor. (Bkz. Avrupa Birliği)

İslâmî perspektifte rasyonalizm sorunu yoktur

inteerieur_de_la_mosqueee_de_mou21262İslâm sanatında rasyonalizm sorunu yok. Zira İslâm sanatının odağında bireyin arzuları, hevesleri, hazları ve dertleri yoktur. İslâmî perspektifte akıl vahyi anlamaya ve kabul etmeye yarar. Vahiyy ile bilinen Hakikat ne akıl dışıdır ne de rasyoneldir. Büyük İslâm alimi Gazâlî Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“…Temel yaklaşım  olarak, akılla ortaya konulan delillerin yalanlanmaması gerekir. Aynı şekilde akıl da dini yalanlamaz. Fakat akıl dinle ilgili bir yalanlama yoluna girmişse, bu ancak dinin ispatı alanında söz konusu olabilir. […] . Çünkü dini akılla biliriz. Hal böyle olunca akılla dini birbiriyle çelişen olgularmış gibi göstermenin hiç bir anlamı yoktur.  Yalancı bir müzekkî (şahitlik yapacak kişi hakkında mahkemeye bilgi veren) ile şahidin doğru sözlü olduğu nasıl bilinebilir ki! Din bir çok konunun şahidi, akılda onun müzekkîsidir. Yani dinin düzenlediği meselelerin hakikatlerini ancak akılla biliyoruz…” (İman Kitabı)

Burckhardt’a göre aklın ve sanatın asaleti tam da bu noktada gösterir kendini. Müslüman sanatçıya göre sanat akıl ve bilimden damıtılmıştır. Ama bu sanatın rasyonalist olduğu anlamına gelmez. Müslüman için akıl manevî hislerden ve sezgilerden ayrılması gereken bir güç değildir. Tam tersi! Akıl sanat sayesinde yeni güzelliklere yelken açar, nefsin bitmek bilmez arzularının rahatsız edici etkisinden kurtulur. Akıl sanat sayesinde kum torbalarını atmış bir balon gibi yükselir. (Bkz. Derin Lügat maddesi: Sanat / Eğlence / Entertainment)

Sanat maddenin tezyinidir

Müslüman ustalara göre sanat maddenin tezyinidir, ziynetlerle donatılması, süslenmesidir. Eşya onu Yaratan’dan ötürü zaten güzeldir. Haliyle bilkuvve olan güzellikler sanat sayesinde bilfiil hale geçer. Bir güzellik “yaratma” iddiası ancak kibrin, cehaletin ve dalaletin ilânı olabilir; şirktir.

YakobiV_UVhodaVMechetRYBMüslüman için enaniyet iddiasından, Ben’lik davasından uzak bir sanat eseri ilâhî varoluşun ispatıdır. Yıldızlı bir gökyüzü, denizde ışıldayan dalgalar, bir kelebeğin rengârenk kanatları… Müslüman için sanat bir kâmiliyet noktasıdır. Eserler sanatçıların benliklerini değil Güzel’i yansıttıkları ölçüde başarılı olurlar. (Bkz. Derin Lügat maddesi: Güzellik / Cazibe / Attraction / Sex AppealAncak bu şart altında denebilir ki: Sûretlerin kevnî vasıfları önünde Ben’in zaferleri ve kusurları kaybolur:

“… Eğer mimariyi İslâm sanatının temsil edici kısmı olarak ele alırsak bu sanatın mimarlık bilgisi üzerine dayandığını ve bunun da hendese ilmine dayandığını söyleyebiliriz. Ama geleneksel mimaride hendesenin niceliksel olanın dışında bir anlamı olmadığını söylemek gerekir. Oysa modern mimaride hendesenin niteliksel bir anlamı da vardır. Ve daha çok uyum yasalarına kaynaklık etmektedir. Buna karşılık geleneksel mimaride uyum daha çok daire üzerine çizilen düzenli çizgilerle elde edilmeye çalışılıyordu. Dolayısıyla bir binanın bütün boyutları dairelerden elde ediliyordu. Bilindiği gibi daire şekli vahdet-i Vücud’un en mükemmel sembolü olarak kabul ediliyordu ve bu yüzden de bütün varlık mertebelerini de içinde barındırıyordu. Dairenin sahip olduğu bu özelliğin hemen hemen bütün kubbelerde yansıtıldığını görürüz. Bunları temaşa ederken insanda uyanan sonsuzluk duygusunun sebebi de daha çok daire üzerine çizilen bu çizgilerdir. Bunun bütüncül bir dünya görüşünün yansıması olduğu çok açıktır. Bu aynı zamanda Müslümanların bilinçli bir tercihine de işaret etmektedir …”  (İslâm Sanatı / Titus Burckhardt)

 

 

Dipnotlar

İkinci dünya savaşı çıkmadan önce yaptığı bu kehanet(!) gerçekleşiyor. Rasyonalist Batı güçleri insanlığın büyük bir kısmını dünyadan aşağı atmak üzereler: Fakirler, zenciler, Müslümanlar… (Bkz. Görme Bahçesi, Yıldız Ramazanoğlu) İnsansız hava araçlarının Afganistan’da çocuk öldürmesinin “normalleştiği” şu günlerde borsa işlemlerini bile insanlar yapmıyor artık. Gece-gündüz uyumayan bilgisayar programları “al-sat” emri veriyor.  (Bkz. Derin Lügat maddesi: Değer / Kıymet / Value / Valeur)

 Perspektif: Simgesel Bir Biçim, Metis Kitabevi, Çeviren: Yeşim Tükel Kılıç, Yayın Yılı: 2013, Orjinal Adı: Die Perspektive als “Symbolishe Form”

 

Selimiye

 

… E-kitap okumak için…

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i yi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 1 Trackback(s)

  2. Eyl 15, 2014: Zaman maddeyi ifsada uğratır, kelâm bâkidir

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin