RSS Feed for This Post

Milliyetçi Türk ırkçı mıdır?

“Allah, “Ey İblis! Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne    alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?” dedi.

İblis: “Ben ondan üstünüm, çünkü beni ateşten, onu ise topraktan yarattın.” dedi.  (Sad Süresi 75-76)

Her türlü soy, nesep ve kavmiyetçilik gibi cahilliye duyguları ve içgüdüleri kaldırarak yerine fazilet ve kardeşliğe dayalı ve üstünlüğün sadece Allah’a yakınlıkta arandığı bir düsturun ikamesi beşeri aklın başarabileceği bir şey değildir. Bunu ancak ve ancak ilahi mesaj başarabilirdi. Nitekim, İslam’ın ırkçılık konusunda getirmiş olduğu devrim, tüm zamanların ve tüm mekanların en büyük ve en anlamlı devrimidir dersek abartmış olmayız.    

Irkçılık, toplumları sınıflandırmada (bölmede) kan ve etnik kökene önem veren bir yaklaşım tarzı. Evet ırkçılıkta üstünlük davası vardır. Ötekileştirme ve ayrımcılık vardır. Dahası kendinden olmayana düşmanlık vardır. Yukardaki ayetlerden de anlaşıldığı üzere  yaratıldığı madde ile övünen, kendini üstün sayan ve karşısındakini düşman bilen iblis ilk ırkçı varlıktır. 

Benzeri bir yaklaşımla, kendi ırk ve milletinden olanları üstün, başka ırk ve milletten olanları  aşağı görmek, şeytanî bir bakış açısıdır denilebilir.Türkiye’de de, bu bakış açısı tahmin edilemeyecek kadar çok fazla ve hatta çoğu kimse bu hastalıklarının farkında dahi değiller. Her ne kadar Türkiye’de ırk ayrımına yol açacak biyolojik bir ayrışma (örneğin farklı deri rengi, kafatası yapısı, vs.) yoksa da ırkçılığın  bir başka versiyonu olan “etnik milliyetçilik” çoğumuzun kılcal damarlarına kadar işlemiştir. Nasıl işlemesin ki, milliyetçiliği anayasanın değişmez ilkesi olarak benimsemiş bir millî devletin millî eğitim çarkından geçmiş bir nesil elbette müspet milliyetçilik ile etnik (menfi) milliyetçilik arasındaki farkı idrak edemezse, bu hastalığın pençesine düşecektir farkında dahi olmadan. Hatta Türkiye’de İslami kesimde dahi milliyetçiliğe karşı ciddi bir tavır alındığı söylenemez. Maalesef insanımızın çoğu müspet milliyetçilik fikrinin kapısından girip “menfi milliyetçilik” fikrine kayabiliyorlar ve çoğu kez bunun farkına dahi varamıyorlar. 

Türkiye’yi ve tüm Türkiye halkını  sevmek manasındaki müspet milliyetçilik anlayışı, meşru ve makul bir anlayıştır. Bunda bir sorun yok. Ancak Nihal Atsız ya da Ogün Samast’ların anladığı tarzda, Türkiye’nin tümünü değil, sadece etnik yönden Türk olan vatandaşları seven, dahası içerde ve dışarıda fark etmez, diğerlerine de düşman olan bir milliyetçilik anlayışı “etnik milliyetçiliktir” ve ırkçılığın başka bir tezahürüdür.  

İşin acı tarafı ise, sadece “içerdekilere düşmanlara” değil, dış dünyaya ve özellikle batıya, kısaca kendinden olmayan her şeye düşman olan bu Türkçülerin, Batıdan ithal edilmiş yani kökü dışarıda olan bir ideolojinin üzerinde oturuyor olmaları. Çünkü etnik milliyetçilik bir başka tabirle ırkçılık modern batıda, ortaya çıkmış, buradan bizim topraklara ve de tüm İslam topraklarına yayılmıştır. Zira 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı topraklarında ne Türkçülük, ne de Kürtçülük vardı.

 Necip Fazıl Kısakürek “arabacıdan araba, türkçüden de türk olmaz “ diyerek olayın trajikomik tarafını da göstermiştir bizlere.

 Bu bakımdan, ırkçılık illetinin nasıl bir hastalık olduğunu, bu hastalığın nasıl seyrettiğini, nasıl bir tahribat yaptığını ve geride nasıl bir enkaz bıraktığını ve nasıl bir şeytani oyun olduğunu anlayabilmek için öncellikle, ırkçılık ideolojisinin arka planına ve batıdaki teorik geri planına gitmek gerekiyor. 

Batıda Irkçılığın Teorik Geri Planı:

 Irkçılığın teorik geri planı  Platon’a (Eflatun) kadar dayanır. Platon teorilerini geliştirirken; kafasında hayal ettiği şehir veya devletin, adalet ve estetiğine dayandırır. Platon’a göre adalet, “devletin çıkarıdır ” ve  bu da şehirde sert ve katı bir sınıf farklılaşmasının sağlanması ve şehirdeki değişimin durdurulması anlamına gelmektedir. Platon’a göre şehirde üç sınıf vardır: bekçiler (askerler), yardımcıları ve para kazanıcılar.  

Şehrin değişmesini durdurmak yada Platon’un kendi ifadesiyle “Şehrin Tanrısal Formu”nu korumak; şehirde görevleri belirlenmiş herkesin, sadece kendi işleriyle meşgul olmasına bağlıdır. Dahası sınıflar arası yatay geçiş yapılabilir ancak dikey geçiş yapılamaz. Misal olarak iki işçi kendi aralarında yer değiştirebilirler yani doğal yerlerini değiştirmesinde bir sakınca yoktur. Ancak işçi sınıfından biri kesinlikle bekçi  ya da başka bir sınıfa mensup olamaz. Alt sınıftan üst sınıfa geçiş ve bu denli değişim şehrin çökmesi demek olur. Kişi işçi sınıfındansa işçi olarak kalmaya mahkumdur. Aksi taktirde estetik ve adalet bozulur ve toplumda adaletsiz bir yapılanma zuhur eder! Çirkinliklerinden arınmış bir dünya kurulamaz ! 

K. Popper’e göre, Platoncu bu yaklaşım estetik ile ilgilidir ve bütün çirkinliklerinden arınmış bir dünya kurma tutkusu onu böyle düşünmeye sevk etmiştir. Filozofa göre öyle bir toplum inşa edilsin ki, o toplum her yönüyle mükemmel olsun. O toplumda saygısızlık, zulüm, pislik, sefalet, olmasın…(1)

 Ancak Platon’un bu “Tanrısal Formu” nasıl gerçekleşecektir? Bu konuda Platon’un önerdiği proje; tarih boyunca despot ırkçılara ilham olmuş akıl dışı projedir. 

İşte proje : 

“Tuvallerin Temizlenmesi” ya da İtlaf Politikası   

[Platon’a göre] yönetici sınıfın kendisini üstün bir ırk olarak hissetmesi çok önemlidir. Platon “bekçilerin (askerlerin) ırkı saf tutulmalı” derken (ve böylece bebek cinayetlerini savunurken), o zamandan beri tekrar edilen ve hayvanları büyük bir dikkatle çiftleştirirken kendi ırkımızı ihmal ettiğimiz yönündeki ırkçı argümanı geliştirmektedir. Bu prensiplerin, deneyimli bir hayvan yetiştiricisi tarafından köpeklere, atlara veya kuşlara uygulanan çiftleştirme yöntemi gibi, üstün ırkın yetiştirilmesi için de uygulanmasını istemektedir. “Eğer onları bu şekilde çiftleştirmezseniz, kuşlarınızın veya köpeklerinizin ırkının çabukça dejenere olacağını düşünmüyor musunuz” diye sorar Platon, ve sonra da şu sonuca varır; “bu prensipler insan ırkı için de geçerlidir”. Yani bir askerden veya muhafızdan istenen ırksal özellikler, bir çoban köpeğinden istenen özellikler gibidir. “Savaşçı sporcularımız… bekçi köpekleri gibi uyanık olmalıdırlar” demektedir Platon ve devam etmektedir; “elbette, bekçilik yapmak için doğal uygunlukları göz önünde bulundurulduğunda, cesur bir gençle iyi besili bir köpek arasında fark yoktur.(2)  

Burada Platon’un karşılaştığı başlıca sorun askerlere ve yardımcılarına hem yırtıcı hem de yumuşak bir karakter verilmesi gerektiğidir. Ancak bu problemin de müthiş çözümü bulunmuştur. Hepimizin malumudur ki iyi yetiştirilmiş köpekler, tabiatları gereği dostlarına ve tanıdıklarına oldukça yumuşak, fakat düşmanlarına ve yabancılara karşı da oldukça yırtıcıdır. Buna göre askerler de köpekler gibi dost ve tanıdıklarına yumuşak ve düşmanlarına yırtıcı olmalıdır. Yine Platon’a göre yöneticiler yırtıcılık ve yumuşaklık karakterlerini harmanlayarak devleti istikralı tutabilirler. Platon’un bu konudaki önerisi de jimnastik ve müzik faaliyetlerinin beraber yapılmasıdır. Jimnastik yırtıcılık eğilimleri, müzik de yumuşaklık eğilimleri güçlendirecektir. Dolayısıyla askerlerin hem jimnastikle hem de müzikle ilgilenmeleri gerekmektedir. (3) 

Adaletli ve estetik toplumu inşa etmek için neler yapılması gerektiği sorulduğunda Platon’un “Sokrates”i şu şaşırtıcı karşılığı verir: “Bir şehri ve insanlarını, karakterlerini tuval diye alacaklar ve her şeyden önce tuvallerini temiz yapacaklar.” “Peki, bu nasıl yapılacak?” diye sorar Glaukon. Sokrates de cevap verir: “On yaşından yukarı bütün yurttaşlar şehirden atılmalı ve dışarlarda bir yere sürülmeli; böylelikle ana ve babalarının görenek ve alışkanlıklarının etkisinden sıyrılan çocukları ele almalı. Bunlar anlattığımız gibi gerçek felsefe yolunda ve yasalar uyarınca eğitilmelidir.” Çocukları eğitecek olanlar doğal olarak filozoflardır. Dolayısıyla onlar sürülmemelidir. Bu projeyi gerçekleştirmek için Platon devlet yöneticilerine sonsuz imkânlar tanır: “Devlet yönetimleri ister yasaya uysun, ister uymasın yurttaşlar gönüllü olarak boyun eğseler de eğmeseler de… ve devletin kimi yurttaşlarını yine devletin iyiliği için öldürerek ya da sürerek (yahut sınırından atarak) temizleseler de… bu yönetim biçiminin tek doğru yol olduğunu söylemek gerekir… Yeter ki bilime ve adalete uygun iş görsünler, devleti de korusunlar ve olduğundan daha iyi kılsınlar…

Görüldüğü üzere “tuval temizleme”  yepyeni bir toplum var etmek için varolan tüm kurum ve geleneklerin kökünün kazınılması demektir. Yani günümüz tabiriyle (bu denli faşist uygulama olmasa da) beyaz türklerin, bizleri adam etme uğruna uygulamaya çalıştığı “Toplum Mühendisliği Projesinin” değişik bir karşılığıdır. Tuval temizleme projesiyle işe yaramayan fertler yada topluluklar saflaştırılacak, ayıklanacak, sürülecek ve de gerekirse öldürülecektir. Toplum Mühendisliği projesi de ana tema olarak benzer hedefler güder. İşe yaramayanlar ötekileştirilir, ikinci sınıf muameleye tabi tutulur, gerekirse tehcir edilir ve hatta faili meçhul neticesinde ensesine sıkılır. Yeter ki devlet korunsun!

Tuval temizleme projesi, akıl dışıdır ve tabiat kanunlarına uymayan bir çılgınlıktır. Bir çeşit nevroz ya da histeriye dönüşebilecek tehlikeli bir heyecandır.

Sonuç olarak Platon, kafasındaki adalet ve estetik duyguların tatmini için aşağı ırkların tasfiyesi ve devre dışı bırakılmasını teorileştirmiş ve her türlü tiranlık ideolojisinin bilimsel açıdan fikir babası olmuştur. Platon’dan sonra Hegel gelmiş ve o da tasfiye projelerini modern kılıklarda takdim etmeyi başarmıştır.

Hegel ve “Damarlardaki Asil Kan”

Platon’dan Hegel’e kadar geçen süreçte kabile ve kavmiyet duyguları adeta uykudadır ve satıh altı  olmuştu. Daha çok ümmetçilik ön plandadır. Ancak Hegel’le birlikte ırkçı damarlar tekrar uyanışa geçmiş, kavmiyetçilik batılı aydınların gündemine gelmiş ve dünya çevrelerini geniş ölçüde etkilemiştir.

“Allah, kendi zatını geliştirmek ve kemale ulaştırmak için, insanı araç olarak kullanır. İnsanlık medeniyetinin gelişme tarihi, Allah’ın, olgunlukta zirveye ulaşmak için giriştiği bir yolculuktan başka bir şey değildir.” gibi ve buna benzer görüşleri bulunan Hegel’in, kanaatime göre; doğruluğu ne yerde ne gökte kimsenin ispat edemeyeceği, insan aklının ve gönlünün yatmadığı, son derece çürük ve sakat olan görüş ve tezlerini batı dünyası maalesef ciddiye alacaktır ve bu çürük fikir tohumları geride büyük bir vahşet ve enkaz bırakacaktır.

Hegel, Germen ırkının “seçilmiş bir ırk” olduğunu, çünkü onun “damarlarındaki kanın asil bir kan” olduğu, diğer ırkların ise geri ve düşük ırklar olduğunu savunuyordu.

Hegel Germen ırkının dünya üzerindeki misyonunu yerine getirebilmesi için güçlü bir devlete sahip olması gerektiğini vurgular. “Ulusal devlet tözsel, ussal ve anlık gerçekliği içinde ruhtur,” demektedir. “Bundan dolayı dünya üzerindeki mutlak güçtür… Devlet bizzat halkın ruhudur. Gerçek devleti, bütün özel işlerinde, savaşlarında ve kurumlarında harekete getiren bu ruhtur… Belli bir ulusun bilinci… kollektif ruhun gelişmesinin aracıdır… Zamanın ruhu iradesini orada gerçekleştirir. Bu irade karşısında öbür ulusal zihinlerin bir hakları yoktur, dünyaya o ulus egemen olur.” Buna göre, tarih sahnesinde ortaya çıkaranlar; ulus (ve) o ulusun ruhu ve iradesidir. Tarih, türlü ulusal ruhların dünya egemenliği için çekişmelerinden ibarettir. (4)

Hegel’e göre ancak yüksek ırklar devlet kurma gücüne sahiptirler. Bir ulusun veya bir ırkın en yüksek amacı  kendini korumaya yarayacak güçlü bir araç olmak üzere “yüce” bir devlet kurmaktır. Kendini bir devlet haline getirememiş ulus tıpkı vahşi şartlar altında yaşayan topluluklar gibi kesin olarak tarihten yoksundur. Böylece kurulmakta olan devlet totaliterci olmalı, yani gücü uyruklarının hayatlarını her yönüyle etkilemeli ve her türlü faaliyet kontrol altında tutulmalıdır. Bu yaklaşıma göre devlet bir halkın hayatındaki bütün faaliyet alanlarının, yani sanatın, hukukun, ahlâkın, dinin ve bilimin merkezi olmalıdır. (5)

Görüleceği gibi Hegel daha sonra insan soyunun başına dünyayı cehenneme çevirecek ırkçı faşizm ve komünizmin, despot ve totaliter rejimlerin tohumlarını atmakta, K. Popper’in ifadesiyle “tarihin gelmiş geçmiş en büyük şarlatanlığı”na soyunmaktadır. (6)

Hegel, bir taraftan balkondan Jena sokaklarında Napoleon’un geçişini seyrettikten sonra “Dünya Tin’ini (ruhunu) at üzerinde geçerken gördüm” diyerek despotlara tapacak kadar alçalırken, diğer taraftan da Germen kanının en asil kan olduğunu iddia ederek Germen toplumunu putlaştıracak kadar ırkçılaşıyordu. Onun Batı toplumlarının ırkçı ve ulusçu eğilimler taşımasında, hatta kavimci duygularının kışkırtılmasında çok büyük etkisi olmuştur.

Evet böylesi bir ırkçılık hastalığı, 20.yüzyılın başlarından itibaren bizim topraklarımıza ve hatta çoğu insanımıza da bulaşmıştır. Bu hastalığa bulaşanlar her ne kadar hastalıklarını kabul etmeseler de, hastalıklarının farkında dahi olmasalar da, güneş balçıkla sıvanmıyor ve güneşe gözlerini kapayan sadece kendine gece yapıyor maalesef…

Beyaz Türkler ya da Türkçüler (adı her ne ise); batı topraklarında bir virüs misali doğup, büyüyen ve oradan tüm dünyaya yayılan ırkçılık adlı amansız hastalık karşısında, biraz daha şanslılar. Çünkü onların bu amansız hastalıkla mücadele etmek için, muhtaç oldukları kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Dahası onların daha ilkokul sıralarında beyinlerine monte edilen “varlığım türk varlığına armağan olsun”, “bir Türk dünyaya bedeldir”, “Türk’e Türk’ten başka dost yoktur”, “Türkiye’nin üç tarafı denizlerle değil, dört tarafı düşmanlarla çevrilidir” gibi kutsal reçetelerinin bulunması müsebbibi ile bu hastalık onlara vız gelir tırıs gider!

Bu yüzden ben ümit varım. Az kaldı  iyileşeceğiz, iyileşeceksiniz, iyileşecekler…   Bir yandan iyileşeceğiz, diğer yandan milli öğütüm çarklarında arkamızdan hastalıklı genç nesiller yetişecek!   

Allah’ım sen aklıma mukayyet ol… 
 

Gelecek Yazı  : Farklı Bir Perspektiften Irkçılığa Bakış 

Ek Okumalar 

  1. Kurtlu hilal
  2. Gamalı Hilalin Yükselişi – Irkçılığımıza Bir Bakış
  3. PKK… Ters giden nedir? Bundan sonra nereye?
  4. Bediuzzaman’la Ortadoğu Problemlerine Bakış

 Teşekkür : Sayın Prof.Dr.Bünyamin Duran’ın ve Sayın Mustafa Akyol’un makaleleri, Sayın Mehmet Yılmaz Bey’in teşvik ve destekleri, Derin Düşünce Grubu üyeleri ve yorumcuları ile yaptığımız tartışmalar bu yazı için bilgi ve ilham kaynağı olmuştur.  

Dipnotlar  :

1. Karl Popper, c. 1, s. 96. 

2. Karl R. Popper, The Open Society and Its Enemies, Vol I The Spell of Plato, London, Routledge & Kegan Paul, 1969, s. 51) 

3. Karl Popper, c. 1, s. 63. 

4. G. W. F. Hegel, s. 110. 

5. Popper, s. 64 

6. Popper, s. 57

… Bu makale ilginizi çektiyse…

Türk milliyetçiliği birleştirir mi yoksa parçalar mı?

 İllâ ki bir tutkal/çimento mu gerekiyor? Milliyetçilik tutkalı adil ve müreffeh bir düzene alternatif olabilir mi? Adaletin, hukukun hâkim olmadığı ortamlarda Türklerin kardeşliği ne işe yarar? Belki de Türk Milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi yok olmaya mahkûm bir söylem. Çünkü var olmak için “ötekine” ihtiyacı var. Ötekileştireceği bir grup bulamazsa kendi içinden “zayıf” bir zümreyi günah keçisi olarak seçiyor. Kürtler, Hıristiyanlar, Eşcinseller, solcular…150 sayfalık bu kitapta Türk Milliyetçiliğini sorguluyoruz. Müslüman ve milliyetçi olunabilir mi? Türkiye’ye faydaları ve zararları nelerdir? Milliyetçiliğin geçmişi ve geleceği, siyasete, barışa, adalete etkisiyle. Buradan indirin. 

 

Türkiye bölünür mü?

“Bebek katili! Vatan haini!…” PKK terörünü lanetliyoruz ama devlet eliyle işlenen suçlara karşı daha bir toleranslıyız.  “Kürtler ve Türkler kardeştir” diyenlerin kaçı “sen benim kardeşimsin”  demeyi biliyor Zaza, Sorani, Kurmanci dillerinde? Ülkemizin terör sorunu ne PKK ne de Kürt kimliğiyle sınırlanamayacak kadar dallandı, budaklandı. Bazı temel soruları yeniden masaya yatırmak gerekiyor: (*) Kürtler ne istiyor? (*)  İspanya ve Kanada etnik ayrılıkçılıkla nasıl mücadele etti? (*) PKK ile mücadelede ne gibi hatalar yapıldı? (*) İslâm ne kadar birleştirici olabilir? Töre cinayetlerinden Kuzey Irak’a terörle ilgili bir çok konuyu ele aldığımız 267 sayfalık bu kitabı ilginize sunuyoruz. Buradan indirin.

 

Türkiye’nin Ulus-Devlet Sorunu

Devlet gibi soğuk ve katı bir yapı bizimle olan ilişkisini hukuk yerine ırkımıza ya da inançlarımıza göre düzenleyebilir mi? GERÇEK hayatı son derecede dinamik ve renkli biz “insanların”. Birden fazla şehre, mahalleye, gruba, klübe, cemaate, etnik köke, şirkete, mesleğe, gelir grubuna ait olabiliriz ve bu aidiyet hayatımız boyunca değişebilir. Oysa devletimiz hâlâ başörtüsüyle uğraşıyor, kimi devlet memurları “ne mutlu Türk’üm” demeyenleri iç düşman ilân ediyor, Sünnî İslâm derslerini zorla herkese okutuyor… Bizim paramızla, bizim iyiliğimiz için(!) bize rağmen… Kürt sorunu, başörtüsü sorunu, Hıristiyan azınlıklar sorunu… Bizleri sadece “insan” olarak göremeyen devletimizin halkıyla bir sorunu var. Türkiye’nin “sorunlarının” kaynağı sakın ulus-devlet modeli olmasın? 80 sayfalık bu kitap Kurtuluş savaşı’ndan sonra Türkiye’ye giydirilmiş olan deli gömleğine işaret ediyor.  Ne mutlu “insanım” diyene! Kitabı buradan indirin.

 

Trackback URL

  1. 28 Yorum

  2. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    Irkçılık bir nevi nevrotik bozukluktur.Tıbbı tedavisi pek yaygın olmamakla beraber bu gizli hastalık,(zira,normal ve nevrotik kişilik arasında kesin bir ayrım çizgisi pek yoktur)insan yaşamı üzerinde ciddi bozukluklar yaratacak denli potansiyel bir yıkıcılık barındırır.Dolayısıyla,çoğumuzda nevrotik eğilimler olabilir.Misal “sinirlilik hali”olarak tanımlayabileceğimiz nevrozlar,sürekli bozukluklardan çok yüzeysel psikolojik ve işlevsel belirtiler gösteren durumlardır.Bu davranış biçiminin kökeninde ise derin kaygılar yatmaktadır…Kaygı,korku ve şüphelerden yani bir takım güvensizliklerden beslenir.

    Bu bağlamda yazıda ırkçılığı yaratan koşullara doğru tespitler getirilmesine karşın,ırkçılığı ağırlıklı olarak etnisite üzerinden değerlendiren bir bakış açısı olmuş.Evet,adı üzerinden ırkçılık!elbette ırksal özellikler(!)baz alınarak,bir ırkın diğer bir ırktan üstün olduğu bir anlayışın konunun merkezine alınması doğaldır.Ne var ki insan kibri ve gururunun yol açtığı yıkıcı etkiler sadece ırksal çatışmalarla sınırlı değil.Ötekileştirmenin olduğu her yerde mutlaka ırkçılığın bir başka versiyonu devreye girer.Güce tapınma,”öteki”nin yaşam hakkına müdahale,totalitarizm vb.hep bu nevrotik bozuklukların birer tezahhürüdür.

    Kısmi eksiklerine rağmen yine de ırkçılık illetini farklı açılardan sorgulayan emek verilmiş bir çalışma olmuş.Ayrıca meseleye insani boyutuyla yaklaşılmış olması yazıya çok daha farklı bir anlam ve güzellik katmış.Sayın Behmet Bahadır beyi tebrik ediyor çalışmalarının devamını diliyorum.

  3. Yazan:alper ecer Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    çok başarılı bir yazı olmuş. ayet de cuk oturmuş. bu konuda ufak bir şey söylemek istiyorum yalnızca. sözkonusu ayette hz. adem’e secde edilmesinin istenme sebebi onun bilgili olmasıdır, iblisin etmemesinin sebebi ise kendisinin bilgiye, yani kazanılabilir, öğrenilebilir bir niteliğe değil özcü bir üstünlük anlayışına sahip olmasıdır. islamı anlamak için dönemin putperest pagan anlayışlarını ve sembolojisini bilmek gerekiyor. bu ayet de bunun örneklerinden birisi. toprak, ateş, hava ve su ırkçıların sembolojisinde son derece önemli bir yere sahiptir, ırklar toprak, su hava ve ateş ırkları olarak 4’e ayrılırlar. üstünlük sırası da böyledir, yani materyal olandan ideal ve elle tutulamaz olana giden bir hiyerarşisi vardır, katı, sıvı, sonra gaz ve sonra da gazın da ötesinde ateş olarak. bu anasır-ı erbaa, yani dört unsur olayı bütün putperest kadim toplumlarda gözlenir. batı olarak bildiğimiz bölgede ilk ortaya atan empedokles sanıyorum, ama bunun öncesinde bütün hindularda ve mısırlılarda da bulunuyor. oralar da zaten hep kastçı, sınıfçı ve ırkçı toplumlardır, kaynağı da bu tür ruhani üstünlük anlayışlarıdır ve tek tanrılı dinler dışında bu dörtlü anlayış çok yaygındır. hatta bu iki inanış arasında temel belirleyici bir tarafın özcü-ırkçı, diğer tarafın evrenselci oluşudur. nerede toprak ateş hava su görürseniz orada ırkçılık ve pagan-putperest etki vardır.
    burada ayette şeytanın toprak ve ateşi karşılaştırıp kendine üstünlük atfetmesi herhangi bir karşılaştırma değil, hatta ırkçılık konusundaki basit bir uyarı da değil, bu sapkın özcülüğün problemin kendisi ve kaynağı olduğunu anlatan bir şey.

    çok güzel bir yazı, tekrar tebrikler.

  4. Yazan:cb Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    Mehmet Bahadır bey,

    çok faydalı bir çalışma olmuş emek ve mesai harcandığı oldukça belirgin,sağolunuz…

    Aziz bey,

    nevrotik bozukluktan çok Türk ırkçılığı için kollektif bilinç altı ya da Freud gibi söylersek kollektif bilinç dışından kaynaklı bir ırkçılığın varlığından söz etmek mümkün.Malum ilk eğitime başladığımız okullarda bunun her türlü alt yapısı hazırlanıyordu.Zaten sık sık bir çok makaleye konu olan Türklüğü öven veciz sözlerin beyinlere hükümdar olması gibi olumsuzluklarla çocuklarımız hayata başlıyor ve çevrenin de etkisiyle bireyler özellikle ırkçı yetiştiriliyor.Buradan hareketle bu ülke insanları içerisinde ırkçı olmayan ve ırkçı üsluplardan kendini arındırmış herkesi tebrik ederim,tüm faşist çabalara rağmen.

  5. Yazan:sevim Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    Her milliyetçi Türk ırkçı olamaz elbette.Ve her milliyetçiyim diyeni de ırkçı kabul etmek doğru değil.

    Buna karşın,önemli bir detay var.Ülkesini ve insanını sevene milliyetçi deniyorsa(müspet milliyetçilik dedikleri)neden bu illede bir tanımlamaya dönüşmek zorunda kalsın?Örneğin ben annemi,ailemi çok seviyorum.Şimdi bu sevgiyi ‘anneci’,’aileci’diye sağa sola yaymam mı gerekir.Doğal olanı buysa zaten bir tanımlama getirilmesine gerek yok.

    Bu bakımdan milliyetçilik kavramına pek sıcak bakmıyorum.Oldum olası mesafeli kaldım.Zira,müspet dedikleri de dahil bu anlayışın bizi hangi noktaya taşıdığı ortadadır.Müspet diye başlar ama sonuçları bizi farklı sonuçlara götürür.

    Ülkemi seviyorum.İnsanlarını da.Hatta ülkemin kayalıklarını,bozkırlarını da seviyorum.Ama bunu boş kavgalara itibar ederek,bazı kesimleri ötekileştirerek değil.Ülkeme,çevreme,aileme yararlı bir birey olmaya çalışarak yapmaya çalışırım.Ha,bu beni milliyetçi mi yapar başka bir şey mi,bunu pek dert edinmem.İyi ve doğru şeyler yaptığımdan vicdanım rahatsa,kendimle ve yaşadığım toplumla barışıksam zaten bir problem yok.Kısaca,ben görev ve sorumluklarımı hakkıyla yerine getireyim,kim ne derse desin benim için.Ben de”bakın ben buyum”demeye ihtiyaç duymamalıyım.

    Biraz düz bir mantık oldu ama ben böyle düşünüyorum.Sn.yazara verdiği emeklerden dolayı teşekkür ediyorum.

  6. Yazan:eg Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    “Maalesef insanımızın çoğu müspet milliyetçilik fikrinin kapısından girip “menfi milliyetçilik” fikrine kayabiliyorlar ve çoğu kez bunun farkına dahi varamıyorlar. “

    bunda şaşıracak birşey yok mehmet kardeşim. müspet milliyetçilik kapısı zaten her zaman oraya(menfi milliyetçilik durağına) çıkar. ben müspeti ya da menfisi olsun milliyetçiliği bir kaydırağa benzetirim. ona binip aşağı kaymaya başladığınız andan itibaren kendinizi faşizme toslayıncaya kadar durduramazsınız. eninde sonunda faşizmde noktalanır milliyetçilik çünkü.

  7. Yazan:MY Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    Ellerine saglik güzel kardesim çok güzel bir çalisma, bu konuyu sitede degisik açilardan isledik ama memleketimiz hala yakasini irkçiliktan kurtarabilmis degil. vicdani sorunlarin yani sira adalet sistemimizi de zayiflatan bir önyargi silsilesi var, her an herkes hedef alinabiliyor.

    bu bakimdan bütün irk, din, mezhep kavgalarina karsi durus almak ve bu konuyu canli tutmak “Müslümanim” diyen herkesin görevi.

    Alper’in uyarisi da faydali olmus, çogu kez bu ayetler birer raslanti gibi algilanir ya da Islam’i övmek için zoraki bir yorumlama gibi…

    oysa insan etinden arta kalan benligini sorgulamali, ruhunu, nefsini… Bu çerçeveden bakinca irkçilik sadece bir adalet, siyaset ya da vicdan sorunu degil.

    Islam’in temel ilkeleri, insana, topluma, erdeme, ahlaka bakisi irçilik ile taban tabana zit.

    bu bakimdan “Kürtler söyle, Ermeniler böyle…” diyen bir irkçi dogrudan ALLAH’a karsi gelmis, O’nun kurallarini çignemis oluyor.

    hatta ifade özgürlügünün ötesinde, kisi eyleme geçmese bile irkçi düsüncelere sahip olmanin dahi Islam ile bagdasmayacagini düsünüyorum.

  8. Yazan:MY Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    Unutmadan, müspet milliyetçilik kavraminin son kullanma tarihi geçti zannediyorum. vatan sevgisi lazimsa adini vatanseverlik koyalim, Kürtleri, Ermenileri de kucaklasin.

    Enver’in ve Sevim Hanim’in çekinceleri yerinde. Galiba “müspet” ayrimini Bediüzzaman da yapiyordu. O günün kosullarinda bakmak lazim, belki o zamanlar bir umut vardi bu yönde? Bediüzzaman bugün yasasaydi yine bu terimi kullanir miydi? o kesin degil.

    Osmanlidaki millet sistemi artik ortadan kalkmis ve kemalizmin beyin yikama makineleri onun üzerine ETNiK MiLLiYETçiLiK betonu dökmüs. Hepimiz geçtik milli egitim denen o kiyma makinelerinden. 15 sene okuyorsun, hayata bir giriyorsun, ögrendiklerini unutup hayati ögrenmek için bir 15 sene daha lazim!

    artik osmanli tarzi bir millet sistemi ne mümkün ne de gerekli. Ve bu baglamda müspet milliyetçilik, (ki ümmet sevgisine daha yakin) Türkiye’ye bir sey getiremez diye düsünüyorum.

    idrak ve takva. baska yol göremiyorum.

  9. Yazan:Aziz Yılmaz Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    Cemile hanım selamlar,

    Elbette işaret ettiğiniz şekilde,bireyin bilinç altına yerleşen kollektif bir bilinçten sözedilebilir.Gerek resmi idaolojinin(buna hakim ideoloji de denebilir)gerekse varolan öğütücü eğitim siteminin ırkçılığa evrilebilen bir toplumsal hissiyat yarattığı doğrudur.Nitekim sayın Bahadır da konunun bu boyutunu irdelimiştir.Ki,görüşleriniz bu anlamda tamamlayıcı olmuştur ve katılıyorum.

    Ancak kabul etmek gerekir ki,hangi biçimiyle olursa olsun,ırkçılık da toplumsal dinamiklerin ve değişmekte olan dünya düzeninin bir sonucu olarak bazı evrimler geçirmiş ve kısmi değişimlere uğramıştır.20.yy başlarında ittihatçıların turancı eğilimleriyle bugün ülkede varolduğu düşünülen ırkçılık arasında ciddi farklar vardır.Her ne kadar bu geleneğin izlerini taşısa da.Dolayısıyla birincisi yayılmacılığı esas alırken,günümüzdeki etnik çatışmalara dayanan etki-tepki merkezli bir durumdur.

    Dolayısıyla Türkçülük kavramından maada,tam da sözünü ettiğiniz hakim ideoloji merkezli bir kollektif algının varlığından sözedilebilir.Zira “Türkçülük”,tıpkı laiklik,sekülarizm vb.nosyonlar gibi işlevsel bir ideoloji aracına dönüştürülmüştür.Örneğin,pek çok insan köken olarak Türk olmamakla beraber bu hissiyata kapılmaktadır.Bakın,epey yorumlaştığım genç bir arkadaşım vardı sitede.Sürekli arap asıllı olduğuna vurgu yaparak(buna neden gereksinim duyduğu da ayrı bir bilmece)ancak “türkçülük’e çıkabilecek şöven bir dil ve duruş sergilemekten de geri durmuyordu.Oysa bu arkadaşımız-çelişkili tutumuna rağmen-turancı ya da yayılmacı bir eğilime,türk ırkını bir başka ırktan üstün görme gibi bir anlayışa sahip değildi.Sadece mevcut sistemi ve statükoyu kabullenmişti.Tabii bu duruma itiraz edenleri anlayamıyor ve maalesef farkında olmayarak “kraldan daha kralcı”bir mantıkla şövenizmin sularına yelken açıyordu.Yani derdi türkçülük falan yapmak değildi ama her koşulda sistemi sorgusuz sualsiz benimsemiş olması onu değişmez yargılara götürüyordu.Bu verdiğim örnek pek çoğumuz için geçerli.Ve bana göre ırkçılık diye yakındığımız tutum tam da bu kabullenmişliğin bir yansıması.

    Kısacası benim vurgulamak istediğim bu gerçeklikti.Yoksa türklüğü yücelten bir resmi ajitasyonun ve bundan etkilenen bir kollektif bilincin oluşmadığını iddia etmiyorum.Sadece bu olgunun daha derinlerine,sosyolojik kökenlerine inmesi gerektiğini düşünüyorum.

  10. Yazan:suzannur Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    Milliyetçilik denilince hakikaten müspet menfi demeden durup önce bir nefes almak gerekiyor. Ulusalcılığın yüceltilmesine araç olarak özellikle 18.yy.da Avrupa’da, imparatorlukların yıkılışıyla birlikte 19.yy.da görünümünü netleştiren, 20.yy.da da bizde keskin bıçak ayarında insanları öğütmede ve sindirmede kullanılan bu kavramı ve onun aygıtlarını, dilini, ideolojisini, yaptırım gücünü düşünüldüğümüzde müspet milliyetçilik denilen kavrama dahi hoş bakmakta zorlanıyor insan. Tahrip gücü bu kadar güçlü olan başka bir kavrama zor rastlarız. Ulus devlet kurma sürecinde yaşanan savaşlara bakmak yeterli. Bu, sadece kolektif bilinçaltı da olamaz, her ulusun aynı bilinçaltına sahip olduğu varsayılacaksa, bu insanlığa ait bir hastalık ve bu makalede gerçekten bu noktada güzel tespitlerle dolu.
    Ben müslümanım diyen bir bireyin milliyetçiyim diye gösteri yapmasını da oldum olası anlayamamışımdır. Vatan sevgisi mi, Mehmet Bey’in de dediği gibi adı vatanseverlik olursa ve bu vatanda yaşayan her etnisiteye ait olursa, ne ala, lakin bunun dışındaki bir vatan sevgisi de tehlikeli ve bölücü bir işleve sahip.

  11. Yazan:cb Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    Aziz bey selamlar,

    Kısacası benim vurgulamak istediğim bu gerçeklikti.Yoksa türklüğü yücelten bir resmi ajitasyonun ve bundan etkilenen bir kollektif bilincin oluşmadığını iddia etmiyorum.Sadece bu olgunun daha derinlerine,sosyolojik kökenlerine inmesi gerektiğini düşünüyorum.

    Sizin yazdığınız gerçekliğe katılıyorum ek olarak konuyu örnekledim ki bana katıldığınızdan şüphem yok,muhabbetle

  12. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Tem 5, 2009 | Reply

    Bediüzzaman’ın eserlerini yazdığı dönemde Osmanlı bünyesi içinde hızla yayılmakta olan milliyetçilik akımları, etnik grupları birbirinden koparma ve toplumu parçalama yönünde etkide bulunuyordu. Bediüzzaman’ın milliyet meselesini ele alması, onun bu yıkıcı etkilerine müdahale ihtiyacı duymasından kaynaklanmıştır. Mehmet Bey’in dediği gibi günün koşulları gereğidir diye düşünüyorum.

    Bir diğer mevzuu, annesini seven biri kendini nasıl anneci diye nitelemezse, milletini seven birinin de kendini milliyetçi olarak tanımlamasına gerek olmadığını ve böyle bir tanımlamanın insanları ayrıştırdığına inanıyorum. Bu nedenle Sevim hanıma katıldığımı belirtmek isterim. Teşekkürler…

    Ayrıca Enver Bey’e, Aziz Bey’e, Cemile Hanım’a, Suzannur’a hanıma konuya katkılarından dolayı teşekkür ederim..

    Mehmet Yılmaz Bey’e, konuya getirmiş olduğu derinlikten dolayı ve yorumlarıyla bizlere hayat dersi verdiği için ayrıca teşekkür ederim.

    Tabii ki Alper Bey’e, güzel açılımları ve değerli bilgileri için teşekkürü borç bilirim.

    Yorumlar yazıdan daha güzel ve daha öğretici oldu 🙂

    Muhabbetle…

  13. Yazan:fatih y. abbas Tarih: Tem 6, 2009 | Reply

    Shamanism diye homojen olmayan bir inanc uyduruyorlar. Inanctan ziyade pratikleri onemli.
    Hic bir tek tanrili dini ve ahlaki tutumu da kabul etmiyorlar.

    Antik caglardaki guney asya ve sonra sibiryaya uzanan orjine sahip,genelde bolgedeki budizm ve konfucyanism gibi dinlerle de ilgisiz, tutarsiz inanclar yigini. Antropologlarca, sınıflandirma kolayligi bakimindan kategori olarak Shamanism denilse de, akla hayale gelmeyecek vahset ve pisliklerin de, bu ratikler icinde olabilecegini unutmamak gerek. İclerinde insan kani icip les yiyenler bile var.

  14. Yazan:Ekrem Senai Tarih: Tem 6, 2009 | Reply

    Said Nursi’nin bu konudaki tavrı şu sözleriyle özetlenebilir:

    “Fikr-i miliyette bir nefsânî zevk var; gafletli bir lezzet var; uğursuz bir kuvvet var. Onun için şu zamanda sosyal hayat ile meşgul olanlara, ‘Fikr-i milliyeti bırakınız’ denilmez.”

    Said Nursi, milliyetçilik “illetine”, tüm diğer günahlar gibi pedagojik yaklaşmıştır. Risale-i Nur’un hiçbir yerinde “müsbet milliyetçilik” diye bir tabir geçmez. Milliyetçilikten ne zaman bahsedilse “menfi milliyetçilik” şeklinde bahsedilir. Ve bu milliyetçilik, mabud yerine konulan ve egosantrik bir marazdır. Şöyle der Said Nursi:

    “Cahiliye asabiyeti (kavmiyetçiliği), gaflet, dalalet, riya ve zulmetten oluşan bir macundur. Onun için milliyetçiler milliyeti mabud ittihaz ediyorlar.”

    Risalelerde “kudsi İslam milliyetinden” bahsedilmesi; Nursi’nin müsbet milliyetçilikten ümmetçiliği anladığını ve milliyetçilik damarının mecrasını bu yöne çevirmeye çalıştığı şeklinde yorumlanmalıdır.
    Yoksa Türk-İslam sentezi hakkında düşündükleri malumdur:

    Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez.
    Evet, geçici aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor; fakat pek muvakkat ve âkıbeti bozuktur. Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak (ayrışma) çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın (terazinin) iki gözünde bulunsa, bir batman kuvvet, o iki kuvvetle oynayabilir, yukarı kaldırır, aşağı indirir.

    Son paragrafta durumumuzu çok güzel izah etmiş. Terazinin bir gözünde ülkücüler, diğer kefesinde kürt milliyetçileri… Yukarıdaki “ebedi” kelimesi ise en çok içimi burkan kelimedir. İnşallah üstad yanılıyordur.

  15. Yazan:alper ecer Tarih: Tem 6, 2009 | Reply

    Aslında eski anlamlarıyla, yani nispeten doğru kullanımlarıyla milliyetçilik=dinsel birliktelikçilik demektir. ümmetçilik de kavmiyetçilik demektir. yani bugün ümmetçilik dediğimiz şeyin asıl anlamı milliyetçilik, milliyetçilik dediğimiz şeyin asıl adı da ümmetçilik. ama nasıl olduysa yerdeğiştirmiş anlamlar. bu anlamda mesela araplar ya da türkler birer ümmetken, islam bir millettir vs vs. gerçi dil tabi zamanla anlam değiştiriyor ama eski kitaplarda kast edilen budur genelde.

  16. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Tem 6, 2009 | Reply

    Ekrem Bey

    Tam da bu konuda derinleşeyim derken, konuya güzel bir açıklama getirmişsiniz. Değerli bilgileriniz, her zaman için, önümde bir ışık olacaktır.

    Mektubat’tan alıntıladığınız bu son paragrafı “Ergenekon’un Kökeni ve Bediüzzaman’ın Uyarısı” adlı yazımda da kullanmıştım. Gerçekten müthiş bir tespit ve müthiş olduğu kadar bir o kadar da ürkütücü. Zira ebedi kelimesi benim de içimi burkuyor.

    Tekrar teşekkürler…

  17. Yazan:Levent Cetin Tarih: Tem 6, 2009 | Reply

    Milliyetçi Türk zaten problemli bir tanim. Hala Türkiye’liye Türk demeye calisiyoruz. Bu Atatürk milliyetciligine denk, o da irkciliga cok yakin.

  18. Yazan:cb Tarih: Tem 6, 2009 | Reply

    O nedenle acilen ;

    http://www.sahibindenanayasa.com/

    Zira Türk Milliyetçiliği 82 ‘DARBE’ Anayasası ile korunuyor.

  19. Yazan:Hakan Tarih: Tem 11, 2009 | Reply

    Dunyanin en milliyetci ve malesef en irkci ulkesi kesinlikle Turkiye.

  20. Yazan:ilker Demir Tarih: Kas 22, 2009 | Reply

    Harika bir yazı olmuş. Özellikle ayetlerle başlaması, kendini hem dindar hem de milliyetçi olarak tanımlayan kesime cevap niteliğinde…

  21. Yazan:serdengecer Tarih: Şub 28, 2011 | Reply

    Vay be… Bir insanın ülkesini sevmesi, milletini düşünüp onun menfaatine hareket etmesi nevrotik bozuklukmuş, sevsinler.
    alın size nevrotik bozukluk yaşayan bir mekan Türk Milliyetçiliği

  22. Yazan:ilhan Tarih: Nis 3, 2011 | Reply

    Size acıyorum, milliyetçiliği karalamak adına yaptıklarınıza bakın. Bir siyasi görüşe bu derece cephe alınmaz. Sizde haklısınız ülkeyi bölmek için milliyetçileri meclisten uzak tutmak gerekir…

  23. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Nis 3, 2011 | Reply

    Ben de size ve milliyetçi tayfalara acıyorum İlhan Bey. Bu cahiliye adetini ne zaman bırakacaksınız acaba? Asıl memleketi siz bölüyorsunuz haberiniz yok. Lakin iyileşmeniz için Allah’a dua ediyorum…

  24. Yazan:Hüseyin SAĞLAM Tarih: Nis 4, 2011 | Reply

    BU Milliyetçi düşmanlarının bir kökenine bakınız mutlaka bir yerlerde katkıntı karışıklık ve melezlik var.Türk Milliuyetçilerini Müslüğman değilmiş gibi gösteren xxxx xxxx xxxxx xxxx xxxx xxxxx xxxx xxxx xxxxx xxxx xxxx xxxxx xxxx xxxx xxxxx .Hain hiç değişmez bir yerden mayasını ortaya çıkarır.

  25. Yazan:Nehar Tarih: Ağu 20, 2011 | Reply

    Irkçılık; Benliğinde Allah katında tek üstünlük olanı (takva) inşa edemeyen insanoğlunun istemsizce sahip olduğu aidiyetle üstünlük yanılgısına düşme acziyeti.

  26. Yazan:Bozkurt Tarih: Kas 16, 2011 | Reply

    TÜRKLÜĞE KARŞI BU HINCINIZ NEDIR? SIZ KIMIN ADINA ÇALIŞIYORSUNUZ!!!!!! AJANMISINIZ NESINIZ??????

  27. Yazan:Mehmet Bahadır Tarih: Kas 17, 2011 | Reply

    Ne ajanız ne başka bişey. Sadece İNSANIZ…

  28. Yazan:Mustafa Tarih: Şub 27, 2012 | Reply

    Bende yorumları okudum.Vatan sevgisi imandandır.Türk milliyetcisi Yunus Emre,nin dediği gibi,yaratılanı sever yaratandan ötürü.Türk milliyecisi ırkcı olamaz,ve olmamıştır.Tarih milletler mücadesi der bir lider.Bu mücadelenin neresindeyiz.Milli benliğimizi böyle dejenere ediyorsunuz.Kimliksiz bir miller olur mu?Zaten bilinçli olarak milli değerlerimizin içi boşaltıldı.Küresel emperyalizmin oyununa gelmeyin lütfen!

  29. Yazan:tappo Tarih: Tem 5, 2017 | Reply

    arkadaslar ne olurduda herkes herbirimizi oldugu gibi kabul etse!. sizleri anlamaktan gercekten zorlaniyorum neden dogru konusmuyorsunuz? mhp avrupanin ve orta dogunun belkide dunyanin en fassist ve en irkci partisidir aksini soyleyen yalan soyler.lutfen millet ulus kavramina once kendinizi inandiriniz cunku kargalar bile gulmekten alabora oldular

  1. 3 Trackback(s)

  2. Tem 20, 2009: Milliyetçiliğin Anatomisi : Derin Düşünce
  3. Eki 11, 2009: Ümmet Ümmet Olabilir mi? : Derin Düşünce
  4. Mar 30, 2013: Milliyetçilik – Ulusalcılık – Irkçılık | Serdargunes' Blog

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin