RSS Feed for This Post

Bir kavanoza hapsedilmiş kelebekler gibiyiz yeryüzünde…

bocal-papillon-bleuFreud ve “Das Unheimliche” mevhumu

Gazeteci-yazar Jean-Dominique Bauby bir beyin kanaması sonucu komaya girdi, sene 1995. Uyandığında vücudunun hiç bir yerini hareket ettiremiyordu, dışarıdan yardım almaksızın nefes bile alamıyordu. Evin anahtarını kaybetmiş bir insan gibi vücut hanesinde kilitli kalmıştı, doktorların tabiriyle “lock-in sendromu” idi bu durumun adı. Bauby artık sürgündeydi, gidemeyenlerin ülkesinde, bitmek bilmeyen bir gurbet başlıyordu onun için.  Hapishane-bedenin içinde sadece bir göz kapağını oynatabiliyordu. Bu işaret bedenin “içerisi” ile “dışarısı” arasında tek bağlantı oldu: Bir defa kırparsa “evet”, iki defa kırparsa “hayır” demekti. Bu yolla alfabe üzerinden harfleri seçerek bir kitap yazdı: “Le Scaphandre et le papillon”.

Başrollerini Mathieu Amalric ve Emmanuelle Seigner’in paylaştığı, yönetmenliğini Julian Schnabel’in yaptığı “Le Scaphandre et le papillon(Dalış kombinezonu ve Kelebek) adlı film gerçek bir hayata açılan bu pencereyi, biraz da bizim bu dünyadaki halimizi anlatır.

Yoksa biz bu dünyadan değil miydik?

Jean-Dominique Bauby 3Felç olmuş birini görünce acıyoruz ve kendimizi şanslı kabul ediyoruz. Oysa 5 duyu ile kelepçelenmiş olan biz “normaller” de ten kafesi içinde mahpus değil miyiz? Ele geçer geçmez kıymetini yitiren arzular ve zevkler yüzünden felç olduğumuzu bile fark etmiyoruz çoğu zaman. Farkında olanlarımız ise Sisifos’a benziyor. Aşağı düşeceğini bile bile, scaphandre-papillon_alphabetdefalarca düştüğüne şahid olmasına rağmen kan ter içinde o kayayı yukarı çıkartıyor Albert Camus’nün Sisifos Mit’indeki gibi (fr. Mythe de Sisyphe, 1942)

Mutlu olup göğe ermek için küçük tatminleri üstüste koyuyoruz ama haz binası değil mimarını, kendi ağırlığını bile taşımaktan aciz. Her gün rüzgârla yıkılan yuvasını yeniden yapmaya çalışan beceriksiz bir kuşa benziyor insan. Yanlış iklimlere, gurbet ellere düşmüş ama kendini vatanında zannediyor.

Gurbetçi Freud

Aristoteles insan nefsi üzerine yazdığı Περ Ψυχς (oku. “Peri Psüke”) adlı eserde her hayvanın dünyaya hazır olacak şekilde kürkle, boynuzla, zehirli dikenlerle donatıldığını yazar. Sonra insanın “fakirliğine” dikkat çeker. (Bkz. İbn Rüşd’ün bu kitaba yazdığı orta şerh: Telhîsu Kitabi’n-Nefs) İki bin küsür senedir ne değişti? Etrafınızdaki insanlara dikkat edin: Gençlerde bir daral, “gidecem buralardan” sendromu, yaşlılarda ise idealleştirilen, sadece güzel yanları hatırlanan bir mazi: “Eskiden herşey daha güzeldi”. Kâh zamanda, kâh mekânda … gurbetteyiz bu dünyada ve bir vuslat arıyoruz. Uzun süre yurt dışına kapağı atma fantezisi vardı Türkiye’dekilerin. Gurbetçiler ise biraz para biriktirip memlekete döneceklerdi:

Türkiye’ye tatile gelen her gurbetçinin karşılaştığı bir soru vardır «Dönmeyi düşünüyor musunuz? Yani kesin dönüş yapmayı?» […] Evleri Türk bayrakları, ezan okuyan çalar saatler, Türkiye haritalı duvar halılarıyla dolu bu gurbetçiler neden dönmezler? […] Yaz gelirken uçak fiyatları yükselir. Kimse “tatile nereye gideceksin?” diye sormaz. Hedef hep aynı yerdir, memleket. Ama Kapıkule’yi geçince memleket kelimesinin anlamı değişir, o artık Kastamonu’dur, Gaziantep’tir, Ağrı’dır. Ama gene de Türkiye’ye yeni ayak basmış gurbetçide bir gevşeme vardır. Daha havaalanındaki pasaport kontrolünde geçmeden topuklarını sürterek yürümeye başlamıştır. Uzun süre nefesini tuttuktan sonra su yüzüne çıkmış bir dalgıç gibi yeniden nefes alıyordur o. (Bkz. Ölürsem beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar!)

Sigmund Freud insandaki gurbette olma duygusunu, yabancılık, terk edilmiş hissini sorgulayan “Das Unheimliche” adlı denemesini 1919’da yayınlamış. İsminden itibaren tefekküre vesile olabilecek bir çalışma. Zira Almanca “heim” kelimesi İngilizce’deki “home” gibi; sadece ev mânâsına gelmiyor; tanıdık, bildik, alışılmış, güven verici vb çağrışımlar yapıyor. Zaten Freud da eserine başlarken bu mânâyı veren “heimlich, heimisch, vertraut” kelimelerini sıralıyor. Haliyle bunların zıddı olan “Unheimliche” alışılmışın dışında, endişe verici bir yabancılık hissini anlatıyor.

Lisanın ve kelimelerin ehemmiyeti

Freud’un bu eserinde kelimelere çok büyük bir önem verilmiş. Bu elbette şaşırtıcı değil. Psikanalizin bir tür “konuşma tedavisi” olduğu söylenebilir. (Bkz. Beş Psikanaliz Dersi) Tedavi ya da daha doğrusu hazmetmek denebilir. Zira konuşma yoluyla bir travmanın, hazmedilmemiş bir gerçeğin akılda, hafızada, hastanın değerler sisteminde layık olduğu yeri alması söz konusu. Böylece insanlar bir boşanma, vefat veya ağır hastalık ardından normal hayata dönebiliyorlar. Meselâ uçak kazası geçirmiş bir insanın yeniden uçağa binemediğini farz edelim. Psikanalist o insana geçirdiği kazayı unutturamaz, zaten bu istenen bir şey değil. Ama kaza o kadar hızlı olmuştur ki insan başına gelenlere anlam verecek zamanı bulamamıştır. İşte bu durumdaki bir insan konuşma yoluyla acı bir olay yaşadığını kabullenebilir; gördüğü yaralı ve ölüleri unutmak değil ama kabul etmek noktasına gelebilir.

Konuşmanın “terapi” içinde bu kadar önemli bir yer tutmasından dolayı Sigmund Freud “Das Unheimlich” adlı eserinde haklı olarak kelimelere büyük yer ayırmış. Özellikle de “heimat ve Heimatland” üzerinde durmuş; yani ev, vatan, anavatan, doğup büyüdüğü yer, memleket, …vb anlamları.

Bunların yanında ve diğer lisanlardaki muhtemel karşılıkları aramış. İlginç bulduğum bu listeden bir kaç kelimeyi aktarıyorum. Korkunun ve yabancılık hissinin ne kadarının fıtrî olduğunu anlamak için ilginç bir yol:

  • Latince : locus suspectus ; (Güvensiz yer) intempesta nocte (Tekin olmayan bir vakit)
  • İngilizce : uncomfortable, uneasy, gloomy, dismal, uncanny, ghastly. Bir ev söz konusu ise: haunted. Bir insan için: a repulsive fellow.
  • Français : Inquiétant, sinistre, lugubre, mal à son aise.
  • Espagnol (Tollhausen, 1889) : sospechoso, de mal aguëro, lugubre, siniestro.

 Neden korktuğunu bilmemekten kaynaklanan bir korku!

Ünlü psikanalist Sigmund Freud hastalarından sık sık duyduğu bu kelime yani “Unheimlich” üzeri düşünürken bir başka anlamını daha keşfetmiş: Garip / yabancı / tuhaf bir endişe. Yani örümcek korkusu ya da işsizlik endişesi gibi sebebi belli olan bir endişe değil. (Bkz. Korku matkabı zekâ duvarını deler mi?) Korkuyorum ama neden korktuğumu bilmiyorum. Korkumun sebepsiz oluşu bana tuhaf geliyor; alışık olmadığım bir hal; kendi korkumu yadırgıyorum. Aslında bu İnsan’a has bir korku: Kaynağı tehdit algısı olmayan, hayvanların bilmediği bir korku. Belki huşu / haşyet ile akrabalığı olan bir varoluş endişesi? Gurbete benzer bir yabancılık hissi, ama şaşkın bir turist gibi değil, çok daha endişe verici bir durum. Sanki bulunmamam gereken bir zaman ve/veya yerdeyim. Kendimi yanlışlıkla başkasının evine girmiş biri gibi veya istemeden kadınlar tuvaletine girmiş bir erkek gibi hissediyorum. Hümanist ve ateist Fransız düşünürü Jean-Paul Sartre’ın tabiriyle:

“… Hiçlik karşısında duyulan kaygı? Kierkegaard’a göre özgürlük karşısında hissedilen kaygı. Bence ikisi de aynı şey. Çünkü özgürlük Hiç’in dünyadaki tezahürüdür. Özgürlük olmadan dünya neyse odur, kocaman hantal bir hamur. [Ancak] özgürlük var olduktan sonra farklılaşmış varlıklar var olabilir çünkü özgürlük reddetme imkânı verir. Reddetme özgürlükle dünyaya gelebilir çünkü Hiçlik özgürlüğe tamamen nüfuz etmiştir…” (Tuhaf Savaşın Güncesi, fr. Carnets de la drôle de guerre, 1939-1940)

(devam edecek)

 

… E-kitap okumak için…

 

yitikSoyut Sanat Müslümanın Yitik Malıdır

Afganistan’daki bir medreseyi, Bosna’daki bir camiyi, Hindistan’daki Taj Mahal’i görsel olarak islâmî yapan nedir hiç düşündünüz mü? Anadolu kilimlerini, İran halılarını, Fas’taki gümüş takıları, Endülüs’teki sarayları birleştiren ortak unsur nedir? Müslüman olmayan bir insan bile kolaylıkla“bunlar İslâm sanatıdır” diyebilir. Sanat tarihi konusunda hiç bir bilgisi olmayanlar için de şüpheye yer yoktur. Şüpheye yer yoktur da… bu ne acayip bir bilmecedir! Endonezya’dan Fas’a, Kazakistan’dan Nijerya’ya uzanan milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan, belki 30 belki 40 farklı lisan konuşan Müslüman sanatkârlar nasıl olmuş da böylesi muazzam bir görsel bütünlüğe sadık kalabilmiştir?

Bakan gözleri pasifleştiren tasvirci sanatın aksine İslâm sanatı okunan bir sanattır. Yani görünmeyeni anlatmak için çizer görüneni. Doğayı taklid etmek değildir maksat. İnsanların aklını uyandırması, kalplerine hitab etmesi sebebiyle İslâm sanatının soyut bir sanat olduğu da aşikârdır. Ama Avrupa kökenli soyut sanattan ayrıdır İslâm sanatı. Meselâ Picasso, Kandinsky, Klee, Rothko gibi ressamlar gibi sembolizme itibar edilmemiştir. 284 sayfalık kitabımıza çok sayıda İslâm sanatı örneği ekledik. Bakmak için değil elbette, görünen sayesinde görünmeyeni akledebilmek, yani İslâm sanatını “okumak” içinBuradan indirebilirsiniz.


İslâm’da Mimar ve Şehir

Cumhuriyet’in ilânından beri yaşadığımız şehirler hızla tektipleşiyor. Betondan yapılmış kareler ve dikdörtgenler kapladı ufkumuzu. Trabzon, Aydın, Malatya… Anadolu’nun her yeri birbirine benzedi. Fakat Türkiye’ye has bir sorun değil bu. Batının “alternatifsiz” demokrasisi ve serbest piyasası mimarları da tektipleştirdi. Farklı düşünemeyen, yerel özellikleri eserlerine yansıtmayan mimarlar kutu gibi binalar dikiyor. Moskova, Tokyo, Paris, Hong Kong da tektipleşiyor ve çirkinleşiyor.

Çare? Binalara değil de mimara, yani insana odaklanmak olabilir; yani eşyayı ve sureti değil İnsan’ı ve sîreti merkeze almak. Zira bu bir norm ya da ekol meselesi değil: İslâmiyet’in ilk asırlarında bir şehir övüleceği vakit binalar değil yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış. Biz de güzel binalarda ve güzel şehirlerde hayat sürmek için önce güzel mimarlar yetiştirerek başlayabiliriz işe. İnsan gibi yaşamak için mimarî çirkinliklerden ve bunaltıcı tektipleşmeden kurtulabiliriz. Bu ancak Güzel Ahlâk ile Güzel Mimarî arasındaki bağı yeniden tesis etmekle olabilir. Çare Mimar Sinan gibi cami yapmak değil Mimar Sinan gibi insan yetiştirmek. Kitabımızın maksadı ise teşhis ve tedaviye hizmet etmekten ibaret. Buradan indirebilirsiniz.

Kürtlerin Tarihi Üzerine

kapak_kurt-tarihi-uzerine80 seneden beri Kürtlerin tarihi isyan ve terörle özdeşleşti. Son yıllarda ise ilk defa hemen her kesimden insanın desteklediği bir barış süreci başladı. Bu süreç kendi başına tarihi bir anlama sahip elbette. Yine de büyüyen umutların, atılan adımların sağlam olması ve geleceğe yöne vermesi için yaşananlar ile Kürtlerin tarihi arasında bir köprü kurulması gerek. Dahası Türkiye dışındaki etnik terör tecrübelerinden, sosyal barış projelerinden yararlanmak elzem. Bu sebeple, Kemal Burkay, Hasan Cemal, İsmail Beşikçi, Mustafa Akyol kadar Alain Touraine, Johan Galtung, Paddy Woodworth ve Gandhi’den de istifa ettik bu kitabı hazırlarken. Umuyoruz ki güncel tartışmaları ve gelişmeleri bir kenara koyarak geçmişe kısaca bir göz atmak bugünü daha anlamlı okumamızı sağlayacak. Buradan indirebilirsiniz.

Hükümeti devirmek isteyen birileri mi var?

Hükümeti_devirmek_kapak4 Türk bankası çalışanlarını sömürmek, tüketiciyi kandırmak ve haksız rekabetten dolayı çok ağır cezalar yediler. Hemen ardından Türkiye tarihin en büyük anti-kapitalist ayaklanmasını yaşadık. Göstericiler “Sosyalist Türkiye” ve “yaşasın devrim” sloganları atarak orak-çekiçli pankartlar, Deniz Gezmiş posterleri taşıdılar. Tuhaf olan ise bazı bankaların ve holdinglerin bu ayaklanmaya destek olmasıydı. Anti-kapitalist göstericiler 20 gün boyunca İstanbul’un en lüks otellerinden birinde bedava kaldılar. Tuhaflıklar bununla da bitmedi. CNN, BBC, Reuters ve daha bir çok medya kuruluşu bir kaç sene önce, üstelik yabancı ülkelerde çekilmiş yaralı ve ölülerin  fotoğraflarını “Türkiye” diyerek servis etti. Tayyip Erdoğan’a destek için toplanan AKP’lilerin fotoğrafı CNN tarafından kazayla(?) “Ayaklanmış Protestocular” olarak yayınlandı.

Dünyada da tuhaf şeyler oldu:

  • Türkiye ile neredeyse aynı anda Brezilya’da bir halk(?) ayaklanması başladı.
  • Georges Soros’a ait ekonomi gazeteleri Çin ekonomisi hakkında aşırı kötümser haberler yaydılar.

“Kazalar” bu kadar çoğalınca insanlar ister istemez bazı şeyleri sorguluyor:

  • Türk bankaları neden sermaye düşmanı, anti-kapitalist bir ayaklanmaya destek oldu?
  • Acaba 2008 krizinden sonra kan kaybeden ABD ve Avrupa kaçan sermayeyi geri  çekmeye mi çalışıyor?
  • Brezilya, Çin ve Türkiye Avrupa ve ABD’deki yatırımları çekmenin cezasını mı ödüyor?

Elinizdeki kitap bu sorulara ve darbe iddialarına cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

kapak_kitap_capulcularÇapulcular” ne istiyor?

Genel seçimler yaklaşırken başladı Taksim Gezi Parkı olayları. İnsanlar öldü, yaralananlar, tutuklananlar oldu. Taksim’deki sanat galerileri bile yağmalandı. Maddî zarar büyük: Yakılan otobüsler, özel araçlar, iş yerleri. Ancak hâlâ isyancıların ne istediğini bilmiyoruz. Taksim Dayanışma Grubu’ndan çelişkili açıklamalar geliyor. Polisi ya da göstericileri suçlamadan önce şunu bilmek gerekiyor: “Çapulcular” ne istiyor? Daha fazla demokrasi? Sosyalizm? Devrim? Darbe? Elinizdeki e-kitap bu sorulara cevap arıyor. Buradan indirebilirsiniz.

 Alevilik, Ortak Acılardan Bir Kimlik

Aleviler ızdıraplarda, geçmişin acılarında buluşuyorlar. Dersim, Madımak… Bu isimler anıldığında kırmızı bir düğmeye basılmış gibi bütün farklı Alevilik-LER birleşiyor ve bir tepki geliyor. Hızlı, öngörülebilir ve manipülasyona açık bir tepki bu. Ortada geç-ME-miş bir geçmiş var. Kıymetli yazarımız Cemile Bayraktar’ın dediği gibi “yüzleşilmediği müddetçe de geçmeyecek bu geçmiş” , çıkarılmayı bekleyen bir diken gibi acı vermeye devam edecek.

Diğer yandan çok sayıda Alevi kendi atalarına, dedelerine, manevî önderlerine en büyük acıları reva görmüş olanlara büyük bir sadakat ile bağlılar. Yani Kemalistlere ve CHP’ye. Yakın tarihi sorgulamak şöyle dursun ibadethanelerini Atatürk resimleriyle donatıyorlar. Ortak acıların ve siyasî tercihlerin dışında Alevileri birleştirecek bir inanç, bir kültür yok mu? Acaba Aleviler Stockholm sendromundan kurtulabilecekler mi? Elinizdeki kitap bunları sorguluyor. Buradan indirebilirsiniz.

Tiryandafilya, Güneşe “ya doğ, ya da ben doğacağım” diyen güzel!

kapak_Tiryandafilya“… Senden önceki hiçbir kadın tarafımdan böyle sigaya çekilmedi Tiryandafilya. Sen benim tüm aşklarımın  raporusun, tüm aşklarımın hülasası, ana fikrisin Tiryandafilya. Senden öncekiler ya masadan kaçtı ya da onları masadan ben kovdum. Şimdi benim tüm bu kaybolan yıllarımın hesabını vermek de sana kaldı. Sevdiğin başka bir erkek olmasına rağmen bu yola girmen için de seni zerre kadar zorlamadım, bunu da biliyorsun Tiryandafilya. Duvarımın arkasına dolanman için sana elimden gelen tüm kolaylığı gösterdim. Bu asla senin marifetin, el çabukluğun, kahredici, tahrik edici, tahkir ve de tezyif edici dişiliğinle olmadı. Senden önce gidip, tüm kapıların kilidini senin için açan irade bendim. Orada beni çırılçıplak gördüysen benim sayemdedir. Şimdi dürüstçe oynayalım o zaman. Ama unutma Tiryandafilya; ihanet ilgi çekse de hain sevilmez…”

Efraim K‘nın kitabını buradan indirebilirsiniz.

 

kitap tanitan kitap 5Kitap tanıtan kitap 5

İmkânsız bir buluşma düşleyin: Nietzsche, Montaigne, Chomsky ile Fârâbî ve Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri bir arada. Ama yalnız değiller, hemen yanı başlarına John Berger, Cahit Zarifoğlu, André Gorz , Oğuz Atay, İsmet Özel, Amin Maalouf, Gilbert Achcar, Nevzat Tarhan, Randy Pausch ve daha bir çok aşina olduğumuz yazar, şair, düşünür gelip oturmuş. Bu imkânsız buluşmayı Derin Düşünce sitesinin yazarlarına borçluyuz. Sadık dostlarımız Alper Gürkan, Mustafacan Özdemir, Mehmet Alaca, Mehmet Salih Demir ve en az “eskiler” kadar çalışıp didinen genç yetenekler: Essenza, Esma Serra İlhan, Gülsüm Kavuncu Eryilmaz, Abdülkadir Hacıaraboğlu, Azat Özgür. Kitap tanıtan kitapların beşincisini ilginize sunuyoruz, kitapların dünyasına açılan 23 pencereden bakmak için. Buradan indirebilirsiniz.

hamza_yusuf Hamza Yusuf ile İslâm’ı anlamak

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai tarafından yapılan iki tercümeyi içeriyor:

  • Zaytuna Institute’den Hamza Yusuf Hanson’ın 2010 yılı Mayıs’ında Oxford üniversitesinde yaptığı İslâm’da reformkonulu konferans,
  • Yine  Hamza Yusuf Hanson’ın Dr.Murata ve Prof.Chittick’in İslam’ın vizyonu isimli eseri üzerine yaptığı konuşma (Bahsedilen kitap, Türkçe’ye de çevrilmiştir.)

Hamza Yusuf Hanson 1960 yılında Amerika’nın Washington Eyaletinde dünyaya geldi; Kuzey California’da büyüdü. 1977 yılında müslüman olduktan sonra on yıl boyunca İslâm coğrafyasında Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuzey ve Batı Afrika gibi bölgeleri gezdi. Farklı ülkelerde iyi büyük alimlerden icazet aldı. Hamza Yusuf bu seyahatten sonra ülkesine dönerek Dinler Tarihi ve Sağlık Hizmetleri alanlarında diploma aldı. Dünyanın dört bir tarafında İslâm hakkında konferanslar veren Zaytuna Enstitüsü’nü kurdu. Batıya İslâm’ı sunan, İslâmî ilimlerin ve geleneksel metodlarla eğitimin yeniden canlanmasını amaçlayan Enstitü, dünya çapında üne sahiptir. Shaykh Hamza Yusuf, Fas’ın en prestijli ve en eski Üniversitelerinden birisi olan Karaouine’de ders veren ilk Amerikalı öğretim görevlisi olmuştur. Bunların yanısıra, klasik haline gelmiş geleneksel bazı Arapça metinleri ve şiirleri modern ingilizceye tercüme etmiştir. Halen eşi ve beş çocuğuyla birlikte Kuzey California’da yaşamakta. Buradan indirebilirsiniz.

Organik dinimi geri istiyorum 

organik_dinimi_geri_istiyorum - kcBilim ve teknoloji alanında buluşumuz pek yok ama gün geçmiyor ki din konusunda yeni bir icat çıkmasın. Televizyon karşısında merakla “acaba bugün neler caiz ilan edilecek, neler haram edilecek?” diye merakla bekliyoruz. Bektaşi’ye sormuşlar: “İslam’ın şartı kaçtır?” diye, “Birdir!” demiş. “Hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı biz kaldırdık, geriye kelime-i şahadet kaldı”. Ben kelime-i şahadetten de emin değilim, her an bir profesör çıkıp “böyle bir şey yoktur, imanın şehadeti mi olur?” diye ortaya çıkabilir. […] İlahiyat profesörlerinin bir büyük zararı da bu oldu. Din’in siyaset gibi, futbol gibi, tartışılacak, insanın bilgisinin olmasa da fikrinin olabileceği bir alan olduğu tevehhümü oluşturdular. Her şeyin kutsallığını bozdular. Artık bacak bacak üstüne atıp çiğ ağzımızla Allah, peygamber ne demek istemiş “muhakeme” yapıyoruz hiç ar duymadan, hepimiz birer küçük şeyhülislam, birer fetva emini… hangi hadis uydurma, hangisi sahih şıp diye gözünden anlayıp ayetleri engin din bilgimizle şerh ediyoruz. Şu muhakemelerin bolluğundan da dini yaşamaya bir türlü sıra gelmiyor. Halbuki bir güzel insanın dediği gibi: “Din öğrenmekle yaşanmaz, yaşandıkça öğrenilir”.

Elinizdeki bu kitap Ekrem Senai’nin kaleme aldığı yazılardan ve tercüme ettiği makalelerden oluşuyor: Hamza Yusuf, Noah Feldman, Charles Townes, Marc Levine ve Karen Armstrong ile İslâm, Hayat ve Bilim üzerine… Buradan indirebilirsiniz.

Banka Ordudan Tehlikelidir!

(Son güncelleme: İkinci sürüm, 27 Ekim 2013)

Bankacılarına söz geçiremeyen batı ülkeleri tıpkı 1980′lerde ordusuna söz geçiremeyen Türkiye’nin durumuna düştüler. Zira bize yansıtılanın aksine, 2008’de Amerikan emlâk sektöründen başlayan kriz öngörülemez bir felaket değildi. Yapılan düpedüz bir piyasa darbesi idi aslında. Tasarlanmış, planlanmış, yürürlüğe konmuş bir operasyon. Bu operasyonu yöneten insanlar daha 1980’lerde Batı adaletinin üzerine çıkmışlardı. Krizi frenleyecek yasal engelleri bir bir kaldırdılar, krizin küreselleşmesini sağlayacak mekanizmaları yine onlar kurdular. Elinizdeki 60 sayfalık bu e-kitap Batı’da demokrasinin gerileme sürecini sorguluyor: Demokrasinin zayıf noktaları nelerdir? Bankalar nasıl oldu da halkın iradesini ayaklar altına alabildiler? “Hukuk devleti” diyerek örnek aldığımız demokratik ülkeler neden bu Piyasa Darbesi‘ne engel olamadılar? Askerî darbelerden yakasını kurtaran Türkiye’de hükümet Piyasa Darbesi ile devrilebilir mi?  Buradan indirebilirsiniz.

 

Trackback URL

  1. 3 Trackback(s)

  2. Ara 9, 2013: Dünya bizim evimiz değil (Alfred Hitchcock)
  3. Ağu 6, 2015: Gönül ister ki; gönül herşeyi istemesin! Ya Freud?
  4. Ağu 6, 2015: Sigmund Freud, akıllı telefonlar ve aptal insanlar

ÖNEMLİ

--------------------------------------------------------------------

Tüm yazı, yorum ve içerikten imza sahipleri sorumludur. Yayımlanmış olmaları, bu görüşlere katıldığımız anlamına gelmez.

Hakaret içerse dahi bütün yorumlar birer fikir eseridir. Ama bu siteye ilk kez yorum yazıyorsanız, yorum kurallarına gözatın yine de.

Not: Sitenin ismini dert etmeyin, “derinlik” üzerine bayağı bir geyik yaptık, henüz söylenmemiş bir şey bulmanız oldukça zor :)

Editörle takışmayın, o da bir anne-babanın evlâdıdır, sabrının sınırı vardır. Siz haklı bile olsanız alttan alın, efendilik sizde kalsın.

Sitenin iç işleriyle ilgili yorum yapmayın, aklınıza takılan soruları iletişim kutusundan sorun, kol kırılsın, yen içinde kalsın.

Kendi nezaketinizi bize endekslemeyin, bizden daha nazik olarak bizi utandırın. Yanlış ve eksik şeylerden şikayet etmek yerine bilgi ve yeni bakış açısı sunarak tamamlayın, düzeltin, tevazu ile öğretin bize bildiklerinizi.

Bu kurallara başkasının uyup uymamasına aldırmayın, siz uyun. Bütün yorumları hızla onaylanan EN KIDEMLİ YORUMCULAR arasındaki nizamî yerinizi alın.

--------------------------------------------------------------------
  • Siz de fikrinizi belirtin