RSS Feed for This Post

Ödevimiz Tutsak Olmak*

tutsakHukuk ve adalet her zaman uyum içinde olmaz. Durum böyle olduğunda doğru bir adam için önceki sonra gelir.

Aliya İzzetbegoviç / Özgürlüğe Kaçışım – sy. 145

 Yaklaşık 5 yıldır süren temsil perdeyi kapattı. Eğer bağımlıysanız bir şekilde bağlısınızdır. Bağlı olmak zaman ve mekan açısından sizi kısıtlar. Kal olarak da hal olarak da tasavvurlarınızı sınırlar. Biten temsille birlikte aslında tanık olduğumuz tasavvurların hal diliyle konuşmaya başlamalarıdır. Hakikat arayıcıları  hal diliyle özümseme faslına geçildiğini bir nevi beyan ederler. ‘‘Ben’’ine yani ‘‘senin’’e.

İki ayrı ideal, iki ayrı kadro, iki ayrı iktidar odağının ittifakını uzunca bir süre hayret etmeden izledik. Sonuçta olması gereken oldu. Öze sahip olanlar söze de sahip olmak istediler. Öz ne idi? İktidarın özü: yönetici kadro. Bu teze muhalefet olarak gelebilecek en muhtemel görüşe cevabımı vereyim; İktidar olmak muktedir olmak demek değildir. Devlet, başbakan ve bakanlar kurulunun yönetimine bırakılmayacak kadar ciddi bir yapıdır da diyebiliriz sanırım. Devlet aklı denilen şey de tam olarak bu devamlılığı simgeler. Devamlılık, doğru ya da yanlış tasarıları eleme gücüne sahip, bu muhayyileye malik değildir.

Nihayetinde Türkiye bir avuç yönetici kadro ve büyük bir halk bilinciyle birlikte dünyanın umudu, vicdanı, namusu olduğu bir dönemde içimizdeki İrlandalılar ve dışımızdaki ‘’yerliler’’ tarafından esir alınmak isteniyor. Ehli Sünnet omurganın kalesi konumundaki bu coğrafyaya İslam’a karşı İslam tezi 2 farklı yoldan sunuluyor. Avama göre (ki önemli olan bu topluluktur) Ehli Sünnet olarak kabul görmüş Gülen Hareketi ve avama göre Ehli Sünnet olduğu tartışmalı olan Aleviler.( Olmadığı görüşü ağırlıkta olmakla birlikte Alevilik ayrı bir tartışma konusudur) Burada yakıcı ve yıkıcı darbe şüphesiz yetişmiş kadrosu, bürokratik gücü, medya gücü, finansal gücü ve daha da ötesi mağduriyet potansiyeli daha fazla olan Gülen Hareketiydi. (Mağduriyet potansiyelinin fazlalığı Meşruiyet gücüyle orantılıdır) Bir taşla 3 kuş. Ehli Sünnet omurganın kendi içinde bir boğuşmaya tutulması, ( Cemaat fikrinin zedelenmesi ki bitişin başıdır) Ehli Sünnet itikadı ve inancının farklı görüşlerle sarsılması, Ehli Sünnet savunucularının ve yetiştirilmiş dar kadrosunun tasfiye edilerek ülkenin çoraklaştırılması.

 

Ebu Hureyre (r.a.) dan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) buyuruyor:

Üç kimse vardır ki Allah kıyamet günü onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz, onlar için acı bir azap vardır:

  1. Yol üzerinde kendisinin ihtiyaç dışı su fazlalığı olup da bunu yolcuya kullandırmayan kimse,
  2. Devlet başkanına sadece dünyalık için biat edip kendisine dünyalıktan bir şeyler verdiğinde memnun olan vermediğinde öfkelenen kimse,
  3. (Satılık) malını ikindiden sonra pazara çıkarıp: ‘’Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, bu mala şu kadar, şu kadar para saydım’’ diyen kimse ki, satın alıcı kimse (onun yaptığı bu) yeminden dolayı ona inanıp malı alır.

BUHARİ, MUSLİM

 Yukarıda sözünü ettiğimiz üç tezden sonuncusu için Selam Örgütü olarak ortaya atılan yapının içerisinde bulunan isimlere bakılması yeterlidir. Örgütün içerisine sokulan isimlerin bazıları ise sadece ve sadece Gülen Hareketinin önünü tıkama ihtimali olan ‘’umut veren’’ oluşumlar olması hasebiyle bu dosyada yer almışlardır.

Bahsettiğimiz ikinci tez Fethullah Gülen’in şahsında filizlenen ‘’ılımlı İslam’’ anlayışı ve bu anlayışın getirdiği ve götürdükleri olarak özetlenebilir. Ayrıca Zaman gazetesinde yapılan itikadı ilgilendiren haberlerin bazıları da yine bunlara örnek olarak verilebilir.(Çeşitli Ehli Sünnet cemaatlerin hocaları bunların çok popüler olanlarıyla ilgili reddiyeler yapmışlardır, değinme ihtiyacı hissetmiyorum)

Yazımızın temelini oluşturan ilk tez ise Ehli Sünnet omurganın kendi içinde bir mücadeleye düşmesi tehlikesi. Bunun için ne yapılması gerekiyordu? Sevgili Yusuf Kaplan Hocamın İngilizler için söylediği ‘’Tüm kavşakları tutmuş yavşaklar!’’ aforizması aklıma geliyor. Ne kadar kavşak tutarsanız o kadar kontrol gücünüz olur. Kavşaklar nereler?

 

BBC’nin Genel Müdürü Lord Reith çok daha dürüst bir biçimde özetlemişti: ‘’Zaman zaman, halka kendi istediğini değil de bizce ihtiyacı olduğuna inandığımızı verdiğimizi söyleyenler oluyor. Şunu unutmayalım ki, insanların pek azı ne istediğini, daha bile azı neye ihtiyacı olduğunu bilir.

Medya ve Demokrasi, John Keane – sy.71

Time Warner’in işletmeleri öylesine yaygın ve büyüktür ki, bu dev kuruluş gazetecilerinden birine bir roman ısmarlayıp, (roman harici bir şey de olabilir! Ek: M.C.Ö.) onu kendisi yayımlayabilir, Time Warner’ın kitap kulüpleri aracılığıyla pazarlayabilir, Time Warner dergilerinde tanıtma yazıları çıkartabilir, Time Warner için film haline getirebilir, bir kez de bu filmle ilgili tanıtma yazıları ve röportajlar yayımlatabilir ve nihayet Time Warner kablolu televizyonunda gösterebilir.

Medya ve Demokrasi, John Keane – sy. 91

 Alıntılarda göstermeye, anlatmaya çalıştığımız kavşakların sadece bir tanesi. Bürokrasi, yargı, eğitim, emniyet, yayımcılık vs. Yeter mi? Hayır. Bu kadar gencin bulunduğu bir toplumda ‘’rol model’’ çıkartmak çok çok önemlidir. Hele ki görsel medyanın bu kadar ilgi gördüğü bir ülkede. Spor ve sanat alanlarında özellikle ciddi bir çekim oluşturmak gerekir bu nedenle. Gördüğümüz kadarıyla iki alanda da ‘’devşirme’’ ve ‘’özkaynak’’ usulüyle başarılı çalışmalar yapılmış.

Hakan Şükür ki Türk Futbol tarihinin açık ara en önemli Santraforu bir ‘’hizmet sevdalısı’’. Futbolculuk dönemlerinde o camia içerisinde bir çok ismi nasıl etkilediği sanırım herkesin bir şekilde kulağına gelmiştir.

Enes Kanter. Kurumsal olarak belki de en başarılı olduğumuz spor dalı basketbol. Genç nüfusunda bir hayli çekim alanında bulunuyor. NBA gibi uluslararası arenada en saygın ve etkin ligde oynayan smaçlar, bloklar yapan bir başka ‘’hizmet ehli’’. Öyle ki, alenen bunu sosyal medya hesaplarından haykırıyor. Yetmiyor kendini tanımlamak için bu sıfatı kullanıyor. Yani söz bizi bir başka etkiye daha getiriyor. ‘’Yersiz-yurtsuzlaşma’’ sonucu nerede durduğunu, olduğu ve kimliğini bilememe; aidiyeti, asabiyeti ‘’hizmet ehli’’ olmak ile sağlama. Aynı zamanda medya yüzü olma, mensubiyetini tanıtma, pr’ına aracı olma.

Neresinden bakarsak bakalım bir cemaat için son derece siyasal, bir siyasi oluşum için ise son derece kapalı, izole bir yapıdan bahsediyoruz. Kendi yazarlarını okuyan, kendi marketinden alış-veriş yapan, kendi televizyonunu izleyen, radyosunu dinleyen, gazetesini okuyan, okuluna giden (kesintisiz bir şekilde), işini bu organizasyon aracılığıyla bulan, eşini bu yapı sayesinde seçen, giyeceği gömlek için dahi anlaşmalı kurumlardan alınan ‘’süper indirimli’’ kuponlar sayesinde kanal bulan, evini abilerinden kiralayan ya da aracılığıyla alan ve çocuklarını da aynı döngüye katan bir insan topluluğu var karşımızda. Tek tip, sorgulamayan, farklı düşünmeyen ve dolayısıyla sorun çıkarmayan kurulmuş menzilinde sapmadan giden bir topluluk.

Bu saptamalardan sonra en can alıcı eleştirimi şimdi yapmak istiyorum. Böyle bir güce sahipsiniz ve ülkenin kültür yürüyüşüne, entelektüel birikimine hemen hiçbir katkınız olmamış. Vaziyet durumlar içerisinde en korkunç olanıdır kanımca. Ne iyi bir mimar, ne iyi bir ressam, ne iyi bir müzisyen, münevver, hattat, hiçbir şey yetiştirilmemiş. Ülke ortalamasınca devşirilen isimler haricinde entelektüel olarak ortaya bir birikim koymuş hemen hemen kimse yok. Zamanın sert muhalifi bir ismi saymazsak ikinci gelişiyle birlikte son kırılma sürecinden sonra gösterdiği tutumla tüm birikimini hiçe saydırmış bir isim hariç, (ki o da anlayacağınız üzere devşirme) kimse yok bildiğimiz.

Bu eleştiriyle birlikte anlamamız gereken şu ki Gülen Hareketi tamamen bir kadro hareketidir ve ekonomik yönüyle var olma çabası içerisinde bir harekettir. Bağımlılık üretir ve bağlar. İpler kimin elinde?  Samanyolu Tv, Zaman Gazetesi, Dergiler v.s. biz kaynağımızı besledik ve şimdi size sunuyoruz. Nasıl mı? Dikkat ederseniz noname tabiriyle tanımlayabileceğimiz isimsiz, şanı şöhreti olmayan, yazarlar, sunucular, programcılar piyasaya çıkmaya başladı. Bu şu demektir, biz artık üretiyoruz. Bir nevi kafa tutmaktır aynı zamanda da. Bunu iyi okumak mecburiyetindeyiz.

 

 Herkes kişisel olmayan rolünün şiddetli gerginliğine kaptırmış kendini.

Amerikalılar inanmış insanlar, her şeye inanmış ve inandırmaya çalışan insanlar. İyi niyetlerinin özelliklerinden biri de kendilerine ait olmayan, ancak büyük ölçüde yok ettikleri ya da aşırdıkları bir geçmişin, bir tarihin her şeyini yeniden oluşturmakta ayak diretmeleri. Rönesans şatoları, fosilleşmiş filler, kendilerine ayrılmış özel yerlerde yaşayan Kızıldereliler, hologramlı sekoyalar vb.

Amerika – Jean Baudrillard

 Yazıyı bu alıntılardan sonra herhangi bir cümle kurmadan son bir alıntıyla bitirmek istiyorum. Şiir, sözün düşünülmüş, işlenmiş ama buna rağmen bir şekilde söylenmiş halidir.

 

 

Merak uyandırmak isteyenler,

annem Agripina’yı öldürdüğüm günden

başlatırlar hikayemi.

Oysa o yalnızca bir sonuçtu.

 

Şair Neron: Sanatçının Bir Tiran Olarak Portresi, Cahit KOYTAK

 

 

*Taha’nın Kitabı / Savaş, SEZAİ KARAKOÇ

 

… E-kitap okumak için…

sen-insansinSen insansın, homo-economicus değilsin!

Avusturyalı romancı Robert Musil’in başyapıtı Niteliksiz AdamJames Joyce‘un Ulysses ve Marcel Proust‘un Geçmiş Zaman Peşinde adlı eserleriyle birlikte 20ci asır Batı edebiyatının temel taşlarından biri. Bu devasa romanın bitmemiş olması ise son derecede manidar. Zira romanın konusunu teşkil eden meseleler bugün de güncelliğini koruyor.  Biz “modernler” teknolojiyle şekillenen modern dünyada giderek kayboluyoruz. İnsan’a has nitelikleri makinelere, bürokrasiye ve piyasaya aktardıkça geriye niteliksiz bir Ben’lik kalıyor. İstatistiksel bir yaratık derekesine düşen İnsan artık sadece kendine verilen rolleri oynayabildiği kadar saygı görüyor: Vatandaş, müşteri, işçi, asker…

Makinelerin dişli çarkları arasında kaybettiğimiz İnsan’ı Niteliksiz Adam’ın sayfalarında arıyoruz; dünya edebiyatının en önemli eserlerinden birinde. Çünkü bilimsel ya da ekonomik düşünce kalıplarına sığmayan, aşkın bir İnsan tasavvuruna ihtiyacımız var. Homo-economicus ya da homo-scientificus değil. Aradığımız, sorumluluk şuuruyla yaşayan hür İnsan.Buradan indirebilirsiniz.

kapak-kucuk-2Gözle dinlenen müzik: Tezyin

Batı sanatı her hangi bir konuyu “güzel” anlatır. Bir kadın, batan güneş, tabakta duran meyvalar… İslâm sanatının ise konusu Güzellik’tir. Bunun için tezyin, hat, ebru… hatta İslâm mimarîsi dahi soyuttur, mücerred sanattır.

Derrida, Burckhardt, Florenski ve Panofski’nin isabetle söylediği gibi Batılı sanatçı doğayı taklid ettiği için, merkezi perspektif ve anatomi kurallarının hakim olduğu figüratif eserler ihdas eder. Bu taklitçi eserler ise seyircinin ruhunu değil benliğini, nefsini uyandırır. Zira kâmil sanat tabiatı taklid etmez. Sanat fırça tutan elin, tasavvur eden aklın, resme bakan gözün secdesidir. Tekâmül eden sanatçı (haşa) boyacı değil bir imamdır artık. Her fırça darbesi tekbir gibidir. Zahirde basit motiflerin tekrarıyla oluşan görsel musiki ile seyircilerin ruhu öylesine agâh olur ki kalpler kanatlanıverir. Müslüman sanatçı bu yüzden tezyin, hat, ebru gibi mücerred sanatı tercih eder. Güzel eşyaları değil Güzel’i anlatmak derdindedir. Çünkü ne sanatçının enaniyet iddiası ne de seyircinin BEN’liği makbul değildir. Görünene bakıp Görünmez’i okumaktır murad; O’nun güzelliği ile coşan kalp göğüs kafesinden kurtulup sonsuzluğa kanat açar.

Tezyinî nağmeleri gözlerimizle işitmek için yazıldı bu e-kitap. John locke gibi bir “tabula rasa” yapmak için değil Hz. İbrahim (as) gibi “la ilahe” diyebilmek için. Buradan indirebilirsiniz.

Kaybedenler Klübü: Anti-demokratik bir muhalefetin kısa tarihi

T.C. kurulurken Hitler, Mussolini ve Stalin başrolleri paylaşıyordu. İki dünya savaşının ortalığı kasıp kavurduğu o korkunç yıllarda “bizim” Cumhuriyet gazetesi’nin faşizme ve faşistlere övgüler yağdırması bir rastlantı mıdır? Kemalistlerin ilâhı olan Atatürk’ün emriyle 80.000 Alevî Kürd’ün Dersim’de katledilmesi, Kur’an’ın, ezanın yasaklanması, imamların, alimlerin idam edilmesi, Kürtleri, Hristiyanları ve Yahudileri hedef alan zulümler de yine Atatürk ve onu ilahlaştıranlar tarafından yapılmadı mı?

Bu ağır mirasa sahip bir CHP ve Türk solu şimdilerde “İslâmî” olduğu iddia edilen bir cemaat ile, Fethullah Gülen’in ekibiyle ittifak içinde. Yobaz laiklerin, yasakların kurbanı olduklarını, baskı gördüklerini iddia ediyor bu insanlar. Ama bir yandan da alenen İslâm düşmanlığı yapan her türlü harekete hatta İsrail’e bile destek vermekten çekinmiyorlar. Tuttukları yol İslâm’dan daha çok bir ideolojiye benziyor: Gülenizm. Millî istihbarattan dershanelere, dış politikadan bankalara kadar her konuda dertleri var. Ama Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Arakan’da zulüm gören Müslümanları dert etmiyorlar. Acayip…

Türk solu, CHP ve Fethullah Bey… Nereden geldiler? Nereye gidiyorlar? Elinizdeki bu kitap meseleyi tarihsel bir perspektifte ele almayı amaçlıyor.Buradan indirebilirsiniz.


freud-kapakGurbetçi Freud ve “Das Unheimliche”

Modern insanın kalabalıkta duyduğu yalnızlığı sorgulamak için iyi bir fırsat… Sigmund Freud gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmişlik hissini anlatan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Bu hal sadece İnsan’a mahsus: Kaynağında tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir his. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, sanki davet edilmediğim bir evdeyim, kaçak bir yolcuyum bu dünyada. Freud’un İd (Alt bilinç), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego) kavramları iç dünyamızdaki çatışmalara ışık tutabilir mi? Dünyada yaşarken İnsan’ın kendisini asla “evinde” hissetmeyişi acaba modern bir hastalık mıdır? Teknolojinin gelişmesiyle baş gösteren bir gerginlik midir? Yoksa bu korku ve tatminsizlik hali insanın doğasına özgü vasıfların habercisi,  buz dağının görünen ucu mudur? Hem Sigmund Freud’u tanıyanların hem de yeni keşfedecek olanların keyifle okuyacağını ümid ediyoruz. Buradan indirebilirsiniz.

fethullah-gulen-kapak

Fethullah Gülen’i yi bilirdik

(Son güncelleme: Üçüncü sürüm, 28 Ocak 2014)

Türkçe Olimpiyatlarını ve Türk okullarını sevmiştik. Gözü yaşlı vaizin Amerika’da yaşamasına alışmıştık. 1980 öncesinde komünizme karşı CIA ile işbirliği yapmasına “taktik” demiştik. Fethullah Gülen aleyhine açılan davalardan birinin iddianamesinde“pozitivist felsefeye karşı olmak” ile suçlanıyordu. Biz de karşıydık pozitivizme. “Aferin” dedik, “bizdensin”.

Bugün gerçek şu ki Fethullah Bey’in ekibi manşetle, kasetle hükümet devirmeye çalışan, yalan haberle Türkiye’yi ve Müslümanları sürekli zora sokan çirkin insanların tahakkümü altında. Bizim sevdiğimiz, güvendiğimiz “küçük eller” ise koyun sürüsü gibi suskun. Medyada, devlet kurumlarında, emniyet ve adaletin içinde çeteleşme, ergenekonlaşma var. Gülen cemaati dünya ile uğraşmaktan ahirete vakit ayıramıyor. Gülen cemaati bir cemaatten başka herşeye benziyor.

Kitabın ilk yarısında Fethullah Bey’i ve ekibini öven, yapılan iyi işleri savunan, destekleyen makaleler bulacaksınız. Bugün yaşadıklarımızla birlikte değerlendirince can acıtan bir soru kendini dayatıyor bize: Fethullah Gülen ve kurmayları bizi baştan beri kandırdı mı? Yoksa “küçük eller” dediğimiz masum insanların  güzel teşkilâtı sonradan mı kokuştu? Kitabı buradan indirebilirsiniz.

Soyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

yitikAfganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Trackback URL

  1. 2 Yorum

  2. Yazan:Olcay Tarih: Ağu 8, 2014 | Reply

    Ilımlı islam yalanı ; biz dinin hiç bir rukününe dokunmuyoruz,Allah c.c biliyorki acaba islamın güzelliklerini ortaya çıkarıp,tüm dünyayı ve kendimizi kurtarabilr miyiz derdindeyiz.

    sizleri yüce Allah c.c havale ediyoruz.

  3. Yazan:Mustafacan Özdemir Tarih: Tem 20, 2016 | Reply

    Bismillahirrahmanirrahim.
    O gün, bugünü bekleyerek cevap verilmemişti. Şimdi sadece; kendinizi kurtarın.

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin